27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 HAZİRAN 1997 PAZAR 12 KULTUR Tilbe Saran ve Cüneyt Türel, 'Abelard ve Heloise' den sonra ikinci projelerine hazırlanıyorlar 'Dünyayı kavramak için aşk gerek' ESRA ALtÇAVTJŞOGLU "Sözel sanatlann özü şiirdir. Şiirden edebiyata aüanır. Tîyatroedefoivatsız dü- şünülemez" dıyerek başlıyor konuşma- ya Cüneyt Türel. Bunun üzenne "Co- media Defl'Arte nedir"' diye soruyor Til- be Saran. Yanıt: •'Comedia'DeUArtede iyi bir metindir." Üstehyor Tilbe Saran: "Peki neden maskelerle çahşryorlar? Sa- dece sözden ibaret değil, o zaman oku- ma tiyatrosu yapardık. Katılan şey söz- den daha az ya da daha az değerli olan bir şey değU." "Tiyatroda söz her zaman öndedir" görüşünü dile getiriyor Cü- neyt Türel- "Birtiyatroyapıtıdoğrudü- rüst bir metin değilseçok zortiyatroolur. İyi bir metnin kötiisü zaten çok zor ya- pılır. İyi tiyatro iyi metinle olur ön koşu) olarak. Biitün sanat dallannın varacağı en son ycr şiirsclliktir. Tiyatro da buna bağlıdır. Tiyatroyu tiyatro yapan bazı katkılar vardır. Katkı metin üzerinde olur. İyi bir tiyatro iyi metnin üzerine yükselir, ana temel budur." Tilbe Saran noktaliyor tartışmayı: "Tiyatroda en önemli öğe metin değildir, bundan şüp- belerim var. Hiçbiri ikincil değildir, be- zeme değildir.'r 'Once, Istanbul Şehir Ti- yatrolan'ndan istıfa ederek kamuoyunu meşgul ettiler. Sonra Tilbe Saran terk et- tiği okuluna gen dönerek tekrar sanat ta- rihi okumaya karar verdi. Tiyatrodan uzak, melankolik ve hafif depresyonlu giinler yaşadıklan sırada yağmurlu ve karanlık bir Istanbul gününde o günle- rin 'popüler' filmi 'Postacı'yı izlemeye gittiler. Tilbe Saran o günleri anlatıyor: "Kendimi okula atarak biraz bu hava- dan uzaklaşmaya çalıştım, Cüneyt gibi köklü bir bağım ohnadtğı için daha ko- lay atlattım sayılabilir, ama Cüneyt'in yaşadığı elk tutulur bir depresyondu." 'Postacı'yı ızledikten sonra depres- yonlu ruh hallen, yerini müthiş bir din- ginliğe bırakır. '"Ğirdiğimiz anla çıktı- ğımız an arasındaki fark sanaün biiyü- süyle açıklanabilir bir şey. Hayattaki mu- cizeleri görmek gibi bir şe>.~ Fılmin so- nundagözlen hafıf nemli nemli. gırtlak- lan düğüm düğüm bir şekilde Aksanat T (Fotoğraf:KADERTUĞLA) Aş\\ Kasapoğlu'nun yönetmenliğini, Zeynep Avcı'nın çevirmenliğini yaptığı ve Tilbe Saran ile Cüneyt Türel'in rol aldıklan 'Abelard ve Heloise' geçen ve bu sezonun en başanh oyunlanndan biri olarak, Avni Dilligil en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu, en iyi çeviri ve en iyi dekor ödüllerinin de sahibi oldu. Prodüksıyon Tiyatrosu'dan Hamit Bel- li'yle rastlaşırlar. Neler yaptıklannı so- rar Hamit Belli. "Neden Aksanat'ta bir şey yapmıyorsunuz'' sorusunu da yönel- terek. Birproje götürmeyi önererek ay- nlırlar sinemadan. Neruda'nın şiirleri du- daklannda. Tilbe Saran özetliyor sonraki aşama- yı: "Zaten sersemdik, ikinci bir sersem- liği Hamit Belli'nin teklifi karşısında ya- şadık. Sonra ne yapüabilir derken Cü- neyt'in daha öneeden bildiği benim ise konservatmarda çahşma metnimiz olan 'Abelard ve Heloise'de karar kıldık." Cüneyt Türel de ekliyor: "20 yıldan beribilryürdummetnLlşılikberaberVıJ- dız Sarayı Silahhanesi'nde sahnetemeyi bDe düşünmüştük. Hamit Bey'le tekrar göriiştüğümüzde teksti okudu ve beğen- di. "Ne zaman başlıyorsunuz?' dedi. 'Hemen başlayalım' dedik." Öyküsünü yukanda kısaca anlattiğı- mız oyun geçen ve bu sezonun en başa- nlı oyunlanndan biri olarak Avni Dil- ligil'in en iyi kadın oyuncu, en iyi er- kek oyuncu, en iyi çeviri ve en iyi de- kor ödüllerinin de sahibi oldu. 'Abelard ve Hetoise'in metni yeniden çevrilmiş Zeynep Avcıtarafindan. Oyu- nu izleyenler metinden o kadar etkilen- mişler ki metin, Mitos Yayınlan 'ndan ya- yımlanmış. Cüneyt Türel, metnin ilk halinin tiyatro diline pek uygun olma- dığını, çok felsefık kulvarda giden bir metin olduğunu belirtirken. Zeynep Av- cı'nın, olağanüstü çev insıyle oyuna çok şeyler kattığını ifade ediyor. Avcı ile sü- reklı birlikte çalışmışlar. Çevirdiği kı- sımlan defalarca onlara okutarak tiyat- ro diline ve çağdaş Türkçeye en uygun olanı bulmaya çalışmış. Daha önce Fran- sa'da bir ortaçağ kilisesi olan Cluny Ma- nastın'nda Işıl Kasapoğlu tarafından sahnelenen oyun, manastınn büyüleyi- ci havasının da etkisiyle hayli ses getir- Ülkemizde ilk kez bir barok opera sahnelenmesini sağlayan Leyla Gencer: Orfeo ileyeni bir dönem başlayacakKültür Servisi - Istanbul Kül- tür ve Sanat Vakfi tarafından dü- zenlenen Istanbul Müzik Festiva- li kapsamında. sahnelenecek olan 'Orfeo' operası. Devlet sanatçı- sı Leyla Gencer'in danışmanlığı ve koordinasyonunda gerçekleş- tirildi. Leyla Gencer ile Aya lri- ni'de prova öncesi konuştuk. Nejat EczaabaşTnın vefatından sonra tstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın başkanlığına getirilen Leyla Gencer; tstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nda iki yıldan bu ya- na başkanlık yaptığını, fakat bu yılki festivalin kendisi için çok fazla önemi olduğunu belirtıyor. Yıl boyunca yapılan toplantılar- da bırçok proje için çalışmalar yaptıklannı veCevzaAktüze'nın bu yılki festival için bir barok operası bulma önerisı üzenne Ferdinando Bertoni'nin 'Or- feo'operasının festival kapsamı- na alındığını belirtiyor. Bu biçimde bir etkinliğin fes- tival tarihınde ilk gerçekleştıği- ne değinen Gencer, Akrüze'nin bu teklifi üzerine barok deyince aklına ilk olarak Pier Luigi Piz- â'nin geldığinı de belirtmeden ge- çemiyor. "Pier Luigi Pizzi çok önemli bir yönetmen. Barok dö- nemi çok iyi biliyor. Bugüne ka- dar birçok başarıya imza attı. Ona gidip böy le bir projenin var- uğından söz edince. Monte Car- lo ve Verona Operaları için sah- nelediği, Bertoni'nin "Orfeo' ad- lı yapıtını önerdi. Daha önce sah- nelendiği kentlerdeçok tepki alan ve beğenüen bir operanın Türki- ye'de de sahnelenmesinin çok 25.SIVSUM İSTAÜ8UI MÜZİK FESTfVAlİ tstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı ve Devlet Sanatçısı Leyla Gencer'in danışmanlığı ve koordinasyonunda ülkemizde ilk kez bir barok opera sahneleniyor. Leyla Gencer 'Orfeo'nun Türkiye'de ve özellikle Aya Irini'de sahnelenmesinin kendileri için çok önem taşıdığını ve yeni bir dönemin başlayacağını vurguluyor. Festival kapsamında barok operası dönemi başhğında bir bölüm açmayı düşündüklerini belirtiyor. önemli olacağını düşündük." İlk önce solist ve orkestradan oluşan bir konser şekJinde düşü- nülmüş. 'Orfeo'nun sahnelenme- si sonra ise operada karar kılın- mış. "Ben denemelere bayılryo- nım. Bilinmeyen şeyleri ortaya çıkanp ne olacak diye bakmak in- sana müthiş bir heyecan veriyor. Şimdiye kadar şansım hep ya- nundaydL" Leyla Gencer, 'Or- feo'nun da Türkiye'de ve özel- likle Aya Irini'de sahnelenecek ol- masının kendileri için çok önem taşıdığını ve yeni bir dönemin başlayacağını vurguluyor sürek- li." Birçok zorlukİarla karşılaşıl- dıktan sonra dün akşamki neti- ceyebakınca çok memnun oluyo- rum. Ozeüikle Aya Irini'de sah- neteniyor ohnası daha da önem- li çünkü 'Orfeo'nun içeriği Aya Irini ile çok bağdaşıyor." Bu denemenin başanh olma- sından sonra Istanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın daha sonraki pro- jelerine örnek teşkil edeceğini vurgulayan Gencer, böyle büyük projelerin Türkiye'de uygulan- masının büyük maddi imkânla- ra bağlı olarak geliştiğini de di- le getiriyor ve tstanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nın kültür hizmetle- rinin sponsorlarca desteklenme- si gerektığini vurguluyor. Müzik festivali kapsamında barok operası dönemi başhğın- da bir bölüm açmayı düşündük- lerini belirten Gencer. festival için de bunun son derece önem- li bir etkinlik olacağını da ifade ediyor. Sponsoriar desteklemeli Barok operasının bütün dünya- da önemli bir konuma sahip ol- duğunu değinen Gencer, bu alan- da olağanüstü bir repertuvann olduğunu ve bunun ortaya çıka- nlması gerektığini de belirtiyor. Böyle büyük bir organizasyonun Kültür Bakanlığı'ndan hiçbir şe- kilde destek alamamasını da şaş- kınlıkla karşıladığını belirten Gencer, Istanbul Kültür ve Sanat Vakfi'na tüm kurumlann destek olması gerektiğini de ekliyor. Gelecek yıllar için büyük pro- jelerinin olduğuna da belirten sa- natçı, özellikle 16. ve 17. yüzyıl- da Batı ile Doğu ilişkilerinin yo- ğun olduğu dönemlerde yazıl- mış olan Türk kültürünü de yan- sıtan operalann sahnelenme pro- jelerinin olduğunu müjdeliyor. "Mvakü'nin, Haendel'in ve daha birçok büyük bestecinin operala- n var Türkleri anlatan. Bunlan düşünebiliriz. Barok operalar ve Aya İrini gibi bir mekân birbiriy- le çok iyi bağdaşacak." miş. Fakat Aksanat'ta sahnelenen oyun Duygu Sağıroğlu'nun sade olduğu kadar etkileyici dekoruyla seyirciyi metnin içine daha da sokmuş. Türel ve Saran, uzun yıllar ödenekli bir tiyatroda çalıştıktan sonra yeni ku- rulan Aksanat Prodüksiyon Tiyatro- su'nda çok eksikliklerle karşılaştıklan- nı, fakat buna karşın seyirciyle bütün- leşebildiklerini ifade ediyorlar. Cüneyt Türel, özel tiyatro ile ödenekli tiyatro- lar arasındaki en önemli farkın çalışma koşullan olduğunu vurguluyor. "Ode- nekU tiyatrolar yerteşmiş kurumlar. Bu- rada her şey oturmuş. Oysa özel tiyatro- larda birçok sıkınüyla karşüaşıyoruz. Tıyatronun çahşma biçimini bilmeyen insanlarla karşılaşıyoruz özel tiyatroda. Amatör kalıyor demekdaha doğru olurf Strinberg'in 'Alacakhlar'ı Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu'nun gelecekte yapacaklan işlerden umuttu- lar. Bu tiyatronun kurulmasına katkıda bulunduklan için mutlular ve bu ilkeler doğrulrusunda gelecek yıllarda 5-6 oyu- nun Türkiye'nin birçok yerinde sahne- lenebilmesini amaçlıyoriar. Aksanat Pro- düksiyon Tiyatrosu'nda Batı'daki ku- rumsal tiyatro modeline sıcak ve iyi ni- yetle yaklaşıldığını ve bu modele uygun çalışmalar yapıldığmı vurguluyorlar. Tilbe Saran ve Cüneyt Türel şu gun- lerde Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu için yönetmenliğini yine Işıl Kasapoğ- lu'nun yaptığı, çevirisini Zeynep Av- cı 'nın üstlendigi A. Strinberg'in 'Abcak- hlar' adlı yapıtını sahnelemeye hazırla- nıyoriar. Oyunda bu kez 'Abelard ve He- loise'ın kadrosuna Köksal Engürde ka- tılmış. Tilbe Saran, ikinci projeyi hazırladık- lannı, fakat üçüncü bir prodüksiyon da- ha olursa bu kez başka arkadaşlann ça- lışmasını istediklerini. bunun da yerli bir oyun olmasına özellikle dikkat edecek- lerini söylüyor. Cüneyt Türel, bu sezon Şehir Tiyat- rolan'nda sahneye koyduğu 'Oidipus' ile, gerçekleştirmek istediği projelerden bi- rini yaptığını vurgularken "Bu oyun, özellikle Şehir Tiyatro- su'nda değiL ama ödenek- li tiyatroda olmak zorun- daydı. Şehir Tiyatrosu eski gözağnm olduğu için ch-e- rişIivdL Bu, Şehir Tiyatro- su, ödenekli ya da Devlet Tiyatrosu olur,önemli degfl. Benim için artık yapmak istedOderimi yapmak önem- li,nereyeaitolduğum önem- li degfl." Bertoni'nin üç perdelik operası 'Orfeo'yu Aya Irini'ye uyarlayan koreograf Luca Vegetti: Klasik sanat, çağın gerisinde kalamaz GÜL ERÇETİN 25. Uluslararası Istanbul Müzik Festiva- li kapsamında bir ilk daha gerçekleşti dün akşam. Orfeo ve Euridice zor günlerin ar- dından tstanbuFda ilk kez kavuştular bir- birlerine. Sanatse\erler, de\ let sanatçımız Leyla Gencer'in koordinasyonunda tstan- bul'a taşınan mıtolojik aşk öyküsüyle bu akşam da saat 19.00'da bir kez daha bulu- şacak. Ünlü opera yönetmeni, sahne. giysi ve ışık tasanmcısı Pier-Luigi Pizzi, Orfeo'yu daha önce Verona ve Monte Carlo opera- ları için sahnelemiştı. Orfeo. Pizzi'ninyo- ğun programı nedenıyle kendısinın asista- nı ve koreograf Luca Veggettitarafından ta- şındı Aya tnni'ye. Operanın danışmanlı- ğını ve koordınasyonunu ise Pizzi"nin ya- kın dostu olan ve Orfeo'nun Türkiye'ye ge- tinlmesinde büyük katkılan bulunan dev- let sanatçımız Leyla Gencer üstleniyor. • Luca Vegetti dekorun kısıtlanmasına karşın Aya İrini'nin mekân olarak oyunu oldukça zenginleştirdiğini düşünüyor: "Kilisedeki mistik atmosfer ve operanın mistik ve mitolojik özellikleri tam anlamıyla örtüşüyor." Luca Veggetti, Scala Operası Bale Oku- lu'nda eğitim gördükten sonra Ingiltere ve ABD'de dans etti. 1990'da yönetmen yar- dımcısı ve koreograf olarak Pizzi ile çalış- maya başladı. Orfeo'yu Aya Irini'ye taşı- yan sanatçıyla provalar sırasında kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. 'Düzeyli ve zengin festival' Monte Carlo ve Verona'daki gösterim- ler için hazırlanan Orfeo'yu Türkiye'ye taşırken birtakım kısıtlamalara başvurmak zorunda kalmış Veggetti. Bütün kostüm ve dekorun taşınmasınm güçlüğü nedeniy- le öncelikle bu alanlarda görülmüş kısıt- lamalar. Tiyatro sahnesi için tasarlanan Or- feo'nun bu niteliği tam olarak korunama- yacağı için de sahne ve konser tasanmla- n arasında ortakbirbiçim belirlenmiş. De- korun kısıtlanmasına karşın Aya trini'nin mekân olarak oyunu oldukça zenginleştir- diğini düşünüyor sanatçı ve ekliyor. "Ki- lisedeki mistik atmosfer ve operanın mis- tikve mitolojik özellikleri tam anlanuyta ör- tüşüyor." Pizzi ve Veggetti sık sık birlikte anılıyor- lar. Yaklaşık on beş yıldır tanışan sanatçı- lar pek çok prodüksiyona birlikte imza at- tılar. Veggetti, Pizzi'yle çalışmak zorunda olmadığını belirtse, pek çok başka opera ve balede koreograflık yapsa da Pizzi'den gelen teklifleri geri çeviremediğini, bu ça- lışmalann kendisi için ayn bir yeri oldu- ğunu söylüyor. Bu nedenle de Türkiye'de onun adına bulunmak ayn bir sorumluluk yüklüyor kendisine. Sanatçının bugüne kadar hiç Türk bale ya da operası izlememesine karşın, kore- ografisini üstlendigi pek çok opera ve ba- lenin içinde Rossini'nın "D. Mehmet" baş- lıklı yapıtı da yer alıyor. Veggetti, tstanbul Müzik Festivali'nin içeriğinden ve katılan gruplann zenginliğinden oldukça etkilen- miş. "Oldukça yûksek düzeyli, zengin ve kapsamh" bir festival olarak tanımlıyor 25. Müzik Festivali'ni. Ünlü sanatçı, sanatın da doğal olarak in- sanla birlikte geliştiğme, yenileştiğine ina- nıyor. Çağdaşlığın sanatın aynlmaz bir par- çası olduğuna inanan sanatçı, "Yüzyıllar öncesindcn bir yapıt sahnclense bile, bizler kendi çağımızı ve bakışımızı ekliyoruz bu yapıoara. Bu nedenle klasiksanatınçağuıge- risinde kalması söz konusu olamaz" diyor. Kişisd bir yolcuhık Tiyatro yazarlannın nite- likli yapıtlar ortaya koyma- lan için oyuncularla ve yö- netmenlerle birlikte çalış- malan gerektiği görüşün- de Tilbe Saran. Tiyatronun bir ekip çalışması olduğu- nu anımsatarak "Bu çeviri- nin bu kadar başanh olma- smda payianmız değiL ama katkılanmız olduğunu dü- şünüyorum. Tiyatroda ya- pılan iş, binbir baharatla oluşuyor, bir araya geldi- ğinde ise olağanüstü şeyler çuayor ortaya" diyor. Işıl Kasapoğlu ile çalış- manın kendileri için çok büyük bir şans olduğunu söyleyen Saran, Kasapoğ- lu'nun var olan tiyatro gü- düsüyle mükemmel işler yaptığını, tıpkı kanncayi- yen gibi, olmayacak şey- lerden, olağanüstü şeyler çıkardığını anlatıyor. "Ben çok feda yönetmen taruma- dım. Ama her çahşöğım yö- netmenden bir şeyler aklım. Çahşüğı herkesten çok şey ögreniyorinsan. Işılik'bam- başkaydı ama. İnanılmaz bir biçimde sınırsız bir pay- laşım yaşadık onunla." Cü- neyt Türel de katılıyor ona: "Işd,oyuncunun temeini, at- tmı çok iyi dolduruyor. Yö- netmenin oyuncuya hâkim olması çok önemli. Onun ısrarta anlattığı şeyler be- deninize, moleküDerinizeiş- Byor ve sahnede müthiş bir paylaşım oluşuyor." 'Abelard ve Heloise'in se- yirciyle bu denli bütünleş- mesini ise şöyle açıklıyor Saran: "Herkesinhayatı bo- yunca sorduğu her şey var- dı oyunda. Aşk vardL Ha- yatm özüne dair sorulabile- cek her rürlü soru vardı. Ama açıktan ama dolay Iı olarak, kişisel bir yolculuk- tu bir başımıza yapûğımız, sahnenin bir ucunda ben bir ucunda Cüneyt lçedoğ- ru yapılan yolculuktu. Aş- kmyanı sıra müthiş bir akıl vardL Olağanüstü bir ölçü ve onun tarüşması vardı" derken belki de kendi yaşa- dıklan aşkı tanımlıyor bu cümlelerle. Cüneyt Türel ise, dünyayı kavramak için aşka gerek olduğunu söy- lerkenekliyon "Birüeriaş- kı tanısaydılar dünya bu hakle ounazdL" Oyunu iz- lemek için gelen insanla- nn çeşitliliği karşısında şa- şırdıklannı da belirtiyor. KÖŞEBENT ENİS BATUR John Ashbery Geldi Kaldı Baa insanlar hayabmızın programında yoktur; bek- lenmedik yönden doğan beklenmedik bir güneş gi- bi hızla gelip geçerler, üzerimizde ışıklan kalır. Be- nim için, belki başkalan için de, John Ashbery ufuk- tan öyle belirdi, geldi ve üzerimizde bir ışık izi bı- rakıp uzaklaştı. Arkasında, ardındagene de birya- kınlaşmanın sonuçlan toplandı. Istanbul'a gelişini önceleyen hafta içinde, üç- dört kez telefonla New York'taki ve Hudson'daki evinde konuşmuştuk. Sesinin, sözünün ısı dalga- lan arasından bir tür endişeyle ölçmeye çalıştıydım: Şiirini tutkuyla izlediğim adam, kendisiyle yüz yü- ze gelince derin bir düş kınklığı yaşatır mıydı? Is- tanbul'da geçirdiği hafta süresince sık ve yoğun bir birlikteliğimiz oldu, hemen dağılan o endişenin, şüphenin yerini şimdi derin birşahıs'\a paylaşılan saatlerin zengin tortusu aldı. Çağdaş Amerikan şiiri, Pound ve Cummings gi- bi söz sanatında köklü, köktenci değışımlere yol açan iki büyük ustanın ardından pek çok majör çı- kışa sahne olmuştur: Auden'den Berryman'e, Lo- vvelldan, Zukofsky ye. Ginsberg den Bishop'a, birbirine pek benzemeyen, gene de geniş kıtanın karakteristik yanlannı bir biçimde yansıtarak ortak bir damar oluşturan önemli şairler peşpeşe dizilir. Olson'u VVallace Stevens'la yan yana getirmek güçtür; gelgelelim, bu geniş panoramanın içinde onlan komşu kılan bir Amerikalılık mührü de yok değildir. John Ashbery'nin, iki okyanus arasına yayılan ge- niş topraklann bugün yaşayan en güçlü şairi oldu- ğu konusunda genel bir kanı doğurabilmiş olma- sı, bir açıdan bakıldığında şaşırtıcıdır. Gizini, kar- maşasını -neredeyse- yalnızca şairlerin tutabilece- ği, okuru yokuşa süren bir yapıt ortaya koymuş- tur. Öteyandan, öteki kefede, bu "konum'u doğru- layan bir ana özellik dışavurur şiiri: Avrupa gelene- ğinden, tıpkı VVallace Stevens gibi, kan çekmiş ol- makla birlikte, Amerika'yı temsil eden bir yapıt oluşturmuştur. "G/z"inden, "karmaşa"$ır\dan sözettim ya, özel- likle son yirmi yıl içinde yayımladığı kitaplarla Ash- bery'nin büsbütün özel birsoluk geliştirdiğini söy- lemek güç olmasa gerek. Uzun, upuzunşiirierbun- lar, genellikle; öteki sanatlardan devşirilmiş anla- trm özelliklerinden geniş ölçüde beslendiği göze çar- ptyor; "atmosfer"i şüphesiz farklı, ama "yaa tek- niği" açısından, ortalama şiir okuru için ciddi en- geller oluşturan yanlan ağır basıyor. Onu "taht"ın- da oldukça yalnız bırakan bir durum bu. Uzaktan bakınca, açık söylemek gerekirse, Ash- bery'nin şairlik koşulu'nun farklı olduğu izlenimine kapılmıştım ben: Belki geniş kitle düzeyinde değil ama, hayli kalabalık olduğunu varsaydığım şiir seç- kinleri katında, tartışılmaz biçimde kabul görmüş, taçlandınlmış olduğunu sanıyordum, hepten yanıl- mışım: Ashbery, eleştirmenleri yeteneksiz birer asalak sayıyor; Amerika'da inanılmaz sayıda insanın şiir yazdığını, ama pek azının şiir okuduğunu gözlem- lerrıiş; yapıtlannın etki alanı konusunda beslediği karamsarlığın dozu yüksek; kısacası, iletişimi bir "se- rap" kategorisi olarak nitelendirdiği kolaylıkla söy- lenebilir. Ashbery, kafamda oluşmuş bir başka önyargıyı daha sarstı, böylelikle bir ölçüde rahatlattı da be- ni: Başta Pulitzer olmak üzere Amerika'nın bütün büyük ödüllerini ve burslarını kazanmış olmasına karşın, yaşam çarkını döndürmekte güçlük çeki- yor: Nefret ediyor hocahktan, gene de 70 yaşında olmasına karşın o işi yapmayı sürdürmek zorunda kaldığını vurguluyor. Bir portre denemesi için ayırdığım pek çok ay- nntı var: Ortak tutkulanmızın (Raymond Rous- seO, korkulanmızın (uçak) içinden birbirimizi kazır- ken, son gece, bir ara, şiirin etrafında dönüyorduk da, "Içime su serptiniz" dedi, sağıriık konusunda. Bilmiyordu: Asıl su serpen oydu. Bilmez olur muydu, biliyordu. John Ashbery geldi geçti Istanbul'dan: Gelip ge- çici olmayan suyundan birkaç damla bıraktı. Hâmiş: Bir başyapıt: Hikmet Birand'ın Ağacı ile Sohbetler"; fTÜBlTAK Yayını) TURSAKtan çevrefflımerrgösterimi • Kültür Servisi - TÛRSAK Vakfi 5-10 haziran tarihleri arasında Garanti Bankası'nın desteğiyle Bodrum'da gerçekleştirmiş olduğu ' 1. Uluslararası Çevre Filmleri Festivali'nin devamı olarak ve çevre sorunlanna olan duyarlılığını daha geniş kitlelere duyurmak amacıyla önemli çevre filmleri belgeselinden oluşan bir yideo fılm paketini tstanbul izleyicisine ulaştınyor. TÜRSAK Vakfı'nın Beyoğlu Merkezi'nde her hafta cuma günleri saat 17.00'de gösterilecek olan Çevre Filmleri 15 Ağustos 1997 cuma tarihine kadar izlenebilir. Gösterim kapsamında 27 haziranda Jean Jacques Annaud'un 'The Bear', 4 temmuzda James Bridges'in 'The Chine Syndrome', 11 temmuzda Akira Kurosava'nın 'Dersu Üzala', 18 temmuzda Michael Apted'in 'Gorillas in the Mist', 25 temmuzda Syiıey Pollack'ın 'Jeremiah Johnson', 1 ağustosta John Mc Tierna'nın 'Medicine Man', 8 ağustosta Robert Flaherty'nin 'Nanuk of the North', son olarak da Robert Flaharty'nin 'Man of Aran' adlı filmleri izlenebilir. Hiç dergismm 8. sayısı çıktı • Kültür Servisi - "Sokaktan politikaya" sloganıyla medyada adını duyuran bağımsız kültür, siyaset, edebiyat, mizah dergisi "Hiç"in 8. sayısı çıktı. Geniş bir yazar ve çizer kadrosuna sahip olan "Hiç"in 8. sayısında öykü ve söyleşileriyle Oktay Güzeloğlu, Haşmet Zeybek, Mehmet Tekirdağ, Ahmet Eken; çizgi, öykü ve karikatürlenyle Ismail Gülgeç. Bülent Karaköse, Şivan Okçuoğlu yer alıyor. Aynca okur ürünlerine de geniş yer veriliyor. 25. ULUSLARARASI İSTANBUL MUZİK FESTİVALİ BUGUN • Aya trini Müzesi'nde saat 19.00'da Orfeo yer alıyor. YARIN • Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da saat 21.30'da Gülsin Onay. Aya trini Müzesi'nde saat 19.00'da AUegri Yayh Çaİgılar Dörtlüsü dinlenebilir. DARPHANE ETKİNLİKLERİ • Bılal Barak'ın hazırladığı 'Kiliselerin Renkleri' başlıklı saydam gösterisi bugün saat 13.00 ve 17.00'de izlenebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle