07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 MART 1996 CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 . Mustafa Altıoklar, ikinci filmiyle önemli bir yönetmen olacağını kanıtlıyor Uçtıı uçtu, Hezarfen uçtu... İstanbul Kanatlanmın Altında Yönetmen, senaryo: Mastafa Ataoklar / Ka- mera: Uğurlçbak/Mü- zik: Tuluyhan Uğurhı / Sanat yönetmenı: Yaşar Kartoğlu,' Montaj: Ju- Ik)Juaniz,Juan Sanma- teo ,' Oyuncular: Ege Aydan, Beatriz Rko, Okan Bayülgen, Haluk Buginer, Burak Sergen, Savaş Ay, Zuhal Oicay, Tuncel Kurtiz, Cüneyt Çauşkur, Giovanni Scognamflk) /1996 Tür- kiye-lspanya ortak ya- pımı, / Beyoglu Fitaş, Ortaköy Feriye, İstan- bul Princess, Teşvikiye AFM, Bakırköy Caro- usel, Altunızade Capı- tol, Kadıköy Bahariye sinemalannda. Çocukken, ilkokulun sonlannda, bir arkadaşla birlikte kattldığımız, Tûrk Hava Kurumu'ndan gelen bir- kaç amcanın düzenledigi bir planör yanşmasında, bazı cins kâgıtlarla in- cecik çıtaian kesip bıçip yapıştıra- rak bir iki hafta kadar uğraştıktan sonra meydana getirdigimız pırpır uçakJan, okulu lunp o yıllarda göz alabildigine uzanan kırlık alanlarla çevrili, bahçeli son durak, Balgat yo- lundaki bir tepeden uçurmuştuk cümbür cemaat, güneşlı rüzgârlı bir Ankara gûnûnde. O sıralarda, büyük olasılıkla tanh dersınde anlatılmış ve hem adıyla hem de tarihe geçen ey- lemiyle yogun ılgimizı çekmiş olan, kafayı fena halde uçmaya takmış, Osmanlı bilgini Hezarfen Ahmet Çe- lebi'in adını verdtgirruz bızim pla- nör üçüncü gelmişti sonuçta. Diye- ceğim, aslında. evinde çeşitli deney- leryapması, bilinmeyene karşı iştah- lı merakı, özellikle fen konusunda bilgi sahibi oluşu veherkonudanan- laması dışında, yaşamı hakkmda çok şey bilinmeyen, adeta fen bilimleri- ni yalayıp yutmuş, bitirmiş anlamı- na Hezarfen lakabı yakıştınlmış bu Ahmet Çelebi'nin, Galata Kule- si'nden boşluga atlayıp takma kanat- lanru çırparak rûzgânn da yar- dtmıyla Üsküdar'a kadar uç- masını, tstanbul'u kanatlannın altında bırakıp Avrupa kıtasın- dan Asya kıtasına havadan ulaşmasmı eksen alarak sine- mamızda pek alışık olmadıgı- mız tûrden bir çag filmi atmosferine dayanan konusuyla, çekim serüvenı- nı uzaktan izleyip merakla bekledi- gimiz bir filmdi zaten "İstanbul Ka- narJanmın Aranda". Sinema tarihimizin şimdılik en pa- halı yapımı oluşu bir yana, en özgün tarihsel ça| filmi denemesı de sayı- labilirbizce. Ayncaaşk sahnelerinin sahicilıği bakımından da sevışmeyi yansıtmasını bılen bir bakışın ürünü bu film, sinemamızda sık sık rast- lanmayan bıçimde bu sahnelerin hakkını veriyor baska özelliklennin yanı sıra. Paşalan kukJa gibi oynatan anne- si Valde Sultan'ın (Zuhal Olcay) bıt- mek tükenmez iktidar hırsıyla çevir- diği dolaplarla saray entnkalan ve sürekli birilerinin kellesini isteyen, isyancı yeniçeri hareketleriyle çevril- miş genç padişah 4. Muraiın (Burak Sergen), üç kıtaya yayılmış Osman- lı imparatorlugununtahtındaoturdu- SUNGU ÇAPAN gu, 17. yüzyıl başlannın Istanbu- lu'nda bir hamamda açıiıyor "Istan- bul Kanaüanmın Alnnda" Hezar- fen Ahmet Çelebı (Ege Aydan), La- gari Hasan (Okan Bayülgen), Evliya Çelebi (HaJuk Bilgi'ner) ve Bekri Mustafa (Savaş Ay), sonradan âlemi 50 yı) boyunca gezerek gördügünü, duyduğunu, dınledığini, tanık oldu- ğumı, bire bin katan, tatlı ve abartılı ûslubuyla yazarak 10 cıltlik tanın- mış Seyahatname'sini dilimıze arma- gan edecek, yaşadıgı yûzyılın renk- li ve aynntılı görümünü çizecek, ta- nhımizin belkı de ılk "araşurmacı yazanvcgazetectsi" Evliya Çelebi'yi dmliyorlar hamam sefasında. Ilk iz- lenimım, tavandan süzülen ışık huz- melerinin altında sakın sakin yayıl- mış, huzura ermiş olmalan gerekir- ken hamamın verdigi rehavetten uzak, gergin, rahatsız, diken üstünde gibı durduklan oyunculann. Aynca göbek taşında ter atarak koyulrulan. uçma konulu, denn mu- habbetlerinin tadına da pek vanlamıyor bu baş- langıç bölümünde. Çûnkü diyaloglar seçiimiyor ve pek anîaşılmıyordu, seyir adabından bihaber Fitaş 5'te. Ne var ki oyunculann diken üs- rü halleri gıderek değişip yurnuşu- yor ve herkesin sırası geldiğinde döktürdüğü, yine sinemamızda her zaman karşılaşmadıgımız cinsten, sı- cak bir takım oyununa dönüşüyordu öykü geliştikçe. Tanhimize, içki düşkünJûgû ve ya- sagıyla ilgili fikralann, söylentilerin zevk-sefa filozofû, bıçkın ve hazır- cevap, balıkcı kahramanı olarak geç- miş, günümüze uygun hümanist, do- gacı ve çevreci özelliklerle de dona- tılmış Bekri Mustafa'nın (Savaş Ay, deneyımli aktörlerden hiç de geri kalmayan bir rahatlıkla canlandın- yor şu ölümlü dünyada yaşamaktan zevk alnıasmı bilen, içki tutkunlu- ğuyla nerdeyse özdeşleşmiş "güzel insan" Bekri Mustafa Agayı, gerçek- ten), ömer Hayyam'dan okuduğu be- yitlerle süslenen bu hamam prologu- nu. filmin başlıca karakterlerinden genç ve toy padişah IV Murat'ı tanı- Emir Kusturica, parçalanan Yugoslavya'ya benzersiz bir ağıt düzüyor Son haftalann sıkışık film trafiğinde de- ğinmekte geciktigimiz, şamatasını nerdey- se sağır sultanın bıle duyduğu. 1995 Can- nes festivali gahbi, Altın Palmiyeli, üç sa- ati aşkın, devasa 'Yeralü', kuşkusuz bu mev- simin, ilgisizkalınamayacak, önemli, okka- lı ve epeyi ses getiren Fılmlerinden biri. Çı- 1 fcışnoktası olarak Bosnalı yazar Dıtsan Ko- vacevic'ın 20 yıl kadar önce yazrnış oldu- gu, aynı kadına tutkun iki erkekten birinin ötekini, ancak Edgar Allan Boe'ya yaraşır, dehşetengiz bir şekiIde yeraltındaki bir hüc- reye tıkmasını konu edinen oyunundan ha- rekete geçen senarist Kovacevic-yönetmen Kusturica ikilısi, özetle 20.yüzyılda, Bal- kanlarda olana bitene ilişkin oldukça birey- sel, tantanalı, hacımlı, cümbüşlü ve oturak- lı bir trajikomik epik ortaya koymuşlar so- nuçta. 'Bir zamanlar bir ülke vardı, başkenti BeJgrat'b' diye başlayan film. 6 Nısan 1941'de Nazilerin Belgrad'ı ışgal ettikleri saldınyla açıiıyor. Belgrat hayvanat bahçe- sinin havadan yağan bombalarla yer bir edilmesine tanık olduğumuz bu tûyler ür- pertici savaş başlangıcı bölûmü, 192 daki- ka süresince her renge bulanışını izleyece- ğimiz, 'yoktaş' Marko'nun (Babam İş Ge- zisinde'nin marksizm üstüne nuruklar atan, tipik Boşnak, tezcanlı, unutulmaz babası Milko Manojlovic yine kolay kolay unutul- maz bir performans sergilıyor Marko ro- lündc) 'önlenemez yükselişinin" başlama- sıyla da örtüşüyor. Nuh tufaru gibi, darmadağın edılmiş, 'nı- hu açık, cılk bir yara'ya dönüşmüş Belg- rat'ta, kendininkinden çok maymununun canını kurtarmayı dert edinmiş hayvanat bahçesi bakıcısı. bakır delikanlının (merak- lısının Çingeneler Zamanı'ndan anımsaya- cagı SJa\ko Stimac) da ağabeyıdir Marko aynı zamanda. Bu arada Blacky'yle (Lazar Ristovski) birlikte Nazılere karşı direnişi örgütlerken firsattan istifade karaborsacıhk da yaparak yolunu bulan Marko, birlikte nazi İconvoy- lannı yağmalama işlerini yürüttügu, aynı tiyatrocu kızı sevdikleri ve Almanlarca ara- nılan, güçlü kuvvetii, biraz safkeriz, baba- yiğit kahraman arkadaşı Blacky 'yı bir mah- Bu lıikâyeııiıı soııu yok! Yeralti / Undergro- und / Yönetmen:Emir Kusturica / Senar- yo: Dusan Kovacevic, E.Kusturica / Kamera: Vilko FUac'' Sanat yönetmeru: Miljen KJakovic 'Kreka'/ MûzıkGo- ran Brego\ic / Montaj: Branka Cepe- rac / Oyuncular: Miki Manojlovic, La- Yeraltı /.ar Ristovski, Mirja- na Jokovic, Slavko Sti- mac, Srdan Todoro- vic, Ernst Stötzner, Mirjana Karano- vic, Milena Pavlovic 11993-95 Fransa, Almanya, Macanstan ortak yapımı(Film Pop)Beyoğlu Alkazar,Kadıköy As sine- malannda. zene kapatıp saklıyor 1943'te. lşbilir gin- şimci Marko'nun bir grup kaçagı da yeral- tındaki aynı mahzene saklayıp satarak kar edeceği sı!ah ve başka maddelerin imalatı- na girişmesiyle dünyalığı iyice düzûyor, ay- nı zamanda direniş hareketi kahramanı olan iki arkadaşımız. Bu karîı oyunu, savaşın sona ermesine karşın yeraltmdakileri savaşın sürdüğüne ınandırarak tezgahlayan Marko'nun, arka- daşı Blacky'nin de tutuldugu güzel oyuncu Natalija'yi (Mirjana Jokovic) baştan çıkar- ması da gecikmiyor, vs.vs. 2.Dünya savaşından, Yugoslavya'nın parçalandıği günümüze kadarülkesinin ya- kın tarihine, yönetmenin öznel bakış açısın- dan kamera tutan, grotesk, fantastik ve tra- jikomık bırdeneme niteliğındeki 'L'nderg- round-Yeraitı','Karde^n kardeşi vurduğu bir kıyamettir savaş'mesajıyla noktalanır- ken seyircısıne 'Siz de çe\Tenizdeki vatan- sever, komünist işbirlikçi, dönck, çıkarcı kis- vesÛKbürünenlerideşirreedebilirsiniz'sin- yalini veriyor, içten ve sahtekar Marko ben- zeri. Dizginlennden boşanmış, delidolu, es- rik, geniş solukJu. coşkulu, uzun, aşın ve taşkın bir renk, göriintü ve ses curcunası halindeki film, büyük savaş ve Nazi işga- linden Titodönemı kuruluş ve parçalanma- ya gıden yanm yüzyıllık bir süreci yakla- şık üç üç saate tıkıştırarak gelip Bosna dra- mına dayanan, Kusturica tarzı bir Yugo ta- rihini görüntülüyor. Koyu karamsarlıkta, hüzünle kanşık hu- mor da içeren.baştan sona görsel-işitsel bombardımana tutulduğumuz, bıze Pulp Fktioıımelodılerinden çok daha yaJan ge- lcn çıngene bandosunun çaldıfı, susmak bilmez, canlı. kıpır kıpırköçek havalanyla, uzayıp giden Balkan ezgilerine kapıldığı- mız 'Underground', kuşkusuz görülesi, ay- nksı bir fılm, kalın metaforlan, kaba saba aşınlıklan, kaosumsu tüm kargaşasıyla. Se- yırcısini yer yer serseme çevirerek tempo- sunu düşûrmeden, beylik deyişle Felliniyen bırgörselşenliğedönüşen'Yeraltı'nda,söy- lendığı kadar Bosna karşıtı (ya da Sırp yan- lısı) öğelere de pek raslamadık doğrusu. Harika oyunculuklann yanısıra görüntüle- rinden dekonına,montajmdan müziğıne ka- dar her zaman görülmeyecek cinsten, yö- netmenin özgün vizyonunu yansıtan bu ya- pıtm, anlamlı bir biçimde, Avrupa adına ka- tıldığı son Cannes festivalinde en iyi film seçilmesi de herhalde boşuna defil. Yıllaryılı doğruluğuna inanılmış birsis- femin gömdüğü. yeraltına sıkıştınlmış, Ti- to'nun ölümünden sonra da Sırplara özgü şiddet ve gaddarlığın ayyuka çıknğı, yüzyıl- lann birikimi bağnaz milliyetçilik saplantı- sıyla ortaya çıkan kıyımlarla. çatışmalarla sürerek dağılan, çatır çatır parçalanan 'ırk- lar,dinlermozayiği'bir ülkenin karanlık, hü- zün vencı panoramasını yaratıcısı Emir Kusturica'nın gözünden yansıtan 'Underg- round-Yeraltı* filmine ilgisiz kalmak sine- maseverim diyen içın ne mümkün? Her fil- miyle büyük festivallerin ödüllerini (Haör- hyörmusun Dolh BeU?- Venedık 1982 Al- tın Aslan, Babam Iş Gezisinde- Cannes 1985 Altın Palmiye, Çingencter Zanuuu- Cannes 1989 En iyi Yönetmen Ödülü, Ari- zona Rüvası- Berlin 1993 Gümüş Ayı ve YeralO-Cannes 1995 Altın Palmiye) topla- yarak, en azından bu özelliğiyle şimdiden sinema tarihinegeçen, 1954 Saraybosna do- ğumlu Emir Kusturica'nın bu son keskin, ışıltılı, hüzünlü ve çarpıcı 'sinema çıghgı', herkesin bir tarafına değerek delip geçiyor sonuçta. Başkan geldi aşka, başkanın aşkı başka... Günün birinde, özgür dünyanın önderi ABD'nin kudretli ve haşmetli başkanı, on- ca işinin gücünün arasuıda, çevreci bir lo- bicı güzel bayana körkütük sevdalarursa gö- rün seyreyleyin neler olur? Şimdiye kadar Lincoİn'dan Kennedy'ye, Roosevelt'ten, haftaya gösterime çıkanJacak, OBver Sto- ne'un 3 saate yayıhnış son filmine konu olan Naon'a uzatılabilecek kimi Amerikan başkanlannın mitoslaştınmıış öykülerini seyretmiştik çeşitli Hollywood yapımlann- da. Birkaç yıl önce 'A Few Good Men -Bir- kaç îyi Adam'da da işbirliği yapmış sena- rist Âaron Sorkin - yönetmen Rob Reiner ikilisi, bu kez tarihsel gerçeklere dayalı, başkan biyografisi fihni yerine, işiyle aşkj arasında iki derede bir arada kalmış, dul ve gönlüboş birbaşkanın üdlemini, sevimli bir romantik komedi kalıplan içinde hikâye ederek önümüze sürüyor. Aktüaliteden ya- rarlanan esprili, liberal diyaloglar ve hoş aynnülarlabezeli, fazla dayatmayan, rahat, eglenceli bir anlatım eşliginde, bize de Frank Capra klasiklerini bir çırpıda saya- bilen zenci bekçilerin kapısında bekledigi Beyaz Saray'ın içinde turistik turlaryaptır- mayı da savsaklamayarak tabii. Toplantı, kabul, davet ve yemekler vb. gibi devlet reisi yükümlülüklerini yerine getirdiği gündelik yaşamında, protokol ku- rallan ve kraldan çok kralcı daruşmanlan- nın başı çektiği kalabalık maiyetiyle her an kuşatılmış. kansını kanserden yitırmiş, trombon çalmaya meraklı, yeniyetme yaş- lanndaki bir kız çocugu babası, ama yüre- ği ıssız, yalnız başkan, pazartesi sendromu- nun duyumsandıgı bir haftabaşı günûnde, hükümetin çevre politikasındaki eyyamcı- lıgı eleştirisine kulak misafiri oldugu mu- halif çevreci kadına ilk görüşte tutuluyor ansızın. Yaşlandıkça gitgide babasına benzeyen Mkhael Dougias'ın oynadığı başkan, res- tnen asıldığı. akça pakça, çekici çevreciyi, Çın tabaklan koleksiyonunu (!) gösterdigi odada, aşka gelip öpünce n'apsın siyasi stratejist çevreci An- nerte Bening'cik de, muhalif stratejisini degiştirerek dünya- nın en kudretli erke- ginin aşkına karşıhk veriyor ıster istemez. Ne var ki dul başka- nın davetlere birlikte götürdügü bu kadınla başkanlannı göz gö- ze, el ele, diz dize li- seli âşıklar gibi gör- meyi yadırgıyor ya- kın çevresi. Yeni bir seçim yıhnm öncesin- deki 'âsik' başkanının Cumhuriyetçi rakıbı Richard Dreyfiıss, derha) fırsatı kaçırma- yıp. ABD'nin Demokrat başkanının 'Cuma gecesi laa' ya da 'First Mistress' gibi nite- lemelerle pislik atmakta gecikmiyor tabıı, başjcanın kalbinı çalan Annette Bening'e. Ote yandan yazılı-görüntülü basın da bu ilişkinin ıcığını ocıgını çıkarmakta kararlı görünüyor her zamanki gibi, Amerikan hal- kırun yüzde 59'u, başkaniığını sorguluyor hemen, siyasal kariyenne gölge düşürme- mekJe gönlünün sultanıyla olabilmek ıkile- mi arasında kalakalan, askerlik de yapma- mış başkan Michael Douglas'ımızın, med- yanın anında görüntü anketlerinin sonucun- da. Seyirciye de başkanla sevdiği kadının beraberligıni engelleyecek cinsten tüm çev- re dedıkodusu, kamuoyu tepkisi, her şeye burnunu sokar medya saldınsı, muhalefe- tın ağzına sakız olma durumlannı, nasılsa aşacağını bildigi, ka- çınilmaz bir mutlu sona dogru yön alan bu şirin duygusal ve siyasal komediyi, küçük küçük gülüm- semeler eşliginde, eglenceli bir şekilde izlemek kalıyor so- nuçta. Değışik türlerde yaptığı filmlerinde (Harry SaJlv'yle Ta- nışınca, Birkaç İyi Adam, Misery, Sleeples in Seafdc, v b. gibi) her zaman belli bir düzeyın altına düşme- yen becerisini ortaya koyan, komedyen-yö- netmen eskilerden Carl Rdner'in oglu Rob Reiner'ın, Capra'ya göndermelerde bulun- maktan da geri durmayarak klasık Amen- kan komedisi gelenegmi sürdürdögü bu son filmi, seyirciyı gam-kasavetten sıyınp eg- lendiren, romantizm şerbetlı, hoş, neşeli bir duygusal güldürü kıvamında, iyi vakit gc- çirtıyor dogrusu. Sevimli aynnblar da ca- bası. Gündelik yogun programmı tekdüze de- vam ettiren abaza başkanın sıradışı yaşa- mından kesitler verirken çevTedeki engelle- re, kem gözlere karşın alevlenen aşk hikâ- yesine de tanık olduğumuz 'Amerikan Baş- kam', beceriyle çekilmiş, oynanmış ve uya- nıkça yazılmış, kotanlmış bir aşka güzelle- me filmi. Başrollerdeki Michael Douglas - Annette Bening çiftinin yanı sıra, yan rol- lerdeki ünlüler de göz dolduruyor. Micha- el J. Fox, CHnton'ın ekibinden, Yunan asıl- lı bücür Stefanopoulos'u çagnştıran bir iç politika danişmanını oynarken, deneyimli Martin Sbeen, başkanın ilk evliliğinde sag- dıcı ve dostu olmuş, usta işi bir başdanış- man kompozisyonu çiziyor, yaklasan se- çım nedenıyle iştahı kabarmış, siyasi raki- bi Demokrat başkanın duygusal açıgını ya- kalayıp hemen sömürereİc saldınya geçen, firsatçı Cumhuriyetçi Parti başkan adayı ro- lündeki Richard Dreyfuss de, etkileyici bir çırkın pohtikacı olmuş çıkmış. Ama filmin lokomotifi, silah satışlannm sınırlandınl- ması, çevrenin korunması gibi tezleri be- nimseyip savunan, sevdigi kadını koltugu yitirme kaygısına feda etmeyen, biryandan kişisel mahremiyetini, özel yaşamını koru- maya. öte yandan ilişkisini kamuoyuna ka- bul ettirmeye ugraşan âşık başkanı canlan- dıran Michael Douglas kuşkusuz. Bunca il- ginç film arasında, bu hafta 'Amerikan Baş- kanı'nı yegleyenleri, sonuçta hoşnut bıraka- cak bir egiencelik bekliyor özetle. yacağımız saray sahneleri tzliyor. tktidardizginlerini, Osmanlıya çe- şitli entrikalarla hükmeden, kaşar- lanmış Valde Sultan'ın elinden alıp padişahiığını cümle âleme kabul et- tirmek için, birtakım kanlı eylemle- rin, idamlann emrini veriyor genç ve toy Murat. Kıyıcılık, zalimlik şampi- yonu olarak tarihe geçen 4. Murat'ın koydugu tütün, içki, afyon (kahve o dönemde Yemen'den gelmemişti da- ha!) yasağını bozanlar, İstanbul so- kaklanndaki agaçlann dallannı süs- lüyorlar, asılmış olarak. Aslında ken- di de sıkı bir içici olan, koydugu ya- sagı sık sık kılık degiştirip sokaga kanşarak denetleyen, çogu kez çev- resini kuşatmış ulemanın yönlendir- melenyle kendi ıradcsi arasında ka- rarsız kalan IV. Murat'la. gizli gizli Rum meyhanelerindekı âlemlerde içmeye devam ederek padişahın ya- saklan ya da insanoğlunun kuş mi- salı, semada uçabilmesi üstüne soh- betlere girişen 4 aydın kafadar çele- binin arkadaşlıgıyla gelişiyor öykü. HezarfeıTle şûrekâa^. Ve tebaasından bu "yazan, çizen, düşünen vetehfikefi",4 aynksı bıre- yin yaşama bakış açısından etkıleni- yor padişah. Yasaga uymayıp idam edilen, agaçlarda asılı, keyif venci madde tutkunlanndan birinin cese- dini, kuşunkiyle kıyaslamak ve in- san anatomisini incelemek amacıyla dalından mdinp kaçıran Hezarfen'le Lagari'ye yardım bile ediyor kılık degiştirmiş padişah. Dilsiz numara- sı yapan, öykümüzün kızı, ftalyan esire Franceska (Beatriz Rko) saye- sinde, nasılsa Evliya Çelebı'den eli- ne geçmiş, Vinci'li Leonardo'nun uçmaya ilişkin, bol kuş-kanat çizim- lı metinlerinı çözerek verimli bir ltal- yan-Türk işbirliği sonucunda, kanat- iannı takıp Galata Kulesi'nden ha- valanarak Usküdar'ın Dogancılarça- yırlanna konacagı tarihi uçuşunu gerçekleştiriyor Hezarfen sonunda. Lagari Hasan da kendi bildiğini oku- yarak fuzeyle gökyüzüne çıkıp bir tur attıktan sonra Bogaz'ın sulanna ini- yor, kol-bacak kınklanyla bu arada... Umberto Eco'dan bu yana son dö- nemde moda olan, karanlık ortacag atmosferindegeçen mistik, fantastik, tarihsel serüvenİerin çizgisinde, in- sanlıga mal olmuş, bizim tarihımiz- den öncü bir deneyimi hikâye eden ve zaten birkaç yıl öncekı ılk filmi "Denize Hançer Dûştü"yle dikkati çeken Mustafa Albokiar, besbelli işi- ne özenle, bir başka yaklasan yönet- menlerden. Tarihsel gerçeklere da- yanılıp üstyanı da hayalgücü mahsu- lü kurmacalarla yazılmış senaryosu, gayet tutarlı ve hâlâ yeni yazıya ge- çirilmemiş bmlerce belgenin aydın- latacagı, zengin Osmanlı kültürün- den günümüze kapılar açan, çağdaş bir yaklaşımın ürünü. Yönetim, çekim, oyunculuk, me- kân kullanımı, görüntü, montaj ve müzik bakımından, farklı bir düzey tutturarak seyirciyle anında diyalog kurabilen "İstanbul Kanatlanmın Altmda", dogrusu Batılı gibı bizım de aslında üstünkörü tanıdıgımız kül- türümüzden kaynaklanarak genış kit- leye ulaşacak tarzda kotanlmış ilginç bir seyirlik. Sinemamızda hiç bece- rilemeyen çag fibni alanında bir ki- lometre tası belkı de. Aşk, macera, aksiyonm Ne yapıp edip uçmayı kafasına koymuş Hezarfen'le şürekâsının se- rûvenlerinde, 7'den 70'e herkese hı- tap edecek her şey var; azim, başan, aşk, macera, aksiyon... 17. yüzyıl - IV Murat devrinden kesitler sunarak günümüze atıflarda bulunmaktan da geri kalmayan başanlı kalabalık sah- neleri, dinamik anlatımı, kanlı-canlı oyunculuklan ve estetik-plastik açı- sından hedefini vuran, göz dolduru- cu görsel düzeyiyle dogrusu umma- dıgun kadar şaşırttı ve hoşnut bırak- tı beni diyebilirim "btanbul Kanat- lanmınAlbnda". İçki âlemınden kü- felik olarak dönen, güzel Frances- ka'nın çıplak gögüslerinden (meme- ü "ku?" uçtuguna göre insanoglu da pekâlâ uçabilir, öyleyse yasasın me- meler!..) esinlenerek uçma varsayı- mını temellendiren ve tutucu seyhü- lislama (CSneytÇafaşkur), padişahın huzurunda ilericilik dersi de veren müspet ilimden yana, Cezayir sürgü- nü Hezarfen rolündeki Ege Aydan sonradan acılan, sıcak bir oyun çıka- nrken Lagari - Okan Bayülgen de oyunculuk yeteneklerini ortaya sen- yor gözlerinı devıre devıre CDüşü- nebiüyormusunuzpadişahım,sözge- Kşi Viyana semalannda uçup kentin üstüne konan Osmanlı sipahilerini, yeniçerilerini gözönüne getirebiliyor musunuz bir yol?") Medyum Ke- to'dan esinlenilmiş müneccimbaşı sahnesi gibi matrak-gırgır bölümler de içeren filmin, herkese salık ven- lecek türden, hoş ve seyredeger bir spektakl özetle. Mustafa Altıoklar, ileride çekeceği filmleri yaman me- raklandıran ve söyleyecek sözü bulu- nan, ilginç bir yönetmen oldugunu kanıtlıyor bu ikinci filmiyle. KEDIGOZU VECDİSAYAR Vefa Kedilerin vefasız oldugunu söylerler. Yalan. Hem de kuyruklu yalan. Bizler hiçbir şeyi unutmayız. Hele, sevgiyi ve sevgisizliği hiç unutmayız. Unutmayız de- diysek, unutulmak da istemeyiz elbet. Bir zamanlar bizi sevgiyle kucaklayan insanların ilgisizliğine daya- namayız. Terk edilmişlik duygusu kediyi kuşatmaya- görsün bir kere, artık onu mutlu etmeye kimselerin gücü yetmez. Sinema yıldızlannın yazgısı da bir bakıma bizim yazgımıza benzer. Yaşlı bir kedinin artık eskisi gibi aranmadığını, sevilmediğini hissetmesi ne demektir bilir misiniz? Bilebiliyorsanız, bir zamanlann paylaşı- lamayan yıldızlannın duygulannı da anlayabilirsiniz. Ya da, egemen ideolojiye ters düştükleri için dışla- nan, suçlanan bireylerin kimi zaman kapıldıklan yal- nızlık duygusunu. Son zamanlarda bakıyorum da, vefa duygusu bi- zi bütün bütün terk etmemiş. 8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde görüp yaşadıklarım bunun en gü- zel örneği. Açılış törenindekı konuşmasında eski dostlara selam gönderen Mahmut Tali Öngören'in konuşmasına yürekten katıldı Ankaralı kediler. Fes- tivalin kuruluşuna emeği geçenlerden biri olan Aziz Nesin'i ve festivalcilerin can dostu Onat Kutlar'ı unutmamıştı festival. öngören ve Oğuz Onaran'ın öncülüğündeki genç ekip, bu büyük sanatçılara sahip çıkıyor, onlan unut- mayacaklannı bir kez daha vurguluyordu. Festivalin senaryo ödülü "Onat Kutlar Senaryo ödülü" adını alırken, geleneksel Emek Ödülü'ne de "Aziz Nesin Emek ödülü" adı verilmişti. Sinemayı Yeşilçam lon- casının "işi" olarak görenler belki yadırgayabilir, ama sanatlar arasında sınır tanımayan kediler arasında coşku ile karşılandı bu karar. Sevgili Öngören, konuşmasında bir başka büyük yazan da unutmadı. Geçen yıllarda adına festival kapsamında bir özel gösteri düzenleı len ve roman- lanndan uyarlanan filmleri gösterilen Yaşar Kemal'i de sevgiyle selamladı. "Bu büyük yazar cezayı de- ğil, ödülü hak etmiştir" derken sinemasever Anka- ralılar alkışlan ile onu destekliyordu. Yeni Kültür Bakanı Agâh Oktay Güner'in yanı sı- ra eski Bakan Fikri Sağlar'ın da kürsüye çağnlma- sı, vefa duygusunu koruyan sinemacılar da oldugu- nu gösteriyordu. (Çoğunluk, daha birkaç ay önce peşindekoştuklarıBakan'adegil.yenisineyaklaşma çabasındaydı oysa.) Aziz Nesin Emek Ödülü'nün Türkiye'nin iki önem- li sinema tarihçisine, Nijat Özön ve Giovanni Scog- namillo'ya verilmesi de festival adına çok olumlu bir karardı. (Vefasızlık etmeyelim, İstanbul Festivali de anımsamıştı Nijat özön'ü.) Bellegi olmayan toplumlann vefa duygusunun ek- sik olması doğal elbette. Bu yüzden çok önemli bu- luyorum bu iki tarihçimizin ödüllendirilmesini. Gerek özön gerekse Scognamillo'nun sahnedeki heyeca- nını görmek duygulandırdı bütün kedileri. Sahnede- ki heyecan, dalga dalga salona yayıldı... Ikisi de Aziz Nesin'in adını taşıyan bu emek ödülünü almaktan duyduklan mutluluğu dile getiriyordu. Aziz Nesin Emek Ödülü, sinemaya emek verenle- rin yalnızca kameranın önünde ve ardında duranlar- dan ibaret olmadığını vurgulaması açısından çok önem taşıyor. Festival bunu yaparken, kameranın önündekini de unutmadı. Seyircinin gözbebegi ol- muş beş büyük oyuncuyu (ne yazık ki biri, Kadir Savun aramızda yok artık) bir "güzelleme" ile andı. Sevgili Gülsen Tuncer'in hazıriayıp sunduğu metin, gençlerden eski ustalara bir saygı sunuşu niteliğin- de idi. Bu duyarlı metinden bir bölümü kedi kardeş- lerimle paylaşmak istıyorum: "Erol Taş... Babayani, halktan biri. Köstekli serki- sof saatli, zamanı kendine ayartt, iyi rakı içer, sözü- nü yumruğunu sakınmazbiri. Çoğu kezinsafsız, acı- masız. Ama aynmsız hep sahici bir tip. En olumsuz rolde bile insana yakın, sıcacık... Muhterem Nur... Yoksul semtlerin güzel, ama bahtı kara kızı. Pavyona düşse de o hep Meryem gi- bi asla lekelenmez, kirlenmez. Yoksul semtlerde do- laşırken solmuş ve haf'tf çekmiş mantosu, sıkılanmış eşarbı, çarpık ayakkabılan, çatlak morarmış elleriy- le önümüz sıra yürüyen kadın... Hayati Hamzaoğlu... Solgun halk çocuklan sını- fının asi üyesi... Alrye Rona... Türk sinemasının ce- fakâranası..." Tarihinin önemli bir bölümü yok olmuş, bir'mü- ze"si bile olmayan Türk sinemasının çileli emekçile- rine ve "sinemamızı, kendimizi tanımak adına, eme- ğe saygı adına" bu programı düzenleyenlere selam olsun. Belki, birilerine, unuttukları bazı duyguları anımsatmışlardır. BUGUN TÖREN Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünün 'Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 15. yılında düzenlediği saygı etkinliği kapsamında fakültenin Seramik Bölümünün hazırladığı bir anı heykelciği festivale emeği geçen kişi ve kuruluşlara törenle sunulacak. Tören saat 10.30'da fakültenin Acıbadem'deki kampusunde 1 düzenlenecek. SERGİ Ünal Sanhan'ın resim sergisi bugün saat 17.00'de Kadıköy Belediyesi Merkez Galerisi"nde (Eminönü tskelesi karşısı) açıiıyor. Sergi 31 marta dek görülebilir. MÜZİK Sema& Taksim'in 19. yüzyıldan günümüze istanbul şarkılannı içeren 'Anılarda İstanbul' adlı konseri saat 19.30'da Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda. Konsere solist olarak Sema'nın yanısıra saksafonda Volker Schlott, piyanoda Henning Schmiedt ve kontrbasta Martin Lillich katılıyor. R4JVEL Zeytinburnu Belediyesi'nin 1996'nın Nasreddin Hoca yılı olarak ilan edilmesi nedeniyle düzenlediği ' Ya Nasreddin Hocalar Olmasaydı' konulu panei saat , 17.00'de Akgün Otel'de. Panele konuşmacı olarak Gani Müjde, Mert Ali Başanr, Mehmet Çağçağ, Dr. Adil Memecan (Zeytinburnu Belediye Başkanı), Ergin Gülen, Hasan Kaçan, Kandemir Konduk ve Metin Üstündağ katılıyor. SÖYLEŞİ Şair Akgün Akova'nın 'Şiirin Yüreği' başlıkh söyleşisi saat 19.00'da Evrensel Kültür Merkezi'nde. Akova'nın şairin, bir çocuğun kirlenmemiş yüreğini taşıması düşüncesinden yola çıkarak gerçekleştireceği söyleşiye Yusuf Eroğlu gitanyla eşlik edecek. SEMİNER BtLSAK'ın 'Birlikte Üretelim' seminerleri kapsamında saat 18.30'da Dr. Erkal Güngören 'Kent- lnsan, Nesne-İnsan' konulu bir seminer sunacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle