14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 HAZİRAN 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 11 UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCt Kültür Bakanlığı'nın bir yıllık 'icraatında' şovenizmin ve şeriatın tarihsel dayanışması var Güner başlath, Kahraman uyguladıTarih, 28 Haziran 1996, günlerden cu- martesı. Yani REFAHYOL'un Cumhurbaşkanı Demirel'den onay alarak "hükümetetme- ye" başladıgı gûn... Aynı giin, Yıldız Sarayı'nın tarihi dış karakol binasındaki Mimarlar Odası'na Kültür Bakanliğrnm "tahlive \ansi~ da postayla ulaşıyor. Yazının "onay sahibi" olan ANAP'h Kültür Bakanı AgâhOktav Güner, yine aynı gün ve a>Tiı saatlerde gö- revini RP'li Ismail Kahraman'a törenle devTetmekle meşgul. İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Prof. Dr. Cengiz Eruzun, bırkaç hafta sonra ye- ni Kültür Bakanı fsmail Kahraman' ı ziya- ret ederek "mahkeme karannın beklert- mesûıT istediğinde. aldığı yanıt şu geçen bır yıllık REFAHYOL döneminın de san- 1Ü "özeti" gıbidır. "Mahkemeyi beklersek sizkazanırsınız'' diyen avukat tsmail Kah- raman. "Bu nedenle yargı karanndan ön- cebmayıboşaltmanızıistiyonız'' şeklinde- ki yanıtıvla hukuk anlayışını da sergile- mekten çekınmemıştı... Nitekim Idare Mahkemesı 28 Kasım 1996 tarihinde bakanlığın tahlive istemı- ne "dunhırma" karan verdığinde. Kültür Bakanlığrnın elemanlan "çevik kuvvet desteğT altında bına> ı "aynı gün" zorla boşaltmayabaşlamışlardırbıle. Mahkeme karan 2 Aralık 1996'da imzalamp tebliğ edildiğinde ise yine bakanlık elemanlan aynı polis gücünün himayesı altında ve "gece yans taşınarak" bınayı sabaha ka- dar işgal ettiler. Güner'in irinde_ Aslında Ismail Kahraman'm Agâh Ok- tav Güner'den devraldığı "Kültür Bakan- hğı hizmetierr (!). yıllardırtanhsel mıra- sm konınması içın kavga \eren Mimarlar Odası"nın Yıldız Sarayı'ndan "her ne şe- küde olursa oLsun çıkanlmasT isteğiyle de sınırlı değildı. Örneğin benzer şekılde Ankara'daki Atatürk Kültür Merkezf nde (AKM) bu- lunan 25 kadar "çağdaş" kimlikli kültür ve sanat kuruluşuna da ANAYOL dönemın- de yapılan "boşaltma bil- dirimi" izlenmeli ve bu "Atatürkçü dernekler" AKM'den temızlenme- liydi. RP'li tsmail Kahra- man. ANAP'lı eskı baka- nın bu dileğine öylesine dört elle sanldı kı aynı ku- ruluşlara vaktivle AKM'den mekân ayıran eski müsteşar yardımcıla- nndan Şakır Çelik'e bile "5maaş,ceza" vererek. işe önce bakanlık içındekı "kıyım operasyonlanyla" başladı. Agâh Oktay Güner'in Kahraman'dan "dikkat etmesini istediğj'" diğer bir gırişimi ise koruma ku- rullanndan uzaklaştırdığı "korumacT kurul üyele- rinin. şargı kararıyla bile olsa bır daha geri dönme- melen için önlem alınma- sıydı. Bu üyeler kı öme- ğin tstanbul'daki Sanyef ve Beykoz ilçelerinı de "doğaİ SİT" ilan ederek, builçeledeki RP'li beledi- ye başkanlannın imar yet- kilerini daraltmışlardı. İsmail Kahraman bu "uyanyT da yerinde bu- larak Agâh Oktay Gü- ner'in görevden aldığı ku- rul üyeleri arasında daha sonra >argı karanyla is- tanbul ve tzmır'deki gö- revlenne geri dönenleri bu kez "Erzurum'a tayin etme" yöntemivle "etki- siz bırakma" çabası içine girdi. Ayrıca özellikle "Taksim'e cami" proje- sinde onay yetkisi bulu- nan tstanbul I Numaralı Koruma Kurulu'nda da Kültür Bakanlığı'nca be- lirlenen üyeleri "kendi yandaşlanndan" oluştu- • Geçen yıl 28 haziranda başlayan REFAHYOL süreci, Kültür Bakanlığf nda öncelikle kültüre karşı bugüne dek en duyarsız ve en düşmanca politikalann sergilendiği bir "tahribat yılı" olarak yaşandı. Bu talihsiz dönemin ilk kurumsal ve ideolojik altyapısında ise ANAYOL'un Kültür Bakanı Agâh Oktay Güner"in imzası vardı... tşte, İsmail Kahraman'ın 1 yıllık Kültür Bakanlığı döneminden bir 'etkinlik' göriintüsü: ()pera \ e baleve düşman olan Kültür Bakanı, senfoni orkestrası yerine de Aya İrini'nin avlusunda dü/enlenen mehter gösterisini izlemeyi yeğliyor. (23 Eylül 19%) rarak Güner'in başlattığı kıyım sürecinı "radikal bir bnnanışa" dönüştürdü. Ikı kültür bakanının yme dev ır-teslım törenininardından "birbirlerininortakan- lavışlanm" simgeleyen bir başka "kesin- tisiz icraat" uygulaması da kültür ve sanat alanında etkinlik gösteren duvarlı ve gö- nüllü kuruluşlara "devlet desteğüıwT ke- sılmesidır. Agâh Oktay Güner'ın ünlü "Mamala- nnı kestim" sözüyie kendı kültür düzeyı- nı de açığa serdiği bu politıkası, elbette kı çağdaş ve ılerici dünya görüşüne sahıp sa- natçılara karşı "ideolojik'' bir ta\ ır alma- yı ıçeriyordu. İsmail Kahraman ise kendı ıdeolojısı açısından da bu eşi bulunmaz "kraatT sürekli kılarak. 1992-1995 ara- sındaki SHP döneminde ınşa edilmeye başlanan "devlet ve sivil toplum arasında- ki kültürel işbirliği sürecinin" tüm kaza- nımlannı yok ettı Bunun yerine u de\letin şeriatçı kadrolarla donatüması" sürecini tüm yetkılenyle besledi \e destekledi. Buna koşul olarak yine Agâh Oktay Gü- ner döneminde gerçekleştirilen \e ülke- nın tarihsel doğal değerlennın korunması hukukunu "zayıflatma>r hedefleyen 19 Nısan 1996tarıhlı Koruma Yüksek Kurıı- lu ılkekararlannın "uygulanmasısürecin- de" de dogrusu Ismail Kahraman'dan da- Biryıllık 'kahramanlıktan' kesitler İsmail Kahraman yönetimindeki Kültür Bakanlığı'nın yukandaki de- ğerlendırmelere de ışık tutan bir v ıl- lık uygulamalanndan bazı kesitler özetle şöyle- Kadrolaşma: Refah Partısı'nın REFAHYOL hü- kümetıyle ıktıdara gelmesınde "temel amacı" olduğu bır yıldır hemen her gün kanıtlanan "devlet icinde kadro- laşma* <tratejisini denebilirki en "mi- litanca" uygulayan RP'li bakan İsma- il Kahraman oldu. Baskı \e zulfim: Sıyası söyleme "zulüm" kavramını Refah Partıliler getırdıler. Laıklıği \ r e çağdaş uygarlığı "inananlar" dedık- leri sıyasal Islam radikalizmi taraftar- larına karşı "zulüm politikası" ilan ederek kendı yandaşlan gözünde "in- san haklan saMinucusıT harta "de- mokrat" olduklarını kanıtlamaya ça- lışı>orlar... Ne var ki tsmail Kahraman'ın bır yıldır Kültür Bakanlığı'nda u>gula- dığı kadrolaşma pol ıtikasına bağlı kı- yımlar. sürgünlef görevden almalar ve cezalandırmalar. bugüne dek ben- zen görülmemiş bır "zülüm" süreci- nı yaşatırken, gazetelere bu uygula- malan yansıtan \e kınayan duvarlı ba- kanlık elemanlannı da sürekli "soruş- turmalarla" baskı altında tutması. hem kendısinın. hem de RP'nın •'in- san haklan anla>ışını" \ c "demokrat kimliklerini" (!) sergilemış oldu. Tarih dfişmanlıgı: İsmail Kahraman'ın Kültür Bakan- lığı'ndaki bir \ılı. Cumhuriyet döne- minin en büyük "tarih düşmanlığı" Mimarian Odası'nın Yıldız Sarayı'ndaki binasını gece >ansı işgal eden Bakanlıkclemanlan, karanhğı a> dınlatanflaşlara karşı da yüzlerini örterek kaçtılar. (2 Aralık 19% - saat 01JO) yılı olarak geride kalıyor. Bir yandan Osmanh'nın 700. yılma görkemli kut- lama hazırlıklan yapılırken, öbür \ an- dan yine Osmanlı uygarlığının özel- likle sıvıl mimarlık ömekleri "bilinç- li birşekikle'' yıkılarak ortadan kaldı- nldı. Kazılan yasaklayarak. Bodrum Ka- lesi'ndeki batık gemilen gözden çıka- rarak. Taksim'deki tanhi samıçlan ca- miye ver açmak ıçin taşımaya kalkı- şarak Trabzon'daki Ayasofva Müze- si'ne bile göz dıkerek, geçmişin tüm uygarlık değerlerine saldın ba^latan Kahraman. bütün bu mırası korumak isteyen kurullar \e kurul üvelen üze- nnde de "terör" estırerek kültür dü- manlığını doruğa çıkardı. Yagmaya prim: Kültür Bakanı olduktan sonra ilk önemli danışmatoplantısını "koruma kumllanndan \e SİT kararlanndan şikâyetçiolan" RP'lı beledıye başkan- lanyla yapan Kahraman, bu toplantı- da kendi kurul üyelerinı de koruma- yarak başkaniannı imar yağmasına •'engel olunmaması" mesajını veren birtutum sergiledi. Böylesi bir kültür bakanını "firsat" bilen aynı RP'li be- lediye başkanlan da "koruma kurul- lannı kendilerine bağlayan" yenı ya- sa taslaklan hazırladılar. Sivil toplum alerjisi: Mimarlar Odası \e dığer kültür ve sanat kuruluşlannı "etkbiz" kılmak ıçin tüm siyasal ve bürokratik gücü- nü kullanan Kahraman. HABITAT sürecinde Türkiye'nin yüzünü ağar- tan tarih ve kültür sergileriyle başan- lı bir hizmet \ eren Tarih Vakfı "na kar- şı da "Darphane'yi geri alma savaşı- m" başlattı. Sanata ambargo: Sınenıa. tıvatro. opera ve bale gibı sanat alanlannda Kültür Bakanlı- ğı'nın önceki dönemlerde geliştirdiğı tüm destek ve teşvık olanaklannı or- tadan kaldıran Kahraman. bununla da yetinmeyerek aynı sanat dallannda engelleyıci \e yasaklayıcı uygulama- larla bir tür "gerifcme dönemine" im- zasınıattı. Hııkuka karşı hile: Avnı zamanda "aviıkat" olan İsma- il Kahraman, görevden uzaklaştırdığı bakanlık elemanlannın ve Koruma Kurulu üyelennın mahkeme karany- la gen dönmelenne de engel olarak. hemen tümünü bu kez başka görevle- re atamak yöntemiyle "hukuku işlev- siz bırakmada" rekor kıran bakan ol- du İstanbul'daki Mimarlar Odası iş- galini üst mahkemenin de ret karan- na rağmen inatla sürdüren Kahraman, yme yargının ıptal ettiğı ılke kararla- nnın "benzerlerini yürürlüğe sokan" Koruma Genel Müdürü Altan Akat'a da tam desteğinı vererek tüm hukuk dışı uygulamalann "hamisj" oldu. . ••• Şımdı Türkiye. şu geçen bir yıllık kı- sa sürede yaratılan böylesine büyük bır kültürel tahribatın "kaba zararla- ra" dönüşmemesi ıçin sözcüğün tam anlamıyla bir "uygarlık seferberuğT başlatmak zorunda. Eğer Güner'in başlattığı ve Kahraman'ın milıtanca uyguladığı polıtıkalar toplumun tüm duyarlı kesımlennce sorgulanmazsa ve etkisiz kılmması ıçin de bu seferberlik ba$latılmazsa, gelecek kuşaklar 20. yüzy ılın şu son çeyreğinin hesabını el- bettekı yaşayanlardan soracaktır... ha uygun bir bakan pek bulunamazdı. Bu duyarsız ilke kararlarına haklı ola- rak uymayan YÖK'ün görevlendirdıği ki- mi koruma üyelerini "kapının önüne ko- yamayan" Kahraman, bu kez aynı üyeler hakkında soruşturma açtırarak onlan da is- tifaya zorladı. Aynca kendi döneminde de yine StT alanlannın daraltılması, özellik- le RP'lı beledıyelerin imar yağmasına zor- luk çıkarılmaması ve kültür mirasırun "apartmana dönüştürülmesi" yönündeki bazı ılke kararlannı da de\ reye sokturarak, Güner'in başlattığı "koruma karşıtı pob- tikalarda" ondan daha da ileri düzeyde ol- duğunu her yönüyle kanıtladı. Aslma bakılırsa bir hükümetin kişilik olarak tercıh ettiğı kültür bakanı, hiç kuş- kusuz o hükümetin "kültür düzeyini" ya da en azından "kültüre bakış. açısınT sim- geler. REFAHYOLaan önce ANAYOL döne- minde bu tercıhı "milliyetçi ve muhafaza- kâr" olduğunu söyleyen Agâh Oktay Gü- ner simgeliyordu. Her şey bir yana, tarih- sel ve kültürel değerleri "muhafaza et- mek" isteyenlere karşı başlattığı kıyım operasyonlanyla da aslında hem kendisı- nin hem de hükümetinın korumaya karşı olan anlayışını sergiliyordu. 'Yatınmcr bir bakan REFAHYOL'un Kültür Bakanlığı göre- vine layık gördüğü İsmail Kahraman ise geçen bir yıllık dönemdeki benzer icraat- lannın yanı sıra özellikle RP'lı belediye- lerin "imardüşkünlüğüne" olan aşın bağ- hlığı ıle de aslında RP-DYP ortaklığının "rant ekonomisi paketleriyle" tam bır uyum ıçınde davTandı. Kendi "kentkültürünü" tanhsel ve do- ğal değerlerın korunmasından değil. İs- tanbul da ardı ardına diktiğı "apartman- lannın" betonlaşmaya yaptığı katkılarla geliştirdiğı hemen her davranışından bel- li olan tsmail Kahraman. Cumhuriyet ta- rihınin belkı de en "\atinmcT bakanı ola- rak anılacak. Çünkü bütün parasını ve servetını. kı- ralık daırelerden oluşan yeni apartman ınşaatları- na yatınrken, bütün yetkı- sini de kendi siyasetine yakın insanlan bakanlığa bağlı kadrolara doldurma- ya kullandı. Böylece özel yaşamın- daki yatınmcı kültürü. resmı yaşamındakı "gele- ceğin seriatde> leti beklen- tisine kadro vaünmı" ile bir bütünlük göstererek, bıryıllık icraatına "tarih" denilince sadece mehter takımını izleyıp tstan- bul'un ve Anadolu'nun "uygarlık tarihiyle îlgib*7 sergılere bile katılmayan; kendı yandaşlarını İstan- bul'daki koruma kurulla- nna her hafta uçakla taşır- ken. Kültür Bakanlığf nın geleneksel Atatürk al- bümlü takviminı basma- ya "para bulama>an" (!); Cumhuriyet döneminde ilk kez "arkeolojik kanla- n durduran" bır kültür bakanı olma kımlığıni ka- zanırken yine sadece ken- dı siyasal hedeflenne uy- gun kitap ve dergileri ül- kenin kütüphanelerine sa- tın alıp gerisine ambargo ko>an Ismail Kahraman. Türkiye'nin zengin kültür kımlığine hiçbır yönüyle yakışmayan ve dahası bu kımliği tahrip etmek için elinden geleni de yapan bir bakan olarak tarihe ge- çiyor. Bu karanlık ve "tahripkâr" sürecin elbet- te asıl sorumlusu ise ülke- miz açısından yaşamsal önem taşıyan bır bakanlı- ğı böylesi bır kışiye ema- net eden REFAHYOL liderleridır... Jean Hugues Anglade ilk yönetmenlik denemesinde eşi Pamela Soo ile oynuyor Karşıtlıklardan doğan uyum:Tonka Kültür Servisi - ilk >önetmenlık de- nemesi olan "Tonka"da. yorgun bir at- letin .başına buyruk \e üstün yetenek- lı bir genç kadına vıldınm aşkıyla vu- rulmasını ışleyen Jean Hugues Angla- de. filminde rol arkadaşı olarak kansı Pamela Soo'yu seçti. On v ıl kadar önce Beatrice Dalle ile o>Tiadığı Betty Blue fılmiyle ünlenen ve şimdı yönetmenliğe soyunan Jean Hugues Anglade. "Pamela üpkıçiçek- ten çiçeğe konan bir kelebek gibL kame- ramla onun peşinden aralıksız koşaca- ğımı biliyordum'" dedi. Yaklaşık beş yıl önce tanışan çift. ilk kez Jean Hugues Anglade'ın hem yö- netip hem de oynadığı "Tonka" filmin- de rol aldı. Karısının kendisine en bü- yük esın kaynağı olduğunu belirten Je- an Hugues Anglade, bu rolü en iyi bi- çimde yalnızca Pamela'nın yorumla- yabileceği kanısına vardı. Çift 'Tonka' hakkındaki düşüncelerini Fransızlann 'Studio' dergısıne şöv le anlattılar: - Hazuiık aşamasında çok fazla bir- tikte çauştınız mı? J.HA.- Evet. Pamela'yı senelerce videoya çektim... RS.- Doğru, bu bana yavaş yavaş ka- meraya ısınma imkânı verdi. ancak Je- an Hugues'ü yatıştırmak yerine bir hay- li endişelendiriyordum. - Filme ne zaman gerçek anlamda uyum sagJadığınıa fark ettiniz? P.S.- Fılme gerçekten de çekimin ilk gününde, Roissy'de konsantre oldum. J.HA.- Pamela günden güne değişen yaratılışta bir insan. ama bu değışken- liğinin içinde bulunduğu durumla pek de ilgisi yok. Bu. başlarda benı olduk- ça huzursuz edıyordu. ancak daha son- ralan onu kamera önünde kendi haline bırakmanın daha iyı olacağının farkına vardım. Sonuçta Pamela'nın son dere- ce oynak ve değişken doğası. kamera önünde mükemmel titreşımler oluştur- du PJS.-Zorlanarak hiçbır zaman bır şey elde edilmez. Jean Hugues'ün bana. dalga geçmeyi bırakıp rolüme odaklan- manu söylediği zamanlarda bunu be- nim de istiyorolmam gerekır. Eğerses- siz sakin kalırsam hiçbir şey veremem. J.H.A.-Onun kontrol edilemez yan- lannı her fark ettiğımde, ona uyması gereken kişınin ben olduğumu düşün- düm. çünkü sonuçta Pamelayı kame- ra önünde bu tarzda görmek isteyen bendim. Pamela rolünü bır kerede ve mükemmel biçimde oynuyor. Çekım- ler ilerledikçe olaya daha bir hâkim ol- du ve onunla gerçek bır iletışım kurma imkânına kavnştum. - Beraber oynadığınız sahneler çok özel miydi? P.S.- Jean Hugues oynamaya başla- dıgı andan itıbaren yönetmen kişiliği- ni bır kenara bırakıp kendini tamamen rolüne veriyordu, bunlar çok hoş an- lardı. J.HA.- Evet. Sprinter rolünü bızzat o\namak ıstedım. Yolun öte yakasında kalmak istemiyordum, oyuncular ara- sına dalmaya ihtıyacım vardı. - Tonka'nın başat temalanndan bi- ri, kendini aşma olgusu üzerine: siz de filmde bu duyguyu tattınız mı? P.S.- Sıze şunu söyleyeyim: Ben ba- sit şey leri pek beceremıyorum. ancak imkânsıza gelince, işte ona varım. Si- ze ganp gelebilir ama bu böyle. Bu, be- nim en kötü hatam, aynı zamanda da en yüce nitelığim. J.HA.-Kendimi aşmanın yolu ben- ce bu hikâyeyı yazmış ve Tonka'nın her yönüyle eİcsiİcsiz bir karakter olma- sı için çabalamış olmak. Benim kendi- mi aşmam. Pamela'v ı filme çekmiş ve onu dünya>a tanıtmış olmamla doğru orantılı. Bugün Pamela'nın Tonka'da mükemmel bir kompozisyon çizdiğini ve kendine özgü bir imaj yarattığını duymak benim için öv gülenn en güze- lı. Pamela'da şiirsel olan ne varsa filme aimayaçalıştım;gizemliyönünüiseas- la bozmak ıstemedim. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Tüpkiye'de Bilimsellik ve Ünivensitelepin Girişimleri Iki haftadır, bilimin düzeyi bağlamında, üniver- sitelerimizin durumu üzerine, bu köşede yazılan- lar özetlendiğinde, şu saptama yapılabilir. Kendi bünyesi içerisinde yayın etkinlikleri gerçekleştir- meyen ve kitaplık kurmayı önemsemeyen kurum- ların, bilim yaşamına olası katkılarından, genelde bilimselliğinden söz edebilmek olanaksızdır. Bu saptamadan doğal olarak çıkan sonuç da şudur: Bilimsel çalışmalar, üniversitelerin temel varlık gerekçelerinden biri olduğundan üniversite adını taşıyan hiçbir kurum, bu bağlamdaki aksak- lıkların ve eksikliklerin sorumluluğunu, örneğin devlete yükleyerek kendi sorumluluğunu yerine getirmiş sayılamaz. - Daha önceki yazılarımda, Boğaziçi Üniversite- s/'nin kendi bünyesındeki Boğaziçi Yayınlan ara- cılığryla yayın yapamama engelini nasıl aştığını an- latmıştım. Geçen haftaki yazımın ardından. Dokuz Eylül Üniversitesi'nde de böyle bir girişimin baş- latıldığını haber almak, benim için hem büyük bir mutluluk kaynağı oldu hem de devletin sağladığı olanaklar ne kadar kısıtlı olursa olsun, istedikleri takdirde üniversitelerin küçümsenmeyecek giri- şimlerde bulunabileceklerine ilişkin inancımı pe- kiştirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde kurulan Eylül Vay/n/an'nın müdürü Sayın Müjde Bilir'den aldığım 23. 6.1997 tarihli mektubun bazı bölüm- lerini bu konuda bır örnek olması dıleğiyle alıntılı- yorum: "Sayın Ahmet Cemal, 79 haziran perşembe günkü Cumhuriyet Gaze- tesi'nde yayımlanan "Bilimin Sınıf Geçme Notla- rı" başlıklı yazınızı ilgiyle okuduk. Dokuz Eylül Üniversitesi olarak Sayın rektörü- müz, Prof. Dr. Fethi Idiman'/n yakın ilgi ve des- teğiyle üniversitemize ait bir yayınevinin kuruluş çalışmalannı tamamlamış bulunuyoruz. Ülkemızin bütün üniversitelerinde benzer oluşumların ço- ğalması dıleğiyle çalışmalanmız hakkında bılgi vermeyi görev kabul ediyoruz. Dünyanın bütün üniversitelerinde olduğu gibi ülkemiz üniversitelerinde çalışan öğretim eleman- lannın da yayın yapması her şeyden önce bir tür ahlaki sorumluluktur. Oysa bu ahlaki sorumlulu- ğu yerine getirmek isteyen bilim ve sanat insan- lan -temel bir sorun olarak sizin de vurguladığınız gibi- yayın yapmakta büyük güçlüklerle karşı kar- şıya bulunmakta ve ünıversitelerimizin yayın za- afından yararianan yayın sektörünün bir kısmı ta- rafından sömürülmektedir. Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim elemanı bakı- mından son derece önemli birpotansiyele sahip- tir. (...) Üniversitemizelemanlannınyurtiçiveyurt- dışı bağlantılan, çevin yoluyla hem yurtdışına bil- gı satabilme hem de yurtiçine bilgiyayabilme ola- nağını sağlayacaktır. Öte yandan sıstemlı bır bi- limsel bilgi ve sanat üretme merkezi olan üniver- siteye bağlı fakültelenn spesifik dergi yayımlama- lan kaçınılmaz bir zorunluluktur. (...) TC devletinin üniversitelere sunduğu son derece kısıtlı olanaklar ve bilimsel bir yayın poli- tikasının olmaması, öğretim elemanlannın telif haklannı yapay bir ücret politikasının ardına sak- lanarak reddetme eğilimi (..) kendi elemanını bi- lim ve sanat dünyasına kazandırmak yerine onu bilim ve sanattan uzaklaştıran politikalar güdülme- si sonucu bu noktaya gelınmıştır. (...)maddi, teknikveticariolanaksızlıklaria, bun- lann yakın bir gelecekte bir çözüme kavuşturula- bileceğini gösteren bır bilim politikasının güdül- memesi bizlerde üniversitemiz bünyesinde bırya- yınevi kurulabileceği düşüncesini doğurmuştur. Bu amaçlar doğrultusunda oluşturulan ve ge- çen günlerde yasal kuruluş sürecini tamamlayan (Eylül Yayınlan), Dokuz Eylül Yayıncıhk Halkla Ili- şikler ve Reklamcıhk San. Tic. Ltd. Şti. adıyla ça- lışmalannı sürdürmektedir." Yine Sayın Müjde Bilir'in verdiği bilgiye göre ya- yınevi, Dokuz Eylül Üniversitesi'nin vakıfları olan DEVAK ve TIPVAK'ın maddi katkılarıyla kurulmuş- tur. Bu olay, üniversıtelerdeki vakıflar aracılığıyla ne kadar önemli sorunların -ve bu noktada üniversi- telerin kimlik sorunu diye nitelendırilebilecek bilim- sel düzey sorununun- çözümlenebileceğinı gös- termesı bakımından önemlidir. Yayınevinin kuruluşuyla birlikte, 4 ay içerisinde 9 fakülte ve 31 bölümden yayınevine 100'e yakın başvuru yapılması, bu türden girişimlerin araştır- malar açısından ne kadar teşvik edici olduğunun en açık göstergesidir. Bugün Türkiye'de üniversiteler bağlamında en birıncil sorun, üniversite sayısının giderek arttığı bir ülkede bilimsel düzeyin neredeyse yerinde say- ması gibi ancak bir "ucube" diye nitelendirilebile- cek bir durumun en kısa zamanda ortadan kaldı- rılmasıdır. Bu amacaerışilebilmesı ıçin Boğaziçi ve Dokuz Eylül üniversitelerindeki örneklerin göster- diği gibi üniversitelerin kendilerinin de atabilecek- leri pek çok adım vardır. BLGUN • l.ULUSLARARASI ÖĞRENCİ TRİENALİ kapsamında saat 18.00'de Emre Koyuncuoğlu'nun "Tiyatroda Beden ve Dil Kullanımf başlıklı söyleşisi yer alıyor. • AKSANAT'ta saat 12 30 ve 18.00'de Glona Estefan'ın 'Into The Light World Tour' başlıklı pop konseri laser-disc'ten ızlenebilir. • FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ nde saat 15.30 ve 19.00'da yönetmenlığmı Enc Rochant'ın yaptığı 'Vatanseverler' adlı film yer alıyor. I İFSAK'ta saat 19.30'da Marmara Üniversitesi öğretim görevlisi Emre Dölen'in 'Renk ve Renk Ölçümü" başlıklı söyleşisi yer alıyor 25. ULUSLARARASI İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ BUGLHN B AKM Konser Salonu'nda saat 17.30'da Başak Ersöz'ün (flüt) ve Aslı Ayan'ın (soprano) katılımıyla gerçekleştirilen konser yer alıyor. • Aya İrini Müzesi'nde saat 19.00'da Gabrielı Consort&Gabrieli Players yer alıyor. YARIN • AKM Konser Salonu'nda saat 17.30'da Rahşan Apay'ın (vıyolonsel) ve Özay Günay'ın (mezzo- soprano) katılımıyla gerçekleştirilen konser yer alıyor. • Aya trini Müzesi'nde saat 19.00'da Borusan Oda Orkestrası yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle