Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22HAZİRAN 1997 PAZAR CUMHURİYET
DEĞÎŞEN DÜNYADANHÜSEYİN B A Ş ^ ^
Hollywood saldında:
Saâhk
KiMhicr
Avrupa'da
sol
yeniden
/
ngıltere'de John Major'ın
iktıdannı silip süpüren Tony
Blairrüzgânnın ardından,
Fransa'da Sosyalist Lionel
Jospin'ın seçim zaferi, sağın
daha seçimlerin ılk turunda açıkça
ortaya çıkan muhtemel hezimetine
karşın. bunu seçmenin bir uyansı
olarak yorumlayan ve işin orada
kalacağına inanan ağır toplannın
dışında kimse içın sürpriz olmamıştır.
Çünkü Juppe hükümetı dört yıldır.
ülkenin işsizlik başta olmak üzere
hiçbir sonınuna çözüm üretememiş.
seçım sırasında 'bir şans daha
verirseniz, bu kez çözüm üreteceğün'
sözüne ise seçmen iltifat etmemiştir.
Kuşkusuz bu durum, yeni sosyalist
iktidar için de geçerlidiı. Halkın gözü
artık açılmıştır. Iktidarlar ya verdikleri
sözleri yerine getirecekler ya da çekip
gideceklerdir.
Avrupa'da sol. yeniden gündemdedir.
Tony Blair ve Lionel Jospin'le
Avrupa'da on üç ülke paylaşımsız ya
da paylaşımlı sosyalist yönetimler
tarafından yönetilmektedir. Yakm bir
sürede, bu kervana. paylaşımlı da olsa.
Türkiye'nin de katılması tek çıkar
yoldur. Çünkü Birleşik Devletler'in
tek güç olarak ortaya çıktığı
küreselleşen neohberal bir dünyada,
hem bu büyük dönüşüme ayak
oydurmak hem de büyük kitlelerin
sosyal kazanım ve haklannı vahşi
neoliberal yağmacılann hışmından
sakınan konıyucu devletin büsbütün
ortadan kaldınlmasına izin vermemek,
sağın harcı değildir. Nitekim yakın bir
örnek olarak, Fransa'da seçmenin
eğilimi bu yönde olmuştur. Bu
yüzden. sosyalistler, komünistlerden
yeşillere uzanan birlikteliklerinın de
katkısıyla bu kez başanlı olmak:
verdikleri sözleri, açık angajmanlannı
ipe un sermeden gerçekleştirmek
zorundadırlar. Aksi halde pusuda
bekleyen ırkçı ve faşıst sol cephenin.
merkez sağın ardından solun
başansızhga uğraması durumunda
iktidann tek alternatifi olarak ortaya
çıkacağı kimsenin saklısı değildir.
Avrupa Konseyi'nm on yıl
yöneticiliğini yapan ve bugün
Fransa'nın en güvenilir politikacısı
unvanını elınde rutan Jacques Detors,
Le Nouvel Obsen'ateur'dekı bir
söyleşide. sağın hezimetıni Alain
Juppe hükümetinin ülkelerin tümünü
etkileyen büyük değişime
adaptasyonunu sağlayacak politikalar
konusunda Fransız halkını ikna etmeyi
başaramamasına bağlıyor. Bir ülkenin
bu yenı 'veri' doğrultusunda uyum
sağlaması. kolay değil. Küreselleşme.
serbest ticaret, teknolojik gelişmeler.
sanayi ülkeleri arasında gıderek artan
rekabet ve bunun niteliksiz işleri
tehdit etmesi ve nıhayet demografik
gelişme karşısında sosyal koruma
sıstemlerinin yeniden sorgulanması,
yine Delors'a göre sözü edilen büyük
değişimin parametreleri arasındadır.
"Bugün Fransız halkına. Fransa
gemisinin limandan çıkarak açık
denize açılmasının, yaşam düzeylerini
sürekli bir biçimde konımak, Avrupa
ve dünyada veniden etkili duruma
gehnek için tek çıkar >ol olduğunun
anlatılması gereklidir. Sol, bu konuda
sağın sahip olmadığı kozlara sahiptir.
Sağ az vergi. az devlet vaadetmiş, ama
bunlan gerçeklestirememiştir. Oysa sol
topluma yenilikçi olmanın yanı sıra
daha rekabetçi ve dayanışmacı
olmasını sağlavarak pazaıia devlet
arasında bir gedik vararma olanağına
sahiptir. Öte vanda sağ, sosval güçlerle
dayanma olanağından yoksun
bulunmaktadır. Buna karşüık solun,
Hollanda'da da issizlikk savaşta başan
kazanan bir sosyal diyalog sisteminL
Fransa'da da gerçekleştirilmesi
olanağına sahiptir."
Avrupa Bırlığı içınde ve dünyanın çok
sayıda ülkesinde. gelişmenin kitlelenn
sosyal hak ve kazanımlannın ortadan
kaldınlarak sağlanacağına ınananlarm
sayılan giderek azalmaktadır. Gemi
azıya almış. sınır kural tanımayan
yağmacı küresel neoliberalizmın
toplumu düze ve esenliğe çıkarması
olasılığı yoktur. Birleşik Devletler'le
dünya ölçüsünde rekabete soyunan
Avrupa'da bugün 40 milyon işsiz bir o
kadar da sefaletin sınınnda yaşayan
evsiz barksız, sağlık hizmetlerinden,
eğitimden yoksun insan vardır.
Toplumsal dayanışma neredeyse
sıfırlanmıştır. Teknolojinin ışık hızıyla
geliştiği, finansal pazannda
milyarlarca başı boş paranın dolaştığı.
sadece 358 dolar milyarderinin
gezegenin tüm nüfiısunun yansına
yakınının birikiminden çok zenginliğe
sahip bulunduğu ve birbuçuk milyara
yakın insanın günde sadece 1 dolarla
yaşamaya çahştığı bir dünyada kim
sosyal olan ne varsa silindir gıbı ezip
geçen vahşı neoliberalizmin
erdemlerinden kıme nasıl söz
edecektir?
HÛSEYİSBAŞ
Pazann serbestliği ('bırakınız)apsınlar') ve ser-
best tıcaret('bırakınız geçsûıler") belgisi ültralibera-
lizmin iki kadînı inanç maddesidir. Inanç maddele-
rinde her zaman görüldüğü üzere, ne olursa olsun,
baa düşünce değer ve verilere dayanarak haskın çı-
kılmaya çalışıhyor. Fınancial Tımes, bu görevi açık-
ça üstîenivor ve bu yöndeki bağlılığının örnekkrini
okhıkça sik bir btçünde dile getiriyor.
Böylece Avrupa Birliği ile Birleşik Amerika ara-
sındaki 'öcaretsavaşT -tavukhtnn kötü sağlık koşul-
lan altında kesilip, ardından Avrupa'ya ihracı konu-
su- Fınancial Times'm sütunlannda 'kamununger-
çek çıkarlannın. serbest tkaretie uzlaşması' son de-
recede anlamlı bir •dilemma" olarak yer alıyor. Ser-
best ticaret -doğru bir yaklaşımla- bir 'araç'. tartış-
masız, tek tutarlı referanstır. Bununla, otantik oldu-
ğunun da kabulüyle. uyum sağlamak kamu çıkan-
na düşmektedir. Araç, böylece, amaç haline gel-
mektedir.
Hiyerarşilerin bu tür baş aşağı edilmesi, medya-
larda, üniversitelerde ve uluslararası ekonomik ve
fmansal örgütlerde büyük etkisi bulunan
serbest ticaret ideologlannı hiçbir biçim-
de kaygılandırmamaktadır. Özellikle de,
1993'te. GATT'ın Uruguay evresi karar-
lanndan bu yana, ticaretin serbestleştıril-
mesi ve pazara tam özgürlük tanınması,
kaçınılmaz bir biçimde, yaşam düzeyinin
evrensel boyutlarda yükseltilmesi ve her-
kes için daha adil bir toplum yaratacağı
düşüncesinin dayatılmasma yönelik ger-
çek bir gezegensel beyin yıkama girişi-
mi olarak ortaya çıkmaktadır. Küresel-
leşmenin 'mudzevi' sonuçları bu olacak-
tır. Ancak, olaylar bundan bütünüyle
farklıdır.
tlk elde, ticaretin küreselleş-
mesi, eşitsizlikleri azaltmamak-
ta, tam tersine, arttırmaktadır.
Bu. salt uluslararasında değil,
bizzat her ulusun kendi bünye-
sinde de görülmektedir. Zengin
denilen ülkelerde, özellikle ser-
best ticaret şampıyonu Birleşik
Devletler ve Birleşik Krallık'ta,
gelirlerin ve zenginliklerin ku-
tuplaştığı kimse tarafından yad-
sınmamaktadır. OECD, zaman
zaman bu konuda kaygısını dile getirmektedir. Zi-
rabazılannın. eşitsizliğin gerektiğini. dahası bunun
gelişmenin bir öğesi olduğu düşüncesini kuramsal-
laştırmaktan geri durmayan yöneticiler için ise, bu
herhangi bir kaygı konusu değildir.
Böylesi bir kuruplasma, aynı zamanda, ülkeler
arasmdaki ilişkileri de karakterize etmektedir. Bir-
leşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (PNL'D)
yakm bir süre önce yayımladığı bir raporun da or-
taya koyduğu gibi, en yoksul ülkeler, mutlak ya da
göreli giderek daha fazla yoksullaşmaktadır. Ger-
çekten de ihtıyaçlarla yatınmlar arasında hiçbir ba-
ğıntı bulunmamaktadır. Her türlü altyapı yoksunlu-
ğunun korkunç boyutlara ulaştığı Afrika'da, doğru-
dan yatınmlar 1994'ten 1995'e yüzde 27 oranında
düşmüştür. Bu, dünya toplamının yüzde 3'üne te-
kabül eden 2.1 milyardolan ifade etmektedir. Okul
ya da hastane yapunı için, bu yüzden, uluslararası
fmansal pazardan medet ummak beyhudedir...
Dünya pazanna 'açnubnasını' dayatan IMF ve
Dünya Bankası, yapısal uyum politikalan adma,
özellikle öğretim üyeleri sayısında kamu harcama-
lannı tırpanlamakta, öylece düğümün üzerine dü-
ğüm atmaktadır. Tüm istatistiklere göre. on yıldan
bu yana Latin Amerika, Karayibler'ler ve Afnka'da
yoksulluk yüzdesi artmıştır. Bu durumda onlara gi-
dip küreselleşmenin erdemierini kim, nasıl anlata-
caktır?
Söylenen, ücretlerin ve 'iş'in, serbestleştinnenin
genelleşmesinden kazançlı çıkacağıdır. Günlük de-
neyimler. özellikle de Amerikan işçileri için, bunu
doğrulamamaktadır. Ortaöğretim diplomasından
yoksun Amerikan işçilerinin ortalama saat ücretle-
ri 1973'teki 11.85 dolardan 1993'te 8.64'e gerile-
yerek yirmi yılda üçte bir oranında düşmüştür. Öy-
le ki, sosyologlann bu durumda,t
worldng poor' adı
verilen 'çahşarak yoksuUaşan' yeni bir kategori keş-
fetmeleri gerekmektedir. Margaret Tbateher ve
John Major, ülkelennde. bu 'çahşarak yoksuDaşan-
lar'ın sayılannı hatın sayılır ölçüde arttırmayı ba-
şarmışlardır. 5 milyon gerçek işsizi ve sanayicileri-
Küreselleşme
Kıskacı
ve
Toplumun
Esenliği Üzerine
nin işçi yurttaşlannın çok pahalı duruma geldiğin-
den yakındığı Almanya'da da durum bundan farklı
değildir.
Ultraliberalier bu durumda hep aynı şeyi yinele-
yerek, Doğu Asya'nın 'aslanlannın' zaman zaman
iki rakama ulaşan büyüme performanslannı örnek
göstererek karşı çıkmaktadır. Ancak bu konudaki ör-
neklerin kendilerinin liberal kuramlanyla köklü bir
biçimde çeliştiğinin ayırdında görünmemektedirler.
Ne Güney Kore ne Tayvan ne de Çin, sanayi ve ti-
carette ulaştıklan güçlerini Adam Smith ve David
Rkardo'nun öğütlerine uyarak sağlarruş değiller-
dir.
Bütün bunlara, bölgede sadece Tayvan'ın kurtul-
mayı basardığı politik ve sosyal baskının da eklen-
mesi gerekir. Gerçekten de özgür sendikalan ya-
saklayan (Çin, Güney Kore, Singapur, Endonezya)
ve hükümlülere çalışma zorunluluğu getiren bir to-
taliterrejim'mucizeler' yaratabilmekte, ticaretve sa-
nayi için elverişli ortamlar sağlayabilmektedir. Şa-
şırtıcı olan odur kı, 'überaller' böylece. kâr ve zarar
için temel özgürlüklerden vazgeçmekte ve kendi
açılanndan daha da vahim olanı. yolsuzluğa bulaş-
mış polis devletlerinin ekonomiye günlük müdaha-
lelerinin yarattığı çarpık rekabete göz yummalan-
dır. Sözü edilen liberaller, Augusto Pinochet döne-
minde Şili 'mucizesine' de övgüler düzmekten geri
kalmamışlardı...
Uluslararası ticarete 'sosval hükümlerin' girme-
sinden öfkeye kapılmak yerine. liberallenn fiyatla-
nn oluşma mekanizmalannın saydamlaşmasına dü-
rüst rekabet adına. hoşnutiuk duymalan gerekirdi.
Belli bir ihracat pazanna bir mal ya da hizmet sun-
mak için 'giriş bileti' almanın sözü geçen ülkelerde
yürürlükte olan uluslararası çalışma örgütünün
normlanna (sendikal özgürlük, zorla çalıştırmanın
yasaklanması, çocuklann istismannın men edilme-
si) minimum ölçüde de olsa saygılı olunması gerek-
mektedir.
Sosyal için geçerii olan, çevre için de geçerlidir.
Zira, tam ve eksiksiz bir serbest ticaretin 'yeşili ko-
nıması' olanaksızdır. Çünkü serbest ti-
caret, karşı konulmaz bir biçimde üretim
merkezlerinin ekoloj ik normlann ve ça-
lışanlann haklannm en az sorun oluş-
turduğu bölgelere taşınmasını cesaret-
lendirmektedir. Doğal çevrenin tahribi;
havanın, suyun ve toprağm kirlenmesi
kıyaslanabilir avantajlar olarak kabul
edilemez. Maliyetler, dışa açılmak yeri-
ne, yani gezegenin tüm insanlanna ulaş-
tırmak yerine, bütünüyle fiyatın içinde
yer alacak bir biçimde içe dönük olma-
lıdır. Aksi durumda bunormlann geçer-
ii olduğu pazara giriş bileti alınacaktır.
Son irdelemede, küreselleşmenin ve
serbest ticaretçilığin en önde
gelen lcurbanı bizzat demokra-
sinin kendisi olmaktadır. Bun-
ların dinamiği gerçekten de ka-
rar merkezleri ve bu kurallar-
dan zarar gören insanlarla, üre-
tici ile mal ve hizmet tüketen-
ler arasında giderek artan fizik-
sel farklılığa yol açmaktadır.
Bu, yabancılaşmanın en son ev-
residir. Sorumluluk. hesap ver-
me zorunluluğu, demokratik
yaşamın temel taşlandır. Seçilmişler ve hükümetle-
rin, yurttaşlannın daha iyi yasamalannı sağlamaya
niyetli olduğu varsayılsa bile, bütünüyle topraklan
dışındaçalışan karar sahipleri olarak fmansal pazar-
lar ve dev kuruluşlar karşısında, etkisiz kalmayacak-
lar mıdır? Bu isımle anılmayı giderek daha az hak
eden toplumlarm yapılannın bozulmasırun temel
öğesi uzakta aranmamalıdır. Zira. topluma, kamu
yaran düşüncesinin karşıtlamah mantıği dayatılmak
istenmektedir.
Margaret Thatcher. saltbireyi tanıdığını. toplum
konusunda ise en küçük bir fikrinin bulunmadığıru
yinelemekten hoşlanırdı. Şimdi bu yürekten gelen
çığlığın yaratıcı bir kehanete dönüşmemesi için ha-
rekete geçilmesinin zamanıdır. Bunun yolu ise.
yürürlükte olan küreselleşme uygulamalan ve ıl-
kelerinin köklü bir biçimde sorgulanmasından geç-
mektedir.
Bernard Cassen
(Le Monde Diplomatique
ayısallaşma, lnter-
net, iletişim otoyolla-
n, optik kablolar, uy-
dular, dahabaşlangı-
cında olan gerçek ye-
nilikleri ifade etmekte ve çoğunca
da neoliberal söylemde ideolojik
birrol oynamaktadır. Amerika'nın
büyük stüdyolannı temsil eden
Motion Picture Association of
Amerika'nın (MPAA) başkanı
Jack Vaknti bu konuda sözünü
esirgemıyor: "Uydular, optik kab-
Mar. sayısallaşma, tüketici\e gör-
mek istediği programlan sağla-
makla yeni bir durumun ortaya
çıkmasına neden olmuşlardır. Bu
yüzden bir serbestleştirme politi-
kasının izlenmesi akıllıca bir dav-
ranıs olacaktir." Toplumlann yö-
netimınin önde gelen öğesi haline
gelen gezegensel pazar, bu andan
ıtibaren insanın yeni bir hakkı ol-
mamasına karşın gelişen, tecimsel
ifade özgürlünü. insanın sanatçı ve
yurttaş olarak hep gerçek hakkı
olan. ama giderek kısıtlanan hak-
kının karşısmaçıkarmaktadır. He-
iner Muller'ın deyışıyle. 'bu çaoş-
masız sa\aş" özellikle audiovısuel
ve sinema alanmda yaşanmakta-
dır. Bu savaş GATT'ın son Urugu-
ay raundu sırasında yaratıcılann
-ve salt Avnıpadakıler değil- 'vic-
dansız ve bağışlamasız pazar'a
(Octavia Paz) karşı çıkan 'kültürel
istisnayf ortaya atarak, yenı v e ya-
pıcı bir tutum benımsemelerinden
bu yana, daha da şiddetlenmiştir.
Ama ne yazık ki, Avrupa Birliği.
audiovısuel sektör için varmak is-
tediği hedefı aniden sadece 'ayn
ve özel' bir muameleye tabı tutul-
ması ıstemiyle sınırlamıştır. Böy-
lece pratikte, konuyla ilgili tartış-
malar, audiovisuel'in belli bir sü-
re sonunda Uluslararası Ticaret
Örgütü (OMC) haline gelen
GATT'ın hizmetine girmesiyle so-
nuçlanmıştır. Bu konuda tek tesel-
li. Birleşik Devletler'le uyuşmaz-
lık ortaya çıktığında. ki bu geçıcı
olmak zorundadır. olayın sadece
birtutanaklatespiti ile yetinilecek-
tir. Birleşik Amerika ve Hollywo-
od. Avrupa'nın bir soluklanma
taktiği elde etmesine karşın. bu ılk
stratejik zaferin sağladığı güçle.
kazanımlannı daha da arttırarak
US Global Audıovisuel Strategy
olarak adlandınlan belgede yer
alan ılkelertemelindebıranlaşma-
yı dayatmanın peşindedır. Sözü
geçen belgenin anahtar noktalan
şöylece sıralanıyor:
-'Kjsırlayıcı önlemlerin' güçlen-
dirilmesinin (özellikle Avrupalı ve
ulusal yapıtlann dağıtım kotalan)
ve bu önlemlerin iletişimin yeni
hizmetleri yönünde yaygmlaşma-
sını önlemek;
- Halihazır kuralların serbest-
leştirilmesini sağlayarak Ameri-
kan firmalannın yatınm koşulla-
nnı kolaylaştırmak;
- Daha çok ortak çıkar noktala-
n aranarak kültürel sorunlarda ya-
rarsız tartışmalardan kaçınmak:
- Audiovisuel'le ilgili sorunlan,
iletişim ve temel komünikasyon
hizmetlerinin gelişmelerinin ser-
bestleştirilmesi yönünde ve bu-
nunla bağlantılı olarak ele almak;
- Kültürel sorunlarla ilişkili ha-
lihazır kısıtlamalann başka ulusla-
rarası kuruluşlarda gündeme ge-
lecek tartışmalara emsal oluştur-
masını önlemek;
- Avrupa'dakı Amerikan yatı-
nmlannı ve ortaklıklannı çoğalt-
mak;
- Kotalar ve kurallardan etkile-
nen özel televizyoncular. reklam-
cılar ve telekomünikasyon çalışan-
lannın Amenkan görüşlerini be-
nimsemeleri için örtülü çaba har-
camak.
Bu strateji şimdiden meyveleri-
nı vermeye başlamıştır. Bu, önce-
likle Avrupa'nın koruyucu sistem-
lerindeki tüm gelişmelerin engel-
lenmesı konusunda eörülmekte-
dır.
1996 Şubat ayındaki ilk evrede.
Strasbourg Parlamentosu, Avrupa
Komisyonu ve Konseyi tarafından
kendisine sunulan ve kota zorun-
luluğunu güçlendiren, onu yeni
hızmetlere de uygulayan, yayınla-
nn bulunduklan yerlerden başka
yerlere taşınmasını yasaklayan,
yapıtlara daha kesin tanımlar geti-
ren metinden çok farklı bir metni
oylamıştı. Yine aynı yılda yapılan
ikinci göriişme sırasında ise, de-
mokrasi açısından sınırlı olan par-
lamento. komisyon tarafından ha-
zırlanan ve 'Amerikan dayatmala-
nııı da' ıçeren yeni 'ortak öneriye'
karşı koymakta yetersız kalmıştır.
1989 direktifi böylece, temelde
değişmemiş, ortak öneri. gelişme
sağlayamadığı gibı, >enı sorunla-
ra da yanıt getirmemiştir.
Avrupa Birliği üyeliğine aday
olan Macaristan, Çek Cumhuriye-
tı ve Polonya için, AB ile sınır ta-
nımayan telev izyon direktıflenyle
ilgili olarak, bu dırektiflere kendi
iç yasalannın geçerii olması koşu-
luyla katılmalan göriişme konusu
olmuştu. Ancak VVashington. sözü
geçen ülkeleri Avrupa Kalkınma
ve lşbınlği OECD'ye girmelerine
karşı çıkmakla tehdit etmiş ve bu
ülkeler arasında sadece Polonya
bu tehdide boyun eğmeyi reddet-
miştı. Bununla birliktebuüç ülke-
de Amerikan filmlerinin pazar pa-
yı şimdiden >üzde 90'ın üzerinde
bulunmaktadır. Hollyvvood saldı-
nsının ikıncı bölümü yatınmlarla
ilgılidir. Time Warner-Turner, Dis-
ney-ABC, Westınghouse-CBS gı-
bı dev kuruluşlar stüdyolar satın
alarak. çok amaçlı salonlar ınşa
ederek. kablolu şebekelerde yer
alarak ve yerel kuruluşlarla ortak-
lıklar kurarak Avrupa"daki varlık-
lannı hızla arttırmaktadırlar.
1981 "de 2.1 mılyar dolar olan açık.
1995'te 6.3 mılyar dolan aşmıştır.
Amerika'nın bu alandaki baskısı-
nı uluslararası örgütlerde de gör-
mek mümkündür. Bu, öncelikli
olarak OECD bünyesinde ve sa-
dece ulusal prodüksıyonlara ven-
len sübvansıyonlan kaldıran yatı-
nmlar üzerine anlaşma (AMI) gö-
rüşmelen çerçevesınde ortaya çık-
mıştır. Bu konuda Birleşik Ame-
rika'nın hedefi, Avrupa'dakı yatı-
nmlannın ulusal ve Avrupalı mu-
amelesi görmesıni, böylece de or-
taklık ve ulusal yardım sistemleri
içinde (medya programlan, Fran-
sa"daki destek fonlan) yer alması-
nı sağlamaktır. Büyük Amerikan
gruplannın çıkar sağladıklan 'kiU-
türün metalaşünlmasr silındiri
karşısında Avrupa ve Amenkan
önerilerine imza koyan hükümet-
ler. büyük audiovısuel gruplardan
farklı tepki göstermek zorundadrr-
lar. Ama öncelikle gerçek bir Av-
rupa prodüksiyonu ve görünrii ya-
ratma endüstrisinin ortaya konul-
ması gereklidir. Avrupa audiovi-
suel endüstrisi iç gayn safı hasıla-
nın sadece binde 3'ten daha azını
harekete geçirebilmektedır. Öte
yandan 40 ülkeyı bünyesinde ba-
nndıran Avrupa Konseyi bu konu-
da sürekli bir gelişmenin gerçek-
leştirilmesi için. neden 1992 Rio
Konferansı türünde bir dünya gö-
rüntü zirvesı düzenlemeyı düşün-
memektedır sorusu sorulmalıdır.
Böyle bir zirvenin gerçekleşmesi
durumunda sanatçılar, yazarlar,
hukukçular, araştırmacılar, pro-
düktörler telif haklannın copy-
right temeli yerine, moral hukuk
temelinde tanımlanması konusun-
da çalışma olanağı bulabilecekler-
dir. Avrupa'nın uygarlık iddıası,
yeni bir kamusal ifade. yaratı,
>ıırttaşlık ve iş alanının keşfıne ve
yapılanmasına bağlıdır. Oyle bir
alan ki. orada ayrımsız. insanlığm
tüm zenginlıklen çoğalsın ve yine
orada yerel. ulusal ve uluslararası
kültür konusunda sosyal v e kamu-
sal sorumluluklar ifade edılsin.
Bugüne kadar bu alanda söz sahi-
bi olanlar paranın ve iktidann ca-
zibesınde idiler. Oysa şimdi toplu-
mun başka yakıta gereksinimi v ar.
JACKRALİTE
(Le Monde Diplomatigue)
Focus 'un Türkiye değerlendirmesi: Bardak dolduÇeviri Servisi - Türkiye'deki
gelişmelen yakından takip eden
Alman basınının bir organı olan
Focus dergısi. Türkiye'deki son
gelişmelen değerlendırdi. Türk
Ordusu videolu brifingler ve ticari
ambargolar ile Islamcılara karşı
tavnnı açıkça ortaya koydu ve
Ankara sokaklannda hafif hafif
darbe rüzgârlan esiyor diye
başlav an haberde, halkın büyük bir
kısmının ordunun ola>lara net bir
şekilde el atacağı günü merak
edıyor, hatta bunun da ötesinde
bekliyor olduğu da belirtiliyor.
Politikacılann halkta da orduda da
tüm kredilerini tükettikleri
Türkiye'de, Islamcı Başbakan
Erbakan ile politik skandallanyla
gündemi tutan yardımcısı Çiller'in
aylardır politik seviye ve kalıteyi
düşürdükleri, ancak hükümetin açık
bir şekilde rejimi değiştirme çabası
içıne girmesinin ve tüm uyanlara
rağmen tavnnda bir değişıklik
yapmamasının bardağı taşıran
damla olduğu vurgulanıyor.
Dergide, geçen hafta içinde verilen
brifinglerde, ordunun REFAHYOL
hükümetiyle ilgili olarak
başlangıcından itibaren belge
toplamış olduğu ve Türkiye'de
rejim karşıtı kişi ve kurumlann
kimlikleriyle para kaynaklan
hakkında detaylı .bilgiye sahip
olduğu ifade ediliyor. Aynca bu
bilgi ve belgelerden oluşan 3 bin
video kasetinin de ordu tarafından
devlet televizyonuna ve özel
televizyonlara dağıtılacağı
belirtiliyor. Focus, ordunun Refah
Partısi'ne karşı takındığı tavnn en
önemli gerekçelerini de şöyle
sıralamış:
- Türk ulusal kimliği dini bir kimlik
ile değiştirilmek istenivor.
- Ülkede 5 bine yakın tarikat lideri
ve şeyh fıilen rejim karşıtı
propaganda yapıyor.
- İslamcılar: PKK temsilcileri, Iran.
Sudan, Suudi Arabistan ve Lıbya ile
işbirliği içindeler.
- 561 tmam-hatip lisesinden yetişen
ögrencilerin gelecekteki sayılan ve
ideolojik tutumlan bir tehlike haline
dönüşüyor.
- 19 gazete, 110 dergi, 51 radyo
istasyonu, 20 televizyon kanalı ile
lslamcı medya ülkede adeta cihat
çağnsı yapıyor.
- Refah Partisi; ideolojik ve
finansiyel anlamda Suudi
Arabistan, Libya ve Iran tarafından
destekleniyor.
- Refah Partisi Almanya'da da dini
eğitim veren okullar açarak finans
kaynaklan yaratıyorlar.
Türk generallerinin, hükümetin bu
gelişmeler karşısında bütün
uyanlara rağmen sessiz sedasız
kalması sonucunda kendini iç
yönetmeliği gereğince devreye
girmek zorunda hissetmesi, dergiye
göre Türk halkı tarafından da
-küçük bir azınlık dışında-
yadırganmıyor, hatta laiklik
yanlılannın uzun süredir bekledığı
bir tutum. Ordunun brifingleri
sırasında 100 kadar lslamcı sanayici
ve firmanın kara listeye alındığının
da anlatıldığı haberde, kronikleşen
bu kriz karşısında askerin gerekirse
silahla müdahale ederiz dediği de
vurgulanıyor.