Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 22 HAZİRAN 1997 PAZAR
12 KULTUR
Tilbe Saran ve Cüneyt Türel, 'Abelard ve Heloise' den sonra ikinci projelerine hazırlanıyorlar
'Dünyayı kavramak için aşk gerek'
ESRA ALtÇAVTJŞOGLU
"Sözel sanatlann özü şiirdir. Şiirden
edebiyata aüanır. Tîyatroedefoivatsız dü-
şünülemez" dıyerek başlıyor konuşma-
ya Cüneyt Türel. Bunun üzenne "Co-
media Defl'Arte nedir"' diye soruyor Til-
be Saran. Yanıt: •'Comedia'DeUArtede
iyi bir metindir." Üstehyor Tilbe Saran:
"Peki neden maskelerle çahşryorlar? Sa-
dece sözden ibaret değil, o zaman oku-
ma tiyatrosu yapardık. Katılan şey söz-
den daha az ya da daha az değerli olan
bir şey değU." "Tiyatroda söz her zaman
öndedir" görüşünü dile getiriyor Cü-
neyt Türel- "Birtiyatroyapıtıdoğrudü-
rüst bir metin değilseçok zortiyatroolur.
İyi bir metnin kötiisü zaten çok zor ya-
pılır. İyi tiyatro iyi metinle olur ön koşu)
olarak. Biitün sanat dallannın varacağı
en son ycr şiirsclliktir. Tiyatro da buna
bağlıdır. Tiyatroyu tiyatro yapan bazı
katkılar vardır. Katkı metin üzerinde
olur. İyi bir tiyatro iyi metnin üzerine
yükselir, ana temel budur." Tilbe Saran
noktaliyor tartışmayı: "Tiyatroda en
önemli öğe metin değildir, bundan şüp-
belerim var. Hiçbiri ikincil değildir, be-
zeme değildir.'r
'Once, Istanbul Şehir Ti-
yatrolan'ndan istıfa ederek kamuoyunu
meşgul ettiler. Sonra Tilbe Saran terk et-
tiği okuluna gen dönerek tekrar sanat ta-
rihi okumaya karar verdi. Tiyatrodan
uzak, melankolik ve hafif depresyonlu
giinler yaşadıklan sırada yağmurlu ve
karanlık bir Istanbul gününde o günle-
rin 'popüler' filmi 'Postacı'yı izlemeye
gittiler. Tilbe Saran o günleri anlatıyor:
"Kendimi okula atarak biraz bu hava-
dan uzaklaşmaya çalıştım, Cüneyt gibi
köklü bir bağım ohnadtğı için daha ko-
lay atlattım sayılabilir, ama Cüneyt'in
yaşadığı elk tutulur bir depresyondu."
'Postacı'yı ızledikten sonra depres-
yonlu ruh hallen, yerini müthiş bir din-
ginliğe bırakır. '"Ğirdiğimiz anla çıktı-
ğımız an arasındaki fark sanaün biiyü-
süyle açıklanabilir bir şey. Hayattaki mu-
cizeleri görmek gibi bir şe>.~ Fılmin so-
nundagözlen hafıf nemli nemli. gırtlak-
lan düğüm düğüm bir şekilde Aksanat
T (Fotoğraf:KADERTUĞLA)
Aş\\ Kasapoğlu'nun yönetmenliğini, Zeynep Avcı'nın çevirmenliğini yaptığı ve Tilbe Saran ile
Cüneyt Türel'in rol aldıklan 'Abelard ve Heloise' geçen ve bu sezonun en başanh oyunlanndan
biri olarak, Avni Dilligil en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu, en iyi çeviri ve en iyi dekor
ödüllerinin de sahibi oldu.
Prodüksıyon Tiyatrosu'dan Hamit Bel-
li'yle rastlaşırlar. Neler yaptıklannı so-
rar Hamit Belli. "Neden Aksanat'ta bir
şey yapmıyorsunuz'' sorusunu da yönel-
terek. Birproje götürmeyi önererek ay-
nlırlar sinemadan. Neruda'nın şiirleri du-
daklannda.
Tilbe Saran özetliyor sonraki aşama-
yı: "Zaten sersemdik, ikinci bir sersem-
liği Hamit Belli'nin teklifi karşısında ya-
şadık. Sonra ne yapüabilir derken Cü-
neyt'in daha öneeden bildiği benim ise
konservatmarda çahşma metnimiz olan
'Abelard ve Heloise'de karar kıldık."
Cüneyt Türel de ekliyor: "20 yıldan
beribilryürdummetnLlşılikberaberVıJ-
dız Sarayı Silahhanesi'nde sahnetemeyi
bDe düşünmüştük. Hamit Bey'le tekrar
göriiştüğümüzde teksti okudu ve beğen-
di. "Ne zaman başlıyorsunuz?' dedi.
'Hemen başlayalım' dedik."
Öyküsünü yukanda kısaca anlattiğı-
mız oyun geçen ve bu sezonun en başa-
nlı oyunlanndan biri olarak Avni Dil-
ligil'in en iyi kadın oyuncu, en iyi er-
kek oyuncu, en iyi çeviri ve en iyi de-
kor ödüllerinin de sahibi oldu.
'Abelard ve Hetoise'in metni yeniden
çevrilmiş Zeynep Avcıtarafindan. Oyu-
nu izleyenler metinden o kadar etkilen-
mişler ki metin, Mitos Yayınlan 'ndan ya-
yımlanmış. Cüneyt Türel, metnin ilk
halinin tiyatro diline pek uygun olma-
dığını, çok felsefık kulvarda giden bir
metin olduğunu belirtirken. Zeynep Av-
cı'nın, olağanüstü çev insıyle oyuna çok
şeyler kattığını ifade ediyor. Avcı ile sü-
reklı birlikte çalışmışlar. Çevirdiği kı-
sımlan defalarca onlara okutarak tiyat-
ro diline ve çağdaş Türkçeye en uygun
olanı bulmaya çalışmış. Daha önce Fran-
sa'da bir ortaçağ kilisesi olan Cluny Ma-
nastın'nda Işıl Kasapoğlu tarafından
sahnelenen oyun, manastınn büyüleyi-
ci havasının da etkisiyle hayli ses getir-
Ülkemizde ilk kez bir barok opera sahnelenmesini sağlayan Leyla Gencer:
Orfeo ileyeni bir dönem başlayacakKültür Servisi - Istanbul Kül-
tür ve Sanat Vakfi tarafından dü-
zenlenen Istanbul Müzik Festiva-
li kapsamında. sahnelenecek olan
'Orfeo' operası. Devlet sanatçı-
sı Leyla Gencer'in danışmanlığı
ve koordinasyonunda gerçekleş-
tirildi. Leyla Gencer ile Aya lri-
ni'de prova öncesi konuştuk.
Nejat EczaabaşTnın vefatından
sonra tstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı'nın başkanlığına getirilen
Leyla Gencer; tstanbul Kültür ve
Sanat Vakfı'nda iki yıldan bu ya-
na başkanlık yaptığını, fakat bu
yılki festivalin kendisi için çok
fazla önemi olduğunu belirtıyor.
Yıl boyunca yapılan toplantılar-
da bırçok proje için çalışmalar
yaptıklannı veCevzaAktüze'nın
bu yılki festival için bir barok
operası bulma önerisı üzenne
Ferdinando Bertoni'nin 'Or-
feo'operasının festival kapsamı-
na alındığını belirtiyor.
Bu biçimde bir etkinliğin fes-
tival tarihınde ilk gerçekleştıği-
ne değinen Gencer, Akrüze'nin
bu teklifi üzerine barok deyince
aklına ilk olarak Pier Luigi Piz-
â'nin geldığinı de belirtmeden ge-
çemiyor. "Pier Luigi Pizzi çok
önemli bir yönetmen. Barok dö-
nemi çok iyi biliyor. Bugüne ka-
dar birçok başarıya imza attı.
Ona gidip böy le bir projenin var-
uğından söz edince. Monte Car-
lo ve Verona Operaları için sah-
nelediği, Bertoni'nin "Orfeo' ad-
lı yapıtını önerdi. Daha önce sah-
nelendiği kentlerdeçok tepki alan
ve beğenüen bir operanın Türki-
ye'de de sahnelenmesinin çok
25.SIVSUM
İSTAÜ8UI
MÜZİK FESTfVAlİ
tstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı Başkanı ve Devlet
Sanatçısı Leyla
Gencer'in danışmanlığı
ve koordinasyonunda
ülkemizde ilk kez bir
barok opera
sahneleniyor. Leyla
Gencer 'Orfeo'nun
Türkiye'de ve özellikle
Aya Irini'de
sahnelenmesinin
kendileri için çok önem
taşıdığını ve yeni bir
dönemin başlayacağını
vurguluyor. Festival
kapsamında barok
operası dönemi
başhğında bir bölüm
açmayı düşündüklerini
belirtiyor.
önemli olacağını düşündük."
İlk önce solist ve orkestradan
oluşan bir konser şekJinde düşü-
nülmüş. 'Orfeo'nun sahnelenme-
si sonra ise operada karar kılın-
mış. "Ben denemelere bayılryo-
nım. Bilinmeyen şeyleri ortaya
çıkanp ne olacak diye bakmak in-
sana müthiş bir heyecan veriyor.
Şimdiye kadar şansım hep ya-
nundaydL" Leyla Gencer, 'Or-
feo'nun da Türkiye'de ve özel-
likle Aya Irini'de sahnelenecek ol-
masının kendileri için çok önem
taşıdığını ve yeni bir dönemin
başlayacağını vurguluyor sürek-
li." Birçok zorlukİarla karşılaşıl-
dıktan sonra dün akşamki neti-
ceyebakınca çok memnun oluyo-
rum. Ozeüikle Aya Irini'de sah-
neteniyor ohnası daha da önem-
li çünkü 'Orfeo'nun içeriği Aya
Irini ile çok bağdaşıyor."
Bu denemenin başanh olma-
sından sonra Istanbul Kültür ve
Sanat Vakfı'nın daha sonraki pro-
jelerine örnek teşkil edeceğini
vurgulayan Gencer, böyle büyük
projelerin Türkiye'de uygulan-
masının büyük maddi imkânla-
ra bağlı olarak geliştiğini de di-
le getiriyor ve tstanbul Kültür ve
Sanat Vakfi'nın kültür hizmetle-
rinin sponsorlarca desteklenme-
si gerektığini vurguluyor.
Müzik festivali kapsamında
barok operası dönemi başhğın-
da bir bölüm açmayı düşündük-
lerini belirten Gencer. festival
için de bunun son derece önem-
li bir etkinlik olacağını da ifade
ediyor.
Sponsoriar desteklemeli
Barok operasının bütün dünya-
da önemli bir konuma sahip ol-
duğunu değinen Gencer, bu alan-
da olağanüstü bir repertuvann
olduğunu ve bunun ortaya çıka-
nlması gerektığini de belirtiyor.
Böyle büyük bir organizasyonun
Kültür Bakanlığı'ndan hiçbir şe-
kilde destek alamamasını da şaş-
kınlıkla karşıladığını belirten
Gencer, Istanbul Kültür ve Sanat
Vakfi'na tüm kurumlann destek
olması gerektiğini de ekliyor.
Gelecek yıllar için büyük pro-
jelerinin olduğuna da belirten sa-
natçı, özellikle 16. ve 17. yüzyıl-
da Batı ile Doğu ilişkilerinin yo-
ğun olduğu dönemlerde yazıl-
mış olan Türk kültürünü de yan-
sıtan operalann sahnelenme pro-
jelerinin olduğunu müjdeliyor.
"Mvakü'nin, Haendel'in ve daha
birçok büyük bestecinin operala-
n var Türkleri anlatan. Bunlan
düşünebiliriz. Barok operalar ve
Aya İrini gibi bir mekân birbiriy-
le çok iyi bağdaşacak."
miş. Fakat Aksanat'ta sahnelenen oyun
Duygu Sağıroğlu'nun sade olduğu kadar
etkileyici dekoruyla seyirciyi metnin
içine daha da sokmuş.
Türel ve Saran, uzun yıllar ödenekli
bir tiyatroda çalıştıktan sonra yeni ku-
rulan Aksanat Prodüksiyon Tiyatro-
su'nda çok eksikliklerle karşılaştıklan-
nı, fakat buna karşın seyirciyle bütün-
leşebildiklerini ifade ediyorlar. Cüneyt
Türel, özel tiyatro ile ödenekli tiyatro-
lar arasındaki en önemli farkın çalışma
koşullan olduğunu vurguluyor. "Ode-
nekU tiyatrolar yerteşmiş kurumlar. Bu-
rada her şey oturmuş. Oysa özel tiyatro-
larda birçok sıkınüyla karşüaşıyoruz.
Tıyatronun çahşma biçimini bilmeyen
insanlarla karşılaşıyoruz özel tiyatroda.
Amatör kalıyor demekdaha doğru olurf
Strinberg'in 'Alacakhlar'ı
Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu'nun
gelecekte yapacaklan işlerden umuttu-
lar. Bu tiyatronun kurulmasına katkıda
bulunduklan için mutlular ve bu ilkeler
doğrulrusunda gelecek yıllarda 5-6 oyu-
nun Türkiye'nin birçok yerinde sahne-
lenebilmesini amaçlıyoriar. Aksanat Pro-
düksiyon Tiyatrosu'nda Batı'daki ku-
rumsal tiyatro modeline sıcak ve iyi ni-
yetle yaklaşıldığını ve bu modele uygun
çalışmalar yapıldığmı vurguluyorlar.
Tilbe Saran ve Cüneyt Türel şu gun-
lerde Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu
için yönetmenliğini yine Işıl Kasapoğ-
lu'nun yaptığı, çevirisini Zeynep Av-
cı 'nın üstlendigi A. Strinberg'in 'Abcak-
hlar' adlı yapıtını sahnelemeye hazırla-
nıyoriar. Oyunda bu kez 'Abelard ve He-
loise'ın kadrosuna Köksal Engürde ka-
tılmış.
Tilbe Saran, ikinci projeyi hazırladık-
lannı, fakat üçüncü bir prodüksiyon da-
ha olursa bu kez başka arkadaşlann ça-
lışmasını istediklerini. bunun da yerli bir
oyun olmasına özellikle dikkat edecek-
lerini söylüyor.
Cüneyt Türel, bu sezon Şehir Tiyat-
rolan'nda sahneye koyduğu 'Oidipus' ile,
gerçekleştirmek istediği projelerden bi-
rini yaptığını vurgularken "Bu oyun,
özellikle Şehir Tiyatro-
su'nda değiL ama ödenek-
li tiyatroda olmak zorun-
daydı. Şehir Tiyatrosu eski
gözağnm olduğu için ch-e-
rişIivdL Bu, Şehir Tiyatro-
su, ödenekli ya da Devlet
Tiyatrosu olur,önemli degfl.
Benim için artık yapmak
istedOderimi yapmak önem-
li,nereyeaitolduğum önem-
li degfl."
Bertoni'nin üç perdelik operası 'Orfeo'yu Aya Irini'ye uyarlayan koreograf Luca Vegetti:
Klasik sanat, çağın gerisinde kalamaz
GÜL ERÇETİN
25. Uluslararası Istanbul Müzik Festiva-
li kapsamında bir ilk daha gerçekleşti dün
akşam. Orfeo ve Euridice zor günlerin ar-
dından tstanbuFda ilk kez kavuştular bir-
birlerine. Sanatse\erler, de\ let sanatçımız
Leyla Gencer'in koordinasyonunda tstan-
bul'a taşınan mıtolojik aşk öyküsüyle bu
akşam da saat 19.00'da bir kez daha bulu-
şacak.
Ünlü opera yönetmeni, sahne. giysi ve
ışık tasanmcısı Pier-Luigi Pizzi, Orfeo'yu
daha önce Verona ve Monte Carlo opera-
ları için sahnelemiştı. Orfeo. Pizzi'ninyo-
ğun programı nedenıyle kendısinın asista-
nı ve koreograf Luca Veggettitarafından ta-
şındı Aya tnni'ye. Operanın danışmanlı-
ğını ve koordınasyonunu ise Pizzi"nin ya-
kın dostu olan ve Orfeo'nun Türkiye'ye ge-
tinlmesinde büyük katkılan bulunan dev-
let sanatçımız Leyla Gencer üstleniyor.
• Luca Vegetti dekorun kısıtlanmasına karşın Aya İrini'nin mekân
olarak oyunu oldukça zenginleştirdiğini düşünüyor: "Kilisedeki
mistik atmosfer ve operanın mistik ve mitolojik özellikleri tam
anlamıyla örtüşüyor."
Luca Veggetti, Scala Operası Bale Oku-
lu'nda eğitim gördükten sonra Ingiltere ve
ABD'de dans etti. 1990'da yönetmen yar-
dımcısı ve koreograf olarak Pizzi ile çalış-
maya başladı. Orfeo'yu Aya Irini'ye taşı-
yan sanatçıyla provalar sırasında kısa bir
söyleşi gerçekleştirdik.
'Düzeyli ve zengin festival'
Monte Carlo ve Verona'daki gösterim-
ler için hazırlanan Orfeo'yu Türkiye'ye
taşırken birtakım kısıtlamalara başvurmak
zorunda kalmış Veggetti. Bütün kostüm
ve dekorun taşınmasınm güçlüğü nedeniy-
le öncelikle bu alanlarda görülmüş kısıt-
lamalar. Tiyatro sahnesi için tasarlanan Or-
feo'nun bu niteliği tam olarak korunama-
yacağı için de sahne ve konser tasanmla-
n arasında ortakbirbiçim belirlenmiş. De-
korun kısıtlanmasına karşın Aya trini'nin
mekân olarak oyunu oldukça zenginleştir-
diğini düşünüyor sanatçı ve ekliyor. "Ki-
lisedeki mistik atmosfer ve operanın mis-
tikve mitolojik özellikleri tam anlanuyta ör-
tüşüyor."
Pizzi ve Veggetti sık sık birlikte anılıyor-
lar. Yaklaşık on beş yıldır tanışan sanatçı-
lar pek çok prodüksiyona birlikte imza at-
tılar. Veggetti, Pizzi'yle çalışmak zorunda
olmadığını belirtse, pek çok başka opera
ve balede koreograflık yapsa da Pizzi'den
gelen teklifleri geri çeviremediğini, bu ça-
lışmalann kendisi için ayn bir yeri oldu-
ğunu söylüyor. Bu nedenle de Türkiye'de
onun adına bulunmak ayn bir sorumluluk
yüklüyor kendisine.
Sanatçının bugüne kadar hiç Türk bale
ya da operası izlememesine karşın, kore-
ografisini üstlendigi pek çok opera ve ba-
lenin içinde Rossini'nın "D. Mehmet" baş-
lıklı yapıtı da yer alıyor. Veggetti, tstanbul
Müzik Festivali'nin içeriğinden ve katılan
gruplann zenginliğinden oldukça etkilen-
miş. "Oldukça yûksek düzeyli, zengin ve
kapsamh" bir festival olarak tanımlıyor
25. Müzik Festivali'ni.
Ünlü sanatçı, sanatın da doğal olarak in-
sanla birlikte geliştiğme, yenileştiğine ina-
nıyor. Çağdaşlığın sanatın aynlmaz bir par-
çası olduğuna inanan sanatçı, "Yüzyıllar
öncesindcn bir yapıt sahnclense bile, bizler
kendi çağımızı ve bakışımızı ekliyoruz bu
yapıoara. Bu nedenle klasiksanatınçağuıge-
risinde kalması söz konusu olamaz" diyor.
Kişisd bir yolcuhık
Tiyatro yazarlannın nite-
likli yapıtlar ortaya koyma-
lan için oyuncularla ve yö-
netmenlerle birlikte çalış-
malan gerektiği görüşün-
de Tilbe Saran. Tiyatronun
bir ekip çalışması olduğu-
nu anımsatarak "Bu çeviri-
nin bu kadar başanh olma-
smda payianmız değiL ama
katkılanmız olduğunu dü-
şünüyorum. Tiyatroda ya-
pılan iş, binbir baharatla
oluşuyor, bir araya geldi-
ğinde ise olağanüstü şeyler
çuayor ortaya" diyor.
Işıl Kasapoğlu ile çalış-
manın kendileri için çok
büyük bir şans olduğunu
söyleyen Saran, Kasapoğ-
lu'nun var olan tiyatro gü-
düsüyle mükemmel işler
yaptığını, tıpkı kanncayi-
yen gibi, olmayacak şey-
lerden, olağanüstü şeyler
çıkardığını anlatıyor. "Ben
çok feda yönetmen taruma-
dım. Ama her çahşöğım yö-
netmenden bir şeyler aklım.
Çahşüğı herkesten çok şey
ögreniyorinsan. Işılik'bam-
başkaydı ama. İnanılmaz
bir biçimde sınırsız bir pay-
laşım yaşadık onunla." Cü-
neyt Türel de katılıyor ona:
"Işd,oyuncunun temeini, at-
tmı çok iyi dolduruyor. Yö-
netmenin oyuncuya hâkim
olması çok önemli. Onun
ısrarta anlattığı şeyler be-
deninize, moleküDerinizeiş-
Byor ve sahnede müthiş bir
paylaşım oluşuyor."
'Abelard ve Heloise'in se-
yirciyle bu denli bütünleş-
mesini ise şöyle açıklıyor
Saran: "Herkesinhayatı bo-
yunca sorduğu her şey var-
dı oyunda. Aşk vardL Ha-
yatm özüne dair sorulabile-
cek her rürlü soru vardı.
Ama açıktan ama dolay Iı
olarak, kişisel bir yolculuk-
tu bir başımıza yapûğımız,
sahnenin bir ucunda ben
bir ucunda Cüneyt lçedoğ-
ru yapılan yolculuktu. Aş-
kmyanı sıra müthiş bir akıl
vardL Olağanüstü bir ölçü
ve onun tarüşması vardı"
derken belki de kendi yaşa-
dıklan aşkı tanımlıyor bu
cümlelerle. Cüneyt Türel
ise, dünyayı kavramak için
aşka gerek olduğunu söy-
lerkenekliyon "Birüeriaş-
kı tanısaydılar dünya bu
hakle ounazdL" Oyunu iz-
lemek için gelen insanla-
nn çeşitliliği karşısında şa-
şırdıklannı da belirtiyor.
KÖŞEBENT
ENİS BATUR
John Ashbery Geldi Kaldı
Baa insanlar hayabmızın programında yoktur; bek-
lenmedik yönden doğan beklenmedik bir güneş gi-
bi hızla gelip geçerler, üzerimizde ışıklan kalır. Be-
nim için, belki başkalan için de, John Ashbery ufuk-
tan öyle belirdi, geldi ve üzerimizde bir ışık izi bı-
rakıp uzaklaştı. Arkasında, ardındagene de birya-
kınlaşmanın sonuçlan toplandı.
Istanbul'a gelişini önceleyen hafta içinde, üç-
dört kez telefonla New York'taki ve Hudson'daki
evinde konuşmuştuk. Sesinin, sözünün ısı dalga-
lan arasından bir tür endişeyle ölçmeye çalıştıydım:
Şiirini tutkuyla izlediğim adam, kendisiyle yüz yü-
ze gelince derin bir düş kınklığı yaşatır mıydı? Is-
tanbul'da geçirdiği hafta süresince sık ve yoğun
bir birlikteliğimiz oldu, hemen dağılan o endişenin,
şüphenin yerini şimdi derin birşahıs'\a paylaşılan
saatlerin zengin tortusu aldı.
Çağdaş Amerikan şiiri, Pound ve Cummings gi-
bi söz sanatında köklü, köktenci değışımlere yol
açan iki büyük ustanın ardından pek çok majör çı-
kışa sahne olmuştur: Auden'den Berryman'e, Lo-
vvelldan, Zukofsky ye. Ginsberg den Bishop'a,
birbirine pek benzemeyen, gene de geniş kıtanın
karakteristik yanlannı bir biçimde yansıtarak ortak
bir damar oluşturan önemli şairler peşpeşe dizilir.
Olson'u VVallace Stevens'la yan yana getirmek
güçtür; gelgelelim, bu geniş panoramanın içinde
onlan komşu kılan bir Amerikalılık mührü de yok
değildir.
John Ashbery'nin, iki okyanus arasına yayılan ge-
niş topraklann bugün yaşayan en güçlü şairi oldu-
ğu konusunda genel bir kanı doğurabilmiş olma-
sı, bir açıdan bakıldığında şaşırtıcıdır. Gizini, kar-
maşasını -neredeyse- yalnızca şairlerin tutabilece-
ği, okuru yokuşa süren bir yapıt ortaya koymuş-
tur.
Öteyandan, öteki kefede, bu "konum'u doğru-
layan bir ana özellik dışavurur şiiri: Avrupa gelene-
ğinden, tıpkı VVallace Stevens gibi, kan çekmiş ol-
makla birlikte, Amerika'yı temsil eden bir yapıt
oluşturmuştur.
"G/z"inden, "karmaşa"$ır\dan sözettim ya, özel-
likle son yirmi yıl içinde yayımladığı kitaplarla Ash-
bery'nin büsbütün özel birsoluk geliştirdiğini söy-
lemek güç olmasa gerek. Uzun, upuzunşiirierbun-
lar, genellikle; öteki sanatlardan devşirilmiş anla-
trm özelliklerinden geniş ölçüde beslendiği göze çar-
ptyor; "atmosfer"i şüphesiz farklı, ama "yaa tek-
niği" açısından, ortalama şiir okuru için ciddi en-
geller oluşturan yanlan ağır basıyor. Onu "taht"ın-
da oldukça yalnız bırakan bir durum bu.
Uzaktan bakınca, açık söylemek gerekirse, Ash-
bery'nin şairlik koşulu'nun farklı olduğu izlenimine
kapılmıştım ben: Belki geniş kitle düzeyinde değil
ama, hayli kalabalık olduğunu varsaydığım şiir seç-
kinleri katında, tartışılmaz biçimde kabul görmüş,
taçlandınlmış olduğunu sanıyordum, hepten yanıl-
mışım:
Ashbery, eleştirmenleri yeteneksiz birer asalak
sayıyor; Amerika'da inanılmaz sayıda insanın şiir
yazdığını, ama pek azının şiir okuduğunu gözlem-
lerrıiş; yapıtlannın etki alanı konusunda beslediği
karamsarlığın dozu yüksek; kısacası, iletişimi bir "se-
rap" kategorisi olarak nitelendirdiği kolaylıkla söy-
lenebilir.
Ashbery, kafamda oluşmuş bir başka önyargıyı
daha sarstı, böylelikle bir ölçüde rahatlattı da be-
ni: Başta Pulitzer olmak üzere Amerika'nın bütün
büyük ödüllerini ve burslarını kazanmış olmasına
karşın, yaşam çarkını döndürmekte güçlük çeki-
yor: Nefret ediyor hocahktan, gene de 70 yaşında
olmasına karşın o işi yapmayı sürdürmek zorunda
kaldığını vurguluyor.
Bir portre denemesi için ayırdığım pek çok ay-
nntı var: Ortak tutkulanmızın (Raymond Rous-
seO, korkulanmızın (uçak) içinden birbirimizi kazır-
ken, son gece, bir ara, şiirin etrafında dönüyorduk
da, "Içime su serptiniz" dedi, sağıriık konusunda.
Bilmiyordu: Asıl su serpen oydu.
Bilmez olur muydu, biliyordu.
John Ashbery geldi geçti Istanbul'dan: Gelip ge-
çici olmayan suyundan birkaç damla bıraktı.
Hâmiş: Bir başyapıt: Hikmet Birand'ın
Ağacı ile Sohbetler"; fTÜBlTAK Yayını)
TURSAKtan çevrefflımerrgösterimi
• Kültür Servisi - TÛRSAK Vakfi 5-10 haziran
tarihleri arasında Garanti Bankası'nın desteğiyle
Bodrum'da gerçekleştirmiş olduğu ' 1. Uluslararası
Çevre Filmleri Festivali'nin devamı olarak ve çevre
sorunlanna olan duyarlılığını daha geniş kitlelere
duyurmak amacıyla önemli çevre filmleri
belgeselinden oluşan bir yideo fılm paketini tstanbul
izleyicisine ulaştınyor. TÜRSAK Vakfı'nın Beyoğlu
Merkezi'nde her hafta cuma günleri saat 17.00'de
gösterilecek olan Çevre Filmleri 15 Ağustos 1997
cuma tarihine kadar izlenebilir. Gösterim
kapsamında 27 haziranda Jean Jacques Annaud'un
'The Bear', 4 temmuzda James Bridges'in 'The
Chine Syndrome', 11 temmuzda Akira Kurosava'nın
'Dersu Üzala', 18 temmuzda Michael Apted'in
'Gorillas in the Mist', 25 temmuzda Syiıey
Pollack'ın 'Jeremiah Johnson', 1 ağustosta John Mc
Tierna'nın 'Medicine Man', 8 ağustosta Robert
Flaherty'nin 'Nanuk of the North', son olarak da
Robert Flaharty'nin 'Man of Aran' adlı filmleri
izlenebilir.
Hiç dergismm 8. sayısı çıktı
• Kültür Servisi - "Sokaktan politikaya" sloganıyla
medyada adını duyuran bağımsız kültür, siyaset,
edebiyat, mizah dergisi "Hiç"in 8. sayısı çıktı.
Geniş bir yazar ve çizer kadrosuna sahip olan
"Hiç"in 8. sayısında öykü ve söyleşileriyle Oktay
Güzeloğlu, Haşmet Zeybek, Mehmet Tekirdağ,
Ahmet Eken; çizgi, öykü ve karikatürlenyle Ismail
Gülgeç. Bülent Karaköse, Şivan Okçuoğlu yer
alıyor. Aynca okur ürünlerine de geniş yer veriliyor.
25. ULUSLARARASI İSTANBUL MUZİK FESTİVALİ
BUGUN
• Aya trini Müzesi'nde saat 19.00'da Orfeo yer
alıyor.
YARIN
• Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da saat
21.30'da Gülsin Onay. Aya trini Müzesi'nde saat
19.00'da AUegri Yayh Çaİgılar Dörtlüsü dinlenebilir.
DARPHANE ETKİNLİKLERİ
• Bılal Barak'ın hazırladığı 'Kiliselerin Renkleri'
başlıklı saydam gösterisi bugün saat 13.00 ve
17.00'de izlenebilir.