Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 TEMMUZ 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
CRAMOFON İĞNESİ SELtMtLERl
Refik Haüd Karay'ı anarken...Refik Haiid Karay'ı gûnümüzün
okuru, günümüzün genç edebiyatseveri
tanıyor mu? Önce bu soruyu gündeme
getirmek istiyorum. Yanıtlanması hayli
zor bir soru bu.
Bir iki genç arkadaş, Refik Halid adını
biç işitmediklerini söylediler.
tçlerinden biri: "Potitikacı değü mi?
MiUervekiü gatiba-." dedi. "Ha>Tr, bir
yazar—" dediğimdeyse, gazeteci olduğu
kanısına vardı.
Orta yaş öbeğindeki bazı dostlanm,
Refik Halid'i hayal meyal hatııiadılar.
Okul kitaplanndaki ûnlü "Eskka"
hikâyesini unutmarruş olanlar vardı.
Bir iki hanım arkadaşın aklına NDgün
geldi.
Unlü "Eskka" dedim. Anadiiimizi
sevmeyi bu hikâyeden öğrendiğimi
nasıl yadsıyabilirim? Küçûk bir
çocukla yaşlı bir ayakkabı onancısı
arasında, yan sürgûnde, Arabistan'da
geçen bu hikâye, anadilin bir hayat,
yaşama kaynağı olduğunu haykınr
durur.
"Ağlama be! Ağlama be!"
"Eskki başka söz bulamamıştır. Bunu
işiten çocuk hıçkıra hıçkıra. katüa
katıla ağlamaktadır; bir daha Türfcçe
konuşacak adam buiamayacağına
ağlamaktadır.
"Ağjama drvorum sana!
Ağfcuna!"
u
Bunlan derken onun da
katı, nasırlanmış yüreği
yunuışamış, şişmişti. Onüne
geçmeye çalıştı. ama
yapamadı. kendisini
tutamadı; gözlerinin
dolduğunu ve sakauanndan
kayan yaşlann -Arabistan
sıcağıyla yanan kızgın
göğsüne- bir pınar sızmbsı
kadar serin, ürpertici,
döküklüğiinü duydu."
Gurbet Hikâyeteri'nin bu
gizli başyapıtını Refik
Halid yazarken ağlamış
mıdır diye düşünürüm
kimileyin. Yazarlann,
düşünce adamlannın,
sanatçılann sûrgünde geçen
yıllan muhakkak ki
bambaşka iç ödeşmelerle
yüklü. Refik Halid,
sürgûnü değişik sebeplerle
çokça tatmış bir
yazanmız...
Nilgûn'ü anan hanım
arkadaşlardan birinın adı
da Nilgün'dü. Nilgûn'ü, o
üç ciltlik Nilgün'ü, önce .
annesi okumuş. O zaman
yeni nişanhymış. Nilgûn'le
birlikte serüvenden
serûvene koşmuş, Osmanlı
tmparatorluğu'nun son
günlennden Ikinci Dünya
Savaşı'na, geniş bir zaman
diliminde heyecanlar
çekmiş, Nilgün mutlu
olabilsin diye romancıya
mektuplar yazmayı
düşünmüş. Sonra
Nilgün'ün mutluluğuna
sevinerek, doğan ilk
çocuğuna Nilgün adını
takmış. Arkadaşım
Nilgün'ün babası da
romandaki Nilgûn'ü çok
severmiş. Arkadaşım
Nilgün şimdi kırk
yaşlannda. Adını çok
seviyor.
söylemekten çekinmeyecektir.
Bununla birlikte muhalefeti de
büsbütün elden bırakmaz. Atatürk'ûn
isteğiyle yurda dönmüş, etkin
siyasetten uzak durmuştur, ama ömûr
boyu muhalif bir söylem geliştirmiştir.
Türkiye'nin yannı için banşı, sonsuz
banşı, kalkınmayı gönülden arzu eder.
Ne var ki, 27 Mayıs askeri hareketine
vandaş olmaz. Ya da daha önceleri,
Ismet Paşa devrini iğnelemekten bir
türlü kendini alamaz. Yeni Ankara'yı
eskisiyle kıyaslayan güzel denemesi
yanmda, Osmanlı payitahtının kültür
değerlerini koruyabilmek ugruna da
sayısız yazı yazar.
YbtfAnkara'da...
Refik Halid, bayındır, yeni Ankara'yı
içtenlikle benimsemiştir. Demin
andığım denemesinde Ankara'yı, yeni
başkenti, bir simge şehir olarak görür:
Itrihat ve Terakki sürgünündeyken
gördüğü yıkık Ankara'nın yerine,
modern bir kent kurulmuştur.
Refik Halid yeni Türkiye'nin çağa
hızla ayak uydurdugu kanısındadır.
Geçmişin şatafatlı dünyası sona
ermekte, yaşama tarzından meslek
okunsa, okuyanlar çok şaşıracaktın
Yetmiş beş yıl gibi hayli uzun bir
zaman geçmesine karşın, eserde
çizilen Tstanbul, yeni zengin ripleri,
yeni zengin görsüzlüğü ve yaşaması
hiç değişmemiştir. Değişen, olsa olsa,
kılık kıyafettir. Belki bir iki de
davranış, ifade şekli...
Memleket Hikâyeleri, Refik Halid'in
ilk sürgününden verimlerdir; çoğu,
Anadolu hayatının bilinmeyen, o güne
kadar edebiyatımızda işlenmemiş
yönlerine açılan hikâyeler.
Refik Halid'in 1938'den sonraki
eserleri edebiyat tarihçilerinin,
eleştirmenlerin ya ilgisini çekmemiş ya
da kişisel serüvenindeki iniş çıkışlı
siyasal grafiği, Refik Halid konusunda
yazmayı isteksiz kılmıştır. Bir
eleştirmenimiz ondan söz acarken,
1939 sonrası eserlerinin para
kazanmak amacıyla yazıldığını, yine
Refik Halid'in sözlerine dayanarak
vurgular.
Şöyle demiştir Refik Halid:
"Daima para kazanmak için yazdım.
Edebiyat benim için yalnız bir vasıta
obnuştur."
1955 'te söylenmiş bu söz, birbakıma,
hayli yorucu bir ömrün edebiyatla,
tutanağa geçirmiştir. Boğaziçi'nde
geçen Bu Bizim Hayanmız (1950),
Arabistan coğrafyasındaki Dişi
Örûmcek (1953), Refik Halid'in kolay
okunur romanlar yazmak kaygısını
belgelediği gibi, usta yazarlann kolay
okunan romanlarda kimileyin ne
çetrefil sorunları da
hatırlatabileceklerini yansıür.
Romantandaki ikiz
Günümüz edebiyatı 'ikiz' teması
üzerinde çok durdu. Bu konuda
yazılmış ilginç incelemeler okumak
olası. Incelemelerin ötesine 'Udz'
teması yaratımsal alanda da işlendı.
Bununla birlikte Refik Halid'in adı hiç
anılmadı. Ya okunmadığından,
bilinmediğinden ya da
önemsenmediğinden.
Ama Refik Halid'in son romanlannda
ikizlik, başlı başına araştırma konusu
olabilecek özelliktedir. Daha Dişi
Örümcek'in kadın kişisi, birbirinin
karşıtı iki kişilik sergiler, adeta ikiz iki
kadın söz konusudur. Bu ikizlik, tarihi
peyzajlarla örülü îki Bin Yıhn
Sevgüisi'de (1954) üçüze, dördûze.. yol
alır. Kadın ve erkek, birbirinin ikizi
Romanlardan
gelenad
korunmasını temenni eder.
Boğaziçi'nde daha şimdiden bir hatıra
buruklugu duyumsanmaktadır.
"Boğaziçi, Olduğu Gibi" yazısı yalnız
bir semtin özelliklerinin korunmasına
ilişkin tespitlerle yüklü değildir. Bu
unutulmuş, çok önemli yazı, tstanbul
mimarisinin neden yok olduğuna da bir
belge sayılabilir:
"Eskiliğin en çok yaraşöğı ve yenüiğin
hiç de hoşlanmadığı yer Boğaziçi'dir.
Orada çimento kahbı modern inşaad
yasak edecek bir kanun raaddesini,
bakalım hangi zevk ehli ve tabiat sahfbi
devlet adamımız başaracak... 1939 New
York sergisindeki Türk ûslubu güzel
pavvonumuzun resmine bakarken
düşündüğûm şu oldu: Onu mesela
Emirgan kr>Bina kurmak! Suadiye ve
Florya'ya >akıştıramadun.r
'
İstanbul, 1940 eşiğinde Boğaziçi
mesirelerini moda dışı saymakta,
Suadiye, Florya, biraz da Büyükada
rağbet görmektedir. Handiyse terk
edilmiş, Boğaziçi'nin görüntüsünü
Refik Halid söyle dile getirir:
"Evet, Boğaziçi harap bir haldedir,
yıiak bir yanıkür. hazin ve boştur. Esld
devirlerin büyük ailelerinden kalma
kocaman yalılar çöküktür;
bahçelerinde tarhlar
silinmiş, yerierini odar ve
sarmaşıklar kaptamış&r;
mcrmer arslan
ağızlanndan akan sular
kesümiş, havuzlar
kurumuştur; denizin dili
törpüden daha kesldn ve
hain çıkımş, katan meşe
direkleri yemiş, binalan
çökertmiştir."
Ne var ki Boğaziçi'nde
pitoresk, o 1940
başlangıcında henüz
silinmemiştir.
Henüz bir umar kapısı
aralanabilir:
-Boğaziçi şhndikihalryle,
olduğu gibi yan harap, yan
mamur. yan mahzun, yan
şen, her zamanından, her
devrinden daha güzel, daha
cazibetidir, onu bu şekliyie
seveüm. Çok keser sesl çok
çimento kokusu istemez:
Perifcri kaçınnayaJım!"
efik Halid yeni Türkiye'nin
çağa hızla ayak uydurdugu
kanısındadır. Geçmişin şatafatlı
dünyası sona ermekte, yaşama
tarzından meslek kollanna,
birçok değişim, Türkiye'de fıliz vermektedir.
Refik Halid, yenilikleri hiçbir eserinde
reddetinez. Bununla birlikte köklü bir
geçmişin yanna olanaklar sağlayacağı
düşüncesindedir.
G
eriye ne kalıyor?
Yetişmekte olan genç kuşağa
Refik Halid'i tanıtamıyoruz,
okutamıyoruz, sevdiremiyoruz
Onu kıyısından köşesinden
okumuş olanlar, çoktan unutup gitmişler.
Geriye kalan, otuzuncu ölüm yılında şu
satırlan çiziktirmek. Bununla birlikte edebi
hazine saklı duruyor.
(stanbul ygzrian
O zamanlar romanlann büyüleyici bir
etkisi olmahymış ki, bugünün kırkhk.
ellilik hanımlannın, beylerinin adlan
roman kahramanlanndan esinlenme.
Hatta bu gelenek, Reşat Nuri'nin
Çalıkuşu'sundan başlıyor. Feride,
birçok Türk kızına Çalıkuşu
sayfalanndan çıkıp gelmiş bir
armağan, yadigâr ad. Hıçkınk'ın
Nalân'ı ve Kenan'ı, Kerime Nadir'den
yadigâr adlar, Funda da. Refik Halid
ise 1950'lerde bu etkilemeyi bir kez
daha sağlayabilmiş ve Nilgün
romanıyla Türk ailesi üzerinde iz
bırakmış.
Nilgün çok mu güzel bir romandır?
Evet çok güzel bir romandır. İlk
bakışta bir serüven, hatta casusluk
romanı sayılabilir. İç içe serüvenler,
heyecan kasırgalan, sonra ne olacak
merakı romanı sürükleyici kılar. Ama
Nilgün, bir yandan da olağanüstü dili.
o eşsiz Türkçe'si, zevkli anlatımıyla
roman sanatını okura kendiliğinden
sevdirir. duyumsatır. Sonra, geniş bir
kültür yelpazesine açılır Nilgün.
Sınemanm olanaklanndan
yararlanarak, o kuru, egzotik ülkelerde
bol fantazili bir yolculuğa çıkartr.
Dahası, Nilgün, Osmanlı artığıyla
Cumhuriyet çocuğu arasında bir kültür,
sevgi, şefkat bağı kurmayı dener.
Nilgün'ün yazannın kişisel hikâyesi de
böylesi bir akış gösterir:
18 Temmuz 1965'teyitirdiğimiz Refik
Halid, 15 Mart 1888 dogumludur.
Soyu, Karakayışoğuuan ailesine
uzanmaktadır. Refik Halid bir süre
Galatasaray Lisesi'nde okur; sonra
Hukuk Mektebi'ne devam eder. Resmi
öğrenim konusunda iştahsızdır. Zaten
II. Meşrutiyet'te gazeteciliğe başlar.
Ittihat ve Terakki yönetimiyle arası
açılır: İlk sürgün; Sinop, Çorum,
Ankara, Bılecik... Kurtuluş Savaşı
sırasında muhalif bir tutum
sergileyecektir. 1922, Refik Halid'in
seçimi için artık bir umutsuzluk yılıdır.
1922-1938 arası Refik Halid, Beyrut
ve Halep'te kalu". Bütün o yıllarla
inceden inceye alay edecek, Kurtuluş
Savaşı konusundaki yanılgısını
kollanna, birçok değişim, Türkiye'de
fıliz vermektedir. Refik Halid,
yenilikleri hiçbir eserinde reddetmez.
Bununla birlikte köklü bir geçmişin
yanna olanaklar sağlayacağı
düşüncesindedir.
Sözgelimi dil, anadilimiz... Duru
Türkçe'nin ilk ustalanndan Refik
Halid, kendi dilinin kaynaklannı Yunus
Emre ve Karacaoğlan'da bulur. Duru
Türkçe'nin konuşulan dilde zaten
güzelliğini, inceliğini yüzyıllar boyu
sürdürdüğü kanısındadır. Bakın,
anılannı kaleme getirdiği Vlinelbab
llelmihrab'ın önsözünde ne diyor
"Yazıhş tarihi 1923'tür. Bazı sebeplerle
bir türlü kitap şeküne giremeyen
Minelbab tkhnihrab, şimdi dinizde ise
bunu eski ve yeni okuy-uculanmızın
ısrartı Bteklerine borçluj-um. Şu varki
eserin lisanı benim başka >azüanmda
olduğu kadar sade değildir. Konu icabı
resmi kitabete kaçan kelime ve üsluba
rasüanacaknr."
Bununla birlikte 'sade Hsan'dan yana
Refik Halid, Türkçe'nin yüzyıllarla
ölçülebilecek asıl yapısının
bozulmasına karşıdır. 1960 sonrası
kaleme aldığı son anı yazılannda Türk
Dil Kurumu'nun türettiği kelimelerle
yıldızının banşmadığmı,
banşmayacağını açık açık söyler. Dilde
ılımlı bir tutumu önermekte,
yüzyıllann dile taşıdığı Arapça, Farsça
kelimeleri gönül rahatlığıyla
kullanmaktadır.
Işte bu soydan seçimleri, tutumlan
Refik Halid'i gündem dışı bırakmıştır.
Eserinden söz açanlar, genelde hep,
1920 tarihli tstanbul'un Bir Yüzü
romanıyla, ondan bir yıl önce
yayımlanmış Memleket Hikâyeleri
üzerinde durmakla yetinirler.
Istanbul'un Bir Yüzü, Istanbul'u, n.
Abdülhamid döneminden Birinci
Dünya Savaşı sonlanna kadar, acı-tatlı
bir hava içinde, ısırgan dille, teşrih
masasına yatınr. Aristokrasinin
olmadıği toplumsal düzende paranın el
değiştirmesi, gelgeç bir burjuvazi
yaratması, bu romanın satır aralannda
okunabilir.
tstanbul'un Bir Yüzü günümüzde
sanatla ödeşmesi. ülkemizde
edebiyata. sanata verilen önemli bir
hesaplaşması olarak da
okunabilecekken gözden bu yönü
kaçmıştır. Artık yorgun, ama îroniyi
elden bırakmamış bir Refik Halid
konuşmaktadır:
"Ben yaşadığım müddetçe hayata bağlı
bir insannn. Benim için bir tepsi dolusu
nefis ve buzlu meyveden alınacak zevk,
ilerde taddacak muhtemel zevklerden
çok daha mühimdir."
Oysa eserinde o nefıs ve buzlu
meyveleri, Türkçe'nin en kıvrak
anlatımıyla tasvir etmiş; çiçekler
bitkiler, meyveler, yiyecekler
konusunda Türk edebiyatının belki de
en başanlı natürmort ressamı olmuştur.
Romanlannda, denemelerinde
karşımıza çıkan o natürmortlar, klasik
bir resim ustasının olanca sanatını
yansıtır.
Beştinnenlenn suskusu
Zaten sayısı adamakıllı az olan
eleştirmenlerimiz, Refik Halid'in
eserine toplu olarak bakmayı, bu eseri
inceden inceye irdelemeyi nedense
gereksinmedıler. demeye getirmiştim.
Oysa eserinin yelpazesi nelere,
nerelere açılmıyor ki!
Sürgün (1941) entrik etrafında dönenir
görünmenin ötesinde, Osmanlı
hanedan ailesinin irkiltici eleştirisini
de banndınr. Bu romanda şehzade
Keramettin Efendi, sürgündeki
hanedan ailesinin çok tipik bir
örneğidir. Bugünün yazıklanmalı son
Osmanlılar edebiyatının tam karşıtında
saptanz Refik Halid'i: Savruk,
mirasyedi ICeramettin Efendi, kanlan,
kızlan, ne sarayda ne de şimdi
sûrgünde herhangi bir içten kültür
arayışı içindedirler. Sürgünün yarattığı
bir trajedi söz konusudur, ama
sürgündekilerin iç yüzü de öyle iç açıcı
değildir. Anahtar (1947) evlilikte
eşlerin birbirine baglılığı konusunu
işler görünürken, tkinci Dünya Savaşı
gölgesindeki Istanbul'u, tsmet Paşa
Ankarası'nın siyasal tutumunu, harp
vurgunculannı adeta günü gününe
olarak yüzyıllar boyu sürüp giderler.
Demokrat Parti öncesinin toplumsal
ortamını çok canlı biçimde yansıtan ve
Demokrat Parti'nin iktidar sebeplerini
saptayan Bugünün Sarayusı'nda (1954)
Ayşen yalnız ikizini banndırmakla
kalmaz, bir sann odağı gibi, her iki
görüntüsünü de romanın öteki
kişilerine ve okura nakşeder...
Romancı Refik Halid'in yanı başında
deneme, kronik, fıkra yazan, anı yazan
Refik Halid de edebiyatımız,
kültürümüz adına bir anıttır. Otuzuncu
ölüm yılında besbelli ilgili devlet
kuruluşlannın aklından bile geçmeyen
Refik Halid. her şeyden önce bir
tstanbul tutanakçısıdır.
Daha 1910'lardan başlayarak
Boğaziçi'nin korunması gerektiğine
inanır. Hemen Boğaziçi diyorum,
tstanbul'da Boğaziçi'nin kaybolup
gideceğini, Refik Halid, Boğaziçi
sevdalısı Abdülhak Şinasi'den bile
önce ayırt etmiştir.
O dönemdeki yazılannda Boğaziçi'nde
refahı, savaşlann ve iktisadi çöküşün
yıprattığını özellikle vurgular. Bütün o
mimari eserlerden, insan eliyle
evcilleştirilmiş, şekil verilmiş,
bezenmiş bitki örtüsünden gelecek
adına endişeleri vardır. Yalılar göçüp
gitmekte, yalılann kafesli pencereleri
gerisinde hayli yoksul, yoksulluğa
düşmüş kişiler göze çarpmaktadır.
Bitki örtüsüne gelince, işte koca koca
korular, yakacak odun niyetine
baltalanmaktadır.
1920'lerin başlangıcındaki Boğaziçi,
aynı görünümü sürdürür. Şimdi biraz
daha yıkık yıpraktır her şey. Rumeli
kıyısı gitgide Levanten dünyasınm
yaşama mekânı olmuştur. Anadolu
kıyisında adeta bir sonu bekleyen
hazin bir görünüm söz konusudur.
Boğaziçi
Refik Halid yurda dönüşte 1939 tarihli
"Boğaziçi, Oiduğu Gibi"yi yazar.
Burada Boğaziçi, eski siluetini
kaybetmiştir. Ama yine de izdüşümler
söz konusudur. Refik Halid onlann
Ama periler kaçıp
gideceklerdir. Refik
Halid'in -tabii başka
yazarlanmızın, kültür
adamlannın- Boğaziçi,
tstanbul konusundaki
değerli yazılan şehrin
mimansınden ve çevre
düzeninden sorumlu
olanlann ilgisini
çekmemiştir. Bu
yazılardaki ciddi kaygılar,
öneriler, derlenip toparlanış
çareleri bugün sarank
sayfalar arasında tek tük
meraklısının yüreğini
sızlatmaktadır.
Sonuçta, olduğu gibi
Boğaziçi yerine, artık
olmadığı gibi bir
Boğaziçi'yle Istanbullu baş
başa kalır. Yalnız Boğaziçi
de değil. Refik Halid'in
anlattığı Kadıköy'ünden,
Suadiye'den, Bostancı'dan,
Florya'dan, Adalar'dan en
küçük bir iz bulabılmek
olasız günümüzde. Hatta
sözümona korunma altına
alınmış semtlerden.
Sayısız İstanbul yazısı, bu kentin hepi
topu kırk elli yıl önce hâlâ görkemli bir
güzelliği simgelediğine tanıklık ediyor.
Refik Halid tstanbul'da sonbahan
anlatmıştır, burada renkler şenlik
yaratır. Refik Halid tstanbul'da bahar
ve yaz çiçeklerini anlatmıştır, anılan
çiçeklerin kendilerini göremediğimiz
gibi, adlannı da bihniyoruz artık.
Refik Halid lstanbul'da vapurlan,
tramvaylan anlatmıştır, o vapurlar
şimdi kır pas içinde, o tramvaylar
hazin bir dekor konumundadır...
Zaten romancı da yılgıya kapılarak,
son romanı Sonuncu Kadeh'i
yazmıştır. 1957 tarihli Sonuncu Kadeh,
bir gençlik aşkının ardında, o gençliğin
ikizini günümüzde görür, ne var ki
yıllar öncesi tstanbul'unun günümüzde
bir ikizini bulamaz.
Geriye ne kalıyor? Yetişmekte olan
genç kuşağa Refik Halid'i
tanıtamıyoruz, okutamıyoruz,
sevdiremiyoruz. Onu kıyısından
köşesinden okumuş olanlar, çoktan
unutup gitmişler. Geriye kalan,
otuzuncu ölüm yılında şu satırlan
çiziktirmek. Bununla birlikte edebi
hazine saklı duruyor; işte Refik
Halid'in kalemiyle tstanbul'da
sonbahar
"Sonbahan, evvela lodos gruplarmdan
dolayı beğenirim, beklerim. Istanbul'un
lodos gruplan eleğimsağmalarla
süslenip püslenip uzun etekli
elbisekrini giyerek geldikleri bir
randevu yeridir. Orada dünyanın en
baygm ve uçucu veya en coşkun çdgu
renkkrinu sarmaşdolaş. alt alta, üst
üste birbirterine sokulup kucaklannda
erirken, kızartır, buğulanırken, renkten
renge girer, süzülüp serpUirken
görebilirsiniz. Bakarsuuz göğün bir
tarafına hafîf dumanlı bir mürdüm
eriği morluğu sürühnüştür; bu morluk
gittikçe açılır. şekerci camekânlannda,
elektıik ışıgına tutulmuş
kavanozlardaki reçeOer gibi, adeta
çekirdeklerini gösterecek kadar
seffaflaşu; aynca rayihalı bir şurup
içinde yüzüyor hissini \erir."
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Vakıf Destekli
Üniversite Yayınları...
15 Haziran 1995 tarihli ve "Oniversite Yayınları"
başlıklı yazımda, ülkemizde üniversitelerin içinde bu-
lunduklan parasal koşullarda yayın yapmalannın güç-
lüğünden, öte yandan da bilimsel yayın yapmanın
üniversite kimliği açısından taşıdığı önemden söz et-
miştim.
Bu yazı üzerine, Boğaziçi Üniversitesi Vakfı'nın
halkla ilişkiler danışmanlığını yürüten Insel Tanrtım
Şirketi'nm yetkilisi Sayın Nilgün Şentürk'ten aldığım
nazik rnektuptan öğrendiğime göre anılan vakıf, Bo-
ğaziçi Üniversitesi Yayınlan'nı da doğrudan destek-
lemekte. Nilgün Şentürk'ün mektubuna eklediği ya-
yınlar listesinden görebildiğim kadanyla bugüne ka-
dar Boğaziçi Üniversitesi'nce gerçekleştirilen Türk-
çe ve Ingilizce bilimsel yaymların sayısı oldukça ka-
bank.
önemli bir nokta da bu yayınlann daha geniş kit-
letere ulaştınlabilmesi amacıyla Istanbul'daki bazı bü-
yük kitabevleriyle doğaıdan ilişki kurulmuş olması.
Çünkü yayımlanan kitaplann ilgili çevrelere ve okur-
lara ulaşamaması, yayın çalışmalannın amacına eriş-
mesini de olanaksız kılar. Ülkemizdeki kimi eski üni-
versitelerin yıllar önce yayımladıklan çok değerli ça-
lışmalaria karşılaşmamızın, bugün genelde bir saha-
fın raflanndaki rastlantıya bağlı bulunması, o kitaplar
adına gerçekten yakınılması gereken bir durumdur.
"Boğaziçi Üniversitesi Yayınlan", dağıtımında böyle
bir örgütlenmeye gidilmtş olması, bu bakımdan bü-
yük önem ve değer taşıyor.
Nilgün Şentürk'ün aracılığıylatelefonlaştığımız Bo-
ğaziçi Üniversitesi Vakfı Genel Koordinatörü Sayın Dr.
M. Atilla Öner'in açıklamalarından ve faksla geçti-
ği, Sayın Rektör Prof. Dr. Clstün Ergüder imzalı "Mü-
tevelliler Heyeti Toplantısı" konuşmasından edindi-
ğim bilgilere göre, üniversite-vakıf-dernek dayanış-
masıyla başlatılan Boğaziçi 95 Kampanyası'mn Bo-
ğaziçi Üniversitesi'nde hedeflediği sivil toplum des-
tekli üniversite modeli bağlamında önemli adımlar
atılmış. öğretim üyelerine verilen akademik destek-
ten öğrenci burslanna ve yayınlann gerçekleştirilme-
sine kadar uzanan geniş bir yelpazede erişilenler, ço-
ğu kez bütçede öngörülen tahsisatlannın bile tama-
mını alamayan yükseköğrenim kurumiannın, "Karan-
lıktan yakınacağına bir mum da sen yak" felsefesiy-
le girişımlerde bulunduklarında neler başarabileceği
konusunda çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Anılan ko-
nuşma metninde belirtildiğıne göre Boğaziçi Üniver-
sitesi Vakfı, 1994 yılı içerisinde gereksinim, başan ve
özel olmak üzere, toplam 351 öğrenciye burs vermiş.
Vakfın Akademik Faaliyetler Destek Fonu ise öğre-
tim üyelerine ve öğrencilere yurtdışı yolculuk gideri
katkı desteği, konferans organizasyon desteği, kitap
yazım desteği, yayın ödülü, özel proje ödülü, davet-
li konuşmacı özel ödülü, lisansüstü öğrencisi yurtdı-
şı yolculuk gideri katkı desteği gibi katkılar sağlamış.
Ylımi dört milyar lirayı aşan bu harcama içerisinde "ki-
tap yazım desteği", "özel proje desteği" ve "yayın
ödülü", doğrudan bilimsel yayınları destekleyen kat-
kılar olarak dikkati çekiyor. Bu arada yalnız öğretim
üyelerine değil, fakat öğrencilere de akademik amaç-
lı yurtdışı yolculuklar için destek verilmesi, kanımca
üniversite hocalanyla ve öğrencilenyle bir bütün say-
manın güzel bir örneği olarak değerlendirilmek ge-
rekir.
M. Atilla öner'den aldığım bilgilere göre vakıf, ya-
yın desteğini her yıl basılmasına karar verilen kitap-
lann sayısını, üniversitenın "resmi" olanaklannın dı-
şında kalan sayıya tamamlayarak, kapak ve tanrtım
giderlerini karşılayarak veriyor.
Ülkemizde özellikle son zamanlarda ne yazık ki
hızla yayılan olumsuzluklardan biri de, herhangi bir
kurumda olası bir aksaklığın ya da yolsuzluğun sö-
zünün edilmesiyte birlikte, medyanın işi kendilığinden
-daha resmi sonuçlar ortada yokken- bir suçluluk
saptamasına vardırması, böylece de kamuoyunu
doğrudan ilgili kurumlann yararlılığı konusunda kuş-
kulara itmesidir. Şimdi aynı duaım, genelde üniver-
sitelerin bünyelerindeki vakıflar bağlamında yaşan-
maktadır. Ortaya atılan bazı iddialar nedeniyle açılan
tahkıkatlar henüz sonuçlanmadan, dolayısıyla orta-
da daha yargı karanyla saptanmış yolsuzluklar ve
sorumlular yokken, özellikle basın aracılığıyla yaratı-
lan atmosferde üniversite vakıflan, kamuoyuna san-
ki doğrudan yolsuzluk ve haksız yarar sağlama ama-
cıyla oluşturulmuş kuruluşlardiye tanıtılmaktadır. Oy-
sa şu ya da bu vakıfta saptanabilecek herhangi bir
aksaklık ya da yolsuzluk bile, vakıflan bütünüyle "ge-
re/csiz"saymamızı haklı kıiacak bir neden olamaz. Ak-
saklıklann yanı sıra, kurumlann yararlı yanlarından
da söz etmeyen bir medya anlayışı, ancak yanıltma
amacıyla esanlamlı kılınabüir.
Osmanlı Imparatorluğu'nun erken dönemterinden
başlayarak toplumsal yaşamımızda kamu yararlan-
na son derece etkin düzeyde hizmet etmiş olan ve
Islam hukukunda çok zengin bir gelenek temeli bu-
lunan vakıf kurumu, günümüzde de özellikle devlet
bütçesinin yetersiz kaldığı alanlar açısından önemi-
ni korumaktadır.
Boğaziçi ModeH'n) bu açıdan dikkatle değerlendir-
mek, üniversitelerimizin toplumla ilişkilerini sağlıklı
ve gereken düzeyde kurmuş birer sivil toplum kuru-
mu olarak gelecekleri bakımından son derece önem-
lidir. Yapılması gereken, vakıflan yolsuzluk söylenti-
lerine kurban etmek değil, fakat alınan olumlu sonuç-
lan göz önünde bulundurarak bu kurumlann olabil-
diğince çok sayıda üniversitede nasıl hayata geçir-
ilebileceği üzerinde ciddiyetle düşünmektir.
Yargıç Naci Ünver'den
"Kapadokya Elsanesi"
• Ankara (ANKA)- Yargıtay üyesi olan M.Naci
Ünver'in "Kapadokya Efsaneleri" adli belgesel
öyküsü sistem yaymcılık tarafindan basıldı. Yargıç
M.Naci Ünver "Kapadokya Efsanesi" adh eserinde,
Kapadokyalı Ali ile Fransız Marie'nin öykülerini
efsanelerle bütünleyerek okuyucuya sunuyor. Çeşitli
edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanan Ünver'in ilk
romanı "Evlenme Cüzdanı" 1989 yılında televizyon
fılmi olarak çekilmişti. Hukuk dalında da eserleri
bulunan Ünver'in aynca "Özgür Sevi" , "Günyüzü
Yargıcı" , "Ozanın Öldüğü Gün" adlı romanlan ile
"Sana 25 Şiir" adlı şiir kitabı bulunuyor.
1 Temmuz Dünya Mimarhk Günü
etkinfikleri
• Kültür Servisi- Mimarlar Odası'nın düzenlediği
1995 Dünya Mimarhk Günü etkinlikler programı
kapsamında 'tstanbul'un Tarihi Bölgelerinin
Canlandınlması' başlıklı UIA Atölye Çalışması
Sergisi 1990, Kent ve Yaşam Sanat Galerisi, Yıldız
Sarayı Dış Karakol Binası'nda cuma günü gezilebilır.
Cuma günü aynca Mimarlar Odası'nm düzenlediği
'Dünya Mimarhk Günü' kutlama töreni saat
20.00'de Yıldız Sarayı Has Bahçe'de yapılacak.