Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26 TEMMUZ 1995 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
ALLECRO
Genç besteciler Leipzâg'de
EVlNtLYASOCLf D Ü Ş Ü N C E Y E SAYGI
MEMET FUAT
BP Oil Avrupa. 1990 yılından bu ya-
na her yıl "Genç Avnıpalı Sanatçılar"
başlığı altında bir proje yürütüyor. Bu-
güne kadar halk sanatı. belgesel fotoğ-
rafçılıkveresimgibikonularelealınmış.
1995 yılı ise "Genç Besteciler Leip-
zig'de" başhklı proje içinde icra sanatla-
nna aynlmış. Avrupa"nın çeşitli ülkele-
rinden 14 genç besteci 7-20 temmuz ta-
rihleri arasında, iki hafta boyunca Leıp-
zig Müzik Akademisi'nde (Mendels-
sohn Bartholdy Yüksek Müzik Okulu)
sempozyuma katıldılar. Bu seminerlere
ve sonundaki konsere katılmaküzere BP
Türkiye. genç bestecimiz Mehmet Ne-
mutlu'yu seçmişti. Mehmet Nemut-
lu'nun 1991 "de yazdığı "Göre" adlı ça-
lışması seminerler sonundaki konserde
seslendirildi. Biz de Leipzig'deki bu ga-
la konserine tanık olduk ve o gece ses-
lendirilen yedi yapıt arasında Mehmet
Nemutlu'nun Göre adlı parçasını dinle-
me fırsatım bulduk.
Mehmet'in içtenliklı anlatımı, seçtiği
çalgılann tınısını çok iyi tanıması ve ar-
monık yapıdaki ustalığı, Macar, tspan-
yol. İsviçreli. Belçikalı. Yunan ve Alman
besteciler arasında övgüler topladı. Her
ne kadar şeflik çalışmamış olsa da ken-
di yapıtını gerektiğı gıbi yönetti.
Mehmet Nemutlu 1966"da Ereğli'de
doğmuş. Kadıköy Anadolu Lisesi: Ha-
cettepe Üniversitesi Ankara Devlet Kon-
servatuvan'nda Necil Kazım Akses ve
Kâmuran Gündemir'in: aynı dönemde
Ertuğrul Oğuz Fırat ve Bilge Kara-
su'nun öğrencileri olmuş. 1987'de Mi-
mar Sinan Üniversitesi'ne geçmiş.
1993'te İlhan l'smanbaş'ın kompozis-
yon sınıfından mezun olmuş. 1995'te
"Müzikte Doku Kavramı" başlıklı tezi
ile yüksek lisans eğitimini tamamlamış.
Halen Mimar Sinan Konservatuvan'nda
öğretim görevlisi.
Schffler'in 1785'de Leipzig de >a$adığı ev
A
Mehmet Nemutlu
».vrupa'nın çeşitli
ülkelerinden 14 genç
besteci 7-20 temmuz
tarihleri arasında, iki
hafta boyunca Leipzig
Müzik Akademisi'nde
(Mendelssohn
Bartoldy Yüksek
Müzik Okulu)
sempozyuma
katıldılar. Bu
seminerlere ve
sonundaki konsere
katılmak üzere BP
Türkiye, genç
bestecimiz Mehmet
Nemutlu'yu(solda)
seçmişti. J. S. Bach'ın 1723-1750 arasında müzik direktörü olduğu Thomas Kilisesi
Eeipzig: Bir sanat merkezi"Genç Besteciler Leiprig'de" projesi-
nin böylesi bir kentte gerçekleşmesi çok
anlamlıydı. Eskiyle yeninin tartışma gö-
türmez, anıtsal bir ortamda bırleşmesi,
belki de burada seslendirilen heryapıtın
aynı tarihin sayfalanna geçeceğini gös-
teriyordu! Aynca bu tarihi geçmiş, genç
sanatçılara ciddi bir sorumluluk da yük-
lüyordu.
Leipzig! Geç Rönesans, erken barok
döneminde kurulmuş; gotik ve art noue-
vau mimarisinden başlayıp klasik. ro-
mantik ve modern mimariyi bir arada
koruyan küçücük bir kent. Şehir merke-
zinin yüzde 40"ı savaştan yerle bir ol-
muş. Şımdi hızlı bir onanm çalışması
içindeler.
Hemen her bina yeniden ele ahnıyor.
temizleniyor. dış görünüşü korunup içi
yapılıyor. Göğe yükselen vinçlerin sayı-
sı tanhı binalann kulelennden daha faz-
la. Önce ticaret merkezi olarak fuarlany -
la ün yapmış; matbaalanyla. kitap bası-
mı ile öne çıkmış, okullan kütüphanele-
ri ile kültürde yoğunlaşmış. Nice büyük
sanatçının konukladıği, do|duğu, öldü-
ğü. acı çektiği, başyapıtlannı ürettiği
Sakson kentı. Ktmler gelip geçmemiş ki
Leipzig'den: 18. yüzyılda Gottsched'in
öncülüğündeki edebiyat akımı ardından
Goethe'yi ve Schilleri buraya getirmiş.
Goethe Faust'u yazarken, Schifler de Ne-
şeyeÖvgü'nün dizelerini bu kentte kara-
lamaya başlamış.
Martin Luther, Lutherci görüşlerini
Aziz Thomas Kilisesi'nde duyurmuş.
Aynı kilise ve Aziz Thomas okulu ise
1723'ten 1750'ye. ölümünedek Johann
Sebastian Bach'ın yaşamına tanık ol-
muş: Acılanna, (öncekı 6 çocuğuna ek)
11 çocuğunun doğumuna; her hafta pa-
zar ayinlerine yetiştirdiği 295 kantatına,
Aziz Matta, Aziz John pasyonlanna, Si
Minör Missa'sına. Füg Sonatı'na. Gold-
berg Çeşitlemeleri'ne ve daha niceleri-
ne esin kaynağı sunmuş. Felix Mendels-
sohn 1833 ile 1847 arasında Gevvandha-
us orkestrasını yönetmiş; konservatuva-
n yeniden düzenlemiş. uluslararası bir
müzik merkezi haline getırmiş kenti.
Çok sevgili kız kardeşı Fanny de burada
ölmüş ve gömülmüş. VVagner bu kentte
doğmuş; Telemann buradaki ünıversite-
de eğitim görmüş. Ve Schumann 1843 "te
yeni kurulan Leipzig Konservatuvan'na
öğretmen olarak atanınca ruhsal duru-
munun bu mesleğe elvermediğini yine
bu kentte anlamış.
Eski çağlann Avrupası'nda besteciler
yaprensliklerden, derebeylerinden yada
kiliseden destek bulmuşlar. Osmanlı İm-
paratorluğu'nda da aynı şey yaşanmış:
Ya belli bir tekkeye bağlı olup dinsel mü-
zıkler yazılmış ya da saraya bağlı beste-
kârlar dünyasal müzikler bestelemişler.
Romantizmle bu kurumlar yok olmuş.
Besteci kendi köşesinde kendi yalnızlı-
ğının tadını çıkararak elbet bir gün ken-
disini anlayacak düşsel bir dinleyici kit-
lesi için yazmaya koyulmuş. Müzik, yir-
minci yüzyılın başından bu yana, yeni in-
sanın duyuşlannı dile getirmek için ken-
dine özgü yeni bir dil aramakta. Günü-
müz bestecısinin en büyük zorluğu, ya-
pıtlannı hemen seslendirip duyurma ola-
nağı bulamayışı. Bir yanda yeni tekniği
tanıyan çalıcılann olmayışı; öte yanda
kulaklan yeni dile alışık dinleyicilerin
azlığı. Bugün pek çok çağdaş yapıt, bes-
tecisiyle birlikte karanlıkta kalmış du-
rumda. Taa ki bir holding onlara sahip
çıkıp destek sağlayıncaya dek. BP gibi
kuruluşlann böylesi kültür hizmetleri.
genç sanatçıları gün yüzüne çıkarma
projeleri övgüye değer. Genç besteciler
arasında yanşmalar düzenlenmesi, dün-
yanın çeşitli merkezlerinde seslerini du-
yurmalan, meslektaşlanyla alışverişe
girmeleri ve öğrendiklerini yurtiçindeki
kurumlannda uygulamalan, yeni yetişe-
cek kuşaklara da daha sağlıklı bir eğitim
yolu açacaktır.
İki hafta süren uluslararası genç bes-
teciler sempozyumuna katılması. günün
soluğunu yakından ızlemesi Mehmet
Nemutlu'ya çok şeyler katmış: Her şey-
den önce kendine güven vermiş. Bakış
açısı, bilgisi, algılaması, polifoninin be-
şiğinde yetişmiş diğer genç bestecilerden
hiç de farklı değil. Onlarla aynı müzik di-
lini konuşan bir kültür birikimine sahip.
Teknik seminerler ötesindeki söyleşile-
rinde kültürel alışveriş ortamı da doğ-
muş. Bir de öğrencilerin yeni müzik di-
liyle eğitilmeleri ve yeni müziği hemen
çalabilecek çalgı topluluklanna sahip
oluşlan imrenilmeyecek gıbi değil!
Bugün bestelenen müzikler, anlaşıl-
ması zor. melodik akıştan yoksun. kula-
ğınızın izleyemediği ve bir tür deneme
olarak karalanıyor. Oysa her müzik ken-
di çağı içinde deneyseldir. Bugün, yapı-
tın melodik olması dışındaki yoğunluğu,
tını özelliği gibi başka öğeleri gözetil-
mekte. Aynca bestecinin de hemen ana-
şılmak gibi bir kaygısı yok. tlhan Us-
manbaş'a göre, "Ezgi her zaman vardu
kılık değiştirdL. Müzik bugünkü konu-
muyla çok evrensel bir dil... Birtakım
akımlar koyulaşma döneminden sonra
bir anlaşma dönemine giriyor ve besteci-
ler de öyle'". ("Lsmanbaş'a Armağan";
Evin tlyasoğlu, Sevda Cenap And Müzik
Yayınlan. 1994. s. 82) Mehmet Nemut-
lu'nun yapıtlan günümüz yöntemlerinin
getirdiği seçmeci (eklektik) özelliğe sa-
hip. Geleneksel kavramlara sırtını daya-
mamış: duygulannı aktarabiknek için
gereken yöntemleri mekanikleşmeden
kullanabiliyor.
Enis Batur'un dizeleri
Mehmet Nemutlu'nun Göre adlı yapı-
tında Enis Batur'un aynı adlı şiirinden
esinlenerek yola çıkması, üstelik sözle-
ri, dizeleri parçanın içinde vokal olarak
kullanmaksızın. yalnız çalgısal dilde ifa-
de etmesi çok ilginçti. tngilizce çevirisi-
ni de okuyan dinleyiciler. şiiri düşünerek
dinlemenin daha anlamlı olduğunu be-
lirttiler.
Günümüzde çeşitli sanat dısiplinleri
tekniklerini birbiriyle paylaşmaya başla-
dığından Mehmet'in de bir şiirin imge-
lerinden (ve belki de teknik yapısından)
esinlenmesi güncel bir olgu. Daha önce
de Helmut HeissenbütteLAbdurrahman
Genç ve Lorca gibi ozanlann dizelerin-
den yararlanmış, ancak bunlan müziğin
içinde vokal olarak (konuşan ya da şar-
kı söyleyen ses şeklinde) kullanmış. Enis
Batur'un Yazuar ve Tuğralar kıtabından
aktanlan şiiri aslında Ritsosun dizele-
rinden kaynaklanıyor. " „ nasüklnicedir
kimsenin uğramadığı terk edilmiş bir
bodrumda. büviik. boş bir küpün karan-
lık kasnağında / bir örümcek amaçsızca
dolaşırsa (size göre amaçsızca / ama ona
göre_)". Göre başlıklı şiırden nasıl etki-
lenmış Mehmet Nemutlu, neden bu şiiri
seçmiş? Müziği dinleyince bazı kavram-
lann örtüştüğünü anlayabiliyorsunuz.
Boşluk. sınırsızlık, imgelerin soyutlu-
ğunda uçsuz bucaksız bir gezinti bulu-
yorsunuz. Şiirdeki örümceğin kuytuluk-
ta ördügü ağ ile müziğin ördüğü ağ, boş-
luğudoluyor...
Amaçsızca değil, her biri kendine gö-
re dokuyor ağlannı, "hayatın kuytu yü-
züne" bakarak. Flüt obua, bas klarinet,
fagot, ksilofon. viyola ve kontrbasın bir-
leştiğı yedili içinde çalgılann ses renkle-
ri de dikkatlice seçilmis. Kesik melodi
tümceleri obus, viyola ve kontrbasın ka-
ranlık tonlannda gezinirken flüt ve ksi-
lofonun zarif sesi ile ışıldıyor ve bas kla-
rinetin sağlam kişiliğinde somutlaşıyor-
lar. Yapıtın özü özellikle dorukta. orta
bölümde yogunlaşıp Batur'un dizelerin-
deki kendi büyük anlam küpünü kendi
dolduruvor.
Londra'da
Büyük Verdi
Festivalî
Kültür Servisi- Londra'nm Covent
Garden Operası'nda 2000 yılına doğru
geri saymaya başladı. Operanın "Verdi
Festh'ali'" resmen açıldı. Festival, Ver-
di'nin 27 Operasının akla gelen bütün
yorumlanış biçimleriyle her yaz 2001
yılına dek sürecek. 2001 yılında Ver-
di'nin bütün yapıtlan sergilenmiş oldu-
ğunda. ünlü bestecinin ölümünün de
100. yıldönümüne ulaşılacak. Verdi
Festivali'yle ilgilı Dagens Nyheter ga-
zetesinde yer alan Hans Wolf "un yoru-
munu aktanyoruz:
Verdi'nin operalannda devrim yılı
1848'in ulusçu ve burjuva sınıfına öz-
gü özelliği, yeni bir yüzyıla girilmenin
izinden daha fazla egemendir. Eğer her-
hangi bir yapıtında yaklaşmakta olan
bir çözülmenin izi aranırsa yalnızca
u
La Traviata" bulunur. Ve eğer bu ha-
vayı layığıyla ortaya çıkartacak bir şef
aranırsa. o da bu yaşında bu festivali
yüklenen Sir Georg Solti" dir. Kendisi.
daha geçen aralık ayında Richard Ey-
re'"nin sahnelediğı bu operayı yönet-
mişti. Bu yorum bugün plak halinde bu-
lunuyor. Temmuz ayındaki Verdi Festi-
vali'nde Soltı yerini aldı ve yonıma ki-
şisel ımzasını attı. Duygusal her öğe
derhal yok edildi. Öyle antılmış ve ritm
dolu bir biçimde trajik sona doğru mü-
ziği yönetti kı, zaman zaman akıcılık bi-
raz zarar gördü. Ne var ki üçüncü per-
denin girişindeki müzik. yaklaşmakta
olan büyük dramı ve felaketi öylesine
yerinde yansıtıyordu kı, daha önce hiç-
bir yorumda benzerini görmemiştim.
Koreograf BobCro»iey'in ikinci perde-
dekı kıpkırmızı kumar salonu. duygu-
lan ayaklandıracak güçteydi ve çalınan
müzik, Verdi'nin doruk noktasında ol-
duğunu gösteriyordu.
'Kaldınm Şenlikleri' ve bazı 'yaz çağnşımları'
MURAT SES
LIN2V Avusturya'yı, özellikle Linz'i
ve Yukan Avusturya'yı tanıyanlar bilir-
ler, buranın havası hiçbir yere benzemez:
Bir bakarsın. haziranın sonunda yeni kar
haberleri gelir: birbakarsın eşısı çizgile-
rinde Bodrum'la ortak bir yazgıdadır...
Bugünlerde de buralann endermutlu sı-
cak günleri yaşanıyor. başka deyişle yurt
hasretinin bir etmeni ortadan kalkmış du-
rumda... Kültür açısmdan çok ilginç gün-
ler yaşadı Linz 20-23 temmuz arası, ya-
ni geçen hafta.
'Kaldınm Şenlikleri' adı verilen. on-
larca ülkeden gelen sanatçılann kentin
kaldınmlannda yaptıklan gösteriler, son
yıllarda kentin sosyal demokrat beledi-
ye başkanı tarafındân özellikle destekle-
nen bir etkinlikler dizisi konumuna gel-
di. Bu etkinlikler dizisi, kent halkına, Ars
Electronica festivalinin 'bilgi/iletişim/ye-
ni teknolojüer ve sanat bo>ııtu getirme-
si/bunlara sade yurttaşı alıştırmasr işle-
vi benzeri, bir tür 'çnk-kültürlülük' bo-
yutu kazandırma çabasında (ne de olsa 1
Ocak 1995'ten beri Avrupa Birliği'nin,
lsveç ve Finlandiya'nm yanı sıra yeni bir
üyesi olan A\usturya, buna bağlı olarak
isteyerek ya da istemeyerek bazı önlem-
ler almak. geçmişte hiç de hoş olmayan
popülist amaçlarla jürürlüğe girmiş. acı-
masız Yabancılar Yasası türündeki son
derecede aşın tutucu bazı anlayışlann-
dan gıderek vazgeçmek zorunda). Son
yıllarda belirli bir ivme kazanmış olan
'Kaldınm Şenlikleri1
giderek uluslarara-
sı sanat çevrelerinin takvimlerinde sa-
natçı ile seyircisinin dolaysız karşı kar-
şıya gelebildiği bir etkinlik olarak yeri-
ni sağlamlaştırmakta...
Kentınin toplumunu, yeni çağın bilgi-
lerineiletişimine, çok-kültürlülük ka\-
ramlanna alıştırmay ı görev edinen, ülke-
sinin uluslararası görünümünü dikkate
alan belediye başkanlan (Üstelik de pek
yabancı dostu olduğu söylenemeyecek
bir coğrafyada olmanın olumsuzluklan-
na. tarihsel yüklerine, ünlü Matthausen
soykınm kampmın birkaç adım ötede ol-
masına. her yıl istense de istenmese de
uluslararası Musevi örgütleri ve tüm de-
mokratik örgütlerin. soykınm konusunu
süreklı gündeme getirmesi ile güncelli-
ğini acı bir anı olarak sürdürmesine kar-
şın) ve tüm bunlann yanı sıra bu yıl tat-
sız bazı olaylann gün ışığına çıkması so-
nucu bir avuç aydının imza kampanyası
ile 'kilisenin demokratikleşmesi, atama-
~F~ 7"zun dalga Ankara Radyosu'nda duyduğum "Türk Halk
# / Müziği' örnekleri, dönemin araştırmacı radyoculannın
K^y yönetiminde 'Yurttan Sesler Korosu', bugün Devlet
Operası'ndan emekli babamın söylediği İtalyan aryalan,
Avusturya operetleri ve diğer klasik eserler. daha sonra
Avusturya Lisesi döneminde Jimmy Smith, Dave Brubeck. Clark
Five, Animals, Yardbirds, Beatles, Rolling Stones. müziğe daha
ilerici bir yaklaşım döneminde Pink Floyd...
dan kaynaklanıyor olmalı).
Diğer olay da şu sıralarda Avustur-
ya "da yaşayan Hollanda asıllı. Creath'e
IndependentsGroup'un başkanı ile yap-
mış olduğum ve önümüzdeki günlerde
ABD'de ve Kanada'da birkaç dergide bir-
den yayımlanacak olan ilginç bir söyle-
şi. Her ikisinde de sanat açısmdan olu-
şumlan, gelecekteki sanat üretimimden
beklenenleri değerlendirebilmek ve yap-
tıklanm açısmdan sağlıklı yorumlar ya-
pabilmek için tipik 'sanat üreten bi-
re>7üretimin kültürel ortamı' bağlamın-
da sorularla karşı karşıya bıraktılar be-
ni...
lann \e benzeri kararlann saydamlaş-
ması' için halkoylamasına gidilmesi yo-
lundaki demokratik gelişmeler... fşte
Linz'in yazı'ndan. önemli olduğuna
inandığım bırkaç izlenim..
Gelelim bazı 'yazçağnşım'lanna... İki
tane çok ilginç olay var gündemimde:
Bundan bir süre önce, 2 Temmuz 1995'te
Kanada'nm Ontano ve ABD'nin göller
bölgesine yayın yapan bir radyoda Dün-
ya Müziği (World Music). Uzay Müziği
(Space Music) ve Yeni Çağ (Ne\v Age)
bireşimlerinde süreklı programlar hazır-
layan'sunan bir Kanadalı yapımcı ile hoş
bir söyleşim yayımlanmıştı (daha önce-
ki yazılanmda sıkça değindiğim. 'biçem-
lerarası uzlaşım'ın sağladıgı olanaklar-
Çocukluğumun. gençliğimin, sanat
yaşamımın büyük bir çoğunluğunun
geçtiği lstanbul ortamı ve buortamın ya-
pıtlanma. sanatsal-kişisel gelişmeme
olan etkılerine ilişkin sorulan yanıtlar-
ken. bu ortamlann ne denji zengin oldu-
ğunu, etkilerin ne kadar geniş bir yelpa-
zede konumlandığını bir kez daha anım-
sadım.
Nasıl mı? Sayısız kültürlerin kalıtı
olan bir kentte, 'Genç Cumhuriyet'in
coşkusunu tüm bireylerinin yaşamlan-
nın son günlerine değın unutmadığı bir
aile komşuluk ortamı. sokaklarındaki
'çok-kültürlülük'' öğelerinin tüm dünya-
da ancak kuramsal yaklaşımlarda örnek-
lenebildıği nıteliklerde bir günlük yaşam
ve de en önemlisi bizlere gerçek anlam-
da 'örnek' büyükler, son günlerde teker
teker yitirdiğimiz sanat adamlan...
Sözünü ettiğim söyleşiye devam ede-
lim...
Müziği ilk öğrendiğiniz saz: Körüklü,
mikro-tonal nitelikleri olan bir 'armon-
yum'; doğal olarak duyduğunuz. bilin-
çaltınızda olabileceğini varsaydığınız
müzikler: Uzundalga Ankara Radyo-
su'ndan duyduğum 'Türk Halk Müziği'
örneklen, dönemin araştırmacı radyocu-
lannın yönetiminde "Yurttan Sesler Ko-
rosu'*, bugün Devlet Operası'ndan
emekli babamın söylediği İtalyan arya-
lan, Avusturya operetleri ve diğer klasik
eserler. daha sonra Avusturya Lisesi dö-
neminde Jimmy Smith, Dave Brubeck
gibi cazcılar, beat'rock döneminde Dave
Clark Fıve, Animals, Yardbirds, Beatles,
Rolling Stones. müziğe daha bir ilerici
yaklaşım döneminde Pink Floyd, eşim
Nihal'in Avusturya Kız Lisesfndeki
'Folldor Bölümü' çalışmaian dönemin-
de iyice tanıştırdığı 'Davul Zurna' tını-
lan ve tartımlan. Tünel'deki müzik ma-
ğazalanndan bulup hediye ettiği 45'lik
folklorplaklan...
İlk sahne deneyimleri: Yazlan, o dö-
nemin Caddebostan'ındaki ünlü 'Ama-
tör Grup Yanşmalan\kazanılan başan-
lar. o dönemde deornek sayısız 'ablalar-
ağabejler'in önenleri, öğütleri... "Ana-
dolu Pop" ara-istasyonundan bugüne,
"uygarhğın zamandan, sınırlardan ba-
ğımsız birlikteliğini" konu alan üçleme-
nın ayaklan Automaton'a, oğlum Tan'lı
yeni albüme uzanan yolculuk...
Hepsinden ilginç olanı ne biliyor mu-
sunuz, sevgili okurlar?
9O'lı yıllarda benle söyleşi yapan Ba-
tılı dostlann, anlattıklanmı sonsuz ve iç-
ten bir tavırla dinlerken her nedense (!)
yüzlerinde beliren "hoş şaşkınük"...
Sömüpüsüz Bir Dünya
"Sömürüye dayalı anamalcı düzen sona ermedik-
çe sömürûsüz bir dünya özlemi hep yaşayacaktır."
Böyte bir söz ettiniz mi, hemen şu soruyu yapıştı-
nyoriar tatlı gülümsemelerle:
"Anamalcı düzenin sömürüye dayalı olduğunu ne-
reden çıkanyorsun?"
Öyle ya, nereden çıkanyorum!..
Anamalcı düzende sömürü ne gezer!..
Üstelik küreselleştik de, herkes serbest piyasacı ol-
du, sömürü sona erdi...
Tutumbilimde yol çok, sap sapabildiğine... Emek,
anamal, girişim, yatınm, batırım derken, köşeyi dö-
nen dönene...
Bir insanın calıştığında ne ürettiği, ne üretebilece-
ği, en alt, en üst noktalanyla, aşağı yukan bellidir, bir
ömür boyu çalışıp kazanılanlar biriktirilerek anamal-
cı olunabılir mi?
Salt emeğinin birikimiyle hiç kimsenin, hiçbir za-
man anamalcı olamayacağı açık...
Bir para koyacak, birilerini çalıştıracak, onlann üret-
tiğinden pay alacaksınız ki, o parayı çoğaltıp yeni ya-
tınmlar yapabilesiniz...
Demek ki anamalcı olabilmek için ilk koşul: Işçi ça-
lıştırmak...
Hani şu "istihdam" denilen şey...
Adam sevinç içinde, Ortadoğu'nun en büyük fab-
rikasını kurduk, üç bin kişi "istihdam" ediyoruz diye
övünüyor, alkış bekliyor...
Ülkesini kurtarmış bir kahraman gibi...
Yadırganacak bir şey yok, gerçekten öyle!.. Kim
yadsıyabilir "istihdam" yaratmanın önemini!..
Üç bin kişiye iş olanağı... Üç bin aile bu olanaktan
yararlanarak bannak, beslenme, sağaltım, eğitim so-
runlarını çözecek...
Ama bunun için mi kurdu o fabrikayı?
Yoo, çalıştıracağı üç bin kişinin üretiminden pay al-
mak, parasına para katmak için kurdu...
Kanımca anamalcılık insanlık tarihinin gelmiş geç-
miş en ikiyüzlü düzenidir.
Kendi çıkarınızı düşünerek bir işyeri açıp işçilerin
üretiminden pay alıyor, onları sömürüyor, ama istih-
dam yarattığınız için övgülere boğularak el üstünde
tutuluyorsunuz...
Gücünüz girişimciliğinizle, sömürdüğünüz işçi sa-
yısıyla birlikte artıyor.
Zincirin en önemli halkasısınız.
Sonunda devlet içinde devlet olmaya kadar van-
yor iş. Ülkeyi yönetenler gelip size soruyorlar ne yap-
maları gerektiğini.
Hoşunuza gitmeyen davranışlannı gördünüz mü
fırçayı elinize alıyorsunuz...
Huysuzlananlara yanıtınız kısacık:
"Sen bugün varsın, yann yok, ben hep burada-
yım."
Tam anlamıyla ikiyüzlülük üzerine kurulu her şey...
Bir yandan da, bütün bunların insanın doğasına
çok uygun olduğu söyleniyor...
İnsanın doğası ikiyüzlüiüğe yatkın bir çıkar batak-
lığı anlaşılan!..
İnsanın doğası..'.
İnsanın doğuştan gelen niteliklerie belirienmiş bir
doğası olduğuna hiçbir zaman inanmak istemedim.
Ama bu eğilimimin bilimsel bir dayanağı yok.
Ünlü dirimbilimci Henri Laborrt Insan ve Kent ad-
lı kitabında şöyle diyor:
"Bilimsel açıdan, son derece karmaşık olan, bir-
çok etkene dayanan ınsanda doğuştan gelenle son-
radan edinileni kesin çizgilerle birbirinden ayınvak
hâlâ son derece güçtü. (...) Görünüşe göre epeyce
zayıfolan doğuştan getirilmiş niteliklerin kişiliğin ça-
tılmasında sinir dizgesine sonradan katılmış işlevler
karşısındaki önemini saptamak şimdilik, duygusal
yaklaşımın dışında, olanaksızdır." (Payel Yayınevi, s.
47)
Çıkarcılık insanın doğuştan getirdiği bir nitelik mi,
yoksa anamalcı ortamın oluşturduğu yuvada sinirsel
dizgeye sonradan mı işleniyor, belli değil. Benim son-
radan işlendiğıne inanmam duygusal bir yaklaşım...
Neyse, görülene göre, anamalcı düzende sömürü
"istihdam" yaratmanın kaçınılmaz koşulu...
Üstünü örtmek isteyenler şöyle diyorlar:
"Sömürü söz konusu değil, bir yatınm yapılıyor, bir
riske giriliyor, işçinin emeğinin bir bölümüne el ko-
yan yok, alman anamalın payıdır."
Açık sözlüler ise şöyle diyorlan
"Sömürü kaçınılmazdır, artıkdeğer sızdınlmaz, iş-
çilerin emeğinin bir bölümüne işverenlerce elkonul-
mazsa, anamal birikimi, büyüme olmaz, yeni istih-
dam olanaklan yaratılamaz."
Bugün bizim işçilerimizin, memurlanmızın sokak-
lara dökülüşünürrnedenlerini anlamak için, Manc'ın
artıkdeğer çözümlemesine kadar gelmek gerekmiyor,
siyasal tutumbilimin daha önceki yazartannın değin-
dikleri durum söz konusu ülkemizde: Çalışanlar
emeklerini değerinin altında satmaya zorianıyoriar.
Dünya Gnafik Sepgisi'nde iki
tasarımcınnzdan üç afiş
Kültür Servisi - Uluslararası Grafik Tasanm Örgütleri
Konseyi (ICOGRADA) tarafındân, UNESCO
desteğinde ilk kez düzenlenen "Dünya Grafik
Sergisı"ne 40 ülkeden ICOGRADA üyesi 61 grafik
tasanm örgütü mensubu tasanmcılar, 3000'i aşkın
çalışmayla katıldı. Diğer ülkelerin yanı sıra.
Türkiye'den de Grafikerler Meslek Kuruluşu üyesi 16
tasanmcının yoHadığı 70 çalışma, özel bölümde dia
gösterisi olarak yer alırken Mehmet Ali Türkmen'in
"Kuş Cenneti llgi Bekliyor" ve "Tiyatro" afişleri ile
Sadık Karamustafa'nm "Sergi" afışi, sergilenecek
300 afış arasma girdi. Dünya Grafik Sergisi, 17-31
Temmuz 1995'te Paris'te, "Centre George
Pompidou"da açık kalacak ve daha sonra dünyanın
önde gelen kentlerinde tekrarlanacak.
Müzik-Der başkanlığına
Mehmet Cırıka seçildi
ANKARA (ANKA) - Müzik, sahne ve gösteri
sanatçılan Derneğı'nin (Müzik-Der) 23 temmuz
pazar günü yapılan birinci olağan genel kurulunda
yönetim kurulu üyelikleri belirlendi ve yönetim
kurulu başkanlığına Mehmet Cınka yeniden seçildi.'
Genel kurulda aynca dernek ana tüzüğünün bir kısım
maddelen değiştirilerek bazı yeni maddeler eklendi.
Kongrede yapılan seçimler sonucunda derneğin genel
sekreterliğine Şafak Ünek, genel mali sekreterliğe
Dilek Özmerzi. genel örgütlenmeye Ersan Koylu,
genel eğitim ve sosyal işler sekreterliğine Selin
Uygur, halkla ilişkiler ve organizasyon sekreterliğine
Serpil Akıllı ve uluslararası ilişkiler sekreterliğine de
Nadir Özcıvı getinldi. Aynca derneğin Sanat Kurulu
da sanatçılar, Alpay, Vedat Sakman, Tuna Otenel,
Durul Gence \e Belkıs Akkale'den oluştu.