14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 TEMMUZ 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 CRAMOFON İĞNESİ SELtMtLERl Refik Haüd Karay'ı anarken...Refik Haiid Karay'ı gûnümüzün okuru, günümüzün genç edebiyatseveri tanıyor mu? Önce bu soruyu gündeme getirmek istiyorum. Yanıtlanması hayli zor bir soru bu. Bir iki genç arkadaş, Refik Halid adını biç işitmediklerini söylediler. tçlerinden biri: "Potitikacı değü mi? MiUervekiü gatiba-." dedi. "Ha>Tr, bir yazar—" dediğimdeyse, gazeteci olduğu kanısına vardı. Orta yaş öbeğindeki bazı dostlanm, Refik Halid'i hayal meyal hatııiadılar. Okul kitaplanndaki ûnlü "Eskka" hikâyesini unutmarruş olanlar vardı. Bir iki hanım arkadaşın aklına NDgün geldi. Unlü "Eskka" dedim. Anadiiimizi sevmeyi bu hikâyeden öğrendiğimi nasıl yadsıyabilirim? Küçûk bir çocukla yaşlı bir ayakkabı onancısı arasında, yan sürgûnde, Arabistan'da geçen bu hikâye, anadilin bir hayat, yaşama kaynağı olduğunu haykınr durur. "Ağlama be! Ağlama be!" "Eskki başka söz bulamamıştır. Bunu işiten çocuk hıçkıra hıçkıra. katüa katıla ağlamaktadır; bir daha Türfcçe konuşacak adam buiamayacağına ağlamaktadır. "Ağjama drvorum sana! Ağfcuna!" u Bunlan derken onun da katı, nasırlanmış yüreği yunuışamış, şişmişti. Onüne geçmeye çalıştı. ama yapamadı. kendisini tutamadı; gözlerinin dolduğunu ve sakauanndan kayan yaşlann -Arabistan sıcağıyla yanan kızgın göğsüne- bir pınar sızmbsı kadar serin, ürpertici, döküklüğiinü duydu." Gurbet Hikâyeteri'nin bu gizli başyapıtını Refik Halid yazarken ağlamış mıdır diye düşünürüm kimileyin. Yazarlann, düşünce adamlannın, sanatçılann sûrgünde geçen yıllan muhakkak ki bambaşka iç ödeşmelerle yüklü. Refik Halid, sürgûnü değişik sebeplerle çokça tatmış bir yazanmız... Nilgûn'ü anan hanım arkadaşlardan birinın adı da Nilgün'dü. Nilgûn'ü, o üç ciltlik Nilgün'ü, önce . annesi okumuş. O zaman yeni nişanhymış. Nilgûn'le birlikte serüvenden serûvene koşmuş, Osmanlı tmparatorluğu'nun son günlennden Ikinci Dünya Savaşı'na, geniş bir zaman diliminde heyecanlar çekmiş, Nilgün mutlu olabilsin diye romancıya mektuplar yazmayı düşünmüş. Sonra Nilgün'ün mutluluğuna sevinerek, doğan ilk çocuğuna Nilgün adını takmış. Arkadaşım Nilgün'ün babası da romandaki Nilgûn'ü çok severmiş. Arkadaşım Nilgün şimdi kırk yaşlannda. Adını çok seviyor. söylemekten çekinmeyecektir. Bununla birlikte muhalefeti de büsbütün elden bırakmaz. Atatürk'ûn isteğiyle yurda dönmüş, etkin siyasetten uzak durmuştur, ama ömûr boyu muhalif bir söylem geliştirmiştir. Türkiye'nin yannı için banşı, sonsuz banşı, kalkınmayı gönülden arzu eder. Ne var ki, 27 Mayıs askeri hareketine vandaş olmaz. Ya da daha önceleri, Ismet Paşa devrini iğnelemekten bir türlü kendini alamaz. Yeni Ankara'yı eskisiyle kıyaslayan güzel denemesi yanmda, Osmanlı payitahtının kültür değerlerini koruyabilmek ugruna da sayısız yazı yazar. YbtfAnkara'da... Refik Halid, bayındır, yeni Ankara'yı içtenlikle benimsemiştir. Demin andığım denemesinde Ankara'yı, yeni başkenti, bir simge şehir olarak görür: Itrihat ve Terakki sürgünündeyken gördüğü yıkık Ankara'nın yerine, modern bir kent kurulmuştur. Refik Halid yeni Türkiye'nin çağa hızla ayak uydurdugu kanısındadır. Geçmişin şatafatlı dünyası sona ermekte, yaşama tarzından meslek okunsa, okuyanlar çok şaşıracaktın Yetmiş beş yıl gibi hayli uzun bir zaman geçmesine karşın, eserde çizilen Tstanbul, yeni zengin ripleri, yeni zengin görsüzlüğü ve yaşaması hiç değişmemiştir. Değişen, olsa olsa, kılık kıyafettir. Belki bir iki de davranış, ifade şekli... Memleket Hikâyeleri, Refik Halid'in ilk sürgününden verimlerdir; çoğu, Anadolu hayatının bilinmeyen, o güne kadar edebiyatımızda işlenmemiş yönlerine açılan hikâyeler. Refik Halid'in 1938'den sonraki eserleri edebiyat tarihçilerinin, eleştirmenlerin ya ilgisini çekmemiş ya da kişisel serüvenindeki iniş çıkışlı siyasal grafiği, Refik Halid konusunda yazmayı isteksiz kılmıştır. Bir eleştirmenimiz ondan söz acarken, 1939 sonrası eserlerinin para kazanmak amacıyla yazıldığını, yine Refik Halid'in sözlerine dayanarak vurgular. Şöyle demiştir Refik Halid: "Daima para kazanmak için yazdım. Edebiyat benim için yalnız bir vasıta obnuştur." 1955 'te söylenmiş bu söz, birbakıma, hayli yorucu bir ömrün edebiyatla, tutanağa geçirmiştir. Boğaziçi'nde geçen Bu Bizim Hayanmız (1950), Arabistan coğrafyasındaki Dişi Örûmcek (1953), Refik Halid'in kolay okunur romanlar yazmak kaygısını belgelediği gibi, usta yazarlann kolay okunan romanlarda kimileyin ne çetrefil sorunları da hatırlatabileceklerini yansıür. Romantandaki ikiz Günümüz edebiyatı 'ikiz' teması üzerinde çok durdu. Bu konuda yazılmış ilginç incelemeler okumak olası. Incelemelerin ötesine 'Udz' teması yaratımsal alanda da işlendı. Bununla birlikte Refik Halid'in adı hiç anılmadı. Ya okunmadığından, bilinmediğinden ya da önemsenmediğinden. Ama Refik Halid'in son romanlannda ikizlik, başlı başına araştırma konusu olabilecek özelliktedir. Daha Dişi Örümcek'in kadın kişisi, birbirinin karşıtı iki kişilik sergiler, adeta ikiz iki kadın söz konusudur. Bu ikizlik, tarihi peyzajlarla örülü îki Bin Yıhn Sevgüisi'de (1954) üçüze, dördûze.. yol alır. Kadın ve erkek, birbirinin ikizi Romanlardan gelenad korunmasını temenni eder. Boğaziçi'nde daha şimdiden bir hatıra buruklugu duyumsanmaktadır. "Boğaziçi, Olduğu Gibi" yazısı yalnız bir semtin özelliklerinin korunmasına ilişkin tespitlerle yüklü değildir. Bu unutulmuş, çok önemli yazı, tstanbul mimarisinin neden yok olduğuna da bir belge sayılabilir: "Eskiliğin en çok yaraşöğı ve yenüiğin hiç de hoşlanmadığı yer Boğaziçi'dir. Orada çimento kahbı modern inşaad yasak edecek bir kanun raaddesini, bakalım hangi zevk ehli ve tabiat sahfbi devlet adamımız başaracak... 1939 New York sergisindeki Türk ûslubu güzel pavvonumuzun resmine bakarken düşündüğûm şu oldu: Onu mesela Emirgan kr>Bina kurmak! Suadiye ve Florya'ya >akıştıramadun.r ' İstanbul, 1940 eşiğinde Boğaziçi mesirelerini moda dışı saymakta, Suadiye, Florya, biraz da Büyükada rağbet görmektedir. Handiyse terk edilmiş, Boğaziçi'nin görüntüsünü Refik Halid söyle dile getirir: "Evet, Boğaziçi harap bir haldedir, yıiak bir yanıkür. hazin ve boştur. Esld devirlerin büyük ailelerinden kalma kocaman yalılar çöküktür; bahçelerinde tarhlar silinmiş, yerierini odar ve sarmaşıklar kaptamış&r; mcrmer arslan ağızlanndan akan sular kesümiş, havuzlar kurumuştur; denizin dili törpüden daha kesldn ve hain çıkımş, katan meşe direkleri yemiş, binalan çökertmiştir." Ne var ki Boğaziçi'nde pitoresk, o 1940 başlangıcında henüz silinmemiştir. Henüz bir umar kapısı aralanabilir: -Boğaziçi şhndikihalryle, olduğu gibi yan harap, yan mamur. yan mahzun, yan şen, her zamanından, her devrinden daha güzel, daha cazibetidir, onu bu şekliyie seveüm. Çok keser sesl çok çimento kokusu istemez: Perifcri kaçınnayaJım!" efik Halid yeni Türkiye'nin çağa hızla ayak uydurdugu kanısındadır. Geçmişin şatafatlı dünyası sona ermekte, yaşama tarzından meslek kollanna, birçok değişim, Türkiye'de fıliz vermektedir. Refik Halid, yenilikleri hiçbir eserinde reddetinez. Bununla birlikte köklü bir geçmişin yanna olanaklar sağlayacağı düşüncesindedir. G eriye ne kalıyor? Yetişmekte olan genç kuşağa Refik Halid'i tanıtamıyoruz, okutamıyoruz, sevdiremiyoruz Onu kıyısından köşesinden okumuş olanlar, çoktan unutup gitmişler. Geriye kalan, otuzuncu ölüm yılında şu satırlan çiziktirmek. Bununla birlikte edebi hazine saklı duruyor. (stanbul ygzrian O zamanlar romanlann büyüleyici bir etkisi olmahymış ki, bugünün kırkhk. ellilik hanımlannın, beylerinin adlan roman kahramanlanndan esinlenme. Hatta bu gelenek, Reşat Nuri'nin Çalıkuşu'sundan başlıyor. Feride, birçok Türk kızına Çalıkuşu sayfalanndan çıkıp gelmiş bir armağan, yadigâr ad. Hıçkınk'ın Nalân'ı ve Kenan'ı, Kerime Nadir'den yadigâr adlar, Funda da. Refik Halid ise 1950'lerde bu etkilemeyi bir kez daha sağlayabilmiş ve Nilgün romanıyla Türk ailesi üzerinde iz bırakmış. Nilgün çok mu güzel bir romandır? Evet çok güzel bir romandır. İlk bakışta bir serüven, hatta casusluk romanı sayılabilir. İç içe serüvenler, heyecan kasırgalan, sonra ne olacak merakı romanı sürükleyici kılar. Ama Nilgün, bir yandan da olağanüstü dili. o eşsiz Türkçe'si, zevkli anlatımıyla roman sanatını okura kendiliğinden sevdirir. duyumsatır. Sonra, geniş bir kültür yelpazesine açılır Nilgün. Sınemanm olanaklanndan yararlanarak, o kuru, egzotik ülkelerde bol fantazili bir yolculuğa çıkartr. Dahası, Nilgün, Osmanlı artığıyla Cumhuriyet çocuğu arasında bir kültür, sevgi, şefkat bağı kurmayı dener. Nilgün'ün yazannın kişisel hikâyesi de böylesi bir akış gösterir: 18 Temmuz 1965'teyitirdiğimiz Refik Halid, 15 Mart 1888 dogumludur. Soyu, Karakayışoğuuan ailesine uzanmaktadır. Refik Halid bir süre Galatasaray Lisesi'nde okur; sonra Hukuk Mektebi'ne devam eder. Resmi öğrenim konusunda iştahsızdır. Zaten II. Meşrutiyet'te gazeteciliğe başlar. Ittihat ve Terakki yönetimiyle arası açılır: İlk sürgün; Sinop, Çorum, Ankara, Bılecik... Kurtuluş Savaşı sırasında muhalif bir tutum sergileyecektir. 1922, Refik Halid'in seçimi için artık bir umutsuzluk yılıdır. 1922-1938 arası Refik Halid, Beyrut ve Halep'te kalu". Bütün o yıllarla inceden inceye alay edecek, Kurtuluş Savaşı konusundaki yanılgısını kollanna, birçok değişim, Türkiye'de fıliz vermektedir. Refik Halid, yenilikleri hiçbir eserinde reddetmez. Bununla birlikte köklü bir geçmişin yanna olanaklar sağlayacağı düşüncesindedir. Sözgelimi dil, anadilimiz... Duru Türkçe'nin ilk ustalanndan Refik Halid, kendi dilinin kaynaklannı Yunus Emre ve Karacaoğlan'da bulur. Duru Türkçe'nin konuşulan dilde zaten güzelliğini, inceliğini yüzyıllar boyu sürdürdüğü kanısındadır. Bakın, anılannı kaleme getirdiği Vlinelbab llelmihrab'ın önsözünde ne diyor "Yazıhş tarihi 1923'tür. Bazı sebeplerle bir türlü kitap şeküne giremeyen Minelbab tkhnihrab, şimdi dinizde ise bunu eski ve yeni okuy-uculanmızın ısrartı Bteklerine borçluj-um. Şu varki eserin lisanı benim başka >azüanmda olduğu kadar sade değildir. Konu icabı resmi kitabete kaçan kelime ve üsluba rasüanacaknr." Bununla birlikte 'sade Hsan'dan yana Refik Halid, Türkçe'nin yüzyıllarla ölçülebilecek asıl yapısının bozulmasına karşıdır. 1960 sonrası kaleme aldığı son anı yazılannda Türk Dil Kurumu'nun türettiği kelimelerle yıldızının banşmadığmı, banşmayacağını açık açık söyler. Dilde ılımlı bir tutumu önermekte, yüzyıllann dile taşıdığı Arapça, Farsça kelimeleri gönül rahatlığıyla kullanmaktadır. Işte bu soydan seçimleri, tutumlan Refik Halid'i gündem dışı bırakmıştır. Eserinden söz açanlar, genelde hep, 1920 tarihli tstanbul'un Bir Yüzü romanıyla, ondan bir yıl önce yayımlanmış Memleket Hikâyeleri üzerinde durmakla yetinirler. Istanbul'un Bir Yüzü, Istanbul'u, n. Abdülhamid döneminden Birinci Dünya Savaşı sonlanna kadar, acı-tatlı bir hava içinde, ısırgan dille, teşrih masasına yatınr. Aristokrasinin olmadıği toplumsal düzende paranın el değiştirmesi, gelgeç bir burjuvazi yaratması, bu romanın satır aralannda okunabilir. tstanbul'un Bir Yüzü günümüzde sanatla ödeşmesi. ülkemizde edebiyata. sanata verilen önemli bir hesaplaşması olarak da okunabilecekken gözden bu yönü kaçmıştır. Artık yorgun, ama îroniyi elden bırakmamış bir Refik Halid konuşmaktadır: "Ben yaşadığım müddetçe hayata bağlı bir insannn. Benim için bir tepsi dolusu nefis ve buzlu meyveden alınacak zevk, ilerde taddacak muhtemel zevklerden çok daha mühimdir." Oysa eserinde o nefıs ve buzlu meyveleri, Türkçe'nin en kıvrak anlatımıyla tasvir etmiş; çiçekler bitkiler, meyveler, yiyecekler konusunda Türk edebiyatının belki de en başanlı natürmort ressamı olmuştur. Romanlannda, denemelerinde karşımıza çıkan o natürmortlar, klasik bir resim ustasının olanca sanatını yansıtır. Beştinnenlenn suskusu Zaten sayısı adamakıllı az olan eleştirmenlerimiz, Refik Halid'in eserine toplu olarak bakmayı, bu eseri inceden inceye irdelemeyi nedense gereksinmedıler. demeye getirmiştim. Oysa eserinin yelpazesi nelere, nerelere açılmıyor ki! Sürgün (1941) entrik etrafında dönenir görünmenin ötesinde, Osmanlı hanedan ailesinin irkiltici eleştirisini de banndınr. Bu romanda şehzade Keramettin Efendi, sürgündeki hanedan ailesinin çok tipik bir örneğidir. Bugünün yazıklanmalı son Osmanlılar edebiyatının tam karşıtında saptanz Refik Halid'i: Savruk, mirasyedi ICeramettin Efendi, kanlan, kızlan, ne sarayda ne de şimdi sûrgünde herhangi bir içten kültür arayışı içindedirler. Sürgünün yarattığı bir trajedi söz konusudur, ama sürgündekilerin iç yüzü de öyle iç açıcı değildir. Anahtar (1947) evlilikte eşlerin birbirine baglılığı konusunu işler görünürken, tkinci Dünya Savaşı gölgesindeki Istanbul'u, tsmet Paşa Ankarası'nın siyasal tutumunu, harp vurgunculannı adeta günü gününe olarak yüzyıllar boyu sürüp giderler. Demokrat Parti öncesinin toplumsal ortamını çok canlı biçimde yansıtan ve Demokrat Parti'nin iktidar sebeplerini saptayan Bugünün Sarayusı'nda (1954) Ayşen yalnız ikizini banndırmakla kalmaz, bir sann odağı gibi, her iki görüntüsünü de romanın öteki kişilerine ve okura nakşeder... Romancı Refik Halid'in yanı başında deneme, kronik, fıkra yazan, anı yazan Refik Halid de edebiyatımız, kültürümüz adına bir anıttır. Otuzuncu ölüm yılında besbelli ilgili devlet kuruluşlannın aklından bile geçmeyen Refik Halid. her şeyden önce bir tstanbul tutanakçısıdır. Daha 1910'lardan başlayarak Boğaziçi'nin korunması gerektiğine inanır. Hemen Boğaziçi diyorum, tstanbul'da Boğaziçi'nin kaybolup gideceğini, Refik Halid, Boğaziçi sevdalısı Abdülhak Şinasi'den bile önce ayırt etmiştir. O dönemdeki yazılannda Boğaziçi'nde refahı, savaşlann ve iktisadi çöküşün yıprattığını özellikle vurgular. Bütün o mimari eserlerden, insan eliyle evcilleştirilmiş, şekil verilmiş, bezenmiş bitki örtüsünden gelecek adına endişeleri vardır. Yalılar göçüp gitmekte, yalılann kafesli pencereleri gerisinde hayli yoksul, yoksulluğa düşmüş kişiler göze çarpmaktadır. Bitki örtüsüne gelince, işte koca koca korular, yakacak odun niyetine baltalanmaktadır. 1920'lerin başlangıcındaki Boğaziçi, aynı görünümü sürdürür. Şimdi biraz daha yıkık yıpraktır her şey. Rumeli kıyısı gitgide Levanten dünyasınm yaşama mekânı olmuştur. Anadolu kıyisında adeta bir sonu bekleyen hazin bir görünüm söz konusudur. Boğaziçi Refik Halid yurda dönüşte 1939 tarihli "Boğaziçi, Oiduğu Gibi"yi yazar. Burada Boğaziçi, eski siluetini kaybetmiştir. Ama yine de izdüşümler söz konusudur. Refik Halid onlann Ama periler kaçıp gideceklerdir. Refik Halid'in -tabii başka yazarlanmızın, kültür adamlannın- Boğaziçi, tstanbul konusundaki değerli yazılan şehrin mimansınden ve çevre düzeninden sorumlu olanlann ilgisini çekmemiştir. Bu yazılardaki ciddi kaygılar, öneriler, derlenip toparlanış çareleri bugün sarank sayfalar arasında tek tük meraklısının yüreğini sızlatmaktadır. Sonuçta, olduğu gibi Boğaziçi yerine, artık olmadığı gibi bir Boğaziçi'yle Istanbullu baş başa kalır. Yalnız Boğaziçi de değil. Refik Halid'in anlattığı Kadıköy'ünden, Suadiye'den, Bostancı'dan, Florya'dan, Adalar'dan en küçük bir iz bulabılmek olasız günümüzde. Hatta sözümona korunma altına alınmış semtlerden. Sayısız İstanbul yazısı, bu kentin hepi topu kırk elli yıl önce hâlâ görkemli bir güzelliği simgelediğine tanıklık ediyor. Refik Halid tstanbul'da sonbahan anlatmıştır, burada renkler şenlik yaratır. Refik Halid tstanbul'da bahar ve yaz çiçeklerini anlatmıştır, anılan çiçeklerin kendilerini göremediğimiz gibi, adlannı da bihniyoruz artık. Refik Halid lstanbul'da vapurlan, tramvaylan anlatmıştır, o vapurlar şimdi kır pas içinde, o tramvaylar hazin bir dekor konumundadır... Zaten romancı da yılgıya kapılarak, son romanı Sonuncu Kadeh'i yazmıştır. 1957 tarihli Sonuncu Kadeh, bir gençlik aşkının ardında, o gençliğin ikizini günümüzde görür, ne var ki yıllar öncesi tstanbul'unun günümüzde bir ikizini bulamaz. Geriye ne kalıyor? Yetişmekte olan genç kuşağa Refik Halid'i tanıtamıyoruz, okutamıyoruz, sevdiremiyoruz. Onu kıyısından köşesinden okumuş olanlar, çoktan unutup gitmişler. Geriye kalan, otuzuncu ölüm yılında şu satırlan çiziktirmek. Bununla birlikte edebi hazine saklı duruyor; işte Refik Halid'in kalemiyle tstanbul'da sonbahar "Sonbahan, evvela lodos gruplarmdan dolayı beğenirim, beklerim. Istanbul'un lodos gruplan eleğimsağmalarla süslenip püslenip uzun etekli elbisekrini giyerek geldikleri bir randevu yeridir. Orada dünyanın en baygm ve uçucu veya en coşkun çdgu renkkrinu sarmaşdolaş. alt alta, üst üste birbirterine sokulup kucaklannda erirken, kızartır, buğulanırken, renkten renge girer, süzülüp serpUirken görebilirsiniz. Bakarsuuz göğün bir tarafına hafîf dumanlı bir mürdüm eriği morluğu sürühnüştür; bu morluk gittikçe açılır. şekerci camekânlannda, elektıik ışıgına tutulmuş kavanozlardaki reçeOer gibi, adeta çekirdeklerini gösterecek kadar seffaflaşu; aynca rayihalı bir şurup içinde yüzüyor hissini \erir." ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Vakıf Destekli Üniversite Yayınları... 15 Haziran 1995 tarihli ve "Oniversite Yayınları" başlıklı yazımda, ülkemizde üniversitelerin içinde bu- lunduklan parasal koşullarda yayın yapmalannın güç- lüğünden, öte yandan da bilimsel yayın yapmanın üniversite kimliği açısından taşıdığı önemden söz et- miştim. Bu yazı üzerine, Boğaziçi Üniversitesi Vakfı'nın halkla ilişkiler danışmanlığını yürüten Insel Tanrtım Şirketi'nm yetkilisi Sayın Nilgün Şentürk'ten aldığım nazik rnektuptan öğrendiğime göre anılan vakıf, Bo- ğaziçi Üniversitesi Yayınlan'nı da doğrudan destek- lemekte. Nilgün Şentürk'ün mektubuna eklediği ya- yınlar listesinden görebildiğim kadanyla bugüne ka- dar Boğaziçi Üniversitesi'nce gerçekleştirilen Türk- çe ve Ingilizce bilimsel yaymların sayısı oldukça ka- bank. önemli bir nokta da bu yayınlann daha geniş kit- letere ulaştınlabilmesi amacıyla Istanbul'daki bazı bü- yük kitabevleriyle doğaıdan ilişki kurulmuş olması. Çünkü yayımlanan kitaplann ilgili çevrelere ve okur- lara ulaşamaması, yayın çalışmalannın amacına eriş- mesini de olanaksız kılar. Ülkemizdeki kimi eski üni- versitelerin yıllar önce yayımladıklan çok değerli ça- lışmalaria karşılaşmamızın, bugün genelde bir saha- fın raflanndaki rastlantıya bağlı bulunması, o kitaplar adına gerçekten yakınılması gereken bir durumdur. "Boğaziçi Üniversitesi Yayınlan", dağıtımında böyle bir örgütlenmeye gidilmtş olması, bu bakımdan bü- yük önem ve değer taşıyor. Nilgün Şentürk'ün aracılığıylatelefonlaştığımız Bo- ğaziçi Üniversitesi Vakfı Genel Koordinatörü Sayın Dr. M. Atilla Öner'in açıklamalarından ve faksla geçti- ği, Sayın Rektör Prof. Dr. Clstün Ergüder imzalı "Mü- tevelliler Heyeti Toplantısı" konuşmasından edindi- ğim bilgilere göre, üniversite-vakıf-dernek dayanış- masıyla başlatılan Boğaziçi 95 Kampanyası'mn Bo- ğaziçi Üniversitesi'nde hedeflediği sivil toplum des- tekli üniversite modeli bağlamında önemli adımlar atılmış. öğretim üyelerine verilen akademik destek- ten öğrenci burslanna ve yayınlann gerçekleştirilme- sine kadar uzanan geniş bir yelpazede erişilenler, ço- ğu kez bütçede öngörülen tahsisatlannın bile tama- mını alamayan yükseköğrenim kurumiannın, "Karan- lıktan yakınacağına bir mum da sen yak" felsefesiy- le girişımlerde bulunduklarında neler başarabileceği konusunda çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Anılan ko- nuşma metninde belirtildiğıne göre Boğaziçi Üniver- sitesi Vakfı, 1994 yılı içerisinde gereksinim, başan ve özel olmak üzere, toplam 351 öğrenciye burs vermiş. Vakfın Akademik Faaliyetler Destek Fonu ise öğre- tim üyelerine ve öğrencilere yurtdışı yolculuk gideri katkı desteği, konferans organizasyon desteği, kitap yazım desteği, yayın ödülü, özel proje ödülü, davet- li konuşmacı özel ödülü, lisansüstü öğrencisi yurtdı- şı yolculuk gideri katkı desteği gibi katkılar sağlamış. Ylımi dört milyar lirayı aşan bu harcama içerisinde "ki- tap yazım desteği", "özel proje desteği" ve "yayın ödülü", doğrudan bilimsel yayınları destekleyen kat- kılar olarak dikkati çekiyor. Bu arada yalnız öğretim üyelerine değil, fakat öğrencilere de akademik amaç- lı yurtdışı yolculuklar için destek verilmesi, kanımca üniversite hocalanyla ve öğrencilenyle bir bütün say- manın güzel bir örneği olarak değerlendirilmek ge- rekir. M. Atilla öner'den aldığım bilgilere göre vakıf, ya- yın desteğini her yıl basılmasına karar verilen kitap- lann sayısını, üniversitenın "resmi" olanaklannın dı- şında kalan sayıya tamamlayarak, kapak ve tanrtım giderlerini karşılayarak veriyor. Ülkemizde özellikle son zamanlarda ne yazık ki hızla yayılan olumsuzluklardan biri de, herhangi bir kurumda olası bir aksaklığın ya da yolsuzluğun sö- zünün edilmesiyte birlikte, medyanın işi kendilığinden -daha resmi sonuçlar ortada yokken- bir suçluluk saptamasına vardırması, böylece de kamuoyunu doğrudan ilgili kurumlann yararlılığı konusunda kuş- kulara itmesidir. Şimdi aynı duaım, genelde üniver- sitelerin bünyelerindeki vakıflar bağlamında yaşan- maktadır. Ortaya atılan bazı iddialar nedeniyle açılan tahkıkatlar henüz sonuçlanmadan, dolayısıyla orta- da daha yargı karanyla saptanmış yolsuzluklar ve sorumlular yokken, özellikle basın aracılığıyla yaratı- lan atmosferde üniversite vakıflan, kamuoyuna san- ki doğrudan yolsuzluk ve haksız yarar sağlama ama- cıyla oluşturulmuş kuruluşlardiye tanıtılmaktadır. Oy- sa şu ya da bu vakıfta saptanabilecek herhangi bir aksaklık ya da yolsuzluk bile, vakıflan bütünüyle "ge- re/csiz"saymamızı haklı kıiacak bir neden olamaz. Ak- saklıklann yanı sıra, kurumlann yararlı yanlarından da söz etmeyen bir medya anlayışı, ancak yanıltma amacıyla esanlamlı kılınabüir. Osmanlı Imparatorluğu'nun erken dönemterinden başlayarak toplumsal yaşamımızda kamu yararlan- na son derece etkin düzeyde hizmet etmiş olan ve Islam hukukunda çok zengin bir gelenek temeli bu- lunan vakıf kurumu, günümüzde de özellikle devlet bütçesinin yetersiz kaldığı alanlar açısından önemi- ni korumaktadır. Boğaziçi ModeH'n) bu açıdan dikkatle değerlendir- mek, üniversitelerimizin toplumla ilişkilerini sağlıklı ve gereken düzeyde kurmuş birer sivil toplum kuru- mu olarak gelecekleri bakımından son derece önem- lidir. Yapılması gereken, vakıflan yolsuzluk söylenti- lerine kurban etmek değil, fakat alınan olumlu sonuç- lan göz önünde bulundurarak bu kurumlann olabil- diğince çok sayıda üniversitede nasıl hayata geçir- ilebileceği üzerinde ciddiyetle düşünmektir. Yargıç Naci Ünver'den "Kapadokya Elsanesi" • Ankara (ANKA)- Yargıtay üyesi olan M.Naci Ünver'in "Kapadokya Efsaneleri" adli belgesel öyküsü sistem yaymcılık tarafindan basıldı. Yargıç M.Naci Ünver "Kapadokya Efsanesi" adh eserinde, Kapadokyalı Ali ile Fransız Marie'nin öykülerini efsanelerle bütünleyerek okuyucuya sunuyor. Çeşitli edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanan Ünver'in ilk romanı "Evlenme Cüzdanı" 1989 yılında televizyon fılmi olarak çekilmişti. Hukuk dalında da eserleri bulunan Ünver'in aynca "Özgür Sevi" , "Günyüzü Yargıcı" , "Ozanın Öldüğü Gün" adlı romanlan ile "Sana 25 Şiir" adlı şiir kitabı bulunuyor. 1 Temmuz Dünya Mimarhk Günü etkinfikleri • Kültür Servisi- Mimarlar Odası'nın düzenlediği 1995 Dünya Mimarhk Günü etkinlikler programı kapsamında 'tstanbul'un Tarihi Bölgelerinin Canlandınlması' başlıklı UIA Atölye Çalışması Sergisi 1990, Kent ve Yaşam Sanat Galerisi, Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası'nda cuma günü gezilebilır. Cuma günü aynca Mimarlar Odası'nm düzenlediği 'Dünya Mimarhk Günü' kutlama töreni saat 20.00'de Yıldız Sarayı Has Bahçe'de yapılacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle