04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 AĞUSTOS 1995 CUMA 14 KULTUR T Ü R K R O M A N I N I N S O N Y İ R M İ B E Ş Y I L I D E Ğ E R L E N D İ R İ L î Y O R Türkromanı birdeğişim içerisinde. Kendi geleneksel çizgisiniyenilemek mi istiyor? Yoksa yepyeni bir giysi kuşanmak mı? Tabiişu da göz önünde tutulabilir: Türkromanının gelenekselçizgisi eleştirelsüzgeçtenyeterincegeçmiş midir? 1 Son yirmi beş yılm roman çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk romanı ne ölçüde incelenip eleştirilmiştir? TARIK DURSUN K. Peki. ama niçin 'yirmi beş'yılın çabası? Yani, romanda (romanımız- da) 'yirmi beş'yıl öncesinde 'her- hangf bır çaba yoktu da şu son 'yir- mi beş' yılda mı başladı? Roman; yazarlan elinde her za- man ve heryeni romanJa birlikte ge- lişme, kendini (yazan aracılığıyla) yenileme çabası içınde olmuştur Aynca, şu gerçek de göz ardı edilme- meli bence: 'Yirmi beş' yıl öncesin- de. romanımız, bugünkü romanı- rruzdan çok daha başka yerlerdeydi: Özellikleadı 'usta'yaçıkmışroman- cılanmız elinde. kemal Tahir'ın Orhan Kemal'in, Vaşar Kemal'ın. İlhan Tarus'un ve Kemal Bilbaşar'ı :ı elinde. Bu romancılar. sahiden usta romancılardı. Yandaşlannın Kemal Tahir"i gereksizce göklere çıkanp 'dünyanın en biiyiik romancısT say- malan, gerçi biraz fazla abartmaydı, ama hakkını teslim etmeli. Kemal Tahir, cumhuriyet dönemi romancı- lan içinde 'en romancı' olanıdır. O 'yirmi beş' yıl içine girmeseler de Sabahattin Ali olsun. Sadri Ertetn olsun. Yakup Kadri Karaosmanoğ- lu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar ve Nahit Sım Örik ol- sun, Türk çağdaş romanında çok önemli yerlerin sahipleri değillermı- dir? 'Yirmi beş' yıl... Daha çok benim kuşağimın da romancılığını kapsa- yan bir çeyrek yüzyıl... Orhan Ke- mal'in ve Yaşar Kemal'in olgunluk dönemlerini içeren o çeyrek yüzyıl. Bir yüzü (fazlasıyla) köye, bir yüzü az-biraz Kurtuluş Savaş ı'na dönük romanlann baştacı edildiği o yıllar- da. Halikamas Balıkçısı, Fakir Bay- kurt, Samim Kocagöz, Talip Apay dîn (B'.ryerdcn sonra, belki Başaranda). Ümit Kaftancıoglu, İlhan Tarus ılk plandaki romancılanmızdı Kenann- dan köşesinden Yaman Koray ve Zeyyat Selimoğlu romanımızın genç umutlarıydılar. Ufukta Selim Ueri, Mehmet Eroğlu ve hikâyenin tered- dütlerini sürdüren Bilgc Karasu. De- mir Özlü ve Demirtaş Ceyhun da vardı elbet _Bunlara Tahsin Yücd ve Şemsettin Cnlü'yü ve "Romandan gelip geçtiler" diyebileceğimiz Çe- tin Altan'la YılmazGüney'i de ekle- yebilirim. Sonradan gelen kuşaktan bir Or- han Pamuk'la bir Latife Tekin şaşır- tıcı bir şekılde 'medya' oyuncağı ya- pıldı lar, okuru tedirgin ettiler. Kaldı- nlan tozdan dumandan onlan ve ro- manlannı yerlı yerine oturtmak ba- na düşmüyor. Bayan Füsun Akatlı var, Fethi N'aci var, Ankaralı Gündo- ğan topluluğu var; yargılamak da, değerlerini teslim etmek de onlann isidir. (MemetFuat'ı unutmuş deği- Roman bugün, hikâyeden daha çok ilgi göpüyor lim. yanlış anlaşılmasın. Ama Me- met Fuat, çalışmalannı daha çok şi- irle hikâye üstüne yoğunlaştırmış gi- bı geliyor bana.) Benim bu saydıklanmın dışında, Türk romanı ıie bır de genç kusak eleştirmenleri uğraşıyor. Birvakitler çok umutlandığımız Tevfik Çavdar, tamışininhakkındangeleceğibirsi- rada edebiyatı boşladı, gitti politika- ya tutsak oldu. Tıpkı iyi bir incele- meci-araştırmacı (ve eleştirmen ) olacakken hikâyeye geçen ve hâlâ direten A. Didem Uslu gibi. Tabii bir RaufMutiuay'ı. bır Tahir Alangu'yu vebırCevdetKudret'i (Acaba Meh- met Kaplan'ı da mı?) sık sık arar oluyoruz. Yerlerini (belki) Feridun Andaç, Konur Ertop, Ünsal Oskay (çetrefil dilli). Füsun Akatlı ve Hasan Bülent Kahraman alacak. Bunlar, eskılere bakarak daha çalışkan, daha dünya- ya açık, geniş ufuklu yazarlar. Kimi- leri medyanın toz koparan firtması- na kapılsalar bile, yaptıklan 'iş' ne- reden bakilırsa balalsın, Türk roma- nına bir katkıdır. Romanımızı ve yazanyla birlikte romanı ele alıp onu enine ve boyuna incelemek kolay olmasa gerek. Za- man yiyen bir çabadır. Karşılığı da salt düşmanlık ve karşıtlıktır. sevil- mezliktir. Dergi yayıncılannın böy- lesine saygm bir çabaya o kadar çok sayfa ayırma hoşgörüsü de yoktur. Olsa da okurun sabnna ne derecede güvenebilirsiniz ki? Olsun! Yine de roman (bugün) hi- kâyeden daha çok ilgi görüyor okur- dan. Hikâyeci diye tanınan nice ya- zanmız güzelim hikâyeye haksızca yan çizip daha kolay olan romana geçtiler. Kemal Tahir iyi bir hikâyeci değil- di. Yaşar Kemal de tam tersi. Onun 'Akçasann Ağalan' nehir romanını bir yana koyun. acaba geri kalanla- nnı bir 'San Sıcak'a değişir misiniz? Ben değişmem. Orhan Kemal için de aynı şeyler geçerli midir diye dü- şündüm bir an. Hatta Fakır Baykurt için de. Seksen sayfalık 'Murtaza', olağanüstü bir romandır, ama bir 'Eski Gardiyan", bir 'Çamaşırcınuı KızT. Orhan Kemal'in ('Baba Evi', 'Avare Yıllar' ve 'Bereketli Toprak- lar Üzerinde' dışında) kimi roman- lanna değişılip değişilmeyeceği tar- tışma konusu olabilir. Oysa, Fakir Baykurt öncelikle şair ve hikâyeci olmak yerine romancıdır. Türler içinde roman da, hikâye de, şiir de eleştirmenin ve incelemenin önünde gider. Doğaldır bu da. Bu- gün (yani şu 'yirmi beş' yıllık süreç- te) birincilerin, ikincilerin çok önün- de olmalannı olağan karşılamalı. Çünkü eleştiri (ve inceleme) bekle- mededir. Acelecilik ona yakışmaz. Erken verilen bir yargı, kimi zaman romanı da, romancıyı da yanlışa gö- türebilir. İNCtARAL 1- Son yirmi beş yılın ilk yansın- da Türk romanı iki çizgide gelişti. ll- ki; dönemin toplumsal, tarihsel, eko- nomik karmaşasına yazann dünya görüşü çerçevesinde -açıkça taraf tu- tarak- tanıklık etmek tercihiydi. Ön- ceki dönemin doğu - batı ikilemi ve kimlik sorunu yerini sağ sol ya da ezen ezilen çelişkisine bırakmıştı. Bu romanlar çoğunlukJa, bırey ol- mayan, yaşamayan kalıp kişileri, ku- ruluş ve anlattıklanyla toplumu de- ğiştirme görevini üstlenmiş anlayı- şın verimleri oldular. Bu çalışmala- ra genel olarak birbirinin benzeri ko- nu ve yapıda köy romanlan örnek gösterilebilir. Bu anlayışı ve şematizmi doğal- lıkla edebiyat dışi sayan, bireyleş- me çabasındaki insanın yaşamı kav- rama ve adlandırma gayretini anlat- mayı yeğleyen ikinci bir eğilim ise romanımızda baştan ben vardı za- ten. Ama özellikle söz konusu dö- nemde bireyin karmaşık iç dünyası- nı ve sürekliliği olmayan bir toplum- sal yapının değişim ve dönüşüm sü- reçlerinin yarattığı bunalım ve san- cılan konu edinen romanlar da ya- zıldı. Toplumsal yapının dıştan gö- rünen kaba çizgileri dışında içsel- leştirilmiş ama aynksı, dayanaksız bir kimlik sorununa eğilen bu ro- manlar gerçekçi de olsalar, hem azınlıkta hem de politize olmuş top- luluğun dışında kaldılar. Sonuç ola- rak bugün, her iki eğilim de kendi içinde kapalı kaimış. kendi biçim. dil ve sınırlannın dışına çıkmamış olarak görülebilir. Yermişli yıllann sonlanna kadar romanımızın kendi kimlik sorununu aşmasında içtenli- ğin önüne geçen bu iki çizginin be- lirleyici oldugu görüşündeyim. Romanın altyapısızlık, yaratıcılık eksikliği, düşünce \e düşleme tem- belliği içinde kolaycı çözümlerle ele alındığı ilk on yıllık süreyı emekle- me dönemi saymak ve bu arayışlan duvann tuğlalan kabul etmek gere- kiyor. Gene de söz konusu dönem- de, yazdıklanyla, özgünlük ve içten- likleriyle sınırlan zorlayan Türk ro- manını, kendi çizgisinin ötesine ta- şıyan yazarlan unutmamak gereki- yor. Oğuz Atay. Tanpınar, Adalet Ağaoğlu. Sevgi So> sal. Vedat Türka- li. Attila İlhan ilk aklıma gelenler. Seksenlıyıllardaülkemızin veın- sanımızın yasadığı olumlu - olum- suz değişimler yazarlanmıza, ro- mancılanmıza yeni anJayış ve kav- rayışlar getirdi. Romanın toplumsal sorunlan çözmede yol gösterecek bir araç ya da serüven aktanmı de- ğil, kendi başına kendine özgü bir dil yaratımı oldugu görüşü ağırlık ka- zandı. Batı romanının gelişim ve de- Romancılarıımz yıllar sonra keşfediliyop ğişim çizgisine koşut eğilimler ser- gilendi. Bilinen anlatım dilinin bir üstdile dönüştürüldüğü. kurgunun ve kurmacanın öne geçtiği çalışma- lar ortaya çıktı Hikâye deği], met- nin kendisi değer alındı. Bu anlayı- şın kendiliğinden bir gelışme oldu- ğu inancında olmasam da küresel- leşme düşüncesının edebiyat alanm- daki yansıması sayıyorum. Yeni an- layışlar, metınler arası ilişkı kurma denemelen, okuru yalınkatın dışına çıkmaya çagıran çabalar elbette olumlu ama öte yandan yeniden ga- rip bir kendi üstüne kapanma yaşı- yor romanımız. "Duygulannı gjzle- meye çalışıyor^sanki. Bir yapaylık, kuruluk. duyarsızlıktır gidiyor. Ge- ne aynı sorurda karşı karşıyayız sa- nıyorum: Içtensizlik. Böylece çok zengin bır malzemeyi, dünyayı. in- sanımızı, toplumumuzu kendi serü- veni, değışimi ve duyarhğı içinde ama evrensel bir bakışla kavrayıp yazınsal değere donüştürmeyi hor- gören anlayışlar ağırlık kazanıyor. Kuşkusuz bazı romancılanmız yeni anlayışlan bireyin dokunaklı içsel serüveniyle ya da birey olma, birey- leşme sorunsalıyla birleştirmeyi ba- şanyorlar. Az da olsa toplumsahn içindekı sıradan bireyin şaşırtıcı zengınlikte- ki dünyasına, düşlerine eğilenler var. Hâlâ belli kalıplar içinde yazanlar, kendine kurtancıhk görevi yülde- yenler de. Ne olursa olsun, bütün bu arayışlar ve çeşitlilik Türk romanı- nın -zaten olmayan- geleneksel bir çizgide gelişmediğini gösteriyor. Türk romanı, kendi sesini, renginı, özgün kişiliğini bu çeşitlilik içinde arayıp bulacak belki de. 2- Türk romanının yeterince eleş- tirilip incelendiği görüşünde deği- lim. Toplumsal örgütlenmesi ta- mamlanmamış bir toplumda edebi- yatımız da araştırma, inceleme ve eleştiri alanlannda başıboştur. Eleş- tiri Türkiye'de ünıversite kürsüleri, ajanslan ve diğer yan oluşumlany- la kurumlaşmamıştır. Karşılığı ol- mayan bireysel çabalann ötesine ge- çememiştır. Asıl sorun budur. Bu çerçevede, eleştirmenlerimizin Türk romanına nesnel, dennlemesine, yaratıcı bir çabayla yeterince eğilmiş olduklan, üzerlerine düşeni yaptıklan söyle- nemez. Belki de bizde çok geç geli- şiyor her şey. Araştınlmak için yaz- dıklannızın üzerinden on yıllar geç- mesi gerekiyor. Ortaya konan yapıt- lar gününde, zamamnda yerine otur- tulamıyor, konamıyor. Yalnızca geç- miş değerlendiriliyor. Romanımızın sorunlanndan en önemlisı budur bence. En önemli romancılanmız ölüp gittikten yıllar sonra keşfedıli- yor. Demek ki işlemeyen, yolunda girmeyen şeyler var. Genç bir eleş- tirmenler kuşağınm bu gidişı tersi- ne çevireceği umudu içindeyim. sorgulatııyor Ümit Elçi'nin Erhan Bener'in romanından sinemaya uyarladığı 'Böcek' adlı film 25 ağustosta gösterime giriyor Kfihür Servisi- Erhan Be- ner'in aynı adlı romanındanÜ- mit Elçi'nin senaryolaştırarak, yönettiği "Böcek" 25 ağustos- tan itıbaren gösterime giriyor. Filmin başlıca rollennı Halil Ergün, Nurseli İdiz, Meltem Cumbul ve Füsun Demirel pay- laşıyor. "Böcek". hızlı birpolislikya- şantısından sonra. daha hare- ketsiz bir göreve alınan bir po- lisin yaşamını anlatıyor. Sert bir polis olan başkomiser Re- cai. yaşam koşullannın yarattı- ğı biröfkeyle etrafındakı herke- si bır böcek olarak görmekte ve yok etmeyı düşünmektedir Yaşlanıp da geri hizmete alındığı zaman onun için bir ka- rabasan başlar. Soğuk evınde yalnızlık, korku ve geçmişle baş başa kalmıştır. Bütün geç- mişi geri dönüşlerle tekrar ya- şanır. Kötü geçen çocukluk. anne- sinin onu kardeşinın ölümün- den sorumlu tutması. silah ses- leri. yargisız infazlar, hem nef- ret ettıği hem rutkuyla bağlı ol- dugu, astım hastası ve nefesi al- kol kokan kansı Binnur. Insan- lardan nefret eden, sevgiyi kay- beden ve karşılaştıklannda ka- çan ınsanlann birbırlenni yok eden yaşantılan. Ve insanlara inanan, seven genç bir kız. Filmde emniyet kurumuna, ilk defa olarak nesnel bir ba- kışla yaklaşılmaya çahşılırken, suçlunun kişiler değil. kişileri ve kurumlan bu hale getirenin sistem oldugu vurgulanıyor. Herkesin birbirine nefretle ve bir böcek gibi baktığı bu sevgı- siz toplumda 'Asıl böcek kim" sorusunu gündeme getıriyor. 'Böcek'. yurtdışında Belçika, Brezilya. Italya, Fransa. Al- manya'dakı festivallerin yanı- sıra, Adana ve Antalya fesrival- lerine de katılacak. Filmin ta- nıtım gösteriminden sonra yö- çok sevdigim bir romanıydı. Romana olabildiğince sadık kalmaya çahşarak bu filmi çek- meye çalıştık. Filmde pdis yar- gılanmıyor. Polis suçlanabiür ama o da bu dunı ma gelmekten ûzgün. Başkomiser Recai her- kcsi böcek olarak görüyor ama böcek kim acaba? Bu konuyu da düşünmek lazım. Benim için filmin en çarptcıyani styinrinin smemadan çıktıktan sonra ken- ~F~ T"alil Ergûn, Nurseli İdiz. Meltem Cumbul ve r—J Füsun Demirerin başlıca rolleri paylaştığı A. J. filmde emniyet kurumuna, ilk defa olarak nesnel bir bakışla yaklaşılmaya çahşılırken, suçlunun kişiler değil, kişileri ve kurumlan bu hale getirenin sistem oldugu vurgulanıyor. Herkesin birbirine nefretle ve bir böcek gibi baktığı bu sevgisiz toplumda 'Asıl böcek kim' sorusu gündeme getiriliyor. netmen Ümit Elçi, oyuncular Halil Ergün, Nurseli İdiz ve Meltem Cumbul'un katıldığı basın toplantısının en ilginç ya- ni , emniyet kurumundan bir in- sanın, Mali Şube Müdürü Sah'h Gflngör'ün de orada bulunma- sıydı. Yönetmen Ümit Elçi, bu fil- mi 198-9-90 yıllannda yapmak istediğini ancak o zamanlar sansürden geçmediğini söyle- yerek, u Böyle konulara el at- maktabu sa>iln'ordu. 1993'ten sonra daha bir serbestlik oldu. Hatta Kültür Bakanhğı'nın vardınılamla bu fılmi çektik" dedi. "Böcek, Erhan Bener'in disiııe bu sonılan sormasL" "İhtiyaamız olan birbirimi- n suçlamadan tartışabilmck" diyen Halil Ergün , filmin po- litik ama slogan Fılmi olmadı- ğını belirtti. "Her IBnı bir ha- yatur" düşüncesiyle, çekimler sırasında , kimden geldiği bel- li olmayan tehditler almalanna karşın çalışmalan sürdürdük- lerini anlatan Ergun. " Önemli olan filmi yapabilmekti" dedi. "Film sevgisizKk üzerine. Tek sevecen karakter Meltem. Onu da bir idoi olarak koyduk ora- ya. Birbirinden nefret eden iki insan bir arada \aşamak zo- runda. Burada üzülecek de bi- Sert bir polis olan başkomiser Recai (Halil Ergün) ve kansı (Füsun Demirel) riz.yargüayacakdabiziz.Buül- ke bizim ve bu ülkede yaşama- yı becermek zonındayız. Han- gisi suçlu. hangisi suçsuz diye düşünürken \üzeysel çözümie- rin tuzağından kaçıp bunu dü- şünmeliyiz. İnsanlar tek başma iyi ya da kötü değil, onlan bu hale getiren sistem. Kişinin dav- raıuşlannda ailesiylc. çevresiy- le. toplumla üişldleri etkili olu- vor. Mesleki yaşannsuıı da belir- liyor. Ben, kendi adıma filmi sevdim. Umanm insanlar da bu konuda düşünmeden saldınya geçmez." Filmde asıl "genel bir sevgj- sizliğin varlığı''nın vurgulan- mak istendiğini söyleyen Nur- seli Idiz'e göre " Birbirimizi pek sevmiyonız." Bunu aşabil- menin yolu da "Demokratik- leşme ve srviUeşme." Bu filmde emniyet kuru- mundan bir insanın iç dünyası- na, dışandan bakılarak sorgula- ma yapıldığına değinen idiz, sadece Türkiye'yi değil, her toplumu ilgilendırecek bir me- sajı olduğunu belirtiyor: "Bir polisin kaygılaruıı, özel yaşamını oldugu gibi aktarma- ya çalıştık. Onlar da gülen, ağ- îayan. sevinen. üzülen insanlar. Recai bey bir polis memuru. Zaman zaman görevini iyi ya- pan, zaman zaman yanlışjıklar yapan, trajik bir dram >aşayan küçük bir insan. Filmin politik yönü ön plana çıkanlıyor, ama gözden kaçan bir mesaj daha var: İnsanlar yalnızlaştıkça üşüyorlar. Üşü- dükçe birbirlerine yaklaşacak- lanna, birbirlennden kaçıyor- lar. Genel bir yalnızlık ve çürü- müşlük mesajı da veriliyor." Daha önce filmlerin deneti- mi alanında da çalışmış, Mali Şube Müdürü Salih Güngör ise film " psikolojik ağırhkh" ola- rak değerlendiriyor. Salih Gün- gör, konunun biraz daha derin- liğine işlenebileceğine dikkat çekerek, önemli olanın filmde verilmek istenen mesaj olduğu- nu savunuyor: " Emniyet teşkilatı hakkmda birtakım abartıh, olması im- kansız sahneler var, ama bir filmden objcktiflik beklenemez. Buradan sadece pobslik mesle- ği ile ilgili bir sonuç çıkartma- mak gerekir. Burada sistem yargılanıyor. İzleyen polis arka- daşlardan da füme tepki gelece- ğini zannermiyorum. Çünkü polise karşı berhangi bir olum- suzluk >ok filmde. Buna ben- zer filmler dünyanın her tara- finda yapüıyor." 'Her açışta binlerce çift göz göreceksiniz' Kültür Servisi-Mtt- hatBereket'm derledi- ğı, dünyada 6 bın yaza- n olan tek kitap "Lüt- fen Bu Mektubu Cid- diye Ahn", kampanya- yı üstlenen Bosna San- cak Yardımlaşma Der- neği tarafından Pen- dik'te düzenlenen bir törenle satışa çıkanldı. Mithat Bereket'in ge- çen ay BM Genel Sek- reteri Butros Gali'ye bizzat kendisinin sun- duğu kitapta, Türk hal- kının Bosna'da yaşa- nan drama duyduğu tepkiler yer alıyor. Türkçe ve Ingilizce olarak basılan kitaptan eide edilecek gelir, Bosna Hersek'e yardım olarak gönderilecek. 450 bin liradan satışa sunulan kitabın dağıtımı Yaysat tarafından gerçekleştiri- lecek. Mithat Bereket, kitabın önsö- zünde kitabın oluşumu ve ama- cıyla ile ilgili bılgıler \erirken. Saraybosna'da bır gazetecı ola- rak tanık oldugu bu dramın söz konusu gırişimde çok büyük pa- yı olduğunu belırtiyor. "Bosna konulu mektuplarîa ilk tanış- mam Sara\ bosna'da oldu. Sa- ^Gerçeğîn tadı düşundugünıız kadar hoş değil' Kültür Servisi-Yazar Char- lotte Bronte'nın Ingiltere" de yayımlanan mektupları, yaza- nn ilgmç yaşamına tuttugu ışık- la dikkat çekiyor.Margaret Smith'in yayına hazırladığı mektuplar, Bronte'nin çocuklu- gundan, ünlü romanı "Jane Ey- re"nin yayımlandığı tarihe (1847) dek uzanan bir dönemi aydınlatıyor. Bronte' nin olanca samımı- yeti ve dürüstlüğüyle yazdığı bu mektuplar, birer edebı eser de- gerinde. "Içimden geldiği gibi yazarun" dıyor Charlotte Bron- te. "Mektup yazarken karşım- dakine asla mesafeli davran- mam." Kendisinı tanıyanlarca "zor bir insan" olarak tanımla- nan Bronte, e\ ınden uzakta ol- duğu bir sırada dostlanndan bı- rine şöyle yazıyor: "Burada, her geçen gün bir öncekine ben- ziyor... Yakında 30 >aşında ola- cağım. \'e henüz hiçbir şey yap- madım. Sonsuzadek buraya gö- mülmüş kabnış gjbiyim." Jane Eyre'nın yayımlanacağı günlerde ise Bronte. yayıncıla- ra, uyancı. hatta biraz da sert bir dılde kaleme aldığı şu mek- tubu gönderiyor: "Jane Eyre, okuyucu\ la, sizin sandığınızdan daha güzel bir ilişki kuracak. Çünkü sadece gerçekleri bann- dımor içinde.- Gerçeğin tadıel- bette düşündüğünüz kadar hoş değU". Yakın arkadaşı EDen Nus- sey'ın erkek kardeşı Henry" nin evlenme teklıfinı reddeden Charlotte Bronte, daha sonra Nussey'e yazdığı mektupta "Henry'nin bana gönderdiğin fotoğrafi ne yazık ki saldanacak kadar değerli değil" diyor. Ar- dından. mısyoner olmayı kafa- sına koymuş damat adayının bu ıdealinı gızli bir alayla eleştin- yor. Eleştirmenler, mektuplan günışığına çıkaran Margaret Smıth'ın bu cabasından övgüy- le bahsedıyor. Bronte' nin güç- lü ve bir o kadar da ilginç kışi- liği Smıth'ın \ıllarca süren araştırmalannın bır ürünü ola- rak yeniden gündemde. Kitap, sadece mektuplardan oluşan bir belgesel değil. aynı zamanda bır kadının yüreğınin ve aklının se- sini bugüne aktaran bir eser. vaşın en yoğun oldugu günlerdL Sabira ve Fadıl Buhıroviç lstan- bul'daki kızlan Almira'va iletil- meküzere bir mektup verdiler— Almira'ya mektubunu ulastır- dun. Aylarsonra Saraybosna'ya tekrar gittigimde. yaslı kadmı Sırp Sniperlan alünda bir evde yalnız başına yaşarken buldum. Bir Sniper mermisi Sabira'yı kocasuıdan ayırmıştı_ Fadıl, ar- tık hiç mektup vazama>aeaJiü."" Geçen yıl, bir 32. Gün prog- ramında Bosna'daki savaş suç- lanyla ilgili bir bölüm hazırla- yıp, Türk halkını bu konuda tepki göstermeye çağıran Bere- ket, 10 bının üzerinde mektup ve faks aldıklannı belirtiyor. Mektuplann bir kitap biçimine dönüşmesi ise Grafık tasanmcı- sı Cemalettin Mutver ve Türki- ye Halk Bankası Genel Müdü- rü IJfuk Söylemez'in katkılan ile gerçekleşmiş. "Bu Mektubu Ciddiye Ahn, aynı zamanda pek çok ilki de içinde banndınyor" dıyen Be- reket Türkiye'de hatta belki de dünyada ilk defa, bir kitabın binlerce insan tarafından bir sa- vaşa, Bosna'daki insanlık suçla- nna tepki olarak yazıldığını vurguluyor. " Kitabın kapağuu her açışı- mzda binlerce çift gözün size bakoğuu göreceksink. Bosna'da hayatını kay betmiş bir kadın ya da bir çocuk size "Neden" diye soracak. "Neden böyle oldu?" tşte o zaman, satıriann arasına gizlennıiş duygulan hissedecek- siniz. O insanlann gözyaşlanna dokunacaksınız. Bu mektubu ciddiye ahn. Siz ciddiye almaz- sanız ve tek ses olup tepkinizi di- k getirmezseniz kimse sizi duya- maz_ Savaşlann sonu gelmez ve suçlular cezasız kahr." Altm Koza'da seçici kurullar belirlendi ADANA (AA) - 9. Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali kapsamında gerçekleştirilecek "Şiir JJosyası", "FilmÖyküsü" ve "Öğrenci Filmleri Yanşması"nı değerlendirecek seçici kurul üyeleri belirlendi. Şiir Dosyası yanşması seçici kurulu, tlım ve Sanat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği'nden (İLESAM) Yahya Akengin, Çukurova Üniversitesi'nden Çetin Derdiyok, Türkiye Yazarlar Sendikası'ndan Metin Cengiz, Edebiyatçılar Derneğı'nden Hüseyin Atabaş ve PEN Yazarlar Derneği'nden Sennur Sezer'den oluştu. İLESAM'dan Turan Oflazoğlu, Çukurova Üniversitesi 'nden Bedri Aydoğan, Türkiye Yazarlar Sendikasf ndan Feyza Hepçilingirler, StNESEN'den Cemal Şan ve FlLMYÖN'den Ersin Pertan da Film Öykü Yanşması seçici kurul üyesi oldular. Öğrenci Filmleri Yanşması seçici kurul üyeleri ise şu isimlerden oluştu: Ahmet Soner(SfNESEN), Orhan Aksoy (FtLMYÖN), Salih Dikişçi (StNESEN), Rekin Teksoy (öğretim göreviisi) ve Hüseyin Kuzu (SİYAD). Adıyaman Müzesi ADIYAMAN (A.\) - " Dünyanın 8. Harikası" olarak nitelendirilen Nemrut Dağı'ndaki Gommagene Krallığı döneminden kalan dev heykelleri. Cendere Köprüsü, Pirin Mağaralan ve Karakuş Tepesi ile Türkiye'nin önde gelen kültürel merkezlerinden olan, yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken Adıyaman"da, Arkeoloji Müzesi, sergileme vitrinlerinin 8 yıldır düzenlenememesi nedeniyle kapalı bulunuyor. Müze Müdürü Fehmi Eraslan, 13 bin eserin bulunduğu müzenin sergileme vitrinlerinin tamamlanmasi için 1995 ödeneği olan 2 milyar liranın serbest bırakılması halinde çalışmalan tamamlayarak müzeyi ziyarete açacaklannı ifade etti. Tarihi eseıHere ödenek yok KAYSERİ (AA) - Kayseri, Nevşehir ve Niğde'deki çok sayıda tarihi eser, ödenek yokluğu nedeniyle bu yıl restore edilemiyor. Tarihi eserlerin restorasyonuna Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün karar verdiğini behrten Vakıflar Bölge Müdürü Mehmet Çayırdağ, bölgelerine bağlı Kayseri, Nevşehir ve Niğde'deki tarihi eserlerin restorasyon raporlannı genel müdürlüğe ilettikJerini ve bu yıl bölgelerinden sadece Nığde'nin Bor ilçesındekı Eskihamam ve Sokullu Mehmet Paşa Camii'nin restorasyon çalışmalan için ödenek çıktığını ifade etti.. üçmak İstiyorum gosterime giriyor Kültür Servisi - Türkiye'de ilk defa bır kısa film vizyona giriyor. Yönetmenliğıni llker Ganikligirin yaptığı "Uçmak İstiyorum" adlı film 25 Ağustos'ta Beyoğlu Sineması'nda gösterime girecek. Haziran 1995'te Istisnai Filmler'in desteğiyle çekimine başlanan ve geçen günlerde tamamlanan film, gene Istisnai Filmler'in desteğiyle vizyona giren "Karanlık Sular" filmiyle birlikte, sınemaseverlerin karşısma çıkacak. Filmin tek oyuncusu Murat Önol, aynı zamanda filmin müziğinı de yapan Perfect Day adlı rock grubunun da solisti. Film, insanlık tarihinin en eski düşlerinden bıri olan "Uçmak" üzerine kısa, yan deneyci, underground bir bakış getirmeye çalışıyor. Hoşgöpü konulu film öyküsü yarışması İSTANBÜL (UBA) - Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen "hoşgörü" konulu uzun ve kısa film öykü yanşmasının sonuçlan açddandı. Uzun fihTi öyküsü dalında Hüseyin Kuzu'nun "Anzak - Son Türkü" adlı eseri birinci olurken Savaş Aykılıç'ın "Dört Kitabın Manası" çalışması ikinci, Leyla Onat'ın "Sorumlu Bulutlar" adlı çalışması da üçüncü oldu. Kısa film öyküsü dalında ise Yeşim Gülten'in "Hoşgörü" adlı eseri birinci seçilirken Bünyamin Bozkuş'un "Beni Dinle" eseri ikinci, Hüseyin Avni Danyal'ın "Bir Kadeh Akşam Rakısı" adlı eseri de üçüncü oldu. Oiyarbakır Devlet liyatrosu, Mısn* yolcusu DtYARBAKIR (CUMHURİYET) - Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Mısır Kültür Bakanhğı'nın davetlisi olarak 1- 10 eylül tarihleri arasında bu ülkeye gidecek. Tiyatro, Uluslararası Deneysel Tiyatro Festivali'nde Türkiye'yi Orhan Asena'nın "Korku" adlı oyunuyla temsil edecek. Tiyatro Müdürü Hakan Çimenser, Türkiye'de yapılan çalışmalan dünyaya tanıtma şansını yakaladıklannı ifade etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle