25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 EKİM 1997 PAZARTES HABERLER İki yıl önce yitirdiğimiz sosyalist hareket önderi, doğum gününde bir sempozyumla anıldı 'İyi ki doğdun, iyi ki yaşadınAybar'İstanbul Haber Servisi - Türkiye'nin önde gelen fıkir ve siyaset adamlanndan Mehmet Ali Aybar'ın doğum gûnü ne- deniyie düzenlenen sempozyumda söz alan konuşmacılar. Aybar'ın Türk siya- setine ve sosyalist hareketine kattığı iv- menin ve getirdiği düzey in önemini be- îirttiler. Yaşar Kemal. A> bar'ın uzak gö- rüşlülüğünün ve sosyalızm tezlerinin al- tını çizerek "Bizsosyalizmi Aybar'danöğ- rendik. Aybar bize, kendi üzerimize yü- rümeyi vebağrnısı/düşünebilmeyiöğret- ti"dedi. Eski DİSK genel başkanlann- dan Kemal-Nebioğlu ise Türkıye'dc sen- dika! hareketin Türkiye İşçi Partisi'nın (TİP) kuruluşundan sonra büyük ivme kazandığını anımsattı ve "Aybar'ın TİP'e genel başkan olmasıyia sendikalar eko- nomik mücadeleye, ideolojik ve siyasal mücadeleyi de ekJediler" diye konuştu. Türkiye'de sosyalist hareketin önder isimlerinden, bilim ve fîkiradarm Meh- met Ali Aybar. ölümünden 2 yıl sonra. doğum gûnü olan 5 Ekim'de bir sempoz- yumla anıldı. Kızı GüUü Aybar'ıp giri- şimiyle kurucusu olduöu Tanh Vakfı "nca Darphane Binalan'ndaÇok Amaçlı Sa- ion 'da gerçekleştirilen sempozy uma ka- tılanlar, Aybar'ın yılmayan mücadele çizgisi ve sosyalizm anlay ışınm doğru- luğu üzerinde durduiar. Yaşar Kemal, Aybar'ın. Sovyetler Birliği'ndeki sos- MCHMET ALİ AYBAR OZYÜ yalist anlayışın olumsuz sonuçlannı ve başansızlığını çok önceden gördüfünü belirterek Çekoslovakya'nın işgaline karşı çıktığını vurguladı. Kemal, Ay- bar'ın güleryüzJü sosyalizm anlayışını ya- şamı boyunca savundugunu söyledi ve "'Sosyalfetler sosyalizmi az büirJer. Türk aydını belkemiksiz, temelsiz, omurgasız olduğu için Sov>etter Birliği'ne çok ba- ğunlı haldeydi. Ö> sa sosyalizm bagunaz- hk olmadan oimaz" dedi. Sosyalizmin içindeki iikelere karşı konulamayacağı- nı vurgulayan ve Aybar'ın yazarlığına yaptığı katkıya dikkat çeken Kemal, şun- lan söyledi. "Ismet Inönü bir seferinde 'Aybar TBMM'de 8 yıl kaldı ve o dönemde Meclis'in düzeyi yükseldi' demiş. Biz sosyalizmi Aybar'dan öğrendik. Aydın- lannuzda Baüyı özümstmek >ok onıı taklit eonek, ona öykünmek var. Aydın- Iarunız 'Sovyetler varsa var. yoksa yok* diyedüşiinüyoıianİL Aybar isebize ken- di üzerimize yürümeyi öğretti, Sovyet- ler'in nedenyürümeyeceğini nedenleriy- le anJattı. Ben Sovyetler Birfiği'ne yaptt- ğun bir gezide bunu çok iyi gördüni. İn- sanın sosyalizm için değil, sosyalizmin insan için oiduğunu gösteren Aybar, çok büyük bir lider ve şaşmaz bir bilim ada- mıydı." Eski DİSK genel başkanlanndan Ne- bioğlu da Türkiye'deki sendikal hareke- tin dünyayla ilişkiler kurduktan sonra büyük sıçrama yaptığını savundu. Nebi- oglu. "Fakat ası] sıçramavı TİP kund- duktan,Aybargenelbaşkan <)Jduktan. Be- h ice Boran TİP'e girdikten sonrayaptık. TİP, sendikal mücadeleye boyut katarak gerçek yörüngesineoturttu" diye konuş- tu. KenanSomer de Aybar'ın tam bağım- sızlıkçı, anti-emperyaüst ve ulusalcı sosylizm aniayışına değındı. Somer, "Ay- bar, Kurtuluş Savaşı'na ve Atatürk dev- rimineyürekten bağhydı. Tüm sorunla- rın çözümünü de Atatürk'ün yüzdeyüz milli polrrikalanna dönüşte buluyordu. Ona göre sosyalizm üe millivetçilik geri kalnuş ülkelerde aynı anlama geliyordu. Çünkü bu ülkelerde emperyalizme kar- şı bağımsı/lıkmücadelesini verenJersos- yalistlerdi. Aybar'a göre millivetçilik. sö- müriiye ve emperyalizme karşı oimak demektT dedi İstanbul Barosu Başkanı YücdSayman ise Türkiye'de yargının üzerine korku- nun sindiğini belirterek şöyle konuştu: "Savcı ve yargjçlar Baro'nun düzen- lediği bir egitim programı için bile ian alma gereği duyııvoriar. Halkın hak ara- ma özgürlüğünü tenısil eden avukatlar yargıdan dtşlanmak isteniyorfar." Sempozyumda Prof. Dr. flhan Teke- li. Nail Satügan, E'nis Coşkun ve Cün- düz Vassaf da birer tebliğ sundular. BİZ BİZE ERDAL ATABEK HAKANEVRENSEL nnem, çatır çatır Ingilizce konu^abilmem için çok emek \erdi. "Hadi çekin- me, onlar da senin benim gibi insan işteoğlum" diye, avaİ3\alortalıktadolaşantu- ristlerin önüne iteklerdi beni. Ezile büzüle, terler boşana boşana *"How areyou?" (Na- sılsınız?) diye söze girerdim. Dillerini bil- memin ne kadar büyük bir eksiklik oidu- ğunu düşünürdüm. Bazen Ingilizce'ningö- zünü yara yara bir sohbet başlar. kahkaha- lararasındaannemın benı gururla izledigi- ni fark ederdim. Kimi zaman da sıcaktan bunalmış birturistin. beni satıcı çocuklar- dan biri sanmasıyla terslenir. dolayısıvla daşevkim kınlırdı. ~Birdahakonuşma>a- cağun işte" diye kös kös gen dönerdim. O yaşlarda kimse bana, neden \ abancı dil ögrenmem gerektığinı tam olarak anlatma- mıştı. Sadece "BirdiL bir insan"deyıp dur- duiar. Ben de iki insan oimak için çabala- dım durdum. Ikı dil ıki insan. belki de üç insan. Ingilizce'ye hâkjm olmaya ba^ladı- |ım yıllarda, budilin kültürünü de benliği- me yerleştirmeve ba^ladığımı fark ettığim- de. Ingilizce filmler ızlivor. bir Amerikalı gibi "Yeee!" (Evet) diyor. bir İngiliz gibi Hyde Park hayalleri kuru\ordum. Ö> le di- yordu öğretmenlerim "Türkçe düşünme, Ingflizcedüşûıı''. Bir \abancı gibi düs,ünme- yi Tpek Yolu üzerinde yerlejjmiş karakolda bıraktım. Yabancı dil konusmak biraz da cesaret işi herhalde. Benden çok daha fazla kelime hazinesine sahip muvazzaf subaylar olma- sına rağmen. "Vanlış bir cümle kuranz, kendmiziguldüriirüz*'endİ!)esi ileolsage- rek. hep tercümanlık bana kalıvorclu. Birye- dek subaym ne söv lediğinı merak ettikleri içinde ilk zamanlarkonuşma esnasında ya- nımda bulunmaya özen gösterdiler. Bisik- letle dünya turuna çıkmış bir Avusnıryaiı. Iran'dan gelip Yunanistan'a gimieve çalışan iki İngiliz ve kuze>' Irak'ta insani yardım- lankoordine eden üç Isveçli bana lpek Yo- lu'nun trafiginın hâlâ sürdüğünü öğretti. Ortadoğu sorunlan ve petrol üzenne dok- tora tezi hazırladıklannı sö>le>en üç Ital- yan'ı ise hiçunutamadım. Emınım onlar da karakolumuzda misafir olarak geçirdikle- ri ogeceyi unutamadılar. Icalyan "givTir"lann geldığini ögrendi- ğimdetimimeeğitim vaptınyordum. Akşam saaderiydi. Taburkomutanınınemri üzen- ne yanlanna gıttim. Ben Mercedes marka sonmodel cipin yanına \arana kadar asker- ler, Italyanlar'a geceyi burada geçirmek zo- runJa olduklannı anlatrnavı başarnııslar- dı:" Y'asssak, vasssak İan gâvuroğlu gâvur, vasakdedikiştc". Ben de biri kadın üç Ital- yar'a. geçişlerine izin venlmemesinin ne- detini anlattım. PKK tarat'ından kaçınlma risünin yüksek oiduğunu. aynca dağda bu- luran birlikler tarafindan ateşe maruz ka- lınıbileceğini, sabaha kadarburada kalma- larnm kendileri için daha emniyetli olaca- ğın söyledim. Çaresiz kabul ettiler. Biray kaiar önce geçen bir Alman grubunda, PKK'nin propaganda kasetleri bulunmu^- tu. Bu yüzden kimliklerini kontro! ettik. ançlannı, eşyalannı aradık Gece boyun- calcarakolun hemen önündeki arazide dur- nusı gereken araçlanndan çıkmamalannı sövledim. Arama-tarama işi bittikten son- raJa tabur komutanına. "Temiz!" diye ha- be verdim. "Y'anm saat sonra yemek için lumeiyadaolsunlar"dedi. Yemek da\etini dıyunca biraz rahatladıklannı fark etmek hı:dezorolmadı. Tabur komutanı **>e an>orlarraış İan btnlar burda" diye sordu. "Bilmhorum kanutamm, söylediklerine göre arastırma yıpıyorlarnıış*'. Kafasını Mereedes'e çevı- rogüldü. •*.\e>se>eroekteöğreniriz" dedi. Yınm saat kadar sonra İtalyanlar yanımı- zigeldiler. Ben de saatlersürecek tercüman- kezıyetini çekmeye başladım. Hâlâ tedirginliklennı üzerkrinden atama- raşlardı. Anadilleri ttal>anca olduğu için Içilizce'yi çok ı>i konu^amıyorlar, bu da 'Gâvurlarla' Ortadoğu sohbetibenim işimı kolaylaştmyordu. Çorba, tür- lü, salçalı makarna ve kompostodan olusan yemek boyunca havadan. sudan ve yemek- ten konuşuldu. Yemekten sonra kahveler geldiginde, nazık bir sorgulama başladı. Kadın, adamlardan birisinin kansıydı. Ro- ma Cniversitesi. Siyasal Bilgiler Fakülte- si'nde doktora ögrencisiydiler, doktora ko- nulan Ottado|u'ydu. Aslında esas konu Ortadoğu ve petrolün bölge halkı üzerinde- ki etkisiydi. Buraya Suudi Arabistan ve lran üzerinden gelmişlerdi. Türkiye'den geçip PKK'yi de incelememekolmazd). Bu yüz- den tehlikeli de olsa bu yolu tercih etmiş- lerdi. Evet, PK.K tarafindan kaçınlma ihti- malleri oîduğu onlara söylenmişti ama PKK'nin kaçınlan yabancılara dokunma- dığını biliyorlardı. Tabur komutanım soruyor, ben çeviri- yordum. Ama ne sorular? "Sorbakalımşu p_ lere, PKK hakkında ne bilivorlarmı??". Daıma küfürlü konuşan komutanımın söz- lerine gülmeden, sorusunu ciddi bir şekil- de çevirmeye çalışıyorum. Bir yandan da Türkçe biliyorlar mı diye gözlerinin içine bakıyonun. Komutanım, agzına geleni sa- yıyor: "Sor.sonbupu.JaresrarfcejApo'.vn tanıyorlarmı?". Yine gülmemek için dudak- lanmı ısırarak soruyorum. Eften-püften ya- nıtiar veriyorlar. Hâlâ ürktükleri bellı. Sor- guya çekildıklerini fark ediyorlar. Belkı de bir Gecevan» Kkspresi yaşayacaklannı dü- şünüyorlar. Böyle bir yığın küfiirlü soru üzerine, cesaret edip komutanımadöndûm: tadoğu'daki ingiliz, Amerikan ve Alman politikalannm yanlışlığından bahsettiler, Israil'in ne kadarkışkırncı olduğundan dem vurdular. Halklann kendi kaderlerini belir- leme özgürlüklerinin bu ülkeler tarafindan ayaklar altına alındığını anlaffilar Tabur komutanım ve ben, hiç sesimizi çı- karmadan dinliyorduk. Bu ara çantalann- dan birharitaçıkanp, Ortadoğu'yu bize ha- ritadan anlatmaya başladılar. Saatlergece- yansını geçiyordu. Fırat ve Dicle'nin öne- mini, Suriye diktatörü HafeE^sat'ın bölge- deki etkisini. Irak lideri Saddamın psiko- lojik durumunu, Suudi Arabistan'ın sıkjn- tılannı, Arap Yanmadası'ndaki aile devlet- lerini, bölgede en kaJiteli petrolün çıktığı yerleri tek tek anlattılar. Arada sırada ken- di aralannda da tartışıyorlardı. Bölgedeki ülkeleri tek tek ele alıp, çevre ülkeleri ile sorunîannı ve iç sorunlannı anlatıyorlar, ben de bunlan yavaşça komutanıma çevi- riyordum. Arada sırada komtanım da -küf- retmeden- bazı sorular soruyor, bu sorular italyan'lann daha da hoşuna gidiyor ve tar- tışma sürüpgidıvordu. Artık iyıceyorulmuş- tum ama konuşma bir türlü bitmiyordu. Ben sabah erken kalkacaktım. Askerlerime spor yaptıracaktım. Komutanım ise rahat- tı. Konuşulanlan ilgiyle dinliyor, sürekli Italyanlar'ı süzüyordu. Ve komutanmın esas soruyu sordu: "Sor bakayun şunlara, bunlarburahn bu kadar incdemişler. peld Türkiye vv PKK hakkın- da nedüşünÜNorlar?". Içlerinden en bilgı- na dizer miydi? Kürtlerin istekleri çok da büyük şeyler değil ki. Hemen özerklik an- laşmasını imzalayıvermeliydik. Zaten Kürt- Ier'in devlet kurcak kapasiteleri yoktu ki. Adam konu^tukça benim sinirlerim tepe- me çıkıyordu. Kalbim hızlı hızlı atmaya ba^layınca iyice uyandım. Adamın sözle- rini Türkçe'ye çevirip çevirmemekte tered- düt ediyordum. Ama komutanım, suratı- mın şeklinden durumumu anladı ve her şe- yi aynen çevirmem konusunda beni uyar- dı. Ben de daha dikkatli bir s.ekilde çevir- meye başladım. Adam konuştukça kansı ve diger Ital- yan adam ba$lannı s.allıyortar. arada sıra- da da "Doğru, çok doğnı" diyorlardı. Yil- lardır Kürtler'ı baskı altında tutmuştuk. PKK de bu baskının bir sonucuydu. Bunu kabullenmek ve her şeyı sineye çekmek zo- rundaydık. Zatendünyada üniterdevlet kav- ramı tarihe kanşı\ordu. En kısa zamanda Sayın Öcalan ı karşımıza alıp anlaşmalıy- dık. Tabur komutanımın yüzüne bakamıyor- dum. Son sözlerini tercüme ettikten sonra, kamelyanın girijınde bekleyen askere dö- nüp; "Oğlum bize kahve yap" dedi. Ital- yanlarkomutanmnesöylediğinıanlamamış- lardı. Garipganpyüzüme baktılar. Fazla ile- ri gittıklerinı düşünüvorlardı herhalde. Yuz- lerini bir endişe ve korku dalgası sardığını fark etmiştim. Kahve geleceğini söyleym- ce gülümsedıler. En çok konuşan bir siga- ra yaktı. Ben gecenın karanlığma dalmış. / , > s* "Komutanım. bu adamlara böyleyaklaşır- sak ağızlanndan bir şey alamayız. Betlî ki korktular. Bırakın sohbeteddim. Ne düşü- nüynrlarsa açtkça söylesinJer" dedim. Ka- bul etti ve biz de sohbete başladık. Siyasal okuduklanna v e tez için de Ortadoğu'yu seç- tiklerine göre buralan nasıl değerlendirdik- lerini merak ediyordum. Sakince anlatma- ya başladılar. Zaman geçtikçe rahatladılar. Bu kez italyan'Jann anlattıklannı ben ko- mutanıma çeviriyordum. Onlara göre Ortadogu dünyanın merke- ziydi. Birçok büyük medeniyetin doğum yeriydı. Petrolün vatanıydı. Uç büyük di- nın merkezi bu bölgedeydi. Cç büyük kı- tanın kesiştiği yerdi. Ve daha birçok neden- den ötürü Ortadogu'ya hükmeden dünya- da sözsahibi olurdu. Bunu gibi birortaokul öğrencisinin bile yapabileceği yorumlarla, bize uzun uzun Ortadogu'yu anlattılar. Or- lisi olduğu belli olan, şu sözlerle konu^ma- ya başladı: "Once Tann, böyle komşulara sahip olan Türkiye'ye yardım etsin" dedi. Ve inarulmaz bir Türkiye haritası çizdi. On- lara göre Türkiye'nin işi çok zordu. BirOr- tadoğu ülkesi olmamamıza rağmen. bir ba- tağa saplanmıştık. Bu bataktan da en kjsa sürede çıkmamız gerekiyordu. Dünyanın en büyük projesi olan GAP, en kısa sürede bitirilmeliydi. Amerika'nın bölgede hâki- miyet kurmasına izin vermekle çok büyük birhatayapmıştı Türkiye. Clkemiz. Atatürk sayesinde emperyalizmden kurtulmanın en güzel örneğini vermemiş miydi? Şimdi ni- ye bu emperyalist ülkelere boyun eğiyor- duk Q PKK konusuna gelince, Türk devleti bu konuda da hatalaryapmıştt. Bu kirli sevaş bitirilmeliydi. Hiçbirülke. kendi toprakla- nnı bombalarmıydı? Kendı halkını kurşu- Ipek Yolu üzerindekı karakolumda bize Or- tadoğu dersi veren üç Italyan'ı ve rahatlık- lannı düşünüyordum. Bu lanet olası ülke- lerin hepsinin tuzu kuruydu. Halkını refa- ha ulaştırmış ve bize öğüt veriyorlardı. Söy- lediklerinin doğruluğu ya da yanlışlığın- dan değil. en çok bu gücüme gidiyordu. Bunu yediremiyordum. Hırsımdan ne ya- pacağımı bilmiyordum. Birara taburkomu- tanımın yüzüne baktrnı. O karanlıkta. kıp- kırmızı kesıldığinı fark ettim. Banadöndü. u Sor bakayım şunlara" dedi: "Peki fbd- ya'nın Ortadoğu veTürkiye üzerinde ne gi- bi emelleri var?". Tane tane çevirdim. As- ker. kahveleri masaya koyarken yine o çok konuşan Italyan sazı eline aldı. Italya'nın Ortadoğu ıle ilgılenmedığini anlattı. Bu- nun aslında hata oiduğunu da söyledi. Bu- ralan Amerika. Ingiltere ve Almanya'nın kontrolü altındaydı artık. Italyageç kalmış- 0. Taburkomutanı askerini yanma çağırdı. kulağına birşeyler fisıldadı. Asker koşarak kamelyadan dışan çıkarken Italyanlar yü- züme bakıyorlardı. Gülümsedim. Onlar da zoraki gülümsediler. Dereden civara yayı- lan kurbaga sesleri arasında bir beş dakika geçti. Asker yine koşa koşa yanımıza gel- di. Sertçeselamını veripeltndeki torbayı ko- mutanıma uzattı. Komutanım da torbayı haritanın üzerine ters çevirip boşalttı. On ka- dar mayın, haritanın üzerinde bir oraya bir buraya savruldu. Hepimiz Rus. Amerikan, Alman ve Itaiyan tjpi mayınlaıa bakıyorduk. Italyan tipi mayınlardan birini eline alıp konu$maya başladı: - Bu ne biüyor musunuz? Ingılizceye çevinyorum. Cevap kısa ve net: -Hayır. Tekrar soruyor: - İyi bakın, iyi bakın. Bunu tanımanız la- zun. Çevinyorum. Mayın ellerinde. evirip çe- virip bakıyorlar. Hayır anlamında başlan- nı sallıyorlar. Tabur komutanı söylemeden ben araya giriyorum ve "Oefinizdeki şey bir İtalyan mayınıdır ve markası da VVaissel- Ja'dır" diyorum. Kadın, san renkteki ma- yını masanın üzenne bırakıveriyor. Üçü- nün de yüzleri asılıyor. Önce inanmıyorlar. "Madein ItaJy (Italya yapımıdır)yansıyok" diyorlar. Tabur komutanı lie birlıkte gülün- ce saçmaladıklannı fark edıp. aralannda konuşmaya başhyorlar. Ingilizce konuşma- lannı rica ediyorum. Kadın "Patlarmı*'di- ye soruyor. Türk askeri basınca patladığı- nı söylüyorum. Bu mayını kendi ülkeleri- nin vermediğini, örgütlerin herhangi bırşe- kilde kanunsuz yollardan elde etmış olabi- lecekJerini söylüyorlar. "\apma)in''der gi- bi bakınca anlamamazlıktan geliyorlar Ve bir anda yeri-göğü birbirine katan. tüm vadiye yayılan birpatlamayla irkildim. Ama sadece irkildim. Yerinden bile kıpır- damayan tabur komutanımın dudaklann- daki o tatlı gülümsemeyi gördüm. Sonra da kamelyanın ahşap tabanına yapışmış üç Italyana baktım. Bir anda hallerineacıdım. lpek Yolu üzerindeki karakolumda, 120 mi- limetrelik üç havanın aynı anda yaptığı ke- şif atışından korkarak yere kapanan Ital- yanlann haline acıdım. Tabur komutanım bana bakmadan "Kaldır şunlan" dedi. Komutanım arkalanndan bakarken hâlâ gülümsüyordu. Ben izin isteyıp yanından aynlırken kolumdan tuttu: "Bana bak as- teğmen. sen yann bir gün defolup gidecek- sin buralardan. Anıa biz bu boktan yt-riere gebneje devam edeceğiz. Bu gece>i bu İtal- yanlanm unutma tamam mı" dedi. Unutmadım. unutmadım. Ogeceden son- ra çok zorunlu olmadıkça kendi üikemde Ingilizce konuşmadım. Kendisı ile Fran- sızca konusmak isteyen ve daha biryıl ön- ce Fransızca sohbet ettilderinı hatırlatan Fransızelçisine. Fransızca bilen Mustafa Ke- mal Atatürk ün. "Bir dib'unutmak için bir yıl yeter" dediğini okudum. Bir zamanlar "Size banş getireceğiz*' diyerek tüm Orta- doğu'nun etnik haritasını çıkarmak için Türkiye'ye gelen Amerikan Banş Gönül- lüleri'nindavul-zuma ilekılıç-kalkan ile kar- şılandıklanm da duydum. Ogeceyi unutmadım. Daha önce hiç Gü- neydoğu'ya gitmemış bazılannın, bir sürü abuk-sabuk yabancı dernek temsilcisinın önüne düşüp. köy köy dolaştıklannı gördü- ğümde, İpek Yolu üzerindeki karakolumda bana Ortadoğu dersi veren Italyanlan dü- şündüm. Kendi üikemde yaşanan yanlış- lardan sonra "Avrupa bizene der" dıyenle- rin sesleri kuiağımı tırmaladığında. aklıma 120 milimetrelik üç havanın aynı anda pat- laması geldı. "Câvurlar'ı düşündüm. Ve ben de "gâ- vur" deyip kestırip atmanın işe yaramaya- cağına. en az onlar kadar "gâvur" olmanın gerektiğine karar verdim. SÜRECEK Tamagoşi Bebek... "Sanal Bebek-Tamagoşi" bir Japon buluşu. Yu- murta kadar ve ona benzer bir makine bebek, 2000'li yıllann eşiğinde çocuklarla iletişim kurdukları yeni oyuncaklan oluyor. Saîışı şimdiden milyonlara va- ran "sanalbebek"için yapımcısının öngörüsü, 1998 yılında 50 milyona ulaşacak birsatış. Şimdi görme- miş olmanızın hiç önemi yok. Yakında ya kendi ço- cuklannızda ya da eşin dostun çocuklannda göre- ceksiniz. "Tamagoşibebek"ilgi'ıstiyor. Kamıacıkın-, ca sinyal sesiyle haber veriyor, doyurulmayı beklı-] yor. Acıkınca yiyecek, susayınca su veriyorsunuz,' altı ıslanınca değiştiriyorsunuz. Seslenince bakma- nız, ilgi isteyince sevmeniz gerekiyor. Bakımsız bı- rakırsanız ölüyor. Sanal bebeğin satın almanızın,, pille çalışmasının hiç önemi yok. Günaha girme- den, suç işlemeden, beyaz eşya setini tamamlama- ya gerek kalmadan çocuk sahrbi oluyorsunuz. Kü- çük çocuklarda sorumluluk duygusunu geliştirdiği bile söylenebilir. Yakın bir gelecekte hemalde "Sa- nal Bebek-Tamagoşi"mn çocuklar üzerindeki aıh- sal, toplumbilimsel etkileri konusunda dış kaynaklı pek çok araştırma, tartışma okuyacağız demektir. Teknolojinın giderek "sanal bir dünya" yaratma- sını nasd karşılamalıyız? "Wrtüe/rea//^"yerinizden kıpırdamadan size istediğinız dünyayı verdiği za- man her şey bitıyor mu? Televizyonunuzun başın- da istediğinız marketin raflannı görüp, istediğiniz malı ayağınıza getirmek nasıl birdünya yaratıyor. "in- ternet arkadaşlığı" ne türden bir arkadaşlıktır? "Sa- nal bebek "ten sonra "sanalkızarkadaş", "sanaler- kekarkadaş", "sanalevlilik", "sanaleş" mi gelecek? Insanın temel yapısı olan beş duyuyu kötürüm edecek bir sanal dünyaya mı hazırianmalıyız? Do- kunmadığınız, tatmadığınız nesnelerle yaşamayı ha- yat olarak kabul mu edeceğiz? "Anne kokusu" ol- mayan bir sanal annemiz mi olacak? Bu aJgılan çar-, pıtılmış, yanılsamalan gerçek yerine koymuş bir ha- yatı nasıl değerlendireceğiz? insanlık dünyası, daha çok para kazanmak hırsı uğruna "teknolojik şizofreni"ye doğru mu sürükle- niyor? Tamagoşi bebeğe karşı duyulan sorumluluk, çocuğun sosyalleşmesine yardım mı edecektir, yok- sa onu gerçek sorumluluklanna karşı duyarsız mı ya- pacaktır? Bebeğine çok iyi bakan bir çocuk odası- nı toplamaya da özen göstenscek midir, yoksa sa- nal bebegı dışındaki her şeye boş mu verecektir? Artık hepimiz sadece kendi sanal dünyamızda ya- şayıp gerçek dünyayla ilişkimizi kesecek miyiz? Bu soruya bugünden yanıt bulamazsak belki de bir on yıl sonra yapılacak hiçbir şey kalmayabilir. Makine- lere karşı duyulan sorumluluk, insana karşı duyulan sorumluluğun yerini alınca artık "sosyalleşme" bit- miş, "yalıtıklaşma"onun yerinegelmişdemektir. • • • Bugün bütün dünya. güvensizliğin ve yalnızlaş- manın pençesinde kıvranıyor. Güvensizlik düşman- lık doğurur, yalnızlaşma ise ruhsal çökmeleri ve dav- ranış sapmalarını doğurur. Şiddet ve uyuşturucu- kullanımı neden artıyor? Güvensizlik ve yalnızlaşma- nın ürünleri bunlardır. Teknoloji ne yazık ki iletişimt hızlandırdığı kadar iletişimsızliği de yaratıyor. , insan insana dokunduğu zaman yeni bir dünya kurulur, İnsan insana dokunduğu zaman düşmanlık ve yalnızlık biter. insan insanın dünyasıdır. Çocuk annesini koklamalıdır. Anne çocuğunu koklamalıdır. Ana kokusu, bebek kokusu kutsal kokulandır. Bir dost eli omuzunuza dokunduğu an siz güçle- nirsınız. Sevgi sözcükleri kulağınıza gelince genışlersiniz. Elmanın tadını, ısınnca alırsınız. Atın boynunu okşayınca başını kaldınrve size ba- kar. Bir ormanı koklamadan görmeniz eksikliktir. Hayatı yaşamak, korkmadan, her güçlüğü gö- ğüsleyerek yaşamayı göze almaktan geçer. Gerçek hayat, korkusuzca, güvenle, birlikte ya- şanır. "Sanal gerçeklik"in, "sanal bebek"'m, "sanal ar- kadaşlık "ın sonuçta yaratacağı "sanal insan "dır. Bu gidişe bugünden karşı çıkmak da "gerçek in- sanların" güncel görevidır. Sedat Bucak'ın acfı geçiyor Aşık'm oğluna çete dayağı iddiası ANKAR4 (Cumhuri- yet Bürosu) - Dev let için- deki çetelerin aydınlatıl- ması mücadelesinde adı öne çıkan ANAP'lılardan. Devlet Bakanı Eyüp Aşık'ın oğlu Mustafa Aşık'ı döven polislerin Kuşadası IVferkez Kara- kolu'na tayinlerinin. Su- surlukolayınınodağında yer alan DYP Şanhurfa Milletvekili Sedat Bucak tarafindan yaptınldığı ile- ri sürüldü. ANAP Genel Başkan Yardımcisı Yüksel Vaİova. dün düzenlediği basın top- lantısında, "Irafîkkazası yaptıgında ve polislerden davak yediğinde Musta- fa Aşık'a yardımcı olan ve olayı yakından izieyen biriolarak" kendisine yö- neltilen sorulan yanıtladı. Yalova. şöyle dedi: "Mustafa .Aşık'ın trafik kazası j apmasından son- ra ilk bana haber verildi. O nedenleolayı yakından takip ettim. Bu olay. Ku- şadası ile ilpli olarak y ıl- lardır sürdürdüğümüz tav nn ne kadar haklı ol- duğunun somut bir kanı- tıdır. Kuşadası: bugün üç beş çapulcunun, mal tamah- kârının, birtakım y asadı- şı gay ri nıeşnı mal hırsla- n nedeniyle hak etmedi- ği negatif bir imaja mah- kûm edilmişdr." Kuşadası bölgesınin, kara paranın döndüğü önemli bölgelerden biri durumuna geldiğini, ku- marhanelerin bellı mer- kezlerde toplanması sıra- sında da bu ilçenin gün- deme geldiğini anlatan Y'üksel Yalova, Susurluk olayından önce de Sedat Bucak ve arkadaşlannın birkaç gün Kuşadası 'nda kaldıklanna ilişkin haber- leri anımsattı. Iddialar Sedat Bucak ve arka-' daşlannm devlet dairele-, rinde kadrolaştığım kay- deden Yalova, Kuşadası: ve Söke bölgesinde PKK'nin da çetelerle iç içe faaliyet gösterdiğini, bu nedenle bölgeye gü- \enlik gücü tak\iyesi ge- rektiğini savundu. Kuşadası Belediye Baş- kanı Lürfi Suyolcu'nun öldüriilmesi olayının da tüm boyutlanyla aydınla- tılmadığına dikkat çeken Yalova. DYP Genel Baş- kanı Tansu Çiller ile eşi Özer l'çuran Çiller'in bir bağevi yapmak için satın aldıkları 90 dönümlük araziyi gayri meşru olarak 8'eböldüklerini vehalen yaptınian evin planda yol üzerinde göründüğünü ileri sürdü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle