Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 gUBAT 1996 PERŞEMBE CUMHURİYET
-»t
SAYFA
KULTUR 15
GRAMOFON İĞNESİ SEÜM/UÎRJ
OnkırO eski Türk fılmleri... On-
lar siyah-beyaz filmlerdi.
Onlarla ılîc ne zaman, nere-
de, nasıl tanıştığımı doğrusu
çok açık seçik hatırlayamıyo-
rum. Hatırladığım, çok başka
bir şey: Evimizde, topiumsal
çevremizde Türk fılmlerine,
Türk sınemasına fazla yüz
venlmezdı. Buyapımlarılkel
bulunuyor, özellikle kûçük
yaştakı seyırcıye zararlı ka-
bul ed:lıyor, ıtıraf edeyim kı
bir haylı de küçümseniyordu.
Oysa annem roman okur-
du. Türk yazarlannın eserle-
rinden önemli romanlar evi-
mızin küçük kıtaplığındaydı.
Aılecek sık sık ŞehirTiyatro-
su'na, hem Tepebaşı Dram'a,
hem Beyoğlu'ndakı Yenı Ko-
medi'ye gıderdik. Babam
arada bir flüt çalardı. Kısaca-
sı. sanatın verimlerinden büs-
bütün nasipsiz değildik. Ama
ış Türk sınemasına gelip da-
yanınca. çehreler değışiyor,
bu fılmleryerden yere çalını-
yordu.
llkokul ikinci sinıfta olma-
lıyım: Firuzaağa llkokulu,
2/A. Sınıfımızın iyice -çün-
kü hemen hepimız dar gelirii
ailelenn çocukianydık- 'fa-
Idr aileçocuklan', Taksim Si-
neması'nda göstenme girmiş
bir fılmı ballandıra ballandı-
ra anlatıyorlar. Filmin adı,
KaraÇalı. Cıhangir'den Tak-
sım'e çıkarken bir afişte Ka-
ra Çalı'nın adını ben de oku-
muşum; ama dedıgım gıbı
filmi izleme şansım yok. Bez
afişte gayet çekicı bırtakım
renklı figürler var: Köy ha-
yatı, ağlayan bir kadın, şiddet
falan...
Zaten Taksim Sinema-
sı'nın büyük boy bez afışleri
oldurn bıttım gönlümü çeler-
nemalar da olmalı. Okumayı
söker sökmez gazetelenn sı-
nema ilanlannda hangi Türk
filmının hangi sinemada izle-
yiciye sunulduğunu günü gü-
nüne takip ederdim. Aklımda
Karagümrük Aysun sınetna-
sı...
Gelgelelim biz hep Beyoğ-
lu'ndakı, fuayesıne yabancı
artist portreleri asılmış Yenı
Melek'e, girişinin mermer
merdivenleri -Pembe mer-
mer!- görkemli Atlas'a, yeni
açılmış, dore perdesi kat kat
Emek'e giderdik. Bir de pa-
zar sabahlan Münir Nurcttin
Sdçuk'un kadınlar korosuy-
la konser verdıği, vişneçürü-
gü kadıfe perdelı Saray'a.
Işte o Saray'da, elli yedi se-
zonunda ilk Türk filmimi ya-
nm yamalak yaşadım. Yanm
yamalak diyonım, çünkü sa-
dece fragmanıyla yetinmek
durumundaydım.
Saray'da hangi yabancı
fılm oynuyordu, onu hıç ha-
tırlamıyorum. Günlerden ya
cumartesidır ya da pazar
(başka günler sınemaya gidil-
mezdi) ve ille matinelerden
biri. Beyazperdede koskoca-
man bir gelecek program ya-
zısı çıktı. Sonra Muhterem
Nur göründü, donuk bakışla-
n boşluktaydı; tam karşı açı-
da Fıkret Hakan duruyor.
elinde tuttuğu yanan çakma-
ğı Muhterem Nur'un bakış-
lanndan geçiriyordu: Bir kör
kızın hıkâyesı! Anneme göre:
"tşte yine bir kör kız zırva-
SL_" Ben bu sahneyi yıllarca
hiç unutmadım. Sonra o frag-
manda Fıkret Hakan'la Salih
Tozan'ın, Semih Sezeıü'nın
dostluklannı da unutamaz-
dım. Bir niyet tavşanı vardı,
bir eski körüklü fotoğraf ma-
flk içbir Türk filmini kaçırmaz olmuştum.
Lüks, Taksim, Lale, Yeni Atlas, Inci; belli
başlı sinemalanmdı. Şan'ı unutmadım. Yaz
günİeri geçmişte kaçırdığım nice filmi görme
fırsatlanm doğardı.
di. Beyoğlu sınemaJannda iz-
lediğımiz yabancı filmlenn
afişlerinde. kendilerinde bir
türlü aynı gönül çekıcıliğı,
deyiş yerindeyse, aynı sıcak-
lığı bulamazdım.
Bazı başka afişler de Be-
yoğlu'nda binalann yan cep-
helerinde asılı durur, serin
sonbahar günlerinde, kış
mevsiminde rüzgârla yaprak-
lanırdı. Her birinde bir heye-
can firtınası eser, her biri ben-
de bir an önce yalnız başıma
sinemaya gidebıleceğim gün-
lerin gelivermesi özlemı
uyandınr.
Mesela Beş Hasta Var'ın
afişinde Nedret Güvenç'le
Muzaffer Tema birbırlerine
bakıyorlar; Sadri Alışık da
aşağı köşeden onlann ikisine
bakıyordu. Arkada öyle renk-
li, eğlenceli bir hayatın deko-
ru görünmekteydi.
Mesela Sazü Damın Kah-
pesi'nde Muhterem Nur tek
başuıa ağlıyor, Gönül Bayhan
at üstünde gorünüyor, saçlan
kumral ve dalga daiga bir
genç adam. at üstündekı Gö-
nül Bayhan'ayaklaşmayaça-
hşıyordu. Hiçbir zaman gö-
remediğim bu Sazlı Damın
Kahpesi bende derin bir me-
rak bırakmıştır. Yıllar sonra
Agâh Özgüç'ün TürkFılmle-
ri Sözlüğii'nde tek cümlelik
konu özetını okuyacaktım:
"Mutlu bir yuvayı dağıtan
yosmanın öyküsü."
Yukanda andığım Kara
Çah'ya gelince, meğerse. Ya-
şar KemaTın bır öyküsüyle -
Acaba hangisı?- Erskine
Cakhvell'in bir romanından
sınemaya uyarlanmış; başrol-
lerinde Suavi Tedü, CahH Ir-
gat, Şaziye Moral oynuyor-
Iarmış.
Türk fılmlen yalnız Tak-
sim Sıneması'nda göstentmı-
yordu elbette. Andığım o elli
beş sonrası yıllarda Beyoğ-
lu'nda. Kurtuluş'ta, Pangal-
tı'da, şehrin öte yakasında,
sözgelimı Karagümrük'te
yerli film oynatan başka si-
kinesı... Bunlar büyüleyiciy-
di.
Fragman sürüp gittikçe an-
nemın yargısı azıcık yumu-
şamıştı: "Galiba fena değiL,
Sarav'da oynaüidiğına bakı-
hrsal"
Dahası, topiumsal çevre-
miz fire vermiş, komşumuz -
yalnızca birinci sınıfta oku-
duğum Cihangir Ilkoku-
lu'ndan eski basöğretmenim
Refı Bey'in eşi- Müeyyet Ha-
nım'la kızı, yaşıtım Lâmia,
Üç Arkadaş'ı ertesi hafta sey-
retmişler hem de pek beğen-
mışlerdi. Ne var ki ısrarlan-
ma karşm Lâmia, Üç Arka-
daş'ın öyküsünü anlatma-
makta diretiyordu.
Tam o sıralar Beyoğ-
lu'ndakı bina cephelerinden
birine Kınk Plak'ın afişi asıl-
mıştır. Bu afişten, gözlüklü
mü gözlüksüz mü Zeki Mfi-
ren'le dudağımn kenan ben-
lı Bdgin Doruk'u hemen gö-
zümün önüne getırebiliyo-
rum. Yine bırbirlerine bakı-
yorlar. Afişte Ayfer Fera> 'la
Ahmet Tank Tekçe'nın re-
sımleri var.
Ahmet Tank Tekçe, Cihan-
gir'de oturuyor. Filmlerde kö-
tü adam oynuyor, ama pazar
günleri küçük kızını elinden
tutup dolaştınyor, parka götü-
rüyor.
Onu tanıyanlar "çok maz-
but" olduğunu söylüyorlar.
Belgin Doruk'un da Cihan-
gir'imizle bir ilintisi var: An-
nesi Kumrulu Yokuş'ta otu-
ruyor. Belgin Doruk kimile-
yın bizim sokağa annesini zi-
yarete geliyormuş. Görenler,
beyazperdedeki görüntüsün-
den daha güzel olduğunu
söylüyorlar; sonra ekleniyor:
"Çekemiyoriar kL."
"Zümrût"ü görebümek
Üç Arkadaş'a götürülme-
miştim, ama bir başka Türk
filmi de Beyogiu salonlann-
da, işte Yeni Melek'te oyna-
yınca şeytanın bacağı kınl-
mıştı. Sezon içınde bir cu-
martesı ikı on beşe Zümrfit'ü
izlemeyegitmıştık; sevınçten
uçuyordum. Senelerden ellı
dokuz.
Zümriit hayatımın önemli
oiaylanndan. Birçok sebebi
var: Jlk aşkım bır sinema yıl-
dızına, Çoipan llhan'a; Çol-
pan llhan'a yıllarca yeşil mü-
rekkeple mektup yazaca-
ğım... Zümriit'ün konusu öy-
lesine çekıci geliyor ki daha
o sıralar, bir gün yazar olup,
'meşıun kadın'lann romanla-
nnı yazmaya karar veriyo-
rum. Sonra üçüncü, biraz ço-
cuksu, biraz gülünç bir sebep:
Bana, "Bu rdm bir melod-
rarodır," dendığınden, ben de
hayatın bir melodram olduğu
kanısına vanyorum. (Besbel-
li o melodram meselesinin et-
kisi geçmemiş...)
Çoipan Ilhan bir sahnede,
siyah, dantelalı gıysiler ıçın-
de, üç kollu gümüş şamdan
tutuyor, mum ışıklan hariku-
lade gözlerini aydınlatıyor.
Bu sahnede heyecandan artık
kendımi kavbedıyorum. Var-
sa Çoipan Ilhan, yoksa Çoi-
pan Ilhan!
Yine Agâh Özgüç'ün Türk
Filmleri Sözlüğü'ne döne-
yim: Bakın, benim o kadar
çok sevdiğim, yıliar yılı ayı-
lıp bayıldığım, hayatıma rota
çizen, bugün de asla unuta-
madığım Zümrüt için eleştir-
menler ne demışler!
Önce Tuncan Okan'ı oku-
yalım: "Zümriit'ün ojuncu
kadrosu Türk sinemasının
popüler yüdızlannı bir araya
toplamış. Çoipan İlhan,zaten
fizik yapısı bakımından d<>\-
duramadığı Feride rolünü
nıübalağalı. suni bir oytınla
kamera karşısında temsil edi-
yor.. Bürün artistler filmin
ruhsuzluğuna ayak uydur-
rouşlar."
Şımdı de Ali Gevgilili:
"Zümriit'ü se>Tederken ko-
nuyu unurup. Akad'ın sine-
ma anlatımını izlemekten
başka yapıiacak şey yok! Lüt-
fü Akad, filminde oyuncu yö-
netinıi bakımından çok başa-
nsızdır. Çoipan İlhan'la Fik-
ret Hakan üstlerinde hiç çalı-
şümanuş iki oyuncu> u andır-
maktadlr."
Eleştirmen dostlarım ba-
ğışlayacaklar mı bılemıyo-
rum ama, zaman onlann yar-
gılarını haksız çıkarmamış
mıdır?Birdefaben... Zümrüt
filmi yazarlığımın başlıca et-
kenlen arasında. Haydı ben
kötü yazanm, ama 1959'dan
1996'ya nice msan tanıdım
Zümrüt'te Çoipan llhan'ın
unutamamış...
- Eleştınlerden habenm ol-
maksızın, altmışh yıllarda,
Cağaloğlu'nda Anf Polat Ki-
tabevı'nde Zümrüt'ün thsan
Koza ımzalı romanını bulun-
ca çılgına dönmüştüm. Son-
ralan bu kıtabı elden çıkardı-
ğım için pişman oldum. Ben
sıze ilk cümlesinı alıntılamak
isterdim. Bir yıl sonra yani
Zümrüt'ten bir yıl sonra,
1960.
Bu kez bir Türk filmini
'miüi hisler'e ses yönelttiği
ıçın izleme imkânı doğuyor.
Ateşten Damla'y ı bizimkiler
Ateşten Gomlekle kanştın-
yorlar. Gerçı yine Kurtuluş
Savaşı öyküsü ama, eser Ha-
lideEdib'indeğil. Mükerrem
Kâmil Su ımzalı. O zamanlar
yönetmen adına dikkat kesil-
mek aklımın ucundan geç-
mezdi. Yalnızcabaşrollerde-
kiler! MemduhÜn'ünyönet-
tıği Ateşten Damla'da başrol-
leri Muhterem Nur'la Kenan
Pars paylaşıyorlar. Savaş,
göçler, yaralılar, hastane ko-
ğuşu...
Ateşten Damla sanınm ıvı
bir ızlenim bırakmış olacak
kı evde, Türk filmlerine hoş-
görü artıyor. O mevsim Yeni
Melek sinemasında da yerli
fılm hoşgörüsü artıyon Züm-
rüt'ten bir sezon sonra Ayşe-
cik Şeytan Çekici göstenme
ginyor.
Bu 'kordela'da -filmlere
her nedense dergilerde, gaze-
telerde öyle denıyor- asıl adı
Zeynep Değirmenciogiu olan
Ayjerik başrolde oynamakta-
dır. O, zengin aile kızı Belgin
Doruk'un çocuğudur, babası
ıse taksi şoforü Eşref Kot-
çak'tır. Ama anne-baba bir-
birlerinden ayn yaşarlar. Ay-
şecik bir evden ötekine, yok-
sullukla zenginlik arasında
sürüklenip durur. Sonunda
anne-babasını o birleştirir.
Çıkanlacak ders: Zengin-
lik her zaman saadet getir-
mez. Doğru muydu dcğıl
miydi ne önemi var, altmışta
on bir yaşındayken kalbim
gizli bir sosyalistinki kadar
fakirlerden yanaydı. Yetmez
mı?
Bır de annemle gittığimiz
bır Yaz Yağmunı. Bir Yaz
Yağmuru Alain Dektn'la
Romy Schnekler'ın gözyaş-
lanna boğulduğumuz Chris-
tine'e tıpatıp benzıyor, ama
Lüks sinemasında annemle
yine ağlamaktan gen duımu-
yoruz. Filmin son karesinde
Belgin Doruk'un eldivenle-
nyle -uzun, beyaz, şık eldi-
venler- Cöksel Arsoy'un de-
niz subayı kasketı yan yana
duruyor. Evet, biraz şaşınyo-
ruz Christine, Bir Yaz Yağ-
muru benzerliğine, Türk si-
nemasının, Yeşilçam'm me-
lodram avcısı olduğunu ya-
vaş yavaş öğreneceğiz, uyar-
lamalar birbirini kovalaya-
cak.
(Her zaman merak ettiğim
konu, uyarlamaların nasıl
gerçekleştırilebıldiğıdir. Si-
nemada senaryo yazarlığına
sıvanınca, bu sorunla yüz yü-
ze geldım. Senaryolanm ara-
sında bir iki uyarlama da söz
konusu. Bununla bırlikte r.e-
yi nasıl uyarladıgımı hâlâçö-
zebilmiş değilim. Yok; kare
kare tıpatıp, bire bır benzer-
başma bir olgudur. Cıhan-
gir'in hanımlan şapkalı, vu-
aletli Belgin Doruk'u kımbı-
lir ne çok konuştular... Ada-
pazan 'nda yaşayan akrabala-
nmız kızlanna Belgin adını
seçiverdiler... (Kendisıne
bunları anlattığımda sevgıli
Belgin Hanım gülümsemiş
ve "Hepsi kkliasız aile filmle-
riydL hiçbir sanat iddialan
yoktu,"demıştı. Pekı ama sa-
nat kımıleyın aıleye hıtap
edemez mi?)
Siyah-beyaz dönemin unu-
tulmaz siyah-beyaz film-si-
yasa olayı, hiç kuşkusuz, Me-
tin Erksan'ın Yılanlann Öcü
eseridir. Sansürserüvenı gün-
lerce yer almıştı gazetelerde.
Erksan'ın ve Fakir Bay-
kurt'un komünıst olup olma-
dıklan bizım evde bile tart-
şılmıştı. Sonra CemalGürseL,
Yılanlann Öcü'nü beğenmiş,
biz de komünistlerin çektiği
ileri sürülen fılme, namazın-
da niyazında rahmetli anne-
anneciğımle gitmiştik. Yine
Lüks sıneması. Anneannem
ağlamıştı. Ben artık filmler-
de ağlamamaya çalışıyor-
dum.
Ağlamıyordum da ne olu-
yordu? Sözgelımi Acı Ha-
yat'tan yan hasta dönmüştüm
eve. Dört başoyuncusu vardı
Acı Hayat'ın: Ayhan Işık,
Türkan Şoray, Ekrem Bora,
NebahatÇehre. Dördü de çok
güzel oynuyorlardı. Gelgele-
lim en çok Türkan Şoray'a
üzülüyorduk. Çocuk yasta o
Türkan Şoray belleğimize ça-
kılıp kalacaktı.
Bir dönemin sonu
Pangaltı tnci sinemasında -
artık Teşvikiye'ye taşınmış-
tık- siyah-beyaz dönemin ıkı
Benim için hepsi güzeldi. Neydi beni Türk
filmlerine çeken? Derme çatmalığın
ardındaki masumiyet, banşıklık, iyilerin
zaferi, kötülerin yenilgisi, gözyaşı mı? Evet-
evet, bunlar olmalı.
lik hiçbir zaman olmadı.)
Sezonun çocuk baş oyun-
culu ikinci acıklı filmi, ders
yan yılı tatili sırasında At-
las'ta göstenme giren Kınk
Çanaklar. Bastonlu Salıh To-
zan'ın elinden tutmuş, denız
kıyısmda yürüyen çocuk yıl-
dız Rüya Gümüşata. Salih
Tozan'ın -adeta Üç Arka-
daş'takı şapkası -araya yıllar
gırdığınden olacak- hayli es-
ki. Kınk Çanaklar'm senar-
yo yazarlan arasında kimler
yok kı: Halit Refiğ, Lâle Ora-
İoglu, Bülent Oran. Konu,
Edmond Morris'm Tahta Ça-
naklar oyunundan uyarlama.
Sözlük şöyle özetliyor: "Bir
dedikodu yûzünden doiana-
rak neden kıbf anyorlar?
Bundan sonra nerkesin vapa-
cağmın sonımhıhığu sntuıda-
dır" dedi.
Kadın oyuncular sık sık
görünürler. Artist'in kapak-
lan daima yerli oyunculan
açıktır. Ses bu konuda cimri
davranır, ağırlık yabancı
oyunculardadır. Yıldız'a ge-
lince, arka kapakta siyah-be-
yaz bir fotoğraf yayımlar, ön
kapak mutiaka ilüstrasyon-
dur, bir yıldızın portresi!..
Halk işi, dar gelirii sinema-
nın hüzünlü hileleri vardır.
örnekse, Aşkuı Saati Gefin-
ce'de Göksel Arsoy'la Çoipan
tlhan yurtdışına 'tahsile' gi-
derler. Yurtdışı sahnelerinde
tstanbul ev içleri gösterilir
gösterilmesine, ama bir Paris
ya da Roma, New York kart-
postalı donuk kare yurtdışı
görüntüsüdür.
Fakat çok geçmeyecek,
Belgin Doruk Küçükhanıme-
fendi olacak, Ayhan Işık ve
Sadri Alışık'la ünlü dizisine
başlayınca, bu küçük hanım-
lardan biri de sphiden Avru-
pa'ya adım atacaktır: Küçük
Hanım Avrupa'da. Film, Av-
rupa kıyılannda yol alan tu-
ristik gemide geçer, Vene-
dik'te gondol sahnesi ihmal
edilmez.
Küçükhanımefendi başlı
yıldızı, Hülya Koçyiğit'le
Türkan Şoray'ı, Ediz Hun'lu
Genç Kızlar filminde ızleye-
cektik, ailecek, bir locadan.
Babam bıle Türk filmlerine
gıderolmuştu...
Hülya Koçyiğit için iyi
oyuncu, konservatuvarda
okumuşdeniyordu. IzzetGü-
nay aslında tiyatro aktörüy-
dü. Galiba entelektüellik ara-
yışlan için içm de\am eder-
di...
Ben hiçbir Türk filmini ka-
çırmaz olmuştum. Lüks. Tak-
sim, Lale, Yenı Atlas, Inci;
belli başlı sinemalanmdı.
Şan'ı unutmadım. Yaz günle-
ri geçmışte kaçırdığım nice
filmi görme fırsatlanm do-
ğardı. Benim için hepsi gü-
zeldi. Neydi beni Türk film-
lerine çeken? Derme çatma-
lığın ardındaki masumiyet,
banşıklık, iyilerin zafen, kö-
tülerin yenilgisi, gözyaşı mı?
Evet-evet, bunlar olmalı.
Oysa bir dönemin sonuna
gelinmişti bile. Akad'ın unu-
tulmaz Viesikalı Yarim'i sine-
mada ağlamama karanmı
kaldırmama yol açacak, Tür-
kan Şoray'ın kalabalık so-
kaklar boyunca yürümesi
sahnesinde ikı göz ıkı çeşme
ağlayacaktım.
Meğerse siyah-beyaz dö-
nemin sonuna da ağlıyormu-
şum, habenm yokmuş... Eski
Türk filmleri, kaç zamandır
bir vefa yazısı yazmak isti-
yordum sizlere. Çocuklu-
ğum, yeniyetmeliğim sizler-
de saklı kaldı. Duygulanm
sizlerle keskinleştı. Merha-
meti sizlerden öğrendim.
Borcumu bir yazı ödemez.
Şimdi de karşılaşıyorum siz-
lerle: Televizyonun iri kutu
ekranı beyazperde yerine ge-
çer mi?! Ah tekrar sinemalar-
da gösterilseniz!
Fotoğraflar Kültür Ba-
kanlığı 'nın yayımladığı
Agah Özgüç'ün 80. Ytlında
Türk Sineması kitabından
aiınmışttr.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Sanata Toplumbilimsel
Bakış SOPIUIU...
Dilimizde "Sanatın ve Edebiyatın Tarihi" adlı ese-
rinin bir bölümü yayımlanmış olan dünyaca ünlü sa-
nat tarihçisi Arnold Hauser, daha sonra kaleme al-
dığı "Modern Sanat Gözleminin Yöntemleri" başlık-
lı kitabında hem bir bilim olarak sanat tarihinin ola-
naklannı ve sınırlannı hem de toplumbilim açısından
sanata yaklaşımın yollannı irdeler. Gerek bu kitap ge-
rekse onu izleyen "Modern Sanatın ve Edebiyatın
Kaynağı"adlıeser, Hauser'in bunlardanyazdığı "Sa-
natın Toplumbilimı'" adlı başyapıtının kavramsal-dü-
şünsel temellerini oluşturur.
Bütün bu eserlerinde, topiumsal düzlemde de ir-
delenmeyen bir sanata her türlü yaklaşımın eksik ka-
lacağı savını zengin gerekçelerle savunan yazar,
"Modern Sanat Gözleminin Yöntemleri"ri\n hemen
başında sanat tarihine bakışına temel edindiği ilkeyi
şöyle dile getirir: "Tarihte her şey, bireylenn edimle-
rinin sonucudur; gelgelelim bireyler de hep zaman
ve uzam bakımından beliıienmiş bir konumda yer
alırtar, bundan ötürü bireylenn davranışlan gerek eği-
lim veyeteneklerinin, gerekse içinde bulunduklan bu
konumun bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nokta,
aynı zamanda tarihsel olaylann diyalektik doğasının
özüdür..."
Sanat eseri, elbet belli bir bireyin, yanı sanatçının
elinden çıkma bir edimdir. Sanat eserinin taşıdığı bi-
çim de elbet kaynağını doğrudan sanatçıda bulur.
Ancak buradaki soru, şudur: Acaba sanat eserine
bütünüyle bağımsız bir variık tanıyan ve onu bu ba-
ğımsızlığı içerisinde ele alan bir yaklaşım, her bakım-
dan yeterli sayılabilir mi? Sanatın ve sanat eserinin
değerlendirilmesi bağlamında toplumbilimsel temel-
lere inilmesine karşı olanlann savlan doğrultusunda,
kendi içerisinde bağımsız bir bütünlak yapısındakı bir
sistem olan sanat eserini oluşturan çeşitlı öğeler yal-
nızca o eser çerçevesinde, sistemin oluşma ve et-
kinlik koşullanna atıf yapılmasına gerek kalmaksızın
açıklanabilir mi?
Hauser, bu sorularayanıt getirebilmek amacıyla yu-
kanda andığım kitabının girişinde önce "sanat ese-
ri'nin ne olduğuna değinir: "Sanat eserieri, meydan
okumalardır. Bizler onlan açıklamayız, yalnızca on-
larla hesaplaşınz. Onlan kendi hedeflerimiz ve çaba-
lanmız doğrultusunda yorumlar ve onlara, kaynağı-
nı bizim yaşama biçimlerimizde ve düşünme alışkan-
lıklanmızda bulan anlamlar veririz; kısaca söylemek
gerekirse, gerçekten ilişki kurabildiğimiz her sanatı
modern bir sanata dönüştürürüz."
Izleyicinin sanatı -tarihin bütün dönemlerinde- ken-
di hedefleri ve çabalan doğrultusunda yorumladığt,
başka bir deyişle bir sanat eseriyle, ona ancak ken-
di yaşamı içerisinde bir yer bulabildiği takdirde ilişki
kurduğu gerçeği, kimi çevrelerce hep yadsınagel-
miştir. Hauser, bu topiumsal gerçeğin yadsınması
konusunda, yine yukanda andığım eserinde, şöyle
diyor: "Kimileri, tinsel olgulaha, ya da onlann yeğle-
dikleri deyişle, yüksek tinsel değerter ile yaşama sa-
vaşı, sınıf kavgası, günlük ekmeği kazanma savaşı,
rekabet ve benzeri şeyler arasında ilişki kurulmasın-
dan hâJâ belli bir rahatsızlık duyuyoıiar... Burada an-
cak şu kadannı belirtelim ki bu kişilerin tinsel alanı
maddi olanla her türlü temastan koruma çabalan,
çoğunlukla ayncalıklı konumlan savunmaktan baş-
ka bir şey değildir."
"Sanat, sanat içindir" ükesinin savunuculan, sanat
eserinde eser-ötesi gerçekliğe yönelik her türlü atıf-
ta bulunmanm estetik yanılsamayı yıkmasından kor-
kuyorlardı. Oysa, Hauser'in de belirttiği gibi, böyle bir
yanılsamanın yaratılması ne eserin içeriğinin bütünü-
dür, ne de sanatsal çabalann tek hedefidir. Çünkü her
sanat eseri, az çok dolaylı bir yoldan da biçimlerin
dünyasında kalmak, sanat eserini bıçimlerden oluş-
ma bir bütün sayıp yalnızca bıçime ilışkin kurallar ve
yasalar aracılığıyla değerlendirmeye kalkışmak, her-
hangi bir oyunda, kazanma amacını hiç göz önünde
bulundunmaksızın, salt oyunun kuralları üzerine
odaklanmakla eşanlamlıdır.
Özellikle sanatın etkinliği konusu ele alındığında,
sanatın dününe ve bugününe ilişkin araştırmalann
toplumbilimsel birtemeli çıkış noktası yapması, son
derece önemlidir. Örneğin yalnızca çeşitli dönemler-
deki eserlen tanıtmakla yetinen bir sanat ve edebi-
yat tarihi eğitimi, sonuç olarak yalnızca biçimsel dü-
zeyde kalacak, incelenen eserterin neden ve hangi
ölçüde etkin oldukları ya da olamadıkları sorularına
doyurucu yanıtlar getiremeyecektir. Bu noktada top-
lumbilimsel bakış açısının sınırlan temelinde topium-
sal koşullann yatmasına karşm, estetik değerin yal-
nızca toplumbilimsel çözümlemelerie belirienebilme-
si ve açıklanabilmesi söz konusu değildir. Aynı top-
iumsal koşullar altında aynı ortamlarda hem şaheser-
lerin, hem de hiçbir sanatsal değer taşımayan eser-
lerin yaratılabildiği gerçeği göz önünde tutulduğun-
da, toplumbilimin buradaki sınıriılığı daha iyi anlaşı-
lır. Buna karşılık sanat eserlerinin doğuş ve etkinlik
koşullannın yalnızca biçimlere ağırlık tanıyan, toplum-
bilimsel temellere dayanmayan bir estetikle açıkla-
nabilmesi düşünülemez.
Yukanda söylenenler göz önünde tutulduğunda,
özellikle son otuz yıldan bu yana Batı'daki sanat
araştırmacılannın toplumbilimsel bakış açısına gittik-
çe daha çok önem vermeleri, sanat ve estetik alanın-
da yüzyılımıza özgü bir gerçekçilik dıye adlan-
dınlabilir...
BTO'dan fotoğraf ve şiir
yarışması
• KOİtür Servisi- Eskişehir-Bilecik Tabipler Odası
(EBTO), 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle geleneksel
hale getirmeyi düşündüğü "'Ulusal Fotoğraf ve Şiir
Yanşması" düzenliyor. Bu yıl bırincisi düzenlenecek
olan yanşmada fotoğraf dalında konu "çevre ve
sağlıİc" olarak belirlenirken, şiirde konu sınırlaması
yok. Her iki dalda da para ödülü olmayan yanşmada,
fotoğraf dalında 5'er fotoğrafa "Hipokrat Ba^an
Ödülü" verilecek ve ba^anlı fotoğraflar bir albümde
toplanarak tüm katılımcılara gönderilecek. Şiir dalında
ise başanlı bulunan 5 şaire yine "Hipokrat Başan
Ödülü" verilecek ve başanlı şairlerin şiirleri
kitaplaştınhp. yanşmaya katılanlara ücretsiz verilecek.
Aynca katalog ve kitabın ülke genelinde dağıtımı
yapıiacak. Fotoğraf Dalı Seçici Kurulu Prof.Dr.
Mehmet Erem, Prof.Dr.Levent Kılıç, Sadık Demiröz,
Dr.Reyhan Bütün ve Dr.Rıdvan Sağır'dan oluşuyor. Şiir
Dalı Seçici Kurulu'nda ise Ali Cengizkan, Şükrü
Erbaş, Rahmi Emeç ve Sinan Gürsoy bulunuyor.
Yanşmaya son katıhm tarihi, fotoğraf dalında 5 Mart
1996, şiir dalında ise 1 Mart 1996.(0(212)323 14 30)
"Asya'dan bısan Manzaraları"
• Kültür Servisi- Prof.Dr.Orhan Kural' ın "Gezi.
Sanat ve Asya" konulu söyleşisi ve "Asya'dan Insan
Manzaralan" başlıklı müziklı dia gösterisı bugün saat
18.30'da Aksanat'ta. (Tel:252 30 00)