27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 OCAK 1996 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 i Onat, iştekararch...ZEYNEPAVCI Istanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu. "•The" Marmara Oteli "Cafe^sınde şı$man olduğu için seçildiğı besbellı bir Noel Baba. elînde çanıyla dolaşmaktan sıkıldı. kapının kıyısındakı gmenlik gö- revlisıyle sohbete koyuldu. Patates suratlı Kuzey Avrupalı kadın- lar kötü bir aksanla "Fiveo'clocktea'" si- parişı verdiler. Betsesli.kayış suratlı Ye- şilçam gediklısi yeni yazdığı senaryoyu bagıra bağıra anlatıyordu. Karşısında oturan kadın zanf hareketlerle esncme- sini gizledı. Salaş çantasından para ciizdanını çı- karmak ıçin debelenıp duran yağlı saçlı genç adam kütük taklıdi bır pasta beğen- dı. Pastanın şık kufusuna yerleşmesını beklerken aynı salaş. çantadan son model bır cep telefonu çıkanp lezgâha dayan- dı, gevezeliğe koyuldu. istanbul'da rüzgâr kıbleden esıyordu. Yılbaşına bırkaç gün kalmıştı. Onatöle/i çok olmuştu. Insan bır kaldmmın üstünde karnında dayanılmaz acılar ve kanîarla >atmadan çok önce -belki de defalarca-tatmıştır öliimü. Kaldırımda yatan yalnızca be- den... Kanayan. can çekışen yıne o be- •den; bir yığın kemikten, bır alay etten. kandan. sınirden... O kadar. Zavallı bc- denlertaşıdıklan insan kadar yücelemez- ler. dayanıklı olamazlar hiçbır zaman. Zavallı ınsan bedene mahkûm. Yagerçek yaşam. ya gerçck ölüm? insan. bedenın ölümünden önce kımbilir kaç kcz kılık- tan kılığa gıren azraillere teslim olmuş, "kendPnı yaşamayıp varlığını yaşatmak içın nıce ölümlerin acısını içıne göm- müştür. "... Şimdi hurada sayıp dökmem ola- naksK tüm o anılar, alttn parçaları gibi çınlıyor kulağımda. Ve i$te, içinde ma- samın, kâğttlarımtn da bulunduğu ka- ra birposta trenindegüzün karanlık tü- nelinden geçiyoruz. Sonra belki de çok uzun sürecek karlı, soğlık bir kt$a gire- ceğiz, Bir kif uykusuna. Öyleyse çok ki- $iyle biHikte şu soruyu sormanın tam zamanıdır: Dayanabilecek miyiz? Gele- ceğin, arkasını görünmez bir elin sırla- dığı aynasmda nasılbiryüzgöreceğiz'.'" istanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu. Yılbasına birkaç gün kalmıştı. Bedenin ölümü hafızayı körleştinyormuydu? Sa- kın ha! Yüregin hüzünJe titreyişi Onat bıraz çocukluğunun gizemli An- tep'indeyaşamışolmalı. Doyasıyayaşa- mışolmalıçocukluğunun Antep'ini. Sa- n-sıcak suskunlukta. sessizliğin. düşün- cenın, saygının egemenliğıni tatmış ol- malı. Kuru rüzgânn getırdiğı bakirçiçek _ kokularını duymuş. temız tozu soiumuş olmalı. Gö/ündeki çocukça bakışlar o birkaç yıldan bu yana olduğu gıbı kalan- lardı. "Birtaşa oturdum, birşeylerin olma- sını bekledim. Ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Bir hışırtı geldi doğudan. İpek birkumaşın açılısı. başakların rüz- gârla titreyişigibi..." istanbuİ'da rüzgâr kıbleden esiyordu. Hışırtı kıbleden geliyordu. Birsavaşbay- ragmın açılışı, yüreğin hüzünle titreyişi gibi. Taksım meydanından yoğun kalaba- lıklar darmadağın geçiyordu Mekanik bir piyano duygusuz seslerle "Fû'r EB- se"yi çalmaya başladı. Kıble rüzgârı etekleri kaldırdı. ijapkalan uçurdu. şem- siyeleri tepctaklak etti, kafalan kanştır- dı. Onat öleli çok olmuştu. Onat azıcık da Paris'in kahvelerinde keyfinceya^amış olmalı: toplasanız bir- kaç ay gibi tutar o günlerin hepsi. Koyu kahvesıni yudumlamış olmalı, parayı- pulu. hın-gürüdüsünmedengeçınlen kı- mi dakıkalar bo> unca. Arada bir Nouvel Obs'dan ba^ını kaldınp Seıne Irmağrnın kokutannı getıren ılık yelin dalgalandır- dığı tazeyeşıl kestaneağaçfannı seyret- miş olmalı. Kimsenın görmedığı bir Pa- ris'in öykülennianlatmış olmalı sevdık- lerine. Aşkın azgınca dolaştığı kaldırım- lardaki günahkâr kokulan şiirceye ter- cüme etmiş olmalı. Bakışlannın dalgın- lığında zaman zaman gezınen hınzırlık o günlerden kalmış olmalı. "... Mezartıklar güzeldir Paris'te. Hastaneler ise çirkin ve kasvetlL" Sinematek yıllarında çaresızliklerin onu boğmadığı dakıkalan, bazen de sa- atleri. tadını çıkararak yaşadıgına emi- nim. Insan sevgısıyle sinema sevgisinı, hemdeTürkiyenınkoşullannda. birara- da götürmenin ağırlığından bunalmadı- ğı keyıflı dönemlergeçırmiştirOnat; bi- liyorum. Sohbetın ko>uldugu. kahkaha- nın yükseldiği, daracık. sigara dumanı dolu odalarda her şcyin unutulduğunu gördüm de. "... Film bulamadıkça hep Potemkin gösterdiğimiz (fena dayapmadığımız) o yıllarda Ötner,< makine dairesinde bo- zuk gösterici ile terleyerek uğraşırken salonda sessiz üyeler Eyyubpeygambe- rin sabn ile beklerlerdi. İçterinden ne- ler geçtiğini hilirdim, ama bir gün bile saygısızlık etmediier. Sesleri çıkmtyor diyekızardım onlara. Güliimseyerek ba- karlardı. Çünkü çook hoşgörülü idi- ler..." Devletin hercinsten güeünü. kuvveti- ni. düşünen. okuyan. konuşan. insanlığı. gelişmeyi savunan insanlan yıldırmaya yönelttiğı dönemlerde. Onat ne kadar ya- şamıştır? Kaşlannı çatmadan durabıldi- ği cn uzun süre ne kadar olmuştur* Mer- hametten yüreğınin sızlamadıgı bir an bile geçirebilmiş midir? Nasıl bir alacakaranbk Ansızın bır kahkaha atarak karsısında- kine hedef şaşırtmayı bcccrse de. da/ıp gittiğindc onu bir bulut gibi içıne alan. yutan, küskün bırsessi/liğe büründüren hüzün o sıralarda olgunlaşmıştı sanırım. O hüzün dogdu. büyüdü. gelişti ve hıç öl- medi: Onat'ın ölümünü bekleyecek ka- dar kuvvetlenmiştı. "... Çünkü sık sık soruyor değil miyiz kendimizt'? Bu gördükterimiz, görmek- teolduklanmtzmıdü$,yoksageçmi$yıl- lardayaşudıklanmız mû Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir? A nsızın bir / | kahkaha JLX- atarak karşısındakine hedef şaşırtmayı becerse de, dalıp gittiğinde onu bir bulut gibi içine alan, yutan, küskün bir sessizliğe büründüren hüzün o sıralarda olgunlaşmışti sanırım. O hüzün doğdu, büyüdü, gelişti ve hiç ölmedi; Onat'ın ölümünü bekleyecek kadar kuvvetlenmiştı. ir çemberle sıkıştıran hayatı zorla durdurmayı becerebildiği, kalemini kâğıdını alıp yazdığı o pınl pınl dakikalarda yaşadı Onat. Nasıl da zor bulunur anlardı onlar. Nasıl kıymetliydiler, nasıl bir koşturmacayla yakalanıyorlardı... O anlan coşkuyla yaşadı Onat, hiç ölmeyecekmiş gibi. Coşkusu suskundu. Bence içten içe atıyordu kahkahalannı. En kıymetli kahkahalar onlardı; hiçbirimize duyurmadı. .Va.v// bir alacakaranlık... Geceyle gündüzün arasına sıktşmış uzun bir kör saaU Geçmişle geleceğin, doğuyla batt- nın, ölümle yuşamın arasına sıkışmış. Alacakaranlık görünmez bir çevrintiy- leyutup götürüyor her }eyi Bu noktada onurta aiçakiığın sınırla- rı birbirine karışır. Her$eyin, Direnme- nin, köşeyi dönmenin, özgüHüğün, tut- suklığın. Çıkmak? Böyle durumlarda herkesten önce birilerinin dönüp kapı- ya bakmaları gerekir. Oysa Bizans 'm iç içe çemberlerinde sıkiftırUmif köle sar- hoşluğu ile dolanıyoruz." Birçemberle onu sıkıştıran hayatı zor- la durdurmayı becerebildiği, kalemini kâğıdını alıp yazdığı o pınl pınl dakika- larda yaşadı Onat. Nasıl da zor bulunur anlardı onlar. Nasıl kıvmetliydiler. nasıl bir koştunnacayla yakalanıyorlardı... O anlan coşkuyla yaşadı Onat, hiç ölmeye- cekmiş gibi. Coşkusu suskundu. Bence içt.-r ıçeatıyordu kahkahalannı. En kıy- rr>ctli kahkahalar onlardı; hiçbırimizedu- } urmadı. İstanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu. Sersem edici, yapışkan hava. Ne yapsa kurtulamıyordu insan o rüzgârdan. Gözyaşlan için vakit çok geçti. Onat öleli çok olmuştu. "Yetkin insan duyularımıza hoş gelir; hem sert, hem körpe, hem degüzel koku- lu bir odundan yonrulmuştur. Kendinc varayan şe>den tat alır \ alnız; >arama SH nırı aşıldığı an tat alması da. hoşlanması da biter. Zarariı bir şe> in ilacı nedir kes- tirir; körii rastlantıİarı kendi çıkarına kullanmasını bilir: onu öldürnieyen şe\ daha güçlii kılar. Gördüğü, işittiği,yaşa- dığı her şeyden kendi payını çıkarır içgii- düsuyte: Ayıklavıcı bir ifkedir, pek çok şe>i geri çevirir. İster kitaplarla, istcr in- sanlaıia ya da bölgelerie olsun, hep ken- diçcvresındedir: Seçtiğine,izin \ erdigine, güvendiğine öviinç getirir. Her rüriti uva- nnıa karşı yavaşlıkla, uzun bir kollama- nın, istenmiş bir gururun içinde yer etti- ği o yavaşlıkla tepki gösterir. YakJaşan uyarımı önce gözden geçirir: onu karşı- lamayı düşünmez bile. Hem kendi ken- disivle, hem başkalanyla başeder; unut- rnasını bilir. Ö>lcsinegüvlüdür ki,her şey onun iyiliğine çalışuv." Göz) aşı olanı biteni temfelemiyor Nietzsche'den bu satırlan okuduğum- da Onat yaşı>or vc hüzün duyuyordu. Yetkın ınsan tanımına uyan ınsanlann böylesıne güçlü olmalanna karşın neden herşeyin onlanrı iyiliğine çalışmadığını düşünmüştüm. Türkiye'deki yetkın in- sanlar hem yetkınlıklerinı Türkıyelılik- ten ötürü kullanamıyorlar. hem de suç- lanıyorlarsa. her şeyonlann iyiliğine ça- lışıyor olabilir mıydi'.' Barı insancayaşayabılselerdi... "Birbilim adamını, bir sanatçıyı, bir gerçek aydını ne kadar yetiştirdiğimizi düfünüyorum da olup bitenlere bir tür- lü akıl erdiremiyorum. Bilim ve sanat ağacının daliarmın, hangi özgür kay- naklardan gelen sularla beslendiğini düşünüyorum da, bu ağacı karanlıkta bırakarak, en sağlam daüarım budaya- rak, çevresinde asıtmaz bir beton duvar örerek neyapmaya çalıstığımızı anlaya- mıyorum. L Ikemizin bir Iran olmadığı- nı biliyorum. Geçmifin karanlıklarma dönmeye kimsenin niyeti olamaz ülke- mizde. \ice çekicı degelse bu ûlem-ies- rar dan aklın ve yaşamın aydınlığına çıkmak zorundayız, Sert toprağı, en olumsuz koşullar altında delen her to- humu. gün ışığınayönelen har dalıgö- zümüzgibi korumak zorundayız. Onla- rayalnız o/madıklarını, bu ülkenin bili- me, sanata, özgürlüğe içtenlikle bağlı insanlarla aydınlığa çıkacağına olan inancımızın bir </«} olmadığını anlat- mak zorundayız." Istanbul'da rüzgâr kıbleden esiyordu. Onat'ın ölümünden çok yaşamını dü- şünmek zamanı. Gözyaşlan olan biten- leri temızlemiyor. "Tne"' Marmara Oteli'nin yılbaşı ön- cesi atmosferinde 59 yıllık ya$amda Onat'ııı kapladığı yeri düşünüyordum. Düşünen, duygulanan. yaratan. aydınlık bir ruhun o sıradan insan için yapılmış bedenden, o sıradan ınsandan ötesini is- tcmeyen, sıra dışılığı cezalandıran. ren- gi solduran, bereketi kurutan ortamda Onat ne kadar Onat gibi yasamıştır diye düşünüyordum. Yükselen değerleraklı- ma gelıyor. eanım sıkıltyordu. Kıbleden esen rüzgâr iyice kesiyordu soluğumu. Onat sordu: "Bırakalım bir yana gevezeliği. Biz kim olduğumuzu biliyoruz. Geleceğin çifiçileri. Ama siz kimsiniz? Tacirya da ba$ka bir $ey. A/ışverişi bizden iyi bilir- siniz. Öyleyse şu soruya biryanıt bula- lım: Bu alışverişinfaturasını niçin ben susarak ödemek zorundayınt?" Onai susalı bıryıl olmuş. fNot İtalikalmtılarOnatKutlar'm "Ye- ler ki Kamrmasın " adlı kitabından yapıl- mıştır.) rıyatm sanatçısı Filû Kutlar. heruheriiklerintrt vedinci vılın- da, evlilik vıldânümlennden birkaç gün önce vitirdi eşi Onat Kutlar 7. Bundan tam bir vıl önce. ıımutla umulsuzlıık arasındagidipgeldiği ka\ gılt bekley if .\ona ermi$ti, kaıiibir son- lu. GeçenyıİOnat Kutlar ın kendisine e\- lilik yıldöniimlerinıie yazdtgı mektuhu, Onat\ı: bir vtltn sonundada olsa vanıtsız btrukmadı Filiz Kutlar. Aşağtda okuyacuğmtz metin, senaryo- lart. öyküleri, şiirleri. denemelerı, söyleşı- leriyle birer 'okurdostu 'okiuğumuz Onat Kutlar ın vaşanundan çok kisi.se/birkesit: ona ait hır mektup... Yüzünü, uncak fotoğraflannda görmüs olanlarm. onunla ancak yazıları aracılı- ğtyla söyfesebilmifler için ujak birpence- re. yaşamtna clair ... Kötügeçen birgeceden sonra sabah erkenden yüreğimde bıracıyla uyandım. Geçen yılın 30 aralık sabahını düşün- düm hemen. herzamanki gibi saat sekiz cıvannda uyanmıştım. Mutfaktan mis gibi kahve kokulan geliyordu. Kendi kendimegülümsedim, içım mutlulukla doluydu, zaten onunla yaşadığım yıllar boyunca hep mutluluk- la uyandım. (Büyük bir mutluluğu da bü- yük bır acıy ı da onda yaşadım.) Ona ses- lendım: Sabah kahvesi - Onatkoo kahvenin hepsi bitti mi? - Bitti canımın içi, ama ben sana he- men yenisini yaparım... . Onunla bir sabah kahvesi içip soh- bet etmezsem, güne eksik başlıyorum gibi gelirdi. Bu sabahın bir de ayncalığı vardı: evlenme yıldönümümüzdü. Kah- velerimizi yudumlarken mutluluğumuz- dan ve evlenme yıldönümümüzden söz ettık. 'Onatko bugiin evleneli tam beş vılüldu, yedi yıldır da birlikteyi/, na- sıl geçti bu vıllar hiç anlamadım, dün gibi sanki', dedım. Oda bana 'Evet, Fi- lizciğim, ben de anlamadım, ama mut- lu yıllar zaten çabuk geçer, mutsuz yıl- lar ağırdır. geçmekbilmez. Havatınıın e-n mutlu yıllarını seninle geçiriyorum, sanki içimden berrak bir nehir akıyor Bir evlenme yddönüınü gibi... Öyle mutluyum ki...' dedi. ... O gün. bana kafeye bır uğramamı söylemıştı. Bir an tereddüt ettım, ama o gün ona hiçbır şey için hayır demek ıs- temiyordum. (Sonradan ona ha> ırdeme- diğim için günlerce. aylarca yandım.) Marmara otelinin kafesine hayli geç gıt- tim. Saat yediyi geçmiştı. Uzaktan dik- katimi çekti: kafe her zamankı gibi ay- dınlık değildi... Pek kimse de yoktu. Garıp geldi ama. her- halde bugün servıse kapalı diyedüşündüm. Hızla eve git- tim. Gecikmiş- tim. Onafın be- ni merak edece- ğını düşünerek kaygılandım Evin sokağina saptığımda. ba- şımı kaldınp pencereye bak- tım. Işık yoktu, çok meraklan- dım. Hızla yu- kan çıktım. telesekreterde bırkaç mesaj vardı. Onat'ın oğlu Vlazlum şöyle diyor- du: - Filiz Hanım. otelde hafif bîr pat- lama olmuş. Babam hafif yaralanmış, şu anda Amerikan Hastanesi'ndeyiz. Yatması için muameleleri yapıyoruz... ... Gözlerimden yaşlar boşanarak has- taneye koştum. Herkesin. bana durumun ciddiyetini belli etmek ıstememelerine rağmen durumun ciddı olduğunu anla- dım... Duyduğum acı korkunçtu. lnana- mıyordum. Iki saat önce mutluluk ıçın- de aynlmıştık. Nasıl bir gündü bu? ... Neredeyse nefes almadan. umutla doktoru dinlemeye başladık. Şöyle dedi: Onat Bey hayati tehlikeyi atlattı. (içım sevinçle doldu!)Hemen arkasından ekle- di; bırdaha hayatı boyuncayürüyemeve- cek. Kulaklanma inanamadrm. dokto- run söylediğı ıhtimali unutmak istemış- tim herhalde. Üzüntüm onun ne kadar üzüleceğini bildığim içindi, öylesine ha- yat dolu. hareketli. oradan oraya koşma- yı seven bir adam böyle vaşamayı nasıl kabui edecekti. bu acıy a nasıf katlana- caktı? ... Canım Onatımı odasında birkaç dakika gördüm. Baygındı, yüzü öylesi- ne şismiştı ki korktum. Doktor. uzun za- man narkoz aldığı için bunun normal ol- duğunu söyledi. Üzüntüden sarhoş gı- biydim. ... Sabah erkenden hastaneye koştum, iznini alıp gülümsemeye çalışarak oda- sına girdim. Çektiği acıyı görünce ıçim parçalandı. Onu iyi tanınm. ne kadar hasta olsa, agnsı olsa hiç sesı çıkmaz. Öğleden sonra bir kez daha gördüm. 'Daha iyiyim, yalnız avaklarım çok ağrıyor. ne var ayaklarımın üzerindc" dedi. Krtesı sabah ağrılan a/alnııştı. sa- kinlcşmişti. Odanın kapısmdan yine gü- lümscycrek girdim, içeıdc bir hemşıre vardı. Ama sanki kimse yokmuş gibi dav randı. İlk sözü 'Seni çok seviyorum' oldu. ... Bu olaydan bir hafta önce korkunç bir rüya görmüştüm. Rüyamda Onat'ın kollannı bacaklannı kopanyorlardı, sa- dece gövdesi kalıyordu. Gözümü açtı- ğımda bır an evımizde olduğumuzu al- gılayamadım. sonra Onat'ı uyandırdım, rüyamı anlattım. çok korkmuştum. Be- nı sakinleştirme- >e çalıştı, sanldı bana, 'Bak ya- nındayım ca- nım, hadi güzel güzel tekrar uyu' dedi. Erte- si gün bile keyif- sizdim. o rüya- nın etkisindey- dim. Bu korkunç olaydan sonra rüyamı tekrar hatırladım. ... İkinci ame- liyattan sonra o sevgıli yüzü hiç g ö r e m e d i m. Doktorlar de- vamlı olarak bana 'durumu birazdaha dü/elsin, daha sonra görürsünü/' di- yorlardı. Israrcı davranmadım, nasılsa onu çok görecektim, istediğim kadar ku- caklayabileccktim. Kendimi güçlü tut- maya çalışıyordum. ...Ama düşüncesmi bile kafamdan uzaklaştırdığımo korkunç gün geldi. 11 Ocak sabahı henüz evden çıkmadan acı haberi aldım. Bazen umut dolu bazen çok umutsuz hastane günleri bitmişti. Böyle bir sona inanamıyordum. ... Bugün hâlâ inanamıyorum bütün bunlan gören. yaşayan ben mıyim? Ca- mıde. Aşiyan'da duran ben miydim? Bu öyle derin. tçımden çıkmayan bir acı ki. Onun ölümlü olabileceğini sanki hiç dü- şunmemıştim. Ikı saat içinde olağanüs- tü güzel biryaşam nasıl değtşmişti. Ken- dimden, bırlikteliğimizden daha çok o güzel. değerlı ınsanın yaşamının bıtme- sine üzülüyorum. Yaşasaydı daha neler yazabilirdi ... İlhan Selçuk. Onat'ın "Giindem- deki Konu" kitabına yazdığı güzel ön- sözde şöyle diyor: •'Yaşasaydı. daha neler vazabilece- ğini diişündükçe, > itirdiğimizin ne ol- duğunu çok daha çarpıcı bir biçimde duvumsuyorum." Gerçekten hepimiz çok önemli birini yitirdik. 1995yılı için kendini sadeceya- zı yazmaya hazırlıyordu. Bana, 'Fiİiz, 94 kötü bir yıldı ama 1995 çok iyi ola- cak, içim coşku dolu, çok güzel ya/ı- lar >azacağım, seninle de çok güzel se- yahatler yapacağız sen de fotoğraf çe- kersin* demıştı. ... Onat umutsuzluk sevmezdi, hep ge- leceğe. insanlara umutla bakmayı sever- di. O hiç aklımdan çıkmıyor, onu ağla- yarak değil, gülümseyerek anmak istiyo- rum, onun isteyeceği gibi. ama başara- mıyorum. Evlenme yıldönümümüzde birbirimize aldığımız hediyeleri vereme- dik. Biryıl önceki yıldönümünü hatırlı- yorum. Bana aldığı güzel hediyenin ya- nına birde bana sevgisıni anlatan çok gü- zel bir mektup koymuştu. Bu yıl da he- diyeylebırlikteondanküçükbirnotbek- liyordum. Onu kaybettikten günler son- ra sevgıli Serra'yla bırlıkte ceketınin ce- binde bana aldığı güzel gümüş. kolyeyi bulduk. ... Hep onunla geçirdiğim günleri, yıl- lan düsünüyorum. Böyle olağanüsrü bir adamla olağanüsrü yedi mutlu yıl yaşa- mak büyük bir hediyedir diye düşünüyo- rum. ama daha uzun yıllar böyle yaşa- yabilirdik. Onu düşünürken mutluluk, acı ve öz- lem birbinne kanşıyor. Insanın içini ısı- tan tatlı bakışlan, güzel kahkahalan hiç mi hiç aklımdan çıkmıyor. Canım Onat'ımın hatırası ve acırnla birlikteyasamayı öğreneceğim herhalde. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Pahallı Yaşamak... Neredeyse bütün bir tren yolculuğu boyunca, pa- hallı yaşamak ne demektir, diye düşündüm. Böyle birini çok iyi, kendim kadar iyi tanıdığım için. Gerçekten pahallı mı yaşıyor, bilemiyorum. Ama ki- m't yakın çevrelerince pahallı yaşadığı hep söylene- gelmişir; hem yüzüne karşı, hem de arkasından. Onun da adı Ahmet Cemal. O da benım gibi, bir ıttihatçı paşasının torunu ve ölünceye kadar alkol bağımlısı kalmış bir babanın oğlu. Bugün bile anla- yamadığı nedenlerden ötürü, babasının ailesince hep dışlanmış. Üstlelik öylesine dışlanmış ki, bundan yıl- lar önce, baba tarafından bir üçüncü kuşak kızı ül- kenin en zengin sanayicilerinden birinin oğluna ge- lin giderken, büyük bir otelde yapılan düğüne bile çağn/mamış. Sonradan kulağımıza gelenlere bakılır- sa, belki takım elbisesinın olmamasından ya da son- radan "damattan" borç istemeye kalkmasından kor- kulmuş... Evet, bu hep pahallı yaşadığı, hesabını bilmediği söylenen adaşım da tıpkı benim gibi, ilkokuldan son- ra bir yabancı liseye verilmiş. Ama o lisedeki öğreni- mini, babası sonunda içkıye ve haremine para yetiş- tiremez olduğundan, ancak babasının patronunun parasal yardımlanyla tamamlayabılmiş. Ve yabancı bir lisede okumanın bedelini, yıllık kitap ve defter gi- derierinin listesini bile babasına değil, ama bir yaban- cıya vermek zorunda kalmaktan kaynaklanan aşa- ğılık duygusuyla, yani çok pahallı ödemiş. Sanınm pahallı yaşama alışkanlığını da böyfe edin- miş... Universiteyi, hem annesine hem de kendisine bak- mak zorunda olduğu için çalışarak ve -öyle bütünle- meye faJan kalacak lüksü olmadığından- tam dört yıl- da bitirivermiş. Ardından, geçmişindeki pahallı yaşa- ma bakıp akıllanacak ve bir an önce "yolunu bulma- ya" kalkışacak yerde, akademik kariyer yapma me- rakına düşmüş. Hocalarının "çok parlak" diye nite- lendirdikleri birdoktora öncesi eğitiminden sonra, ar- tık parasal güeünü bütünüyle yitirdiğinden, tezini ve- remeden akademik yaşamını noktalamış. Gelgelelim "alışmış, kudurmuştan beter olduğun- dan", adaşım, karşısına çıkan oîanaklara ve yapılan önerilere karşın, şansını yine para getirecek işlerde değil, fakat en kısır alanlarda aramış. "Ben edebiyat çevırileri yapacağım", diye tutturmuş. Bu arada da- ha ilkokul sıralannda edindiği bir alışkanlıktan, kjtap okuma ve -daha da kötüsü!- kitap satın alma alış- kanlığından da vazgeçememiş. O yıllarda, evde ço- ğu kez sade suya makarnadan başka yiyecek yok- ken o, kimi zaman borçlanarak, kitap almayı sürdür- müş. Böylece zamanın akışı içersinde kitaplığı gide- rek büyürken, yaşadığı kira evinin eşyaları da gide- rek daha dökülür olmuş. Baba tarafındaki aile büyük- lerinden biri öldüğünde ailenin öteki üyeleri, onun evindeki eşyaları "torunlara" dağıtmaya karar ver- mişler. Ama değerli parçalar "öteki" torunlara gider- ken, adaşım yalnızca eskicilerin bile dönüp bakma- yacakları kadar partal bir koltuğa layık görülmüş. Belki de böylece kendisine pahallı yaşamını biraz "ucuzlatması" yolunda bir uyanda bulunulmuş. Gel- gelelim evindeki kitaplara demirbaş eşya, eşyalara ise gereksiz yer tutan nesneler gözüyle bakmaya çoktan alışmış olan adaşım, o ko/tuğu "okuma kol- tuğu yaparım" diye evine götürmekte sakınca gör- memiş... Her neyse, yıllargeçmiş, adaşımın evinde bulunan, başkalarının yazdıkları kitaplara zaman içersinde kendi çevirdiği kitaplar eklenmiş, o raflar uzadıkça uzamış; çeviri alanı yalnızca edebıyatla sınırlı olmak- tan çıkıp felsefeye, sanata, sanat kuramına, esteti- ğe kadar uzanmış (geçen gün ben de baktım, çevir- diği kitaplann sayısı neredeyse elliyi bulmuş...). Bun- lara, çeşitli dergilere ve gazetelere yazdığı ve kendi- sinin sayısını çoktan unuttuğu yazılar da eklenmiş. Ne var ki, bütün bunlar, onun "pahallı" yaşadığı ger- çeğini bir türlü değiştirememiş. Çünkü ömrü boyun- ca yaptığı bütün çevirilere ve yazdığı yazılara karşı- lık aldığı paranın toplamı, bugün için örneğin en kü- çüğünden bir kat almak için gereklı paranın çok, ama çok gerisinde kalmış. Zaten adaşımın böyle merakları hiç olmadı. O, bu- gün ellili yaşlannın ortasına gelmesine karşın, hâlâ bir kira evinde oturmakta. Kimi aylar telefon, elektrik ya da su parasının biraz fazla gelmesiyle hâlâ ciddi sar- sıntılar geçirebıliyor. Gerçı bu duruma da alışkın ol- madığı söylenemez; çünkü seçimleri, onu yaşamı boyunca "borç" kavramıyla kardeş kıldı. Ödeyebil- diği, çoğu zaman da zamanında ödeyemediği, bu yüzden "yasalyollarta " neredeyse burun buruna gel- diği borçlanyla. Kısacası, yaşamının bedelini hâlâ çok pahallı ödüyor. Ama bütün bunlara karşın uslan- mış değil ve görünüşe bakılırsa böyle bir umut artık hiç yok. Üstelik son yıllarda "pahallı" meraklanna bir başkası dahaeklendi. "Birikimlehmi gençlerfe pay- laşmak ve onlara aktarmak, benım için bir ihtiyaç", diye tutturup, yeniden üniversiteye döndü. Çeviri ça- balarını da, ilerde sanat dallannda okuyacaklara bir katkısı olur diye, ancak büyük zahmetlerle ve uzun zamanda gerçekleştirilebilecek projeler üzerinde odaklaştırmaya koyuldu. Böylece "kısa" zamanda para kazanabilme olanaklannı bir kez daha tepti. Bunca güvencesiz bir yaşamda, ilerde kendişini çok zor günlerin beklediği kesin. Ama o, buna hiç aldır- mıyor.. Doğrusunu söylemek gerekirse, adaşımı bu tutu- mundan ötürü suçlamıyonjm. Başkaları gibi: "Çok pahallı yaşıyorsun, geleceğin ne olacak?" diye so- ramıyorum. Çünkü, diyorum kendi kendime, artık her şeyin çok ucuza gitmeye başladığı bir ortamda ve zaman- da, belki yaşamını ucuzlatmamakta direnmekde -en azından bazılan için- ayakta kalabilmenin kendine öz- gü biryoludur... Gerçek Şanafta Mehmet Kemal söyleşisi Kültür Servisi - Sosyalist edebiyat ve kültür dergisi Gerçek Sanat'ın ocak sayısında gazetemiz yazan Mehmet Kemal'le yapılan bir söyleşi yer aiıyor. Muazzez Menemencioğlu'nun söyleşisinde Mehmet Kemal şiir üzerine düşüncelerini aktanyor. 'Gerçek Sanat'ın diğer sayfalanna ise Erdoğan Alkan 'Şiirde Yenilik' adlı yazısı, Müştak Erenus 'Anı' adlı şiiri, Mehmet Başaran 'Tıbbıyeli Muzaffer' adlı öyküsü, Hüseyin Hilmi Bulunmaz 'Kendini Bağışlamaktan Korkmalı Insan'. Zihni Anadol 'Işçi Sınıfinın Yorulmaz Yazan Kemal Sülker' başlıklı yazılanyla konuk oluyor. Orfıan Coplu'dan Karikatijrlepte Türkiye' Kültür Servisi - Orhan Coplu'nun 'Karikatürlerle Türkiye' sergisi 11-14 ocak tarihleri arasında İzmir'de 6. Meturex Akdeniz Turizm Fuan'nda gerçekleştirilecek. Izfaş ve Atlantis Otel sponsorlugunda düzenlenen sergide 30 adet çahşma yer aiıyor. Sergi aynca Ocak '96 içinde Internet aracılığıyla tüm dünyadaki Internet kullanıcılannın izlenimine sunulacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle