14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 SAYFA CUMHURİYET 27ŞUBAT1996SAU 12 DIZIYAZI Sermaye kozmopolit oldu Finans kapital, gelişmiş ülkelerde azalan yatınm olanaklarını ve düşükfinansal getirileri çevre ülkelere fon aktararak, yüksek getiriler sağlamaya çalışıyor. - Küreselleşme olgusunun, ekonomik anlamı nedir? Dünya ekonomisine bu sü- reç nası) yansryor? - Küreselleşme, bazılannın ileri sürdü- ğü gibi, yeni bir olgu değildir. Sadece ye- ni bir terimdir. Bu yüzyılın başlannda bi- limsel termınolojiye girmiş olan emperya- lizmin kendisıdır. Ancak, terimin değiş- mesi, bir ideolojik amaç içeriyor. Emper- yalizm denen olguya saygınlık kazandır- ma, emperyalizm karşısında çaresizlik ya- ratma çabasıdır. Emperyalizmin temel ba- kış açısı. kutupiu ve çıkar çatışmasına da- yalı bir dünya tablosudûr. Bu dünya, güç- lü, egemen ve çevresıne hâkim olan bir merkez ile bağımlı çevre öğelerinden olu- şur. ÇevTe. merkeze kaynak aktanr, yani sömûrülür. Bu bağımlılık. ekonomik ol- mantn ötesınde de sıyasi, ideolojik, kültü- rel öğeler içenr. Örneğin, kültüremperya- lizmi kavramı, bu açıdan geçerli bir kav- ramaır. Buna karşın. günümüzde moda olan kûreselleşme terimi; aynı olguya ba- kıyor. ama kutuplaşmayi görmüyor, inkâr ediyor. Bizim. tek bir gezegende kaderi müşterek insanlardan oluşan bir topluluk olduğumuzu vurguluyor. Şüphesiz. bu id- diayı doğrulayan birkaç nesnel olgu var- dır. Örneğin, ozon deliği, bütün dünyayı etkiliyor, coğrafı yansimalan farklı olsa bile. Yani. çevre sorunlannm bir bölümü ortaktır. Fakat bu, esas mesele değildir. Küreselleşmenin asıl incelediği konular, bunlarla ilgili değildir. Kûreselleşme, eko- nomik süreçleri ilgilendiriyor ve bu eko- nomik süreçlerde kutupiu yapı olduğu gi- bi devam ediyor. önce bunu vurgulamak lazım. Fakat, yeni olgulan görmeden de bunu anlayamayız. Yani, ideolojik anlam- da, özünde aynı olan şeye farklı bir isim vermek; ideolojik anlamda belli bir amaç izlese bile, bu incelenen olguda meydana gelen yenilikleri, dönüşümleri inkâr etme- miz de gerekmez. Tam tersine, bunlan da- ha iyi kavramahyız ki, kutupiu dünyanın, yani eşitsizliğe ve bağımlılığa dayanan dünyanın bugün ortaya koyduğu yeni so- runlan iyi kavrayabilelim. - Bugünkü yapıda, İkinci Düma Savaşı sonrası oluşan dünvaya oranla sömürü çok daha mı j üksek? - Bunu hesaplamak çok zor. Fakat. nı- teliğinin değıştiğı kesin. Bunun bazı çar- pıcı belirtileri vardır. Örneğin, dolaysız yatınmlarlagerçekleşenvebirdönemçok önem \erilen sermaye ihracı olgusu. şim- di sermayenın farklı bir hareketi ile ger- çekleşiyor. Kjsa vadelı sermaye hareketle- ri; madenleri alan, altyapıya yatınm ya- pan, büyük plantasyonJarsatın alan büyük sermaye hareketinin önüne geçmıştir. Bu, işte bugünkü globalleşme olgusunun en belirleyici özellıği olan finans kapitaldır. Finans kapital, 19 yüzyılın sonlannda ve 20. yüzyılın başlannda öne çıktı; daha son- ra bir süre arka plana kaydı. Sermaye ha- reketleri ıçinde dolaysız yatınmlar dediğı- miz sermaye ihracı. finans kapıtalin önü- • Metropol ülkeler, kendi emek fazlalarını kendi bünyelerinde artık yaratabiliyorlar. Yüzde 10 civarında işsizlik, kendi bünyelerinde emeği disiplin altına alacak boyuttadır. Bunun üstünde emek fazlasına çevre ülkelerden yüz milyonlara ulaşan insana kapılarını açmak, son yılların bazı olgularını da dikkate alırsak, metropol ülkelerin hazmedebileceği sınırları aştı. negeçti. Özellıkle Bretton Woods sistemi içinde, yani 1945'ten başlayan 30 yıllık süre ıçinde kısa vadeli sermaye hareketle- ri kontrollüydü. Batı ülkelerinde bile, ör- neğın Fransa'da, 1980*lı yıllann başında bir Fransız'ın ülke dışına çıkarabilecegi dövız smırlıydı. Bir Fransız'ın. yabancı paralarla ifade edilen döviz hesabı açma- sı yasaktı. Bu. çok eski birtarih değil. Dik- kat ediniz. 15 yıl öncesinden söz ediyoruz. Bu yüzden. kısa vadeli sermaye hareket- leri dediğimiz spekülatif özeîliklen çok ağır basan finans, arka plana kaymıştı. Ca- ri açıklann finansmanı. resmi sermaye ha- reketlen ve dolaysız yatınmlarla sağlanı- yordu. Resmi kredıler. yoksul ülkelenn ti- caret açıklannı düşük faizli. uzun vadeli kredilerle fınanse etmek ve böylece mal ihracını kolaylaştırmak için kullanıyordu. Bu. tipik KevTtesci pazar yaratma operas- yonuydu. Bu dönemde. dolaysız yatınm- lar ve resmi sermaye hareketlerinin dışın- daki sermave hareketlerinin içinde sadece tıcari kredıler önem taşırdı. Spekülatif ser- maye hareketîerinin çılgınca ve kontrolsüz bir şekilde gelışmesi, esas olarak son 15 yılın olgusudur. Bu bakımdan bizi, geçen yüzyılın sonlanna benzeten bir ortama ge- tirmiştir. Bu olay. çok değişik özelliklerta- şıyor. Sermayenın hareketliliği, dünya ça- pında olağanüstü artmış oluyor. Oysa. do- laysız yatınmlar. bu derecede hareketli de- ğildir. Dolaysız yatırım demek, Unilever, Mobil gibi büyük. çokuluslu bir şirketin, bir diğer ülkede sabit sermaye yatırımı yapması anlamına gelir. Bu yatınm, yapıl- dığı andan ıtibaren bağlanmıştır. Yani ser- maye, sabıt sermayeye dönüşmüştür. Bu- nun tasf iyesı, tekrar ülke dışına çıkması ı- ki türlü olur: Binncisı. sermayenın kendı- si çıkmaz, sermayenin azgelışmiş ülkeden elde ettiğı kâr transfer edilir. Işte, o döne- min tipik sömürü olgusu buradadır. Düşük ücretin doğal koşullannı. ülkenin siyasi teslimıyetinı ve ekonomik zaaftnı kullanan uluslararası sermaye: elde ettigi kân. ya- ni artı değen. kendi ülkesine transfer ed- er. ikinci ise, sermayenın kendisinin çık- masıdır. Makına ve teçhizatın sökülüp ve- ya satılıp, paraya çevrilip, ülke dışına çık- ması anlamına gelır ki. bu istisnaidir. Ba- zen. az gelişmiş ülke. mıllıleştırmelerde parasını ödeyıp satın alır bunlan. -"Sıcak para' diye de adlandınlan bu fi- nans kapitalin hareketinin, Türkiyc gibi PROF.DR. KORKUT BORATAV Ulusal ekonominin geleceği emeği daha yakından ilgilendiriyor. Finans kapital ve rantiyeleri ise aşağı yukan hiç ilgilendirmiyor. "Işçilerin vatanı yoktur" slogam, tersine döndü. Işçiler, ulusal olmak zorunda bırakıldı, sermaye ise vatansızlaştı. Işte, kûreselleşme budur aslmda. Ülke ekonomisinin güçlü olması, öncelikle emeğin sorunudur. Bu nedenle, sosyal ve ekonomik işlevlerle yüklü bir devletin varlığı da, esas olarak emeğin gündemini oluşturur. Çünkü, emeğin kriz anlannda kaçacağı alan yoktur. Sermayenin kendisi bir kere sonsuz hareketlidir. Örneğin, bir hükümet yetkilisi, gayrimenkullerini satıp, Türkiye'de oturup hâlâ siyasetin başında rol oynamaya devam ederken, servetinin tümünü 15 saniyede Amerika'ya nakledebilir. Bu yansımaz mı ideolojiye? Yansıyacaktır. filkeiere getirtsi, götürüsü nedir? - Kısa dönemli canlılık konjonktürleri getirebilir. Bunun anlamı şudur: Şu anda finans kapital. gelişmiş ülkelerde azalan yatınm olanaklannı ve düşük finansal ge- tirileri çevre ülkelere fon aktararak, yük- sek getiriler sağlamaya çalışıyor. Merkez ülkelerde oluşan geçmiş dönemlerin ta- sarruflan. fon yöneticilerinüı, yatınm ban- kalannın veya benzeri kuruluşlann kont- rolü altmda. Yani bunlar, Batı ülkelerinde- ki düşük getirilerin dışında getiri anyorlar. Böylece, "geiişen piyasalar" adı takılan orta ve ortanın biraz üstündeki gelişme düzeyindeki üçüncü dünya ülkeleri, bun- lar için yeni yatınm alanlan olarak ortaya çıktı. Bu ülkeler, sermaye hareketlerini serbest bıraktılar; sermaye giriş ve çıkışı üzerindeki kontrollerini yitirdiler. Şu an- da bunlann kısa vadeli spekülasyona sağ- ladıklan serbesti, Japonya'nın sağladığı serbestiden daha fazladır. Yerlı para ile yüksek getiri sağlıyorlar. Bu getiri, kon- vertibl paralara dönüştüğü zaman, döviz kurunun artış oranı düşük tutulmuşsa, do- lar cınsinden çok yüksek getın saglıyor. Dolayısıyla. Batı'nın finans pıyasalannda yüzde 7'lik-8'lıkfaizlerleyetinenrantiye- rinin öğeleridir. Oysa, kısa vadeli serma- ye hareketi böyle ise, ginş ve çıkış anında ödemeler dengesini etkiler. Giriş anında, rezerv birikmesine yol açar; bu da ithalat kapasitesini doğrudan ve dolaylı etkilerle artınr. Böyle bir dönemeçten geçtlk Çok rezervi olan ülke. normal olarak ıt- halatı genişletme imkânı bulur ve bu kon- jonktürlerde siyasi iktidarlar seçim ekono- misine daha rahat girerler. Ücret yüksel- melerine karşı çok fazla direnme arzusu göstermezler. 1989-1990 yıllan arasında Türkiye, böyle bir dönemeçten geçti. Yük- sek miktarda sermaye girişi, ücret yüksel- melerinden kaynaklanan ticaret ve cari iş- lemler açığı vermemize imkân sağladı. Dolaylı etkisi de şudur: Çok miktarda gi- ren döviz, döviz kurlannı ucuz tutar. Dö- vızin ucuz tutulması, ithalatın patlaması- na yol açar. Geçici bir refah konjonktürü- ne ginlebilir. Ancak, kısa zamanda çıka- cağı için. ginşteki canlılık konjontürünün hiçbir kalıcı özeüiği olmaz. Hatta hızlı çı- kışlar, kriz anlamına gelir. Kısa vadeli fi- nans kapital; yerli parayla yüksek faiz, dü- Yani, ticarette tökezlemeyecekseniz, ilk seçenek olarak ücretleri bastırmak günde- me gelecektır. Büyük cari açıklar vermek istemiyorsanız, ikinci seçenek, ekonomik durgunluktur. - Bu durumun dış ve iç borçlanmızın büyük arfjşlar göstermesi ile bağlannsuıı kurabilirmniz? - Sermaye hareketlerini gerçekleştiren öğelerin, sadece Batı'nın rantiye sermaye- si olduğu izler.imini yaratmamak lazım. Bu öğelerin bir bölümü de, ulusal ekono- minin içindedir. Türkiye'nin finans kapi- tali. yani bankalar sistemi, aynı operasyo- nu, yüksek getiri sağlamak için de kulla- nabilir. Dövizle borçlanır, Türk Lirası ile "yaünm" yapar. Bu, dış borçlanma de- mektir. Türkiye, 1994 krizinde, yabancı rantiyelerden de fazla bızim bankalanmı- zın spekülatif faalıyetleri sonunda knze sürüklendi. Türkıye'yi 1993 yılı sonunda olağanüstü bir dış borç düzeyine yüksel- ten olgu, sadece yabancılann giren ve çı- kan fonlan değil, borç ekonomisinin, bu sıstemın doğal bir uzantısı olmasıdır. Bu borç ekonomisinin en aktif ajanlanndan biri bankalardır. Böyle bir ortam, sadece bankalan değil, bütün kamu kuruluşlannı ler ve fon yönetıcilen; çevre ülkelere kay- dıklan zaman bazı yıllarda Türkiye'nin geçen yıl dolar üstünden olduğu gibi yüz- de 40 oranmı aşan getin sağlayabiliyorlar. - Girdiğj yerde "ulusal bırikimleri alıp götürüyor" dh'ebifir miyiz? - Işi, gerçek yerine orurtalım. Nasıl do- laysız yatınmlar, esasmda bizim ulusal kaynaklanmızın sömürüsü anlamına geli- vor ise de. sömürü süreci, üretimle birlik- şük kur ve tam serbesti talep e- der. Bu talep, aslında üretken sermayenın aleyhı- nedir. Çünkü. yüksek faiz demek, ulusal yatınmlann düşük tutulması. kısa dönem- de çok yüksek getiri elde edecek yabancı sermayenin çıkmasının da serbest olması demektir. Ülkeler, birbirleriyle düşük kur tabanı üzerinden rekabet edeceğinden, yüksek faizin ıç yansıması, yatınmlann, üretken sermayenin aleyhinedir. Öte yan- etkısı altına almıştır. Örneğin KtT'ler, dış borçlanma ile can giderlerini finanse et- mişlerdir. Belediyeler. kısa vadeli dış borç- lanma ile zaman zaman yatınm faaliyet- lerini finanse ermişlerdir. Dış borçlanma ile memur maaşlan ödenmiştir. Dış borç- lanma. bu ortamda döv iz kısıtı içinde ya- şav an bir ekonominin ıthalatını finanse et- mek için başvurulan bir yöntem olmaktan çıkar, iç finansmanın yerine geçer. Vergi F inans kapital, gelişmiş ülkelerde azalan yatınm olanaklannı ve düşük finansal getirileri çevre ülkelere fon aktararak, yüksek getiriler sağlamaya çalışıyor. Böylece, "gelişen piyasalar" adı takılan orta ve ortanın biraz üstündeki gelişme düzeyindeki üçüncü dünya ülkeleri, merkez ülkeler için yeni yatınm alanlan olarak ortaya çıktı. Orta gelişme düzeyindeki ülkeler, sermaye hareketlerini serbest bıraktılar; sermaye giriş ve çıkışı üzerindeki kontrollerini yitirdiler. te olduğu için istihdam yaratır. Geri bağ- lantılarîa ülkenin üretimini destekler, ba- zen ileri bağlantı larla katkı yapar. Bir nok- tadan sonra bunlar kısmen yerlileşebilır bile. Çünkü, sabit sermaye Türkiye'dedir. Hatta, bunlar Türkiye'de çok uzun yıllar kalmışsa, bakış açılan da yerlileşebilir. O- nun için çokuluslu şirketler, yerlı yöneti- cıyı kullanmayı, uzun müddet görevde tut- mayı sevmez, değiştirirler: yerlileşmesin diye. Dolayısıyla, bıryandan sömürü var- dır. bir yandan da üretimin, ücretlenn, mil- li gelirin artması söz konusudur. Yani; Unilever'in. Sana'nın, Vita'nın. Renault fabrikalannın üretimi. Türkıye milli gelı- dan, ucuz döviz, rekabet gücünü bozar ve dolaylı bir şekilde ücret bastırmasını da gündeme getirir. Devalüasyon yaparak re- kabet edemiyorsanız ve o arada bir de; Meksika'nın NAFTA ile. Türkiye'nin gümrük birlıği ile olduğu gibi ticarette bir- denbire serbest bir döneme ginyorsanız, rekabet edebilmenizin kısa dönemli aracı- nı yitirmiş olursunuz. Çünkü. sıcak para- ya dayalı bir ekonomi, sistemli bir deva- lüasyon çizgisi izlemeyez. Çünkü, yükse- len döviz fıyatlan. yani reel devalüasyon- lar, finans kapitalin kazanç beklentisini baltalar. Bu nedenle rekabet gücünü, reel ücretlenn bastınlmasıyla sağlayacaksınız. toplayamayan dev let. dıştan borçlanır. - Ülkenin yoksullaşması ve emek açısın- dan bakûğımız zaman durum nedir? - Bu sıstemin ana özelliklerine bakmak gerek. Sermayenin bu derecede olağanüs- tü bir hareketlilık kazandığı. ticaretin önündekı engellerin de tamamen kaldınl- ma sürecine gırildiğı bir ortamdayız. Bu olağanüstü serbestleşme ortamuıda, bir te- mel öğe. aksine giderek hareketsizleşiyor, ulusal sınırlar içinde turuluyor. O da emek. -Niçin, serma>eözgür de. emek ulusal sı- nıriar içine rutsak ediliyor? - Çünkü emeğin, bu anlamda özgürleş- mesı. emeğin hareket olarak ulusal sinır- lann dışına taşma olanağının verilmesi- nin. metropol ülkelerin hazmedemeyece- ği sosyal ve ekonomik gerginliklere yol açacağı anlaşıldı. Metropol ülkeler. kendi emek fazlalannı kendi bünyelerinde artık yaratabiliyorlar. Yüzde 10 civannda işsiz- lik, kendi bünyelerinde emeği disiplin al- tına alacak boyuttadır Bunun üstünde e- mek fazlasına çevre ülkelerden yüz mil- yonlara ulaşan insana kapılannı açmak, son yıllann bazı olgulannı da dikkate alır- sak, metropol ülkelenn hazmedebileceği sımrlan aştı. Bunun böyle devam edeceğı anlaşılıyor. Böylece emek, giderek artan oranlarda ulusal olmaya başlıyor. 19. yüz- yılın tipik tablosu böyle değildi. Emek. hareketliydi o zaman. ÂBD, dünyanın dört bir yanından gelen emek hareketleri ile oluşmuştur. 1970'li yıllara değin, Fransa Kuzey Afrika'dan, Almanya Türkiye ve Yugoslavya'dan. Ingiltere Karaipler ve Hint yanmadasından olağanüstü sayıda e- mek göçüne olanak verdi. Demek ki, e- mek, daha ulusal olmuştur. Buna karşın. sermaye tamamen kozmopolit ve vatansız olmuştur. Dolayısıyla, ulusal ekonominin geleceği emeği daha yakından ilgilendiri- yor. Finans kapital ve rantiyeleri ise, aşa- ğı yukan hiç ilgilendirmiyor. Üretken ser- maye ise, yan yanya ulusal. Ulusal olma- ya, ülkede yatınm yaptığı sürece devam ediyor. Ancak sermaye, her an paraya dö- nüşebilecegi, paraya dönüştüğü andan ıti- baren hareket serbestisi sonsuz olacağı için sanayi sermayesinin hareket alanı da emeğe göre çok fazla. Adeta 19. yüzyılın sonunda sosyalist öncülerin ortaya attığı, "Işçilerin vatanı yoktur" slogam, tersine döndü. Işçiler, ulusal olmak zorunda bıra- kıldı, sermaye ise vatansızlaştı. Işte, kûre- selleşme budur aslında. - Bu bilgilerin ışığında, özelleştirmeye karşı çıkmanın ve kamu yatonmlannuı e- mek açısından önemi nedir? - Bu noktada, ulusal ekonomi, emeğin öncelik venmesi gereken bir alandır. Do- layısıyla, ülke ekonomisinin güçlü olma- sı. öncelikle emeğin sorunudur. Bu neden- le. sosyal ve ekonomik işlevlerle yüklü bir devletin varlığı da, esas olarak emeğin gündemini oluşturur. Çünkü, emeğin kriz anlannda kaçacağı alan yoktur. Ekonomi- nin knze karşı sağlam, güvenceli olması, gelişme hızmın yüksek olması, yüksek bir sermaye bırikimi temposuna kavuşması, kamu sektörünün ekonomik ve sosyal ış- levlenyle kendi ayaklan üstünde durabi- lecek güçte olması, öncelikle emeğin so- runlannın gündemini oluşturur. Sermaye. bu bakımdan tarafsızdır. hatta giderek olumsuz tavır almaktadır. Çünkü, ujusa]_ ekoflomiyle ilgisini.giderek.zayıfİarrnak- tadır. Sermayenin kendiifBir kere sonsuz hareketlidir. sermayedar burada otursa bi- le. Yani, diyelım bir hükümet yetkilisi, gayrimenkullerini satıp, Türkiye'de otu- rup hâlâ siyasetin başında rol oynamaya devam ederken, servetinin tümünü 15 sa- • Avrupa Birliği'nin oylamaya tabi tutulduğu her noktada, işçi sınıfının olumsuz oyları, diğer sınıflardan daha fazla çıkmıştır. İşçi sınıfı, aşağı yukarı içgüdüsel olarak biliyor ki, finansal serbesti, emeğin ezilmesi anlamına gelecektir. Fransa'daki son olaylar, para birliği uğruna sosyal devletin adım adım tasfiyesine yönelik hükümet icraatına karşı bir başkaldırmadır. niyede Amerika'ya nakledebilir. Dolayı- sıyla ekonomik boyutuyla vatansızdır o. Bu yansımaz mı ideolojiye? Yansıyacak- tır. - Avrupa Birliği üyelerinde emeğin ser- best dolaşım hakkı \ar ama.. - Avrupa Birliği'nde. emek hareketleri serbestleşmiştir. Fakat. hukuki serbestlik. fiilı serbestlik değildir. Ömeğin. Isveçli birisinin Portekiz'e taşınması. Yunanis- tan'dan bir emekçinin ise Danimarka'ya göçmesi, çok büyük sosyal ve kültürel uyum meseleleri getirir. Teorik olarak. hu- kuken mümkündür, ama sancılıdır. Buna karşılık, Yunanistan'da ya da Türkiye'de oturmaya devam eden iki rantiye, anlık işlemlerle sermayelerinin tümünü Dani- marka'ya veya Portekız'e aktarabilirler. Dolayısıyla, emeğin sosyolojik anlamda- ki bu ulusallığı, AvTupa'da bile belirleyi- ci olmuştur. Avrupa Birliği'nin oylamaya tabi tutulduğu her noktada, işçi sınıfının olumsuz oylan, diğer sınıflardan daha faz- la çıkmıştır. işçi sınıfı, aşağı yukan içgü- düsel olarak biliyor ki, finansal serbesti, emeğin ezilmesi anlamına gelecektir. Fransa'daki son olaylar. para birliği uğru- na sosyal devletin adım adım tasfiyesine yönelik hükümet icraatına karşı bir baş- kaldırmadır. Bunlar, her yerde emeğin karşısındaki ortak sorunlardır. Devlet, ekonomik ve sosyal işlevlerden yoksun kaldığı zaman, emekçinin siyasete ilgi duymasının nesnel sebebi de ortadan kalkmıştır. Yani. devletin meşruiyeti, emekçi açısından ortadan kalkmıştır. Çünkü, sermaye bugün ekonomiye hâ- kımdir, siyasete aynı oranda hâkim olama- maktadır. Niye? Çünkü, iyi kötü işleyen bir parlamenter rejim, emeğin siyasete za- man zaman ağırlığını, en azından seçmen olarak koymasına imkân veriyor. Ama ni- ye ağırlığını koyuyor? Devlet, iktisadi ve sosyal işlevlerle donanmış olduğu için. Eğitimle, sağlıkla uğraştığı. sosyal güven- lik sistemlerini ayakta tutmakla yükümlü olduğu için... Kamuyatınmlan ile iyi-kö- tü, belki biraz fazla, istihdam sağladığı için. Bu yüzden emekçi, devletin ekono- mik ve sosyal işlevleri varolduğu için si- yasete ilgi duyar, demokrasiyı ister. YARIN: İletişim. bilgi toplumu ve kûreselleşme ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Erdal Merhametlidir!.. Erdal Bey'in 'Anılar ve Düşünceler' kitabında çocuk- luk anılarından bir türlü çıkamıyorum. Ismet Paşa'nın özel kalem müdürleri, yaverler, onlarta ilgili anılar: "Başbakanlığının hatırlayabildiğim bölümünde, ba- bamın özelkalean müdürlüğünü Vedrt Uzgören.yaver- liğini ise Cahrt Apayık yaptılar. Vedit Bey, bizim gözü- müzde hiç kuşkusuz işini en iyiyapan birinsandı... Bana özel bir sevgisi vardı. Görünce: , - Gel bakalım Erdali zerdali! diye takılırdı. Yalnız bir defa çıkışmıştı. Şöyle olmuştu. llkokula grt- tiğim günlerdeydi. Eve çamaşıra gelen çok iyi niyetli, ça- lışkan birkadın vardı, adı Ayşe idi. Bir seferinde, koca- sı için bir şey, herhalde bir iş ıstiyordu. Çeşitli kimseler aracıhğıyla Vedit Bey'e söylemişler, bir şey çıkmamış; her halde olmayacak birşeymiş. Ama ben bilmiyorum. Birgün yukanda hep birlikte kahvaltı ederken, annemin yanında çalışan, kızkardeşime bakan başka bir hanım Kebire, 'Bir defa da Erdal söylesin' diye önerdi. Annem de kabul etti. Onun üzenne 'Pekı' dedim. Kahvaltı bi- tince kalktım. Merdivenden aşağı inerken Vedit Bey'i te- lefon başında gördüm ve hemen başladım: - Ayşe çok ağlıyormuş, çok kötü durumdaymış.. de- dim. 'Kocası için bir şey istemiş, olmamış' diye devam ederken, Vedit Bey hışımla sözümü kesti: - Yaa, maşallah maşallah.. demek seni de devreye soktular; demek Ayşe çok ağlıyormuş ha.. dedi, 'Olmaz efendim, bu iş olmaz!' diye kestirip attı ve telefonuna döndü..." Erdal Inönü, anılannda, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'e, Köy Enstitüleri'ne, tiyatroda, müzikte, opera- da atılımlara geniş yer ayınr. Köy Enstitüleri Yasası ile il- gili olarak bir yerde şöyle der: "İyi niyetli, maksadı belli olan bir eğitim yasasına kim- senin karşı çıkmayacağını sanmıştım. Ama akşam sof- rada Yücel'den duyduk ki, bazı mılletvekilleriyasanın uy- gulama planına itirazlar yöneltmişler. Bu eleştirileri de- ğerlendirirken Yücel'in de babamın da vardıklan ortak kanı, bu itirazlan yapanlann aslında büyük vatandaş kit- lesinin okumasını, aydınlanmasını istemedikleri şeklin- de idi. 'Asıl engel gene aydınlanmızdan geliyor' demiş- ti babam ve ben, bu söze çok şaşmıştım. - Aydın olur da, halkının iyiliğini istemez mi? diye içim- den geçirdiğimi hatırttyorum. Sonradan, toplumdaki çıkar çatışmalannın çeşitli et- kilerini gördükçe bu şaşkınlığım geçti ve eğitimcilerimi- zin hangizorluklarta karşı karşıya bulunduklannı daha iyi anladım..." Bir yerde, Köy Enstitülerinin bir kuruluş yıldönümü kutlanırken, Cumhurbaşkanı Ismet Inönü, ilkögretim da- vasına verdiği önemi şu tümcelerle belirtir: - llkögretimi olmayan memlekette, ortaçağ idaresi, bütün şekilleriyle devam eder. Resmi kanunlar ne der- lerse desinler, ne haklar vatandaşlara tanınırsa tanınsın, hiç olmazsa ilkögretim derecesınde bilgi olmazsa, hak- lar ve vazrfeler canlanmaz. Gönüllere ve yüreklere sinip yerleşmez. Bilmeyen, siyasi ve ekonomik kudret sahip- lerinin elinde. ortaçağda olduğu gibi köle hayatı sürer. Asıl acıklı olan taraf da bilmeyen. kendi düşkün ve köle hayatına karşı duygusuz ve kayıtsız kalır. Hür vatandaş- lardan birieşik bir millet olmanın çarelerinin başında, il- kögretim çaresi vardır. Davayı, bu kadar geniş ve derin mahiyetiyle görmeliyiz. İlkögretim davası, insan olmak, millet olmak davasıdır. Hepimiz dava yolunda, bu göz- le ve bu anlayışla yürüyüp ilerlemeliyiz. Hasan Âli Yücel, bakanlığının ilk yıllannda, sık sık ko- nuk olduğu için evde Inönü ailesinin bir bireyi gibi be- _nim§enmektedir. Yücei, bir akşam çocuklara dönerek; - Ben kendimi sizden çok, paşanın evladı gibi görü* yorum, çünkü onun düşüncelerini hayata geçirmeye ça- lışryorum... der. Cumhurbaşkanının ona böyle yakınlık göstermesi par- tide. Meclis'te bazı kıskançlıklara, çekememezliklere yol açmaktadır. Aleyhinde durmadan yeni dedikodular üretilmektedir. Bir gün, Ismet Paşa'nın annesi Cevriye Temelli'ye şöyle dert yanar: - Büyük Hanımefendi, şimdi ne uydurmuşlar, biliyor musunuz? Ben güya akşamlan gelip sizın huzurunuzda mevlüt okuyormuşum. Paşanın sık sık beni kabul etme- sinin nedeni buymuş! Erdal Inönü, anılannda bunu duyunca "güldükterini" yazar. Hasan Âli Yücel'in oğlu Can Yücel, bir konuşmamız- da: - O yıllar Hasan Âli Yücel'in başbakan olması bekle- niyordu. Onu çekemeyenler, türlü tertipler yaptılar ve onu enaellediler... demişti. Erdallnönü, anılannda, duydttğu azarlan yazarken, öv- güleri de anlatır. Bir yerde "iltifatlaria azarlan birbirterini dengeleyecek şekilde anlatrnak ruh sağlığı bakımından yararlı olmalı" der. "Babam, hersabah kalktığında, kahvaltısımyaptıktan, gazetelerini okuduktan sora giyınıp işine gitmek üzere odasından çıktığında, önce büyükannemin (Cevriye Te- melli) odasına uğrar, onun hatınnı sorar, odasında bır- kaç dakika kaldıktan sonra aşağı iner, evden çıkardı. Bir gün yemekte annem, büyükannem ve bir iki ko- nuk arasındaki konuşmalarda nasılsa konu tanıdık kim- selerin davranışlanna geldj. 'O nasıldır, bu nasıldır' gibi sorular soruluyordu. Birisi benim bir hareketimden öv- güyle bahsetti. Onun üzerine büyükannem konuyu kes- tirip atan bir tavırla: - Erdal merhametlidir! dedi. • • • Cumartesi arkadaşlanmızdan Orhan Ural da öldü. Prof. Ali Fuat Cesur'u da yeni yrtirmıştik. Yine cumar- tesi arkadaşlanmızdan Prof. Şadun Uzel, Izmir'de yü- reğinden sayrılanarak, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Saynevi'nekaldınldı. Bir arkadaşımızı uğurlarken, birine "geçmiş o/sun"diyoruz. BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 SOLDANSAĞA: 1/ "Yiyecek" an- lammda argo söz- cük. 2/ Gereğın- den çok yemek yi- yen... Edremit Körfezi kıyısında turistik bir yer. 3/ Müslüman ülke- lerde oturan Yu- nan asıllı kimse... Üç kişiyle oyna- nan bir İcâğıt oyu- nu. 4/ "—• olam dersen eğer gelme cihane" (Ziya Pa- " şa)... Engel. 5/lsviçre'yeöz- gü, ağaç kütüklerinden yapıl- ma dağ evı. 6/ Şaşma belır- ten bir ünlem... Yapraklan yaz kış yeşil kalan bir ağaç. 7/ Serbest meslek adamlannı içinde toplayan resmi birlik... Küçükerkekkardeş. 8/"Gül hasretinle yollara tutsun ku- lağını/—- gibi kıyamete dek çeksın intizar" (Necati)... Konut 9/Denizcilerinki gibi geniş ve yatık yaka. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kayaçlann mekanik etkenlerle yıpranması. 2/ Asık su- ratlı... Yokluk, hiçlik, ölüm. 3/ Bir kimseye ya da bir toplu- luğa verilen belirli görev... Mesafe. 4/Şarkı, türkü... Iskam- bilde bir kâğıt... Yunanistan 'ın plaka işareti. 5/Geniş ve kol- suz bir çeşit üstlük. 6/ Evde ya da odada saygı değer kişile- rin oturduğu baş köşe... Rütbesız asker... Tavlada bir sayı. 7/ Asya'da bir ülke... Bir nota. 8/ Kadınsı davranışlan olan erkek. 9/Ayak direme... Bir yüzeyın eğıklik derecesinı an- lamaya yarayan araç.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle