Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16MAYIS1997CUMA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
'Bound', 'yeni-kara film' türünde, yeni bir kardeş yönetmen ikilisini haberliyor
Kadııım fendi, mafyayı yendi!Asansörde rastlaşıp 'kesişen' ıki ka-
dın. Biri, Chigaco mafyası için kara pa-
ra aklayan gangster Caesar'ın (Joe Pan-
toliano) 5 yıldır metresı. sımsıkı, dara-
cık giysilerini çekiştire çekiştire ortalar-
da dolanan, kısık seslı, boyalı bebek
yüzlü, yuvarlak hatlara sahıp. akça pak-
ça, dolgun ama donuk bir seks yastığı
izlenimi veren, baştan çıkancı 'meşum
kadın' Vıolet (Jennifer Tilly). Öteki, bir
erkek yüzünden (hırsızlıktan) içeri dü-
şüp 5 yıl yattığı hapishaneden yeni çık-
mış, erkeklere güvensiz. kendine yeten
ve giderek baştan çıkanlma önerisine
karşı koymadığı. seks bombası, rûküş,
bayağı Violet'in (yine mafyaya ait), in-
ce duvarlı yan dairesinde çalışan. tesi-
satçı-boyacı badanacı komşusu, kapka-
ra deri giysiler, postallar içinde, döv-
meli, metalci, bıçkın. becerikli tamirat-
çı Corky (Gina Gershon).
Lezbiyen ikili işbaşında
Chicagolu mafya ailesinde, baba Gı-
no Marzzone'nin psikopat oğlu John-
nie'den (Christopher Meloni), çetenın
parasinı araklayan ve on soruya karşı on
parmağı kerpetenle kesilerek işkencey-
leöldürülen Shelly'ye(Barr>ı
Kh«l)ka-
dar çevredeki bütün erkeklenn başını
döndüren, yere bakan yürek yakan. tat-
minsiz metres, hırslı, seksi Violet'le,
hard rock dınleyip kamyonet süren.
kahveyi sütsüz koyu içen. pazulannı şi-
şirip erkek gibi yumruk sallayan
Corky'nin arasındaki elektriklenme.
ateşh bir lezbiyen ilişkiye dönüşür gi-
derek.
Corky'ye tutulunca bir çırpıda Ca-
esar'ı gönlünden çıkanp atan Violefin
ikna ettıği, eski deneyımli hırsız
Corky'nin tasarladığı plan tıkırtıkır iş-
leyecek ve sonunda çetenin 2 milyon
dolannı, zokayı vutan Caesar'dan hiley-
le kapıp kaçan. gönül, fikir, güç daya-
Tuhaf iliskiler
Bound/Yönetmen,
senaryo: Andy
Wachowski, Larry
Wachowski /
Kamera: Bili Pope /
Müzik: Don Davîs /
Oyuncular: Gina
Gershon, Jennifer
Tilly, Joe Pantoliano,
John B. Ryan,
Christopher Meloni,
BarryKivel/1996
ABD (Özen Fılm)
nışmasındakı 'sevgili' kızlanmızın,
kimsenin kimseye güvenmediği. kan,
şiddet. ihanet. kandırmaca ve aldatma-
cadan geçilmeyen. paranoyak bir suç
dünyasındaki. ölümcül serüveni. maf-
yaya kazık armayı göze alan bu cüret-
kâr lezbiyen çiftin. çeteyi birbirine kır-
dınp tüm maço erkeklere haddini bildi-
ren zaferiyle pek alışılmadık, farklı bir
mutlu sona bağlanacaktırkanlı finalde.
Coen kardeşler'ın 'Kansız' adıyla 12
yıl önce seyrettığimiz ılk filmi 'Blood
Sünple'ı hatırlatan, 1996 Deauvılle Fes-
tivali'nde dikkati çekıp jüri ödülü de
kazanmış 'Bound - Tuhaf İlişküer', git-
gide 1990'lann en gözde türüne dönü-
şen 'film noir-kara film'e yeni, çağdaş
bir soluk getirmeye çalışan, sıkı, ilginç
bir 'neo-film noir' denemesinin keyfıni
verdı bıze.
Anlatıcı bir dış sesten dinlediğimiz,
seyırciyi yer yer klostrofobiye gark e-
den. ışık-gölgelerin oynaştığı, kapalı.
karanlık iç mekânlarda geçen ve bırta-
kım geriye dönuşlere dayanan bir heye-
can ve gerilim çeşitlemesi niteliğinde-
ki bu serüven, 'kara fihn'in özellikleri-
ni, standart klişelerini, bildik durum ve
tiplemelerini tersyûz edip değiştirerek
kiıllanıyor 'Blood Simple" kadar zengin,
yoğun. sürükleyici ve etkileyici olama-
sada.
Senaryolanylaadlannı duyuran Chi-
cagolu Andy ve Larry \Vachowski kar-
deşlerin yazıp yönettiği, dogrusu bir
4
ük
film'in acemiliklerinden oldukça ann-
dınlmış 'Bound-Tuhaf İliskiler', (Ta\i-
ani ve) Coen'lerden sonra. yetenekli.
geleceğı parlak yeni bir kardeş yönet-
men ikilisini haberliyor Amerikan si-
nemasma.
Türü iyice özümsemiş, her an seyir-
ciye şaşırtmaca vermeyi benimsemiş
yönetmen Wachowskı kardeşlerin, alı-
şılmış erkek-kadın çift yerine, neredey-
se yıldınm aşkıyla birbirine turulmuş,
erkeklerden yana dertli. gözüpek iki ka-
dın sevgilıyi karşımıza kahraman ola-
rak sürdüğü 'Tuhaf llişkikr'.asap bozu-
cu hatta huzursuz edıci. kıpır kıpır bir
gerilim atmosferine tıkılarak tel tel ge-
rildiğimiz heyecan kulvarlannda bir bu-
çuk saatliğine koşuşturduğumuz, çatısı
özenle çatılmış, entrikası saglam, tem-
posu tıkınnda. oyunculuğu iyi, işlek ve
sürükleyici kılınmış bir 'neo-film noir'
denemesi sayılabılir.
Geleneksel aşküçgeninin sacayakla-
nnı değiştirip (Jennifer Tîlly'nin femme
fatal, 'Shovvgirb'te dikkatimizi çekmiş
çekici. Gina Gershon'un cool, yakışık-
lı jön rolünü, aldatılan maço gangsteri
de Jack Nicholson'ın gençliğini anım-
satan Joe Pantoüano'nun üstlendığı),
sürekli birbirleri için yanıp tutuşan iki
kadının lezbiyen ilişkısinı fılmin oda-
ğına yerleştiren Wachowski kardeşler,
gişeyi sağlama alırken dozunda bırakıl-
mış bu lezbiyenlik sosuyla da fılme
renk ve çeşni katmışlar böylece.
Çalımlı bir 'yeni-kara film'
'Rezervuar Köpekleri'nden 'Shalknv
Grave- Mezanmı Derin Kaz'a kadar tü-
rün yakın tarihlı. sıradışı örneklerini
çağnştıran, kan, şiddet, gerilim, heye-
can sarmahna dolandığımız 'Tuhaflliş-
kiler\yalın öyküsünün yanı sıra, final-
deki 5 yıllık metresi Violet tarafından
kurşunlanmanm şaşkınlığıyla, yerlere
saçılmış beyaz boyalann içine vurulup
devrilen. kanı bembeyaz zemine dam-
layıp kanşan, ava giderken avlanan,
kumaz ve habis Caesar'ın ölümü gibi
şık. şıddetli sahnelerle bezeli. civelek,
çalımlı bir görsel stile de sahip. Kana
bulaşmış paralan tek tek yıkayıp kuru-
layarak hanım hanımcık ütüleyen, maf-
yaya ve lezbiyen kahramanlanmıza kar-
şı ölümüne mücadeleye girişen gangs-
ter Caesar't oynayan Joe Pantoü-
ano'nun özellikJe sıvıildiği oyuncu kad-
rosu, yazar-yönetmen Wachowski kar-
deşlerin belli bircevher, özgünlük,ince-
lık ve beceri içeren anlatımı ve görsel
düzeyiyle, görmezden gelinemeyecek
nitelikte, sıkı bir modern kara film ça-
lışması çıktı özetle 'Tuhaf İliskiler'.
Beklenmedik ilginçlıkte bir ilk film
sayılacak bu 'Tuhaf tlişkiler', türün if-
lah olmaz meraklılannı kesebilir bir
yere kadar.
'Acı
Şeker'de
oğlan,
babası ve
kardeşi\ le
yaşayan, -yeni
insan'ı temsil
«den sosyaJist
bir genç (Rene
Lavan).Kızsa
bir an önce
Küba'dan
kaçıp ABD-
Miami'\e
kapağı
atmaya bakan,
muhalif bir
dansçı (Mayte
Vllan).
Castro'nun yokluklar,
kuyruklar tükesinde aşk
Kıvrak Latin ezgilerinin eş-
liğinde akıp geçen tanıtma ya-
zılanndan sonra, resimdeki Fi-
del'in purosunun yakıldığı.
Havana'dan insan manzaralan
sunan, siyah beyaz görüntüler-
le açılan 'Azucar Amarga-Bit-
ter Sugar - Acı Şeker', hayat
hakkında tümüyle farklı görüş-
lere. inançlara, beklentilere sa-
hip iki Kübalı gencin hüsranla
sonuçlanan aşkmı ve gerçek-
leşmeyen hayallerinin öyküsü-
nü anlatıyor görünürde.
Havana doğumlu, 14yaşın-
da kapağı Miami'ye
atıp Nevv York'a yer-
leşmiş, reklam ve te-
levizyon filminden
yetişip kendi Ameri-
kan rüyasını gerçek-
leştirmenin peşine
düşerek Hollyvvo-
od'da dikiş tutturma-
ya uğraşan, Küba
asıllı yönetmen Leon
Ichaso'nun yazıp yö-
.nettiği, ABD-Küba
{?) yapımı 'Acı Şe-
ker'in oğlanı, sık sık
ölmüş kansının eski
filmlerini seyreden,
yeterince kazanama-
yıp piyanistlik yapan, de\Tİmi
yaşamış, huzursuz. müşterisiz
ve yılgın ruh doktoru babası
(Miguel Gutierrez) ve düzene
muhalif. Che'yı ya da Roaul
Castro'yu değil de John Len-
non'u. Jimi Hendrhı'i tanıyan,
•yönetimi protesto etmek için
damanna AIDS virüsünü bile
.şınngaedecek kadar öfkeli, öz-
gürlükçü rock müzısyeni kar-
deşiyle (Larry Vülanueva) bir-
likte yaşayan, Castro rejimine
•yürekten inanmış. Lenin oku-
lundan mezun olur olmaz
Prag'da öğrenimini sürdürece-
ği bır devlet bursu kazanmış,
geleceği parlak, yakışıklı, sos-
yalist genç Gustavo (Rene La-
van). Kızsa hayatını kuyruklar-
da, yokluk içinde geçirmek is-
temeyen, bir an önce annesiy-
le birlikte Miami'ye kaçış
planlan yapan, güzeller güze-
li. dansçı Yolanda (Mayte \T-
lan). Bütünüyle farklı dünyaya
bakışlan, bu iki güzel gencin
birbirlerine ölesıye âşık olma-
lannı engelleyemez tabıi. Dil-
ber Yolanda, Gustavo'vii bir-
likte ABD'ye iltıca etmeye ik-
na edemez bir türlü. Derken o
Küba'nın Şeni insaru'nı temsil
eden, devrımci altyapısı sag-
lam genç kahramanımız, bir-
den aç karnına idealizm olmu-
yor diyen, kafası çok kanşık,
Amerika ve köşeyi dönmek ha-
Acı Seker
Azucar Amarga - Bltter
Sugar / Yönetmen: Leon
lchaso / L. lchaso, Orestes
Matacena / Kamera: Claudio
Chea / Müzik: Manuel Tejada,
Luîs Ferro / Oyuncular: Rene
Lavan, Mayte Vılan, Miguel
Gutierrez, Larry Vülanueva,
Soreya As, Teresa Maria
Rojas, Felix German, Luis
Celeiro /1996 (Arcan Rlm).
yalleri içindeki, bugulu gözlü
sevgilisinin ve habire düzene.
yönetime karşı yapılan protes-
to göstenlerine katılıp kıyasıya
dö^lerek tutuklanan. içeri atı-
lan, Led Zeppelin'in mezan
başında Stairways to Heaven
şarkısını çalmasını isteyen kar-
deşinin dolduruşlanna gelerek,
ülkenin politik çöküşüne bızzat
yakından tanık olarak 'gözûnü
açıyor' ve Castro'ya suikasta
ginşiyor...
Mınn kınn düzen eleştirisi-
nin gitgide yüksek perdeden
seslendirildiği, Havana fonun-
dakı Romeo-Jüliet\-ari", ma-
sum bir aşk masalının klibim-
si. sivah beyaz görüntülennden
Castro karşıtı bir propaganda
filmi boyutlanna atlayan 'Acı
Şeker'; ifade özgürlüğünün
ayaklar altına alındığı, polisin
şiddetle gençliğın üstüne sal-
dırtıldığı. gaddar bir yönetimin
halkını tarih öncesi zamanlar-
da yaşamaya mecbur ettıği, ya-
bancı işadamlanrun önüne ha-
lılar serildiği, dolayısıyla sö-
mürge günlerine gen dönüldü-
ğü. baskıya, şiddete boğulmuş,
kâbus gibi bir ülkeyi (Küba'yı)
tasvir ediyor. Gustavo'nun et-
liye sütlüye kanşmadan yaşa-
mayı seçmiş, ruh doktoru-pi-
yanıst babasının, ansızın hida-
yete erip bu ülke bizi aldaftı,
mahvetti, sürekli engelledi di-
yerek Castro'nun fotoğ-
rafına tükürdüğü gibi-
sinden dıken gibi batan,
acıtan sahnelerle dolu,
sürekli ritmik, fıkır fıkır
Küba müziğı döşenmiş
bu filmi niye çekmiş Le-
on lchaso, 'devruninka-
ranlığıyla örtülmüş. hü-
zünlü bir aşk hikâyesi'nı
anlatmak için mi, yoksa
her şeye rağmen sosya-
lizmın düşmemiş son
kalelerinden Küba'yı ve
Castro'yu kıyasıya eleş-
tırip yermek için mi. pek
anlaşılmıyor.
Çoktan Amerikalı Kübalıla-
ra kanştığı anlaşılan bu yönet-
menin sıcak ve ınsancıl olma
ıddiasındaki. bildik şablonlara
yaslanan, gencecık. güzel ve
yakışıklı iki başrol oyuncusuy-
la hıç de aratmadığı. o Brezil-
ya yapımı pembe dizi gerçek-
çiliğinde seyrederek rahatlıkla
izlenen bu filmıni. sonuçta ne
içeriği ne de klibimsi sinema-
tografisi bakımından fazlaca
önemseyemedık doğrusu. Ger-
çekten yaşanmış bir hayat hi-
kâyesine dayanan bu gerçek-
ten acı 'Aa Şeker'ı, birinci te-
kil şahıs ağzından anlatan Gus-
tavo'nun bahtsız sonunun ter-
sine, botla Miami'ye kaçan gü-
zel dansçı Yolanda'nın bugün
annesıyle New Jersey'de yaşa-
dığını da ögreniyoruz sondaki
açıklamalardan.
Geriyekalan sessiztik...
'Mutsuzluğumuzun kışını yaza dönüştüren' Shakespeare
uyarlamalannda yeni bir aşama: 'Richard'ı Ararken'
Bu mevsim izlediğimiz Richard Loncraine-Ian
McKellen işbirliğinin ürünü '3. Richard'la,
Avustrahah Baz Luhrman'ın pek de çekilmeyen
o pop-rockumsu "Romeo Jülieet'inin ardından
yeni bir Shakespeare filmi daha göstenmde.
Şimdı de 3 saatlik yeni 'Hamlet'ını önümüzdeki
haftalarda seyredeceğimız. LaurenceOlivier'nin
günümüzdeki şubesi. lngiliz tiyatro-sınemasmın
yeni parlak çocuğu, ünlü oyuncu-yönetmen
Kenneth Branagh çekecek değil ya hep tüm
Shakespeare filmlerini, bu kez de kameranın
arkasına geçen aktörler kervanına katılarak
Shakespeare'in en esaslı oyunundan yaptığı
değişik bir uyarlamayla yönetmenlık kanyerini
başlatıyor usta oyuncu
AlPacina
Kuşkusuz
başlangıcından beri
sinemanın en verimli
senaristlerinden biri
sayılacak
Shakespeare'in, tngiliz
tarihinden seçtiği, ne
pahasına olursa olsun
iktidar zıhniyetindeki
kambur, topal. çolak,
hain ve habis kral 3.
Richard' ın, yani
ortaçağdaki Güller
savaşını kazanarak tahta
oturup kral olmuş York
ailesinden Gloucester
dükü Richard'ın
günümüzün kimi
politikacılannı
çağnştıran bir saltanat
hırsına fena halde
kapıldığı ve, 'böl, ele
geçir, yönet' taktiğiyle
bütün karşıtlannın
hakkından geldiği.trajik
yaşamına dayanan. ünlü
oyunundan yola çıkmış
Pacino bu ilk
yönetmenlik
denemesinde.
Kabaca, bir aktör-
yonetmenın
Shakespeare'le karşı
karşıya kalıp
yüzleşmesi olarak
özetlenebilecek
'Richard'ı Ararken',
Pacino'nun deyişiyle
'filmin içinde oyunu
sorgulayan' bir deneme:
çeşitli Shakespeare
uzmanlannın. lngiliz ve
Amerikalı oyunculann,
kameramanlann, öğrencilerin, kloşarların ve
sokaktaki sıradan vatandaştn göriişlenne
başvuran bir soruşturma filmi ya da sınemayla
tiyatronun harmanlandığı, eğlendiricı olduğu
kadar bilgilendirici bir belgesel tadında
seyrediliyor. 3. Richard'ın sahnelenmesine ve
genelde William Shakespeare'e ilişkin sorularla
halkın. seyircinin, tiyatro otoritelerinin.
oyunculann, yönetmenlerin yorumlannı
karşımıza getiren. oyunun masadaki okuma
provalanndan sahnede oynanan kımi sahnelerine
ve çeşitli karakterleri hakkındakı görüşlere kadar,
iç içe geçmiş. serbest, gevşek ve mozaikimsi bir
yapıda oluşturulup kurgulanmış filme çekilme
serüvenini aktaran yönetmen ve anlatıcı Pacino,
hem kendisini hem de kostümlerini giyip rezil
Kral 3. Richard'ı oynuyor.
Shakespeare'in 'özüne' inmeyı denerken oyunu
günümüze taşıyıp dünle bugünü bağdaştırma
çabasına girişen ve tabulann üstüne üstüne
gitmekten de geri durmayan yönetmen
Pacino'nun, doğrusu beklemediğimiz bir ustalık
eseri bu ilk filminin ahşılmış Shakespeare
uyarlamalanndan farklı, sıradışı bir çalışma
olduğu rahatlıkla ileri sürülebılir.
Stratford-Globe tiyatrosuna giderek üstadın,
aynen korunmuş. 400 yıl öncesindeki basık
tavanlı. daracık, minicik evini, doğduğu yatağı
filan da görmek fırsatını yakaladığımız
'Richard'ı Ararken'de, oturaklı ama karmaşık
ıçeriğini.çetrefilli dilini yalınlaştırdığı, öteden
beri özellikle Amerikalı oyunculan hep
ürkütegelmiş William
Shakespeare'in
herkes tarafından
tadına vanlacağını
kanıtlamaya
sojıınmuş gibi'
Pacino. Yüzyıllardır
dünya tiyatrosunun
en büyük yazan
olagelen, şımdiye
kadar yedinci sanatın
çoğu eserini hoyratça
yağmaladığı
Shakespeare'in
dipten vııran
dalgalannı', enerjik.
dinamik, muzip ve
modern bir yorum ve
yapıda yansıtan,
serbest, keyifli bir
uyarlama
nıteliğindeki
'Looking for
Richard'e ister film
deyin. ister oyun,
artık 60'ma merdiven
dayamış. usta aktör-
yönetmen Al
Pacino'nun fılmin
içine çekiverdiği
seyircinin, hop oturup
hop kalkmasa da
baştan sona etkileyici
bir Shakespeare
sarmalma
dolanıvermesi
kaçmılmaz.
Yine Pacino'nun
belirttiği gibi, insana
yeni hissetme,
algılama yollan açan,
yeni bakış açılan
kazandmp hayal
gücünü tazeleyen,
belki de en büyük
çağdaş klasığımız sayılacak Shakespeare'ın
'Kral Üçüncü Richard'ın Tragedyası' oyunundan
harekete geçılerek gerçekleştirilen ve şimdiden
Shakespeare uyarlamalannda kilometre taşı
nıteliğindeki parlak, özgün, yeni bir deneme
konumuna erişen bu film, güçlü ve usta bir
oyuncu kadrosunun sayesinde ilgiyle izleniyor
baştan sona, geleneksel ve alışılmıştan farklı
biçimde. 3. Richard A! Pacino'dan Buckingham
dükü Kevin Spacey'ye. Lady Anne VV'inona
Rvder'dan Clarence Alec Bakhvin'e. ana kraliçe
Margaret Estelle Parsons'dan Richmond Aidan
Quinn'e ve Sir John Gielgud, Vanessa Redgrave,
Kevin Kline'a kadar yığmla ünlü oyuncuyu da
banndıran, Al Pacino'nun yönetmenliğe şaşırtıcı,
başanlı bir başlangıç yaptığı 'Richard'ı Ararken',
ahşılmış deyişle kaçınlmaması gereken bir
film bizce.
Richard'ı Ararken
LOOking for Richard / Yönetmen:
Al Pacino / Metirv. Al Pacino,
Frederic Kimball, Shakespeare'in
*3.Richard' oyunundan / Kamera:
Robert Leacock, Nina Kedrem,
John Kranhouse, Steve Confer /
Müzik: Howard Shore / Oyuncular. Al
Pacino, Penelope Allen, Alec
Baldvvin, Kevin Convvay, Estelle
Parsons, Kevin Spacey, VVinona
Ryder, Aidan Quinn, Harris Yulin,
Vanessa Redgrave, Kevin Kline, Sir
John Gielgud /1996 ABD {Özen Film)
KEDİ GOZU
VECDt SAYAR
Politikacılar!.. Sinemacılar...
Polrtikacılığın, oyunculukla birbirine kanştığı bir
ortamda yaşayan kedilerin mutsuzluğundan söz
etmek istiyorum bugün. Sinemacılan hasetlerin-
den çatlatacak bir oyunculuk sergileyen politika-
cılann, en büyük merakı "rol çalmak". Yalnızca biz-
de değil, dünyanın her yerinde böyle.
Hiçbir inancı kalmamış bu insanları yaşama
bağlayan iki şey var; koltuk ihtirası ve maddı ka-
zanç. Birgün söylediklerini ertesi gün unutuveren,
çıkarlan uğruna terk etmeyecekleribir tek ilke bi-
le olmayan bu insanların sayısı giderek artıyor ne
yazık ki.
Ve aslında soylu bir uğraş olan politikacılığın iti-
ban yerlerde sürünüyor.
Hepsi de çok iyi oyuncu olduklannı düşünüyor;
oysa ki çok kötü oynuyorlar.
Kötü oyuncu olduklannı öncelen yalnız kediler
görüyordu, şimdilerde herkes anlamış durumda;
kendilerinden başka herkes.
Sinemacılara gelince; onlar da hepten politika-
cı kesilmiş, popülizmin peşinde sürüklenip gidi-
yorlar.
Kendilerini kandırdıkları gibi, izleyiciyi de kan-
dırabileceklerini düşünüyorlar.
Politikacılarta en önemli ortak yanları ise sami-
miyet denen olguyu -ki kedilerin en değer verdiği
özelliktir bu- tümüyle unutmuş olmaları. Politika-
cılar nasıl sahte gündemlerle kitleieri uyutmaya
çalışıyorsa, onlar da yapay konularia vakit öldü-
rüyoriar.
Ama, politikacılar gibi, onlan da kimseler ciddi-
ye almıyor.
Politikacılaria, sinemacılann bir başka ortak
özelliği de eleştiriye tahammülsüzlüklerı (neyse
kisinemacılar henüz silahlı adamlar göndermeye
başlamadı eleştirmenler üstüne). Sinemacılar
eleştiımenlerden yalnızca övgü bekliyor. Eğer öv-
gülere boğmazsanız onlan, doğrulan söylerseniz,
vay halinize.
Bu ortamda, sinema eleştirmenine de reklam
yazariığından başka bir rol düşmüyor. İyi bir poli-
tikacı gibi kıvırtabilırse, makbul eleştirmen oluyor,
hatta Amerikan firmalarından danışmanlık bile ka-
pabiliyor.
Kısacası, baştan aşağı politika batağına gömül-
müş durumdayız.
Tabii, hem politikada hem de sanat alanında bu
genel eğilimin dışında kalanlar var. Sanat alanın-
da, ke(n)di kimlerini unutmayanların sayısı olduk-
ça fazla. Ben bu gün size onlardan söz etmek is-
tiyorum. (Politikacılar için fazla bir şey söyleyeme-
yecegim.) Mutsuzluğumuzu hafîfleten, gurur kay-
naklanmızdan. Biliyorum, bu konuya sık sık geri
dönüyorum, ama ne yapabilirim; politikacıların iti-
banmızı iki paralık ettiği, dünyanın yüzüne baka-
maz hale geldiğimiz bir ortamda, onurumuzu kur-
taran gene onlar oluyor.
•••
Geçen hafta Paris'te izlediğimiz bir konser, po-
Irtikacılann başaramadığını tek başına bir sanat-
çının başarabüdiğini gösteriyordu. Zülfü Livane-
li, Beriin'de Mikis Teodorakis'le verdiği konser-
den sonra, Avrupa turnesinin ikinci konserini ver-
mek üzere Parıs'e gelmişti. Berlin'de rahatsızla-
nan Teodorakis katılamadı konsere ne yazık kı.
Onurlu bir politikada direnmek büyük sanatçıyı
yorgun düşürmüştü. Ama, onun yerine bir başka
büyük sanatçı, Maria Faranduri katıldı konsere.
Zülfü ile birlikte Akdeniz türküleri söylediler. Barış
ve kardeşlikten söz açtılar. Parişli kediler, gururla
aynldılar Mutualite salonundan. Ülkelerinin gerçek
sesini duymanın gururu.
Aynı gün, Cannes'da Uluslararası Film Festiva-
li başlıyordu. Chirac'ın ağırladığı Altın Palmiyeli
yönetmenler arasında Şerif Gören de yer alıyor-
du. Yılmaz Güney'le birlikte gerçekleştırdikleri
"Yb/"un afışleri festival sarayının duvannı süslüyor-
du.
Sonrakı günlerde, iki yönetmenimiz daha geldi
Cannes'a. Ömer Kavur ve Ferzan Özpetek.
Yaptıklan filmler, festival programına seçilmiş, Tür-
kiye'yi festival sarayında bayrağını dalgalandıran
29 ülkeden biri yapmışlardı. İki film de Avrupa ül-
keleri ile gerçekleştirilmiş ortak yapımlardı. Politi-
kacılar, Avrupa kapılannda bekleyedursun, sanat-
çılanmız Avrupalıyı yüreğinden yakalıyordu. Der-
gilerde, Türk filmleri için çıkan eleştirilerin çoğu
olumluydu. (Siz bakmayın, yönetmenlerimize at-
tığımıztırmıklara. Herkes, en fazla tırmığı kendi ke-
disinden yer. Âdettendir ve sağlık işaretidir!)
Bir başka yönetmenimiz, Canan Gerede, Izlan-
da'da çekeceği ortak yapımın hazıriıklan için gel-
mişti Cannes'a. Aynı günlerde, Andrei Konca-
lovski'nin büyük bir bölümünü Antalya'da çekti-
ği filmin dünya prömeyeri yapılıyordu. NBC tele-
vizyonunda.
Istanbul'un ardından, Antalya, Ankara, Izmir ve
Bodrum fılm festivalleri dünyada sesini duyurma-
ya başlamıştı. Festivaller, Türkiye'nin tanıtımında
önemli bir işlev üstleniyordu. Bu yalnızca bizım için
değil, tüm dünya ülkeleri için geçertiydi. Ve pek ço-
ğu kendi ülkelerinin hükümetlerinden, politikacı-
lanndan destek görüyordu.
•••
Tabii bir de sinemasına destek olmak yenne,
köstek olmayı seçen ülkeler vardı. Çin ve Iran'dan
seçilen iki filmin, ülkeleri tarafından engellendiği
için yanşmaya katılamayacaklan açıklandı önce.
Sonra, Iranlılar bir dönüş yaparak Abbas Kiaros-
tami'nin filmini Cannes'a göndereceklerini açık-
ladılar. Çin isedirendi. Ve Fransız politikacılan faz-
la üstüne gitmedi bu durumun. Ne de olsa, gün-
demde Chirac'ın Çin gezisi vardı. Imzalanacak ti-
cari anlaşmalar bekliyordu. Bir kez daha çıkarlar
öne geçmişti.
Çinii yönetmenlere, Cannes'a gelmeleri için vi-
ze verilmeyen Zhang Yimou ve Zhang Yimou'ya,
sahip çıkan gene sinemacılar oldu; Martin Scor-
sese önderliğinde bir kampanya açıldı.
Politikacılar, bu yasakçı tavırlan ile belki de bu
sinemacılara yapabilecekleri en büyük desteği ve-
riyor; filmlerine müthiş birtanıtım olanağı sağlıyor-
du!
Ve sonuç olarak politikacılar yasaklamalanyla
ülkelerinin itibannı iki paralık ededursun, ülkeleri-
nin onurunu kurtaran gene sanatçılar oluyordu.
Politikacılardan söz açmışken, onlann arasında
da 7sf/sna'lar olduğunu belirtmekte yarar var. Çi-
çeği burnunda Işçi Partisi iktidarı, "lngilizsinema-
sına 100'de 110 destek olacağım" açıkladı ve ılk
kez sinemadan sorumlu bir bakan atadı.
Peki ya bizim politikacılar sinemaya nasıl des-
tek oluyor, hangi ülkeleri kendilerine örnek alıyor
dersiniz?