23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 NİSAN1996 PERŞEMBE 14 KULTUR Sinemanın düşündürdüklerini bir üçlüyle perdeye getiren Mohsen Makhmalbaf, festivalde 'Selam Sinema' ile yanşıyor Gerülatim sanatçı olarak portresi GÖNÜL DÖNMEZ COL1N Iran smemasının en önde gelen yönet- menlennden Mohsen Makhmalbaf ılk kez bır smemadan ıçeri adımını attığında yaşı yırmıyı çoktangeçmıştı. Çocukluğunda sı- nemay a gıttığı ıçın annesıyle günlerce dar- gın durduğu da bır gerçektır. Genç Makh- malbafı en çok Humeyni siyasetinı savu- nan ü\ey babası etkilemış, henüz on yedı yaşandayken polıs bıçaklama suçundan hapse gırmiştı. O günlen anarken "Hapis- hane beni solculuktan bıktırdı" der. "tn- sanlarGorkı'nin 'Ana'sını okuyarak Mark- sistoluyorlardı. Aynı tek bir din kitabı oku- jarak dindar olduklan gibi. Bir gün toz parçasınadöndüğumde ne anlamı kalır sos- \alist ttıİNİm. kapitalist mi? Her zaman bir gerilla kaldım. ama hapishane yıllanndan sonra kültüre döndüm." "BoykoV" fılmı bu devrenın ızlennı taşır. "KutsanmışlannEv- HHgf" ıse kapıtalızmı eleştınr. "Seyyar Sa- ûa" ıçın Alman vönetmen VVernerHerzog, "Öliimün bö\ le duygulu v« ince yorumunu daha önce hiç görmemiştim'" demıştır. Dın ıle olan ılışkısını üç devreye ayınrsa- natçı: Çocukluk yıllannı ıçeren özel devır. hapisgünlennı kapsayan toplumsal deurve olgunluk çağmın felsefı ınanışı- ki bu so- nuncusu çocukluk yıllannın din anlayışına en yakın olanıdır. Sinemanın düşündürdüklerini ise bir üç- lü ıle perdeye getırmıştır. "Evvel Zaman Içinde Sinema," sinema ve kudretı ele alır: "Oyuncu1 " sinema ve oyuncu ılışkısını ir- deler. lstanbul Film Festı\alf nde yanşan "Seiam Sinema" ıse sinema \ e insanlar üze- nnedır. Aşağıdakı söyleşıye ılk başlayan sanatçı oldu. Fırsat vermeden soru yağmu- runa tuttu benı: "Kaç filmimi gördünüz? En ivisi hangisi sizce? Kaç Iran filmi Ldediniz? fran sincması üzerine ne düs,ünüyorsunuz?" Bır dakıka. Mohsen Bey, soru soracak olan bendım. Fılmlennızın hangısının en iyı olduğunu söylemek güç. Her bın apay- n. -Bisikletli Adam"ı çok sevmıştım. "Sey- yar Saoa" da bambaşka ışlenmiş. Iran film- lenne gelınce, Kiarostami Avrupa'da çok tanınıyor. Sonra Beyzai Vaderi gibi ustalar da sık sık karşımıza çıkıyor festıvallerde. Merakımı çeken şu: Bızlenn Batı'da gök- lere çıkardıgı fılmler lranlı dostlar tarafın- dan pek beğenılmıyor. Bize özgün gelenle- ri onlar yapay buluyor. Sizce bu neden? MAKHMALBAF - tran sıneması ge- lişti, olgunlaştı. - Ama bu gelişimi izleyenier arasında bi- le ömeğin Kıarostarnf nin filmlerine yakın bakmayanlar var. Örneğin "Close-up" fil- mi (kendini Makhmalbaf diye tanıtan bir adamın öj küsü.) Bunun ıkı nedenı var: Bırıncısı filmın ritmi. Ikıncısı ıse gösterdıgı gerçeğın baş- ka oluşu. Yönetmen biröykü kuruyor ve bu elam Sinema'nın dört versiyonu var. Birincisi on üç saat sürüyor. Henüz hiçbir yerde gösterilmedi. îkincisi Locarno Festivali'nde gösterilen üç saatlik versiyon. Onu da satın alan olmadı. Üçüncüsü 90 dakika; o da rafta kaldı. Cannes için hazırladığım 75 dakikalık versiyon Fransa'da gösterime girdi bile. Yani dış ülkelere bakan yalnız Iranlılar değil, tüm dünya da Cannes'a bakıyor. L,^. #* ^U u film. iki deneyimimden kaynaklanır. İlki daha önceki filmimde oyuncu seçerkenki deneyimlerimi, ikincisi bir yazar olarak deneyimlerim. Yönetmenliğimin yani sıra bir alay da roman ve kısa öykü yazdım. Kendi romanlanma ya da başkalannınkilere dayanan 35 senaryom var. Tüm bu deneyimlerimi perdeye aktardım. ö> küyü j>erçekçı bır bıçımde \ermeye ça- lışıyor. Oyküyü bılmeyen yabancılar bunu gerçek kabul edıyor. oysa bılen Iranlılara yalan gelıyor. Gerçı tranlılann zevklen de zamanla yabancılann ze\ klennden etkılen- meye başladı ve onlar da Kiarostami'ye yaklaştılar. Sonra bır de yönetmenlenn ya- bancı zevklenne göre film vapmaya başla- dıkları gerçegı \ar. Bu da Iran sınemasını çoketkıledı. - "Selam Sınema'nınbirkaçversiyonuol- duğunu duydum. Dört. Bınncısıonüç saat sürüyor. Henüz hıçbır yerdegöstenlmedı. tkıncisi Locarno Festıvalfndegöstenlenüç saatlik versiyon. Onu da satın alan olmadı. Üçüncüsü 90 da- kıka; o da rafta kaldı. Cannes ıçın hazırladığım 75 dakikalık versiyon Fransa'da gösterime girdı bi le Ya- ni dış ülkelere bakan yalnız Iranlılar değıl. tüm dünya da Cannes'a bakıyor. *Setam Si- nema" ıkı deneyimimden kaynaklanır. llkı daha önceki filmimde oyuncu seçerkenki deneyımlenm, ıkıncısi bır yazar olarak de- neyımlenm. Yönetmenliğimin yani sıra bır alay da roman ve kısa öykü yazdım. Kendı romanlanma ya da başkalannınkilere daya- nan 35 senaryom var. Tüm bu deneyimle- nmı perdeye aktardım. - Belki bu önemli bir nokta değil ve belki filminizi okiuğu gibi kabul etmeliyiz. ama yi- ne de şunu öğrenmek istiyorum: "Selam Si- nema"nın hangi bölümleri gerçek belgesel, hangi bölümler doğaçlama, ya da kurgu? Özellikle iki genç kızla olan sahnelerde... Fransız eleştırmenlerın degışık göruşle- rınekarşın şımdivedek ıkı tür belgesel gö- rülür. Ham belgesel. yani bır masa. bır e\ nasıl yapılır. bunu anlatan fılmler: ıkıncısı bıröykünün yenıden yaratılışı. Benım fıl- mım ıse üçüncü tür belgeseldır. Gerçek bır öykü var ve bır "cinema verite" söz konu- su. Ben bu öyküye gınp onu bır başka yö- ne çekmeye çalışıyorum ve ortaya bır kur- gu çıkıyor. Gerçekte hıçbır şey değışmıyor. amasesım vedavranışlanmdanalgılayabı- lecegınız gıbı belgesel kurguv a dönüşüyor. - Ama Tiarakterler basbayağı rol oynu- vorlar. Özellikle o iki genç kız. Zaten insan- lar kamera karşısında hep rol oynarlar. Ama olaylar o anda oluyor. Bazı öğeler -oyuncu. senaryo. yazar- birbınne kanşmış durumda. Her oyuncu dıyalogunu kendı ya- zıyor. Eger senaryo yoksa neden belgesel değıl? Genlım kımın oy uncu olarak seçılıp kimın seçılmeyecegınden doguyor. Kame- ra önünde üç şey yapıyorum: Oynuyor, ya- zıyor ve yönetiyorum. Benim filmdekı ro- lümün en temel öğesı karşımdaki gerçeği yenebılmem % e filmi hem yazıp hem de yö- netebılmem. Çekım sırasında filmin nere- ye gıdecegını bilmıyordum. Ancak kendı deneyımlerımden kaynaklanarak ve yete- neklerimi kullanarak tüm olayı ınsanlann sonunu merakla bekledıklen bır öyküye dö- nüştürmeye çalışıyordum. Örneğin heröy- küde bır baş kahramana gereksmım \ardir. Bu kahramanın amacına ulaşıp ulaşamaya- cagını ılgınç bır açıdan göstererek konuyu çekıcı yapmaya çalışır. Genlım yaratan bu karşılaşma} ı önüme geldıklen zaman ben yaratıyorum. Filmimde rol alabilmek ıçin başvuran 5000 kışinın hepsmı göstermek ıstesey dım bu kurgu olmazdı. Oyunculann bırını baş ovuncu yaparak \e gidip gelmelerle umut ve umutsuzluk üzenne birgerilim yaratma- ya çalıştım. Benımle oyuncular arasındakı bu "challenge" sız onaylamasanız da dene- yimlenmden kaynaklanır. Rol yapsalardı televızyon programına dönüşürdü. Arada- kı sınırçokdardır. Filmimde geçenolayla- nn hıçbın önceden hazırlanmamıştır. Her şey o anda olur. - Neden o kadar zalimsiniz oyunculara karşı? Bu filmde üç simge var: tlkı masa, kül- türümüzde otoriteyi sımgeliyor: ikincisi ay- na kı bu da öbür tarafi yansıtan sinemanın simgesidır; bu ayna öbürlerinm önüne ko- nuyor. Lçüncüsü ıçen gelenlenn ortasında durdugu daıredır. Ben onlan masadan kont- rol edıyorum. lçıne gırdıklen daıre sınırlan- manın simgesidır. Masa onlan kontrol edı- yor. Amacım masanın ardına geçen herke- sin otonter olacağını göstennektir. Bunu göstermek ıçın oyuncularla yer değıştınyo- rum. Bu bir otorite, insanlar ve karşılaşma- lar öyküsüdür \e masanın ardına geçenle- rin nasıl otonter olup kendı düşüncelennı başkalanna kabul ettirmeye çalışacagmı an- latır. Bu kültürel bırsorundur. lran'da uzun yıllar süren baskıcı yönetımler buna neden olmuştur \e bu bır gecede degışmez. Kül- türe yerleşmış. ınsanlann ıçıne ışlemıştir. Batı'da ınsanlann bazılan lyıdır, bazılan kötüdür. dıye düşünürler. Ben buna ınanmı- yorum. Masanın ardına geçenler davranış- lannı degiştinrler. Ben bunu böyle görüyo- rum \e ıkı yoldan gösteriyorum. Binncisin- de ben bu kültürün bır parçasıyım. tkincı- sınde ise rol oynamalı. otonte rolünü sür- dürmeli ve benım de değışebıleceğimı on- lara göstermelıyım. "Kudret" elınde o de- gışecektır. Bu bellı bır kültüre de bağlı de- ğıldır. Başka bırörnek de verebılınm. Bu- gün kudret Amerikan sınemasının elınde- dır. çünkü dünya sınemalannın >üzde 9O'ı onlanndır. Tüm dünyaya nasıl davranacak- lannı onlar öğretır. Oyunculanma gülün, aglayın derken göstermek ıstedıgım şudur: EgerAvrupa sıneması aynı konumda olsay- dı. o da aynısını v apardı. Aynı o kızlann be- nım masama oturur otuımaz benım gıbı davrandıklan gibi. Bu otonte "kudret"le ılgıhdır veevrensel bır öyküdür. Yalnız ben bunu yaşadığım ülkede göstenyorum - O iki kız size kızmakla biriikte istedigi- nizi yapmaya haariar. çünkü sonunda bir çıkarlan \ar. Filminizde rol almak isri>or- lar. ^ani insanlar istediklerini elde edebil- mek için her şeye razılar. Bu karamsar bir Avrupalı sinemacılann kaderi, küçük bütçeli fılmler Kültür Servisi - 15. Lluslararası ls- tanbul Film Festıvalı çerçevesınde ön- ceki gün düzenlenen toplantıda, "Rock Hudson'ın Özel Filmleri" belgeselının Amerıkalı yönetmenı Mark Rappa- port, "Müslüman" filmının Rus yö- netmenı YladûnirKhotinenko, "Oyun- cular"* filmının Jsraıllı yönetmenı Ron Mnio, "Kornel Esti'nin Harika V'olcu- luğu" filmınin genç Macar yönetmenı Jozsef Pacskovszky. bu yılkı Ankara Film Festnalı'ndebüyük ödülün sahı- bı TRT yapımı "ÖzJeni™ Dün'e... Bu- gûn*e_. V'ann'a..." fılmine ımzasını atan Tiilay Eratalay ıle "80. Adım"ın yönetmenı Tomris Giritlioglu bırarav a geldı. Toplantıyı sinema eleştirmenı Atilla Dorsay yönettı. Festıval konuklanna evsahiplığı ya- pan The Marmara"da gerçekleştınlen toplantıda, Amenkalı sinemacı Mark Rappaport dışında tüm sinemacılann dı- le getirdıği ortak kaygı. Amenkan sme- masının egemenliğı karşısında Av rupa sı- nemasının ayakta kalma mücadelesıydı. Festivalde "Oyuncular" filmi gösterilen Israıllı genç yönetmen Ron Nınıo. ülke- sınde yalnızca sinema yönetmenliğı ya- parak yaşamını sürdürmenin olanaksız olduğunu belırttı. Reklam filmleri çektığını \e küçük bütçelı filmlere yöneldiğinı anlatan Ni- Tomris Giritlioglu , Tiilay Eratala>. Mark Rappaport. Vladimir Khotinenko. Ron Ninio Jozsef Pacsko\szky, Arilİa Dorsay "ın yönettiği toplantıda biraraya geldiler. nıo, lsrail'de sinema endüstnsınin yüzde yetmış ölçüsünde devlet destekli olduğu- nu, Türk sınemacılarının da önemli so- runlarından bın olan yapımcı eksıklığin- den söz ettı. Aynı sıkıntılan dıle getiren bır başka yönetmen. "Kornel Esti'nin Harika \bl- culuğu"na ımzasını atan genç Macar si- nemacı Jozsef Pacskovszky oldu. "Şuan Macaristan'da yapımcı yok!" dı\ en Pacz- kovszky. fılmını kendisine vaat edılen bütçenın yansıyla tamamlamak zorunda kaldıgını anlattı. Genç yönetmen. "Ma- caristan'da politik durum değişrigi için, bizim sıkıntılannıız da tüm A\rupa sine- macılanndan farksız. Özellikle tamnma- mış genç yönetmenler için durum çok zor" dedı. Macar sınemasının dünyaca tanınan ünlü ısmı Istvan Szabo'nun ög- rencısı olan Jozsef Pacskovszky, ısım yapmış yönetmenlenn ortak-yapım ola- naklannı kolayca bulabildiklerini. genç yönetmelere kıyasla daha rahat koşullar- da çalıştığını söyledı. Afganıstan'da mücahıtlenn esaretı al- tında yedi yıl geçırdıkten sonra Müslü- man olan bır Rus askennın öyküsünü anlatan "Müslüman" fılmının yönet- menı V'ladımır Khotinenko. çeşitlı tar- tışmalar yaratan fılmınden söz ettı. Khotinenko. Islaın dınıne yakınlık du- yup duymadığı yolundaki bır soruyu yanıtsız bıraktı. Festivalde RockHudson ve JeanSe- berggıbı ıkı ünlü ısmı farklı yönlerıy- le ırdeleyen belgesel fılmlenyle adın- dan söz ettıren Mark Rappaport ise, Amerıkan sınemasının yalnızca bır "eglence sineması" oldugu görüşünü yadsıvarak. "Amerika'da sinema her zaman çağına tanıkhketmiştir" dedı. Toplantıda Türk sinemacı ların ortak konusu. TRT-Yeşılçam tartışması üze- rıııde odaklandı. Ankara Film Festıva- lı jünsının "Yeşilçam'a ders olsun" dı- ye bır TRT yapımı olan "Özlemm Dün'e... Bugün'e... Yann'a..." fılminı ödüllendırdığı yolundaki söylentılereku- lak asmadığını belırten TRT'lı yönetmen Tülay Eratalav. "Butürsöylentilersağlam temellere dayanmıyor. Bu konuya yanıt verebilmem için Ankara jürisinin resmi biraçiklamayapması gerekir" dedı. "80. Adım" filmının yönetmenı Tomris Gınt- lioğlu ıse. TRT'nın gereksız yere eleştı- nldıgını belırterek. "TRTözellikleson iki yıldır Türk sinemasına ciddi bir şekilde eğilmekte ve destek olmaktadır" dedı. Ama kazandıklan söylenınce amaçlan- nı bir kez daha gözden geçın>orlar. Ben onlara ne soracaklannı söylemiyorum. "Zalim olıtunın" bıle dıyorum, ama masa- ya oturur oturmaz onlar da zalim oluyorlar Yani benım yaptığımı yapıyorlar. Insanla- nn, kültürün aynı ögelennden etkılendigı- ni göstermek ıstedım. - Peki. neden insan mı olmak istersiniz, sa- natçı mı gibi bir soru soruyorsunuz? Bu iki- sini biriikte vurgulamak tıiye? Hayır. bu yalnızca bır ce\ ap bulabilmek. bır şeyler söyleyebilmek için sorulmuş bir soru. Benim "sesHn" değil. Gerçekte ben bu soruya ce\ap \enyordum, ama o bölümü kestim. Çokdırektbırcevaptı. İnsanlarbazenıkı- sı arasında kalabılırler. Örnegın hükümet "ya propaganda filmi \apacaksın ya da hi- çbirfilm>apma>acaksın"dı>ebılır. Ben ın- san olmayı seçenm. Geçımımı yönetmen- lıktensağlamamakarşınbırtaksışoförüol- mayı >eğ görürüm. Bu bır seçim yoludur, anlıyor musunuz? - "Aşk Nöbeti"ni neden Türkiye'de çek- tiniz? Bir ortak yapım mı söz konusuydu? Iran dışında gerçekleştırdığım ıkı fılmım var: "Bisikletli Adam"ı Pakistan'daçektım; *A$k Nöbeti'nı de Türkıve'de. Hükümet. "Eğer bu konulan eJe almak isthorsan baş- ka bir ülkede \apmalısın, çünkü bunlar bi- zim ülkemizdeyoktur", dedı. Yani. aşk ve fakırhk.. Beş yıl önce. "AşkNöbeti". Cannes Film Festıvali'ne çağrılıydı, ama hükümet gön- dermedi. Ancak bu yıl izin v erdıler. tran'da göstenlmeyen bır filmım daha var. o da "Zayandeh (Isfahan'da bır nehır) Yölunun Gecesi". Onu da altı yıl önce çekmiştim. "Selam Sinema"dan sonra "Gappe"y ı çek- tım, "Gappe" bır cıns Iran halısıdır. - Gelecek filminizin konusu ne olacak? Hoşçakal Sinema! - Neden? Daha çok gençsiniz? Ben sınemadan degıl. sinema benden uzaklaşabilir. Filmın konusu sınemanın so- nu. - Son bir sorusize: Yönetmen olmasaydı- nız ne olurdunuz? ""»'önetmen olmasaydım polıtikacı olur- dum. Şımdı ne olmak istediğıme gelince: Şaır! 1 5 U L U S L A R A R A S I İ S T A N B U L F Î L M F E S T İ V A L İ PORTRE INGMARBERGMAN Dünya sinemasının önde gelen yönetmenlennden Ingmar Bergman, 1918 yılında tsveç'in Uppsala kentınde doğdu. Babası. Lütheran birpapazdı. Stocholm Ünıversitesi'nde edebiyat \e sanat eğitimi gören Ingmar Bergman, öğrenciliğı sırasında oyuncu ve > önetmen olarak tıyatroyla ilgilendi. Okulu bitirdikten sonra Stockholm Tiyatrosu'nda stajyer-yönetmen olarak görev aldı ve bu arada birçok oyun, kjsa öykü ve roman yazdi. 1941 yılında "The Death of Punch" adlı oyunu ile tiyatro yönetmeni olarak adını duyurdu. Ilk uzun filmi "Knz"i. 1942 vılında yönetti \e sinemaya geçiş yaptı. O zamandan bu yana. fsveç sınemasının en saygın yönetmenlennden biri olarak ardı ardına pek çok önemli film çekti. Bergman'ın filmlerindeki tutarlılık. hiçbir zaman terketmediği tiyatro alanında da süregelmiştir. BUGUN YARIN BEYOĞLU EMEK: Melekler ve Böcekler( 12.00. 18.30). Müthış Serüven( 15.00).Ozanın Gölgesi (21.30) BEYOGLLFITAŞ-1: Melek Bebek (12.00. 18.30). BırTann Komedisı (15.00,21.30) BEYOĞLU FİTAŞ-2: Selam Sinema (12.00). Aşk Nöbeti (15.00. 21.30X Yarasa( 18.30) BEYOĞLU FtTAŞ-3: lstanbul Kanatlanmm Altında (12.00). Orson VV'elles: Tek Kişilık Orkestra (15.00, 21.30), Böcek (18.30) BEYOĞLU ALKAZAR: Muhteşem Ambersonlar( 12.00. 18.30). Maborosı (15.00.21.30) KADIKÖY REKS: Salıncakta tki Kişı (12.00), Dünyada Bir Gece (15.00). Sahne (18.30). Yedincı Mühür (21.30ı BEYOĞLU EMEK: Ağla Sevgılı Yurdum (12.00. 18.30). Yaban (15.00). GünahCıkarma (21.30) BEYOĞLU FtTAŞ-1: Yedincı Mühür (12.00. 18.30), Kutsal Hafta( 15.00. 21.30) BEYOĞLU FİTAŞ-2: Ozanın Gölgesi (12.00), Anna 6-18 (15.00.21.30). Müthış Serüven (18.30) BEYOĞLU FtTAŞ-3: Soğuk Geceler (12.00). Düş. Gerçek Bır de Sinema (15.00. 21.30). 80. Adım (18.30) BEYOĞLU ALKAZAR: Ermo( 12.00. 18.30), Bahçe (15.00. 21.30) KADIKÖY REKS: Melek Bebek (12.00). tşeyen Cocuk (15.00). (18.30). Satyrıcon (21.30) KAÇIRMAYIN Sinema tarihınin efsanevı isimlerinden Orson VV'elles" ın son yıllannı anlatan yan- belgesel film, Vassili Silovıc ve Orson VV'elles'in son yıllannda ünlü sınemacının hayat arkadaşı olan ve birçok projesinin senaryosuna katkıda bulunan Oja Kodar imzali "Orson YVelles-Tek Kişilik Orkestra", bu önemli sinema adamını bilinmeyen kimi yönleriyle keşfetme olanağı sunuyor. VVelles, 1985 yılında öldüğünde, "Rüzgânn Diğer Yuzü" adlı son yapıtı yanm kalmıştı. Unlü yönetmenin Oja Kodar'a bıraktıgı en önemli miras. bu yapıtın kurgulanmamış film parçalan oldu. Sinema meraklılannın kaçırmaması gereken bu yan-belgesel, işte VVelles'in bu mirası üzerine kurulu. Bir saati makaslanan başyapıt CUMHLR CANBAZOĞLU Orson VVeDes'in sanat öyküsü kadar ilginç bir başka öyküye pek rastlamadık bugüne dek. Radyodan 'Marslılann dünyaya hücum ettiği'no dair yaptığı anonsla ünlenen. 26 yaşında çektıği ılk filmi Yurttaş Kane ıle sinema tarihine geçen \\'elles"in önemli işler yapacağı sanat dünyasındaki ilk adımlanndan belli olmuştu. Yurttaş Kane, sinema eleştirmenlerinden büyük övgü almıştı; ancak aynı görkemli sahneyi sinema gişelerinde yaşayamamıştı Orson VVelles. Parasal başan bir yıl sonra yaptığı ikınci film Muhteşem Ambersonlar'la geldi VVelles'e. fkinci filminde yalnız yönetmen olarak görev alan Welles. 19. yüzyılın son döneminde Amerika'da aristokrat bir ailenin çöküşünü anlatıyordu. Alinenin tek çocuğu George Minnafer Amberson'un çevresınde geçen olaylar yardımıyla dönemin îcarakterıni de yansıtıyordu Muhteşem Ambersonlar gösterime çıktığı gün olumsuz tepkiler alınca yapımcı firma tarafından görevlendinlen RobertVVise filmi 131 dakikadan 88 dakıkaya indirmiş, VV'elles de 17 dakika kesmişti başlangıçta. Üstüne üstlük VV'elles'e sormadan birde final sahnesı eklenmişti. Bu ağır darbelere karşın film değerinden bir şey yitirmedi. Muhteşem Ambersonlar'ın olumlu yönleri fazla; öncelikle VVelles'in çok aynntılı yönetimi hemen dikkat çekiyor, kahramanlann ruh hallerini bıkmadan en ince aynntısına kadar işliyor. Ardından Stanley Cortez'ın olağanüstü görüntülerini eklemeli; üçüncü olarak da çok iyi oyunculuk yakalandığı söylenmeli. Bu üç nokta filmi başyapıt halıne getırmeye yetıyor. Konu. filmin teknik yapısı kadar üst düzey de bulunmasa da Yurttaş Kane'nin yanına kattığı bu ikinci yapıtın sahibinin 27 yaşında genç bir yönetmen olması eksiklıği unutturup götürüyor. IŞILDAKVEYELPAZE ATİLLA BİRKİYE Kültür Bütçesi Kuşkusuz ki Agâh Oktay Güner'ın Kültür Bakanı olması, 'kültür'ümüz adına büyük bir 'talihsizlik.' Za- ten bu hükümetin başımızda olmasını da bir 'şans' olarak niteleyemeyiz. Olmamasından iyıdir 'mantı- ğı'run dışında herhangi bir şey söylenecek gibi değil. Neyse Türkiye'nin bu kangren sorununu bir kena- ra bırakıp kültüre dönelim. Bir ulusun övünülecek en baş konulanndan birinin sanat, edebiyat yapıtlarının ve yazarları ile sanatçıla- rının olduğunu söylemek yersiz. Yersiz, ama içinde bulunduğumuz durum gereği sık sık yinelemekten de kendimizi alamıyoruz. Bizi yönetmeye soyunan politikacılann büyük bir çoğun- luğu için 'kültür' sözcüğü ulusal marşımızın sözlen- nin iki kıtasını bilmekten pek öteye gitmiyor. Belki birkaç benzeri öge daha. Bir kurdun peşine takılan birtopluluğun efsanesi gibi... • Küttür Bakanlığı bütçe görüşmeleri, Cumhuriyet'te- ki bir habere (6.4.1996) göre epeyce 'ilginç' geçmiş. Kültür Bakanımız, kendinden önceki kültür bakan- larına verip veriştırmiş; haklı olup oimadığı bir kena- ra, sayın bakan bu konuşmasından tam bir hafta ön- ce Uluslararası lstanbul Film Festivali'nin açılışında, bunun tam tersini savunuyordu. Bütçe görüşmelerinde Kültür Bakanlığı'nın 'festival- ler'e dönüştürüldüğünü söylerken açılış konuşma- sında -herhalde bir festivalde olduğunu unutmuş ol- malı- Film Festıvali'ni göklere çıkartıyor ve önceki ba- kanlann katkılarına övgüler düzüyordu. Acaba hangisi geçerlı? Doğrusu, hanı polıtikacı da olmak güç iş... • Özelleştiıme politikalanna çok sert karşı çıkan Re- fah Partililer de bütçe görüşmelerinde her zamanki 'si- yasi söylemleriyle' opera ve balenin özelleştinlmesi- ni savunmuşlar! Komisyondaki Refahlı milletvekili, opera ve bale oyunlanna kimsenın gıtmediğini, Devlet Tiyatrolan'nın ideoloji merkezi konumuna getirildiğini de söylemiş. Izmir ve Ankara'yı bilmem, ama son yıllarda istan- bul'da çok ciddı bir opera izleyicisı oluştu. Opera ve bale temsillerine Refahlı mılletvekilinin söylediğinın tam tersıne bilet bulunamaz oldu. Oysa ki bundan on yıl kadar önce gittığıniz hemen hemen her oyuna kolaylıkla bilet bulabilirdıniz. Şimdi öyle değil. Izleyicı sayısının gözle görülür bir biçimde artmasının yani sıra özellikle de lstanbul Ope- rası'nda, dünya çapında temsillerin sergilendığı de yine konuyla ilgıli insanların kolay kolay yadsıyama- dığı bır gerçek. Bu anlamda lstanbul Devlet Opera ve Balesi Mü- dürü ve Genel Sanat Yönetmeni Yekta Kara'nın ba- şarısı çok büyük. • Belki de Devlet Tiyatroları ile opera ve balenin özel- leştırilmesı daha doğru olacaktır, ama Refahlı millet- vekili herhalde ıktidara gelirlerse; başlarına ış açma- sın; ya da bütçeden opera ve bale gıbı onlarca sanat olarak kabul görmeyen bir birıme para gitmesın -her- halde Kuran kurslanna gitsin istiyor- diye böylesine bır savı ıleri sürmüş olabılır. Devlet Tiyatrolan'nın ideoloji konumuna getirilme- si sorununa gelince; bu tur söylemlerin neyi anlatmak istediği kuşkulu. İnsanların niye ideolojilere karşı bir korkusu var anlamıyorum. Sanki Refahlı mılletvekili- nin bir ideolojisi yokmuşçasına. Aynca bir ideoloji uzerınde tartışmak, bır ıdeolojiyi sorunsallaştırmak ya da felsefe tartışmak. felsefi bir sorunu tartışmak kötü bır şey mı? Yoksa bızım kültür düzeyimizi mi gösterir. Tabii Refahlı milletvekilinin kastettiğı çok karanlık değil. Bir anlamda da ihbar ediyor. Sanatçıların ide- oloji, dolayısıyla felsefi bir sorunsallık içinde olması ka- dar doğal ne olabilir? • Geçen yıl Kültür Bakanlığı'nın bütçesi, genel büt- çenin binde beşiydı. Bu yıl da benzer bır rakam söz konusu. Çok az. Kültürümüz bununla ne kadar iler- ler? Oysa devletin kültür, sanat, edebiyat etkinliklerı- ne daha çok para harcaması gerekıyor. Sanatçıları ve yazarları maddi yönden desteklemesi gerekıyor. Kültür Bakanlığı, bu konuda en etkin bırim olduğu- na göre, bu bakanlığın bütçesi daha da arttınlmalıy- dı. Şimdi asıl sorun, hazırlanan bütçenin -söz konusu habere göre 13 trilyona yakın- Agâh Oktay Güner ve ekibince nasıl 'dağıtılacağı'. Kütüphanelere bakalım hangi kitaplar ne oranda alı- nacak. Tiyatroya. opera ve baleye; özel tiyatrolara, plastik sanatlara, sinemaya, yayıncılığa vb. ne kadar ve kimlere 'para' dağıtılacak. Tüm bunlar kuşkuyla baktığımız ve kültürümüz için 'talihsiz' sorular ve sorunlar... Güldiken Kış 96 sayısı çıktı Kültür Servisi - Yayın yönetmenliğinı Turgut Çeviker'in yaptığı. dört aylık mizah külrürü dergisi Güldiken'in Kış 96, 9, sayısı çıktı. Derginın bu sayısının ıçerigini şunlar oluşturuyor: Yunus Koray, Suphi Kaner; Robent Graves. Kedi Cinsi; John Updike, Tahta Işi Bir Y'umurta. John E. McMillin. Penelope'ye: Ferit Öngören, Azız Nesin'le Kırk Yıl: M.AIi Kılıçbay. Marmaris'in Generali. Bodrum'un Paşası; Andre Françors, Karikatürler; Andre François. Anılar; Ben Shahn. Andre Françoıs'nin Gülüşü; Ölümle llgili Mizahi Yazılar, Sözler; Aykut Köksal. tzel Rozental'ın Karikatürü Nerede Duruyor?: Turgay Karadağ. Karikatürler: L.R..Varchavski, Rus Karikatür Tarihine Genel Bır Bakış; Erim Gözen. Çizgi Film Maceram. Bu sayının çeyirmenleri ise Özcan Kabakçıoğlu, Banş Kılıçbay, Özlem Baykara. Uluslararası Kadın ve Kenf sempozyumu Kültür Servisi - Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı ile TMMOB Şehir Plancıian Odası lstanbul Şubesı ortaklaşa "Kadın ve Kent" (Genderand Urban Space) başlıklı uluslararası bir sempozyum düzenliyor. Kadın Eserleri Kütüphanesi'nde 12 nisan cuma ve 13 nisan cumartesı günlen gerçekleştirilecek sempozyumun düzenleme komitesıride M.Rıfat Akbulut, Sibel Demirtaş, lştar Gözaydın, Ceylan Orhun. Tülin Tankut ve Şirin Tekeli bulunuyor. Ağaçkakan Yaymcılık. The British Council. Fransız Kültür Merkezi, Graffıti Yaymcılık. Toki HABITAT II Proje Koordinasyon Birimi, Heinrich Böll Vakfı, Hollanda Başkonsolosluğu. lsyeç Araştırma Enstitüsü, Italyan Kültür Merkezi, M.S.Ü. Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Pakistan Uluslararası Havayollan'nın (PIA) katkılanyla düzenlenen sempozyum tngilizce ve Türkçe iki dilde gerçekleşecek ve simültane çeviri yapılacak. DÜZELTME: 5 Nısan 1996 Cuma günü sayfamızda çıkan 'Mustafa Suphı Destanı AMgnon'da' başlıklı haberde Halk Oyunculan'nın 22 temmuz-3 ağustosta Avignon Tiy- atro Festivali'nde Ataol Behramoglu'nun kaleme aldığı oyu- nun sahneleneceğı belırtılmıştır. 1989 yılında Avignon'da seyırcı karşısına çıkmış olan oyuna ılişkın yay ımlanan haber geçerlı değıldır. Düzelrir- özürdileriz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle