Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
< 22AĞUSTOS1995SAU CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Ara Güler'in ikinci İstanbul kitabı 'Yitirilmiş Renkler' üzerine
Tahta Konak. Rami, 1979 Hal iskelesinde iş bekleyen mavracdar, İ skiidar, 1963
Külyııtmaz bellekMEMET BAYDUR
Fotoğraf ile belleğin kopmaz bağlan
vardır. Yazar- şaır-ressam-eleştirmen-
sanat adamı John Berger. "Anlatmanın
Bir Başka YohT adlı kitabında,
fotografın icadıyla beraber, belleğin
anlatım ve çözümleme yollanna yeni
imkânlar doğduğunu yazar.
Eski aile fotoğraflanndan ne
öğrenebiliriz? Anımsadığımız şeyle
fotoğraftaki görüntû bire bir çakışniar
mı birbirleriyle? Fotoğraflar nasıl ve
neden duygulandmrlar bizi? Hayatın
şifresini çözmemize yarayan bir "yart-
' dfl" midir fotoğraf?
Bu ve benzeri sorulan kurcaladığı
kıtabmda Berger, ilginç bir noktaya
getirip bırakır okurunu: Görûntüler,
yaşanmış bir hayatın diline, anlatımına
dönûşürler zamanla. Kimi
fotoğrafçılann yapıtı için özellikle
doğrudur bu.
f
Örneğın Ara Güler'in fotoğraflan için.
Bir fotoğrafa nasıl yaklaşılır sorusunu
dört taraftan kuşatmak gerekiyor önce.
Fotoğrafı çeken, fotoğrafi çekılen,
fotoğrafa bakan ve fotoğrafi kullanan
kişilerin, aynı fotoğrafa bakışlan ve
algılama biçimleri birbirlerinden
' farklıdır çoğu zaman. Bu farklılıklann
kimi zaman çelişkilere dönüşmesi de
mümkûndür.
Ara Güler'in tstanbul fotoğraflannda
' fotoğrafçı (Ara Güler) ile fotoğrafi
çekilen (İstanbul) arasında, beylik
deyimle bir aşk ilişkisi görmek
mümkûndür. Fotoğraflara bakan daha
dikkatli bir göz ise bu ilişkinin sadece
aşk ile kısıtlı olmadığını görecektir.
Ara Güler, doğup, büyüdüğü kente
' yalnızca aşk ile değil; tutkuyla,
kıskançlıkla, öfkeyle, şefkatle,
sevdayla, bellekle, yaşanmış her
saniyesinin, her ışık huzmesinin üstüne
titreyen bir sevgıyle, hiçbir aynntıyı
gözardı etmeyen bir dikkatle
bakıyordur. Kent ile (bu istanbul
kentiyle) Ara Güler arasındaki ilişkidir
söz konusu.
'Fotografın hammaddesi ışık ve
zamandır* dıyor John Berger. Ara
Güler, bir kentin ışığından ve aynı
kentin yüzyıllık zamanından (aslına
bakarsanız birkaç bin yılhk
zamanından) süzüyor sanatını ve bu
sefer yalnızca kendine ait bir
hammadde ile sanki yeniden
yorumluyoT ışığı ve zamanı.
Bu yeni hammadde. İstanbul kentidir.
tnsanı, eşeği. kedisi, köpeği, eski ve
yeni köprüleri, sokaklan, yokuşlan,
çıkmazlan, camileri, kiliseleri,
yapılan, yıkıntılanyla tstanbul kenti.
Mimari şaheserleri ve ucubekriyle
bütün bir kent, Ara'nın kenti, bu
fotoğraflann hammaddesini
oluşturuyor. Bir kenti, bütün ışıklan ve
bütün zamanlanyla kucaklıyor Ara
Gûler. Yargıcı, savcısı, avukatı ve
zanlısı sûreklı değişen, sonu gelmez
bir davanın en önemli tanığıdır o.
İstanbul Dosyasf nın sahibi.
Ara Güler'in fotoğraflan, onlara bakan
kişide birbırine benzemez, türlü çeşitli
etkiler, tepkiler yaraür. Bu
fotoğraflann kimi gülümsetir insanı,
kimisi hûzünlendirir. Bazı
fotoğraflanna büyüteçle bakası gelir
insanm. diğerlerine bir adım geri
çekilerek. Ara'nın İstanbul
fotoğraflanysa başka türlü bir dikkati
gerektiriyor. Görüntünün ardında olanı
dûşündüren, o kapımn, o pencerenin, o
insan >
r
üzûnün ardında olup biteni
dûşündüren fotoğraflar bunlar.
Onat Kutiar'ın yazdığı gibi bir dünya
vatandaşı Ara Güler ve bütün sahici
dünya vatandaşlan gibi bir kente
derinden, kopmaz bağlarla bağlı.
Meseleye ya da görüntülere bu açıdan
bakınca ister Manhattan'daki
gökdelenleri çeksin, ister
Hindıstan'daki tapınaklan... Ara Güler,
bir İstanbul fotoğrafçısıdır hep. Bu
kentin gerçek sahiplerinden, gerçek
A.ra Güler,
doğup,
büyüdüğü kente
yalnızca aşk ile
değil; tutkuyla,
kıskançlıkla,
öfkeyle,
şefkatle,
sevdayla,
bellekle,
yaşanmış her
saniyesinin, her
ışık huzmesinin
üstüne titreyen
bir sevgiyle,
hiçbir aynntıyı
gözardı
etmeyen bir
dikkatle
bakıyordur.
Kent ile (bu
istanbul
kentiyle)
Ara Güler
arasındaki
ilişkidir söz
konusu.
B,ir kenti,
bütün ışıklan
ve bütün
zamanlanyla
kucaklıyor Ara
Güler.Yargıcı,
savcısı,
avukatı ve
zanlısı sürekli
değişen, sonu
gelmez bir
davanın en
önemli tanığıdır
o. îstanbul
Dosyası'nın
sahibi.
efendilerinden biridir. Sayılan gittikçe
azalan gerçek sahiplerinden biri.
Ara'nın fotoğraflan onlara bakan
kişide birbirine benzemez etkiler,
tepkiler yarattr dedim ya demin. ben
onun birçok fotoğrafina sevinçle,
gülümseyerek ya da düpedüz kıkır
kıkır gülerek bakmışımdır. Aklıma
bazı portre fotoğraflan geliyor ya da
bazı bireylerin bazı durumlarda Ara
Güler'in objektifîne bakışlan.
Salvador Dali, İsmet İnönü, Jacques
Prevert, VVflliam Saroyan (bir Anadolu
berber salonunda), Pablo Pkasso, Zati
Sungur, Cote Porter, Alfred Hitchcock
fotoğraflan.
Bu insanlann en güzel, en özel, en
yaşayan yanlannı- yönlerini
yansıtmakla kalmaz Ara Güler. Her
fotoğrafta bir siluet, bir belirti, bir
gölge gibi fotoğrafi çekenin kendisini
de görürüz. Ara Güler'in fotoğraflannı
sihirli kılan da budur, kendı
fotoğrafi andır onlar.
Bu mesele, İstanbul kentinin
fotoğraflannda daha derinleşir. daha
karmaşık bir çerçeveye yerleşir. Ara
Güler, kendi kentinin değişen
yüzlerine, sokaklanna, denizıne,
bulutuna, geçmişine, geleceğine bakar.
Bakışındaki merceğiyle, objektifıyle
alabildiğine özneldir. Sanatçının bu
Ortaköy pazannda saba genç ve ihtiyar kadın. 1991
katışıksız öznelliği. fotoğraflara bakan
insanlann gözünde olağanüstü, büyülü
bir nesnelliğe dönüşür.
Ara'nın tstanbul fotoğraflanna
bakarken karşımızda, gözümüzün
önünde duran yalnızca bu kentin, bu
insanlann, bu sokaklann, bu kuşlann,
bu gemilerin var oluş kanıtlan değildir.
Var oluşlann yadsınmaz kamtlannı
bıze sunarken onun ötesinde bir başka
şeyi daha basanr Ara Güler bu
fotoğraflarda. İstanbul ıçinde çektiği
fotoğraflarda gözünü diktiği her şey
varlığını kanıtlamakla kalmaz, özel,
tek, biricik konumuna yerleşir.
Sandalcısından salepçisine,
çocuğundan köylüsüne, kedi
kovalayanından müşteri bekleyenine,
sarhoşundan garsonuna, sabahından
akşamına kadar her şey kendini ve
merceği aşan bir dokunun içinde,
evrensel bir manzaranın içinde nesnel
yerini alır.
Ara Güler - tstanbul ilişkisi bu ve
benzeri nedenlerden ötürü, fotoğrafi
çekilenin (insan olsun, tekne olsun,
martı olsun) İstanbul kentıne ait
olmasıyla da anlam kazanır. Ara Güler,
kendi kentine öznel bakışını dünya ile
birleştirir. Başka kımsenın "böyle"
çekemeyeceği bir fotoğraf dünyasını
sunar bizlere.
Bütün bunlan yaparken de alabildiğine
alçakgönüllü, aynı zamanda ciddi ve
dalga geçicidir.
Fotografın, zamanın akışını
durdurduğu söylenir hep. Bütün
fotoğraflar bu açıdan bakınca
"geçmişe'' aittir. Bütün fotoğraflar
"durdurulmuş" bir geçmişin
"dondurulmuş" bir anını temsil eder
denilıyor. Üstelik yoğun yaşanmış bir
geçmiş, doğal olarak şimdiki zamana
uzanır, soluk aldığımız ana taşır bizi.
'Oysa bir fotoğraf hiçbir zaman
yaşadığımız saniyeye taşıyamaz bizi'
deniyor. Bu bakışın da dogru kısımlan
vardır elbette. Bir fotoğrafin çekildiği
an ile ona baktığımız an arasında bir
uçurum olduğunu söylüyor John
Berger.
Her fotoğraf iki ayn düzlemde ulaşır
bize. Fotoğrafin çekildiği an ile ona
baktığımız an arasındaki kesiklik
duygusu söz konusudur. Yakından
tanıdığımız ama artık aramızda
olmayan birinin fotoğrafina bakarken
algılayabiliriz bu kesiklik duygusunu.
Bu durumda fotoğraflar anılarda ya da
eski eşyadan daha etkileyici ya da
çarpıcıdır. Fotoğrafına baktığımız kişi,
uzaklardadır ya da ölmüştür.
Fotoğrafina baktığımız sokak, yok
olmuştur, kiraz ağaçlan kesilmiş,
sarmanlar, karabaşlar öldürülmüş,
geçmışimizin aydınlık mağaralanna
girilmiş, üstlerine beton dökülmüştür.
Fotoğraf, bu noktada bir kâhinin
elinden çıkmış bir vesika gibi hayatın
ölümle, boşlukla ya da yıkımla
kesileceğini bildirir. Geçmişe dönük
gibi görünse de gelecekten haber veren
bir belgedir artık fotoğraf.
Ara Güler'in tstanbul fotoğraflanna bu
açıdan da bakmamız gerekiyor. Güncel
bilgiyi, gazetelerden, televizyondan
edinilen bilgiyi aşan bir anlam var bu
fotoğraflarda. Hiçbir bilgisayann
içeremeyeceği, hiçbir işlemın
hesaplayamayacağı bir anlam söz
konusu. Yapılan bir işe bir anlam
veriyorsak, bu anlam bir yanıttır aynı
zamanda. Yalnızca bilinene değil,
bilinmeyene de verilmiş bir yanıt.
Berger'in dediği gibi: "Anlam ve giz
birbirlerinden aynlmaz. aynşmaz ildz
kardeşler gibidir. İkisinin de varlığını
mümkün kılan tek şey, zamanın geçiyor
olmasıdır. Fotoğrafi çekilen/çekflmiş bir
an, ancak ona bakan insanın gözünde,
fotoğrafi aşan, kendinden dışarrya el
uzatan bir insanm, bir başka zamanı
yakalama isteğiyte anlam kazanır."
Bir fotoğrafi "anlamh" buluyorsanız, o
fotoğrafa bir geçmiş ve bir gelecek
yüklüyorsunuz demektir.
Ara Güler'in İstanbul fotoğraflan
geçmişi, bugünü ve geleceği olan
fotoğraflar. Yalan söylemeyen, gerçeği
çarpıtmayan, Ara'nın yıllarca ısrar
ettığı açıdan bakarsak "bir
gazetecinin" bir kentte dolaşırken
kaydettiği görûntüler. Öyleyse bu
fotoğraflan bu denli özel, bu kadar
büyülü, bu kadar çarpıct kılan nedir?
Roland Barthes ne diyordu fotoğraf
hakkında yazarken? "İnsanlık. ilk kez
fotoğraf sanabyia beraber, kendisi
hakkında ve şifresi olmayan bir
haberieşme yolu buldu."
Ara Güler'in îstanbul fotoğraflan,
yalan söylemeyen, hayatı çevinneyen
fotoğraflar. Bütün büyük fotoğrafçılar
gibi Ara da hayattan alınülar yapıyor
bu kitabında.
Fotoğraf makinesi 1839 yılında icat
edilmiş. Aynı yıl Angust Comte, Pozitif
Felsefesi'ni bitinnek üzere. Pozitivizm,
fotoğraf ve sosyoloji beraber
büyüyorlar. Fotoğraf, bu iki kardeşini
hiç unutmadı, onlara hiç ihanet etmedi.
W<er Benjamin, 1931 yılında yazdığı
Fotoğrafin Küçük Tarihi'nde.
Lichrwark'ın 1907'de yazdıklannı
anımsar: "Zamanımızda hiçbir sanat,
fotoğraf sanaü kadar kendimize,
ailemize, dostlanmıza, sevgilimize
yakından bakmamızı sağjayamıyor."
Bu gözlem sinemanın yüzüncü yılını
kutladığı, televızyonun mutlak hâkim
olduğu günümüzde bile geçerliliğini
koruyor bence.
Ara Güler, bu kitabında, kendine,
ailesine, dostlanna, sevgilisine ya da
tek kelimeyle lstanbul'a "yakmdan"
bakıyor.
Fotoğrafin önemini hepimizden önce
anlamış bir devrimcinin, John
Berger'in yazdıklanna bakarsak, Ara
Güler'in İstanbul fotoğraflannı
anlamamız kolaylaşır. Her devrimci
bakış, insanlann "tarihin mab"
olmadıklannı kanıtlar. tnsan bu gerçek
kınntısını ne kadar iyi anlarsa, tarih de
zaman üstündeki patronluğunu o kadar
yitirir. Özgür insan, gerçekten özgür
olan insan, kendini ve tarihini zaman
ile kısitlamayan insandır.
Kişiye özel olarak düşünebileceğimiz
her fotoğraf, bu açıdan bakınca artık
bütün insanlığa kendi manzarasını
gösteren fotoğrafhr.
Ara GüleT, bu yazıyı yazdığımı
duyunca, hiç unutmayacağım bır şey
söyledi: "Beni övme, fotoğraflardan
sözet!" Bense bütün fotoğraflannda
olduğu gibi, Ara Güler'in tstanbul
fotoğraflannda şu özelliğin olduğunu
biliyorum adım gibi: Görmeyi bilenler
için, bir kentin hayatı bu fotoğraflar.
ALINTILAR
TAHSIN YUCEL
Çevirmen
Isterseniz, büyük bir kitapçıya girip sergilenen ki-
taplan şöyle bir gözden geçirin, isterseniz, bugüne
dek okuduğunuz belli başlı kitaplan anımsamaya ça-
lışın, karşınızda ya da yaşamınızda, çeviri yapıt ora-
nının yerli yapıt oranından kat kat yüksek olduğunu
görürsünüz. Böyledir, yabanci olan her şeye karşı
değitsek, kendı yazarlarımızı yabancı yazariara yeğ
tutmamız durumunda bile üstünlük çeviri yaprtlarda
kalır genellıkle. Böyle olması da doğaldır: dünya ya-
zınının ürünleri karşısjnda, tek bir ülkenin yazınının
ürünleri ne yazar! Bu ülke Fransa, Ingirtere, Rusya ya
da Ispanya bile olsa, ne yazar! Çeviri yapıtlann üs-
tunlüğü yalnızca nıcel bir üstünlük de değildir: en ye-
rel bıldığımiz yazarların yaprtlannda bile, nice yaban-
cı, dolayısıyla (çoğu durumda) çeviri yaprtın dolaylı
ya da dolaysız izlerinı buluruz. Ama bır de ne denli
etkili olduğunu bildiğiniz çeviri yapıtlann çevirmen-
lerini anımsamayı deneyin bakalım! Kaç ad çıkanrsı-
nız? Kişiden kişiye değişir bu iş; ancak, konuyla özel
olarak ilgilenmiyorsanız, anımsayacağınız çevirmen
sayısının anımsadığınız çeviri yapıt sayısının çok al-
tında kalacağı kuşku götürmez. Üstelik, anımsadığı-
nız çevirmenler okumadığımız. dolayısıyla değeri
kuşkulu çevırilerin yaratıcılandır genellıkle- Cyrano
de Bergerac'ın çevirmeni Sabri Esat Siyavuşgil,
Svvann'lann Semtinden'in çevirmeni Yakup Kadri
Karaosmanoğlu ve bir-ıki kişı daha.
Nedenini söylemeye gerek var mı? Çevirmen umu-
rumuzda bile değildir. Bir çeviri yapıtı okurken, çelış-
kin bir biçimde, okumaya kendimizi kaptırdığımız öl-
çüde unuturuz çevirmeni. Çevırmenin emeği resmin
üstündeki cam gibıdır; arılığı oranında değil de kirii-
liği oranında aynmına varınz. "Ne kötü çeviri!" sözü-
nü, "Ne güzel çeviri!" sözünden daha çok kullanınz,
"Kim çevirmiş?" sorusunu da "Ne kötü çeviri!" de-
dikten sonra soranz genellikle. Bu arada, kendi ekin-
se\ yetersizliğimızin kusurunu çevirmene yüklemış
olmamız da büyük olasrtıktır.
Okurlar çevirmeni önemsemez de yazarlar ve ya-
yıncılar çok mu önemser sanki? Adım hak etmiş bir
yazara sorun: "üght ın August'ıvn kusursuz bir biçim-
de dilimize çevnlmesi mi yazın evrenimizi daha çok
zenginleştirir, yoksa Fena Halde Leman';n yazılması
mı?" öyle hemen "Light in August'un çevnlmesi!"
deyip çıkmasa bile, tersini de söylemeyecektir. Ge-
ne de söyleşimi azıcık derinleştırirseniz, çevJrmenli-
ği yazariığa göre çok aşağılarda bir uğraş saydığını
görürsünüz. Sağ olsun Erdal Öz, çeviri kitaplann ka-
pağına çevirmen adını hep koydurtur, ama Fransa'da
Çevirmenler Birlığı Fransız yayıncılara aynı şeyi yap-
tırtabilmek için yıllar yılı savaşım vermıştır Fransız ya-
yıncılar, "Adlannı kapağa koyacak olursak, adamlar
kendilerini bir şey sanacak!" diye düşünmüş olma-
hlar.
Okur, yazar ya da yayıncı insanlan böyle olumsuz
bir tutuma yönelten şey, çeviri etkinliğini dümdüz bir
aktarma işlemi, kolay edinilen bir bilginin ve kolay edi-
nilen bir becerinin inişsiz çıkışsız, tekdüze bir biçim-
de kullanılması dıye değerlendırmeleri olmalı. Hiç
unutmam, yıllar önce çok verimli ve gerçekten çok
önemli bir ozanımız, söz arasında her şey ve herkes
üzerine şiir yazabileceğini söyleyince, çevirmenler
üzerine de bir şiir yazıp yazamayacağını sormuştum,
o da hiç duralamadân, olumlu yanıt vermişti. Ama bir
sonraki karşılaşmamızda, sözünü anımsattığım za-
man, "Istersen bir öğretmen şiiriyazayım sana, çe-
virmenin şiiri mi olur?" demişti. Kendi becerisinin sı-
nırsızlığıyla birlikte, çevirmenin yaşamının ve uğraşı-
nın ilginçliğini de yadsımıştı böylece. Doğrusu. yal-
nız da değildi: benım bildiğım kadanyla, Luciano Bi-
anciardi'nin ilginç yapıtı La Vıta Agra dışında, çevir-
menlik uğraşı üzerinde duran tek roman yoktur. llle
de olması mı gerekir? Hayır kuşkusuz. Ama geçen
gün Cumhuriyet'te (1.8.1995), Nevzat Erkmen'le
yapılan konuşmayı okurken, çevırmenin serüveni-
nin, değil roman, sözcüğün en soylu anlamıyla bır
destan konusu bile olabıleceğıni düşündüm.
Gerçekten de Nevzat Erkmen, James Joyce'un
ünlü Ulysses 'ının, başka bir dile çevriiebılırliğı her za-
man tartışma konusu olmuş bu her açıdan dev ya-
prtın Türkçe çevirisini bitirmiş olmanın mutluluğu ve
acısı içinde, "Oç yıl, çoğu kımse inanmaz, ama ge-
ce gündüz, hatta sonlan ve bayramlar dahil olmak
üzere çalıştım. (...) Tam birmanastırhayatıydı. Ken-
dimi bir rahip gibi inzivaya çektim. Ancak şikâyet et-
tiğim sanılmasın. Bu dönemin karakterıstik özellıği
bir esrimeydi ve o bitmez denilen şeyi büyûk bir he-
ves ve iştahla tamamladım. Sabırsızlıkiar ve yılgın-
lıklaryaşandı, ama kendimi her sabah şaşırarak öz-
lemle çevirmeye hazır buldum" derken, çevirmenli-
ğin yalnızca bir beceri ya da yetenek sorunu değil,
bir tutku. bir iç çağn, bir özveri, dönüşsüz ve karşı-
lıksız bir özadanım sorunu da olabileceğıni kanıtlıyor.
Nevzat Erkmen, olağandışı çabasının etkileri konu-
sundaki soruyu, "Benim birbeklentım yok" diye ya-
nıtlarken de doğruluyor bu gözlemi.
Ne olursa olsun, Ulysses çevırisi inançla bekledi-
ğimiz başanya ulasmışsa, Türk yazın evrenı artık, es-
ki Türk yazın evreni değil demektir.
TAKDİR ve TEŞEKKÜR
Müzmınleşmiş iki taraflı bir fitık ılletinden başanlı bir
ameliyat ve sağlıklı bir bakımla kurtuldum.
Doç. Dr.
ADNAN İŞGÖR'e
genç kuşağın bu sağlam bilgili ve şaşmaz bılekJı
operatörüne
Anestezist Uzman Qr.
NECDET TERUN'e
öncekı kuşağın bu büyük ustastna
teşekkür ve minnet borçluyum.
GÜZELBAHÇE Hastanesi'ne gelmce; bu sağlık kuru-
muna karşı sadece iyı bakıhmış bır hasta olarak değil.
bu ülkenin bır yurttaşı olarak yoğun özel takdır duygu-
lanyla doluyum. Her alanda kendini gösteren toplum-
sal çözüşme ve megalaşmalı yozlaşmadan sağlık sek-
törünün de nasibmi maalesef aldığı bir dönemde, bu
küçük temız hastane disiplinın, güleryüzlülüğün. insanı
duyarlılığın son sımgeleriden bin olarak alkışa layık.
Başhekıminden, kat temizlıkçisıne kadar. tüm
GÜZELBAHÇELİLER. \^arolunuz, sağolunuz.
ERHAN KARAESMEN
Nüfus cüzdanımı
kaybettim.
Hükümsüzdür.
HAMDİGÜVEN
Sürücü belgemı
kaybettim.
Hükümsüzdür.
ESRA BOZYAZI