Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET
KÜLTÜR
8NİSAN1997SALI
12
SAHNEDEN AYŞEGÜLYÜKSEL
Tîyatroda çarpık siyaset27 Mart Dünya Tiyatrolar Gûnü'nde ti-
yatrolar seyirciye ücretsiz olarak oyun su-
nardı. Tiyatronun toplumla. arayabilet üc-
reti girmeden kucaklaştığı bir bayram gü-
nüydü yaşanan. Daha sonraki yıllarda eko-
nomık nedenlerle çoğu özel tiyatrolar bu
geleneği sûrdüremediler. Ama bayram yi-
ne bayram...
On yıl kadar önce bir Dünya Tiyatrolar
Gûnü'nde Ankara'daBüyükTiyatrp'dayım.
Cumhunyet Türkiyesi'nin topluma en bü-
yük kültür armağanlanndan biri olan bu
güzelım yapının konuklan, o yıl çeşitli or-
taokullann öğrencilen. En ön sırada devlet
protokolü değil. onlar oruruyorlar. Salon
kalabahk. Yammdaki koltuğa. kavmk, ama
cin bakışlı iki mınik delikanli sığışmış. El-
lerinde kurşun kalem ve kâğıt. Belli kı öğ-
retmenlen öde\ vermiş. Ertesi gün oyun
hakkında konuşacaklar. Birbiriyle çelişen
hevesler ıçinde, bir \andan tiyatroda yara-
mazlık yapabilmenin tadını çıkanyorlar. bir
yartdan da ellerindeki kâğıtlara kargacık
burgacık notlar alıyorlar. Neşeyle görv duy-
gusu ıç içe... Bu hem saygılı hem de gürül-
tücü seyirci kıtlesiyle birlikte oyun ızleme-
nin tadı başka. Hıçbır oyunda böyle eğlen-
diğimi hatırlamıyorum...
27 Mart Dünya Tiyatrolar Gûnü'nde oy-
nanan tüm oyunlarda o yılın bildirisi oku-
nur. Bu bir yasal zorunluluk değildır. Bir
centilmenlik anlaşmasıdır. 1997 yılının27
Mart'ınadek, Türkıye'deki amatör/profes-
yonel tüm topluluklar bu anlaşmayı bile is-
teye, coşkuyla yenne getırmişlerdİT. Çün-
kü 27 Mart, tiyatronun dünya düzeyindeki
tüm izleytcilerinın aynı duyarlıkta, sanata
sevgi ve saygıda, banşçıl ve ınsancıl bir
dünya özleminde, tiyatronun böyle bir dün-
yaya ulaşmadaki önemli işlevine ınançta
buluşruklan gündür.
Bu bıldirileri kim yazar? 1978 yılına dek,
tüm dünyada aynı bildiri okunurdu. Bildi-
riyi, UNESCO'ya bağlı bir kuruluş olan
Uluslararası Tiyatro Enstitüsü yönetim ku-
rulunun o yıl ıçin seçtiğı. dünyaca tamnmış
bir tiyatro ınsanı hazırlardı. Bu bildiriler
sanatın, msanın, toplumlann esenlığini teh-
dit eden her türlü engele karşı çıkmıştır...
Bir başka deyişle. gerektiğınde politik içe-
rikli olmuştur. Bu da doğal ve gereklidir.
Kuşlardan, çıçeklerden söz etmek için ti-
yatro yapılmaz. Tiyatro insan ve toplum
yaşamıyla doğrudan ilintih olan, bu iki ol-
gu bağlamında uyanlar ileten bir sanattır.
1977 yılında Stockholm'de yapılan Ulus-
lararası Tiyatro Enstitüsü Dünya Kongre-
si'nde alınmış bir karar sonucunda,
1978'den başlayarak her üye ülke 27 mart-
ta kendı sanatsal ve toplumsal koşullanna
' seslenenbir tiyatro bildirisi sunagelmiştir.
Bildiriyi sunacak kişiyi seçme görevi her
ülkenm Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Mil-
li Merkezi yürütme komitesine bırakılmış-
tır. Türkiye, Uluslararası Tiyatro Enstirü-
sü'nün üyelerinden bıridır. Mıllı merkez
bütçesini Kültür Bakanlığı'ndan. bir başka
deyişle "devterten sağlar. 1978'den bu ya-
na her yıl bildiriyi hazırlaması için Türk ti-
yatrosuna hızmeti geçmiş bir tiyatro ve sa-
nat insanını görevlendirir. Görevlendirdıği
kişilerin hazırladığı bildiriler bugüne dek
Türkiye'deki tüm tiyatro topluluklannca
perde açılmadan önce "eksiksiz" olarak
71.^ / Mart 1997 gecesi 'IV
Murat' oyvmuna kimler
çağnlıydı? Dinçer Sümer'in
bildirisi hangi istem
doğrultusunda okunmadı?
Yıllardır titizlikle
uyguladığımız 27 Mart Dünya
Tiyatrolar Günü Bildirisi'ne
ilişkin 'centilmenlik
anlaşması' neden bozuldu?
Kimi sahnelerinin büfelerinde
küçük boy şaraplann
bulunduğu Devlet Tiyatrolan
gerçekten de 'şerbet' mi sundu
davetlilere? Geçmiş yıllarda
pek çok kez sahnelenmiş olan
'IV Murat' oyunu hangi
gerekçelerle böyle 'laiklik
karşıtı' bir gövde gösterisine
dönüştürüldü.
R
okunagelmiştir. Bu yılki tiyatro bildirisini
de yazar, yönetmen, Devlet Tiyatrolan sa-
natçısı Cumhurbaşkanlığı Sanat Danışma-
nı Dinçer Sümer hazırladı.
Sümer bildirisinde, sorumluluğunun bi-
lincinde bir sanat insanı olarak Türk tiyat-
rosu bağlamında, içinde bulunduğumuz si-
yasal ve topiumsal doneme ilişkin çok ye-
rinde uyanlar getirmektedir. Bildirinin son
bölümünde "iktktar"daki "görüş"e sesle-
nen belirlemeler yapmıştır. "_ ban çağm-
şı siyasetcilerin. 2000'e 3 kala,sanata. sanat-
çıya ve sanat kurumlanmıza bakış ve sakh-
nlan, bağışlanabilir gibi değOdir. Bu kesi-
min ülkemizi nereye sürükkmekistedigi bi-
linince.çağdaş kültürwesanattan niçinü rk-
tüklerini kavramak hiç de zor olmuyor.
Evet, sanatçı 'ışığı alnında ilk duyan in-
san"dır ve bu ışığın kaynağı Atatürkdevrim
ve ilkelerinin güneşidir. Türk tiyatrosumın
gerçek sahibi olan sanatçdar da laik cıun-
huriyetinancnu, uygar Türkiye düşüncesi-
ni, doğru sanat değerlerini ve güzel Tûrk-
çe'nin onurunu savunmada duyarta ve do-
nanınüıdırUıf
Dinçer Sümer, Türk tiyatrosu adına ta-
rihsel bir görevi yenne getirmiştir.
27 Mart 1997 Dünya Tiyatrolar Gû-
nü'nde Kenter Tiyatrosu'nda Uluslararası
Tiyatro Enstitüsü Türkiye Milli Merke-
zi'nin başkanı RefikErduran'ın "EşekDağ
SevdahsT oyunundaydım. Sümer'in bildi-
risi eksiksiz okundu ve büyük alkış aldı.
Tüm tiyatrolarda aynı bildirinin okundu-
ğunu varsayıyordum.
Ankara'ya döndüğümde ise başkent ti-
yatro çevreleri 27 Mart gecesi büyük tiyat-
roda sunulan TuranOflaaoğju'nun 'IV-Mıı-
nrt' oyununda bildirinin okunmadığı ve se-
yircilerin haremlik/selamlık düzeni içinde
oturtulduğu, özel çağnlı olan seyircilere
oyundan sonra 'şerbet' sunulduğu söylen-
evlet Tiyatrolan Genel
Müdürü ve Uluslararası
Tiyatro Enstitüsü Türkiye Milli
Merkezi'nin üyesi olan
Bozkurt Kuruç'a da sormak
gerek. Kendisinin de üye
olduğu bir kuruluşun
yerleştirdiği bir gelenek o gece
nasıl yıkıhverdi? İçinde kimi
karakterlerin 'şeriat' isteğine
ilişkin sözlerin yer aldığı bir
tarihsel oyunu, 'Refah'm
ağırlıklı olduğu anlaşılan bir
davetli topluluğuna sunmak
için niçin 27 Mart Dünya
Tiyatrolar Günü seçildi;
özellikle, bu yıl Devlet
Tiyatrolan Ankara
sahnelerinde hiçbir basın galası
yapümamışken?
tileriyle çalkalanıyordu. Daha sonra aym
olay, benim izleyebildiğim kadanyla, çeşit-
li günlerde Cumhuriyet'te, 31 Mart 1997 ta-
rihli Hürriyet'te ve 4 Nisan 1997 tarihli Ra-
dikal'de yer aldı. Radikal'deki Begüm Dur-
muşoğhı imzalı haberde "IV. Murat adlı
oyununun "btr sahnesinde geçen 'şeriat is-
teriz' sözteri oyunu izlemeye gelenler tara-
findan alktşve terahüratiadesteklendi" de-
niyor. Aynca oyunda görevlı sanatçılardan,
salondakilerin İekbir' getirdiğinin öğre-
nildiği bildiriliyor.
On yıl öncesinin 27 Mart'ında yanımda-
ki koltuğa iki kişi sığışıp da kargacık bur-
gacık yanlanyla oyundan notlar alan yara-
maz minik delikanlılardan bu yana, devle-
tin ve cumhunyet dönemi tiyatrosunun
gözbebeği Bûyük Tiyatro'nun seyircisi
böylesine değişmiş olabilir mi? Devletin
tiyatrosu, ikridardaki egemen görüş doğ-
rultusunda bu yolda istismar edilebilir mi?
Aşky büimkurgu, macera: MetropoiisKüitür ServU - Fritz Lang'ın
1926 yılında çevirdiği ve bilim-
kurgu klasikleri arasında yer alan
'MetropoBs', bugün ve yann Al-
man orkestra şefı Berndt HeDer
yönetimindeki lstanbul Devlet
Senfoni Orkestrası'nın seslendı-
receği özgünbeste eşliğinde, Lüt-
fü Kırdar Uluslararası Kongre ve
Sergi Sarayı'nda özel gösterimle
sunulacak.
2020 yılında, baskıa biryöne-
timin egemenliğinde, gökdelen-
leri ve ürkütücü yapılanyla ultra
modern bir kentte geçen fılmde,
her şey kannca gibi çalışan köle
işçiler ordusunun işlettiği devasa
makinelerce yapılmaktadır. tşçi-
ler, labirent benzeri döküntü ye-
raltı mahallerinde yaşarken hük-
meden kesim yerin üstünde, asma
bahçeli, görkeınli mekânlarda ya-
şamaktadır. Bu insanlar despot
olduklannın farkında değillerdir.
Ancak bir gün şehrin efendisi
John Fredersen'in oğlu Freder'in
gözüne, bahçelerin kapısı önün-
de bekleşen aç çocuklar, genç ve
güzel bir kız olan Maria ilişir. Fre-
der, kızın güzelliğinden etkilenir
ve onu takip edeîken Metropo-
lis'in gizli gûç merkezindeki se-
'Birinci kuşak' göçmenler
MURAT ÖZER
Festıvalin
u
Edebi>attan Beyaz-
perdeye" bölümünün ilgınç film-
lerinden biri de tngiltere'den ge-
liyor. Pakistanlı yazar Abdulİah
Hüseyin"ın "RetumJournej•" ad-
lı romanından Hindistan kökenli
yönetmen Udayan Prasad'm
uyarladığı "Kardeşlerin Başı
Dertte" (Brothers in Trouble) Av-
nıpa'daki göçmen işçilerin sorun-
lannı yansıtan filmlenn önemli
örneklennden biri.
1960"lann başlannda Ingilte-
re... Pakistan'dan "taşi toprağı al-
ün" bu ülkeye gelerek yaşamını
karartan Amir, 17 kaçak Asyalıy-
la birlikte bir evde kalmaktadır.
Şefleri konumundaki Hüseyin
Şah, günün birinde eve Mary ad-
lı trlandalı kızı getirince evdeki
sıkıntı, yerini neşe ve sıcaklığa bı-
rakır. Ancak kızın hamile oldu-
ğunun öğrenilmesi işleri kanştıra-
caktır...
Geçen yıl Selanik Film Festiva-
li'nde "Altııı tskender" kazanan
"Kardeşlerin Başı Dertte", göç-
menlerin sorunlannı etkili ve
tt
s»-
cak" bir dille anlanyor.
İngiltere'deki "birfad kuşak"
göçmenleri konu alan yapım, on-
lan bırer "tophım kurbanı" ola-
rak göstermekten çok, bu genç in-
sanlann Ingiltere'de yaşadıklan
acı-tatlıanılan beyazperdeye yan-
sıtıyor. Önceki yıllarda Jerzy Sko-
Hmoıvski'nin "Moontighting-KA-
çak Işçfler" (1982), Stephen Fre-
ars'ın "My Beautiful Laundrette
- Benim Güzel Çamaşırhanem"
(1985), Tevfık Başer'ın "40 m2
Deutschland - Abnanya 40 m2"
(1986) gibi Fılmlerinde tanıştığı-
mız "Avrupa'da Yedind Adam"
temasının izinden giden fılmin
ovunculan arasında Hint sinema-
sının yetenekli aktörlerinden Om
Puri ve Atan Parker'ın "The
Commitınents - GençHk Ateşi"
(1991) fiIminden tanıdığımız An-
gefine BaH göze çarpan isimler.
Baş karakterlerin yanı sıra yar-
dımcı rollerin de "derinBldî" ola-
rak yansıtıldığı "Kardeşterin Ba-
ŞL Dertte" içerdiği kara mizah do-
zuyla da dikkat çekiyor.
Senaryosunu, aynı zamanda
yapımcılığına da yapan Robert
Buckfer'ın yazdığı fılmi, "tür"ün
önemli çalışmalanndan, dahası
başyapıtlanndan biri olarak gör-
meİc de mümkün... (103 dakiica)
falete tanık olur.
Maria, yeraltmın döküntü ya-
pılanndaki toplantılarda, huzur-
suz işçilere sabırlı olmalannı ve
'unutulmuş tsa'nın getireceği
kurtuluşu beklemeleri gerektiği-
ni anlatırken Freder'in babası bu
toplanülann farkına vanr. Bunun
üzerine baş bilimadamı Rot-
wang'a, Maria görünümünde bir
robot yapmasını emreder. Bu ro-
botun, işçilerin yöneticilere gü-
venmesini sağlayacağmı ve böy-
lelikle bütün devrimci eğilimlerin
sonaereceğine inanır. Aldığı emir
sonrası Maria'yı kaçıran ve onun
benzeri bir android yaratan Rot-
wang, diğer taraftan da Freder-
sen'i alaşağı edip tüm güce ken-
disinin sahip olabilmesi için tasa-
nmlannı genişletmektedir.
Yöneticilerle, yeraltındaki ken-
ti yaşatan 'kocaman makineterin
köfeferi' işçilerin sonuçta kenti su-
lann basmasma yol açacak çatış-
masrnı anlatan 'MetropoBs'te, öy-
künün tüm ideolojik yönüyle aşı-
nlıklan ve dengesizlikleri o dö-
nemde Fritz Lang'ın sosyalizme
eğimli olan senaryo yazan kansı
Tbea Vbn Harbou'dan kaynakla-
nrr.
'MetropoBs', 1920 Alman si-
nemasıran en 'uhısal' ürünü, dışa-
vurumcu akımm ömek filmi ve
bilimkurgunun da ilk klasiği ol-
ması açısından büyük önem taşı-
yor.
Resim dünyasuun James Dean'i
KültürServisi- 198O'li yıllann başlann-
da yoksul, çulsuz, kimsenin tanımadığı,
graffîticıbirsokak ressamı olan. Haiti asıl-
lı, 19 yaşlanndakı genç siyahi Jean-Mk-
hel Basquiat, birdenbire Ne\v York'un en
çok sözü edilen ve resimleri en çok tartı-
şılan ressamı halıne gelır, tablolan kudret-
li koleksiyoncularla ünlü müzeler arasın-
da kapışıhr. Her yaptığıyla medyaya mal-
zeme olan genç siyahi ressam, ırkçı önyar-
gılann geçerli olduğu beyazlann dünya-
sında doruğa çıkar. Ancak başannın her
türlüsünü tattıkça içiru saran yalmzlık duy-
gusu ve intihar saplantısı katmerlenir. Ve
henüz 27 yaşındayken aşın dozdan ölüve-
rir 1988'de. Tıpkı arabasıyla hız yaparken
ağaca toslayıp genç yaşta ölen James De-
an gibi. Hiç beklenmedik ölümü, ressam
Basquiat'nın ününü ikiye kattar. Aynca
New York Times gazetesince 'sanatâlemi-
nin JamesDean'i' olarak adlandınlıncabu
siyah derili ressamın ünü bütün dünyayı
tutar...
Basquiat'nınkuşağından, 1951 doğum-
lu bir ressam- heykeltıraş, JuBan SchnabeL
ilk büyük sergisini 1979'da New York
Mary Boone galerisinde açtı. 1989'dan be-
ri Basquiat filmi üstünde çalışan Julian
Schnaberin ilk yönetmenlik denemesi
'Basquiaf. Ünlülerden oluşan zengin bir
oyuncu kadrosunu bir araya getiren Schna-
bel, doğrusu bir ilk fılmden umulmaya-
cak zevkli ve estetik bir düzey tutturmuş
'Basquiat'da Öncelikle Basquiat'yı oyna-
yan genç zenci aktör Jeffrey Wright'la ku-
sursuz bir makyajla Andy VVarhol'a ben-
zetilmış Davki Bowie'nin sivrildiği parlak
kadroyu Dennis Hopper, Gary Oldman.
Benkjo Del Toro, Courtney Love, Chris-
Tiyatro, siyasetyapmakta özgürdür kuşku-
suz. Ama dev letin parası ve baskısı yoluy-
la, devletteki 'egemen göröş'ün siyasetini
yapmak sanatın uydulaşması anlamına ge-
lir. Kimsenin ve hiçbir egemen görüşün,
Türkiye Cumhuriyeti'nin gözbebeği yazar-
lanmızı ve sanatçılanmızı bu yolda 'kullan-
ma' hakkı ve yetkisi olamaz.
Olayın öncelikle basın/medya, sonra da
ilgili kuruluşlar ve kişiler tarafından aynn-
tılı olarak irdelenmesi ve açıklanması ge-
rekiyor. 27 Mart 1997 gecesi 'IV. Murat'
oyununa kimleT çağnlıydı? Dinçer Sü-
mer'in bildirisi hangi istem doğrultusunda
okunmadı? Yıllardır titizlikle uyguladığı-
mız 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü bildı-
risine ilişkin 'centümenHk anlaşması' ne-
den bozuldu? Kimi sahnelerinin büfelerin-
de -herhalde oyun öncesinde ve perde ara-
sında içilmek üzere- küçük boy şaraplann
bulunduğunu bu yıl kendi gözlerimle gör-
düğüm Devlet Tiyatrolan, gerçekten de
'şerbet' mi sundu davetlilere? Geçmiş yıl-
larda pek çok kez sahnelenmiş olan 'IV.
Murat' oyunu, hangi gerekçelerle böyle 'b-
ikfik karşıtı' bir gövde gösterisine dönüş-
türüldü?
Turan Oflazoğlu, bu ünlü oyununu yaz-
dığı 1960'h yıllarda, Klasik Filoloji oku-
muş, Shakespeare üstüne yazan, Shakespe-
are çevirisi yapan, tarihsel oyunlannda,"
kahramanlann iç çelişkilerini sergileme yo-
luyla tiyatroda 'trajik' boyııtu yakalama
uğraşına sanlmış bir genç adamdı. Şu an-
da da Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Türki-
ye Milli MeTkezi'nin üyesidir. Oyununun
siyasi boyutlu bir gösteriye araç kılınması
karşısında ne düşünüyor? Oyununun su-
nulduğu sahnede, meslektaşı Dinçer Sü-
mer'in tiyatrobildirisinin okunmayışını na-
sıl karşılıyor?
Devlet Tiyatrolan Genel Müdürü ve
Uluslararası Tiyatro EnstitüsüTürkiye Mil-
li Merkezi'nin üyesi olan BozkurtKuruç'a
da sormak gerek. Kendisinin de üye oldu-
ğu bir kuruluşun yerleştirdiği bir gelenek,
o gece nasıl yıkılıverdi? Devlet Tiyatrola-
n sanatçısı olan yazar Dinçer Sümer'in bil-
dirisi, o gece Büyük Tiyatro'da neden oku-
tulmadı? İçinde kimi karekterlerin 'şeriat'
isteğine ilişkin sözlerin yer aldığı bir tarih-
sel oyunu, 'Refah' ağırlıklı olduğu anlaşı-
lan bir davetli topluluğuna sunmak için ni-
çin 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü seçil-
di?Özellikle, bu yıl Devlet Tiyatrolan An-
kara sahnelerinde hiçbir basın galası yapıl-
mamışken?
Oynanan acıklı bir komedyadır. Tiyatro
gibi yaşamla doğrudan doğruya örtüşenbir
sanat, ulusal niteliklideevrenselnitelikli.de
olsa, siyasal iktidarlann üstündedir. Ikti-
darlar geçer, tiyatro kahr... (Kaç kez yaz-
dım ben bu tümceyi? Neden, çeşitli aralar-
la yeniden, yeniden yazmak zorunda kalı-
yorum?) tktidara 'yaranan' bir tıyatronun
varlığmı sürdürebildiği bugüne dek görül-
memiştir. Devlet Tiyatrolan 'özerk' olma-
yabilir, ama tiyatro özerktir. Laik cumhu-
riyetimizin bize armağan ettiği eğitimli ve
birikimli sanatçılanmızı da -maaşlannı
de^'letten ahyor olsalar da- 'iktkbuiar'ın
gövde gösterileri için kullanmak, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin saygınlığıru zede-
ler.
topher VValken, VVüTem Dafoe gibi ünlü ve
usta oyunculartamamlıyor. Resimle, plas-
tik sanatlarla haşır neşir olanlann özellik-
le keyif alacağh düzeyli ve renkli bir Ba-
ğımsız Sinema ömeği 'Basquiat'
•
•
•
•
1
•
•
•
|
••
•
•
•
•
3
I
I
|
1
•
••
•
••
•
•
1
1
1
EMEK: Yaz Öyküsü
(12.00-18.30), Satılık
Yaşam (15.00), Basquiat
FtTAŞ l:ZaferYolu
(12.00-18.30), Bir Oda
Hizmetçisinin Güncesi
(15.00-21.30)
FtTAŞ 3: Işıklar Sönmesin
(12.00). Semetik Zevkler
(15.00-21.30), Eşkıya
(18.30)
FtTAŞ 5: Şehvet ve
lntıkam (12.00), Kardeşlerin
Başı Dertte (15.00-21.30),
Hamsun (18.30)
REKS: Kaltaklar (12.00),
Oyun Evine Hoşgeldiniz
(15.00), CennetYolu
(18.30), Robinson Crusoe
(21.30)
BkfLlJ•Karık'şk-rin Bnşı Dertte*
Y A R I N
EMEK: Kafkas Mahkûmu
(12.00-18.30), Bir
Kavboluşun Güncesi
(15".00),MaskelerKralı
(21.30)
FtTAŞ 1: Güzel Şey
(12.00-18.30), Samanyolu
(15.00-21.30)
FtTAŞ 3. Tabutta
Rövaşata (12.00), Heryer
KarlaKaphydı (15.00-
21.30), Ali (18.30)
FtTAŞ 5: Basquıat (12.00),
Lea (15 00-21.30), Satılık
Yaşam (18.30)
REKS: Pizzicata(12.00),
Soğuk Ateş (15.00), Benim
Küçük Tath Köyûm
(18.30), 0(21.30)
1
•m
1
•
•
1
•
•
•
•
•
•
•
•
4
3
mJ3m
J
mJ
m3
3m
1
YAZI ODASI
SELtM İLERİ
Bir Antolojî Düşüncesi
Oğlak Yayınlan'ndaydım. Raşrt Çavaş Türk hi-
kâyesini odak alacak bir antoloji hazırlamamı öner-
di.
Gerçi daha önce Yapı Kredi Yayınlan için llk-
gençlik Çağına öyküler'i hazıriamıştım ama, o seç-
ki, gençlere Türk hikâyesini sevdirmeyi amaçlıyor-
du. Bu kez, doğrudan doğruya 'hikâye sanat;'nın
seçkin verimlerini saptamaya çalışacaktım.
Koskocaman bir liste çıkardık. üsteyi çıkanrken
Behçet Necatigil'ın, Şükran Kurdakul'un sözlük-
lerinden yararlandık. Aynca Asım Bezirci'nin öy-
külerimizi özetlediği, öykü yazarlarımızı kaynakça-
larla tanıttığı kitabından da yararlandık.
Şöyle dönüp bakınca, Türk hikâyesinin bitmez
tükenmez bir hazine olduğunu ayırt edıyorsunuz.
Başta, 1860 doğumlu Samipaşazade Sezai 'y-
o/aç/c/' niteliğiyle duruyor. Belleğimden Samipa-
şazade Sezaı'nin verimlerini geçirmeye çalıştım.
Prof. Zeynep Kerman öykülerin tümünü yeni ya-
zımıza kazandırmıştı; unutulmaz, hakkı ödenmez
bir emektir.
Sezai'nin öylesine duyarlı hikâyeleri var ki, ara-
dan geçen onca zaman, hepsini silebilecekken,
pek çoğu sapasağlam ayakta duruyor. Dünya, top-
iumsal ortam değişmiş ama, duyartık varlığmı ko-
ruyor; insanî öz bugüne de sesleniyor.
Sezai'den hangi öyküyü seçmek gerekir? Bir tür-
lü karar veremedim. Daha uzun süre karar vereme-
yeceğim, besbelli.
Listeyi taramaya devam ediyorum:
Hüseyin Rahmi Gürpınar'la Halid Ziya Uşak-
lıgil yine yan yana, art arda duruyoriar. Birbirine
handiyse karşıt edebî anlayışlı bu iki büyük usta,
roman alanındaki başanlannı öyküde de sürdür-
müşlerdir.
Hüseyin Rahmi'nin 'yenilik' karşıstndaki tutum-
lanmızı eleştiren nefis öyküleri vardır. Gerçi Hüse-
yin Rahmi, 'esto'nin bozuşa bozuşa can çekişme-
sini de alaya almaktan geri durmaz. Bir kofluk or-
tasında debelenip durduğumuzu anlatmaya çalı-
şır.
Bu öyküler 'biçimsel' açıdan günümüze eskisi
kadar çok şey söylemiyor. Ne var ki 'içehksel' açı-
dan hepsi hâlâ bugünü söylüyor.
Halid Ziya'ya gelince, gönül kırıklığı üzerine ku-
rulu hikâyelerryie benim için her zaman göz kamaş-
tıncıdır. Birçok hikâyecimizin, en modernlerin bile
ona çok şey borçlu olduğunu düşünüyorum.
Listedeki sıraya bağlı kalmayacağım artık:
Halide Edip'ten "Kubbede Kalan Hoşsada" öy-
küsünü alacağım. Kesenkes karar verdiğim tek öy-
kü bu. 1930'lannbu verimi, bir yirmi beş yıl sonra-
sına yönelik iyimser ütopyadır. Türkiye'nin kendi
geçmişine bağlı, ama 'çağdaş' dünyada söyleye-
cek sözü olan, üstelikbu sözünü sanat, müzik ara-
cılığıyla söyleyebilen bir ülke konumunda belırdiği
"Kubbede Kalan Hoşsada" 1997'de de iyimser bir
ütopya olarak kalakalıyor. Çok etkileyici, çok dü-
şündüjücü bir verim...
Ya Ömer Seyfettin? Ömer Seyfettin'i ilkokul
günlerimizden beri yaşayışımızın özellikleri arasın-
da saymak durumundayız. "And" için, "Kasaö;"
için az mı gözyaşı döktük?! Gelgelelim yıldıam ba-
nşmamıştır Ömer Seyfettin'le. Hep irkilirim. Belki
çok daha iddiasız hikâyeleri...
Çok önemli bir sorun da antolojinin hangi doğum
tarihinde noktalanacağı. Yüz öyküyle sınıriı bir an-
toloji olacak. Oysa yüz elliyi aşkın hikâye yazan
saptadık.
Geniş bir yelpazeden yaklaşıldığında yüz elli sa-
yısı elbette artacaktır. Hele gülmece öykülerinin
yazarlan seçkiye katıştınhrsa...
Işin içinden çıkılacak gibi değil.
Güzide Sabri'yi almayalım dedik. Aşk ve kara-
sevda romanları daha baskın çıkar Güzide Sab-
ri'nin, dedik. Ama öyküleri de var. Üstelik öyküleri
anısal izlenimlerle bu yazanmızın bir dönemler için
o kadar çok okunduğunu, sevildiğini açımlıyor...
Güzide Sabri'siz olmaz, dedim.
Mahmut Yesari'den vaz geçeceğiz? Güzelim
Yakacık Mektuplan...
Daha 1895 doğumlularda bocalayışlar birbirini
kovalryor. Üstelik bu yazarlanmızı bugün kimse an-
mıyor, hatırlamıyor, genç kuşaklar bilmiyor, oku-
muyor. Bir seçki biraz da geçmişin değerlerini
günümüze taşımak için kotanlmaz mı?
Kararsızım, huzursuzum. Ben bütün yazar-
lanmızın sonsuza kadar soluk almasını istiyorum.
Suat Derviş'i neden bizim antoloji de öldürsün!
Takvimde tz Bırakan:
"Gemiyle sandal birbirinden aynldı. Gecenin
soğuk, ıslak rüzgân esip geçti aralanndan. Ûs-
tümüzde uçan birmartı, keskin bırçığlıkattı. İki tek-
ne denizde yalpa vurup uzaklaşmaya başladılar.
Yüreklerimız dolu, üç kere' Yaşa!' diye bağırdık; ve
kader gibi kör, daldık ıssız Atlantik okyanusunun
sutanna..." Herman Melville, Moby Dick, Çev: S.
Eyuboğlu - M. Urgan, MEB Yayınlan, 1964.
Atila Epgüp'ün fotoğpa! sergisi
• Kültür Servisi - Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi ressam Atila Ergür,
fotoğraflannı bugünden itibaren sergilemeye
başlayacak. Nâzım Hikmet Vakfı Kültür Merkezi 'nde
açılacak sergi, 8 mayısa kadar sürecek. 1945 yılmda
Eskişehir'de doğan Ergür. 1966-1970 yıllan arasında
Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu'nda sanat
eğitimi gördü. 1971 yılında okulunun tekstil sanatlan
bölümüne asistan olarak giren ve halen MÜ'de çalışan
Ergür, bugüne değin duzenlenen sergilerinden farklı .
olarak ilk kez fotoğraflannı sergiliyor.
BUGÜN
• CRR'de saat 19.30'da Darmstadt Bessunger Oda
Orkestrası konseri izlenebilir. (232 98 30)
• İDOB'de saat 20.00'de R. Rodgers / O.
Hammerstein Il'nin 'Kral ve Ben' adlı yapıtı yer
ahyor.
• AKSANAT'ta saat 12.30 ve 18.00'de
Prokofiev'in 'The Fiery Angel' adlı
operası lazer diskten izlenebilir.(252 35 00)
• SAHNE FOKS'ta saat 18.30 ve 20.30'da
Ankara Sanat Tiyatrosu'nun oyunları izlenebilir.
• ELEŞTİRİ KİTABEVİ VE KÜLTÜR
MERKEZİ'nde saat 14.00'te yazarlar ve şairler
ûzerine söyleşi yer alıyor.(373 38 24)
• ÎSTANBUL ÜNtVERSÎTESİ Öğrenci Kültür
Merkezi'nde saat 14.00'te 'Ölü Ozanlar Derneği'
adlı film ile Burçak Evren, Prof. Cem Taylan,
tbrahim Altmsay ve thsan Kabil'in konuşmacı
olarak katıldığı 'Beyaz Kâğıttan Beyaz Perdeye'
başlıkh panel izlenebilir.