27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 TEMMUZ 1995 CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER Marx'a ne zaman sıra gelecek MELÎH CEVDET ANDAY D enizden çıkmıştım, kıyı- da güneşleniyordum; baktım bir gezinti tekne- si yaklaşıyor, geldi geldi, ta yanıbaşımda demir at- tı. Kalabalıkça idi gemi, arna ıçinden ine ine iki kişi indi. Kim dersiniz? Gani Girgin ile eşi de- ğil mi! Şasırmıştım. Kaptan, - Bir saat kalacagız, dedi Gani'ye kü- peşteden. Sarmas dolas olduk. - Cezaevinden mi çıkün? diye sordum. Gani Girgin, - Ne cezaevi? dedi. Ne demek istiyor- sun? Dedim ki, - Adana cezaevinden bir mahpus AJi Sirmen'e mektup yazmış, "Gani Girgin ben'im" diyormuş da... Gani Girgin, - Sen beni belâ ettin milletin başına, dedi koluma girerek. Evin yakjn mı? - Yakın yakın. - Hadi eve gidelim de biraz konuşalım. Vaktimiz az. Anlatacak epey konusu vardı, belli, sa- bırsızlanıyordu; hemen başladı anlatma- ya. - Gemide anlaşmazhk çıktı, dedi. - Hangi komıda? diye sordum. - Müzik konusunda. Gecen gûn Mo- zart'm 40. Senfonisi'ni koydum, arka- daşlardan biri hayallere dalmış, senfoni bittiğinde "Neydi bu vahu?" diye sordu. "Ne olduğunu bilmeden mi dlntedin?" dedim. "Evet, müzik biz insanlar için- dir" dedi. Görüyor musun, beleşe kon- mak istiyor. - Ne demek? - Dünyada hiçbir şey çabasız kazanıl- maz. Müziğin tadına mı varmak istiyor- sun, öğreneceksin onu. Müzik elbette in- sanlar içindir, ama öğrenmek isteyen in- sanlar için. hayal kurmak için değil. Kim bilir ne aptalca hayaller kurmuştur o he- rif. Bunlar müzikten tad almayı keyifle kanştınyorlar; onun için de alaturka mü- ziği yeğliyorlar, sözle nağmeyi birbirine sokup macun yapıyorlar. Sokrates'in idam edileceği gün. bayrama rastladıği için, mahkeme cezayı birkaç gün öteye atmış. lşte o günlerden birinde, büyük düşünür. bir yakjnına şöy le demiş, "Tan- niar bugünlerde bana bazı işaretler yol- luyorlar. sandığıma göre müzik öğrenme- mi istiyoriar. Olmeden yapmak isterim bunu!"Görüyor musun1 "Bana bir şey çahn,söykyin!" demiyor. Müzikten hoş- lanma yeteneği doğadan verilmemiştir bize, o yeteneği biz yaratınz yaratabilir- sek. Beleş yok. Gani Girgin durdu. Ben de durdum. - Ama dostum, dedi, müzik gene de birtakım duygular uyandınyor bizde, ki- mi nagmeler kimi duygulara karşılık dü- şüyor. Bence bir tansıktır bu, başka bir deyişle, doğa"nın araya girmgsidir Do- ğal olmayanın doğallaşması. Sonra yürümeğe başladı. - Nereye gidiyorsun? dedim. tşte gel- dik, burası bizim ev. Gani Girgin'in eşi: - Balkonda oturalım, dedi. Ovaya bak- mak istiyorum. Müsaade isteyip mutfağa gittim, ko- nuldanma birer içki hazırladım. Dönüşümde Gani Girgin yeni bir ko- nu açtı. - Müzikte olduğu gibi, bilimlerde de, bakıyorsun, soyut bir dizge, somut olan- la uyum içine giriyor. - Nasıl yâni9 - Şundan ki dostum, bilimlerimiz dil- den başka bir şey olmadığı halde, doğa- ya uygun düşüyor. - Ne demek? - Biliyorsun, dilbilimi kuran Ferdi- nand de Saussure'dür. Ondan öncckilcr bubilimin alanını çizememişlerdi. Belli bir dili konuşan insanlann bu dil üzerin- deki anlaşmalan tümden saymacadır. Demek sözcüklerimiz bir göstergeler dizgesinin ögeleridir. Bildiğin şeyleri söylediğim için kusura bakma. - Söyle söyle, nasıl olsa söyleyeceksin. Gani Girgin: - Alay etme, dedi. Sonra şöyle sürdürdü sözünü: - Şimdi, örnek olarak "ağaç" sözcüğü- nü eie alalım Bu sözcük doğadaki "ağaç"ı göstermez; kulağımızdaki ses imgesi ile beynimizdeki kavramı birleş- tirir. Biliyorsun, kulağımdaki ses imge- si (ağaç sözcüğünün uyandırdığı imge) bir gösterendir. Beynimizdeki kavram (ağaç kavramı) ise gösterilen. Gösteren ile gösterilen'ın birleşmesınden bir gös- terge çıkar ortaya. lşte biz bu gösterge- lerle anlaşıyoruz ve kuşkusuz bilim dil- leri de bunlarla kuruluyor. Artık doğada- ki "ağaç" ile hiçbir ilişkimiz kalmıyor. Şimdi anlıyor musun ne demek isteği- mi? Saymaca bir göstergeler dizgesi ile kurduğumuz bilim dilleri gene de bize doğa üzerine bilgi verebiliyorlar. Müzi- ğe benzetmem bundan. - Ama bir de deney var dedim, onu hiç hesaba katmıyorsun. Gani Girgin: - Beni aptal yerine koyma, dedi. Ben bu konuyu açarken hiç bu soruyu düşün- mez olur muyum? Deney, Rönesans'tan sonra ortaya çıktı, ondan önce hiç bilim- sel çalışma yok muydu? Vardı, ama bu buluşlann çoğu yanhş çıktı. Dostum, bu- na bakıp da aldanma, deneyden sonraki bilimsel çahşmalarda da oldu bu, çoğu deneysel bilgi yanhş çıktı. Bilim, yanıl- malarla doludur. Hem unutma ki, Einv tein, ünlü buluşunu, deneyle değil, ma- tematikle ortaya attı. Matematik de bir göstergeler dizgesidir. - Nereye varmak istiyorsun? - Şuraya; müzikte olsun, bilimde ol- sun, aklımız doğa içinde çalışıyor. Onun soyutlaması da doğaya uygun. Hadi şu- nu da söyleyivereyim; doğa'nın soyut bir dizge olduğu yann ortaya çıkabilir. Gani Girgin, içkisini bitırdı, saatine baktı ve eşine: - Gemiyi kaçırmayahm, dedi. Eşi de ona: - Bunlan Melih Cevdet'e mektupla da yazabilirdin, dedi. Gani Girgin, - Ben ancak konuşurken düşünebili- yorum, diye yanıtladı eşini. Bende, - Yaşa Sokrates, dedim. Kalktık. Gani Girgin, - Sana bir şey söyleyeceğim, dedi. - Müziküstüne mi, bilimlerüstüne mi? - Sosyalizm üstüne. Deniz kıyısına doğru yola koyulduk. Gani Girgin, - Sovyetler Birliği'nin yıkılmasmdan sonra Stalin eleştinsı başladı, arkasından Lenin'in kötülenmesi geldi. Neden ara- ma geTeksemesinden doğdu bu. düşün- mekle bir ilişkisı yoktur. Çocuk ağaçtan düştükten sonra "Dal zayıftı" demek ko- laydır. Sonuca bakarak hüküm yürütül- mez. Sonra bu eleştırilen gerine gerine söyleyenlerin tümü eskiden Stalinci ve Leninci idiler. Onlara düşen ilk iş., ken- dilenni yargılamaktır. Kıyıya varmıştık. - Çoİc az oldu, dedim. Gani Girgin, - Marx"a ne vakit sıra gelecek dersin, dedi. - Bilmem Gani Girgin, - Yediadalara gidiyoruz, dedi. orada başka bir tekne ile buluşacağız. Hadi, hoşça kal! - Güle güle! ARADA BİR Prof.Dr.TALAT TEKİN 11 II Aleme lterir Talkını Başbakanlığa bağlıdevtef dairesiyeni TDK, Bab kay- naklı sözcüklere karşılık "teklif etme" işini sürdürüyor. Her ay Türk Dili dergisinde yayımlanan bu karştlıklan ay- nca gazetelere de gönderiyor. Batı kökenli bazı sözcük- lere en son önerdiği, özür dilerim "teklifettiği", yeni kar- şılıklar da böylece gazete haberieri arasında yer alıyor. Son olarak "teklif" edilenler arasında en çok göze çar- panı da ingilizce first lady deyimi için bulduklan "baş- hanımefendi" karşılığı oldu: Başhanımefendi Hillary Clinton... İsteyen güle güle kullansın! Aslında yeni TDK'nun son olarak önerdiği karşılıkla- nn hepsi, daha önce önerilenlerin çoğu gibi, yeni değil. Bunlann bir bölümü yıllar önce önerilmiş ve dil devrimi- ne inanan ve onu savunanlarca zaten yıllardır kullanıl- makta olan karşıhklar. Örneğin pragmaf/zmiçin öneri- len "faydacılık, yararcılık"',pragmatik içinönerilen "fay- dacı, yararcı", part-time için önerilen "yanm gün" ile full-time için önerilen "tam gün" karşılıklan bunlar ara- sında. Bu karşıhklar dil devriminden yana olan yazar ve aydınlarca zaten kullanılmakta olduğuna göre burada yeni TDK'nun yaptığı nedir? Eski bir deyimle "malumu ilam", yani bilineni yeniden bildirme! Yeni TDK'nun bu gibi karşıhklar için yaptığı budur işte! Öte yandan Batı dilleri kökenli sözcükler için öneri- len bazı karşıhklar da öz Türkçe olrnayıp Arapça - Fars- ça kökenlidir. Örneğin, metafor için önerilen mecaz, metaforik için önerilen mecazi karşılıklan gibi. Sormak gerekir. Mecaz'ın ve mecazi'nin neresi Türkçedir? Ba- t kökenli metafor anlamca ne denli bulanıksa Arapça kökenli mecaz da o denli bulanıktır. Eski TDK yıllar ön- ce "mecaz" için iğretileme karşıhğını önermişti. Bildi- ğim kadarı ile bu terim okullarda ve ders kitaplannda kullanılıyor. Yeni TDK bu terimi beğenmiyor anlaşılan. O zaman da yapılacak iş Arapça kökenli, yani yine "ya- batıa " mecaza sanlmak değil, buna iğretileme'üen da- ha iyi Türkçe bir karşılık bulmaktır! Ne var ki bu kolay iş değildir. Yeni TDK bu güç işe girişmiyor, metafor yeri- ne Arapça kökenli mecaz sözcüğünü öneriyor. Başka deyişle, işin kolayına kaçıyor. fnsan merak ediyor: Yabancı (Batı) kökenli sözcükle- re karşı olan, bunlann kullanılmasını istemeyen ve bun- lar için çoğu kez Arapça-Farsça (yani yine yabancı!) kökenli Türkçe (!) karşıhklar öneren yeni TDK yönetici- leıinin bu gibi sözcükler karşısındaki davranışları nasıl acaba? Kendileri bu gibi sözcükleri hiç kullanmıyor ya da kullanmaktan elden geldiğince kaçınıyorlar mı? Isterseniz bu sorulann yanıtını Kurum'ca yayımlanan Türk Dili dergisinin Mayıs 1995 sayısındaki türlü yazı- lardan rastgele seçilmiş bazı örneklerde arayalım: "Tür- kiye Türkçesinde kullanılan üç bin civanndaki Doğu kökenli kelimedeki uzun hecelerin fonksiyonel olanla- n" (s. 439), "eserin orijinal nüshası" (s. 449), "Kelime- lerin okunuşu yanında verdiği transliterasyonlar" (s. 451), "Bu fonolojik olarak imkânsızdır"(s. 454), "Hangi fonetik değişikliklere" (s. 468), "Kırgız Türkçesindeki güçlü singarmonizm" (s. 479), "Araştırmacının kısa bi- yografisi" (s. 517), "bibliyografya", "dekoratör", "res- torasyon projeleri", "Tanzimat devri romancılannın en popüleri", vb. vb. Evet, Türk Dili dergisinde her ay yayımladıklan "Ya- bancı kelimetere karşıhklar" listesiyle kendilerini Batı kökenli sözcüklere gerçekten karşıymış gibi gösteren yeni TDK yöneticileri, kendi yayınlannda, hem de aynı dergide, fonksiyonel, fonetik, fonolojik, transliterasyon, biyografi, bibliyografya, restorasyon, proje, popüler vb. gibi Batı kökenli sözcükleri bol bol ve rahatça kul- lanabiliyorlar. Üstelik, bu sözcüklere hiç gereği yokken "ünlü uyumu" demek olan singarmonizm gibi Rusça bir şözcüğü de katmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Ge- lin de bu yöneticilerin yabancı sözcüklere karşı olduğu- na inanın! Ne denir, yeni TDK yöneticileri "Âleme verir talkını, kendiyutar salkımı" sözüne uygun bir davranış içinde olduklannı kanıtlamayı sürdürüp duruyortar işte! Düşle gerçek AHMET YORULMAZ üşter biiimdir' diyen S.Fre- ud. onlann öncmsiz şeyler olduğununiddiaedilemeye- ceğini ileri sürer. Günümüz- de de ruh hastalannın psi- kanalizle tedavisinde düşle- rin yeri inkâredilemiyor. Bilinç ve bilinçaltı kav- gasıdır; gönülle, duygu ve sezgiyle bağıntıh de- ğildir, deniyor. Dünyada ve Türkiye'de, düşe değer veren sa- yılamayacak kadar insan vardır. Değer vermenin ötesinde, çok çok önem verirler. Düş, geleceği muştulayan ya da karartan, uyaran, dikkati çeken bir simgedir. Dûşlerde insanın ilkel yanının açığa çıktığını, dolayısıyla düşlerdeki dilin de ilkel dil ol- duğunu, anlatmaya çalışan uzmanlar vardır. Bilinç ve bilinçaltı kavgası... Geleceği muştu- laması... însanın ilkel yanının açığa çıktıği savı vb... Peki, bir düş hastası olan ben, gördüklerimi nasıl yorumlayacak, nereye oturtacağım! Bir ör- nek vereyim: Onlü Alman kimyacısı Frederick KekuK, iki önemli kuramını (teorisini), yayım- lamadan önce düşünde görmüş! Benimkilerin bir kuramla filan ilgileri yok; film şeridi gibi, tablo- lar gibi, gelecekten çok sanki günümüz... Anla- tınca. altın yüklü katırlar.yerine, satırlar, sopalar çıkacak bu işlerden, diyenleriniz çıkabilir; ona kanşmam işte, o sizin yorumunuz derim. Hem benim gördüklerim karabasana da dönüşse, alt ta- rafi düş! Hem o denli düşler ki, gerçekle tek ba- ğıntılan, bunlan yazıyla size aktarmaya çalışan ben. Bu düşlerde saptayamadığım ince iki nokta var: Yer ve zaman. Terden sınlsıklam olduğum o şeytanlı, labirentli (dolangaçlı) düş gecelerinde neler çekmişimdir, neler! Bir süre önce gaipten (görünmeyenden) yan- kılanarak gelen gür bir sesin söylediklerini anım- sıyorum: Sana bir ülkenin basın-yayın dünyası- nı tanıtacağım. Benden duyacaklannla ola ki ter- lersin! Serinkanh ol, terleyip altına etmeyi ileri- ki zamanlara sakla; onlann açtıklan yaralann do- ğuracağı acılarbüyük olacak, o zaman!.. "Nasıl yani" diyecek oldum, ses yine daha ağır bir ton- la yanıt verdi: Töplumun her katını çürüttüler; hastahğın çürüttüğü beden nasıl ki ayakta kala- mazsa, toplumlar da öyle çöker. Bak sana sırala- yayım da kendi ülkende bu biçim işlerin olma- ması için emek harcayasm, ter dökesin. O ülkede yüksek katlardan gelme bir gazeteci var: sıkı gazetecidir. toplumcu eski bir partiden gelmedir. iyi bir aile çocuğudur. Fakat gel gör ki, ülkenin devlet adamı gibi değil, kumarhane ka- badayısı gibi davranan, konuşan devlet başkanı ölünce, ülkeye yaptığı büyük hizmetler yüzünden saygıyla şükranla anılacağını yazabildi. Oysa ölen, toplumuna da. devletine de onulmaz yara- lar açmış biriydi. Bu gazeteci için ne düşünürsün şimdi. yararlı adam mıdır? Gel, gel şu koca pencereden içeriye bak! Bir zengin sofrası. Ablak surath. yırtık sesli, peltek peltek konuşan ünlü bir gazeteci. Inanmışhğın- dan değil, sırf "ad" olmak için yurdu uyandırma- ya soyunmuştu. Fakat baktı ki pabuç pahalı, ters- yüz etti, bu sofralara çöreklendi. Bak, içkiden na- sıl mayışmış! Oğullan da babaya çekmiş olacak- lan ün peşindeler, gerçekleri alabora etmekteler. Baba. ektikleriyle gençleri ipe yolladı, şimdiler- de de kurşuna... Çocuklan ise demokrat görü- nüm altında sahtekârlıklanyla devleti kundaklı- yorlar. Bunlar iyi insanlar mıdır? Yok, yok, uyanma! Dinle, bak! Geçmişte ülkeyi temeUerinden yıkıp yeni baş- tan kurma sevdahlan vardı; bu amaçlannı gerçek- leştirebilmek için de silahlı savaşım başkoşul, derlerdi. Arap gerilla kamplannda eğitim gör- müşler, kendilerini bilemişlerdi. Sonra çok yet- kili birinin silahsız olarak devlet kurumlannı tek tek yıktşına tanık olunca, ondan yana tavır aldı- lar. Eski yollannı terk ettiler, tümü de delibozu- ğun adamı haline geldi. Çünkü yetkili kişi, yık- mak istediklerini yıkıyor, onlann yöntemlerine gerek kalmıyordu. Hem işin ucundâ ne ipe ne de hapishaneye gitmek vardı! Bu adamlann hemen hemen tümü de önemli yerlerde, işbaşında! Terbiyesi de, devlet göreneği de olmayan deli- bozuğun ardından u en bü>ükdevrimcilerden bi- ri olarak tarih galerimbde oturmalıdır" diye ya- zan kıyıkent kökenli, çok satışlı bir gazetenin ya- zan var, ün peşinde garibim. Bunun irikjyım hem- şerisi bir gazetecilik fukarası da, o ülkenin ulu- sal tarihinde yerini almış küçük bir şilebi transat- lantiğe çevirip "bûyûk gazeteci" olma hevesine kapıldı, tutturamadı zavallıcık! Bir başka gazeteci, Avrupa lokantalannda mid- ye yıyebilme parası kazanabilmek amacıyla, dev- leti kuran sistemi yok sayar, rejimi numaralama- ya çalışır! Bir başkası televizyon kamerasının karşısına geçip, patronunun hesabına gelmeyen kişiieri, kurum ve kuruluşlan karalamaya çaba harcar. lşte o ülkenin basını bu! Ülkeyi de insanlannı da içinden çıkılmaz bir batağa sapladılar. Belki sen. bunlardan bir ders alırda ülkene yararlı olur- sun! Güm güm yankılanan sesten sonra sınlsık- lam uyandım; kara kara düşünmeye, Freud'un kendisini de, devamcılannı da o günden bugüne sürekli kanştınr oldum. Fakat nafıle! Bir yanıt, biryorum yok! Sıra, sahaflarda satılan yerli rüya tabiri kitaplanna geldi, onlan kanştıracağım. TARTIŞMA Bilge Karasu üzerine PENCERE 1 974 yılında 'Troja'da Ölüm Vardı'yı ilk okuduğumda (sonra birkaç kez okudum) çok şaşırdım. Bu benim o zamana dek okuduğum hiçbir alıntıya benzemiyordu. Tüm sözcükleri biliyor, tüm tümceleri çözüyor, ama hiçbir şey anlamıyormuşum gibi geliyordu (belki de anlamıyordum). Sanki çok lezzetli bir tath yiyormuş. çok hoş bir kokuyu içime çekiyormuşum gibi geliyordu. Her öyküyü bitirdikten sonra bu duygu içimde kalıyordu. Daha sonra bunun Roland Barthes'ın deyimiyle "okuma keyfi' olduğunu anlayacaktım. Öykülerinde ne birçok kahraman ne aynntıh bir uzam betimlemesi ne de aralıklan vurgulanan bir zaman aluşı vardı. Aynı yıl kendisiyle tanıştığımda bu duygumu kendisine anlatmaya çalışırken "İyi Benim istedigim de bu" dedi. Ama ben hep bir eksiklik hissettim. 1982'deSıtkıHoca'yla, Tansu'yla Bilge Bey'in 'imbilim* dersini izleme ayncahğına eriştim. Oğrenim yaşamım boyunca ben böyle bir ders izlemedim. Tüm bilgisini büyük bir yalmlaşma yeteneğiyle, İceyfiyle, saygıyla öğrencisine aktanyordu. lşte o zaman niye bir eksiklik duygusunu yaşadığımı anladım. Onun zengin bir kültür birikimiyle yoğunlaşmış göndergeleri, gerçek yaşamın aynntısında, bakmasını-görmesini bilen okurun gözünde olmalıydı. Okur, yapıta ustalıkla sindirilmiş bu göndergeleri birleştirebilme çabasmı göstermeliydi. Yoksa o yakından tanıdığımızı sandığımız sözcüklerin içi boşalıyor, metin yalınkatlaşlyordu. Bir anlatıda geleneksel anlamda kurgu arayan okuyucuyu düş kınkhgına uğratabilirdi. Çünkü onun anlatılannda giderek karmaşıklaşan, sonra da çözümlenen 'sürüklevici' kurgular yoktur. Kahramanlar olavlann ilk bakışta anlamsız gelen, küçük, ama belirleyici bir bölümünü büyük bir düşünsel ve duygusal yoğunlukta yaşar. kendi çözümü ya da çözümsüzlüğüyle yetinir. Dikkatli bir okur; bunahmlan, üzüntüleri, iletişimsizlikleri, yanhş anlamalan, çaresizlikleri, coşkulan, sevinçleri, aşkı, sevgiyi- şefkati, kısacası insana ait her şeyi sezer. Belki pek iyi bilinmez, ama Bilge Bey müzik ve resim konusunda da çok bilgiliydi. Belki bu nedenle müzik eğitimi almış okurlar, onun yapıtlanndaki sözcüklerin, izleklerin 'musikisi'ni yakalayabilmişlerdir. Anlatılanndaki görsel öğeler ve bunlann ayıncı özellikleri; yetkin bir resmin, bir filmin - ustalıkla kesilmiş parçalan gibi okur tarafından birleştirilmeyi, anlaşılmayı gerektirir. Bilge Bey'i okumanın zorluğu onun çok iyi bir düşün adamı, çok iyi bir 'imbilimci' olmasından kaynaklanmaktadır. O çocuksu hınzırlığı ile okuruna küçük tuzaklar kurduğunu sanırsınız. Ama hayır. Onun yapıtlan o kadar saydam, o kadar aydınlıktır ki gözünüz kamaşır. lşte gözünüz bu aydınhğa alıştığında onun yapıtlannın tadına vanrsınız. Ayşe (Eziler) Kıran Bacım Benim!.. Benim bir bacım var.. Adı: Tansu!.. • Bacı, eskiden yalnız köyde, halk arasında kullanı- lan bir sözcüktü; kente göçünce önce sol kesimde duyuldu; köy kökenli devrimciler, Istanbul kızlanna seslenmeye başladılar: . . - Bacım benim!.. < Vallahi kötü niyetle söylemiyorum; ama, bu 'bacı' sözcüğü kentleşince bir tuhaf oldu. İnsan bacısına yan gözle bakar mı?.. GünahtırL Istanbul kızı bacı olmaktan mutlu, için için uç ve- ren bir tuhaf duyguyla köy kökenli devrimcinin yakı- nı olmaktan gururlanarak bu sözcüğe yattı... Ne var ki bacı sözcüğünün pek de saf sayılama- yacak bir tarihçesi de geçmişe uzanır; eskiden aynı tarikata bağlı erkekler birbirlerine 'ihvan', kadınlara 'bacı' derlerdi. Tarikata giren bacının köydeki saflığı kalır mı?. 'Bacı' Islamda bir sıyaset kolunun üyesi olu- yor demek... Solculuğun içinde de tarikatlar vardır; kadın üye- leri de bacım aşağı, bacım yukan... Erkeğin ruhuna sinmiş maçoluk, kente göçen ba- cım sözcüğünün saflığını çatlattı. Kahrolsun şu erkek milletiL • Ah, ne kadar sevinmiştik Tansu Hanım başbakan- lık koltuğuna oturunca; ama, sevincimiz kursağımız- da kaldı. Neden?.. Çünkü Tansu Hanım, Başbakanımız olacağına ba- cımız oldu; son kez Malatya'ya gittığinde bu hevesi- ni yine gösterdi. Başbakanımız kendisini selamlayan tören birliğindeki askerlere, "Merhabapolis" dedik- ten sonra kürsüye çıkıp dinleyen erkek kalabalığına demiş ki: "- Malatya bize emanet değil mi!.. Ben size sahip çıkmaya geldim, siz de bu bacınıza sahip çıkın!.." Bacım benim!.. . Hem de ne bacı!.. \ Kolej çıkışlı.. Kolejden ve öteki seçkin yabancı okullardan çok iyi bacı çıkar, Tansu Hanım'a bir bakın!.. Ne yaman bir bacı!.. Malvarlığının kaynağı bilinmiyor, Ameri- ka'ya yatırım yapıyor, vergi vermiyor, bir giydiğini bir daha giymiyor, verdiği sözü tutmuyor.. bacım be- nim... Bacım, başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz enf- lasyonu patlattı; halkm canınaokudu... Bacımdır, helal olsun!.. • Bacım amacının ne olduğunu Malatya'dan dünya âleme duyurmuş... Demiş ki: "- Davamız ezan sesini tüm dünyaya dinletmek!.." Helal olsun bacıma!.. Hele Avrupa bizi 'gümrük birliği'ne bir alsın, bacı- mın başı göğe ersin, siz ondan ne ezanlar dinleye- ceğinizi görün!.. Bacım, Amerika'ya gidip CNN'de bi- le ezan okur... Ne var ki Müslümanlıkta ezan okuyan müezzin er- kek oluyor. Kadından ne imam olur, ne müezzin!. Kadın, minarenin şerefesine ezan okumak için tır- manamaz; tırmansa tırmansa başbakanlık koltuğu- na tırmanabilir... En iyisi bacım başbakanlık koltuğunun üstüne çı- kıp ezan okumalı!.. Çünkü halkın cenaze namazını kılmaya az vakit kal- dı. BÜYÜK BAŞKAN KEMAL TÜRKLER - Katlinin 15. yılında katillerin hâlâ elini ko- lunu sallayarak dolaşıyor... - Sömürü daha da vahşileşerek sürüyor... - Işığın, çalışanlann bayraklaşan mücadele- si ile büyüyor... - Bitmeyen kavgamız devam ediyor... - Ve seni yann alkışlarla mezannın başında anıyoruz. Savunmaıun Av. RASİM ÖZ Sendikal Hareketin Büyük Önderi, DİSKveT.MADEN-IŞ Genel Başkanı KEMAL TÜRKLER'İ Demokrasi Düşmanlannca Öldürülüşünün 15. yılında saygı ve sevgiyle anıyoruz. BtRLEŞtK METAL-İŞ SENDİKASI 22 Temmuz 1995 Cumartesi günü. saat 10.00'da mezan başında anılacaktır. Alınterinin onuru, DİSK'in kurucusu ve T. Maden-İş'in unutulmaz Genel Başkanı KEMAL TÜRKLER'İ • • faşistlerce katledilişinin 15. yılında saygıyla anıyoruz. TÜRKİYE DEVRtMCÎ İŞÇİ SENfDtKALARI KONFEDERASYONU Not: Kemal Türkler'i anma töreni 22 Temmuz 1995, Cumartesi günü saat 11.00'de Topkapı'daki mezan başında yapılacaktır. DİSK ve T. MADEN - İŞ Genel Başkanı, Ailemizin Onuru KEMAL TÜRKLER'İ Karanhk odaklarca katledilişinin 15. yıldönümünde saygı ve sevgiyle anıyoruz. AİLESİ 22 Temmuz 1995 Cumartesi günü saat 10.00'da mezan başında anılacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle