23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 ŞUBAT 1997 PERŞEMBE 12 DIZIYAZI Tompalı' değil 'bombalı'Failinin meçhul bırakılması amacma yönelik cinayetler için pompalı tüfek, tabancadan daha çok yeğlenir. Aynca pompalı tüfek tahribat gücü yönünden de tabancalan geride bırakır. Bu yüzden 'pompalı' yerine bu tür tüfekleri 'bombalı' olarak nitelemek daha doğru olur. Pompalı tüfeği 'av tezkeresi' ile edinen kimse, üzerinde kendisine göre değişiklik -örneğin namlusunu kısaltmak gibi- yaparak onu saldın amacma yönelik biçimde kullanabilmektedir. 2- KÂNİ EKŞİOGLU Dünkü yazıda genel olarak ateşli av ve spor silahlan ile bunlann ruhsatlanna değinildi. Şimdi ise asıl konumuz olan silahlanmanın ve 'silahJandınnanın' Susurluk'u gibi birden gündeme gelen pompalı tüfek olgusu üzerinde durulacaktır. Sılahlandırmanın gündemine oturan pompalı tüfekler aslında ne avda ne de sporda kullanılan silahlardır. Bunlar yıvsız-setsiz tüfekler grubunda yer alırlar. Yasayı dolanan silah üreticileri bu tüfeklerin önce dipçiklerini 'kabzalı' hale getiımiş, böylece ilk bakışta tabanca görünümünü kazandırmışlardır. Bu tüfegi alan kimse onun namlusunu da olabildiğince, başka bır anlatımla tıpkı tabanca gibi kullanılabilir biçimde kısaltarak 'taşıma' şansına sahip olabilmektedır. Taşıyabilmek için de 'taşıma nıhsatr değil. yalnızca av tezkeresi yeterlidir. Oysa hiçbir avcı pompalı tüfek kullanmaz. Gerçek avcılar avda kullanılan tüfekleri edınirler. Pompalı tüfek avda kullanılan tüfek olmadığına göre bunun tıpkı 6136 sayılı yasada düzenlenen ateşli silah olarak kullanım amacıyla edinildiği kuşkusuzdur. Üstelik bu silahlann suçta kullanılması durumunda yivsiz-setsiz olmalan yüzünden üzerlerinde balistik ınceleme de yapılamamaktadır. Bu yüzden pompalı tüfek, yivli-setli tabancadan daha da vahim bir tehlıke arz etmektedir. Failinin meçhul bırakılması amacma yönelik cinayetler için pompalı tüfek, tabancadan daha çok yeğlenir. Aynca pompalı tüfek tahribat gücü yönünden de tabancalan geride bırakır. Bu yüzden 'pompalf yerine bu tür tüfekleri 'bombalı' olarak nitelemek daha doğru olur. Pompalı tüfeği 'av tezkeresi' ile edinen kimse, üzerinde kendisine göre değişiklik -örneğin namlusunu kısaltmak gibi- yaparak onu saldın amacma yönelik biçimde kullanabilmektedir. Oysa tabanca ve yivli tüfeklerin ana ve balistik önemi haiz parçalan olan namlu, sürgü, çerçeve, çıkancı, tırnak, ateşleme iğnesi ve mekanizma başı üzerinde yapılması ıstenilen değişiklik için, silah tamir yeri açma ruhsatı bulunan tamirci tarafından bu hususlarla ilgilı düzenlenmiş raporla birlikte Içişlen Bakanlığı'na başvurmak zorundadır. Kısa deyişle silah üzenndeki değişiklik ancak Içişlen Bakanlığı'nın iznı ile mümkündür. Uygulamada. özellikle pompalı tüfeklerde yapılan değişiklikler için herhangi bir izin alınmamakta, böylece devletin denetiminden uzak tutularak tam bir silah kaosu yaratılmaktadır. Sllahların denetimi Türkiye, bütünüyle denetimsiz bırakjlan bir silah cennetidir ve bu durumuyla da silah deposu haline getirilmiştir. Yukanda kimlerin silah bulundurabilecekleri ve kimlerin taşıyabilecekleri, kimlerin av tezkeresi alabıleceklerine değınırken görüldü ki 'silahsız' olanlan saymak daha kolay ve kestirmedir. Böylesine başıboş bırakılan silahlann denetiminden söz ediiebilır mi? Bu sorunun yanıtı elbette hayırdır. 12 Eylülcülenn bile bu denetimi sağlayamadıklan ve bu yüzden kısa aralıklarla silahlann teslimi için 4 af yasalan' çıkarmak zorunda kaldıklanna da yukanda değinildi. Devlet. silah denetimini yapamamak bir yana, yapmamaktadır da. Şu ya da bu nedenle silah üretimi arttınlmakta, halkın silahlanmasma, daha da vahimi silahlandınlmasma açıkça göz yumulmaktadır. Bunca yasadışı silaha rağmen 6136 sayılı yasaya muhalefet suçu ile ilgili Süahlandırmanın kolaylığı Bunca sîlah üretimi, bunca ruhsat dağıöraı, denetimstzlik ve yasa dolanmadaki koîayltk bir gerçeği gündeme getirecekti: Silahkndırraak! Tûrk halkı bu olguya aslında hiç de yabancı değil... Aîiansanacağj üzere, 12 Eylül öncesi dönemde bu olgu had safhaya ulaşmıştı. Özellikle MHP militanlannm dağlarda kurulan kamplarda askeri yöntemierle eğitiîip siîahlandmldığı ve bu silahli egitilmis militanlann aydmlara saldınp onlan öldürdükleri herkesçe biiüımektedir. Kanlı ve karanhk günlerin üzerinden 17- 18 yıl geçti. Şimdi ise daha kanh ve karanlık günlerin arifesinde yaşanılryor. "Kanh mı olacak kansız mı* sorusunun arkasmdaki gerçeği tıpkı Susurluk gibi, bu kez de 'pompalı tüfek' olgusu gündeme getirdi. Devletin koruma ve gûvenlik gûçlerinin yerine kendi özei koruma ve bodyguard'lannı geçirenlerin arnaca ne? Ostetik bunlar yalnızca özel giysili mi yoksa silahli mı? Üstelik 'koruraa' adı altındaki bu özel milttanlann üzerinde 'pompah tüfek' mi var? Bunlann üzerleri aranmış mı? Kim arayacak? Bunlann taşıdıklan silahlar ruhsatlı mı? Kim verecek? Niçin verecek? Bunîann 'can güvenüklerF mi tehlikede? Bir de bunlann dışmda ve aynı merkeze bağlı militan güçler var... Şeriat düzeni özlemciieri. demoicrasi hazımsızlan var. Afganistan ve Cezayir özlemciieri var. Demokratik Iaik hukuk devleti düşmanlan var... Demokrarik hukuk devletinde iktidar halkın oyu ile korunur; siîahlandınlan militanlann gûcü ile değil. yargıya intikal eden dosya yok kadar azdır. Bu yüzden herkes silah yasağına uymaksızın silah taşımakta, silahlanmaktadır. Bu denetimsizlik aynı zamanda silah ve mermi üretimi için de söz konusudur. Barut ve patlayıcı maddelerle silah ve teferruatı ve av malzemesinin üretimi 6551 sayılı yasa ile 'inhisar'dan çıkanlmış ve serbest bırakılmıştır. Bu tekel dışı bırakılan patlayıcı maddeler ve benzerlerinin üretimi, ithali, taşınması, saklanması, yok edılmesi, 87 12028 sayılı Bakanlar Kurulu karanyla çıkanlan tüzük hükümlerine bağlanmış olmakla birlikte bu alanda da ciddi bır denetimden söz etmek mümkün değildır. Bunun gibi Türkiye'de Harp Silah ve Mühimmatı Yapan Hususi Sanayi Müesseselerinin Kontrolü Hakkında Kanun ile bunun uygulanmasına ilişkin tüzük yürürlükte olmasına karşın -silah alanındaki başıbozukluk göz önüne alındıkta- bu konularda da ciddi bir gevşeklikten söz etmek abartılı olmayacaktır. sonuç ve çözüm Pompalı tüfek, tıpkı Susurluk kazasının ortaya çıkardığı bir başka gerçeğin simgesi olmuştur. Pompalı tüfek vesilesiyle Türkiye'de yeni bir dosya daha açılmalıdır. Bu dosya: 'Silah Dosyasr, 'Yasadışı Silahlanma Dosyası'dır. Dahası 'Yasadışı Silahlandırma Dosyası'dır. Bu konuda TBMM'de bir Araştırma Komisyonu kurulması zorunludur. Bu komisyon, öncelikle bu çok duyarlı olan, ancak her dönemde savsaklanan ve kötüye kullanılan 'ruhsat' olgusunu gündeme getırmelidir. Bugüne değin, kimlere hangi gerekçelerle silah taşıma ruhsatlannın dağıtıldığı araştınlmalıdır. Özellikle kısaca 'can güvenliği' diye anılan ruhsat dosyalannda oldukça karanlık ilişkıler gözlemlenebilecektir... Silah hukuku ve silah mevzuatı günün koşullanna göre yenıden gözden geçirilmelidır. Devletin, silah denetimini bütün boyutlanyla ele ve bu konudaki yasa ihlallenni gündeme alması gerekmektedir. Gûvenlik kuv~vetlenne yardımcı olduklan için ruhsat verilen kimselerin dosyası da gözden geçirilmelidir. Bütün bunlar yapılırken aslında ateşli niteliği ve üzerinde denetimsiz değişiklik yapılarak tam anlamıyla bir tabanca haline getirilebilen pompalı tüfek satışı durdurulmalıdır. Öncelikle bu tüfeklerin 2521 sayılı yasa kapsamından çıkanlarak 6136 sayılı yasa kapsamına alınmastnda zorunluluk vardır. Demokrası, silahsız-saldınsız güvenlı ortamda gelışir. Silahlanarak ya da silahlandınlarak hiçbir hedefe ulaşılamaz. Temiz toplum. güvenli toplum için 'silahlara veda'._ BİTTİ ÖRÜŞI Prof. Dr. İLHAN ARSEL Kadını her bakımdan aşağılatan, özgürlüklerinden uzaklaştıran şeriata ve onun uygulamalanndan biri olan çarşafa karşı Ankaralı hanımlanmızın ayaklanmaları, hepimizin mutluluk duyarak alkışlamamız gereken bir olaydır. Hele aralannda erkeklerin de yer almış olması, mutluluğumuzu bi- raz daha arttırmış olmalıdır. Şu bakımdan ki şeriat öyle emredi- yor diye kadını, yüzyıllar boyunca, "aklen ve dinen dûn yaratık" sayıp egemenliğimiz altına almak bir yana, fakat bir de çarşafa (ve evin dört du- varı arasına) tıkayarak onu benliğin- den ve insanlık şahsiyetinin haysıye- tinden yoksun kılmak gibi bir hod- gâmlığa saplanan bız erkekler, eğer işlediğimiz bu günahtan kurtulmak ve aslında uygar bir kafa yapısına sahip olmak istiyor isek. 1400 yıllık hatamı- zı anlar ve hem şeriata ve hem de özellikle şeriatın getirdiği çarşaf bela- sına karşı olanca gücümüzle savaşı- rız. Savaşırken de şunu itiraf etmeliyiz ki hiçbir kadın, zorlanmadan, yani kendi isteğiyle kara çarşafa sarılı bir bohça haline getırılmekter hoşian- maz ve hiçbir toplum, kadını çarşaf, peçe ve başörtüsü köleliğinden kur- tarmadıkça kurtuluşa ve özgürlüğe ulaşamaz. Kadını çarşafa tıkamakla ya da başörtüsüne zorlamakla ne sosyal ve ne de ahlaksal gelişme ola- mayacağını, hele ıffet ve namus duy- gusunun, kadını evin dört duvarları arasına kapatmakla değil, fakat an- cak onu özgürlüğe sahip haysiyetli bir varlık haline getırip kendi şahsiyetinin haysiyeti duygusuna kavuşturmakla sağlanabileceğini, çeşitli yayınlanm- la dile getirmeye çalışmışımdır. Örneğin Şeriat ve Kadın adlı kita- bımda kadınlarımızın, daha Osmanlı dönemlerinde, çarşafa karşı, için için tiksinti beslediklerıni ve özgürlüğe ve giyim kuşam uygarlığına daıma öz- lem duyduklarını. ancak ne var ki ko- yu taassubun oluşturduğu korku içe- risinde bu nefret duygularını ortaya vuramadıklarını, bu ortamdan uzakla- şıp yabancı diyarlara göç edebilenle- rin bu duygularını açıklama serbesti- sine kavuşarak hınçlarını çıkarma fır- satlarını aradıklarını belirtmiş ve Sel- ma Ekrem adındaki bir genç kızımı- zın ariı'annı nakletnrştım Ankaraiı ha- nımlarımızın çarşaf tehlikesıne karşı gösterdikleri son tepki vesilesiyle ki- tabımdan bazı çalmalar yaparak ola- yı burada tekrar anımsatmak isterim: ...Ve Çarşaf Selma Ekrem, Osmanlı döneminin paşalarından birinin kızıdır. Ablasının çarşafa ginme yaşına basması vesile- siyle köşkte teptiplenen merasimi iz- lerken düşündüklerini şöyle açıklıyor: "...Ablama giydirilen kara çarşaf, başını, kollannı (ve her tarafını) kav- rayan bir pelerin ve ayak bileklerine kadarinen biretektikşeklinde kalın si- yah ipek kumaştan yapılmış bır şey- di. Yüzüne de kalın bir peçe geçiril- mişti... (Onu bu halde görünce) sa- londa bulunan kalabalık gözlerimin önünden silindi ve karşımda (bekle- medtğim, bambaşka) kılığa bürün- müş bir abla belirdi. Bana şimdi ta- mamiyle yabancı bu bohçanın kap- kara örtüleri, beni (âdeta) gölge gibi sardı; tıpkı tüm yaşamımı pençesi arasına alıp dev gibi büyüyen bir göl- geydi bu... Hiddet ve dehşet içerisın- de taş kesildiğimi hissettim. Ablamı kara bir çarşaf içerisinde zindana tı- kılmış gibi görmek istemezdim... (Di- yeb'! -r im k<) çarşaf (kckusu) henım yaşantıma, ışte böylece pekzalım bir şekilde gırmiş oldu ve o andan itiba- ren çocukluğum boyunca (kendisini) belli edecek şekilde zihnimin içine çöreklendi. Bu (tiksinti verici) düşün- ceyi kafamdan çıkarmam mümkün değildi; (çarşafa sokulma düşüncesi) öldürücü bir düşünce olarak, o ana kadar tanık olduğum her türtü korku- dan çok daha korkunç bir nitelik ta- şımaktaydı. Milyonlarca kadın bunu, benden önce giymişti. Gözlerimin önüne, kalın kara çarşafa bürünmüş, yüzleri kapalı, hep (umacı kılıktaki) bu kadınlar gelir oldu. Kara bohçalar şeklindeki bu milyonlann (bilinçsiz) teslimiyeti beni nefessiz bırakmaya yeteriiydi. Üstüme büyük bir fırtınanın çöktüğünü hisseder gibi oldum. Fa- kat başımı azimle dolu olarak kaldınp bu fırtınaya karşı savaşmaya ve beni saran bu gölgeyi yırtmaya hazırdım. (Kara bohçalara sanlı) milyonlarca ka- dın bana gülebilir, benimle alay ede- bilir, beni küçük görebilir (beni dinsiz bilebilirdi); fakat ben (herne olursa ol- sun) bir bohça haline ginmeyecektim. Ben yaşamım boyunca temiz havayı ve rüzgân yüzümde hissetmek ıstı- yordum. Ruh çökerten bir kara ağıl beni pençesine alamayacaktı. Nede- mekti (dinsel) emirler, ya da benim büyüklerimin 'emir' denen sözleri? Gençliğimin verdiği pervasızlıkla bü- tün bunlara karşı direnecektim." Ve işte kadınlarımıza bu güzel öz- lemi gerçekleştirme fırsatını Atatürk sağlayacaktır. Kılık kıyafet devrimini getirirken Atatürk bilmekteydi ki kişi- nin düşünce tarzını tayin eden şey o- nun yaşam tarzıdır ve kişi, düşündü- ğü tarzda yaşamaz fakat yaşadığı tarzda düşünür. Örneğin çarşafa tıkı- lan kadını erkeğin kulu kölesı halinde tutmak kolaydır; çarşaftan çıkardığı- nız an iş değişir. Atatürk'ün bu devrimlerini, bazı Müslüman ülkeler, örneğin Afganis- tan, izlemek isteyecek ve fakat şeri- atçının melâneti ve tepkısiyle çabuk vazgeçecektir. Bu devrimleri tek ba- şına sürdüren toplumu ise yirmi otuz yıl gibi kısa bir süre içerisinde uygar- lık aşaması yaparak, gerilikler batak- lığına saplı diğer bütün Islam ülkele- rinin önüne geçecektir. Ancak ne var ki Atatürk'ün ölümünden sonra hort- layan şeriat, o ölüm saçan kanat çırp- malarıyla ilk iş olarak kadını çarşafa (ya da başörtüsüne) sokmaya çalışa- cak ve Türkiye'yi yeniden felaket va- dilerine doğrultmanın ilk adımlarını at- mış olacaktır. Ankaralı hanımlanmızın davranışla- n, şeriatın bu azgınlığına ve küstahlı- ğına karşı anlamlı bir ihtardır. ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Yobadap Elinde Oin... (1) Eski Adalet Bakanlanndan Mahmut Esat Boz- kurt'un Izmir'de yayımlanan "Anadolu" gazetesinde çıkmış "Yobazlar Elinde Din..." başlıklı birkaç yazısı- nı yayımlamayı, genç kuşaklar açısından yararlı gör- düm. İlk yazı. 24 Şubat 1933'te çıkmış "Anadolu'da. Şöy- le başlıyor - "'Şeriat isterük!' Günün birinde (Patrona Halipadında biriortaya çı- kıyor. Muslu namında bir de arkadaşı var. 'Lale dev- ri küfürdür, yenilikler gâvurluktur' diye bağınyoriar. Safdil halk arkalanna takılıyor. Yeniçeriler kazan kal- dınyoriar. Kafile gittikçe büyüyor. Bütün Istanbul ayak- lanıyor. Sadrazam Damat Ibrahim Paşa ele geçirili- yor; paralanıyor. Daha bir alay insan öldürülüyor. Vur vurana, kap kapana... Irza, mala, cana taarruzlar tü- men tümen... 'Şeriat isterük' naralan, bütün bu faci- alan, bu maskaralıklan örtbas etmek için elde bir kal- kan!.. Vücuda getirilmiş yenilikler yerierin dibine so- kuluyor. Çiğneniyor, yakılıyor, yıkılıyor. Birtakım cer- rar (arsız) yobazlar eşkıyanın arzusuna göre fetvalar veriyoriar. 'Patrona Haliller' mesnetler, rütbelerelde ediyoriar. Hükümet ve idare, zorbalann elinde kalıyor. Yalnız bu kadar da değil, teceddüt (yenilik) fikirleri kan ve ateş içindeyok ediliyor. Kapkara, cahilaneef- kârbirkere daha perçinlenmiş oluyor. Milletin mukad- deratına o hâkim kılınıyor. Zorbalarbaşı 'Patrona'n/n barsaklan bostancıbaşının kılıç darbeleri altında ağ- zına verildiği ve dram sonuna erdiğigün (25.11.1730), Türk milletinin yüz sene gerilediği görülüyor. • • • 'Şeriat isterük!..' Günün birinde Kabakci Mustafa' adında birser- seri 'Bize nizamı cedit ne gerek? Biz destiye kurşun atar, keçeye kılıç çalanzL'd/ye ayaklanıyor. Yeniçeri- ler buna uyuyoriar. 'Nizamı cedit gâvur işidir! Biz şe- riat isterük!..' naralanyla Istanbul sokaklannı çınlatma- ya başlıyoriar. Safdil ahali de bunlara uyuyor. Bir vel- veledir kopuyor. Gene vur-vurana, kap kapana, yağ- ma, yangın, kıtal (savaş)... Bir rezalet bir faciadır gi- diyor. Kafalar uçuruldukça, hazineleryağma edildik- çe, ırza, cana, mala tasallut olundukça hep bir ağız- dan 'Şeriat isterük!.' naralarıyükseliyor. Bunara;soy- gunculuklan, yangınları, katilleri, yağmalan haklı gös- termek için atılıyor! Eşkıyanın emrine amade birtakım yobaz, cahil softalarbu facialan meşrulandırmak için boyuna fetva çıkanyoriar! Eşkıyalan ve eşkıyalığı (Kur'an)'la himayeye çalışıyoriari.. Zaman geliyor, Alemdar Mustafa Paşa'n/n ku- mandasındaki ordu Istanbul'a yanaşıyor. lleri kol ku- mandanlanndan bir zat, Kabakçı'y/ şafakla evinde bastınyor. Kafasını kopanyor. (25-29.5.1807) Baş eş- kıyanın başı düşürüldüğü gün anlaşılıyor ki memle- ketyanm asırdaha gerilemiş, bütün biryabancı düş- man dünya bizi süratle geçmekte bulunmuştur. • • • 'Şeriat isterük!..' Günün birinde bir Derviş Vahdeti' ortalığa ün sa- lıyor. 'Volkan' adlı gazetesıyle ortahğı zehiriıyor. Bo- yuna dinden, şeriatten dem vuruyor! Meşrutiyeti ve onu yapanları gâvuriukla, kâfiriikle itham ediyor. Bir sabah bir alay adam tekbir getire getire kışlalan do- laşıyor, askeri ve halkı tahrik ediyor. 'Şeriat isterük!.' diye naralar atılıyor. Ortalık mah- şere dönüyor. Meydanlar, sokaklar doluyor, boşalij yor... Tekbirier, ilahiler, (Lailahe illallah) yazrit bayrak*- lar, dervişler, yobazlar koşuşuyor, bagnşıyor, ortalık vaveyla içinde... Yağma, katil, ırza, cana taamızbir- birini takip ediyor. Kıtalleri tekbirier; hırsızlıklan 'Şeri- at isterük!..'sedalan karşılıyor. (Kanunu esasi) gâvur- luktur. 'Padişah'/n selahiyetlerine hürmet edilmelidir. 'Kur'an' kafidir. Kanunlara, Kanunu esasi'lere (anaya- salara) lüzum yoktur. 'Şeriat isterük!.' diye bağnşıyor- lari.. Millet Meclisı dağılıyor. Adliye nazın makamın- da öldürülüyor. Yobazlar boyuna fetva veriyoriar. Memleket elleri fetvalı eşkıya elinde kalıyor. Zaman geliyor, 'Hareket Ordusu' Istanbul'a giriyor. 'Derviş Vahdeti,' Ayasofya meydanında asılıyor. (23- 24 Nisan 1909) Bir de bakılıyor ki bütün bu gürültü- ler Türk mılletini zayıflatmıştır. Dört sene sonra o ca- nım Rumelleri on beş gün içinde ana vatandan aynl- mış, düşmanlar eline geçmiştir. • • * 'Şeriat isterük!..' Günün birinde Türk vatanı baştan başa düşman is- tilasına düşüyor. Öz Türk milleti en büyük oğlunun, Gazi Reisi'n/n kumandası altında toplanıyor. Bütün bir düşman dünyasiyle, eski tabiri ile 'yedi düveT ile muharebeye girişiyor. Bu sırada Istanbul'da 'Dürrü- zade' adında bırahlaksız, 'Şeyhülislamlık' makamın- da bulunuyor. Hain halife ve Sultan Vahidettin'/n emriyte bir fetva veriyor. 'Vatanı çiğneyen düşmanla- ra kurşun atanlann katli lazımdır. Zira Yunanlılar, hali- fenin müttefikidir' diyort Bu hain yobaz, Allah 'ı, Müs- lümanlann celladı, dinı de mezbahası olarak kullan- mak istiyor! Ortalık birbirine giriyor. Memleketin dört bir ucu ateş kesiliyor. Türk milleti, Türk vatanı kurtu- luyor. Fakat anlaşılıyorkidüşmanın verdiği telefat ka- darbir telefatı da bu fetva, kardeşlerarasında verdir- miştir..." BULMACA SEDAT YAŞAYAX 1 2 3 4 5 ı 1 2 3 4 5 I I II î 6 7 8 9 J IP L 1 2 3 4 5 6 7 8 SOLDAN SAĞA: 1/ Anlann kovan delıgını kapamak için kullandıklan san ve yumuşak madde. V Ses kı- nşlerinın türlü ne- denlerle ışleyeme- mesı yüzünden se- sın kısılıp yok ol- ması... Tanntanı- maz.3/Habeşsoy- lusu... "Ucu çık- maz bır körleçik - - - tutrum" (Âşık Veysel). 4/ Emile Zola'nın bır romanı... Bir bağlaç. 5/ "lyı durumda, ^ yolunda" anlamında argo sözcük... Alev. 6/Üstüaçı- *• labılenotomobil. 7/Birka- 3 bı kaynar suya oturtmak 4 yoluyla ıçındekıni ısıtmak g ya da entmek yöntemı. 8/ Halk müzığine özgü tellı " birçalgı... Musevilıkte sa- 7 bah. öğle ve akşam duala- Q nnın ayakta okunan ana „ bölümü. 9/Afrika'da bir ül- ke... Hayat arkadaşı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Türkiye ile Yunanıstan arasında gerginliğe neden olan, Bodrum açıklanndakı kayalık adalar... Uzaklık ışareti. 2/Bir işı yerine getirme... Yakup Kadri Karaosmanoğtu'nun bır romanı. 3/Casuslukla suçlanarak 1953'te idam ediLmeleri dünyada bü>ük yankılar uyandıran Julius ve Etiıd önadlı ABD'li kan kocanın soyadı. 4/Genişlık... Üzüm şırasımn tortulannı çökertmekte kullanılan kılle kanşık kireçlı top- rak. 5/Gıysının yaka, kol, etek çevresıne gecirilen ince şer- ıt... Yapım. 6/ Japonya'da bır kent. 7/Bir süs taşı... Papağan- la akraba küçük bir kuş. 8/ Telli bir çalgı... Anne. 9/ Cılız, zavîf.. Yemek
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle