27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 OCAK1997 PfftŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 UYGARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCt Yer sofrasımda iftar açmaya özenirken tarihi evleri ortadan kaldınyorlar KayserFyi 'muhafazakarlar' yılayor- KAYSERİ-Kayse-iBüyTİkşehirBeledi- yesi'nın Rrfaı PartiL yönetımi tarafından •üç avda bir vavımlana.ı derjşinin adı 'Beyaz- şehtf ,, Kentin son yıllardîki g<>rüntüsüne bak- 43ğınızda, belki de 'Ifctonşehir' adıru daha uygun göre;e*iniz bı. derginın 'Kış'97' ta- rihli son sa.ısında, jazete-ci Cengiz Çan- dar'ın da br yazısı \ır Çandar. •\luhafazakârŞ«hinleOzgürtü- ğün Tadını Çıkanrken" başlıklı yazısmda, BüyükşehirBeledıye Başkanı Şükrü Kara- tepe'yle ılg-li gözİeminı ise şöyle özetlı- yor r "Kayserfde değişmezi değiştinneyen ve Kayseri'nin çehresini önemJi şehircilik kat- kılanyla modernleştirerekdteğiştiren Şükrü •Karatepe. yûzde 33 oranla belediye başka- nı seçilmişri. Ankederde Kendısmden memnunuz' diyenlerinorarııyüzde7u'eva- Jiyor." ,, Çandar'ın bu çarpıcı 'göeleminden' 1.5 ay sonra, Belediye Başkarıi Karatepe'nin Atatürk'ü anma törenine * devlet zonıyla Kaüldigını" açıklamasındara ıse 2 ay sonra biz de şimdı yeniden Kayseri "deyiz. Evet; kentteki 'değişmez" denilen ve hep Sanki gururla söylenen o "muhafazakâr kühür'(!) yıne değiştırilmeden sürdürülü- yor. Örneğın. Şükrü Karatepe'nin Argmcık semtindekı gecekondulardan bırine 'iftar "vakti çat kapT gırerek, dar gelırli bir aile- tiin 'mütevazı yersofrasında' ve hatta 'bağ- daş kurarak' iftar yemeğine nasıl konuk •olduğu yerel basında büyük fotoğraflarla trenliyor Ne var ki aynı Şükrü Karatepe'nin *yasal sonımluluğu atanda", son 7-8 aydır Kaysen'de yıkılarak >ok edilen, yani 'mu- bafaza edilmeyen' tanhi konaklann ve e\- Jjerin en azından birer 'kültür zenginliği' plarak neden korunrnadığı konusunda ise Tiemen hiç kımseden 'tıs' yok. Nıtekim bu duyarsız ortamda kenti 'mo- dernlestiren" (!) Şükrü Karatepe de 18 O- "öak 1996 günü Mimarlar Odası' nca düzen- feıen ve 'SİT Alanının Koranması' konu- "sunun ele alındığı panelde. kültürel mira- "sın Kaysen'de neden hızla yok edildiğıni şöyle özetlıyor: "Çflnkü artık Kayseri haJ- kı geniş bulvarlan ve modem binalanyla gurur duyuyor ve bunu istryor." Ardından -tse şunu ekiıyor- "Belediye yıktikça, halk daha çok alkışlıyor. Kenti esld binaJardan te- mizledikçe eleştiri değil, destekgeiiyor. Çfin- kü Kayserili rasyonel düşünüyor..." Başkanm bu 'Mrafi' Cengiz Çandar'ın .yazısında belirttiği 'halkdesteğinin' de kuş- kusuz temel nedenlerinden biri ve belki de en önemlisı. Çünkü muhafazakârlık elbet- Je bir oy kaynağı. ama artık. 'kann doyur- rtıuyor.' Hem siyasi ve ideolojik anlamda "rfluhafazakâr kalıp hem de para kazanmak '# 4 MbÜhdırWtok' > içffı Tütkiye'de en büyük Ve en güçlü olanak, 'imar rantı' yaratmak. " Bu nedenle örneğin Istanbul'un tarihi Çarşamba semtindeki Osmanlı dönemıne ait eşsiz güzellıkte ahşap evleri, yine o 'Os- -manhdönenugiysileriiçinde' dolaşan sank- h, cüppeli muhafazakârlaryıkıp yerine 'be- tebe kaph' çirkm apartmanlan dikıyorlar. ,- Kayseri 'deki onca 'modern' görünümün ardındaki gerçek de bundan hıç farklı de- ğil. Anadolu'nun bu görkemli tarihsel ken- tini, 'şanlı geçmişi 1 sadece siyasi olarak ağızlanna alan sözde muhafazakârlar yok .ediyorlar. Nitekim panelde konuşan Erciyes Ünı- versitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Şahin, aynı zamanda Kayserili bir aydın ve bilim "adamı olarak ister ıstemez şu serzenişte bu- lunuyor: "Kentin belki de en güzei sivil mi- Tnaruk örnekJerini oluşturan 7 tane esld -Kayseri evi, üstdik yan yana ve özgün bir tarihi sokak da oluşturacak şekilde yıHar- dır üniversitcmizin nıalı olarak ilgi ve ona- -run bekliyor. Fakat bunca yıldır, ne Kayse- ri Beiediyesi'nden nede Kayserili varhkhke- ^mlerden. bu eşsiz kültür mirasınıızı resto- re ederek yine bu kentin hi/metine sokmak üzere hiçbir destek \e yardım alamıyonız." flarih yerine 'minibüs parkı\.. Rektör bunlan anlatırken yme önümde- ki bir başka yerel gazeteye bakıyorum. Ge- çen aylarda yıkılarak yok edilen tarihi ko- naklann bulunduğu Melikgaziilçesinin Be- Kayseri'yi 200 yddır süsleyen Mollaoğlu Konağı'nın geçen yü nisan avinda çektiğimk fotoğrafi (vanda). Şimdi ise yerinde taş ve toprak yığınlan var (altta). TARİH KATLİAMI TBMM GÜNDEMİNDE Kayseri'deki yıkunlariçin 'soru önergesVverildi Eski Barolar Birliği Başkanı ve CHP Hatay Milletvekili Atila Sav, Kayseri'deki tarihi binalann ve SlT dokusunun yasadışı yıkımlan hakkında TBMM Baskanlığına bir soru önergesı verdi. Cumhuriyet'te 31 Araük 1996 günü yayımlanan 'Kayseri'yi de GeceJeri Yıkıyorlar' başlıkh yazı ve haberimız kaynak gösterilerek 'KüMr Bakanı tarafından yanıtlanması istenilen' 13 Ocak 1997 tarihli önergedeki sorular özetle şöyle: # 1979'da esld eser tescili yapılan Mollaoğlu Konağı \e Güdüllü Çeşmesi'nin belediyece yıkıldığı doğnı mudur? 9 Bu yasadışı eylemlerle ilgili yasal ışlem yapılmış mıdır; kovuşturma hangı aşamadadır? # Yapılann yeniden restorasyonu hakkında ne düşünülmektedir? KüJtür BakanlığL, SİT alanmdaki gece yıkunlan hakkında da bir girişimdc bulunmuş mudur?.. # Yıkımlar hakkında bakanlığa yapılan başvurulara gerekli ilgi ve duyarlılık neden gösterilmemiştir?.. lediye Başkanı Mehmet Özhaseki, rama- zan nedeniyle her biri 5'er mılyon lira de- ğenndekı 3 bin iaşe paketini halka bedava dağıtmış. Yüzlerce yıllık mimarlık gelene- ğimızı yansıtan eşsiz kültür mırasmın yok edilmesinden sorumlu olan bu muhafaza- kâr belediye başkanı da iaşe yardımıyla il- gilı verdiğı demeçte diyor ki "Amacınuz bir geleneğiınizi yaşatmak_." Kaysen'ye geçen yıl nısan ayında geldi- ğimizde, Türkjye kentlerindekı sıvil mi- marlık örneklerinın 'en eskilerinden' olan iki ünlü konağm ıkisi de hâlâ önemlı oran- da ayaktalardı. Yapım yılı 1593 olarak bilinen, yani 400 yıldır zamana. depremlere ve kentsel deği- şimlere karşı dırenebilen Zennecioğullan Konağı'nın taş duvarlan, büyük mutfak ocağı v-e pencere detaylan öylesine zengin lık mirasımızm yerinde ise şimdi ne var bi- liyor musunuz? Kayseri'nin açık "minibüs garajı' ve pazarcılar için düzenlenen yeni 'kamyon ve araba parta!' Modem bir kent kurma adına ve 'halkın desteğiyle' (!) böylesine akıl almaz düzey- deki bir kültür düşmanlığını yaşayan Kay- seri'nin. son aylarda başına gelen benzerdı- ğer saldın ıse kentin 'StT alanım' oluştu- ran Tavukçu Mahallesi'nde gerçekleşti. Kayseri 'nın elde kalan son eski kent do- kusu parçasını oluşturan bu mahalledeki yıkımlar, yaklaşık on gün süreyle hep l ^- celeri' yapıldı. Kayseri MimarlarOdası'nın savcılığa yaptığı başvuru ve kamuoyuna açıkladığı tepkileri üzerine de durduruldu. Şimdi bu gelişimizde, yine Mimarlar Odası'nca SlT alanını kurtarmak için dü- zenlenen panelden önce SlT alanına gide- seri evlen üzerine yaptığı doktora çalışma- smdan bilgiler sunan Erciyes Ünıversitesi Mimarlık Fakültesı öğrerim görevlısı Gon- caBüyükmıhçıda diyor kı; "Birçokevin ah- şap tavanlannı. dolaplannı, kapüannı ve kcpcnklerini deorijinal demir elemanlany- la biıiikte söküp fstanbul'a götürüyoıiar, orada sanyorlan." SlT alanmdaki henüz yıkılmamış evler, miman ıncelik ve yapı sanatı bakımmdan o denli güzel ki, birükte dolaştıf ımız Mi- marlık Vakfı Başkanı Prof. Maruf Önal, özellıkle detaylara ve 'işlevseUiğe' dikkat çekerek hayranlığını şöyle özetliyor: '"Ya bu binalan yapanlar mimar, biz degiliz: ya da biz mimanz, onlar bambaşka bir mesle- gin insanian-." Bu 'hüzünlü' incelemeden sonra ertesi günü panelde birlikte olduğumuz Belediye ar eçen yaz aylannda, biri 400 yıllık, diğeri 200 yıllık iki ünlü taş konak yıkıldı. Yılbaşından önce de kentin SlT alanmdaki tarihsel dokuya geceleri dozerlerle saldınldı. Bu eşi görülmemiş kültür düşmanlığının nedenini ve sonuçlannı görmek için Kayseri'ye geldiğimizde. 'muhafazakâr' bir yerel yönetimin, halkın 'modern beklentileri'(î) için tarihi yok ettiğini öğrendik. bir mimarlık kültürünü yansıtıyordu ki fo- toğrafla yetinmemış. bazı bölümlennın rö- le\elerinı de çıkarmıştık. Benzer şekilde yapım yılı 1784 olarak bılınenve 19 yüzyıldaKaysen'nin'Ukbe- lediye binası' olarak da kullanılan Molla- oğuHan Konağı da aynı güçlü taş duvarla- n ve ınanılmaz zariflikteki işçilik gösteri- lenyle, yakm komşusu Zennecioğullan Ko- nağı'yla birlikte kenti süslüyordu. Yakın yılîarda vârislerince Kayseri Belediyesi'ne 'Belediye Konservatuvan' olarak kullanıl- mak üzere %enlen bu 200 yıllık görkemli kültür anıtını. geçen yaz aylannda birden- bire yıkarak ortadan kaldırdılar. Şimdi 'Acaba yerinde ne yapıyoriar?' dıye gıdıp baktığımızda ise tarih katlıamınm çok da- ha vahşi boyutlardagerçekJeştığıni görüyo- ruz. Meğer aynı yıkım operasyonlannda 400 yıldır yıkılmayan Zennecioğullan Ko- nağı'nı da tarihtensilmişler.' Her iki uygar- rek 'yıkun yapılan yerleri' ve ayakta kalmış eski taş evleri dolaşıyoruz. Oradaki esnaf diyor ki; "Sabah geldiğimizde, binalan yı- kıİmış bulduk. Taşlannı ise Talas'a götürüp derenin içine dökmüşler_." O taşlar' ki her biri eski ustalarca mü- cevher gıbi işlenmiş ve evlerin bugünlere dek hem sağlam, hem de birer 'sanat eseri' olarak kalmalanna neden olmuş. Nitekim yıkılan mahallenin hemen yani başında bir 'enkazcı dükkânında' da bazı eski taş parçalar \e miman elemanlar 'me- raklısına' pazarlanıyor. Adının Mustafa Karatarla olduğunu söyleyen Yalçın So- kak'taki dükkânın sahibı. örneğin 4 parça- dan oluşan bir taş pencere kemerinin 5 mil- yon lıra. yine taş bir şörtenin 1 milyon lira, kalp ya da lale motifi şeklindeki tepe pen- ceresi deliği bulunan taşlann 500 bın lira- dan satıldığını belirtiyor. Bize bölgeyi gez- diren ve ertesi günü panelde de eski Kay- Başkanı Şükrü Karatepe'ye "Peki neden geceleri yıktmız?" diyorum. Doğnjsu hiç beklemediğim açıklıkta ve 'gerçekçi' bir yanıt alıyorum. "Çünkü biz bir resmi ku- nunuz" dıyen "idare hukuku doçentf Ka- ratepe. yasal olmadığı için gece gerçekleş- tırd İJeri yıkımlann diğergerekçelenni ise şöy le özetliyor: "Geceleri binalar boş, çün- kü çoğu işyeri. Aynca trafîği engeUeme gi- bi bir sorun da oîmuyon-" Nitekim bu ka- ranlıktakı yıkımlan, Kayseri Büyükşehir Belediyesi'nin Trafik Şube Müdürü olan Süleyman Temeltaş yönetmiş. Yine yerel basındaki açıklamalanna göre trafik müdü- rü 'dozeriere' emir venrken yıkılacak bina- lann tarihi ve sanat değeri olup olmadığı- na' da bakarak 'yok etme karannı' kendisi vermiş. (O kadar ki İstanbul'a döndükten sonra telefonla arayan bir elektrik mühen- disi okurumuz; "Siz Kayseri'de başkanla tardşırken,Hacısaki .Mahallesi'ndeki Hoca Hasan Medresesi'ni de aynı gün yıkıyorlar- (h"dedi...) tşte, böylesine 'kara mizah' denılebile- cek gelişmeler ve ilişkıler içensinde yaşa- nan tarih katliamının hiç değılse 'bundan sonra sürmemesı" için düzenlenen panel ise yine de 'umut verici 1 sözlerle gerçekleşti. Başkan Karatepe ıse panelın sonunda ba- sına ve katılımcılara şunlan söyledı: "Ben varken SİT alanı arük daralnlma- yacak. Herhangi bir evin restorasyonuna kim başlarsa. ikincisi hemen ben olacağım. Hatta bir tanesini hemen kamulaştınp Mi- marlar Odası'na verecegim." Bu kez Kayseri'den aynlırken gelecek zıyaretimızde artık 'yıkılmamış 1 olarak gör- mek istediğimız kimi "tehlikeU konumda- ki' kültür varlıklanmızı ise şöyle saptadık: Birincisi: Gavremoğhı Konağı. 1774 yı- 'hndâ'yapittn' bu'öş'k6n J âk t :'rnffl!Bûs parkı için yıkılan diğer iki muhteşem konağın hem komşusu, hem de aynı sivıl mimarlık kültürünün artık en eski ve 'son' örneğı. ikincisi de Tavukçu Mahallesi'ndekı 'ge- riye kalan tûm evler.' Özellikle de Erciyes Üniversitesi'nın mülkıyetindeki sıra evler ve onlann yakın çevTesinde eşsiz bir tarihi kent dokusu oluşturan binalar sokaklar. taş duvarlar, meydancıklar... Kayseri'yi Anadolu mimarlık tarihınin en görkemli anıtlan olarak bezeyen Bizans, Selçııklu ve Osmanlı dönemlenne ait kale kalıntılan. surlar, kümbetler. medreseler. hanlar, camiler ve Kapalıçarşı gibi örnek- lerin korunmalan elbette ki önemli; ama yeterlı değil. Kentin 'sivil mimarlık kültürü' de bu anıtsal yapılarla birlikte korunabıldiğı oran- da uygarlık gelişebilecek. Çünkü o zaman krallann, sultanlann, beylenn ve padişah- lann imar ve beğenı düzeylerinin yani sıra tarihteki 'halkın yarancı gücü ve sanat an- layişı da' geleceğe aktanlmış olacak. Kim bilır belki de o zaman Kayserililer, geniş caddelerde ve yüksek apartmanlarda "mu- hafazakâr birertüketkT olarak kimlik yoz- laşması içinde yaşamak yerine, insancıl so- kaklarda ve komşuluk düzenindeki evle- rinde 'kent kültürünü geiistiren hemşeri- ler' olarak kimlikli bir ortamda yaşamanın yeniden tadına varacaklar... Evet. Eğer yıkmayı bırakır, eskiye ait ne kaldıysa artık korumayabaşlayabilirlerse... Yaşam iç içe açılan Çin kutuları gibi DAN CAMERON GERARDO MOSQUERA Yaşamımız, birbiri içine açılan Çin kutu- lan içinde sürüyor. Açıklık kavramı görece- li bir kavram. Dışan çıkmak bile bir kuşatıl- mışlıktan diğerine doğru yer değiştirmekteB başka bir şey değil. Küçük odadan büyük odaya, oradan sokağa, kırlık ba>ırlıklara ve nihayet uzaya, bizim "özgürieşmemiz" dar suurlardan geniş sınırlara doğru gitmekten ibaret Borges'ın de yazdığı gibi, çölün gö- rünürde önüne set çekilmemiş sonsuzluğu bile labirentlerin en içinden çıkılmazı olabi- Ir. Gelecek, her ne kadar sonsuzluk fikrini ta- şıyorsa da. genellikle her geçen gün daha da yakından tanıdığımız kuşatılmışlık bağla- mında hayal edilegelmiştir. Bilim kurgu ve diğer kehanete yönelik söylemler geleceği hep şehirler. iç mekânlar ve şehre dair tek- Tıolojilerbağlamında hayal etmiştir. Şugün- Jerde en büyük açıklık örneğimiz ise tnter- net. Halbuki, bu açıklık paradoksal olarak ça- ğımızın en yaygın kuşatılmışlık unsunı olan ekrana bağlı Kuşatılmışlık koruma ve hapsediliş, ev ve mezardır. Bızi dışanda olandan-kaçmak is- tedüğimiz yada geri dönmek istediğimiz bir şeyden ayınrlar. Kuşatılmışlık ne kadar sıkı ise dışansı \e dışannın cazibesi de o kadar kırvvetlidir. Her kuşatılmışlık korku ve me- rak, narsısizm ve voyörizmi ima eder. Bu sergide yer alan sanatçılar dünyanın birbırinden çok farklı bölgelerinde yaşıyor- lar. Ortak yaılan ise karşıt bölgeler arasın- da sınırteşldedentopraklarüzerindeolma- lan. Bu gerijm ve değişim alanlannda, açı- Hale Tengen 'Shroud'. 1996 The New Museum Enstalasyonu. lım ve kapanmaya dair sorunlar, neyın içe- ride neyin dışanda olduğu hep can ahcı oi- muştur. Her ne kadar sergıdeki sa/ıatçılar "smır kültürü'' konusunu doğrudan ele al- mıyorlarsa da, bu söylemlerin işaret ettiği bazı problemlerden yola çıkıyorlar. Mekân ile çahşmak ve mekâmn hem bir kavrayış hem de bireysel var oluş ve özneliik açısın- dan ne anlama geldiğini tartışmak üç sanat- çının ilgi alanma giriyor. Sanatçılann kendi yaşadüdan deneyimler ise anlaşılması kolay olmayan bu belirsizlikler üzerine çok yerin- de yorumlar yapmalarını sağlıyor. Bu sergi, isim yapmaya başlamış üç sanat- çıyı ilk kez bir New York müzesinde bir ara- ya getiriyor. Her binnin bugüne dek ulusla- rarası ve bölgesel sergilerde önemli göste- nmleri oldu ve yaşadıklan kentlerdeki öte- ki sanatçılar ve ejeştirmenlerarasında gayet iyi tanınıyorlar. Üç sanatçı da üretimlerinde mekânı araç olarak kullanıyorlar, ancak iş- lerini "heykef olarak tanımlamak yanlış bir yönlendirme olabilir. Nedko Solakov'un (d-1957, Tcherven Briag, Bulgaristan) işle- rinde araç olarak karşımıza, çapraşık ya da tartışılmaz bir görüşü ortaya koyması amaç- lanmış belgesel malzemeler toplamının sor- gulanması çıkıyor. Teresita Fernandez'ın (d. 1968, Miami) bir oda şeklinde ve fayans döşeliymiş gibi du- ran (kareleri duvara kurştın kalemle çizil- miş) alan kurgulamalannda, iç ve dış alan. illüzyon ve temsil edilme arasındaki alışıl- mış diyalog ön plana çıkıyor. algılanmız cam ayna arası yansıtıcı özelliklere sahip bir çerçeve sistemi ile yönlendiriliyor. Ancak mekâna pencere vazifesi görmek üzere yer- leştirilen bu çerçeveler aynı zamanda oda- nın görünürdeki yekpareliğinin, sağlamlığı- nın ince ince altını oyuyor. Hale Teager'in (d. 1960, Istanbul) yarattı- ğı mekânlar çoğunlukla eşyayı bir araya ge- tiriyor ya da eşya üzerine odaklanıyor, an- cak bunu yaparken çevreleyen mekânla da kurduğu ilişkilendirme oluşturmuş olduğu sınırlanmış bir alan içinde, sembolik ve kul- lanım amaçlı formlann basit bir şekilde dü- zenlenişi üzerine düşünmeye davet ederken, sunuş üslubundaki ince manipülasyonlar, oluşan nihai izlenimin çok yönlü yorumla- ra açık kalmasım sağlıyor. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Siyah ve Beyaz... Geçenlerde özel kanallardan bınnde düzenlenen bir panelde, değeriı konuşmacılardan biri, Türki- ye'de son zamanlarda hep siyah ile beyaz arasın- da gidilip gelindiğini, oysa bu ikisi arasında başka ya da 'ara' renklerin de bulunduğundan söz etti. Belki keskin kutuplaşmalan dile getirme bağla- mında bu söz, gerçekten de doğrudur. Siyah ile be- yaz arasındaki ötekı renklerin de hakkını vermek, çoğu kez sağlıklı uzlaşmalarla, ödün sayılamayacak gerı çekihşlerle eşanlamh olabilir. Ama çok önemli bir koşulla: Önce siyah ile beyazın kesinhkle belir- lenmiş, böyle bir belirleme üzerinde her türlü bula- nıklıktan arınmış bir görüş birliğıne varılmış olması koşuluyla! Buna karşılık herhangı bir ortamda neye siyah, neye beyaz denecegi konusunda henüz bir kargaşa varsa, türlü hesaplarla siyaha beyaz, be- yaza da siyah dendiğine sıkça rastlanıyorsa, daha- sı, böyle bir uygulama neredeyse bir alışkanlığa dö- nüşmüşse, o zaman açıklıkları ve koyuluklan, sıyah- tan ve beyazdan bağımlı olan ara tonlar, bulanık ve renklerinin saptanması olanaksız görüntülerı yan- sıtmaktan öteye gidemez. Günümüz Turkiye'sinin düşünce ve kavram düz- lemindeki temel sorunu, ara renklerin kullanılıp kul- lanılmadığı değil, fakat siyah ile beyaz üzerinde yu- karıda sözü edilen türden bir görüş birliğine henüz varılamamış olmasıdır. Böyle bir eksikliğin yol açtı- ğı en önemli sakıncalardan biri, hangi alanda olur- sa olsun kurumlaşmanın kök salamaması. doğal bir gereklilik diye benimsenememesidir. Cumhurı- yetin kuruluş yıllanndan günümüze uzanan çızgıyi bu bakış açısından değerlendirdiğımizde karşılaş- tığımız tablo, bize ilk yılîarda siyah ile beyazın ne ol- duğu konusunda gösterilen büyük titizliği temel alan bir kurumlaşmaatılımının yerini bugün, çoğun- lukla yalnız biçimsel bağlamda var olan, ama ger- çekte taşıması gereken özden epey uzaklaşmış sözde kurumlara bıraktığını göstermektedir. Türkiye Cumhunyeti'nin dayandığı temel ilkeler- den bin olan ve devletin inançlar doğrultusunda de- ğil, akılcı ve çağcıl düşünce doğrultusunda yöne- tilmesini öngören, bu yapısıyla herhangi birdin düş- manlığını değil, yalnızca dinin bağnaz amaçlarla kö- tüye kullanılması olasılığı karşısında düşünceyi sa- vunmayı amaçlayan laiklik ilkesi, eğer günümüzde neredeyse "mazur" gösterilmek istenen bir olguya dönüştürülmüşse, bunun tek anlamı, bu alanda si- yah ile beyazın iyice çarpıtıldığı olabilir. Cumhuriye- tin kuruluşundan yetmiş üç yıl sonra Türkiye Cum- huriyeti'nin başkentinde görevli devlet memurlan- nın çalışma saatleri, Bakanlar Kurulu karan ve cum- hurbaşkanının onayıyla resmen iftar saatıne göe değıştirilıyor, bu arada oruç tutmayan memurlann öğlen tatillerınin yanm saate indirilmesi doğal sayı- lıyorsa; bu, devlet yönetiminın din kurallarına göre düzenlenmesinden başkaca bir anlama gelemez. Eğer sözü edilen kararnamede. düzenlemenin yal- nızca oruç tutan memurlar için geçerli olacağı, oruç tutmayan devlet memurlarının ise noımal saatlere göre çalışacaklan yolunda bir madde yer alsaydı, böyle bir kararname ancak ınanç özgürlüğüne say- gı duyan saygın bir tasarruf diye nitelendırılebilırdı. Oysadüşunoe vafarklı düşünenler karşısmdainan- cı böylesine baskın konumagetiren bir düzenleme- nin yürürlüğe konabildiği bir ortamda laiklik ılkesı- ne değgın olarak hâlâ siyah ile beyaz arasındaki ara renkleri aramak, laikliğin anlamını iyice bulandır- maktan başka bir ışe yaramayacaktır. Oy verme hakkı tanınan üniversiteli gençlere si- yaset yapmanın yasaklandığı, kendi vatandaşları- na insan haklannı tanımaya bugüne kadar bütün si- yasi partilerce yanızca dış ülkelerin konferans ma- salannda oynanacak bir kart gözüyle bakıldığı bir ülkede demokrasi bağlamında siyah ve beyaz ara- sındaki renklerin arayışına girmek, demokrasiye ve insan haklanna yönelik acı bir alaydan başka bir şey değildir. Bağnazlığın hertürlüsüyle savaşmayı elbet insan olmanın birgereği sayalım. Bu arada yalnızca siya- ha ya da beyaza saplanıp kalmamayı da elbet akıl- cı düşünmenin doğal bir gereği olarak düşünelim. Ama bütün bunlan yapmazdan önce, yine akılcı dü- şünmenin bir gereği olarak neye siyah, neye beyaz dediğimiz, dememiz gerektiği konusunda tam an- lamıyla aydınlanalım ve bu bağlamda bir kez aydın- lığa kavuştuktan sonra hıçbir hesap, hıçbir yarar dü- şüncesi uğruna o aydınhğa gölge düşürülmesıne, siyaha beyaz, beyaza siyah deme kaçamakiarına gözyummayalım! Bu türden sapmaları, her şeyden önce bir ahlak sorunu sayalım! Siyah ile beyaz arasında yer alan onca rengin gü- zelliğini yaşayabilmemızın ancak ve ancak böyle bir ahlak anlayışını geliştirmemıze bağlı olduğunu hiç unutmayalım! TJgur AA.um.cu Seöleniyor '97 M.ustafa Alabora, Zeki Alasya-TVVetin Akpınar, Haldun Dormen, Sertab Erener. AA.üjdat Ge2cn, Gülen Karaman, M.irkelam, Erdal Özyağcılar, Arif Sağ, Timur Selçuk, Suavi, Aliye Uzunatağan, Uğur Yücel Onu yitirişimi2;in dördüncü yılında dostlarını, TJçrur TVlumcu'yla birlikte olmaya çaçrırıyoruz. 24 Ocak 1997 Cuma saat 21 30 Lutfu Kırdar Kongre Salonu Harbıye-İstanbul um:ag UĞUR MUMCU ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK VAKFI Davetıyeler, PABK BRAVO ve POLO mağazalarmdan sağlanabılir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle