Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25TEMMUZ1995SALI CUMHURİYET
n
SAYFA
KULTUR 13
ÖmerKavur, Türk sinemasının içinde bulunduğu durumu, sadece tehlikenin başı olarak nitelendiriyor
Külrür Servisi- Türk sinemasının için-
de bulunduğu krizi aşmak amacıyla 10 si-
nema yönetmen - yapımcısının bır araya
gelerek oluşturduğu Sinema Vakffnın yö-
. netımini üstlenen Omer Kavur, Türk sine-
masında vaşanan en büyük sorunun, fi-
nansal güçlüklernedeniyleüretiminyapı-
lamamasi olduğunu vurgulayarak. "Bizsi-
. nemayıkaybederekkendiyüzümüzûkay-
bediyoruz. İleride müziğinıizi kaybeder-
seksesimizi kaybedeceğizve giderek ruhu-
muzu ka>bedeceğiz~ dedi.
- Türk Sinemasrnın içinde bulunduğu
krizin sebebleri sizce nelerdirve bu krizna-
sıl aşılabilir ?
KAVT'R- Türk sinemasının içinde bu-
" lunduğu knzın temel nedenlerinden birta-
nesi. üretim yapılamıyor olmasıdır. Fiim
üretımi ıçin gereken kaynaklann buluna-
maması yani cıddi finansal problemler
fılm üretımini engelliyor. Genellikle özel
televizyonlann veya TRT'nin ortaklıkla-
' n söz konusuydu. 6 Nisan tasarruf tedbir-
" lerinden sonra, bunlar büyük ölçüde yok
oldu. Kültür Bakanlığı'nın sınırlı da olsa
• bir yardımı sözkonusuydu ve 6 Nisan ka-
rarlanyla bu yardımlar da ortadan kalktı.
Sinema Vakfi bir ihtiyaçtan ortaya çık-
"tı. Bugün hâlâ sinema yapmak isteyen ve
sinema yapmak için ısrarla bu çabalannı
- sürdüren 10 yönetmen - yapımcı biraraya
gelerek başkaca nasıl kaynaklaroluşturu-
labilir düşüncesiyle, bu vakıf çatısı altın-
daenerjilerimizi birlikte harcamayı ve bu-
-güne kadar başvurulmamış bir kaynağı,
"özel sektörü" sinema alanına kaydırma-
yı amaçladık. Fakat orada da işler çok ko-
lay değil.
- Tek proUemi finansal olarak betirti-
yorsunuz, oysa çekikn Türk filmleri izle-
yicüerden talep görmüyor. Konu \e içerik
olarak Türk fllmierinde bir değişimin ya-
şanması zonuilu değil mi ?
KAVUR- Öncelikle fılm yapılması ge-
rekır. ondan sonra nasıl fılm yapılması ge-
ugün bir
toplumun kendine
yabancılaşması
olgusunu yaşamaktayız.
Bu çok önemli bir olgu,
biz bunu hep göz ardı
ediyoruz. Biz sinemayı
kaybederek kendi
yüzümüzû
kaybediyoruz.
ileride müziğimizi
kaybedersek sesimizi
kaybedeceğiz ve giderek
ruhumuzu kaybedeceğiz.
Bu durumda bizden
sonraki kuşaklara ne
bırakabileceğiz ?
Barajlar,
köprüler, otoyollar
yeterli değil.
Bırakabileceğimiz miras
kültüreldir. Sinemanın
başına gelenler sadece
bu tehlikenin başlangıcı.
(Fotoğraf: DEVRİM BARAN)
KAVUR- llk aşamada finansai prob-
lemler aşılabilirse Türk sineması üretime
geçebilir. Üretim yapılamadığından şu an-
da nerede olduğumuzu dahi anlayamıyo-
ruz. Üretim yapılmadığından karşılaşrır-
ma ve kendimizi sınama olanağımız yok.
- Bu krizsadecesinemada mı yaşanryor?
KAVUR- Bugün Türk sinemasının ba-
şına gelenler yann Türk edebiyatının,
Türk tiyatrosunun, görsel sanatlann kısa-
ca sanatın bütün dallannın başına gelebi-
lır. Çünkü bugün bır toplumun kendine
yabancılaşması olgusunu yaşamaktayız.
Bu çok önemli bır olgu. biz bunu hep
gözardı ediyoruz. Biz sinemayı kaybede-
rek kendi yüzümüzû kaybediyoruz. İleri-
de müziğimizi kaybedersek sesimizi kay-
bedeceğiz ve giderek ruhumuzu kaybede-
ceğiz. Bu durumda bizden sonraki kuşak-
lara ne bırakabileceğiz ? Barajlar. köprü-
ler. otoyollar yeterli değil. Bırakabileceği-
miz miras kültüreldir. Sinemanın başına
gelenler sadece bu tehlikenin başlangıcı.
- Kühürel anlamda Amerikan hege-
monyası Avnıpa sinemalannı da etkuemi-
>ormu?
KAVUR- Bugün Amenkan sinemasına
Avrupa'da bır ölçüde direnebılen iki ülke
var: Biri Fransız sineması diğeri lspanyol
sineması. Bu iki ülkede de devletin ve özel
sektörün olağanüstü büyük yardım \ e des-
leklen \ar. Böylelikle biraz ayakta dura-
biliyorlar ve kendi kültürel kımlıklenni
savunabilıyorlar. Onun dışında sinema ge-
leneği olan Almanya gıbi îtalya gıbi ülke-
lerin sineması çökmüş durumda. Bunlar
gelişmiş ülkeler.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler-
de, Amerikan sineması gibi dev bir sana-
yinin karşisında sinemanın ayakta durabıl-
mesi mümkün değildir. Amenkan sine-
ması her yıl 350 - 400 tane film üretiyor
ve bunlan ıhraç edıyor. Ülkeler bunlann
iyisini de alıyorkötüsünü de. Ben Ameri-
kan sinemasının tümükötüdüranlamında
'Yüzümüzü kaybedîyoraz'rektiği üzerine düşünülebilir. Kaldı ki si-
zın söylediğinız şeye pek katılmıyorum.
Türk filmleri ilgi görmüyor gibi bir kanı
var ama neye dayanarak bu söylenıyor an-
lamıyorum.
Son beş yıl içerisinde çevirilen filmle-
n bakıyorsunuz. önemli ölçüde ticari ba-
şanlar elde etmiş filmlenmız de var. Bu-
nun dışında vizyon görememiş. tanıtımı
ıyi sağlanamamış ya da gerçekten ilgi gör-
memiş filmlerimiz var ki bu son derece
doğaldır.
Amenkan sinemasına baktığımız za-
ı man bütün Amerikan filmleri iş yapıyor
' gibi bir genelkanıyavanlabilirmı? Ame-
rikan sineması içinde de yüzde 60. yüzde
• 70 oranında çok düşük ış yapanlar var.
. Amerikan sinemasraı bir sezonda süriik-
4eyen. tokomotif diye nıtelendirdigimiz
büyük ış yapan beş ya da on filmdir. Kal-
dı ki ınsanlanmızda ciddi bir şartlanma
var. On yıldan bu yana Amerikan sinema-
sı, sinema yoluyla, televizyon yoluyla. ba-
sın yoluyla. müzık yoluyla kısaca medya-
tık bütün yöntemierle kendi kontağını ın-
sanlara aşılamış durumda. Buna alışmış
bir seyırciyı bırdenbire ondan kopartarak
başka bir sinema türüne alıştırmak çok
zordur.
Ne o tanıtım imkânlanna sahibiz ne o
büyük parasal desteklere sahibiz ne de sa-
yısal olarak o kadar büyük üretime sahi-
biz. Böyle bir canavara karşı savaşmak
kolay değil. Türk sinemasının başına ge-
lenler Avrupa'da birçok ülkenin başına
gelmiştir. Sinemamının krizde olması bi-
ze özgü bir şey değil. Sizin varsav ımınıza
göre hareket edersek, yani 'Türk sinema-
« seyircilerin ilgisini çeken filmler yapmı-
yor arök' sözünden yola çıkarsak bunu
bütün Avrupa ıçin de söylemek sözkonu-
su. Çünkü Avrupa'da da sinema çöküntü
bunu aşabilmelen zor
- Özel sektörün finansal olarak sinema-
yı desteklemesinidevletteşvikedemez mi?
KAVUR- Devletin öncelikledüzenleyi-
ci olması gerekir. Devlet yasal anlamda
özel sektörü sanat alanına, kültür alanına
özendirecek ortamlar yaratmalı. Dev let,
kültür tesisleri yapanlara yani tiyatro inşa
edenlere, sinema inşa edenlere. müze ya-
panlara, spor tesisleri yapanlara yatırdık-
çirdiği zaman (Johnson ve Nixon dönem-
lerinde) \ergi muafiyeti yasasını çıkardı.
Böylelikle kötü durumda olan Amerikan
sineması canlanabıldı. EğerTürkiye'dede
aynı sıstem kabul görürse Türk sineması-
nın üretim yapabtlme olanaklan arttınl-
mış olacaktır
Türk sineması üretim yapabilme ola-
naklanna kavuşursa saglıklı 40 - 50 fılm
yapabılecek potansiyele sahıp. Türk sıne-
• ^ ^ evletin öncelikle düzenleyici olması gerekir. Devlet yasal anlamda özel sektörü
m ^ sanat alanına, kültür alanına özendirecek ortamlar yaratmalı. Devlet, kültür
m I tesisleri yapanlara yatırdıklan parayı vergilerinden düşürerek, bunu kısmen
m M sağlıyor. Ama önemli olan sinema bağlamında üretime yönelik teşviklerin
• -^ sağlanması. Bu yasa henüz çıkmadı. Bu yasa çıkarsa inanıyorum ki özel sektör
gerçekten sinemaya yatınm yapabilir, çünkü yaptığı masraflan vergisinden düşebilir. „•.-„,,.
ıçensinde. Simdi Avrupa sineması için bu
ınsanlar iyi filmler yapmıyorlar artık de-
mek mümkün mü ? Değil. Demek kı me-
selenin özü başka bir yerde yatıyor. Bana
kalırsa meselenin özü gerçekte bır kültür
emperyalizminin yaşanıyor olması. Vebu
kültür emperyalizmi pek çok ülkede ya-
şanıyor. Tek sesli bir canavar. bütün yaşam
alanlanmızı işgal etti ve insanlar bu kod-
lara göre beğenilenni yönlendıriyorlar. ln-
sanlann bu alışkanlıklanndan vazgeçme-
lerini ıstemek biraz zor çünkü insanlann
lan parayı vergilerinden düşürerek, bunu
kısmen sağlıyor.
Ama önemli olan sinema bağlamında
üretime yönelik teşviklerin sağlanması.
Bu yasa henüz çıkmadı. Bu yasa çıkarsa
inanıyorum ki özel sektör gerçekten sine-
maya yatırım yapabilir, çünkü yaptığı
masraflan vergisinden düşebilir. Bu pek
çok ülkede uyyılanan bır yöntem. Örne-
ğin Amerika'da dev letin sinemaya destek
olmadığı düşünülür. oysa tam aksine dev-
let. Hollyvvood sineması kötü günler ge-
masının, hem yaratıcı güç itibanyle hem
de parasal potansiyeli açısindan böyle bir
gücü var. Işte bu noktada filmlenn nasıl
yapılması gerektiği konusunda tartışma-
îaryapılabilir. Ama şu aşamada zaten film
üretilmiyor. Bu yıl iki tane film üretilmiş.
Vızyonlardaki filmlerin %98 "i Amerikan
filmleri. burada rekabet ortamı diye bır-
şey yok.
- Temekfc finansal probiemler çözüldü-
ğü takdirde Türksineması canlanabilecek
mi?
bir sav ileri sürmüyorum. Tek seslilik kö-
tü birşeydirdiyorum. tnsanlartercih hak-
lannı kullanabilmeliler, farklı kitlelerden
göriintüler ve sesler alabilmeliler. Bu yok
oluyor ve bu çok önemli bır tahribattır.
- Sinema sadece ticari faydalar elde et-
mek için mi yapılıyor ?
KAVUR- Hollyvvood sinemasının baş-
lıca hedefi para kazanmaktır. Dünyada iki
türsinemavar. Örneğin Amerika'da "Ma-
instream" (anaakım) olarak Hollywood
ve birde bununalternatifi daha kişisel da-
ha sanatsal bir sinema akımı vardır ama cı-
lızdır.
Avrupa'da da ticari sinema içenği çok
yüksektır ama bunun karşısında yaratıcı
sinema türü dediğimız bir akım vardır.
Ama genellikle sinema para kazanmak
amacıyla yapılıyor. Bugün pek çok ülke-
de ne ticari sinema var ne de bunun alter-
natifi olan yaratıcı sinema var. Bugün her-
şey bir tüketim ürünü haiine dönüşü-
yor.Bir resim dahi yapsanız, çok bireysel
bir sanat dalı olmasına rağmen medyanm
da içıne katılmasıyla resim ister istemez
bir tüketim ürünü halıne dönüşüyor. Bu-
rada sorgulanması gereken yapılan işin
toplumun özüne ait olup olmadığıdır. is-
ter sanayi ürünü olsun isterse çok yaratı-
cı istisnai bir ürün olsun yaratılan o top-
rağın bir ürünü ise o toplumu temsil edi-
vor demektir.
Önümüzdeki yıl açılacak Globe Tiyatrosu, Londra'daki en önemli Shakespeare tiyatrosu olmaya aday
Günışığında oyıınlar sahnelenecek•-. Kültür Servisi- Önümüzdeki se-
zon. Shakespeare'in ünlü Globe Ti-
yatrosu. ılgısızlık ve inançsızhkla
geçmış 25 yıldan sonra. perdelennı
-açacak. Globe'da yeniden oyun sah-
nelenmesi. birçok kişi için şaşırtıcı
bır gelışme. ama tiyatroda, haziran
ortasından eylül ortasma kadar çar-
şambadan cumartesıye günde iki ve
pazar günlen de bırer kez olmak üze-
re, 32 gösteri sunulacak.
Gösten sayısınm on beş haftada
180'e çıkması hedefleniyor. Tiyatro-
nun genel müdürü Michael Holden.
sıfırdan yola çıkarak uluslararası dü-
zeyde bir topluluk yaratmayı düşün-
düklerini belirtiyor.
Gösteriler sahnelenirken herhangı
bir dekor kullanılmayacak; bu da
oyunculara günde iki farklı Shakes-
peare oyunu sahneleyebıime olanağı-
nı tanıyor. llk oyun 14.30, ıkinci oyun
da 18.30'da başlayacak ve böylece.
iki oyun da günışığında sergılenmiş
olacak. Tiyatrodaki oturacak yer sa-
yısı bin, ayakta duracak yer sayısı
500. Bu sayılar da Globe'u Ingılte-
re'nın altıncı büyük tiyatrosu yapı-
yor. Barbican'da sahneye çıkan Ro-
yal Shakespeare Company'nın yaz
aylannda ülke çapmda turneye çıktı-
ğı ve Barbican'ı boşalttığı göz önün-
de bulundurulunca Globe, Lond-
ra'daki en önemli Shakespeare tiyat-
rosu olmaya aday.
Globe Tiyatrosu, Madame Tussa-
ud Müzesi. Londra zindanlan ve bir
Hacd Rock Cafe'nin ortasmda bır ye-
re inşa edilıyor. Tiyatronun yani ba-
şında, Globe Exhibitıon Shop denı-
len mağazada. meraklılar için Sha-
kespeare posterleri, tışörtleri. defter
ve fincanlan satılıyor. Hatta üzerin-
de 'Hamlet'ten alıntjlann yer aldığı
yastıklar bıle var: "Ölmek. uyumak
- L'yumak belki de riiya görmek."
Ama yastığın tasanmını gerçekleşti-
renler. biraz daha özgür davranıp bır
sonraki dizeyi atmış ve yerıne
•ZLLLUJ.' koymuşlar. Mağazada ayn-
ca, Shakespeare veGlobe'la ılgılı ki-
taplara da rastlamak olası.
Globe Tiyatrosu'nun açılışı, EB-
zabetfa dönemi önemli bır oyun ya-
zanna duyulan saygının değil: Ame-
rikalı bir oyuncunun ınadının sonu-
cu olacak. Sam \Vanamaker. 1949
yılında Ingiltere'yegeldığmde. Sha-
kespeare'in 1599'dayerleştı5ı. 'Hen-
r> V, 'Jül Sezar', Hamlet' ve 'Mac-
beth'ı yazdığı orijinal Globe Tiyatro-
su'nun bulunduğu yen ziyaret etmış.
Banksıde dolaylannda yürüyen Wa-
namaker'in bulabildiği tek şey. bir
bira fabnkasının duvanna çakılı bır
plakaolmuş.Chicago'dakidünyafu-
annda. Shakespeare'in Globe Tiyat-
rosu'nun bır benzennı gören ve
Ohio'dakı Great Lakes Festival'de
çalışan \Vanamaker, 1970 yılında,
Globe'u yeniden kurmak ıçin gerek-
lı başvurularda bulunmuş. ama So-
uthvvark'taki LabourCouncil. bu fik-
ri 'elitist' bularak gen çevirmiş. 1987
yılında. eskı Globe Tiyatrosu'ndan
birkaç sokak ötede, nehir kıyısında
bır yeri 120 yıllığına kiralayan Wa-
namaker, 1993 yılının aralık ayında
ölene dek. tiyatronun tasarımıyla uğ-
raşmış. Bütün bu çabanın sonucu
olarak Globe Tiyatrosu, önümüzde-
ki yıl VVanamaker'ın doğum günü
olan 14 haziranda perdelerıni aça-
cak.
ALINTILAR
TAHStN YtCEL
KE Kulesi
Roland Barthes, kitaplarının en güzeli L'Empire
des Signes'de, Batı kentlerinin merkezlerinin hep do-
lu olduğunu, tüm uygarlık değerlerinin: Tinselliğin (ki-
liseler), erkin (bürolar), paranın (bankalar), malın (bü-
yük mağazalar) ve sözün (kahveler, gezinti yerleri)
hep oralarda yoğunlaştığını belirttikten sonra. sözü
gene Japonya'ya getırerek şöyle der:
"Sâzünü ettiğim kent (Tokyo) şöyle önemli bir çe-
lişki sunar: Bir merkezi bulunmasına bulunur ya bu
merkezboştur. Tüm kent hem yasak, hem ilgisiz olan
bu yeşillikler altında gizli, su hendekleriyle korunan,
içinde hiç ortalarda görünmeyen bir imparator, ya-
ni, sözcüğün tam anlamıyla, kim bilir kim oturan bir
yerin çevresınde döner. Her gün, çevik, güçlü, kur-
şun gibi hızlı gidışleriyle, taksiler, alçak tepeliği, bu
görûnmezliğin görünür biçimi, kutsal 'hiç'; gizleyen
bu halkadan kaçınıriar. Demek ki, çağcıllığın en bü-
yük iki kentinden biri, merkezi artık buharlaşmış bir
düşünden başka bir şey olmayan, burada varfığmr
herhangı bir erki yaymak için değil, kentin tüm devi-
nimine merkezsel boşluğunun desteğinı vermek için
sürdüren, böylece dolaşımı sürekli bir sapmaya zor-
layan, saydamsız bir sur, su, çatı ve ağaç halkası
çevresine kurulmuştur. Derler ki, böylece imgesel
halkasal olarak, döne döne açılır."
Açık olanı bir daha söylemekte bir sakınca yoksa,
Tokyo'da, imparatoriuksarayı erkaçısından kesinlik-
le işlevsizdir; bu bakımdan, kesin bir boşluk oluştu-
rur;ama, "merkezselboşluk", "kutsalhiç"yada "bu-
harlaşmış düşün" türünden kullanımların da göster-
diği gibi, belki erkinkinden de önemli bir işlevi ger-
çekleştırir: Uzamda süremselin yerini belirleyerek art-
süremselliği, tarihı, dolayısıyla ortak (toplumsal) an-
lamı iletir. Kentin devinimine böylece destek verir.
Öte yandan, halkasal olarak açılan imgeselden söz
edildiğine göre, bireysel anlamın da yeri vardır bu
boşlukta. Ama, ne olursa olsun. anlamın sürekliliği,
kutsal "r?/ç"edokunulmamasına, çevresınden sapıl-
masına, yani hep uzağından geçilmesine bağlıdır.
Ama yalnızca Japon imparatorluk sarayına özgü bir
özellik değildir bu. Örneğin Claude Levi-Strauss, bi-
zim toplumlanmızdakı arşivlerde ve kimi Avustralya
toplumlarının "Churinga"lannda da benzer bir özel-
lik görür:
"Arşivlerimize neden bu denli değer verirtz? Bağ-
landıkları olaylar bağımsız biçimde, başka bmlerce
biçimde doğrulanabilir: Bugünümüzde ve kitaplan-
mızda yaşarfar; kendi başlanna ele alındıklan zaman,
tümüyle tarıhsel yankılarından ve kendilerini başka
olaylara bağlayarak açıklayan yorumlardan gelen bir
anlamdan yoksundurtar. Durkheim 'ın birkanıtını azı-
cık değiştirirsek, arşivler için de şöyle diyebiliriz: Ne
de olsa birer kâğıt parçasıdır bunlar! Tümü yayım-
landıktan sonra, büyük biryıkım gerçek parçalan yok
edecek olsa, bilgimizde ve durumumuzda hiçbır de-
ğişmeolmaz. Bununla birlikte, bizi canevimizden ya-
ralayan, düzeltilmesı olanaksız bir zarar gibi algılanz
bu yitiği. Nedensiz de değildir bu: Churingalar'a iliş-
kin yorumumuz doğruysa, kutsal nitelikleri artsürem-
sel anlamlama işlevlerinden gelir; bu işlevi, sınıflan-
dıncı olması nedeniyle, tüm olarak, süremi bile var-
lığına katmayı başaran bir eşsüremlilik üzerine yayıl-
mış bir dizgede, yalnız bunlar sağlar. Churingalar
söylensel dönemin elle tutulur tanıklarıdır: Kendileri
olmadan da tasarlanabilecek, ama somut olarak or-
taya konulamayacak olan şu alcheringa'ya tanıklık
ederler. Aynı biçimde, biz de arşivlehmizi yitirmiş ol-
saydık, geçmışimiz yok olmazdı bu yüzden, ama
onun artsûremsel tadı diye adlandırabileceğimız şey-
den yoksun kalırdı." (Yaban Düşünce, s. 283)
Denilebilir ki. bir başka düzlemde, anıtlarımız da
benzer bir anlam taşır, benzer bir işlev gerçekleştirir.
Oktay Ekinci'nin 13 Temmuz 1995 günü Cumhuri-
yet'te yayımlanan Uygarlıkların /z/nde'sinde çok gü-
zel ortaya koyduğu gibi, Kız Kulesi de bu anıtlardan
biridir. Kız Kulesi öncelikle uzamsal bir öğe kuşkusuz,
Istanbul'u bütünleyen, daha da lyisi, istanbul'u ku-
ran temel öğelerden biri. Ama aynı zamanda artsû-
remsel bır öğe: Hem toplumsal, hem bireysel düzlem-
de. variığımızın anlamını bütünlemekte. Ancak, Ro-
land Barthes'ın ve Levi-Strauss'un saptamalan göz
önüne alınınca, işlevini gerçekleştirebilmesi için, na-
sılsa öyle korunması ve her zaman nereden ve nasıl
görüldüyse gene öyle, yani uzaktan görülmesi gere-
kir gibi gelıyor insana: Uzaklığı ve yalnızlığıyla Istan-
bul'u bütünlediği ölçüde, toplumsal ve bireysel tari-
himizde yankılanan bir anlamı da somutlaştırıyor.
Yazık ki, Kız Kulesi'nin çoğu kalıtçılan Tokyolu tak-
si şoförlerinin ve Avustralyalı Kızılderililerin derin top-
lumsal duyarlığından yoksun. içinde yaşadığımız çıl-
gın tüketim döneminde, sonradan görmeler sesleri-
ni gittikçe daha çok duyuruyor ve biraz da doğaları
gereğı, hiçbir ayrım tanımıyorlar. Tüketmek istiyortar
yalnızca, hep aynı biçimde tüketmek istiyorlar. Tin-
seli de özdekseli tüketir gibi tüketıyoriar böylece; ev-
lerinin duvarlarını padişah fermanlanyla süsledikleri
gibi, Kız Kulesi'ni de gece kulübüne dönüştürüp tü-
ketimin karşı durulmaz gücünü bir kez daha kanıtla-
mak istiyorlar.
Ne diyelim, gün onların günü.
'Hakkımdaki kitabını okumadan ölnıeye hiç niyetim yok'
COŞKUN TUNÇTAN
Bedeni yorgunluğu yüzünden, odasın-
dan çıkıp vakfın öteki binasına. "çocuk-
lan"nın yanına. eskisi gibi sık sık gidemi-
yordu. Halbuki onlara sevgisi öylesine bü-
yük. öylesine derin. öylesine içtendı ki!
Ama her biriyle, uzaktan da olsa, aralık-
sız candan ılgileniyordu. Zaten Vakjf'ta
ne olup bitse, derhal haberi oluyordu. Ve
en az haftada bir. televizyonlu büyük sa-
londa. tümünün katıldığı birtoplantı dü-
zenliyor, çeşıtli konularda onlarla konuşu-
yordu. Telif hakJannın tümü vakfın kasa-
sında bınkiyor. gençlerin bütün masrafla-
n oradan karşılanıyordu. Sahip olduğu
mallann mülklerin topunu vakfa bağışla-
mıştı. Her ay eline geçen emekli maaşı ise
bir çıft ayakkabı satm almaya bile yeter-
sizdi. Nasılsa cimri diye adı çıkan Azız'in
Vakfı için sımrsız cömertliğini anlatmaya
yüzlerce sayfa yetmez...
Çatalca'da. arşivlerinden yararlanarak,
onun hakkmdaki çalışmalanma haylı za-
man ayırdım. Bu alanda bana en çok kar-
deşce yardınıcı olan "büyük çocukla-
n~ndan bu >ıl ünıversiteyi bıtiren Gülde-
ren'i burada anımsamamak olanaksız. Ye-
meklerimi Aziz'le baş başa odasında yi-
yordum. Soframıza konanlar o gün ço-
cuklar için pişirilen-
lenn aynıydı. Onun
hakkında edinmek
istediğim kımi bilgi-
lere ilişkin sorulanm
için bu anlardan da
yararlanıyordum.
Ayrıca, her gün, en
az bir-iki saat başka
sorduklanmı yanıtlı-
yordu. Bir de gazete-
ciler kendisiyle söy-
leşi yaparlarken beni
yanına çağırmayı hiç
unutmuyordu. Böy-
lece başkalanna ver-
diği yanıtlarda onun
şu ya da bu konuda-
ki görüşlerini daha
iyi tanımam için bi-
rer güzel fırsat yarat-
tılar.
Yurtdışına kısa bir
yolculuğu sırasında aynldım vakıftan.
Orada her gün sohbet ettiğim ve şimdi her
birini sevgi ve özlemle anımsadığım "ço-
cuklan"nın birkaçıyla birlikte Cemal Re-
şit Rey Salonu'nda bu yıl ona verilen Or-
han Apaydın ödülü töreninde bulundum.
Birkaç gün sonra, Şeker Bayramı'nda,
gençlik arkadaşim
Esin Afşar ve eşi Şe-
ner'le Aziz'i zıyare-
te gıttik. Keyfl ye-
rindeydi, espri saçı-
yordu. Vedalaşırken
onun ak yeleli başı-
na, zeki bakışina,
tatlı gülüşüne daldı
gözlerim. Ama o an
kendısıni son kez
gördüğüm. doğru-
su.aklımınkenann-
dan bile geçmedi...
Öylesine hayat do-
luydu ki!
Parıs'edönüşüm-
de, bavulumda.
onunla ilgili belge-
ler boldu: Arşıvleri-
nikanştırırkenaldı-
ğım notlar. kimi ba-
sın kesitlerinin foto-
kopileri, bana armağan ettiği son kitapla-
n... Evime vanrvarmazçalışmayakoyul-
dum. Önceden saptadığım plana göre.
21 haziran akşamı, Aziz'ın acele hasta-
neyeyatınldığını öğreniröğrenmez. "Lüt-
fen aşın yorma kendini. Türkiye'nin sana
daha çok uzun süre ihtivacı \-ar" diye nok-
talanan bir mektup faksladım kendisine.
Ertesi gün de konuştuk. Sesi yorguncay-
dı, ama beyni dipdiriydi. "Meraklanma,
senin hakkımdaki kitabını okumadan öl-
meye hiç niyetim yok" dedi. gülerek. "Öy-
levse ben de kitabın >a>ımlanmasını ge-
ciktirmeye uğraşınm" dedim ben de. Se-
sini son duyuşummuş meğerse!...
Vakfının bahçesine. kımsenin sonradan
bulamayacağı bir şekilde gömülmek iste-
ğı, yaşamının son yıllanndaki ısrarlı baş-
vurulanna karşın. DYP'li kimi bakanlann
karan imzadan çekinmeleri yüzünden ge-
ri çevrilmişti. Neyse ki, ölümünün hemen
ardından kalemlerinden bunun için yeter-
li birkaç mürekkep damlacığını akıtmak
insanlığını onlar da gösterdiler. 1969'da
Aziz'den aldığı açık mektubu herhalde
çok iyi anımsayan. ama sonraki yıllarda
ona gösterdiği yakınlıkla ona ne çok de-
ğer verdiğini kanıtlayan cumhurbaşkanı
da karan imzalamaktagecikmedı. Aziz'in
belki en önemli dileği ancak son nefesini
verdikten sonra kabul edildi... Ona da şü-
kür!
Ölümünün ardından, kendisi hakkfnda-
ki övgü dolu sayısız demeçler, yazılar. tö-
renler vatandaşlannın çoğunun ona sevgi-
sini. hayranlığını, hatta minnetini dile ge-
tirirken. onu çekemeyenler de hemen aşa-
ğılayıcı biçimde havlamaya koyuldular.
Bu vesileyle Türkiye'de şeriatçı kökten-
dincilerle Kuran-ı Kerim'deki "Dindezor-
lama yoktur" buyruğunun farkında bile
olmayan. hem de resmen Başbakanlığa
bağlı Diyanet fşleri'nin kimi sorumlula-
nnın bazan ne denli bırbirlerine benze-
dikleri de bir kez daha ortaya çıktı. Buna
şaşıranlar kendi bunca yıllık körlüklenne
yansırlar...
Kitabımın son sayfalannı bana bir kop-
yasını verdiği vasiyetnamesiyle doldur-
maktı niyetim. Ani ölümü yapıtın içenği-
ni altüst etti. Yeni bir sıraya soktum bö-
lümleri.
Okuyuculanma onun gerçek kişiliğini
değişik yönleriyle tanıtacağım. Vatanında
hiçbır benzen bulunmayan, dünya tarihin-
de ise ancak Voltaire gib? bir dahiyle kı-
yaslanabilecek bir kişinin Türkiye'de, 20.
yüzyılda yaşamış olduğunu kavrayınca,
başta Fransa olmak üzere. yeryüzünün şu-
rasında burasında çok sayıda kişıde hay-
ranlık uyanacak. Böylesıne değerli birya-
zar, böylesine bilinçli bir düşünür. ülkesi-
ni tüm dünyanın gözünde ancak yüceltir.
Dünyada şu ya da bu nedenden haksızlı-
ğa uğrayan insanlann tümü en candan sa-
vıınucusunu yitirdi. Öncelikle onlann baş-
lan sağ olsun!
İkiztepe'de kazı çalışmaları
BAFRA (A.A.) - Samsun'un Bafra ilçesinin Ikiztepe
höyüğünde. 21. dönem kazı çahşmalanna başlandı.
lstanbul Üniversıtesi ile Kültür Bakanlığı tarafmdan
yürütülen kazı çalışmalan. Prof Dr Önder Bilgi
başkanlığındaki 20 kişilik ekip tarafından
gerçekleştiriliyor. Daha önce Ikiztepe - 1 höyüğündeki
arkeolojik kazılarda, Kalkolitik ve Bronz Çağı'na aıt
eserler ortaya çıkanlmıştı. Bafra'nın İkıztepe
höyüğünde 1974 yılmdan bu yana yapılan kazılarda, 7
bin dolayında tarihi eser ortaya çıkanldı. ''
Cabaret Cine'de bugün
Kültür Servisi - Cabaret Cine'de bu akşam saat
22.00'da Ayşe Tütüncü, Serdar Gönenç. Saruhan Erim,
Mehmet Güreli, Timuçin Gürer \e Ümit JCıvanç'tan
oluşan altılı Chick Corea, Stevie VV'onder, Carla Blay,
Night Ark ve Egberto Gisminonti'nin çalışmalarından
oluşan bir repertuan seslendirecekler.
Açıkhavada Yaz Müzayedesi
Kültür Servisi - Bu akşam saat 21 00'da başlayacak
resim müzayedesinde, 100 dolayında tablo. Ortaköy
Esma Sultan Yalısı'nda satışa sunulacak. Müzayedede
Ahmet Fazıl Aksoy. Hüseyin Cahit Derman, Ayhan
Türkergibi romantik sanatçıların yapıtlannın yani sıra
Hamit Görele. Ibrahim Safi, Cihat Burak, Fuat
Soyhan, Necdet Kalay. Zeki Faık lzer. Fahr-el Nissa
Zeid, Burhan Uygur gibi klasikleşmiş ressamlann
çalışmalan da yer alacak. Müzayede, otel salonlarında
düzenlenen alışılagelmış müzayedelerden farklı bir
ortamda, açıkhavada gerçekleştirilecek.