03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22HAZİRAN 1997 PAZAR CUMHURİYET DEĞÎŞEN DÜNYADANHÜSEYİN B A Ş ^ ^ Hollywood saldında: Saâhk KiMhicr Avrupa'da sol yeniden / ngıltere'de John Major'ın iktıdannı silip süpüren Tony Blairrüzgânnın ardından, Fransa'da Sosyalist Lionel Jospin'ın seçim zaferi, sağın daha seçimlerin ılk turunda açıkça ortaya çıkan muhtemel hezimetine karşın. bunu seçmenin bir uyansı olarak yorumlayan ve işin orada kalacağına inanan ağır toplannın dışında kimse içın sürpriz olmamıştır. Çünkü Juppe hükümetı dört yıldır. ülkenin işsizlik başta olmak üzere hiçbir sonınuna çözüm üretememiş. seçım sırasında 'bir şans daha verirseniz, bu kez çözüm üreteceğün' sözüne ise seçmen iltifat etmemiştir. Kuşkusuz bu durum, yeni sosyalist iktidar için de geçerlidiı. Halkın gözü artık açılmıştır. Iktidarlar ya verdikleri sözleri yerine getirecekler ya da çekip gideceklerdir. Avrupa'da sol. yeniden gündemdedir. Tony Blair ve Lionel Jospin'le Avrupa'da on üç ülke paylaşımsız ya da paylaşımlı sosyalist yönetimler tarafından yönetilmektedir. Yakm bir sürede, bu kervana. paylaşımlı da olsa. Türkiye'nin de katılması tek çıkar yoldur. Çünkü Birleşik Devletler'in tek güç olarak ortaya çıktığı küreselleşen neohberal bir dünyada, hem bu büyük dönüşüme ayak oydurmak hem de büyük kitlelerin sosyal kazanım ve haklannı vahşi neoliberal yağmacılann hışmından sakınan konıyucu devletin büsbütün ortadan kaldınlmasına izin vermemek, sağın harcı değildir. Nitekim yakın bir örnek olarak, Fransa'da seçmenin eğilimi bu yönde olmuştur. Bu yüzden. sosyalistler, komünistlerden yeşillere uzanan birlikteliklerinın de katkısıyla bu kez başanlı olmak: verdikleri sözleri, açık angajmanlannı ipe un sermeden gerçekleştirmek zorundadırlar. Aksi halde pusuda bekleyen ırkçı ve faşıst sol cephenin. merkez sağın ardından solun başansızhga uğraması durumunda iktidann tek alternatifi olarak ortaya çıkacağı kimsenin saklısı değildir. Avrupa Konseyi'nm on yıl yöneticiliğini yapan ve bugün Fransa'nın en güvenilir politikacısı unvanını elınde rutan Jacques Detors, Le Nouvel Obsen'ateur'dekı bir söyleşide. sağın hezimetıni Alain Juppe hükümetinin ülkelerin tümünü etkileyen büyük değişime adaptasyonunu sağlayacak politikalar konusunda Fransız halkını ikna etmeyi başaramamasına bağlıyor. Bir ülkenin bu yenı 'veri' doğrultusunda uyum sağlaması. kolay değil. Küreselleşme. serbest ticaret, teknolojik gelişmeler. sanayi ülkeleri arasında gıderek artan rekabet ve bunun niteliksiz işleri tehdit etmesi ve nıhayet demografik gelişme karşısında sosyal koruma sıstemlerinin yeniden sorgulanması, yine Delors'a göre sözü edilen büyük değişimin parametreleri arasındadır. "Bugün Fransız halkına. Fransa gemisinin limandan çıkarak açık denize açılmasının, yaşam düzeylerini sürekli bir biçimde konımak, Avrupa ve dünyada veniden etkili duruma gehnek için tek çıkar >ol olduğunun anlatılması gereklidir. Sol, bu konuda sağın sahip olmadığı kozlara sahiptir. Sağ az vergi. az devlet vaadetmiş, ama bunlan gerçeklestirememiştir. Oysa sol topluma yenilikçi olmanın yanı sıra daha rekabetçi ve dayanışmacı olmasını sağlavarak pazaıia devlet arasında bir gedik vararma olanağına sahiptir. Öte vanda sağ, sosval güçlerle dayanma olanağından yoksun bulunmaktadır. Buna karşüık solun, Hollanda'da da issizlikk savaşta başan kazanan bir sosyal diyalog sisteminL Fransa'da da gerçekleştirilmesi olanağına sahiptir." Avrupa Bırlığı içınde ve dünyanın çok sayıda ülkesinde. gelişmenin kitlelenn sosyal hak ve kazanımlannın ortadan kaldınlarak sağlanacağına ınananlarm sayılan giderek azalmaktadır. Gemi azıya almış. sınır kural tanımayan yağmacı küresel neoliberalizmın toplumu düze ve esenliğe çıkarması olasılığı yoktur. Birleşik Devletler'le dünya ölçüsünde rekabete soyunan Avrupa'da bugün 40 milyon işsiz bir o kadar da sefaletin sınınnda yaşayan evsiz barksız, sağlık hizmetlerinden, eğitimden yoksun insan vardır. Toplumsal dayanışma neredeyse sıfırlanmıştır. Teknolojinin ışık hızıyla geliştiği, finansal pazannda milyarlarca başı boş paranın dolaştığı. sadece 358 dolar milyarderinin gezegenin tüm nüfiısunun yansına yakınının birikiminden çok zenginliğe sahip bulunduğu ve birbuçuk milyara yakın insanın günde sadece 1 dolarla yaşamaya çahştığı bir dünyada kim sosyal olan ne varsa silindir gıbı ezip geçen vahşı neoliberalizmin erdemlerinden kıme nasıl söz edecektir? HÛSEYİSBAŞ Pazann serbestliği ('bırakınız)apsınlar') ve ser- best tıcaret('bırakınız geçsûıler") belgisi ültralibera- lizmin iki kadînı inanç maddesidir. Inanç maddele- rinde her zaman görüldüğü üzere, ne olursa olsun, baa düşünce değer ve verilere dayanarak haskın çı- kılmaya çalışıhyor. Fınancial Tımes, bu görevi açık- ça üstîenivor ve bu yöndeki bağlılığının örnekkrini okhıkça sik bir btçünde dile getiriyor. Böylece Avrupa Birliği ile Birleşik Amerika ara- sındaki 'öcaretsavaşT -tavukhtnn kötü sağlık koşul- lan altında kesilip, ardından Avrupa'ya ihracı konu- su- Fınancial Times'm sütunlannda 'kamununger- çek çıkarlannın. serbest tkaretie uzlaşması' son de- recede anlamlı bir •dilemma" olarak yer alıyor. Ser- best ticaret -doğru bir yaklaşımla- bir 'araç'. tartış- masız, tek tutarlı referanstır. Bununla, otantik oldu- ğunun da kabulüyle. uyum sağlamak kamu çıkan- na düşmektedir. Araç, böylece, amaç haline gel- mektedir. Hiyerarşilerin bu tür baş aşağı edilmesi, medya- larda, üniversitelerde ve uluslararası ekonomik ve fmansal örgütlerde büyük etkisi bulunan serbest ticaret ideologlannı hiçbir biçim- de kaygılandırmamaktadır. Özellikle de, 1993'te. GATT'ın Uruguay evresi karar- lanndan bu yana, ticaretin serbestleştıril- mesi ve pazara tam özgürlük tanınması, kaçınılmaz bir biçimde, yaşam düzeyinin evrensel boyutlarda yükseltilmesi ve her- kes için daha adil bir toplum yaratacağı düşüncesinin dayatılmasma yönelik ger- çek bir gezegensel beyin yıkama girişi- mi olarak ortaya çıkmaktadır. Küresel- leşmenin 'mudzevi' sonuçları bu olacak- tır. Ancak, olaylar bundan bütünüyle farklıdır. tlk elde, ticaretin küreselleş- mesi, eşitsizlikleri azaltmamak- ta, tam tersine, arttırmaktadır. Bu. salt uluslararasında değil, bizzat her ulusun kendi bünye- sinde de görülmektedir. Zengin denilen ülkelerde, özellikle ser- best ticaret şampıyonu Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık'ta, gelirlerin ve zenginliklerin ku- tuplaştığı kimse tarafından yad- sınmamaktadır. OECD, zaman zaman bu konuda kaygısını dile getirmektedir. Zi- rabazılannın. eşitsizliğin gerektiğini. dahası bunun gelişmenin bir öğesi olduğu düşüncesini kuramsal- laştırmaktan geri durmayan yöneticiler için ise, bu herhangi bir kaygı konusu değildir. Böylesi bir kuruplasma, aynı zamanda, ülkeler arasmdaki ilişkileri de karakterize etmektedir. Bir- leşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (PNL'D) yakm bir süre önce yayımladığı bir raporun da or- taya koyduğu gibi, en yoksul ülkeler, mutlak ya da göreli giderek daha fazla yoksullaşmaktadır. Ger- çekten de ihtıyaçlarla yatınmlar arasında hiçbir ba- ğıntı bulunmamaktadır. Her türlü altyapı yoksunlu- ğunun korkunç boyutlara ulaştığı Afrika'da, doğru- dan yatınmlar 1994'ten 1995'e yüzde 27 oranında düşmüştür. Bu, dünya toplamının yüzde 3'üne te- kabül eden 2.1 milyardolan ifade etmektedir. Okul ya da hastane yapunı için, bu yüzden, uluslararası fmansal pazardan medet ummak beyhudedir... Dünya pazanna 'açnubnasını' dayatan IMF ve Dünya Bankası, yapısal uyum politikalan adma, özellikle öğretim üyeleri sayısında kamu harcama- lannı tırpanlamakta, öylece düğümün üzerine dü- ğüm atmaktadır. Tüm istatistiklere göre. on yıldan bu yana Latin Amerika, Karayibler'ler ve Afnka'da yoksulluk yüzdesi artmıştır. Bu durumda onlara gi- dip küreselleşmenin erdemierini kim, nasıl anlata- caktır? Söylenen, ücretlerin ve 'iş'in, serbestleştinnenin genelleşmesinden kazançlı çıkacağıdır. Günlük de- neyimler. özellikle de Amerikan işçileri için, bunu doğrulamamaktadır. Ortaöğretim diplomasından yoksun Amerikan işçilerinin ortalama saat ücretle- ri 1973'teki 11.85 dolardan 1993'te 8.64'e gerile- yerek yirmi yılda üçte bir oranında düşmüştür. Öy- le ki, sosyologlann bu durumda,t worldng poor' adı verilen 'çahşarak yoksuUaşan' yeni bir kategori keş- fetmeleri gerekmektedir. Margaret Tbateher ve John Major, ülkelennde. bu 'çahşarak yoksuDaşan- lar'ın sayılannı hatın sayılır ölçüde arttırmayı ba- şarmışlardır. 5 milyon gerçek işsizi ve sanayicileri- Küreselleşme Kıskacı ve Toplumun Esenliği Üzerine nin işçi yurttaşlannın çok pahalı duruma geldiğin- den yakındığı Almanya'da da durum bundan farklı değildir. Ultraliberalier bu durumda hep aynı şeyi yinele- yerek, Doğu Asya'nın 'aslanlannın' zaman zaman iki rakama ulaşan büyüme performanslannı örnek göstererek karşı çıkmaktadır. Ancak bu konudaki ör- neklerin kendilerinin liberal kuramlanyla köklü bir biçimde çeliştiğinin ayırdında görünmemektedirler. Ne Güney Kore ne Tayvan ne de Çin, sanayi ve ti- carette ulaştıklan güçlerini Adam Smith ve David Rkardo'nun öğütlerine uyarak sağlarruş değiller- dir. Bütün bunlara, bölgede sadece Tayvan'ın kurtul- mayı basardığı politik ve sosyal baskının da eklen- mesi gerekir. Gerçekten de özgür sendikalan ya- saklayan (Çin, Güney Kore, Singapur, Endonezya) ve hükümlülere çalışma zorunluluğu getiren bir to- taliterrejim'mucizeler' yaratabilmekte, ticaretve sa- nayi için elverişli ortamlar sağlayabilmektedir. Şa- şırtıcı olan odur kı, 'überaller' böylece. kâr ve zarar için temel özgürlüklerden vazgeçmekte ve kendi açılanndan daha da vahim olanı. yolsuzluğa bulaş- mış polis devletlerinin ekonomiye günlük müdaha- lelerinin yarattığı çarpık rekabete göz yummalan- dır. Sözü edilen liberaller, Augusto Pinochet döne- minde Şili 'mucizesine' de övgüler düzmekten geri kalmamışlardı... Uluslararası ticarete 'sosval hükümlerin' girme- sinden öfkeye kapılmak yerine. liberallenn fiyatla- nn oluşma mekanizmalannın saydamlaşmasına dü- rüst rekabet adına. hoşnutiuk duymalan gerekirdi. Belli bir ihracat pazanna bir mal ya da hizmet sun- mak için 'giriş bileti' almanın sözü geçen ülkelerde yürürlükte olan uluslararası çalışma örgütünün normlanna (sendikal özgürlük, zorla çalıştırmanın yasaklanması, çocuklann istismannın men edilme- si) minimum ölçüde de olsa saygılı olunması gerek- mektedir. Sosyal için geçerii olan, çevre için de geçerlidir. Zira, tam ve eksiksiz bir serbest ticaretin 'yeşili ko- nıması' olanaksızdır. Çünkü serbest ti- caret, karşı konulmaz bir biçimde üretim merkezlerinin ekoloj ik normlann ve ça- lışanlann haklannm en az sorun oluş- turduğu bölgelere taşınmasını cesaret- lendirmektedir. Doğal çevrenin tahribi; havanın, suyun ve toprağm kirlenmesi kıyaslanabilir avantajlar olarak kabul edilemez. Maliyetler, dışa açılmak yeri- ne, yani gezegenin tüm insanlanna ulaş- tırmak yerine, bütünüyle fiyatın içinde yer alacak bir biçimde içe dönük olma- lıdır. Aksi durumda bunormlann geçer- ii olduğu pazara giriş bileti alınacaktır. Son irdelemede, küreselleşmenin ve serbest ticaretçilığin en önde gelen lcurbanı bizzat demokra- sinin kendisi olmaktadır. Bun- ların dinamiği gerçekten de ka- rar merkezleri ve bu kurallar- dan zarar gören insanlarla, üre- tici ile mal ve hizmet tüketen- ler arasında giderek artan fizik- sel farklılığa yol açmaktadır. Bu, yabancılaşmanın en son ev- residir. Sorumluluk. hesap ver- me zorunluluğu, demokratik yaşamın temel taşlandır. Seçilmişler ve hükümetle- rin, yurttaşlannın daha iyi yasamalannı sağlamaya niyetli olduğu varsayılsa bile, bütünüyle topraklan dışındaçalışan karar sahipleri olarak fmansal pazar- lar ve dev kuruluşlar karşısında, etkisiz kalmayacak- lar mıdır? Bu isımle anılmayı giderek daha az hak eden toplumlarm yapılannın bozulmasırun temel öğesi uzakta aranmamalıdır. Zira. topluma, kamu yaran düşüncesinin karşıtlamah mantıği dayatılmak istenmektedir. Margaret Thatcher. saltbireyi tanıdığını. toplum konusunda ise en küçük bir fikrinin bulunmadığıru yinelemekten hoşlanırdı. Şimdi bu yürekten gelen çığlığın yaratıcı bir kehanete dönüşmemesi için ha- rekete geçilmesinin zamanıdır. Bunun yolu ise. yürürlükte olan küreselleşme uygulamalan ve ıl- kelerinin köklü bir biçimde sorgulanmasından geç- mektedir. Bernard Cassen (Le Monde Diplomatique ayısallaşma, lnter- net, iletişim otoyolla- n, optik kablolar, uy- dular, dahabaşlangı- cında olan gerçek ye- nilikleri ifade etmekte ve çoğunca da neoliberal söylemde ideolojik birrol oynamaktadır. Amerika'nın büyük stüdyolannı temsil eden Motion Picture Association of Amerika'nın (MPAA) başkanı Jack Vaknti bu konuda sözünü esirgemıyor: "Uydular, optik kab- Mar. sayısallaşma, tüketici\e gör- mek istediği programlan sağla- makla yeni bir durumun ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Bu yüzden bir serbestleştirme politi- kasının izlenmesi akıllıca bir dav- ranıs olacaktir." Toplumlann yö- netimınin önde gelen öğesi haline gelen gezegensel pazar, bu andan ıtibaren insanın yeni bir hakkı ol- mamasına karşın gelişen, tecimsel ifade özgürlünü. insanın sanatçı ve yurttaş olarak hep gerçek hakkı olan. ama giderek kısıtlanan hak- kının karşısmaçıkarmaktadır. He- iner Muller'ın deyışıyle. 'bu çaoş- masız sa\aş" özellikle audiovısuel ve sinema alanmda yaşanmakta- dır. Bu savaş GATT'ın son Urugu- ay raundu sırasında yaratıcılann -ve salt Avnıpadakıler değil- 'vic- dansız ve bağışlamasız pazar'a (Octavia Paz) karşı çıkan 'kültürel istisnayf ortaya atarak, yenı v e ya- pıcı bir tutum benımsemelerinden bu yana, daha da şiddetlenmiştir. Ama ne yazık ki, Avrupa Birliği. audiovısuel sektör için varmak is- tediği hedefı aniden sadece 'ayn ve özel' bir muameleye tabı tutul- ması ıstemiyle sınırlamıştır. Böy- lece pratikte, konuyla ilgili tartış- malar, audiovisuel'in belli bir sü- re sonunda Uluslararası Ticaret Örgütü (OMC) haline gelen GATT'ın hizmetine girmesiyle so- nuçlanmıştır. Bu konuda tek tesel- li. Birleşik Devletler'le uyuşmaz- lık ortaya çıktığında. ki bu geçıcı olmak zorundadır. olayın sadece birtutanaklatespiti ile yetinilecek- tir. Birleşik Amerika ve Hollywo- od. Avrupa'nın bir soluklanma taktiği elde etmesine karşın. bu ılk stratejik zaferin sağladığı güçle. kazanımlannı daha da arttırarak US Global Audıovisuel Strategy olarak adlandınlan belgede yer alan ılkelertemelindebıranlaşma- yı dayatmanın peşindedır. Sözü geçen belgenin anahtar noktalan şöylece sıralanıyor: -'Kjsırlayıcı önlemlerin' güçlen- dirilmesinin (özellikle Avrupalı ve ulusal yapıtlann dağıtım kotalan) ve bu önlemlerin iletişimin yeni hizmetleri yönünde yaygmlaşma- sını önlemek; - Halihazır kuralların serbest- leştirilmesini sağlayarak Ameri- kan firmalannın yatınm koşulla- nnı kolaylaştırmak; - Daha çok ortak çıkar noktala- n aranarak kültürel sorunlarda ya- rarsız tartışmalardan kaçınmak: - Audiovisuel'le ilgili sorunlan, iletişim ve temel komünikasyon hizmetlerinin gelişmelerinin ser- bestleştirilmesi yönünde ve bu- nunla bağlantılı olarak ele almak; - Kültürel sorunlarla ilişkili ha- lihazır kısıtlamalann başka ulusla- rarası kuruluşlarda gündeme ge- lecek tartışmalara emsal oluştur- masını önlemek; - Avrupa'dakı Amerikan yatı- nmlannı ve ortaklıklannı çoğalt- mak; - Kotalar ve kurallardan etkile- nen özel televizyoncular. reklam- cılar ve telekomünikasyon çalışan- lannın Amenkan görüşlerini be- nimsemeleri için örtülü çaba har- camak. Bu strateji şimdiden meyveleri- nı vermeye başlamıştır. Bu, önce- likle Avrupa'nın koruyucu sistem- lerindeki tüm gelişmelerin engel- lenmesı konusunda eörülmekte- dır. 1996 Şubat ayındaki ilk evrede. Strasbourg Parlamentosu, Avrupa Komisyonu ve Konseyi tarafından kendisine sunulan ve kota zorun- luluğunu güçlendiren, onu yeni hızmetlere de uygulayan, yayınla- nn bulunduklan yerlerden başka yerlere taşınmasını yasaklayan, yapıtlara daha kesin tanımlar geti- ren metinden çok farklı bir metni oylamıştı. Yine aynı yılda yapılan ikinci göriişme sırasında ise, de- mokrasi açısından sınırlı olan par- lamento. komisyon tarafından ha- zırlanan ve 'Amerikan dayatmala- nııı da' ıçeren yeni 'ortak öneriye' karşı koymakta yetersız kalmıştır. 1989 direktifi böylece, temelde değişmemiş, ortak öneri. gelişme sağlayamadığı gibı, >enı sorunla- ra da yanıt getirmemiştir. Avrupa Birliği üyeliğine aday olan Macaristan, Çek Cumhuriye- tı ve Polonya için, AB ile sınır ta- nımayan telev izyon direktıflenyle ilgili olarak, bu dırektiflere kendi iç yasalannın geçerii olması koşu- luyla katılmalan göriişme konusu olmuştu. Ancak VVashington. sözü geçen ülkeleri Avrupa Kalkınma ve lşbınlği OECD'ye girmelerine karşı çıkmakla tehdit etmiş ve bu ülkeler arasında sadece Polonya bu tehdide boyun eğmeyi reddet- miştı. Bununla birliktebuüç ülke- de Amerikan filmlerinin pazar pa- yı şimdiden >üzde 90'ın üzerinde bulunmaktadır. Hollyvvood saldı- nsının ikıncı bölümü yatınmlarla ilgılidir. Time Warner-Turner, Dis- ney-ABC, Westınghouse-CBS gı- bı dev kuruluşlar stüdyolar satın alarak. çok amaçlı salonlar ınşa ederek. kablolu şebekelerde yer alarak ve yerel kuruluşlarla ortak- lıklar kurarak Avrupa"daki varlık- lannı hızla arttırmaktadırlar. 1981 "de 2.1 mılyar dolar olan açık. 1995'te 6.3 mılyar dolan aşmıştır. Amerika'nın bu alandaki baskısı- nı uluslararası örgütlerde de gör- mek mümkündür. Bu, öncelikli olarak OECD bünyesinde ve sa- dece ulusal prodüksıyonlara ven- len sübvansıyonlan kaldıran yatı- nmlar üzerine anlaşma (AMI) gö- rüşmelen çerçevesınde ortaya çık- mıştır. Bu konuda Birleşik Ame- rika'nın hedefi, Avrupa'dakı yatı- nmlannın ulusal ve Avrupalı mu- amelesi görmesıni, böylece de or- taklık ve ulusal yardım sistemleri içinde (medya programlan, Fran- sa"daki destek fonlan) yer alması- nı sağlamaktır. Büyük Amerikan gruplannın çıkar sağladıklan 'kiU- türün metalaşünlmasr silındiri karşısında Avrupa ve Amenkan önerilerine imza koyan hükümet- ler. büyük audiovısuel gruplardan farklı tepki göstermek zorundadrr- lar. Ama öncelikle gerçek bir Av- rupa prodüksiyonu ve görünrii ya- ratma endüstrisinin ortaya konul- ması gereklidir. Avrupa audiovi- suel endüstrisi iç gayn safı hasıla- nın sadece binde 3'ten daha azını harekete geçirebilmektedır. Öte yandan 40 ülkeyı bünyesinde ba- nndıran Avrupa Konseyi bu konu- da sürekli bir gelişmenin gerçek- leştirilmesi için. neden 1992 Rio Konferansı türünde bir dünya gö- rüntü zirvesı düzenlemeyı düşün- memektedır sorusu sorulmalıdır. Böyle bir zirvenin gerçekleşmesi durumunda sanatçılar, yazarlar, hukukçular, araştırmacılar, pro- düktörler telif haklannın copy- right temeli yerine, moral hukuk temelinde tanımlanması konusun- da çalışma olanağı bulabilecekler- dir. Avrupa'nın uygarlık iddıası, yeni bir kamusal ifade. yaratı, >ıırttaşlık ve iş alanının keşfıne ve yapılanmasına bağlıdır. Oyle bir alan ki. orada ayrımsız. insanlığm tüm zenginlıklen çoğalsın ve yine orada yerel. ulusal ve uluslararası kültür konusunda sosyal v e kamu- sal sorumluluklar ifade edılsin. Bugüne kadar bu alanda söz sahi- bi olanlar paranın ve iktidann ca- zibesınde idiler. Oysa şimdi toplu- mun başka yakıta gereksinimi v ar. JACKRALİTE (Le Monde Diplomatigue) Focus 'un Türkiye değerlendirmesi: Bardak dolduÇeviri Servisi - Türkiye'deki gelişmelen yakından takip eden Alman basınının bir organı olan Focus dergısi. Türkiye'deki son gelişmelen değerlendırdi. Türk Ordusu videolu brifingler ve ticari ambargolar ile Islamcılara karşı tavnnı açıkça ortaya koydu ve Ankara sokaklannda hafif hafif darbe rüzgârlan esiyor diye başlav an haberde, halkın büyük bir kısmının ordunun ola>lara net bir şekilde el atacağı günü merak edıyor, hatta bunun da ötesinde bekliyor olduğu da belirtiliyor. Politikacılann halkta da orduda da tüm kredilerini tükettikleri Türkiye'de, Islamcı Başbakan Erbakan ile politik skandallanyla gündemi tutan yardımcısı Çiller'in aylardır politik seviye ve kalıteyi düşürdükleri, ancak hükümetin açık bir şekilde rejimi değiştirme çabası içıne girmesinin ve tüm uyanlara rağmen tavnnda bir değişıklik yapmamasının bardağı taşıran damla olduğu vurgulanıyor. Dergide, geçen hafta içinde verilen brifinglerde, ordunun REFAHYOL hükümetiyle ilgili olarak başlangıcından itibaren belge toplamış olduğu ve Türkiye'de rejim karşıtı kişi ve kurumlann kimlikleriyle para kaynaklan hakkında detaylı .bilgiye sahip olduğu ifade ediliyor. Aynca bu bilgi ve belgelerden oluşan 3 bin video kasetinin de ordu tarafından devlet televizyonuna ve özel televizyonlara dağıtılacağı belirtiliyor. Focus, ordunun Refah Partısi'ne karşı takındığı tavnn en önemli gerekçelerini de şöyle sıralamış: - Türk ulusal kimliği dini bir kimlik ile değiştirilmek istenivor. - Ülkede 5 bine yakın tarikat lideri ve şeyh fıilen rejim karşıtı propaganda yapıyor. - İslamcılar: PKK temsilcileri, Iran. Sudan, Suudi Arabistan ve Lıbya ile işbirliği içindeler. - 561 tmam-hatip lisesinden yetişen ögrencilerin gelecekteki sayılan ve ideolojik tutumlan bir tehlike haline dönüşüyor. - 19 gazete, 110 dergi, 51 radyo istasyonu, 20 televizyon kanalı ile lslamcı medya ülkede adeta cihat çağnsı yapıyor. - Refah Partisi; ideolojik ve finansiyel anlamda Suudi Arabistan, Libya ve Iran tarafından destekleniyor. - Refah Partisi Almanya'da da dini eğitim veren okullar açarak finans kaynaklan yaratıyorlar. Türk generallerinin, hükümetin bu gelişmeler karşısında bütün uyanlara rağmen sessiz sedasız kalması sonucunda kendini iç yönetmeliği gereğince devreye girmek zorunda hissetmesi, dergiye göre Türk halkı tarafından da -küçük bir azınlık dışında- yadırganmıyor, hatta laiklik yanlılannın uzun süredir bekledığı bir tutum. Ordunun brifingleri sırasında 100 kadar lslamcı sanayici ve firmanın kara listeye alındığının da anlatıldığı haberde, kronikleşen bu kriz karşısında askerin gerekirse silahla müdahale ederiz dediği de vurgulanıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle