Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22MAY1S 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
KİTAP TIRTILI SELtM İLERİ
Bütün sinema bir Idtapta!0 zamanlar ille sinema oyun-
cusu olmak isterdim. Bu istek
gcnlümü nereden çelmişti, bil-
m-yonım.
Beyoğlu sinemalan, hele yer-
li •llmler, bana büyüleyici gelir-
di Gerçi yerli fîlmlere pek götü-
rüjnüyordum, ama gizli gizli,
Aıüstmecmuasıalıyordum. Ka-
pa|ı beş renkli dergi. Kapakta da
ya Muhterem Nur. ya Beigin Do-
ruk_
3ir gün Göksel Arsq>' olaca-
ğım konusunda kesin inançlıy-
dım. Sonra kendi başıma sine-
rmva gidınce uzun yıllar hiçbir
Türk filmini kaçırmadım. Jönp-
römıye olma ülküm de işte öyle-
ce »ndü gitti. Ne çok uzun boy-
lujdum, ne atletik, ne kumral dal-
galı saçlı, ne yeşil gözlü...
Bununla birlikte Tüık sinema-
sına tutkum kolay kolay dinece-
ğe benzemiyordu. Yalnız gördü-
ğüm fılmlerle yetinemiyordum
artık. Bu sinemanın geçmişını,
tanhıni de merak ediyordum.
1962'de yayımlanmış bir kita-
bı harçlığımı biriktire biriktire
edinecektim: "Ciltsiz 10 Kra._"
Yazan: Nijat (hayir hayır, 'd'
ilei... Nijad Özön. Eserin adı:
Türk Sineması Tarihi (Dünden
Bugüne) 1896-1960. Artıst Rek-
lamOrtaklığı Yayınlan'ncaoku-
ra sunulmuş. Bakın. bize göre sol
alt köşede telefon numaralan var
22 53 88/22 63 30/49 58 47...
Bu son numara Beyoğlu tarafın-
da olmalı.
Sayfayı çeviriyorsunuz, "tçin-
dekfler"başlıyor. Içindekiler. ay-
nntılı altbaşlıklarla bezenerek
saptanrruş: Sinemanın Türkiye'ye
girişi, llk Adımlar. Lumiere ope-
ratörleri Tûrkiye'de. sarayda si-
nema...
Geçmişi öğreniyonım
Geçmışı öğrenıyordum, hem
de Nijad Özön'ün gerçekten et-
kileyici anlanmından. 'Taçhlar'ın
sinemayagösterdikleri ilgiyi öğ-
renıyordum. Viyana'da İmpara-
tor Franz Josef, Madrid'de Kra-
liçe Marie-Amelie 'sinematog-
raT denılen göstenlerde hazır
bulunuyorlardı.
tı AygeOsmanoğhı, Yıldız'da. sa-
rayda, kapkaranhk, hepsi birer
ikişer dakikalık filmler gördüğü-
nü hatırlıyordu. Nihayet 1908'de
Tepebaşı'nda ılk sineraa salonu
Pathe açılır.
Bunlarönbilgiler. Nijad Özön,
sayfalar geçtikçe, Türk sinema
tarihinin öyküsünü anlatmaya ko-
yulur. O sayfalar başlar başla-
maz, bir sinema salonunda oldu-
ğumu düşünürûm; belki Lüks,
belki Lâle. Kurtuluş'taki Yeni At-
las da olabilir. Işıklar karanr ve
benim görmediğim filmler baş-
lar.
Aslında Muhsin Ertuğrul'un
yönettiğı bazı fılmleri görmedim
değil. Şehvet Kurbanu Kahvcci
Güzeli, Aysel Bataklı Damın Kı-
n65 sonrasında Sınematek'te iz-
lediğim fılmlerdir. Cahide Son-
ku'nun şaşaah güzelliği belleği-
me ilk öyle yerleşmiştir.
Kahveci Güzeli'nde Münir Nu-
rettin'in masal kahramanı jönp-
römiyelıği, sinema oyuncusu ol-
saydım benim de nasıl fotoğraf
^962'de yayımlanmış bir kitabı harçlığımı biriktire biriktire edinecektim:Yazan Nijad
Özön. Eserin adı: Türk Sineması Tarihi (Dünden Bugüne) 1896-1960. İçindekiler,
aynntılı altbaşlıklarla bezenerek saptanmış. Sinemanın Türkiye'ye girişi, llk Adımlar
Lumiere operatörleri Türkiye'de, sarayda sinema... Geçmişi öğreniyordum, Nijad
Özön'ün gerçekten etkileyici anlatımından. 'Gerçek' Türk sinema
tarihinin öyküsünü....
Tadımlık"(...) bu küçük burjuva tipi, 1954'ten
başlayarak Beigin Doruk tarafindan
gûnümüze kadar devam ettirildi.
Doruk'un başlangıçtaki bir iki filmiyle
sonradan çevirdiği Binnaz (1959) adlı
tarihsel filmi ya da Gece Kuşu (1960)
gibi 'erkekkşmiş kadm' tipi modasına
uyarak çevirdiği filmi bir yana
bırakıliesa. öbür bütün filmleri, hali vakti
yerinde, bir ailenin 'romantik', bazen de
acılı aşk serüvenlennc kendini kapüran
'cici krâ'nı veriyordu. Doruk, aynı
zamanda son yıllar içinde yılltk ortalama
filmi yanm düzinenin üstünde kalacak
kadar verimli olan birkaç
oyuncusundandı.
"Aynı tipin tcmsilcileri arasında. 1955-
57 yıllannda bir aralık perdede görünüp
sonra kaybolan başanlı bir oyuncu,
Deniz TanyeJi (Akad: Meçhul Kadın,
KalbimİD Şarkuı; Seden: tntikam Alevi,
Berduş») yer alıyordu. Bu tipin bir başka
çeşidi: Güzel, şık, fakat 'dejenerc'
burjuva kadmının ve cinsiyetmin
temsilcileri (hatta bazen bu tipin
tamamıyla düşmüş kadın çeşidi)
1957'den başlayarak beyazperdeye geçen
Çolpan llhan (Smnalı: Kameryalı Kadın,
Akad: Zfimrüt, Yalmzlar RıhümL-)
oadan daha geniş ölçüde de son birkaç
vti içindeki filmleriyle (Orhan Elmas:
Cç Kizın Hikâyesi. Un: Ayşecik,
Batıbeki: Ölüm Pertksi) Leyla Sayar
oîdular. (...)"
Nijad Özön, Türk Sineması Tarihi
(1962).
'vereceğimi' belgeler sanki...
Nijad Özön sonra 'Tiyatrocu-
lar' dönemini kapatır, 'GeçişÇa-
ğı'nı anlatmaya koyulur. Bu say-
falan okurum okumasına, fakat
1950 sonrasına yönelik o büyük
heyecanı duymaksızın. Çürikü.
1950 sonrasıyla birlikte kişisel
sinema tarihim başlar!
Bu kişisel sinema tarihinin en
büyük fantazyasını Taksim sine-
masının kapısındaki dev afişler
oluşturur. Cihangir'de oturuyo-
ruz, sık sık Taksim'e çıkıyoruz.
Taksim sinemasınm çökkün bir
sinema olduğu konusunda ailem
düşünce birliğine varmış. Büyük-
lerim, yazık ki o harikulâde bez
afişlerin estetiğıni ahmlayamı-
yorlar. 1956-1960 arası bu afîş-
lerden kaçını belleğime yerleşti-
rebilirim? Hepı topu dört yıl ama.
Taksim sinemasınm bütün afiş-
leri bende gizemli bir tat bırakı-
yor. Nijad Özön işte o filmleri
anlatıyor.
Filmler arasında
Türk sineması tarihi, siyah- be-
yaz fotoğraflarla bezenmiş bir ki-
tapnr. Gerçi saman kâğıda, üçün-
cü hamura basılmıştır, ama fo-
toğraflar yine de kalbi oynatır.
Efelerin Efesi'nde genç bir
adam, Ayfer Feray'ı kollan ara-
sında taşımaktadır. Ayfer Feray ga-
liba ölmüştür. Uzun saçlan top-
rağa sarkar. (Efelerin Efesi'nin
afişi miydi Taksim sinemasın-
dan aklımda kalanlardan biri?
Sanmam. O galiba başka 'efe'li
bir filmdi ve afışte Evrim Fer
ilüsrrasyona dönüşmüştü.)
Nijad Özön yazıyor: "Anbur-
nu'nun ondan (Kanlt Para) son-
rald rejisörlüğü, Zeki Müren'B,
Bekfcnen Şarkı'da (1953-54)_^
İşte şimdi de Şan sineması. Şan si-
nemasının kapısında Beklenen
Şarkı'nm afışi. l stetik bu filmin
fragmarunı görmüştüm: Zeki Mü-
ren yağmurlu bir gecede. bir köşk
kapısından çıkıp gidiyordu.
Nijad Özön yazıyor "Katil,
bir düzene kurban 0dip hapse
aülan delikanlının, masumluğu-
nu ispat etmek iizere hapisten
kaçmasL.." Fotoğrafta Güüstan
Güzey, bir çamaşır leğeni başın-
da, saçlannı oyalı yemenı örtüyor,
yüzü adamakıllı üzgün, çevre-
sinde kadınlar
K.im bu kadınlar? Şimdi ner-
deler? Yaşıyorlarmı? Yaşıyorlar-
sa, hayat-hikâyelerinde neler olup
bıtıyor. Şu sağdaki MuaDaSürer
olabilir, fakat ne kadar genç! Göz-
lerde şeytansılık.
(Mutlaka Mualla Sürer olma-
lı. Yıllar önce, bir film şirketi ya-
zıhanesinde "Meslek hayatımı
Lütfi AkadBey'eborçhı>nm_" de-
mişti bana. Demek Katil'de bir-
likte çalışmişlar.)
Katil'e ilişkin bütün bilgim,
Nijad Özön'ün yazdıklan. Oyle
geliyor ki bana. Türk sineması
tarihi yazılmasaydı eski Türk
filmleri büsbütün öksüz kalacak-
'Sazh Damın KahpesT
Adı Sazh Damın Kahpesi olan
o filmin afışini daha dün gibi ha-
tırlıyorum. Gözümü'n önünde.
Nijad Özön'ün eseri olmasaydı,
bu film hakkında en küçük birbil-
gi edinemeyecektim:
"(Muharrem) Gürses'in me-
lodramlanndabOinçli\ada bflinç-
siz, kökleri daha derinlere doğnı
inen. doğululara özgü bir acüık,
eziklik \ardı: Bir fürlü gerilikten,
baskıdan kurtulamamış bir top-
lumun yan-hayvan >araüklan,
ancak 'kader'leaçıklajabildikJe-
ri sayısa dertlerle, beialarla kar-
şılaşıyoriar,oraya buraya itili>or-
tar.toptumunkenanndarutunma-
ya çalışiNoriar. ha>\uncıl bir iç-
güdüyle yasamakla ayak dirhor-
lardJ'
Bir de fotoğraf, at üstünde si-
yah gözlüklü, binici kıyafetli Gö-
nül Bayhan,elinde kırbaç, başör-
tülü ve şalvarlı köylü kızına hay-
li küçümseyerek bakıyor. (Kim-
bilir kaç yıl sonra televizyon prog-
ramında yine Gönül Bayhan; bu
kez ucuz otel köşesinde unutul-
muş, alkole sığınmış, yan aç...)
Nijad Özön'ün usta sinemacı
saydığı adlar Akad'la başlıyor,
Metin Erksan'la, AOfV ılmaz'la,
Osman Seden'le. Memduh Cn'le,
"eteştirmcnlikten sinemacıbğa ge-
çenengenç rejisörümüz'' Haüt Re-
fiğ'le sürüyor. Çok şükür, bu >ö-
netmenlerin handiyse bütün film-
lerini izlemişimdir.
Orada Türk Sineması Tari-
hi'nde, bir bakıma seyircinin bü-
tün gönül tarihi de saklı duruyor.
Dedim ya, bu eser, bizi çekip ne-
relere götürebilir.
Nijad Özön, Ayşecik filmi üze-
rinde duruyor. Ayşecik, kitabın ya-
yımlanış tarihine göre hayli yeni
fılmdir. Yazar nasıl bir iz bıraka-
cagını daha o zamandan saptar.
Çok incelikli bir çözümlemeyi
sürdürür.
Düşünüyorum da yaşı kırkı aş-
kmlann hayatında bu filmin na-
sıl bir anlamı kalmıştır, açık se-
çik kestiremiyorum. Şöyle ya da
böyle, yine de 'anlam' söz konu-
su.
Ayşecik'i biz Lüks sinemasın-
da seyretmiştik. (Lüks şimdi Tat-
lıses Lahmacune^ oldu.) Dört
beş çocuk, komşumuz Melahat
Hanım, hepimiz locada oturu-
yorduk. Zeynep Degjrmencioğlu
mahalle>
r
i birbırine kaüyor, yara-
mazlığıyla yaka silktiriyor, son-
ra da bir güzel ağlatıyordu özve-
risiyle, çocukluğunun yüce gön-
lüyle.
Ayşecik'i Memduh On yönet-
miş. Senaryosu Kcmakttin Tlığ-
cu'nun birromanından yola çıkı-
larak yazılmıştır sanınm. Her-
halde Hamdi Değirmencioğlu
yazmıştır.
Hamdi Bey'le yıllar yılı Teşvi-
kiye'de aynı apartmanda oturduk.
Senaryolar tasarlarken ne kadar
duygusallaşırdı, gözyaşlannı tu-
tamazdj bazen. Ne kadar çok si-
gara içerdi, benden de çok. lnsan-
lann gözyaşlanndan sonra.. ama
ille gözyaşlanndan sonra mutlu-
luga kavuşmasını istçrdi. Bütün
senaryolan öyle.
Aslında 'gerçek' Türk sinema-
sınm tarihi de öyje. Bu konuda-
kitekeserNijadÖzön'ünki. Bil-
mem yeniden yayımlandı mı?
Okur için, sinemamızı anlamak
istcyenler için hemen hemen tek
belge. Yalnızca bir 'tarih' aktar-
mıyor, bir 'gönül tarihi', "duygu
tarihi' de sunuyor...
Mürik
ansızm
• Uzun süre hastahkla mücadele
ettikten sonra 42 yaşında ölen
ünlü çellist Jacqueline du Pre'nin
yaşamı film oluyor.
Kiiltür Senisi - Şöhretinin doruğundayken 42
yaşında doku sertleşmesinden ölen ünlü çellist
Jacqueline du Pre'nin yaşamı film oluyor. Mü-
zisyeni, "Dalgaları Aşmak" filmindeki rolüyle
bu yıl Oscar'a aday gösterilen Emih \Vatson
canlandıracak.
Hastahkla uzun bir süre mücadele ettikten
sonra bundan 10 yıl önce yaşamını yitiren Jac-
queline du Pre'yle ilgili iki biyografi de bir sü-
re önce tngiltere'de yayımlandı.
Sanatçının erkek kardeşi Piers ile kız karde-
şi Hillary'nın imzasını taşıyan "Ailede Bir Dâ-
hi", yaşamını konu alan fılme temel oluşruru-
yor. Jacqueline de Pre'nin arkadaşı Elizabettı \VQ-
son'ın yazdığı öteki kitap ise sanatçının eşı or-
kestra şefi Daniel Barenboim'ın yazara verdiği
çeşitli yazı ve mektuplardan oluşuyor.
Jacqueline de Pre'nin görkemli müzik kari-
yerini, hastahğını ve yaşadığı zorluklan konu alan
film, sanatçının ailesinin yaşadığı sıkıntılara da
eğiliyor. Senaryo yazan Frank Cottrell Bo>'ce,
"Önce başansı. sonra hastalığı ailesini yoğun bir
biçünde etküedi" diyor. Film, ağırlıklı olarak
Jacqueline ile kendisinden iki yaş büyük olan ab-
lası Hillary'nin ilişkilerinde odaklanıyor.
Jacqueline'den önce yıldızı parlayan bir flü-
tist olan Hillary, 19 yaşında evlendiğinde mü-
zikal kariyerini bırakmıştı. Boyce. "HiDary,Jac-
kie'nin müzik dünyasındald başansını kıskanır-
ken Jackie de aMasının kurduğu aik düzenini kıs-
kanıyordu" dıyor.
Çok yetenekli, gflçlfi ve tutkuluydu
Filmin yönetmeni Anand Tücker, iki kızkar-
deşin yaşamındaki belirleyici anlann fılmde de
yeralacağını söylüyor. tkilinin Surrey'de katıl-
dığı bir yanşmada Jacqueline'nin perfonnansı-
nın daha çok beğenilmesinin ardından Lond-
ra'daki ünlü Wigmore Hall'da verdikleri bir re-
sitalde Hillary'nin performansının Jacqueli-
ne'nin aldığı muhteşem alkışla gölgelenmesi, kız
kardeşlerin yaşam tarzlannın belirienmesinde et-
Şöhretinin
doruğundayken
ölen Jacqueline
du Pre 'yi Emily
Watson (üstte)
oynayacak.
Kardeşlerinin
yazdığı biyografi
Jılme kaynak
olmnş.
ken olmuş.
Yönetmen Tucker, "Wigmore Hall'deki resi-
talde, Hillary'nin sahnc\i terk etmekten başka
seçeneği kalmamıştL O günden sonra ömür bo-
yu Jackie'nin gölgesinde kalacağı belli obnuştu"
diyor.
Jacqueline du Pre, çok yetenekli birmüzisyen
ve güçlü, tutkulu bir kadındı. Orkestra şefi Da-
niel Barenboim ile evlendikten sonra ailesinin
karşı çıkmasma karşın Yahudi olmayı seçen sa-
natçı. ölümünden bir süre önce ailesini Yahudi
düşmanı olmakla suçlamış, hara Yahudi aksa-
nıyla konuşmaya başlamıştı. Kansının hastalı-
ğı sırasında pıyanist Heiena Bachkirev ile iliş-
kisi olan Daniel Barenboim, "Kitaplan da fil-
mi de beğenirim umanm" diyor. "Tek isteğim,
Jacqueline'nin imajının gerçekte olduğu gibi ak-
tanlabilmesL" Jacqueline du Pre'nin yaşamını
konu alan Fılme hazırlanan Emily Watson, çel-
lo dersleri almaya başlamış. Filmde, ünlü mü-
zisyenin GD'lerinden kayıtlar kullanılmayacak.
Zeynep Hanlarova
Türkiye turnesinde
Költür Servisi - Bakü
Operası sanatçısı,
ülkemizde 'Reyhan',
'Arzu Kıznn',
'Annemin Sesi',
'Azerbaycan Kızıvam'
gibi şarkılanyla tanınan
Zeynep Hanlarova, 25
mayıs- 11 haziran
tarihleri arasında
Türkiye tumesini
gerçekleştirecek.
Hanlarova, 'Dosthığa
Çağn' adıni taşıyan
turne kapsamında
Istanbul Açıkhava
Tiyatrosu (25 mayıs),
Ankara Atatürk Spor
Salonu (28 mayıs),
lzmir Atatürk Spor
Salonu (29 mayıs),
Denizli Açıkhava
Tiyatrosu (I haziran),
Antalya Açıkhava
Tiyatrosu (3 haziran),
Adana Mimar Sinan
ICültür Merkezi (6
haziran), Kayseri
Atatürk Stadyumu (8
haziran) ve Kars Şehir
Stadı'nda (11 haziran)
konserler verecek.
Dünyanın 80'e yakın
ülkesinde 30'a yakın
dille şarkılar söyleyip
opera ve Türk sanat
müziğinin klasik
eserlerini ve
Azerbaycan halk
türkülerini
sanatseverlere sunan
Hanlarova, Sovyetler
Birliği'nde plaklan en
çok satan sanatçı
unvanmı taşıyor.
En büyük unvan olan
'Halk Sanatçısı'
unvanmı alan ilk kadın
sanatçı olan Hanlarova,
sanat hayatının yanı
sıra, halk sorunlanyla
da yakından ilgilenen
bir sanatçı. 19 ocak
günü Rus tanklannın
Bakü'ye girmesini
protesto eden ve
yapılan mitingte
komünist parti üye
kartını yakıp takibata
uğrayan sanatçı, bir yıl
boyunca yas tutarak
eserlerinin yayınını
yasakladı.
Bu arada yapılan
seçimlerde
Azerbaycan'ın bütün
illerinden teklif aldı ve
yeniden milletvekili
seçildi.
1991'deAbdilpekçi
Konser Salonu'nda 22
bin kişinin önünde bir
konser veren
Hanlarova,
Türkiye'deki yeni
konserleriyle
dinleyicilerine dostluk
mesajı verecek.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
İki Çarpı İki, Beş de
Edebilip...
Bertolt Brecht, 1937 yılında kaleme aldığı "Ak-
lın Direnme Gücü Üzerine" başlıklı yazısının bir
yerinde şöyle der: "Aklın körelmişliği, uygun amç-
lar kullanılarak geniş kapsamlı bir biçimde örgüt-
lendirilebilir. Belli koşullaraltında insan, nasıliki çar-
pı ikinin dört ettiğini öğrenmişse beş ettiğini de öğ-
renebilir."
O yıllarda Brecht, bu satırlan faşizme getirdiği eleş-
tiri bağlamında, faşızmin kitlelere nasıl yayıldığını
anlatmak amacıyla yazmıştı. Ancak bu satırlarda
dile getirilen gerçek, belli bir tarihsel dönemle ya
da olguyla sınıriı olmanın çok ötesindedir; söyle-
nenlerin özünde, uygun araçlar kullanıldığında, or-
tamın koşullan iyi değerlendirildiğinde, kitlelerin en
büyük yanlışlara bile kolaylıkla inandırılabileceği
saptaması yatmaktadır.
Bugün Türkiye'de sorulmakta olan -demokrasi-
nin neden gerektiği gibi işlemediği, insan haklan-
nın neden bir bilince dönüşmediği, sokaktaki ada-
mın hakkını korumaya neden hiçbir yönetimin ya-
naşmadığı, "iktidar"'ve "murıatefef"kavramlannın
nasıl bunca yozlaşabildiği vb. pek çok sorunun
gerçek yanıtını da aslında biraz yukanda Brecht'ten
yaptığımız alıntıda bulabilmek olasıdır. Bunun için
Osmanlı'nın yüzyıllan ve Atatürk sonrasının on yıl-
lan boyunca özellikle Anadolu halkının hangi amaç-
lar için ne kapsamda örgütlendırilmiş olduğuna
dikkatlice bakmak yeterlidir.
Daha kurucusu Osman Bey'den başlayarak,
Anadolu'daki Türk beyliklerini birer birer ortadan
kaldırmayı başlıca hedef edinen, böylece impara-
torluğun harcından Türk unsurunu hep uzak tu-
tan Osmanlı, halka da ancak bir araç gözüyle ha-
nedanın ününe savaşlarda ün katmak için ölmek-
le görevli bir araç gözüyle bakabilirdi. Osmanlı'nın
kendi sarayında ve o sarayın yakın çevresinde eği-
time görece bir önem verirken, yüzyıllar boyunca
halkı eğitilmesine değil, tam tersine, hiç eğitilme-
mesine, hep hurafeler ve kör inançlar içerisinde ya-
şamasına dikkat etmiş oluşu, halka yönelik bu ba-
kış açısından kaynaklanmadır.
Kısaca söylemek gerekirse, dili bile Acem-Arap
egemenliğindeki Osmanlı hanedanı, geniş halk kit-
lelerini hep iki çarpı ikinin dört değil, beş ettiğıne
inandırmayı hedeflemiş, kendi iktidarının "aydın-
lık" geleceğini hep halkın karanlıklarda kalmasın-
daaramıştır. Bu bağlamdaTanzimat'la birlikte "dev-
/ef'eliyle başlatılan kırhi "ayd/n/anma"girişimlerı-
nin doğası da fikir verebilecek niteliktedir: Tanzi-
mat'la birlikte kurulması düşünülen ve kısmen de
kurulan ilk "modern" eğıtim kurumları, ordunun
eğitimi düşünülerekoluşturulmuşkurumlardır. Bu-
nun nedeni, Batı'nın artık belli bir teknolojiye da-
yanan savaş sanatı karşısında Osmanlı'nın yenil-
gilerini durdurma çabasıdır. Buna karşılık aynı Tan-
zimat, halkın aygın eğitimi bağlamında herhangi bir
adım atmayı düşünmemiştir bile.
Bu körlüğü içerisinde Osmanlı, Batı'nın askeri gü-
cünün temelinde Rönesans'tan, Aydınlanma Ça-
ğı'ndan ve Fransız Ihtilali'nden süzütüp gelmiş bif-
kitlesel eğitilmişliğin yattığını hiç görememiştir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün bu tarihsel koşul-
lar ve gerçekler karşısında yeni devleti Türkiye Cum-
huriyeti"olarak kurması, Osmanlı olan her şeyi yü-
rürlükten kaldırması dışlayıcılıktan, şovenızmden
uzak bir ulus bilincini yerteştinmeyı hedeflemesi ve
nihayet aydınlanmayı ve eğitilmeyi Türkiye Cum-
huriyeti'nin sınırian içersinde yaşayan herkes için
öngörmesi, bilimi hayatta en hakiki aydınlatıcı ya
da yol gösterici sayarak, iki çarpı ikinin yalnızca dört
edebileceğini anlamayı ve anlatmayı bu çağın in-
sanı olmanın koşulu sayması, "nesnenin doğası"
gereğidir.
Atatürk'ün büyük güçlüğü, bu hedeflerini he-
men bütün yollann örümcek ağlarıyla tıkanmış ol-
duğu bir ortamda gerçekleştirmek zorunda kal-
masıydı. Bu nedenle Atatürk, "Kuruluş" aşaması
için evrimi değil, fakat devrimleri öngörmüştür...
Çok partili demokrasiye geçişin ardından izlenen
yol ise, bu yoldan çok farklı oldu. Her yılın Mayıs
ayında iktidara gelişinin yıldönümü "demokrasi
bayramı" aldatmacasıyla sunulan Demokrat Par-
ti, oy avcılığı amacıyla demokrasinin işleyişinin ön
koşulu olan "kitleselaydınlanma"^ çok kısa süre-
de "kitlesel aldatmaca"ya çevirdi. 1950 seçimle-
rinde Türk halkının sandık aracılığıyla iktidarı de-
ğiştiımesi, demokrasinin bir zaferiydi; bu yolla ik-
tidara gelen Demokrat Parti'nin yolu ise zaman
içerisinde demokrasinin utancına dönüştü! Bun-
lar, birbirinden çok dikkatle ayrı tutulması gereken
iki olgudur.
Her mayıs ayında bağdaşmaz bu iki olguyu ay-
nı potaya yerleştirip "demokrasi bayramı" adı al-
tındasunmak, kendini "demokrat Parti'nin halefi"
ilan etmeyi yüzakı saymak, Türkiye'de iki çarpı iki-
nin beş ettiğini kanıtlama çabalannın ne kadar ba-
şanlı olduğunun kanıtıdır. Ve kimi karanlıklar. çar-
pım cetvelinin en basit işlemlerini doğru yapmayı
bile güçleştirecek kadar yoğun olabilir...
TftATRO FESTt\ALİNDE BUGÜN
• Bir Ata Krallığun. Şehır Tıyatrolan'nın o>oınu
saat 21.30"da Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, Kral
Lear Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun oyunu saat saat
19.30'da Aya Irini'de yer alıyor.
TİY4TRO FESTtVALİNDE BUGÜN
• Bir Ata KraJlığım. Şehir Tiyatrolan'nın oyunu
saat 21.30'da Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, Kral
Lear, Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun oyunu Aya
Irini'de saat 19.30'da , Everest My Lord
Kumpanya'nın oyunu saat 22.30'da Gihangir
Parkı'ndaizlenebilir.
BUGUN
• AKSANAT'ta saat 12.30'da F. Zefirellf nin yönettiği
•Hamkt' filminin vıdeo gösterisi, saat 17.00'da Dr.
Cevat Çapan'ın katıldığı 'Shakespeare' yorumlan
başlıklı konferans izlenebılir.
• TARANTA BABU KÜLTÜR MERKEZİ nde saat
15.30'da Steven Spielberg'in yönettiğı 'Schindler'in
Listesi' adlı film, saat 19.00'da Gediz Akdenız'ın
katıldığı 'Evrenin Standart Oiuşum Modeü Açık mı'
başlıklı konferans yer alıyor.
• BEKSAV'da saat 19.00'da Arjantin annelennin
kayıplar mücadelesınin anlatıldığı Jeannine
Meerapfel'in yönettiğı 'La Amiga- Arkadaş' adlı film
izlenebilir.
• CHPGENÇLtK KOLLAR1 Saat 19 OO'da
"Toplumsal Değişim ve Dinamikler" konulu toplantıda
gazetemiz yazarı Prof. Taner Berksoy'u konuk ediyor.