04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 MAYIS 1996 PERŞEMBE 14 KULTUR Brook'tan yenilikçi bir yapıtKültür Servisi - 1970'lerde İngiliz tiyatrosunun. >.anatsal anlamda önüne koyduğu 'sınırlar'dan bunalarak Fran»a'yagidip Paris'te "Centre International de Research Theatrale' (Uluslararası Tiyatro Araştırma Merkezi) adıy la kendi tiyatro^unu kuran üııliı İngiliz tiyatro adamı Peter Brook, "Qui est la" adlı yeni bır oy un sergiliyor. Oyun. Paris'ten sonra İngiltere'deki National Theater'da 'Player King" adıyla sahnelenecek. Artaud, Brecht. Stanislat ski. Me>erhold, Gordon Craig. Zeanıi gibi tiyatro dünyasının önde gelen yazarlannın tivatro. oyunculuk. yönetmeıılik üzerine denemeleriyle Shakespeare'in ünlii oyunu 'Hamlet'ten kımı bölümleri biraraya getiren bu çalışma. Peter Brook"un dey ımiy le 'tiyatronun, ovuncusuyla. vazarıyla, çevre düzeni, dekoru \e diğer tüm oluşum etmenlerini içine alan bir imecenin ürünü" olduğunu bir kez dalıa gözler önüne serivor. •Qui est la' aynı zamanda bir tivatro yapıtının oluşum \e sahnelenme sürecini seyirciye aktaran bir çalışmi Brook. program yazısında da belirttiği gibi "Tiyatroyu oluşturan unsurlar. birbiriy le sıkı ilişki içerisinde oldukları sürece bir bütiinii oluşturabilir*' görüşünden lıareketle geçmişten bugünün koşullarına uzanan bır anlay ışla ele alıyortiyatroyu. Günümüz tıyatrosunun kuramsal tcnıelıni oluşturan yazarlardan >ararlanarak oluşturduğu metinde. Craıg \e Stanislavskı'nin teorik olarak birbirlerınden ayrıldığı'noktaları da sunuyor izleyici>e. Böylelikle. Çraig'in sahne sanatlarında "kurmaca'ya duyduğu yakınlık karşisinda Stanıslavski'nin 'doğaP olanı sav unuşuna bır kez daha tanıklık etmiş oluyor izleyici. Peter Brook'u. tıyatro denılen imecenin dışında kalmayı yeğleyerek: bır tür 'inziva'va çekilip çağdaşlanndan >a da kendilennden önceki kuşaktan etkilenmeden iireten yönetmenler rahatsız ediyor. Tiyatronuıı bir 'iletişim sanah' olması gerçeğınden hareketle bu durumun paradoksal bir yanı olduğunu sa\unan Brook. 6 yıl önce farklı kültür \e yaşlardan bir araya getirdikleri tiyatro yönetmenleriyle yaptığı çalışmayi örnek göstererek tiyatronun öniindeki engellerin. ancak birlikle sorunları tartışarak. görüş alış\erişinde bulunarak aşılabıleeeğini söylüyor. Çalışmalarını Fransa'da sürdüren İngiliz yönetmen. "l'luslararası Tiyatro Merkezi'nin oyuncularının da farklı kültürlerden olmasma özen ızösterivor. Oyuncıı ile oyunculuk yetenekleri arasında hiçbir önyargi olmaması gerektiğini düşünen iinlü yönetmen. son oyununda Hamlet'in babasını ve hayaletıni iki Afnkalı oyuncunun canlandırmasım bir çeşiı 'oyunculuk araştırması' olarak niteliyor. Sanat yaşamı boyunca kendisine örnek aldığı en önemli ustanın "Tiyatronun SokratesV olarak nitelendirdiğı yenilikçi Rus tiyatro adamı. Moskova Sanat Tiyarrosu'nun kumcusu Ünlii İngiliz tiyatro adamı Peter Brook, 'Qui est la* adlı yeni bir o\ un sahnelivor. Oyun, Paris'ten sonra İngiltere'deki National Theater'da 'Player King' adıyla oynayacak. 'Quiest la'birtnatro yapınnın oluşum ve sahnelenme sürecini seyirciye aktaran bir çalışma ve Peter Brook'a göre. 'tiyatronun, oyuncusuyla, yazam la, çevre dü/eni. dekoru ve diğer tüm oluşum etmenlerini içine alan bir imecenin ürünü' olduğunu bir kez daha gözler önüne serivor. Meyerhold olduğunu belirten Brook. sembolizmın estetik anlay ışı ile sosyalizmin gerçekçiligini buluşturan Meyerhold'un modern çağın sanat anlayışına \urduğu danıga \e tiyatro kuramına getırdığı yeniliklerin. oyununda da kaçmılmaz olarak öne çıktığını belırtiyor. Ancak şunu da belırrmeden geçemiyor Brook: "Hiçbir teori tüm /amanların mutlak gerçegi değildir: aksine. gerektiğinde vararfamlan düşüncedir." 'Opus 29' performansı için IstanbuFa gelen Danimarkalı Fluxus sanatçısı Eric Andersen: Biz Internet'i yıllar önce kumnıstıık AHl ANTMEN 1960lı yılların en çok dikkat çeken deneysel sanat etkinlikleri. Fluxus adı altında biraraya gelen .sanatçılann adını taşiyordu genellikle. Fluxusneydi. neol- du.tam olarak kımlerbukapsamaalına- bıldi gibi soru işaretlerini giinümüzde hâlâ taşivor olması da belki Fluxus etkın- liklerden bıri ^ay ılabilir! Istanbul. geçen bienal .-»aveside Flu\us'la vıllarsonra lıa- şırneşiroldu. Geçen günlerde Fhmıs'un Danimarka kanadından Eric Andersen de Istanbtıl'daydı: Ş/ükran Aziz'in Ata- türk Kültür Merkezi'ndeki sergisi kap- samında güzel sanatlar öğrencileriyle "Opus 29" adı altında bir performans gerçekleştirdi. Danımarka'nın buy ıl A\rupa'nın kül- türel başkentı projesi çerçevesinde ger- çeklestıreceği Margrethe Fjorden'%sa- nat günlerinın organizasyonunu üstlenen Eric Andersen. sorulanmızı yanıtladı: - İsterseni/ önce biraz kendinizden söz edin. oradan Flu\us'a geçelim... Ben aslında klasık miizik eğitimi al- dım. Ancak çok genç ya^lardan ıtibaren geleneksel bir çerçev enin dı$ında bir sa- nat yapınak istediğimin bilincindeydim. Profesyonel anlamda ılk performansımı 1 7 yaijinıda gerçekleştirdım. Izleyicıyle etkileı>ım kurduğum. onları da etkinliğin bir parçası haline getirdiğinı bir konser- di bu. Böyle başladı... 50'li yıllann so- nunda \e 60"ların basında benim gibi sa- natçılar genel sanat ortamından son de- rece soyutlanmıs olarak sürdüruyordu deneysel sanat çalışmalarını. Marjinal bır kesımdik. Paris'te. Berlin'de. Tok- y o"da \ e dünyanın daha birçok başka ye- nnde benım gibi sanatçılar \ardı. Birbi- rimizden haberdardık. ama bırbirimizı pek tanımıyorduk. Derken ya\as ya\aş kendi platformumuzu olu^turduk. - Flıuus dünyanın çok farklı köşelerin- de aynı dönemde ortaya çıkh. Bunun ne- deni sanatsal. tarihsel. sosyal etkenlere sanatçılann duyduğu ortak bir duyarlı- lık mıydı. \oksa belli bir >erden öteki ül- keleremiyayıldı? Bence sanat tarihinin kendisi yol açtı Flu.\us'a. Yüzyılın başmdan süregelen bir eğilim söz konusuydu; sanat marji- naldir. kutsaldır. özeldır. müzelere ko- nulur. galerilerdesergilenir... 50"lerinso- nundal)en \e benim gibi düşünen sanat- çılar artık bıkıp usanmıştık bundan. Bu arada soğuk sa\aş dönenıi yaşanıyordu. bunun etkıleri de güçlü bir şekilde his- sediliyordu. Ancak 50"lerin sonundabir özgürlük ortamı oluştu. Sanatçılar daha deneysel işler yapabiliyor. geleneksel çerçe\enin dışına taşabiliyordu. Fluxus bu dönemde ortaya çıktı. Ancak bir sa- nat hareketi değildi Fluxus. yalnızca dünyanın çeşitli yerlerinde aynı şekilde düşünüp üreten sanatçılan bir araya ge- tiren. sanatçılann kendi kendilerine oluş- turdukları bir ağ. bir tür sanatçılar şebe- kesiydi. Bu ağı yaşatabilmek için de en Andersen. gü^el sanatlar öğrencileriy le "Opus 29" adlı bir performans gerçekleştirdi. F luxus, yalnızca dünyanın çeşitli yerlerinde aynı şekilde düşünüp üreten sanatçıları bir araya getiren, sanatçılann kendi kendilerine oluşturduklan bir ağ. bir tür sanatçılar şebekesiydi. Bu ağı yaşatabilmek için en önemli olay, birbirimizden haberdar olabilmekti. Posta sanatı böyle ortaya çıktı. O zaman Internet yoktu ama biz postayı tıpkı bugünün sanatçılarının Internet'i kullandığı gibi kullanıyorduk. Fluxus, bir iletişim ağıydı, Internet icat edilmeden çok önce sanatçıların icat ettiği bir iletişim ağı... önemli olay. birbirimizden haberdar ola- bilmekti. Posta sanatı. böyle ortaya çık- tı. çünkü iletişim kurabilmemiz için baş- ka olanağımız yoktu. O zaman Internet yoktu. ama biz postayı tıpkı bugünün sa- natçılarının Internet'i kullandığı gibi kullanıyorduk. Derken tren. uçak bıletleri ueuzladı, toplumların refah se\iyesi arttıkça biz zengın olmadık. ama yaşam daha kolay oldu \e birbirimizletanışmaolanakları- mızarttı. Işte Flu\usbuydu. yani bir ile- tişim ağıy dı. Internet icatediîmeden çok önce sanatçılann icat ettiği bir iletişim ağı... Bir manıfestosu yoktu örneğin. Fluxus'un. Aynca sanatçılann işieri ara- sında zaten öyle farklılıklar vardı ki or- tak bir sanat harekctinden söz etmek ola- naksizdı. Bu tamamen sanat tarihçileri- nin uydurduğu bir şey. George Macuni- as daha sonra Fluxus"u bir sanat hareke- tine dönüştürmeye çaiıştı. ama yanında kimseyi bulamadı. - Fluvus'la Dada sık sık karşılaştırdır. Aralanndaki temef farklılık nedir? Aslında kımı açılardan benzerlıkler \ar aralarında. George Macunias da sa- natını neo-Dada olarak adlandınyordu. Ama örneğin bir George Brechfin işle- rine bakarsanız. Dada'yla hiçbir ilgisi yok. DickHigginsde öyle. Nam June Pa- ik de. Dada. sanat üzerine yorumlarla doludur. sürekli bireleştiridir. Fluxusçu- ların yaptığı intermedya işlerde ise böy- leeleştirel birtavıryoktur. Dadapolemik sanatıydı. İntermedya sanatçılannın bövle birderdi \ok. - Peki bugün hâlâ var mı bir Fluvus ru- hu sanatçılarda? E\et. bugün dünyanın çeşitli yerlerin- de Fluxusçulargibi intermedya etkinlik- leri gerçekleştiren sanatçılar görüyorum. Ama Fluxus sanatçıları çok zorluklar çekti. 6O'lı y ıllarda büyük tepki çektı Fluxusçular. Sanat tarihçileri. anti-sanat düşüncesini çok saldırgan bulduklan için nefret etmeye başladılar bızden. Aslın- da bu sanatı anlayamadılar. çünkü alış- tıkları gibi çerçe\eye konamıyor. duvar- laraasılamıyordu. 70 liy ıllarda. yine ilk baştaki gibi toplumdan soyutlandık Ama şimdi özellikle genç sanatçılarla görüştüğümde Fluxus'a meraklı olduk- lannı gözlüyorum. FIuxus'la ilgili ilginç bir şey de herkes bizim eski işlerimizi sa- tın almak istiyor. yenilere para \eren yok! Herhalde $imdi ürertiklerimiz bir- kaç yıl sonra para edecek. - Danimarka'da bu yıl müthiş bir inter- medya etkinliği düzenliyorsunuz. Bu yıl ağustos ayında üç gece. tarihi kentlerden Roskilde'de Margrethe Fjor- den etkinliğini düzenliyoruz. Çok ilginç şeyler olacak. - Bu etkinlikJerin arasında üç gece bo- yunca halka açık bir doğum projesi de var... Bu oldukça sansasvonel etkinlikie neyi amaçlıyorsunuz? Bu etkinlik. Avrupa Birliği nedeniyle gerçekleştiriliyor. Avrupa"da kurulan ilk birliği oluşturan kadın. etkinliğe adını verdiğimiz Danimarka Kraliçesi Marg- rethe Fjorden'di. Mezarı. etkinliklerin gerçekleştirileceği Roskilde Katedra- li'nde yer altyordu. Ayrıca Fjorden 111 dönemiyle. bizim dönemimiz arasında paralellikler kurabileceğimiz üç tema bulmaya çalıştık. Birisı birlık temasıy- dı... Şimdi ne kadar moda oldu birlik kurmak! Öteki. kadın tenıasıydı... Çün- kü Fjorden. döneminin en güçlü kadın- larından biriydi. Günümüzde de kadın- larıneşitlikyolundasarfettikleriçaba\e elde ettikleri başan lar göz önünde bulun- durulursa iki dönem arasında paralellik- ler kurulabilir. Birdiğerideinançtı. Fjor- den'in dönemindeki gelismeler. Avrupa kilisesinde reforma yol açmıştı. tçinde bulundugumuz dönemde ise ilk defa bir tanrı inancına gereksinim duymadan kozmosu algılayabiliyoruz. Bu temaları. en güçlü biçimde doğumla ifade ede- bileceğimizi düşündük. - lutucu çe\relerdtn epeyce tepki alabilirsiniz... Aslında büyük ıkılemler yaşıyoruz günümüzde. Insanlar halka açık doğumun hiç de hoş bir şey olmadıgını. harta kanlı. iğrenç bir şey olduğunu söy- lüyor. ama bir yandan da herkes video kameralany la doğumlan belgeleyip son- ra arkadaşlarınagösteriyor! İğrenç \epis birşey olduğunagelincede... Bir yandan steri I düny alanmızda y aşıy oruz. öte yan- dan budünyayı pıslıkten cehennemeçe- viriyoruz! Bence ınsanlargerçek yaşam- dan çok korkuyorlar. Deneysel sanatın başlıca sorunu da bu zaten. Fazlasıyla gerçek oluşu. Duvarlara asabıldiğin süs- lü sanatın korkulası biryanı yok. Deney- sel sanat ise izley iciy i yaşamın kendisiy- le karşı karşıva getiriyor. Peter Stein'ın 'Vanya Dayı'sı İtalya'da Peter Stein, İtahanoyuncuMaddalenaCrippaile biıiikte. Kültür Senisi - Peter Brook \e Peter Hall ile birlikte Avrupa tiyatrosuna şekil veren yönetmenlerin başında gelen Peter Stein. Çehov'un ünlü oyunu 'Vama Dayı'yı Teatro di Roma ve Teatro Stabile di Parma'nın ortak prodüksiyonuyla İtalya'da sahnelivor. Stein'ın. kurucusu olduğu Berlin Oda Tiyatrosu'nda 1984 yılında sahneye uy r arladıgı "Üç Kızkardeş've 1989'da sahnelediği 'Vişne Bahçesi'nden sonra üçüncü Çeho\ uyarlaması olacak "N'anya Da>ı'. 5 yıl önce Oda Tiyatrosu ndaki yöneticilik görevinden. tiyatro tarihinin en büyük prodiiksiyonlanndan biri olarak sayılan •Faust'un sahnelenmesi konusunda çıkan bir anlaşmazlık soııucu ayrılan Peter Stein. aynı yıl üstlendiği Salzburg Festivali'nin tiyatro yönetmenliği görevini hâlâ sürdüriiyor. Hangi kurumda olursa olsun, ağırlıklı olarak Çehov yapıtlanna yer vermesiy le dikkat çeken Stein. "Çehov,dönüpdolaşıpyineona döndüğüm ender vazarlardan biri. ĞerçekJik, adalet, haksızlık gibi temalan işlerken ne zaman bir kavram karmaşası yaşasam başv urduğum tek kaynak Çehov "dur" diyor. Tümüyle Ttalyan oyunculardan oluşan bir kadroyla çalışıyor Peter Stein. Hem oy uncular hem de Stein için bir atölye çalışması anlamına gelen "N'anya Dayf, yıne Stein'ın deyişiyle "özellikle İtalyan oy uncuların Çehov 'u anlayabilmesi ve kendilerini gerçek birer Çehov kahramanı olarak hisedebilmeleri" bakımından büyük öııem tas.ıyor. Bu hissı uyandırabilmek için provalaröncesınde. ekıbini birkaç ay önce Moskova'ya götürüp Çehov 'un ülkesini tanımalarını istemiş Stein. Ekip çalışmasının son derece y ararlı bir teknik olduğuna inanan Stein. •beraberiik" duygusunu. küçük bir oyuncıı kadrosu ve dısiplinli bir çalışma programıyla yaratmayı amaçlıyor. "Ancak, İtalya'da ekip ruhu yeterince gelişmemiş bir kav ram" diyor Stein. ~İtalyan oyuncular, teknik anlamda belki de Avrupa'nın en iyi ve yetenekli oyunculan. Ancak tiyatroya son derece bireysel bir bakış açıstyla yaklaşıyoıiar. Bir de her ülkenin farklı bir sahne geleneği var. Bu farklılık İtalya'da. dilin kullanımında daha çok ortaya çıkıyor" diyen Stein. doğası gereği müzika! bir dil olan Italyancanın kimı zaman prodüksiyonun sahip olması gereken ruha aykırı düştüğünü belirtiyor. IŞILDAKVE YELPAZE ATİLLA BİRKİYE Felsefenin Sefaleti Norveçli yazar Jostein Gaarder'ın Sofi'nin Dün- yası adlı kitabı, aylardır çeşitli yayın organlarının çok satanlar listesinin ilk sırasından inmiyor. Kimileri, bu kitabı bir övdü, bir övdü ki sormayın. "Felsefe tarihi üzerine bir roman" altbaşlığını taşı- yan kitap, felsefeyi 14-15 yaşındakı bir çocuğun an- layacağı bır "basitlikte" yazılmış. Felsefeyi gençlere sevdirecekmiş, vb. Genellikle olduğu gibi: okunmadan hakkında öv- güler yazıldı; kitabın tanıtım bilgisinin ve dünyada şunca dile çevrilmiş ve şunca miktar satar olması; ki- milerini etkiledi ve kitabı göklere çıkarttılar. Gaarder, kitabında klasik Batı felsefe tarihinin ge- nelgeçerli doruklarını ve filozoflarını öne çıkartarak, yalın bir dille şematik olarak anlatıyor; öte yandan da bu anlatımı. iç içe geçmiş zaman-mekân ve tipleme- lerle adeta bir romanın olay örgüsü içinde vermeye çalışıyor. Yani bir yanda romanın özelliklerinin bir kısmı; öte yanda felsefe tarihinin içeriğinin bir kısmı yer alıyor. Üstelik ikisı birbirinin içine girince ve metnin akışı ko- nuyla ilişkisiz diyaloglarla kesilince iş tatsızlaşıyor. Ustelik hele kitap için bir yazı yazmaya niyetlenmiş- seniz; okumadan yazamayacağımza göre; bu oku--. ma tatsız tutsuz, bır sıkıntı haline dönüşüyor; 592 sayfayı bitirene kadar kurdeşen oluyorsunuz. Roman mı okuyorsunuz; yoksa bır sınava mı hazırlanıyorsu- nuz; karıştırıyorsunuz. Genellikle böyledir; bir kitap hakkında şu veya bu nedenle bir yazı yazmaya: tanıtmaya ya da eleştir- • meye karar vermişseniz; onu okursunuz. ' * ;: Ahmet Altan, bu kitapla ilgili bir yazı yazmıştı. Ya- zısından anlaşılacağı üzere kitabı okumadan (pek ih- timal vermiyorum ama!) yazmış. 23 Şubat 1996 gün-' kü Yeni Yüzyıl'daki yazısında kitabın adını "Sofi'nin Hayatı" olarak anıyor. Zaten, kitabı okuyunca anlıyor- sunuz; 15. yaşgününü kutlayacak bir kızın hayatı de- ğil, olsa olsa "dünyası" olur. Ayrıca iç kapakta da özgün adı yazıyor: "Sofies ver- den." Çevirmenine ulaşamadım ama; Norveççe bi- len bir arkadaşım bunun "dünya" anlamına geldiği- ni; hayat. yaşam sözcüklerinı karşılamadığını belirt- ti. Bir başka örnekse. Altan "Roman, on üç yaşında- ki Sofi'nin bir gün posta kutusunda kendisine gön- derilmiş bir mektup bulmasıyla başlıyor" diyor. Oy- sa, Sofi on üç yaşında değil. Sofi onbeşinci yaşgü- nünü kutlayacak. Bu, kitapta çok sık geçiyor (sayfa: 17. 64, 69, 114, 119, 346, 350, 356, 364, 384, 541, 544 vb.) Bellı ki Ahmet Altan'ın kitapta yer alan Hilde'den de haberi yok. Sofi aslında Hilde'nin babasının yaz- dığı romanın kahramanlarından biri; bu metni baba- sı doğum günü olarak Hilde'ye gönderiyor. Hilde de onbeşinci yaşını kutlayacak; olay örgüsü açısından onbeşinci yaşgünü tanımı çok önemli. Ayrıca kitap- ta yer alan tiplerin. felsefi sorunsallıklar açısından da önemleri var. Altan, büyük bır olasılıkla yazısında yer verdiği bil- gileri 18 Ocak 1996 tarihli Cumhuriyet Kitap'ta yaza- rıyla yapılan bir söyleşiden almış (ya da başka bir söy- leşiden). Gaarder o sayteşide bir önceki kitabında yer' alan 13 yaşındakı bir kızın Atina'ya gidişinden söz edi- yor. Anlaşılan bir karışıklık olmuş. • : Sofi'nin Dünyası'na dönecek olursak; kitap ne ro- man olabilmiş ne de felsefe tarihi. Anlaşılır olmak, ya- lın olmak. tek başına yetmiyor. Keşke, Gaarder ro- mana ilişkin kısmını bir roman olarak; felsefeye iliş- kin kısmını da yine aynı yalınlık ve anlaşılırhk düzle- minde bir felsefe tarihi olarak yazsaydı, kanımca da- ha yerinde bir iş yapmış olurdu. Ama bunlar Sofi'nin Dünyası gibi satar ve sükse yapar mıydı. bılemem. Böylesine karşı çıkmalarımıza hemen bir karşı çı- kış geliyor; anlaşılır, yalın felsefe kitabı nerede var? Remzi Kitabevi yıllardır özenle yayımlıyor; hem de güzelım bir Türkçe ile. sahk veririm: Platon'un Diya- loglar'\. Anlaşılır ve sizi, "şayet" istiyorsanız felsefe- ye yönlendirecek olan.. Zaten "istiyorsanız" yönelirsiniz. Istemiyorsanızdi- lediğiniz kadar Sofi'nin Dünyası'ru okuyun. Yani so- run biraz da sizde ey okur... Şayet felsefe sorunsalını bir roman içinde; roman- sal örgü içinde yer aldığını görmek istiyorsanız o za- man da Hermann Hesse'nin kitaplarını okuyun: On- ları da AFA Yayınlan ısrarla yayımlıyor. Hermann Hesse. yukarıda değindiğimiz konuyu, kendisine Nobel kazandıran Boncuk Oyunu adlı ro- manında, bir kahramanın ağzından kısaca şöyle özet- liyor: "Felsefe ancak yasal araçlarla, felsefenin ken- di araçlanyla yapılmalı." Kitabı okuyup bitirince aklıma Karl Marks'ın bir ki- tabının adı geldi: Felsefenin Sefaleti. 12. GE1SÇLİK GÜNLERÎ'NDE BLGÜN HARBh'E MLHSİN ERTUĞRL'L SAHNESİ Stephen Frears'in yönettiği "Yasak İlişkiler' adlı film 12.00'de fuayede gösterilecek. Müjdat Gezen Sanat Merkezi Hafif Müzik Bölümü'nün konseri saat 15.00'te fuayede izlenebilir. Aras Neftçinin "Havadan Istanbul' adlı dia gösterisi Cep Tiyatrosu'nda. Ayşegül Yeşilnil ve Caz Quartet'in caz konseri saat 19.00'da. İFSAK'ın M986-96 Ayın Fotoğrafları Sergisi", İTÜ Güzel Sanatlar Fakültesi "Öğrenci Fotoğrafları Sergisi', Kafiye Türkmen'in "Heykel Sergisi' fuayede izlenebilir. KADIKÖY HALDl'N TAİSER SAHNESİ Espri Standartlan Ensitüsü Kurumu nun (ESEK) 'Tükürür Kaçarım' adlı oyunu l9.()0"da sahneleniyor. FATİH REŞAT NURİ SAHNESİ Istanbul Üniversitesı İşletme Fakültesi Tiyatro Topluluğu 'Cadı Masallan" adlı oyunu 19.00'da sahnelivor. ÜSKÜDAR M. CELAL SAHNESİ Tiyatro Canikonun Paşa Annem' adlı oyunu saat 19.00'da. Anadolu Yakası RessamlarGrubu'nun resim sersısi açılıyor. GAZİOSıMANRAŞA SAHNESİ Haydarpaşa Oyuncuları. Aziz Nesin'in ^'aşasın Kavuniçi' oyunuyla saat 15.00 ve 19.00'da seyirci karşısına çıkıyor. Ölen çocuklar anısına opera Kültür Senisi-Çekoslovakya'da 3-4 temmuz tarihlerinde gerçekleştırilecck "Janacek Müzik Festivali'nde. geçen ay Iskoçya'da bir ilkokulda yaşanan katliamda 35 öğrenci arasından yaşamını y itıren ve aralarında İskoç Operası Çocuk Korosu'nda ver alan 16 çocuğun anısına bir opera sahnelenecek. Ikinci Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında ölen \ahudi kompozitör Hans Krasa'nın bestelediği ve henüz ortaya çıkarılan Brundibar' adlı yapıt. I.skoç Operası tanıfından •>•'••••• •!•'"•'.-,A
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle