Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 HAZİRAN 1995 SALI CUMHURİYET
KÜLTÜR
SAYFA
15
Son filmleri 'Cite des Enfants Perdus', Cannes Film Festivali'nin açılışında gösterilen Jeunet ve Caro ikilisi:
6
Şarküteri
9
9
bu fîhııiıı esldziydiKiiltür Servisi- Geride bıraktığımız
Cannes Film Festivali'nin açılışında Ca-
ro ve Jeunet'nin son filmi "Cite des En-
fants Perdus" gösterilmiş ve pek çok
ftrklı eleştiri almıştı. Dört yıl önce çek-
tikleri ilk filmleri "Şarküteri" ıle sine-
ma seyircilerini şaşırtan ikıli 5 aylık bir
çekım sürecinden sonra tamamladıklan
bu filmleriyle kendilerini bir kez daha
k-anıtladı.
- Üçûncü "Caro ve Jeunet" fılminı çek-
meden önce kendi köşelennde, tek baş-
lanna birer film çekmeyi düşûnen çılgın
yönetmenler Fransız Premiere dergisı-
nin sorulannı yanıtladılar. Derginın
a
Sahte ikizler" olarak tanımladıklan yö-
netmenler kendileri hakkında ipuçlan
veriyorlar bu söyleşide:
- Ne zamandan beri birbirinizi tanı-
yorsunuz?
JEUNET: 1974 yılında Annency Fes-
tivali'nde tanıştık. Daha sonra ben kuk-
lalarlaanimasyon filmleri yapmayabaş-
ladım. Bu kuklalan Marc yapıyordu. Bir-
likte "Le Bunker de la Derniere Rafale"
adlı kısa metrajlı bir film yaptık. O gün
bugündür de birlikte çalışıyoruz.
- -Birrastlanüsonucumuikizoldunuz?
- JEUNET: San Francısco'da 'Şarküte-
ri"nin galasında biri bize yaklaşıp, "Siz
sevgili misiniz?" diye sormuş,'Hayır' di-
ye yanıtladığımda oldukça düşkınklığı-
nauğramıştı
- Kendinizi hangi fonnasyona dahil
ediyorsunuz?
JEUNET: Hiçbır formasyona, hiçbir
elcole dahil değıliz. Bızim okulumuz kı-
sa metrajlı film oldu. Kendı kendımize
öğrendik her şeyı.
CARO: Ben üniversıte smavlann ka-
zanamadım. Okulda da resimle hiç ilgi-
lenmedim.
' JEUNET: 17 yaşında okulu terkettim.
PTT'de çalıştım. 4 yıl boyunca sûrekli
olarak telefon bağladım. Ustüne üstlük
taşrada, Nancy'de otunıyordum. Yanı o
yıllarda sınema yapma hayalleri kurmu-
)fordum!
- O zaman nasıl sinemaa oldunıız?
; JEUNET: Animasyon sayesınde.
Marc, Annency Festivali'nde sattığı bir
çızgı roman dergisı çıkanyordu. Ben de
derginın satışıyla ilgılenmeye başladım.
- - Çalışmalannız dışında da sürekli gö-
rüşüyor musunuz?
CARO: Çok sık görüşmediğimiz za-
manlar da oluyor. Ancak yine de bağımı-
zı hiçbir zaman tam anlamıyla koparmı-
yoruz. Bir proje ûzerinde çalışmaya baş-
ladığımızda ise sürekli birlikte oluyoruz.
D
ört yıl önce çektikleri ilk filmleri "Şarküteri" ile sinema
seyircilerini şaşırtan ikili, 5 aylık bir çekim sürecinden sonra
tamamladıklan bu filmleriyle kendilerini bir kez daha kanıtladılar.
JEUNET: Birlıkteyken bazen konuş-
mamıza bile gerek kalmıyor. Oyuncu se-
çiminde bile karşırruza biri geldiğinde
şöyle bir bakış atıyor ve karanmızı veri-
yoruz.
- FUmin sonunda jenerikte " Bu bir Je-
unet ve Caro fılmıdir" yazryor. Neden
hep bu sıralamada yazılryor adlanmz?
CARO: Kontrafta öyle belirtiliyor
çünkü. Bu tip işlerle ben ilgilendiğim
ıçin öyle yazıyorum. Tabıı çok naziğim!
JEUNET: Normalde filmlerin jeneri-
ğinde hep yönetmenın adı belırtihr, gö-
rüntü yönetmenin adı da aralarda bir yer-
de çıkar. Bizde durum çok farklı tabıi.
Işın başından başlayarak filmın atmos-
ferini birlikte hazırlıyoruz. Basit bir sa-
nat yönetmenliği çalışması yaptıktan
sonra genellikle kendimizi film çekerken
buluyoruz. Marc sette kalryor ve her şe-
yi hallediyor. Bütûn işler bittikten sonra
da seslendırmeyle ilgileniyor. Gerçekten
de iki kışınin yaptığı bir iş çıkıyor orta-
ya sonuçta.
Bızim çalışma sistemimizde Marc da-
ha çok estetikle ilgileniyor. Ben ise hi-
kayeyle ilgıleniyorum. Zaman zaman ça-
tışmalar da oluyor. Ancak bu çatışmalar-
dan da yararlanıyoruz
CARO: Başlangıçta ortak bir dûşün-
ceden yola çıkıyoruz. Sonra ıkimiz de
dûşüncelerimizi ortaya seriyor ve tartı-
şıyoruz.
JEUNET: Ben yalnız çalışsaydım yi-
ne aynı ışı yapardım ama bu kadar güzel
olmazdı. Marc yalnız çalışsaydı herhal-
de o zaman da senaryolar bu kadar ince-
likli olmazdı!
-Gerçeğevarmak için peri masallann-
dan yob çıküönızı söyleyebilir miyiz?
JEUNET: lşte büyük soru geldı! Bir
stüdyoda, her şey kontrolünûzdeyken çe-
kim yapmak, dışarda elinizde bir R5 ile
gökyüzünü çekmekten çok daha iyidir
bana göre.
- Gün ışıgı sizi korkutuyor mu?
CAROve JEINET: Evet! Çünküonu
kontrol edemeyız?
JEUNET: 'La Cite des Enfants Per-
dues" Robert Hosseın'ın kurduğu dev
bir stüdyoda çekildi Bu dünyanın en bü-
yük stüdyosuydu! 4 bin metrekarelik bir
alana kurduk dekoru Bu yüzden stüdyo-
ya hiçbir gazeteciyi davet etmedik. Bir
dekor her zaman için gerçekte olduğun-
dan daha etkileyicidır.
- Filmdeld olaylar hangi tarihte geçi-
yor?
JEUNET: "Şarküten"de olduğu gibı
bu filmde de tarih belli değil. Bazı obje-
ler 1930'laraait...
CARO: Laboratuvarlarda ilk Fran-
kenstein'lan yaratan James Whale'ın
atmosferini yakalamaya çalıştık.
- Jules Verne'de olduğu gibi geleceği
geçmişin içindegösteriŞorsunuz. Konusu
geîecekte geçen bir film yapmayı düşünü-
yor musunuz?
JEUNET: Asla! Bazı zaaflanmız bizi
buna yöneltiyor yalnızca.
CARO: Ben bazı türlerin birbirinin
ıçine girmesini seviyorum. Başlangıçta
bir bıraz tekniğin kanştığı bir peri masa-
lından söz etmek mümkün oluyor: Çıl-
gın bilgınin yerini cadı alıyor.
- Başka referanslannız da var mı?
JEUNET: Biraz Tanü, Buster Keaton,
Tex Avery, VVah Disney, Gustave Dore .
Perrault'nunmasallandavartabü. Mic-
had Povvefl'in "RöntgencTsine de gön-
dermeler var.
CARO: Dekoru yapan arkadaşla çalı-
şırken önceleri yeşil, kırmızı ve kiremit
renklerinin ağırlıkta olduğu Chirico'nun
tablolanndan yola çıktık. Tabii sonradan
da pek çok şeyden etkilendik. Örneğin,
Pinokyo..
JEUNET: Bu bir kıtabı, herhangi bir
sayfasından okumaya başlayarak elinden
bırakamamaya benzıyor. Devam etmek
istiyorsunuz. Bu Filmde, birTintin albü-
münün içinde gibi hıssettim zaman za-
man kendimi.
- Caro filmlerde küçük rotler alıyor
ama Jeunet'ye hiç rastlamıyoruz~
JEUNET:"Bu benım tarzim değil. Ka-
meranın arkasında da yapacak o kadar
çok işim var ki zaten...
CARO: Kameranın iki tarafında da rol
almak çok avantajlı bence. Yönettiğin
kişilerin baştna neler geldiğini bilmek
oldukça iyi oluyor.
JEUNET: Yine de başrolde oynamı-
yorsun' Öyle değil mı!
-Bu fümde küçük çocuklan yönetmek
oldukça zor olmuştur herhakk?
JEUNET: Onlara laf anlatmaya çalı-
şırken ufaklıklann yaptıklan hileleri tah-
min edemezsiniz! 3 yaşında bir çocuk
söylediğimiz her şeye 'Hayır' diyerek
bizi protesto etti. Sonunda çeşitlı numa-
ralarla onu oynatmaya çalıştık. lstediği-
miz_yalnızca bir bakıştı.
- Uçûncü bir Caro ve Jeunet fîuni için
koUan sıvadıruz mı?
JEUNET: Hayır. Bu son film 14 yıl-
dırkafamızdaydı. O filmi çekipbitirme-
miz gerekıyordu ve şımdi her şey yolu-
na girdi.
CARO: Aslında 'Şarküteri', bu son
filmin bir eskizi gibiydi. !lk filmimizin
başansı sayesınde bu filmi gerçekleştir-
dik.
Düşünce alanının öncesi ve sonrası
Alman sanatçısı Tom FechtAnkara da kendisine uluslararası bir ün kazandıran projelerini anlattı
NECMİSÖNMEZ
Sanart 1995 etkinlikleri arasında bir
atölye çalışması gerçekleştıren ve "Ye-
ni Vücut Tabusu" başhklı bir bildıri
sunan Tom Fecht (1952), 1989 yılın-
dan ıtibaren A1DS temasını ele alan
heykelleri, mekân düzenlemeleri ve
oluşumlanyla önemli bir uluslararası
tanınmışhğa sahıptir. Sanatçının An-
kara'da tanıttığı "Denkraum" Düşün-
ce Alanı) isimlı projesı, kendisine ulus-
lararası bir ün getiren ve medyarun bı-
Hnçli olarak bir tabu gibı yaklaştığı
AIDS temasını ele almakta ve tüm in-
sanlığın ortak sorunu olan bu felakete
karşı bir duyarlılık alanı oluşturmak-
tadır.
Sanatçı Denkraum projesinde,
AJDS'ten ölen kişilerin isimlerini kal-
dınm taşı büyüklüğündeki taşlar üze-
rine yazmaya 1989 yılında başladı.
Dünyanın dört bir yanmda AIDS'ten
ölen kişilerin isimleri, yakınlannın Al-
man AIDS Vakfi'na yaptıklan 250
DM bir bağışla yazılmaya başlandı-
ğında bunun insanoğlunu tehdit eden
en büyük salgınlardan biri olan
AIDS'e karşı bir tür kendisini savun-
ma eylemi olduğunu pek az kişi bili-
yordu. Tom Fecht aralannda AIDS'ten
ölen Türklerin de isimlerinin yazılı ol-
duğu 250 taşı ilk kez Documenta IX'da
sergıledi. Ünlü Friedricianum müzesı-
nin önüne yerleşleştınlen bu taşlar, Ki-
eth Hering, Freddy Mercurygibi ünlü-
lerin yanı sıra sıradan insanlann isim-
lerini de taşıyorlar.
AIDS insanlann kendi vücutlannı
tekrar tammalannı sağlamakla kalma-
yıp insanoglunun çaresizliğini bir kez
daha ortaya çıkardı. Kitle ilerişim araç-
lannın insan vücudunu insana alabil-
diğine yabancılaştırmaya çalıştığını
görüyoruz.
Fecht bu noktada, insanın kendi vü-
cudunu ve hareketlennı yeniden sorgu-
layarak, çok iyi bildiğimız bir nokta-
dan yola çıkarak sanatı oluşturuyor.
Sanatçı 1992'de Documenta IX'da ser-
gilediğı işine "Memorie Noma-
de"ismini vermişti. Dolayısıyla, bura-
da karşılaştığımız en önemli mesele
bir bellek sorunu oluyor. AIDS'ten
ölen kişilerin isimlerinin yazılı olduğu
taşlann her biri özgün, tıpkı AIDS'ten
ölen insanlar gibi. Sanatçı bu taşlan
birbirinden farklı formlarda bir araya
getirmesine rağmen sonuçta aynı me-
sajlan vererek, AIDS'ten ölenlerin ar-
kalannda bıraktığı boşluğu. onlara ait
hatıralarla değil, toplumun anonim
belleğiyle doldurmaya ve belleği sü-
rekli olarak yaşanır kılmaya çaba har-
cıyor.
1992 yılında Köln'deki ünlü Dom
kilisesınin önünde AIDS hastalannın
yardımı ve desteğiyle bir oluşum ger-
çekleştiren Fecht, Leonardo da Vin-
d'nin ınsan vücudunun proporsiyonla-
nnı gösteren ünlü resmini ellerinde ne-
onlar, lambalar taşıyan insanlarla ay-
nen tekrarladıktan sonra, ancak ayna-
dan bakıldığında okunabilen el yazi-
sında büyük ustanın söylediklerini
kendine göre yorumlamış. Bu yazının
olcuyuculan, Leonardo'nun ünlü dese-
ninin üst köşesine yazdığı üç saOrlık
cümleyi, bulup okuriarsa sadece Tom
Fecht'in değil, insan vücudunun kınl-
ganlığı üzerine çalışan birçok önemli
çağdaş sanatçının temel problematik-
lerine yakınlaşmış olacaklardır.
Kendisinin yaptığının sanat olup ol-
madığını bilmedığini söyleyen Fecht,
Ankara'da aynca kendi vücudunun
röntgenle çekilmiş olan filmlerinden
yararlanarak gerçekleştirdiği mavi
renkli çalışmalannı da izleyicilere ta-
nıttı. Vücudun görünemeyen özellikle-
rinden birçoğu röntgen sayesmde gö-
rülebiliyor. Bize ait olan içimizdeki
benliği ortaya çıkarmak için adeta bir
arkeolog gibı çalışan Tom Fecht bili-
nen sınırlan aşmaya çaba harcayan il-
gınç bir sanatçı kimliğıne sahip.
ALEVTILAR
'Dil Oğlanları ve Tercümanlar'sergisiFransızSarayı'nda
Kiiltür Servisi - Fransa Dışışlen Ba-
kanlığı, Türkıye'dekı Fransız Büyükel-
çıl iği ve Istanbul'dakı Fransa Başkon-
solosluğu hımayesınde, İstanbul Fran-
sız Kültür Merkezı ve Anadolu Araş-
tırmalan Fransız Enstıtüsü tarafından
ortaklaşa düzenlenen 'DilOğianlan ve
Tercümanlar' konulu sergı, Fransız
Sarayı'nda sürüyor.
Sergı, 1669'dan 1831 'e kadar ara-
lıksız eğıtım veren Dil Oğianlan Oku-
hı'nun anımsanması ve keşfedılmesı-
ne katkıda bulunmayı amaçlıyor ve ter-
cümanlann gündelik yaşamlanndan,
etkınliklennden, çevinlennden ve o
dönemin tstanbulu'ndan kesıtler su-
nuyor.
Anadolu Araştırmalan Fransız Ens-
tıtüsü Başkanı Stefonos Verasimos, ser-
ginın açılışı dolavısıyla yaptığı açıkla-
mada, "tlişkflerde. bütün belgeler bir
dilden bir dile çevrilir ve çeviriye göre
de yorum vapılır. O döneme kadar Os-
manlı sarayının tercümanlan kullanı-
hyordu. Sarav tercümanlan sarsyın yo-
nımunu yaptıklan için Fransızlarken-
dilerine göre yorum yapacak tercü-
manlan, Fransa'dan getirtip burada
yetiştirdiler" dedi ve Dil Oğianlan
Ökulu'nun, 'güvensizlik' nedenıyle
kurulduğunu belırttı. 'Dil Oğianlan ve
Tercümanlar' sergısı sayesınde, Fran-
sız Sarayı'nın da ilk kez halka açıldı-
gını vurgulayan Yerasımos, amaçlan-
nın Türkiye'de sergı gezme alışkanlı-
ğını yerleştirmek olduğunu söyledı ve
dil oğianlan ve tercümanlann aldığı
eğıtım hakkında bılgı verdi.
Süryanıce kökenlı 'tercüman' söz-
cüğü. erken bir dönemde Arapçaya ve
Türkçeye gırdı ve Italyancada 'drago-
numno' ve Fransızcada 'drogman' ya
da tructaement' halıne dönüştü. Os-
manlı Imparatorluğu ve Avrupa ara-
sındakı ılişkileri, saray tercümanlan
yürütüyordu. İlk olarak Venedik Cum-
huriyeti'nin 1551'de başlattığı uygu-
lamayla Italyan Senatosu, tercüman-
lık ıçin uygun gördüğü Italyan gençle-
rini, Istanbul'a göndermeye başladı.
'GiovannidellaLingua' adı venlen öğ-
rencılerin gördüğü eğıtim, Fransa'nın
İstanbul'da kurduğu Dil Oğianlan
Okulu'na model oldu ve Fransız öğ-
rencıler, 'enfants delangue' ve 'jeunes
delangue' (dil oğianlan) olarak adlan-
dınldılar.
Dil Oğlanlan Okulu, Marsılya Tı-
caretOdası'nınısteği üzerine, 1669'da,
Kral XIV. Louis'nin bakanı Coibert ta-
rafından, İstanbul Pera'daki Fransız
Sarayı surlan içinde yer alan Kapüsen
Manastın'nda kuruldu.
17-19 yaşlan arasında okula başla-
yan dil oğlanlan, öncelen Fransa'dan
göndenlen gençler, daha sonra da Ya-
kındoğu'ya yerleşmış tercümanlar ya
da tüccar ailelerinin çocuklan arasın-
dan seçıliyor; gördüklen eğıtım, Ya-
kındoğu limanlanndakı tercüman ıhti-
yacına ve Doğu dıllerine olan yatkın-
lıklanna bağlı olarak üç ile beş yıl ara-
sında sürüyor, öğrenciler. bu süre bo-
yunca, Türk eğıtmenlerden Türkçe,
Arapça ve Farsça dersleri alıyorlardı.
Dil oğlanlan, okulu bitınp tercüman
olduktan sonra, ya Istanbul'daelçıliğin
ve Fransa'nın ya da Izmir, lskenden-
ye, Selanık ve Tunus gibı Yakındoğu
limanlanndaki Fransız konsoloslukla-
nnın ve Fransız tebasımn hizmetinde
çahşıyorlardı. Osmanlı lmparatorlu-
ğu'yla yabancı devletler arasında ara-
cılıİc eden tercümanlar, sarayda diplo-
matik görüşmelen çevırmenın yanı sı-
ra Babıâlı memurlanyla gündelik iliş-
kılen de sürdürmek zorundaydılar.
Tercümanlar, ışlennı daha kolay halle-
debilmek ıçin bir Batılı gibı değil, tam
bir Osmanlı gibı giyiniyorlardı.
1721 -1762 yıllan arasında en parlak
dönenuni yaşayan Dil Oğlanlan Oku-
lu, 1795 yılında Fransa'da 'Yaşayan
Doğu Dilleri Ökulu'nun kurulmasıyla
önemıni yıtırdı. 1831 'de çtkan bir yan-
gında tamamen yanarak eğitime son
veren okuldan yetışen tercümanlar ara-
sında, 'BinbirGeceMasallan'nı Arap-
ça aslından çevıren AntoineGalland da
bulunuyor.
18 hazırana kadar Fransız Sara-
yı'nda açık kalacak olan 'Dfl Oğlanla-
nveTercümanlar'başlıklı sergı, Fran-
sa'dakı 'Yaşayan Dogu Dilleri Öku-
lu'nun 200. kuruluş yıldönümü kutla-
malan kapsamında yer alıyor.
Mımarlığını ünlü tıyatro bılımcısı
ve mımar Zette Cazalas'ın yaptığı ser-
gıde yer alan eşyalar arasında, Fransız
tercümanlann çevırdigı resmi belge-
ler, mektuplar, yazı takımlan, IIL Se-
lim'in kızkardeşı Hatke Suttan'la Dil
Oğlanlan Mektebı'nden mezun olan
Fransız mimar-dekoratör Melling'ın
Latın alfabesı kullanarak yazdıklan
Türkçe mektuplar. sözlükler, ferman-
lar. Castellan. Duchateau, Favray, Gu-
ardi, Manzoni, Schiavonetti ve Van
Mour'un İstanbul'u, tercüman ve dil
oğlanlannı, yabancı elçılenn kabulle-
rini gösteren tablo ve gravürleri bulu-
nuyor.
Yapı Kredı Yayınları, serginin ve
sergı nedeniyle Fransız Sarayı'nın ilk
kez zıyaretçilere açılması nedeniyle
Türkçe ve Fransızca iki kıtap yayım-
ladı. 'Dil Oğlanlan ve Tercümanlar'
adını taşıyan ilk kıtap. 'Dü Oğlanlan
Ofcuhı' 'Diplomasinm HizmetindeTer-
cümanlar' ve 'UzmanhkÇalışmalan'
olmak üzere üç bölümden oluşuyor ve
dil oğlanlan, tercümanlar, aldıklan
eğıtım ve sergıde yer alan yapıtlar hak-
ktnda bılgı veriyor. Jean-Michd Ca-
sa'nın yazdığı ve 'Yaklaşık Beş YüzyJ-
hk Bir Tarih' ve 'Fransa Sarayı'nda
Bir Gezinti' başhklı ıkı bölümden olu-
şan 'İstanbul'da Bir Fransız Sarayı'ad-
lı diğer kitap da halka ilk kez açılan sa-
rayın tanhını gözler önüne senyor.
TAHSİN YÜCEL
Karatepeli
Pertev Naili Boratav'ın Az Gittik Uz Gittik'i be-
nim için hem masal yazınımızın birçok başyaprtını
bir araya getiren bir derlemedir, hem masal araştır-
malannda vazgeçilmez bir kaynak. Bu nedenle, bel-
ki on kez baştan okumuşumdur. Ama gene bu ki-
taptayer alan Karatepeli öyküleri, içi sıra da on dam
yapmış Karatepeli'nin öyküsü, ikide bir rafından ses-
lenirbana, açar, bir daha, bir daha okurum. Nasıl ol-
sa, kısacıktır, bir sigara içimi bile sürmez:
Karatepeli'nin birion tane dam yapmış. Damın bi-
rinin başına çıkar, sayaımış, dokuz; iner sayarmış,
on.
"Vay açıkgöz hırsız! Ben damın tepesine çıkana
kadar çaldı, inene kadar yerine koydu", dermiş. Bir
kere daha dokuz sayınca hırsızı aramaya çıkmış.
Yolda:
"ârtı dam yüklü adam gördünüz mü?" diye sor-
muş rastladığı bihne. O da:
"Gördüm, az önce geçti", demiş.
Giderken giderken bir değirmene varmış. Ginmiş
içeri. Değırmenciye sırtı dam yüklü hırsızı sotmuş.
Değirmenci:
"Sen otur dinlen" demiş."O gâvur öyle çalar hep
damlan. Geçecegi saati biliyorum. Sana haber ve-
ririm."
Değirmende bir de şapkalı papaz varmış. Bunlar
yatıp uyumuşlar. Değirmenci, papazın şapkasını
Karatepeli'ye, bunun tertiğini de papaza giydirmiş.
Sonra Karatepeli'yi uyandınmış:
"Damı çalan hırsız şimdi değirmenin önünden
geçti. Kalk yetiş ardından" demiş.
Karatepeli yola düşer. Ay ışığı da arkadan vurur-
muş. Gölgesi önüne düşüp de başında şapkayı gö-
rünce, almış da eline demiş ki:
"Hay değirmenci! Beni uyandıracağına papazı
uyandınmış.''
Deneyimlerimle bilirim, yüzüncü kez de olsa, bu
öykü her okunuşunda güldürür insanı. Ama beni
kederlendirir de. Neden derseniz, karşısında uğra-
dığım bir başansızlığı, yıllar önce bitirip de nesne-
sinden çok geride bulduğum için yayımlamadığım
bir göstergebılımsel çözümlemeyi anımsatır bana.
Sonra, ister istemez, başansızlığımın nedenini ara-
maya girişirim.
önce kişisel yetenek sorunu gelir usuma. Ama,
herkes gibi ben de en kolay kendimi bağışladığım-
dan, hemen başka nedenlere geçer, dönüp dolaşıp
Roland Barthes'ın Japon haykulanna ılişkin göz-
lemıne gelinm: "Bu budur, bu böyledir, der hayku,
böyledir. Daha da iyisi: Böyle! der, öyle apansız, öy-
le kısa (titreşimsiz, dönüşsüz) bir fırça vuruşuyla
söylerkı, 'dir' bile yasaklanmış, geri dönmemesiye
uzaklaştınlmış bir tanımın pişmanlığı gibı fazla gö-
rünebilir." Bir başka deyişle, hayku gösterir ve gös-
terim tüm anlamı tüketir; gösterilenle başlayıp gös-
terilenle biter her şey; ötesi, gerisı yoktur; örneğin
Ne çabuk dört olmuş saat...
Dokuz kez kalktım
Aya baktım.
dızeleri olsa olsa "Ay öylesine güzel ki, ozan dur-
mamacasma kalkıp seyrediyor!" biçiminde, yani,
aynmına vanlmadan, yorum yinelemeye dönüştü-
rülerek açıklanabilir. Karatepeli öyküsünün de böy-
le bir yanı yok degildir: "Böyle!" der o da. Gene de
bir zamanlar bu öykü üzerine yazdığım yaklaşık on
beş başansız sayfa bile on dam yapmış Karatepe-
li'nin öyküsünün gösterdiğiyle tükenmediğinı, yani
yorumu tümden gereksiz duruma düşürmediğini
sezdirir.
Düşümnez de. örneğin Karatepeli'nin kendisi! Ba-
şat bir işlevie, "kurucu" işleviyte gözlerimizi kamaş-
tınr: Koskoca on dam yapmıştır. On dam yaptığına
göre, becerikli, damlannı sık sık saydığına göre de
hesaptan anlayan bir kişi olduğu kuşku götürmez.
Üstelik, ülküsel bir gerçekçidir: Yalnızca gözüyle
gördüğüne, kulağıyla işittiğine, eliyle dokunduğuna
inanır: On ev saydrysa, on ev vardır; dokuz ev say-
dıysa, dokuz; yoldaki adam dam hırsızını gördüğü-
nü söylediyse, gerçekten görmüştür; herhangi bir
adam başına papaz şapkası giymışse, papazdır.
Gerisini sorgulamaz. Gerisi üç kavramla özetlenir
Başkası, başka yer, başka zaman. Karatepeli bura-
ya ve şimdiye çakılı yaşar, buradan ve şimdiden
uzaklaşırgibi oldu mu, buranın veşimdinin içine bir
başka yer ve bir başka zaman girer gibi oldu mu
dengesi bozuluverır Hesap damda (yukanda), kim-
lik yolda (yukandan vuran ışığın etkisiyle) şaşınlır. Işin
kendi kimliğinı şaşırmaya dek gitmesi de doğaldır:
Kişi görüp işittiği ve dokunduğuyla yetinip başkası-
nı, başka yeri ve başka zamanı sorgulamayınca,
kendi kendini de sorgulamaz, kendi kendini de bil-
mez. Bildiği tek şey burayı ve şimdiyi çoğaltabildi-
ğince çoğaltmak, berkitebildiğince berkitmek olur
o zaman: Gereksinimi bulunşun bulunmasın, evüs-
tüne ev yapar. Kısacası, şu Özal-sonrası dönemde,
on dam yapmış Karatepeli, sokakta, alanda, Mec-
lis'te, camide, okulda, karada, denizde ve havada,
sık sık karşılaştığımız bir kişinin alabildiğine yalın-
laştınlıp özüne indirgenmiş biçimidir. Öyküsü, tıpkı
hayku gibi, "ööy/e/"der bize, "lşte böyle! Tıpkı böy-
le!"
Gerisi yinelemedir.
İdil Birere doktor unvanı verildi
• BURSA (AA> Uludağ Üniversitesi Senatosu'nca
piyano sanatçısı tdil Biret'e, 'müziğe yaptığı katkı ve
emeklerinden ötürü', fahri müzik doktonı unvanı
verildi. Sanatçı önceki gece Tayyare Kültür
Merkezi'nde verdiği bir konser sonrası düzenlenen
törende bu unvanı aldı. tdil Biret konuşmasında
hayatınm en heyecanlı gecelerinden birini yaşadiğinı
belirterek, "Müzik, dünyanın ortak dilidir, bu dili
herkes biliyor ve kııllanıyor. O halde biz de ülkemizde
bu dilin gelişmesi için çaba göstermeliyiz" dedi. Tören
öncesi sanatçı tarafından geliri Bursa'ya bir konser
piyanosu kazandırmak amacıyla değerlendirilecek bir
konser verildi.
Fransız Kiiltür Merkezj'nde
Uarrap Ana'nm Tüfeklerr
• Kültür Servisi- İstanbul Fransız Kültür
Merkezi'nde bu akşam saat 19.00'da Ekin Sanat
Tiyatrosu Bertolt Brecht'in 'Carrar Ana'nın Tüfekleri'
adlı oyununu sahneleyecek. Nedim Kanoğlu'nun
yönettiği oyunda Suzan Ağgül, AdaletOral, Turan
Gülen, Sadık Yıldınm, Mehtap Tatar, Ismail Batı ve
Sultan Artar rol alıyor. Fransız Kültür Merkezı'nde bu
akşam saat 20.30'da Sylvene Maire yönetimindeki
İstanbul Avrupa Korosu bir konser verecek. Topluluk
Schubert, Poulenc ve Mendelssohn'un yapıtlannı
seslendirecek.