Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 OCAK 1996 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
i Onat, iştekararch...ZEYNEPAVCI
Istanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu.
"•The" Marmara Oteli "Cafe^sınde
şı$man olduğu için seçildiğı besbellı bir
Noel Baba. elînde çanıyla dolaşmaktan
sıkıldı. kapının kıyısındakı gmenlik gö-
revlisıyle sohbete koyuldu.
Patates suratlı Kuzey Avrupalı kadın-
lar kötü bir aksanla "Fiveo'clocktea'" si-
parişı verdiler. Betsesli.kayış suratlı Ye-
şilçam gediklısi yeni yazdığı senaryoyu
bagıra bağıra anlatıyordu. Karşısında
oturan kadın zanf hareketlerle esncme-
sini gizledı.
Salaş çantasından para ciizdanını çı-
karmak ıçin debelenıp duran yağlı saçlı
genç adam kütük taklıdi bır pasta beğen-
dı. Pastanın şık kufusuna yerleşmesını
beklerken aynı salaş. çantadan son model
bır cep telefonu çıkanp lezgâha dayan-
dı, gevezeliğe koyuldu.
istanbul'da rüzgâr kıbleden esıyordu.
Yılbaşına bırkaç gün kalmıştı.
Onatöle/i çok olmuştu.
Insan bır kaldmmın üstünde karnında
dayanılmaz acılar ve kanîarla >atmadan
çok önce -belki de defalarca-tatmıştır
öliimü. Kaldırımda yatan yalnızca be-
den... Kanayan. can çekışen yıne o be-
•den; bir yığın kemikten, bır alay etten.
kandan. sınirden... O kadar. Zavallı bc-
denlertaşıdıklan insan kadar yücelemez-
ler. dayanıklı olamazlar hiçbır zaman.
Zavallı ınsan bedene mahkûm. Yagerçek
yaşam. ya gerçck ölüm? insan. bedenın
ölümünden önce kımbilir kaç kcz kılık-
tan kılığa gıren azraillere teslim olmuş,
"kendPnı yaşamayıp varlığını yaşatmak
içın nıce ölümlerin acısını içıne göm-
müştür.
"... Şimdi hurada sayıp dökmem ola-
naksK tüm o anılar, alttn parçaları gibi
çınlıyor kulağımda. Ve i$te, içinde ma-
samın, kâğttlarımtn da bulunduğu ka-
ra birposta trenindegüzün karanlık tü-
nelinden geçiyoruz. Sonra belki de çok
uzun sürecek karlı, soğlık bir kt$a gire-
ceğiz, Bir kif uykusuna. Öyleyse çok ki-
$iyle biHikte şu soruyu sormanın tam
zamanıdır: Dayanabilecek miyiz? Gele-
ceğin, arkasını görünmez bir elin sırla-
dığı aynasmda nasılbiryüzgöreceğiz'.'"
istanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu.
Yılbasına birkaç gün kalmıştı. Bedenin
ölümü hafızayı körleştinyormuydu? Sa-
kın ha!
Yüregin hüzünJe titreyişi
Onat bıraz çocukluğunun gizemli An-
tep'indeyaşamışolmalı. Doyasıyayaşa-
mışolmalıçocukluğunun Antep'ini. Sa-
n-sıcak suskunlukta. sessizliğin. düşün-
cenın, saygının egemenliğıni tatmış ol-
malı. Kuru rüzgânn getırdiğı bakirçiçek _
kokularını duymuş. temız tozu soiumuş
olmalı. Gö/ündeki çocukça bakışlar o
birkaç yıldan bu yana olduğu gıbı kalan-
lardı.
"Birtaşa oturdum, birşeylerin olma-
sını bekledim. Ne kadar zaman geçti,
bilmiyorum. Bir hışırtı geldi doğudan.
İpek birkumaşın açılısı. başakların rüz-
gârla titreyişigibi..."
istanbuİ'da rüzgâr kıbleden esiyordu.
Hışırtı kıbleden geliyordu. Birsavaşbay-
ragmın açılışı, yüreğin hüzünle titreyişi
gibi.
Taksım meydanından yoğun kalaba-
lıklar darmadağın geçiyordu Mekanik
bir piyano duygusuz seslerle "Fû'r EB-
se"yi çalmaya başladı. Kıble rüzgârı
etekleri kaldırdı. ijapkalan uçurdu. şem-
siyeleri tepctaklak etti, kafalan kanştır-
dı.
Onat öleli çok olmuştu.
Onat azıcık da Paris'in kahvelerinde
keyfinceya^amış olmalı: toplasanız bir-
kaç ay gibi tutar o günlerin hepsi. Koyu
kahvesıni yudumlamış olmalı, parayı-
pulu. hın-gürüdüsünmedengeçınlen kı-
mi dakıkalar bo> unca. Arada bir Nouvel
Obs'dan ba^ını kaldınp Seıne Irmağrnın
kokutannı getıren ılık yelin dalgalandır-
dığı tazeyeşıl kestaneağaçfannı seyret-
miş olmalı. Kimsenın görmedığı bir Pa-
ris'in öykülennianlatmış olmalı sevdık-
lerine. Aşkın azgınca dolaştığı kaldırım-
lardaki günahkâr kokulan şiirceye ter-
cüme etmiş olmalı. Bakışlannın dalgın-
lığında zaman zaman gezınen hınzırlık
o günlerden kalmış olmalı.
"... Mezartıklar güzeldir Paris'te.
Hastaneler ise çirkin ve kasvetlL"
Sinematek yıllarında çaresızliklerin
onu boğmadığı dakıkalan, bazen de sa-
atleri. tadını çıkararak yaşadıgına emi-
nim. Insan sevgısıyle sinema sevgisinı,
hemdeTürkiyenınkoşullannda. birara-
da götürmenin ağırlığından bunalmadı-
ğı keyıflı dönemlergeçırmiştirOnat; bi-
liyorum. Sohbetın ko>uldugu. kahkaha-
nın yükseldiği, daracık. sigara dumanı
dolu odalarda her şcyin unutulduğunu
gördüm de.
"... Film bulamadıkça hep Potemkin
gösterdiğimiz (fena dayapmadığımız) o
yıllarda Ötner,< makine dairesinde bo-
zuk gösterici ile terleyerek uğraşırken
salonda sessiz üyeler Eyyubpeygambe-
rin sabn ile beklerlerdi. İçterinden ne-
ler geçtiğini hilirdim, ama bir gün bile
saygısızlık etmediier. Sesleri çıkmtyor
diyekızardım onlara. Güliimseyerek ba-
karlardı. Çünkü çook hoşgörülü idi-
ler..."
Devletin hercinsten güeünü. kuvveti-
ni. düşünen. okuyan. konuşan. insanlığı.
gelişmeyi savunan insanlan yıldırmaya
yönelttiğı dönemlerde. Onat ne kadar ya-
şamıştır? Kaşlannı çatmadan durabıldi-
ği cn uzun süre ne kadar olmuştur* Mer-
hametten yüreğınin sızlamadıgı bir an
bile geçirebilmiş midir?
Nasıl bir alacakaranbk
Ansızın bır kahkaha atarak karsısında-
kine hedef şaşırtmayı bcccrse de. da/ıp
gittiğindc onu bir bulut gibi içıne alan.
yutan, küskün bırsessi/liğe büründüren
hüzün o sıralarda olgunlaşmıştı sanırım.
O hüzün dogdu. büyüdü. gelişti ve hıç öl-
medi: Onat'ın ölümünü bekleyecek ka-
dar kuvvetlenmiştı.
"... Çünkü sık sık soruyor değil miyiz
kendimizt'? Bu gördükterimiz, görmek-
teolduklanmtzmıdü$,yoksageçmi$yıl-
lardayaşudıklanmız mû Biri doğruysa
öbürü nasıl doğru olabilir?
A nsızın bir
/ | kahkaha
JLX- atarak
karşısındakine hedef
şaşırtmayı becerse
de, dalıp gittiğinde
onu bir bulut gibi
içine alan, yutan,
küskün bir sessizliğe
büründüren hüzün o
sıralarda
olgunlaşmışti
sanırım. O hüzün
doğdu, büyüdü,
gelişti ve hiç ölmedi;
Onat'ın ölümünü
bekleyecek kadar
kuvvetlenmiştı.
ir çemberle
sıkıştıran
hayatı zorla
durdurmayı
becerebildiği,
kalemini kâğıdını
alıp yazdığı o pınl
pınl dakikalarda
yaşadı Onat. Nasıl da
zor bulunur anlardı
onlar. Nasıl
kıymetliydiler, nasıl
bir koşturmacayla
yakalanıyorlardı... O
anlan coşkuyla
yaşadı Onat, hiç
ölmeyecekmiş gibi.
Coşkusu suskundu.
Bence içten içe
atıyordu
kahkahalannı. En
kıymetli kahkahalar
onlardı; hiçbirimize
duyurmadı.
.Va.v// bir alacakaranlık... Geceyle
gündüzün arasına sıktşmış uzun bir kör
saaU Geçmişle geleceğin, doğuyla batt-
nın, ölümle yuşamın arasına sıkışmış.
Alacakaranlık görünmez bir çevrintiy-
leyutup götürüyor her }eyi
Bu noktada onurta aiçakiığın sınırla-
rı birbirine karışır. Her$eyin, Direnme-
nin, köşeyi dönmenin, özgüHüğün, tut-
suklığın. Çıkmak? Böyle durumlarda
herkesten önce birilerinin dönüp kapı-
ya bakmaları gerekir. Oysa Bizans 'm iç
içe çemberlerinde sıkiftırUmif köle sar-
hoşluğu ile dolanıyoruz."
Birçemberle onu sıkıştıran hayatı zor-
la durdurmayı becerebildiği, kalemini
kâğıdını alıp yazdığı o pınl pınl dakika-
larda yaşadı Onat. Nasıl da zor bulunur
anlardı onlar. Nasıl kıvmetliydiler. nasıl
bir koştunnacayla yakalanıyorlardı... O
anlan coşkuyla yaşadı Onat, hiç ölmeye-
cekmiş gibi. Coşkusu suskundu. Bence
içt.-r ıçeatıyordu kahkahalannı. En kıy-
rr>ctli kahkahalar onlardı; hiçbırimizedu-
} urmadı.
İstanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu.
Sersem edici, yapışkan hava. Ne yapsa
kurtulamıyordu insan o rüzgârdan.
Gözyaşlan için vakit çok geçti. Onat
öleli çok olmuştu.
"Yetkin insan duyularımıza hoş gelir;
hem sert, hem körpe, hem degüzel koku-
lu bir odundan yonrulmuştur. Kendinc
varayan şe>den tat alır \ alnız; >arama SH
nırı aşıldığı an tat alması da. hoşlanması
da biter. Zarariı bir şe> in ilacı nedir kes-
tirir; körii rastlantıİarı kendi çıkarına
kullanmasını bilir: onu öldürnieyen şe\
daha güçlii kılar. Gördüğü, işittiği,yaşa-
dığı her şeyden kendi payını çıkarır içgii-
düsuyte: Ayıklavıcı bir ifkedir, pek çok
şe>i geri çevirir. İster kitaplarla, istcr in-
sanlaıia ya da bölgelerie olsun, hep ken-
diçcvresındedir: Seçtiğine,izin \ erdigine,
güvendiğine öviinç getirir. Her rüriti uva-
nnıa karşı yavaşlıkla, uzun bir kollama-
nın, istenmiş bir gururun içinde yer etti-
ği o yavaşlıkla tepki gösterir. YakJaşan
uyarımı önce gözden geçirir: onu karşı-
lamayı düşünmez bile. Hem kendi ken-
disivle, hem başkalanyla başeder; unut-
rnasını bilir. Ö>lcsinegüvlüdür ki,her şey
onun iyiliğine çalışuv."
Göz) aşı olanı biteni
temfelemiyor
Nietzsche'den bu satırlan okuduğum-
da Onat yaşı>or vc hüzün duyuyordu.
Yetkın ınsan tanımına uyan ınsanlann
böylesıne güçlü olmalanna karşın neden
herşeyin onlanrı iyiliğine çalışmadığını
düşünmüştüm. Türkiye'deki yetkın in-
sanlar hem yetkınlıklerinı Türkıyelılik-
ten ötürü kullanamıyorlar. hem de suç-
lanıyorlarsa. her şeyonlann iyiliğine ça-
lışıyor olabilir mıydi'.'
Barı insancayaşayabılselerdi...
"Birbilim adamını, bir sanatçıyı, bir
gerçek aydını ne kadar yetiştirdiğimizi
düfünüyorum da olup bitenlere bir tür-
lü akıl erdiremiyorum. Bilim ve sanat
ağacının daliarmın, hangi özgür kay-
naklardan gelen sularla beslendiğini
düşünüyorum da, bu ağacı karanlıkta
bırakarak, en sağlam daüarım budaya-
rak, çevresinde asıtmaz bir beton duvar
örerek neyapmaya çalıstığımızı anlaya-
mıyorum. L Ikemizin bir Iran olmadığı-
nı biliyorum. Geçmifin karanlıklarma
dönmeye kimsenin niyeti olamaz ülke-
mizde. \ice çekicı degelse bu ûlem-ies-
rar dan aklın ve yaşamın aydınlığına
çıkmak zorundayız, Sert toprağı, en
olumsuz koşullar altında delen her to-
humu. gün ışığınayönelen har dalıgö-
zümüzgibi korumak zorundayız. Onla-
rayalnız o/madıklarını, bu ülkenin bili-
me, sanata, özgürlüğe içtenlikle bağlı
insanlarla aydınlığa çıkacağına olan
inancımızın bir </«} olmadığını anlat-
mak zorundayız."
Istanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu.
Onat'ın ölümünden çok yaşamını dü-
şünmek zamanı. Gözyaşlan olan biten-
leri temızlemiyor.
"Tne"' Marmara Oteli'nin yılbaşı ön-
cesi atmosferinde 59 yıllık ya$amda
Onat'ııı kapladığı yeri düşünüyordum.
Düşünen, duygulanan. yaratan. aydınlık
bir ruhun o sıradan insan için yapılmış
bedenden, o sıradan ınsandan ötesini is-
tcmeyen, sıra dışılığı cezalandıran. ren-
gi solduran, bereketi kurutan ortamda
Onat ne kadar Onat gibi yasamıştır diye
düşünüyordum. Yükselen değerleraklı-
ma gelıyor. eanım sıkıltyordu.
Kıbleden esen rüzgâr iyice kesiyordu
soluğumu.
Onat sordu:
"Bırakalım bir yana gevezeliği. Biz
kim olduğumuzu biliyoruz. Geleceğin
çifiçileri. Ama siz kimsiniz? Tacirya da
ba$ka bir $ey. A/ışverişi bizden iyi bilir-
siniz. Öyleyse şu soruya biryanıt bula-
lım: Bu alışverişinfaturasını niçin ben
susarak ödemek zorundayınt?"
Onai susalı bıryıl olmuş.
fNot İtalikalmtılarOnatKutlar'm "Ye-
ler ki Kamrmasın " adlı kitabından yapıl-
mıştır.)
rıyatm sanatçısı Filû Kutlar.
heruheriiklerintrt vedinci vılın-
da, evlilik vıldânümlennden
birkaç gün önce vitirdi eşi
Onat Kutlar 7. Bundan tam bir vıl önce.
ıımutla umulsuzlıık arasındagidipgeldiği
ka\ gılt bekley if .\ona ermi$ti, kaıiibir son-
lu. GeçenyıİOnat Kutlar ın kendisine e\-
lilik yıldöniimlerinıie yazdtgı mektuhu,
Onat\ı: bir vtltn sonundada olsa vanıtsız
btrukmadı Filiz Kutlar.
Aşağtda okuyacuğmtz metin, senaryo-
lart. öyküleri, şiirleri. denemelerı, söyleşı-
leriyle birer 'okurdostu 'okiuğumuz Onat
Kutlar ın vaşanundan çok kisi.se/birkesit:
ona ait hır mektup...
Yüzünü, uncak fotoğraflannda görmüs
olanlarm. onunla ancak yazıları aracılı-
ğtyla söyfesebilmifler için ujak birpence-
re. yaşamtna clair
... Kötügeçen birgeceden sonra sabah
erkenden yüreğimde bıracıyla uyandım.
Geçen yılın 30 aralık sabahını düşün-
düm hemen. herzamanki gibi saat sekiz
cıvannda uyanmıştım.
Mutfaktan mis gibi kahve kokulan
geliyordu. Kendi kendimegülümsedim,
içım mutlulukla doluydu, zaten onunla
yaşadığım yıllar boyunca hep mutluluk-
la uyandım. (Büyük bir mutluluğu da bü-
yük bır acıy ı da onda yaşadım.) Ona ses-
lendım:
Sabah kahvesi
- Onatkoo kahvenin hepsi bitti mi?
- Bitti canımın içi, ama ben sana he-
men yenisini yaparım...
. Onunla bir sabah kahvesi içip soh-
bet etmezsem, güne eksik başlıyorum
gibi gelirdi. Bu sabahın bir de ayncalığı
vardı: evlenme yıldönümümüzdü. Kah-
velerimizi yudumlarken mutluluğumuz-
dan ve evlenme yıldönümümüzden söz
ettık. 'Onatko bugiin evleneli tam beş
vılüldu, yedi yıldır da birlikteyi/, na-
sıl geçti bu vıllar hiç anlamadım, dün
gibi sanki', dedım. Oda bana 'Evet, Fi-
lizciğim, ben de anlamadım, ama mut-
lu yıllar zaten çabuk geçer, mutsuz yıl-
lar ağırdır. geçmekbilmez. Havatınıın
e-n mutlu yıllarını seninle geçiriyorum,
sanki içimden berrak bir nehir akıyor
Bir evlenme yddönüınü
gibi... Öyle mutluyum ki...' dedi.
... O gün. bana kafeye bır uğramamı
söylemıştı. Bir an tereddüt ettım, ama o
gün ona hiçbır şey için hayır demek ıs-
temiyordum. (Sonradan ona ha> ırdeme-
diğim için günlerce. aylarca yandım.)
Marmara otelinin kafesine hayli geç gıt-
tim. Saat yediyi geçmiştı. Uzaktan dik-
katimi çekti: kafe her zamankı gibi ay-
dınlık değildi...
Pek kimse de
yoktu. Garıp
geldi ama. her-
halde bugün
servıse kapalı
diyedüşündüm.
Hızla eve git-
tim. Gecikmiş-
tim. Onafın be-
ni merak edece-
ğını düşünerek
kaygılandım
Evin sokağina
saptığımda. ba-
şımı kaldınp
pencereye bak-
tım. Işık yoktu,
çok meraklan-
dım. Hızla yu-
kan çıktım. telesekreterde bırkaç mesaj
vardı. Onat'ın oğlu Vlazlum şöyle diyor-
du:
- Filiz Hanım. otelde hafif bîr pat-
lama olmuş. Babam hafif yaralanmış,
şu anda Amerikan Hastanesi'ndeyiz.
Yatması için muameleleri yapıyoruz...
... Gözlerimden yaşlar boşanarak has-
taneye koştum. Herkesin. bana durumun
ciddiyetini belli etmek ıstememelerine
rağmen durumun ciddı olduğunu anla-
dım... Duyduğum acı korkunçtu. lnana-
mıyordum. Iki saat önce mutluluk ıçın-
de aynlmıştık. Nasıl bir gündü bu?
... Neredeyse nefes almadan. umutla
doktoru dinlemeye başladık. Şöyle dedi:
Onat Bey hayati tehlikeyi atlattı. (içım
sevinçle doldu!)Hemen arkasından ekle-
di; bırdaha hayatı boyuncayürüyemeve-
cek. Kulaklanma inanamadrm. dokto-
run söylediğı ıhtimali unutmak istemış-
tim herhalde. Üzüntüm onun ne kadar
üzüleceğini bildığim içindi, öylesine ha-
yat dolu. hareketli. oradan oraya koşma-
yı seven bir adam böyle vaşamayı nasıl
kabui edecekti. bu acıy a nasıf katlana-
caktı?
... Canım Onatımı odasında birkaç
dakika gördüm. Baygındı, yüzü öylesi-
ne şismiştı ki korktum. Doktor. uzun za-
man narkoz aldığı için bunun normal ol-
duğunu söyledi. Üzüntüden sarhoş gı-
biydim.
... Sabah erkenden hastaneye koştum,
iznini alıp gülümsemeye çalışarak oda-
sına girdim. Çektiği acıyı görünce ıçim
parçalandı. Onu iyi tanınm. ne kadar
hasta olsa, agnsı olsa hiç sesı çıkmaz.
Öğleden sonra bir kez daha gördüm.
'Daha iyiyim, yalnız avaklarım çok
ağrıyor. ne var ayaklarımın üzerindc"
dedi. Krtesı sabah ağrılan a/alnııştı. sa-
kinlcşmişti. Odanın kapısmdan yine gü-
lümscycrek girdim, içeıdc bir hemşıre
vardı. Ama sanki kimse yokmuş gibi
dav randı. İlk sözü 'Seni çok seviyorum'
oldu.
... Bu olaydan bir hafta önce korkunç
bir rüya görmüştüm. Rüyamda Onat'ın
kollannı bacaklannı kopanyorlardı, sa-
dece gövdesi kalıyordu. Gözümü açtı-
ğımda bır an evımizde olduğumuzu al-
gılayamadım. sonra Onat'ı uyandırdım,
rüyamı anlattım. çok korkmuştum. Be-
nı sakinleştirme-
>e çalıştı, sanldı
bana, 'Bak ya-
nındayım ca-
nım, hadi güzel
güzel tekrar
uyu' dedi. Erte-
si gün bile keyif-
sizdim. o rüya-
nın etkisindey-
dim. Bu korkunç
olaydan sonra
rüyamı tekrar
hatırladım.
... İkinci ame-
liyattan sonra o
sevgıli yüzü hiç
g ö r e m e d i m.
Doktorlar de-
vamlı olarak bana 'durumu birazdaha
dü/elsin, daha sonra görürsünü/' di-
yorlardı. Israrcı davranmadım, nasılsa
onu çok görecektim, istediğim kadar ku-
caklayabileccktim. Kendimi güçlü tut-
maya çalışıyordum.
...Ama düşüncesmi bile kafamdan
uzaklaştırdığımo korkunç gün geldi. 11
Ocak sabahı henüz evden çıkmadan acı
haberi aldım. Bazen umut dolu bazen
çok umutsuz hastane günleri bitmişti.
Böyle bir sona inanamıyordum.
... Bugün hâlâ inanamıyorum bütün
bunlan gören. yaşayan ben mıyim? Ca-
mıde. Aşiyan'da duran ben miydim? Bu
öyle derin. tçımden çıkmayan bir acı ki.
Onun ölümlü olabileceğini sanki hiç dü-
şunmemıştim. Ikı saat içinde olağanüs-
tü güzel biryaşam nasıl değtşmişti. Ken-
dimden, bırlikteliğimizden daha çok o
güzel. değerlı ınsanın yaşamının bıtme-
sine üzülüyorum.
Yaşasaydı daha neler
yazabilirdi
... İlhan Selçuk. Onat'ın "Giindem-
deki Konu" kitabına yazdığı güzel ön-
sözde şöyle diyor:
•'Yaşasaydı. daha neler vazabilece-
ğini diişündükçe, > itirdiğimizin ne ol-
duğunu çok daha çarpıcı bir biçimde
duvumsuyorum."
Gerçekten hepimiz çok önemli birini
yitirdik. 1995yılı için kendini sadeceya-
zı yazmaya hazırlıyordu. Bana, 'Fiİiz,
94 kötü bir yıldı ama 1995 çok iyi ola-
cak, içim coşku dolu, çok güzel ya/ı-
lar >azacağım, seninle de çok güzel se-
yahatler yapacağız sen de fotoğraf çe-
kersin* demıştı.
... Onat umutsuzluk sevmezdi, hep ge-
leceğe. insanlara umutla bakmayı sever-
di. O hiç aklımdan çıkmıyor, onu ağla-
yarak değil, gülümseyerek anmak istiyo-
rum, onun isteyeceği gibi. ama başara-
mıyorum. Evlenme yıldönümümüzde
birbirimize aldığımız hediyeleri vereme-
dik. Biryıl önceki yıldönümünü hatırlı-
yorum. Bana aldığı güzel hediyenin ya-
nına birde bana sevgisıni anlatan çok gü-
zel bir mektup koymuştu. Bu yıl da he-
diyeylebırlikteondanküçükbirnotbek-
liyordum. Onu kaybettikten günler son-
ra sevgıli Serra'yla bırlıkte ceketınin ce-
binde bana aldığı güzel gümüş. kolyeyi
bulduk.
... Hep onunla geçirdiğim günleri, yıl-
lan düsünüyorum. Böyle olağanüsrü bir
adamla olağanüsrü yedi mutlu yıl yaşa-
mak büyük bir hediyedir diye düşünüyo-
rum. ama daha uzun yıllar böyle yaşa-
yabilirdik.
Onu düşünürken mutluluk, acı ve öz-
lem birbinne kanşıyor. Insanın içini ısı-
tan tatlı bakışlan, güzel kahkahalan hiç
mi hiç aklımdan çıkmıyor.
Canım Onat'ımın hatırası ve acırnla
birlikteyasamayı öğreneceğim herhalde.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Pahallı Yaşamak...
Neredeyse bütün bir tren yolculuğu boyunca, pa-
hallı yaşamak ne demektir, diye düşündüm.
Böyle birini çok iyi, kendim kadar iyi tanıdığım için.
Gerçekten pahallı mı yaşıyor, bilemiyorum. Ama ki-
m't yakın çevrelerince pahallı yaşadığı hep söylene-
gelmişir; hem yüzüne karşı, hem de arkasından.
Onun da adı Ahmet Cemal. O da benım gibi, bir
ıttihatçı paşasının torunu ve ölünceye kadar alkol
bağımlısı kalmış bir babanın oğlu. Bugün bile anla-
yamadığı nedenlerden ötürü, babasının ailesince hep
dışlanmış. Üstlelik öylesine dışlanmış ki, bundan yıl-
lar önce, baba tarafından bir üçüncü kuşak kızı ül-
kenin en zengin sanayicilerinden birinin oğluna ge-
lin giderken, büyük bir otelde yapılan düğüne bile
çağn/mamış. Sonradan kulağımıza gelenlere bakılır-
sa, belki takım elbisesinın olmamasından ya da son-
radan "damattan" borç istemeye kalkmasından kor-
kulmuş...
Evet, bu hep pahallı yaşadığı, hesabını bilmediği
söylenen adaşım da tıpkı benim gibi, ilkokuldan son-
ra bir yabancı liseye verilmiş. Ama o lisedeki öğreni-
mini, babası sonunda içkıye ve haremine para yetiş-
tiremez olduğundan, ancak babasının patronunun
parasal yardımlanyla tamamlayabılmiş. Ve yabancı
bir lisede okumanın bedelini, yıllık kitap ve defter gi-
derierinin listesini bile babasına değil, ama bir yaban-
cıya vermek zorunda kalmaktan kaynaklanan aşa-
ğılık duygusuyla, yani çok pahallı ödemiş.
Sanınm pahallı yaşama alışkanlığını da böyfe edin-
miş...
Universiteyi, hem annesine hem de kendisine bak-
mak zorunda olduğu için çalışarak ve -öyle bütünle-
meye faJan kalacak lüksü olmadığından- tam dört yıl-
da bitirivermiş. Ardından, geçmişindeki pahallı yaşa-
ma bakıp akıllanacak ve bir an önce "yolunu bulma-
ya" kalkışacak yerde, akademik kariyer yapma me-
rakına düşmüş. Hocalarının "çok parlak" diye nite-
lendirdikleri birdoktora öncesi eğitiminden sonra, ar-
tık parasal güeünü bütünüyle yitirdiğinden, tezini ve-
remeden akademik yaşamını noktalamış.
Gelgelelim "alışmış, kudurmuştan beter olduğun-
dan", adaşım, karşısına çıkan oîanaklara ve yapılan
önerilere karşın, şansını yine para getirecek işlerde
değil, fakat en kısır alanlarda aramış. "Ben edebiyat
çevırileri yapacağım", diye tutturmuş. Bu arada da-
ha ilkokul sıralannda edindiği bir alışkanlıktan, kjtap
okuma ve -daha da kötüsü!- kitap satın alma alış-
kanlığından da vazgeçememiş. O yıllarda, evde ço-
ğu kez sade suya makarnadan başka yiyecek yok-
ken o, kimi zaman borçlanarak, kitap almayı sürdür-
müş. Böylece zamanın akışı içersinde kitaplığı gide-
rek büyürken, yaşadığı kira evinin eşyaları da gide-
rek daha dökülür olmuş. Baba tarafındaki aile büyük-
lerinden biri öldüğünde ailenin öteki üyeleri, onun
evindeki eşyaları "torunlara" dağıtmaya karar ver-
mişler. Ama değerli parçalar "öteki" torunlara gider-
ken, adaşım yalnızca eskicilerin bile dönüp bakma-
yacakları kadar partal bir koltuğa layık görülmüş.
Belki de böylece kendisine pahallı yaşamını biraz
"ucuzlatması" yolunda bir uyanda bulunulmuş. Gel-
gelelim evindeki kitaplara demirbaş eşya, eşyalara
ise gereksiz yer tutan nesneler gözüyle bakmaya
çoktan alışmış olan adaşım, o ko/tuğu "okuma kol-
tuğu yaparım" diye evine götürmekte sakınca gör-
memiş...
Her neyse, yıllargeçmiş, adaşımın evinde bulunan,
başkalarının yazdıkları kitaplara zaman içersinde
kendi çevirdiği kitaplar eklenmiş, o raflar uzadıkça
uzamış; çeviri alanı yalnızca edebıyatla sınırlı olmak-
tan çıkıp felsefeye, sanata, sanat kuramına, esteti-
ğe kadar uzanmış (geçen gün ben de baktım, çevir-
diği kitaplann sayısı neredeyse elliyi bulmuş...). Bun-
lara, çeşitli dergilere ve gazetelere yazdığı ve kendi-
sinin sayısını çoktan unuttuğu yazılar da eklenmiş.
Ne var ki, bütün bunlar, onun "pahallı" yaşadığı ger-
çeğini bir türlü değiştirememiş. Çünkü ömrü boyun-
ca yaptığı bütün çevirilere ve yazdığı yazılara karşı-
lık aldığı paranın toplamı, bugün için örneğin en kü-
çüğünden bir kat almak için gereklı paranın çok, ama
çok gerisinde kalmış.
Zaten adaşımın böyle merakları hiç olmadı. O, bu-
gün ellili yaşlannın ortasına gelmesine karşın, hâlâ bir
kira evinde oturmakta. Kimi aylar telefon, elektrik ya
da su parasının biraz fazla gelmesiyle hâlâ ciddi sar-
sıntılar geçirebıliyor. Gerçı bu duruma da alışkın ol-
madığı söylenemez; çünkü seçimleri, onu yaşamı
boyunca "borç" kavramıyla kardeş kıldı. Ödeyebil-
diği, çoğu zaman da zamanında ödeyemediği, bu
yüzden "yasalyollarta " neredeyse burun buruna gel-
diği borçlanyla. Kısacası, yaşamının bedelini hâlâ
çok pahallı ödüyor. Ama bütün bunlara karşın uslan-
mış değil ve görünüşe bakılırsa böyle bir umut artık
hiç yok. Üstelik son yıllarda "pahallı" meraklanna bir
başkası dahaeklendi. "Birikimlehmi gençlerfe pay-
laşmak ve onlara aktarmak, benım için bir ihtiyaç",
diye tutturup, yeniden üniversiteye döndü. Çeviri ça-
balarını da, ilerde sanat dallannda okuyacaklara bir
katkısı olur diye, ancak büyük zahmetlerle ve uzun
zamanda gerçekleştirilebilecek projeler üzerinde
odaklaştırmaya koyuldu. Böylece "kısa" zamanda
para kazanabilme olanaklannı bir kez daha tepti.
Bunca güvencesiz bir yaşamda, ilerde kendişini çok
zor günlerin beklediği kesin. Ama o, buna hiç aldır-
mıyor..
Doğrusunu söylemek gerekirse, adaşımı bu tutu-
mundan ötürü suçlamıyonjm. Başkaları gibi: "Çok
pahallı yaşıyorsun, geleceğin ne olacak?" diye so-
ramıyorum.
Çünkü, diyorum kendi kendime, artık her şeyin
çok ucuza gitmeye başladığı bir ortamda ve zaman-
da, belki yaşamını ucuzlatmamakta direnmekde -en
azından bazılan için- ayakta kalabilmenin kendine öz-
gü biryoludur...
Gerçek Şanafta Mehmet
Kemal söyleşisi
Kültür Servisi - Sosyalist edebiyat ve kültür dergisi
Gerçek Sanat'ın ocak sayısında gazetemiz yazan
Mehmet Kemal'le yapılan bir söyleşi yer aiıyor.
Muazzez Menemencioğlu'nun söyleşisinde Mehmet
Kemal şiir üzerine düşüncelerini aktanyor. 'Gerçek
Sanat'ın diğer sayfalanna ise Erdoğan Alkan 'Şiirde
Yenilik' adlı yazısı, Müştak Erenus 'Anı' adlı şiiri,
Mehmet Başaran 'Tıbbıyeli Muzaffer' adlı öyküsü,
Hüseyin Hilmi Bulunmaz 'Kendini Bağışlamaktan
Korkmalı Insan'. Zihni Anadol 'Işçi Sınıfinın
Yorulmaz Yazan Kemal Sülker' başlıklı yazılanyla
konuk oluyor.
Orfıan Coplu'dan Karikatijrlepte
Türkiye'
Kültür Servisi - Orhan Coplu'nun 'Karikatürlerle
Türkiye' sergisi 11-14 ocak tarihleri arasında İzmir'de
6. Meturex Akdeniz Turizm Fuan'nda
gerçekleştirilecek. Izfaş ve Atlantis Otel
sponsorlugunda düzenlenen sergide 30 adet çahşma
yer aiıyor. Sergi aynca Ocak '96 içinde Internet
aracılığıyla tüm dünyadaki Internet kullanıcılannın
izlenimine sunulacak.