23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16MAYIS1997CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 'Bound', 'yeni-kara film' türünde, yeni bir kardeş yönetmen ikilisini haberliyor Kadııım fendi, mafyayı yendi!Asansörde rastlaşıp 'kesişen' ıki ka- dın. Biri, Chigaco mafyası için kara pa- ra aklayan gangster Caesar'ın (Joe Pan- toliano) 5 yıldır metresı. sımsıkı, dara- cık giysilerini çekiştire çekiştire ortalar- da dolanan, kısık seslı, boyalı bebek yüzlü, yuvarlak hatlara sahıp. akça pak- ça, dolgun ama donuk bir seks yastığı izlenimi veren, baştan çıkancı 'meşum kadın' Vıolet (Jennifer Tilly). Öteki, bir erkek yüzünden (hırsızlıktan) içeri dü- şüp 5 yıl yattığı hapishaneden yeni çık- mış, erkeklere güvensiz. kendine yeten ve giderek baştan çıkanlma önerisine karşı koymadığı. seks bombası, rûküş, bayağı Violet'in (yine mafyaya ait), in- ce duvarlı yan dairesinde çalışan. tesi- satçı-boyacı badanacı komşusu, kapka- ra deri giysiler, postallar içinde, döv- meli, metalci, bıçkın. becerikli tamirat- çı Corky (Gina Gershon). Lezbiyen ikili işbaşında Chicagolu mafya ailesinde, baba Gı- no Marzzone'nin psikopat oğlu John- nie'den (Christopher Meloni), çetenın parasinı araklayan ve on soruya karşı on parmağı kerpetenle kesilerek işkencey- leöldürülen Shelly'ye(Barr>ı Kh«l)ka- dar çevredeki bütün erkeklenn başını döndüren, yere bakan yürek yakan. tat- minsiz metres, hırslı, seksi Violet'le, hard rock dınleyip kamyonet süren. kahveyi sütsüz koyu içen. pazulannı şi- şirip erkek gibi yumruk sallayan Corky'nin arasındaki elektriklenme. ateşh bir lezbiyen ilişkiye dönüşür gi- derek. Corky'ye tutulunca bir çırpıda Ca- esar'ı gönlünden çıkanp atan Violefin ikna ettıği, eski deneyımli hırsız Corky'nin tasarladığı plan tıkırtıkır iş- leyecek ve sonunda çetenin 2 milyon dolannı, zokayı vutan Caesar'dan hiley- le kapıp kaçan. gönül, fikir, güç daya- Tuhaf iliskiler Bound/Yönetmen, senaryo: Andy Wachowski, Larry Wachowski / Kamera: Bili Pope / Müzik: Don Davîs / Oyuncular: Gina Gershon, Jennifer Tilly, Joe Pantoliano, John B. Ryan, Christopher Meloni, BarryKivel/1996 ABD (Özen Fılm) nışmasındakı 'sevgili' kızlanmızın, kimsenin kimseye güvenmediği. kan, şiddet. ihanet. kandırmaca ve aldatma- cadan geçilmeyen. paranoyak bir suç dünyasındaki. ölümcül serüveni. maf- yaya kazık armayı göze alan bu cüret- kâr lezbiyen çiftin. çeteyi birbirine kır- dınp tüm maço erkeklere haddini bildi- ren zaferiyle pek alışılmadık, farklı bir mutlu sona bağlanacaktırkanlı finalde. Coen kardeşler'ın 'Kansız' adıyla 12 yıl önce seyrettığimiz ılk filmi 'Blood Sünple'ı hatırlatan, 1996 Deauvılle Fes- tivali'nde dikkati çekıp jüri ödülü de kazanmış 'Bound - Tuhaf İlişküer', git- gide 1990'lann en gözde türüne dönü- şen 'film noir-kara film'e yeni, çağdaş bir soluk getirmeye çalışan, sıkı, ilginç bir 'neo-film noir' denemesinin keyfıni verdı bıze. Anlatıcı bir dış sesten dinlediğimiz, seyırciyi yer yer klostrofobiye gark e- den. ışık-gölgelerin oynaştığı, kapalı. karanlık iç mekânlarda geçen ve bırta- kım geriye dönuşlere dayanan bir heye- can ve gerilim çeşitlemesi niteliğinde- ki bu serüven, 'kara fihn'in özellikleri- ni, standart klişelerini, bildik durum ve tiplemelerini tersyûz edip değiştirerek kiıllanıyor 'Blood Simple" kadar zengin, yoğun. sürükleyici ve etkileyici olama- sada. Senaryolanylaadlannı duyuran Chi- cagolu Andy ve Larry \Vachowski kar- deşlerin yazıp yönettiği, dogrusu bir 4 ük film'in acemiliklerinden oldukça ann- dınlmış 'Bound-Tuhaf İliskiler', (Ta\i- ani ve) Coen'lerden sonra. yetenekli. geleceğı parlak yeni bir kardeş yönet- men ikilisini haberliyor Amerikan si- nemasma. Türü iyice özümsemiş, her an seyir- ciye şaşırtmaca vermeyi benimsemiş yönetmen Wachowskı kardeşlerin, alı- şılmış erkek-kadın çift yerine, neredey- se yıldınm aşkıyla birbirine turulmuş, erkeklerden yana dertli. gözüpek iki ka- dın sevgilıyi karşımıza kahraman ola- rak sürdüğü 'Tuhaf llişkikr'.asap bozu- cu hatta huzursuz edıci. kıpır kıpır bir gerilim atmosferine tıkılarak tel tel ge- rildiğimiz heyecan kulvarlannda bir bu- çuk saatliğine koşuşturduğumuz, çatısı özenle çatılmış, entrikası saglam, tem- posu tıkınnda. oyunculuğu iyi, işlek ve sürükleyici kılınmış bir 'neo-film noir' denemesi sayılabılir. Geleneksel aşküçgeninin sacayakla- nnı değiştirip (Jennifer Tîlly'nin femme fatal, 'Shovvgirb'te dikkatimizi çekmiş çekici. Gina Gershon'un cool, yakışık- lı jön rolünü, aldatılan maço gangsteri de Jack Nicholson'ın gençliğini anım- satan Joe Pantoüano'nun üstlendığı), sürekli birbirleri için yanıp tutuşan iki kadının lezbiyen ilişkısinı fılmin oda- ğına yerleştiren Wachowski kardeşler, gişeyi sağlama alırken dozunda bırakıl- mış bu lezbiyenlik sosuyla da fılme renk ve çeşni katmışlar böylece. Çalımlı bir 'yeni-kara film' 'Rezervuar Köpekleri'nden 'Shalknv Grave- Mezanmı Derin Kaz'a kadar tü- rün yakın tarihlı. sıradışı örneklerini çağnştıran, kan, şiddet, gerilim, heye- can sarmahna dolandığımız 'Tuhaflliş- kiler\yalın öyküsünün yanı sıra, final- deki 5 yıllık metresi Violet tarafından kurşunlanmanm şaşkınlığıyla, yerlere saçılmış beyaz boyalann içine vurulup devrilen. kanı bembeyaz zemine dam- layıp kanşan, ava giderken avlanan, kumaz ve habis Caesar'ın ölümü gibi şık. şıddetli sahnelerle bezeli. civelek, çalımlı bir görsel stile de sahip. Kana bulaşmış paralan tek tek yıkayıp kuru- layarak hanım hanımcık ütüleyen, maf- yaya ve lezbiyen kahramanlanmıza kar- şı ölümüne mücadeleye girişen gangs- ter Caesar't oynayan Joe Pantoü- ano'nun özellikJe sıvıildiği oyuncu kad- rosu, yazar-yönetmen Wachowski kar- deşlerin belli bircevher, özgünlük,ince- lık ve beceri içeren anlatımı ve görsel düzeyiyle, görmezden gelinemeyecek nitelikte, sıkı bir modern kara film ça- lışması çıktı özetle 'Tuhaf İliskiler'. Beklenmedik ilginçlıkte bir ilk film sayılacak bu 'Tuhaf tlişkiler', türün if- lah olmaz meraklılannı kesebilir bir yere kadar. 'Acı Şeker'de oğlan, babası ve kardeşi\ le yaşayan, -yeni insan'ı temsil «den sosyaJist bir genç (Rene Lavan).Kızsa bir an önce Küba'dan kaçıp ABD- Miami'\e kapağı atmaya bakan, muhalif bir dansçı (Mayte Vllan). Castro'nun yokluklar, kuyruklar tükesinde aşk Kıvrak Latin ezgilerinin eş- liğinde akıp geçen tanıtma ya- zılanndan sonra, resimdeki Fi- del'in purosunun yakıldığı. Havana'dan insan manzaralan sunan, siyah beyaz görüntüler- le açılan 'Azucar Amarga-Bit- ter Sugar - Acı Şeker', hayat hakkında tümüyle farklı görüş- lere. inançlara, beklentilere sa- hip iki Kübalı gencin hüsranla sonuçlanan aşkmı ve gerçek- leşmeyen hayallerinin öyküsü- nü anlatıyor görünürde. Havana doğumlu, 14yaşın- da kapağı Miami'ye atıp Nevv York'a yer- leşmiş, reklam ve te- levizyon filminden yetişip kendi Ameri- kan rüyasını gerçek- leştirmenin peşine düşerek Hollyvvo- od'da dikiş tutturma- ya uğraşan, Küba asıllı yönetmen Leon Ichaso'nun yazıp yö- .nettiği, ABD-Küba {?) yapımı 'Acı Şe- ker'in oğlanı, sık sık ölmüş kansının eski filmlerini seyreden, yeterince kazanama- yıp piyanistlik yapan, de\Tİmi yaşamış, huzursuz. müşterisiz ve yılgın ruh doktoru babası (Miguel Gutierrez) ve düzene muhalif. Che'yı ya da Roaul Castro'yu değil de John Len- non'u. Jimi Hendrhı'i tanıyan, •yönetimi protesto etmek için damanna AIDS virüsünü bile .şınngaedecek kadar öfkeli, öz- gürlükçü rock müzısyeni kar- deşiyle (Larry Vülanueva) bir- likte yaşayan, Castro rejimine •yürekten inanmış. Lenin oku- lundan mezun olur olmaz Prag'da öğrenimini sürdürece- ği bır devlet bursu kazanmış, geleceği parlak, yakışıklı, sos- yalist genç Gustavo (Rene La- van). Kızsa hayatını kuyruklar- da, yokluk içinde geçirmek is- temeyen, bir an önce annesiy- le birlikte Miami'ye kaçış planlan yapan, güzeller güze- li. dansçı Yolanda (Mayte \T- lan). Bütünüyle farklı dünyaya bakışlan, bu iki güzel gencin birbirlerine ölesıye âşık olma- lannı engelleyemez tabıi. Dil- ber Yolanda, Gustavo'vii bir- likte ABD'ye iltıca etmeye ik- na edemez bir türlü. Derken o Küba'nın Şeni insaru'nı temsil eden, devrımci altyapısı sag- lam genç kahramanımız, bir- den aç karnına idealizm olmu- yor diyen, kafası çok kanşık, Amerika ve köşeyi dönmek ha- Acı Seker Azucar Amarga - Bltter Sugar / Yönetmen: Leon lchaso / L. lchaso, Orestes Matacena / Kamera: Claudio Chea / Müzik: Manuel Tejada, Luîs Ferro / Oyuncular: Rene Lavan, Mayte Vılan, Miguel Gutierrez, Larry Vülanueva, Soreya As, Teresa Maria Rojas, Felix German, Luis Celeiro /1996 (Arcan Rlm). yalleri içindeki, bugulu gözlü sevgilisinin ve habire düzene. yönetime karşı yapılan protes- to göstenlerine katılıp kıyasıya dö^lerek tutuklanan. içeri atı- lan, Led Zeppelin'in mezan başında Stairways to Heaven şarkısını çalmasını isteyen kar- deşinin dolduruşlanna gelerek, ülkenin politik çöküşüne bızzat yakından tanık olarak 'gözûnü açıyor' ve Castro'ya suikasta ginşiyor... Mınn kınn düzen eleştirisi- nin gitgide yüksek perdeden seslendirildiği, Havana fonun- dakı Romeo-Jüliet\-ari", ma- sum bir aşk masalının klibim- si. sivah beyaz görüntülennden Castro karşıtı bir propaganda filmi boyutlanna atlayan 'Acı Şeker'; ifade özgürlüğünün ayaklar altına alındığı, polisin şiddetle gençliğın üstüne sal- dırtıldığı. gaddar bir yönetimin halkını tarih öncesi zamanlar- da yaşamaya mecbur ettıği, ya- bancı işadamlanrun önüne ha- lılar serildiği, dolayısıyla sö- mürge günlerine gen dönüldü- ğü. baskıya, şiddete boğulmuş, kâbus gibi bir ülkeyi (Küba'yı) tasvir ediyor. Gustavo'nun et- liye sütlüye kanşmadan yaşa- mayı seçmiş, ruh doktoru-pi- yanıst babasının, ansızın hida- yete erip bu ülke bizi aldaftı, mahvetti, sürekli engelledi di- yerek Castro'nun fotoğ- rafına tükürdüğü gibi- sinden dıken gibi batan, acıtan sahnelerle dolu, sürekli ritmik, fıkır fıkır Küba müziğı döşenmiş bu filmi niye çekmiş Le- on lchaso, 'devruninka- ranlığıyla örtülmüş. hü- zünlü bir aşk hikâyesi'nı anlatmak için mi, yoksa her şeye rağmen sosya- lizmın düşmemiş son kalelerinden Küba'yı ve Castro'yu kıyasıya eleş- tırip yermek için mi. pek anlaşılmıyor. Çoktan Amerikalı Kübalıla- ra kanştığı anlaşılan bu yönet- menin sıcak ve ınsancıl olma ıddiasındaki. bildik şablonlara yaslanan, gencecık. güzel ve yakışıklı iki başrol oyuncusuy- la hıç de aratmadığı. o Brezil- ya yapımı pembe dizi gerçek- çiliğinde seyrederek rahatlıkla izlenen bu filmıni. sonuçta ne içeriği ne de klibimsi sinema- tografisi bakımından fazlaca önemseyemedık doğrusu. Ger- çekten yaşanmış bir hayat hi- kâyesine dayanan bu gerçek- ten acı 'Aa Şeker'ı, birinci te- kil şahıs ağzından anlatan Gus- tavo'nun bahtsız sonunun ter- sine, botla Miami'ye kaçan gü- zel dansçı Yolanda'nın bugün annesıyle New Jersey'de yaşa- dığını da ögreniyoruz sondaki açıklamalardan. Geriyekalan sessiztik... 'Mutsuzluğumuzun kışını yaza dönüştüren' Shakespeare uyarlamalannda yeni bir aşama: 'Richard'ı Ararken' Bu mevsim izlediğimiz Richard Loncraine-Ian McKellen işbirliğinin ürünü '3. Richard'la, Avustrahah Baz Luhrman'ın pek de çekilmeyen o pop-rockumsu "Romeo Jülieet'inin ardından yeni bir Shakespeare filmi daha göstenmde. Şimdı de 3 saatlik yeni 'Hamlet'ını önümüzdeki haftalarda seyredeceğimız. LaurenceOlivier'nin günümüzdeki şubesi. lngiliz tiyatro-sınemasmın yeni parlak çocuğu, ünlü oyuncu-yönetmen Kenneth Branagh çekecek değil ya hep tüm Shakespeare filmlerini, bu kez de kameranın arkasına geçen aktörler kervanına katılarak Shakespeare'in en esaslı oyunundan yaptığı değişik bir uyarlamayla yönetmenlık kanyerini başlatıyor usta oyuncu AlPacina Kuşkusuz başlangıcından beri sinemanın en verimli senaristlerinden biri sayılacak Shakespeare'in, tngiliz tarihinden seçtiği, ne pahasına olursa olsun iktidar zıhniyetindeki kambur, topal. çolak, hain ve habis kral 3. Richard' ın, yani ortaçağdaki Güller savaşını kazanarak tahta oturup kral olmuş York ailesinden Gloucester dükü Richard'ın günümüzün kimi politikacılannı çağnştıran bir saltanat hırsına fena halde kapıldığı ve, 'böl, ele geçir, yönet' taktiğiyle bütün karşıtlannın hakkından geldiği.trajik yaşamına dayanan. ünlü oyunundan yola çıkmış Pacino bu ilk yönetmenlik denemesinde. Kabaca, bir aktör- yonetmenın Shakespeare'le karşı karşıya kalıp yüzleşmesi olarak özetlenebilecek 'Richard'ı Ararken', Pacino'nun deyişiyle 'filmin içinde oyunu sorgulayan' bir deneme: çeşitli Shakespeare uzmanlannın. lngiliz ve Amerikalı oyunculann, kameramanlann, öğrencilerin, kloşarların ve sokaktaki sıradan vatandaştn göriişlenne başvuran bir soruşturma filmi ya da sınemayla tiyatronun harmanlandığı, eğlendiricı olduğu kadar bilgilendirici bir belgesel tadında seyrediliyor. 3. Richard'ın sahnelenmesine ve genelde William Shakespeare'e ilişkin sorularla halkın. seyircinin, tiyatro otoritelerinin. oyunculann, yönetmenlerin yorumlannı karşımıza getiren. oyunun masadaki okuma provalanndan sahnede oynanan kımi sahnelerine ve çeşitli karakterleri hakkındakı görüşlere kadar, iç içe geçmiş. serbest, gevşek ve mozaikimsi bir yapıda oluşturulup kurgulanmış filme çekilme serüvenini aktaran yönetmen ve anlatıcı Pacino, hem kendisini hem de kostümlerini giyip rezil Kral 3. Richard'ı oynuyor. Shakespeare'in 'özüne' inmeyı denerken oyunu günümüze taşıyıp dünle bugünü bağdaştırma çabasına girişen ve tabulann üstüne üstüne gitmekten de geri durmayan yönetmen Pacino'nun, doğrusu beklemediğimiz bir ustalık eseri bu ilk filminin ahşılmış Shakespeare uyarlamalanndan farklı, sıradışı bir çalışma olduğu rahatlıkla ileri sürülebılir. Stratford-Globe tiyatrosuna giderek üstadın, aynen korunmuş. 400 yıl öncesindeki basık tavanlı. daracık, minicik evini, doğduğu yatağı filan da görmek fırsatını yakaladığımız 'Richard'ı Ararken'de, oturaklı ama karmaşık ıçeriğini.çetrefilli dilini yalınlaştırdığı, öteden beri özellikle Amerikalı oyunculan hep ürkütegelmiş William Shakespeare'in herkes tarafından tadına vanlacağını kanıtlamaya sojıınmuş gibi' Pacino. Yüzyıllardır dünya tiyatrosunun en büyük yazan olagelen, şımdiye kadar yedinci sanatın çoğu eserini hoyratça yağmaladığı Shakespeare'in dipten vııran dalgalannı', enerjik. dinamik, muzip ve modern bir yorum ve yapıda yansıtan, serbest, keyifli bir uyarlama nıteliğindeki 'Looking for Richard'e ister film deyin. ister oyun, artık 60'ma merdiven dayamış. usta aktör- yönetmen Al Pacino'nun fılmin içine çekiverdiği seyircinin, hop oturup hop kalkmasa da baştan sona etkileyici bir Shakespeare sarmalma dolanıvermesi kaçmılmaz. Yine Pacino'nun belirttiği gibi, insana yeni hissetme, algılama yollan açan, yeni bakış açılan kazandmp hayal gücünü tazeleyen, belki de en büyük çağdaş klasığımız sayılacak Shakespeare'ın 'Kral Üçüncü Richard'ın Tragedyası' oyunundan harekete geçılerek gerçekleştirilen ve şimdiden Shakespeare uyarlamalannda kilometre taşı nıteliğindeki parlak, özgün, yeni bir deneme konumuna erişen bu film, güçlü ve usta bir oyuncu kadrosunun sayesinde ilgiyle izleniyor baştan sona, geleneksel ve alışılmıştan farklı biçimde. 3. Richard A! Pacino'dan Buckingham dükü Kevin Spacey'ye. Lady Anne VV'inona Rvder'dan Clarence Alec Bakhvin'e. ana kraliçe Margaret Estelle Parsons'dan Richmond Aidan Quinn'e ve Sir John Gielgud, Vanessa Redgrave, Kevin Kline'a kadar yığmla ünlü oyuncuyu da banndıran, Al Pacino'nun yönetmenliğe şaşırtıcı, başanlı bir başlangıç yaptığı 'Richard'ı Ararken', ahşılmış deyişle kaçınlmaması gereken bir film bizce. Richard'ı Ararken LOOking for Richard / Yönetmen: Al Pacino / Metirv. Al Pacino, Frederic Kimball, Shakespeare'in *3.Richard' oyunundan / Kamera: Robert Leacock, Nina Kedrem, John Kranhouse, Steve Confer / Müzik: Howard Shore / Oyuncular. Al Pacino, Penelope Allen, Alec Baldvvin, Kevin Convvay, Estelle Parsons, Kevin Spacey, VVinona Ryder, Aidan Quinn, Harris Yulin, Vanessa Redgrave, Kevin Kline, Sir John Gielgud /1996 ABD {Özen Film) KEDİ GOZU VECDt SAYAR Politikacılar!.. Sinemacılar... Polrtikacılığın, oyunculukla birbirine kanştığı bir ortamda yaşayan kedilerin mutsuzluğundan söz etmek istiyorum bugün. Sinemacılan hasetlerin- den çatlatacak bir oyunculuk sergileyen politika- cılann, en büyük merakı "rol çalmak". Yalnızca biz- de değil, dünyanın her yerinde böyle. Hiçbir inancı kalmamış bu insanları yaşama bağlayan iki şey var; koltuk ihtirası ve maddı ka- zanç. Birgün söylediklerini ertesi gün unutuveren, çıkarlan uğruna terk etmeyecekleribir tek ilke bi- le olmayan bu insanların sayısı giderek artıyor ne yazık ki. Ve aslında soylu bir uğraş olan politikacılığın iti- ban yerlerde sürünüyor. Hepsi de çok iyi oyuncu olduklannı düşünüyor; oysa ki çok kötü oynuyorlar. Kötü oyuncu olduklannı öncelen yalnız kediler görüyordu, şimdilerde herkes anlamış durumda; kendilerinden başka herkes. Sinemacılara gelince; onlar da hepten politika- cı kesilmiş, popülizmin peşinde sürüklenip gidi- yorlar. Kendilerini kandırdıkları gibi, izleyiciyi de kan- dırabileceklerini düşünüyorlar. Politikacılarta en önemli ortak yanları ise sami- miyet denen olguyu -ki kedilerin en değer verdiği özelliktir bu- tümüyle unutmuş olmaları. Politika- cılar nasıl sahte gündemlerle kitleieri uyutmaya çalışıyorsa, onlar da yapay konularia vakit öldü- rüyoriar. Ama, politikacılar gibi, onlan da kimseler ciddi- ye almıyor. Politikacılaria, sinemacılann bir başka ortak özelliği de eleştiriye tahammülsüzlüklerı (neyse kisinemacılar henüz silahlı adamlar göndermeye başlamadı eleştirmenler üstüne). Sinemacılar eleştiımenlerden yalnızca övgü bekliyor. Eğer öv- gülere boğmazsanız onlan, doğrulan söylerseniz, vay halinize. Bu ortamda, sinema eleştirmenine de reklam yazariığından başka bir rol düşmüyor. İyi bir poli- tikacı gibi kıvırtabilırse, makbul eleştirmen oluyor, hatta Amerikan firmalarından danışmanlık bile ka- pabiliyor. Kısacası, baştan aşağı politika batağına gömül- müş durumdayız. Tabii, hem politikada hem de sanat alanında bu genel eğilimin dışında kalanlar var. Sanat alanın- da, ke(n)di kimlerini unutmayanların sayısı olduk- ça fazla. Ben bu gün size onlardan söz etmek is- tiyorum. (Politikacılar için fazla bir şey söyleyeme- yecegim.) Mutsuzluğumuzu hafîfleten, gurur kay- naklanmızdan. Biliyorum, bu konuya sık sık geri dönüyorum, ama ne yapabilirim; politikacıların iti- banmızı iki paralık ettiği, dünyanın yüzüne baka- maz hale geldiğimiz bir ortamda, onurumuzu kur- taran gene onlar oluyor. ••• Geçen hafta Paris'te izlediğimiz bir konser, po- Irtikacılann başaramadığını tek başına bir sanat- çının başarabüdiğini gösteriyordu. Zülfü Livane- li, Beriin'de Mikis Teodorakis'le verdiği konser- den sonra, Avrupa turnesinin ikinci konserini ver- mek üzere Parıs'e gelmişti. Berlin'de rahatsızla- nan Teodorakis katılamadı konsere ne yazık kı. Onurlu bir politikada direnmek büyük sanatçıyı yorgun düşürmüştü. Ama, onun yerine bir başka büyük sanatçı, Maria Faranduri katıldı konsere. Zülfü ile birlikte Akdeniz türküleri söylediler. Barış ve kardeşlikten söz açtılar. Parişli kediler, gururla aynldılar Mutualite salonundan. Ülkelerinin gerçek sesini duymanın gururu. Aynı gün, Cannes'da Uluslararası Film Festiva- li başlıyordu. Chirac'ın ağırladığı Altın Palmiyeli yönetmenler arasında Şerif Gören de yer alıyor- du. Yılmaz Güney'le birlikte gerçekleştırdikleri "Yb/"un afışleri festival sarayının duvannı süslüyor- du. Sonrakı günlerde, iki yönetmenimiz daha geldi Cannes'a. Ömer Kavur ve Ferzan Özpetek. Yaptıklan filmler, festival programına seçilmiş, Tür- kiye'yi festival sarayında bayrağını dalgalandıran 29 ülkeden biri yapmışlardı. İki film de Avrupa ül- keleri ile gerçekleştirilmiş ortak yapımlardı. Politi- kacılar, Avrupa kapılannda bekleyedursun, sanat- çılanmız Avrupalıyı yüreğinden yakalıyordu. Der- gilerde, Türk filmleri için çıkan eleştirilerin çoğu olumluydu. (Siz bakmayın, yönetmenlerimize at- tığımıztırmıklara. Herkes, en fazla tırmığı kendi ke- disinden yer. Âdettendir ve sağlık işaretidir!) Bir başka yönetmenimiz, Canan Gerede, Izlan- da'da çekeceği ortak yapımın hazıriıklan için gel- mişti Cannes'a. Aynı günlerde, Andrei Konca- lovski'nin büyük bir bölümünü Antalya'da çekti- ği filmin dünya prömeyeri yapılıyordu. NBC tele- vizyonunda. Istanbul'un ardından, Antalya, Ankara, Izmir ve Bodrum fılm festivalleri dünyada sesini duyurma- ya başlamıştı. Festivaller, Türkiye'nin tanıtımında önemli bir işlev üstleniyordu. Bu yalnızca bizım için değil, tüm dünya ülkeleri için geçertiydi. Ve pek ço- ğu kendi ülkelerinin hükümetlerinden, politikacı- lanndan destek görüyordu. ••• Tabii bir de sinemasına destek olmak yenne, köstek olmayı seçen ülkeler vardı. Çin ve Iran'dan seçilen iki filmin, ülkeleri tarafından engellendiği için yanşmaya katılamayacaklan açıklandı önce. Sonra, Iranlılar bir dönüş yaparak Abbas Kiaros- tami'nin filmini Cannes'a göndereceklerini açık- ladılar. Çin isedirendi. Ve Fransız politikacılan faz- la üstüne gitmedi bu durumun. Ne de olsa, gün- demde Chirac'ın Çin gezisi vardı. Imzalanacak ti- cari anlaşmalar bekliyordu. Bir kez daha çıkarlar öne geçmişti. Çinii yönetmenlere, Cannes'a gelmeleri için vi- ze verilmeyen Zhang Yimou ve Zhang Yimou'ya, sahip çıkan gene sinemacılar oldu; Martin Scor- sese önderliğinde bir kampanya açıldı. Politikacılar, bu yasakçı tavırlan ile belki de bu sinemacılara yapabilecekleri en büyük desteği ve- riyor; filmlerine müthiş birtanıtım olanağı sağlıyor- du! Ve sonuç olarak politikacılar yasaklamalanyla ülkelerinin itibannı iki paralık ededursun, ülkeleri- nin onurunu kurtaran gene sanatçılar oluyordu. Politikacılardan söz açmışken, onlann arasında da 7sf/sna'lar olduğunu belirtmekte yarar var. Çi- çeği burnunda Işçi Partisi iktidarı, "lngilizsinema- sına 100'de 110 destek olacağım" açıkladı ve ılk kez sinemadan sorumlu bir bakan atadı. Peki ya bizim politikacılar sinemaya nasıl des- tek oluyor, hangi ülkeleri kendilerine örnek alıyor dersiniz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle