05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 HAZİRAN 1995 SALI CUMHURİYET KÜLTÜR SAYFA 15 Son filmleri 'Cite des Enfants Perdus', Cannes Film Festivali'nin açılışında gösterilen Jeunet ve Caro ikilisi: 6 Şarküteri 9 9 bu fîhııiıı esldziydiKiiltür Servisi- Geride bıraktığımız Cannes Film Festivali'nin açılışında Ca- ro ve Jeunet'nin son filmi "Cite des En- fants Perdus" gösterilmiş ve pek çok ftrklı eleştiri almıştı. Dört yıl önce çek- tikleri ilk filmleri "Şarküteri" ıle sine- ma seyircilerini şaşırtan ikıli 5 aylık bir çekım sürecinden sonra tamamladıklan bu filmleriyle kendilerini bir kez daha k-anıtladı. - Üçûncü "Caro ve Jeunet" fılminı çek- meden önce kendi köşelennde, tek baş- lanna birer film çekmeyi düşûnen çılgın yönetmenler Fransız Premiere dergisı- nin sorulannı yanıtladılar. Derginın a Sahte ikizler" olarak tanımladıklan yö- netmenler kendileri hakkında ipuçlan veriyorlar bu söyleşide: - Ne zamandan beri birbirinizi tanı- yorsunuz? JEUNET: 1974 yılında Annency Fes- tivali'nde tanıştık. Daha sonra ben kuk- lalarlaanimasyon filmleri yapmayabaş- ladım. Bu kuklalan Marc yapıyordu. Bir- likte "Le Bunker de la Derniere Rafale" adlı kısa metrajlı bir film yaptık. O gün bugündür de birlikte çalışıyoruz. - -Birrastlanüsonucumuikizoldunuz? - JEUNET: San Francısco'da 'Şarküte- ri"nin galasında biri bize yaklaşıp, "Siz sevgili misiniz?" diye sormuş,'Hayır' di- ye yanıtladığımda oldukça düşkınklığı- nauğramıştı - Kendinizi hangi fonnasyona dahil ediyorsunuz? JEUNET: Hiçbır formasyona, hiçbir elcole dahil değıliz. Bızim okulumuz kı- sa metrajlı film oldu. Kendı kendımize öğrendik her şeyı. CARO: Ben üniversıte smavlann ka- zanamadım. Okulda da resimle hiç ilgi- lenmedim. ' JEUNET: 17 yaşında okulu terkettim. PTT'de çalıştım. 4 yıl boyunca sûrekli olarak telefon bağladım. Ustüne üstlük taşrada, Nancy'de otunıyordum. Yanı o yıllarda sınema yapma hayalleri kurmu- )fordum! - O zaman nasıl sinemaa oldunıız? ; JEUNET: Animasyon sayesınde. Marc, Annency Festivali'nde sattığı bir çızgı roman dergisı çıkanyordu. Ben de derginın satışıyla ilgılenmeye başladım. - - Çalışmalannız dışında da sürekli gö- rüşüyor musunuz? CARO: Çok sık görüşmediğimiz za- manlar da oluyor. Ancak yine de bağımı- zı hiçbir zaman tam anlamıyla koparmı- yoruz. Bir proje ûzerinde çalışmaya baş- ladığımızda ise sürekli birlikte oluyoruz. D ört yıl önce çektikleri ilk filmleri "Şarküteri" ile sinema seyircilerini şaşırtan ikili, 5 aylık bir çekim sürecinden sonra tamamladıklan bu filmleriyle kendilerini bir kez daha kanıtladılar. JEUNET: Birlıkteyken bazen konuş- mamıza bile gerek kalmıyor. Oyuncu se- çiminde bile karşırruza biri geldiğinde şöyle bir bakış atıyor ve karanmızı veri- yoruz. - FUmin sonunda jenerikte " Bu bir Je- unet ve Caro fılmıdir" yazryor. Neden hep bu sıralamada yazılryor adlanmz? CARO: Kontrafta öyle belirtiliyor çünkü. Bu tip işlerle ben ilgilendiğim ıçin öyle yazıyorum. Tabıı çok naziğim! JEUNET: Normalde filmlerin jeneri- ğinde hep yönetmenın adı belırtihr, gö- rüntü yönetmenin adı da aralarda bir yer- de çıkar. Bizde durum çok farklı tabıi. Işın başından başlayarak filmın atmos- ferini birlikte hazırlıyoruz. Basit bir sa- nat yönetmenliği çalışması yaptıktan sonra genellikle kendimizi film çekerken buluyoruz. Marc sette kalryor ve her şe- yi hallediyor. Bütûn işler bittikten sonra da seslendırmeyle ilgileniyor. Gerçekten de iki kışınin yaptığı bir iş çıkıyor orta- ya sonuçta. Bızim çalışma sistemimizde Marc da- ha çok estetikle ilgileniyor. Ben ise hi- kayeyle ilgıleniyorum. Zaman zaman ça- tışmalar da oluyor. Ancak bu çatışmalar- dan da yararlanıyoruz CARO: Başlangıçta ortak bir dûşün- ceden yola çıkıyoruz. Sonra ıkimiz de dûşüncelerimizi ortaya seriyor ve tartı- şıyoruz. JEUNET: Ben yalnız çalışsaydım yi- ne aynı ışı yapardım ama bu kadar güzel olmazdı. Marc yalnız çalışsaydı herhal- de o zaman da senaryolar bu kadar ince- likli olmazdı! -Gerçeğevarmak için peri masallann- dan yob çıküönızı söyleyebilir miyiz? JEUNET: lşte büyük soru geldı! Bir stüdyoda, her şey kontrolünûzdeyken çe- kim yapmak, dışarda elinizde bir R5 ile gökyüzünü çekmekten çok daha iyidir bana göre. - Gün ışıgı sizi korkutuyor mu? CAROve JEINET: Evet! Çünküonu kontrol edemeyız? JEUNET: 'La Cite des Enfants Per- dues" Robert Hosseın'ın kurduğu dev bir stüdyoda çekildi Bu dünyanın en bü- yük stüdyosuydu! 4 bin metrekarelik bir alana kurduk dekoru Bu yüzden stüdyo- ya hiçbir gazeteciyi davet etmedik. Bir dekor her zaman için gerçekte olduğun- dan daha etkileyicidır. - Filmdeld olaylar hangi tarihte geçi- yor? JEUNET: "Şarküten"de olduğu gibı bu filmde de tarih belli değil. Bazı obje- ler 1930'laraait... CARO: Laboratuvarlarda ilk Fran- kenstein'lan yaratan James Whale'ın atmosferini yakalamaya çalıştık. - Jules Verne'de olduğu gibi geleceği geçmişin içindegösteriŞorsunuz. Konusu geîecekte geçen bir film yapmayı düşünü- yor musunuz? JEUNET: Asla! Bazı zaaflanmız bizi buna yöneltiyor yalnızca. CARO: Ben bazı türlerin birbirinin ıçine girmesini seviyorum. Başlangıçta bir bıraz tekniğin kanştığı bir peri masa- lından söz etmek mümkün oluyor: Çıl- gın bilgınin yerini cadı alıyor. - Başka referanslannız da var mı? JEUNET: Biraz Tanü, Buster Keaton, Tex Avery, VVah Disney, Gustave Dore . Perrault'nunmasallandavartabü. Mic- had Povvefl'in "RöntgencTsine de gön- dermeler var. CARO: Dekoru yapan arkadaşla çalı- şırken önceleri yeşil, kırmızı ve kiremit renklerinin ağırlıkta olduğu Chirico'nun tablolanndan yola çıktık. Tabii sonradan da pek çok şeyden etkilendik. Örneğin, Pinokyo.. JEUNET: Bu bir kıtabı, herhangi bir sayfasından okumaya başlayarak elinden bırakamamaya benzıyor. Devam etmek istiyorsunuz. Bu Filmde, birTintin albü- münün içinde gibi hıssettim zaman za- man kendimi. - Caro filmlerde küçük rotler alıyor ama Jeunet'ye hiç rastlamıyoruz~ JEUNET:"Bu benım tarzim değil. Ka- meranın arkasında da yapacak o kadar çok işim var ki zaten... CARO: Kameranın iki tarafında da rol almak çok avantajlı bence. Yönettiğin kişilerin baştna neler geldiğini bilmek oldukça iyi oluyor. JEUNET: Yine de başrolde oynamı- yorsun' Öyle değil mı! -Bu fümde küçük çocuklan yönetmek oldukça zor olmuştur herhakk? JEUNET: Onlara laf anlatmaya çalı- şırken ufaklıklann yaptıklan hileleri tah- min edemezsiniz! 3 yaşında bir çocuk söylediğimiz her şeye 'Hayır' diyerek bizi protesto etti. Sonunda çeşitlı numa- ralarla onu oynatmaya çalıştık. lstediği- miz_yalnızca bir bakıştı. - Uçûncü bir Caro ve Jeunet fîuni için koUan sıvadıruz mı? JEUNET: Hayır. Bu son film 14 yıl- dırkafamızdaydı. O filmi çekipbitirme- miz gerekıyordu ve şımdi her şey yolu- na girdi. CARO: Aslında 'Şarküteri', bu son filmin bir eskizi gibiydi. !lk filmimizin başansı sayesınde bu filmi gerçekleştir- dik. Düşünce alanının öncesi ve sonrası Alman sanatçısı Tom FechtAnkara da kendisine uluslararası bir ün kazandıran projelerini anlattı NECMİSÖNMEZ Sanart 1995 etkinlikleri arasında bir atölye çalışması gerçekleştıren ve "Ye- ni Vücut Tabusu" başhklı bir bildıri sunan Tom Fecht (1952), 1989 yılın- dan ıtibaren A1DS temasını ele alan heykelleri, mekân düzenlemeleri ve oluşumlanyla önemli bir uluslararası tanınmışhğa sahıptir. Sanatçının An- kara'da tanıttığı "Denkraum" Düşün- ce Alanı) isimlı projesı, kendisine ulus- lararası bir ün getiren ve medyarun bı- Hnçli olarak bir tabu gibı yaklaştığı AIDS temasını ele almakta ve tüm in- sanlığın ortak sorunu olan bu felakete karşı bir duyarlılık alanı oluşturmak- tadır. Sanatçı Denkraum projesinde, AJDS'ten ölen kişilerin isimlerini kal- dınm taşı büyüklüğündeki taşlar üze- rine yazmaya 1989 yılında başladı. Dünyanın dört bir yanmda AIDS'ten ölen kişilerin isimleri, yakınlannın Al- man AIDS Vakfi'na yaptıklan 250 DM bir bağışla yazılmaya başlandı- ğında bunun insanoğlunu tehdit eden en büyük salgınlardan biri olan AIDS'e karşı bir tür kendisini savun- ma eylemi olduğunu pek az kişi bili- yordu. Tom Fecht aralannda AIDS'ten ölen Türklerin de isimlerinin yazılı ol- duğu 250 taşı ilk kez Documenta IX'da sergıledi. Ünlü Friedricianum müzesı- nin önüne yerleşleştınlen bu taşlar, Ki- eth Hering, Freddy Mercurygibi ünlü- lerin yanı sıra sıradan insanlann isim- lerini de taşıyorlar. AIDS insanlann kendi vücutlannı tekrar tammalannı sağlamakla kalma- yıp insanoglunun çaresizliğini bir kez daha ortaya çıkardı. Kitle ilerişim araç- lannın insan vücudunu insana alabil- diğine yabancılaştırmaya çalıştığını görüyoruz. Fecht bu noktada, insanın kendi vü- cudunu ve hareketlennı yeniden sorgu- layarak, çok iyi bildiğimız bir nokta- dan yola çıkarak sanatı oluşturuyor. Sanatçı 1992'de Documenta IX'da ser- gilediğı işine "Memorie Noma- de"ismini vermişti. Dolayısıyla, bura- da karşılaştığımız en önemli mesele bir bellek sorunu oluyor. AIDS'ten ölen kişilerin isimlerinin yazılı olduğu taşlann her biri özgün, tıpkı AIDS'ten ölen insanlar gibi. Sanatçı bu taşlan birbirinden farklı formlarda bir araya getirmesine rağmen sonuçta aynı me- sajlan vererek, AIDS'ten ölenlerin ar- kalannda bıraktığı boşluğu. onlara ait hatıralarla değil, toplumun anonim belleğiyle doldurmaya ve belleği sü- rekli olarak yaşanır kılmaya çaba har- cıyor. 1992 yılında Köln'deki ünlü Dom kilisesınin önünde AIDS hastalannın yardımı ve desteğiyle bir oluşum ger- çekleştiren Fecht, Leonardo da Vin- d'nin ınsan vücudunun proporsiyonla- nnı gösteren ünlü resmini ellerinde ne- onlar, lambalar taşıyan insanlarla ay- nen tekrarladıktan sonra, ancak ayna- dan bakıldığında okunabilen el yazi- sında büyük ustanın söylediklerini kendine göre yorumlamış. Bu yazının olcuyuculan, Leonardo'nun ünlü dese- ninin üst köşesine yazdığı üç saOrlık cümleyi, bulup okuriarsa sadece Tom Fecht'in değil, insan vücudunun kınl- ganlığı üzerine çalışan birçok önemli çağdaş sanatçının temel problematik- lerine yakınlaşmış olacaklardır. Kendisinin yaptığının sanat olup ol- madığını bilmedığini söyleyen Fecht, Ankara'da aynca kendi vücudunun röntgenle çekilmiş olan filmlerinden yararlanarak gerçekleştirdiği mavi renkli çalışmalannı da izleyicilere ta- nıttı. Vücudun görünemeyen özellikle- rinden birçoğu röntgen sayesmde gö- rülebiliyor. Bize ait olan içimizdeki benliği ortaya çıkarmak için adeta bir arkeolog gibı çalışan Tom Fecht bili- nen sınırlan aşmaya çaba harcayan il- gınç bir sanatçı kimliğıne sahip. ALEVTILAR 'Dil Oğlanları ve Tercümanlar'sergisiFransızSarayı'nda Kiiltür Servisi - Fransa Dışışlen Ba- kanlığı, Türkıye'dekı Fransız Büyükel- çıl iği ve Istanbul'dakı Fransa Başkon- solosluğu hımayesınde, İstanbul Fran- sız Kültür Merkezı ve Anadolu Araş- tırmalan Fransız Enstıtüsü tarafından ortaklaşa düzenlenen 'DilOğianlan ve Tercümanlar' konulu sergı, Fransız Sarayı'nda sürüyor. Sergı, 1669'dan 1831 'e kadar ara- lıksız eğıtım veren Dil Oğianlan Oku- hı'nun anımsanması ve keşfedılmesı- ne katkıda bulunmayı amaçlıyor ve ter- cümanlann gündelik yaşamlanndan, etkınliklennden, çevinlennden ve o dönemin tstanbulu'ndan kesıtler su- nuyor. Anadolu Araştırmalan Fransız Ens- tıtüsü Başkanı Stefonos Verasimos, ser- ginın açılışı dolavısıyla yaptığı açıkla- mada, "tlişkflerde. bütün belgeler bir dilden bir dile çevrilir ve çeviriye göre de yorum vapılır. O döneme kadar Os- manlı sarayının tercümanlan kullanı- hyordu. Sarav tercümanlan sarsyın yo- nımunu yaptıklan için Fransızlarken- dilerine göre yorum yapacak tercü- manlan, Fransa'dan getirtip burada yetiştirdiler" dedi ve Dil Oğianlan Ökulu'nun, 'güvensizlik' nedenıyle kurulduğunu belırttı. 'Dil Oğianlan ve Tercümanlar' sergısı sayesınde, Fran- sız Sarayı'nın da ilk kez halka açıldı- gını vurgulayan Yerasımos, amaçlan- nın Türkiye'de sergı gezme alışkanlı- ğını yerleştirmek olduğunu söyledı ve dil oğianlan ve tercümanlann aldığı eğıtım hakkında bılgı verdi. Süryanıce kökenlı 'tercüman' söz- cüğü. erken bir dönemde Arapçaya ve Türkçeye gırdı ve Italyancada 'drago- numno' ve Fransızcada 'drogman' ya da tructaement' halıne dönüştü. Os- manlı Imparatorluğu ve Avrupa ara- sındakı ılişkileri, saray tercümanlan yürütüyordu. İlk olarak Venedik Cum- huriyeti'nin 1551'de başlattığı uygu- lamayla Italyan Senatosu, tercüman- lık ıçin uygun gördüğü Italyan gençle- rini, Istanbul'a göndermeye başladı. 'GiovannidellaLingua' adı venlen öğ- rencılerin gördüğü eğıtim, Fransa'nın İstanbul'da kurduğu Dil Oğianlan Okulu'na model oldu ve Fransız öğ- rencıler, 'enfants delangue' ve 'jeunes delangue' (dil oğianlan) olarak adlan- dınldılar. Dil Oğlanlan Okulu, Marsılya Tı- caretOdası'nınısteği üzerine, 1669'da, Kral XIV. Louis'nin bakanı Coibert ta- rafından, İstanbul Pera'daki Fransız Sarayı surlan içinde yer alan Kapüsen Manastın'nda kuruldu. 17-19 yaşlan arasında okula başla- yan dil oğlanlan, öncelen Fransa'dan göndenlen gençler, daha sonra da Ya- kındoğu'ya yerleşmış tercümanlar ya da tüccar ailelerinin çocuklan arasın- dan seçıliyor; gördüklen eğıtım, Ya- kındoğu limanlanndakı tercüman ıhti- yacına ve Doğu dıllerine olan yatkın- lıklanna bağlı olarak üç ile beş yıl ara- sında sürüyor, öğrenciler. bu süre bo- yunca, Türk eğıtmenlerden Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri alıyorlardı. Dil oğlanlan, okulu bitınp tercüman olduktan sonra, ya Istanbul'daelçıliğin ve Fransa'nın ya da Izmir, lskenden- ye, Selanık ve Tunus gibı Yakındoğu limanlanndaki Fransız konsoloslukla- nnın ve Fransız tebasımn hizmetinde çahşıyorlardı. Osmanlı lmparatorlu- ğu'yla yabancı devletler arasında ara- cılıİc eden tercümanlar, sarayda diplo- matik görüşmelen çevırmenın yanı sı- ra Babıâlı memurlanyla gündelik iliş- kılen de sürdürmek zorundaydılar. Tercümanlar, ışlennı daha kolay halle- debilmek ıçin bir Batılı gibı değil, tam bir Osmanlı gibı giyiniyorlardı. 1721 -1762 yıllan arasında en parlak dönenuni yaşayan Dil Oğlanlan Oku- lu, 1795 yılında Fransa'da 'Yaşayan Doğu Dilleri Ökulu'nun kurulmasıyla önemıni yıtırdı. 1831 'de çtkan bir yan- gında tamamen yanarak eğitime son veren okuldan yetışen tercümanlar ara- sında, 'BinbirGeceMasallan'nı Arap- ça aslından çevıren AntoineGalland da bulunuyor. 18 hazırana kadar Fransız Sara- yı'nda açık kalacak olan 'Dfl Oğlanla- nveTercümanlar'başlıklı sergı, Fran- sa'dakı 'Yaşayan Dogu Dilleri Öku- lu'nun 200. kuruluş yıldönümü kutla- malan kapsamında yer alıyor. Mımarlığını ünlü tıyatro bılımcısı ve mımar Zette Cazalas'ın yaptığı ser- gıde yer alan eşyalar arasında, Fransız tercümanlann çevırdigı resmi belge- ler, mektuplar, yazı takımlan, IIL Se- lim'in kızkardeşı Hatke Suttan'la Dil Oğlanlan Mektebı'nden mezun olan Fransız mimar-dekoratör Melling'ın Latın alfabesı kullanarak yazdıklan Türkçe mektuplar. sözlükler, ferman- lar. Castellan. Duchateau, Favray, Gu- ardi, Manzoni, Schiavonetti ve Van Mour'un İstanbul'u, tercüman ve dil oğlanlannı, yabancı elçılenn kabulle- rini gösteren tablo ve gravürleri bulu- nuyor. Yapı Kredı Yayınları, serginin ve sergı nedeniyle Fransız Sarayı'nın ilk kez zıyaretçilere açılması nedeniyle Türkçe ve Fransızca iki kıtap yayım- ladı. 'Dil Oğlanlan ve Tercümanlar' adını taşıyan ilk kıtap. 'Dü Oğlanlan Ofcuhı' 'Diplomasinm HizmetindeTer- cümanlar' ve 'UzmanhkÇalışmalan' olmak üzere üç bölümden oluşuyor ve dil oğlanlan, tercümanlar, aldıklan eğıtım ve sergıde yer alan yapıtlar hak- ktnda bılgı veriyor. Jean-Michd Ca- sa'nın yazdığı ve 'Yaklaşık Beş YüzyJ- hk Bir Tarih' ve 'Fransa Sarayı'nda Bir Gezinti' başhklı ıkı bölümden olu- şan 'İstanbul'da Bir Fransız Sarayı'ad- lı diğer kitap da halka ilk kez açılan sa- rayın tanhını gözler önüne senyor. TAHSİN YÜCEL Karatepeli Pertev Naili Boratav'ın Az Gittik Uz Gittik'i be- nim için hem masal yazınımızın birçok başyaprtını bir araya getiren bir derlemedir, hem masal araştır- malannda vazgeçilmez bir kaynak. Bu nedenle, bel- ki on kez baştan okumuşumdur. Ama gene bu ki- taptayer alan Karatepeli öyküleri, içi sıra da on dam yapmış Karatepeli'nin öyküsü, ikide bir rafından ses- lenirbana, açar, bir daha, bir daha okurum. Nasıl ol- sa, kısacıktır, bir sigara içimi bile sürmez: Karatepeli'nin birion tane dam yapmış. Damın bi- rinin başına çıkar, sayaımış, dokuz; iner sayarmış, on. "Vay açıkgöz hırsız! Ben damın tepesine çıkana kadar çaldı, inene kadar yerine koydu", dermiş. Bir kere daha dokuz sayınca hırsızı aramaya çıkmış. Yolda: "ârtı dam yüklü adam gördünüz mü?" diye sor- muş rastladığı bihne. O da: "Gördüm, az önce geçti", demiş. Giderken giderken bir değirmene varmış. Ginmiş içeri. Değırmenciye sırtı dam yüklü hırsızı sotmuş. Değirmenci: "Sen otur dinlen" demiş."O gâvur öyle çalar hep damlan. Geçecegi saati biliyorum. Sana haber ve- ririm." Değirmende bir de şapkalı papaz varmış. Bunlar yatıp uyumuşlar. Değirmenci, papazın şapkasını Karatepeli'ye, bunun tertiğini de papaza giydirmiş. Sonra Karatepeli'yi uyandınmış: "Damı çalan hırsız şimdi değirmenin önünden geçti. Kalk yetiş ardından" demiş. Karatepeli yola düşer. Ay ışığı da arkadan vurur- muş. Gölgesi önüne düşüp de başında şapkayı gö- rünce, almış da eline demiş ki: "Hay değirmenci! Beni uyandıracağına papazı uyandınmış.'' Deneyimlerimle bilirim, yüzüncü kez de olsa, bu öykü her okunuşunda güldürür insanı. Ama beni kederlendirir de. Neden derseniz, karşısında uğra- dığım bir başansızlığı, yıllar önce bitirip de nesne- sinden çok geride bulduğum için yayımlamadığım bir göstergebılımsel çözümlemeyi anımsatır bana. Sonra, ister istemez, başansızlığımın nedenini ara- maya girişirim. önce kişisel yetenek sorunu gelir usuma. Ama, herkes gibi ben de en kolay kendimi bağışladığım- dan, hemen başka nedenlere geçer, dönüp dolaşıp Roland Barthes'ın Japon haykulanna ılişkin göz- lemıne gelinm: "Bu budur, bu böyledir, der hayku, böyledir. Daha da iyisi: Böyle! der, öyle apansız, öy- le kısa (titreşimsiz, dönüşsüz) bir fırça vuruşuyla söylerkı, 'dir' bile yasaklanmış, geri dönmemesiye uzaklaştınlmış bir tanımın pişmanlığı gibı fazla gö- rünebilir." Bir başka deyişle, hayku gösterir ve gös- terim tüm anlamı tüketir; gösterilenle başlayıp gös- terilenle biter her şey; ötesi, gerisı yoktur; örneğin Ne çabuk dört olmuş saat... Dokuz kez kalktım Aya baktım. dızeleri olsa olsa "Ay öylesine güzel ki, ozan dur- mamacasma kalkıp seyrediyor!" biçiminde, yani, aynmına vanlmadan, yorum yinelemeye dönüştü- rülerek açıklanabilir. Karatepeli öyküsünün de böy- le bir yanı yok degildir: "Böyle!" der o da. Gene de bir zamanlar bu öykü üzerine yazdığım yaklaşık on beş başansız sayfa bile on dam yapmış Karatepe- li'nin öyküsünün gösterdiğiyle tükenmediğinı, yani yorumu tümden gereksiz duruma düşürmediğini sezdirir. Düşümnez de. örneğin Karatepeli'nin kendisi! Ba- şat bir işlevie, "kurucu" işleviyte gözlerimizi kamaş- tınr: Koskoca on dam yapmıştır. On dam yaptığına göre, becerikli, damlannı sık sık saydığına göre de hesaptan anlayan bir kişi olduğu kuşku götürmez. Üstelik, ülküsel bir gerçekçidir: Yalnızca gözüyle gördüğüne, kulağıyla işittiğine, eliyle dokunduğuna inanır: On ev saydrysa, on ev vardır; dokuz ev say- dıysa, dokuz; yoldaki adam dam hırsızını gördüğü- nü söylediyse, gerçekten görmüştür; herhangi bir adam başına papaz şapkası giymışse, papazdır. Gerisini sorgulamaz. Gerisi üç kavramla özetlenir Başkası, başka yer, başka zaman. Karatepeli bura- ya ve şimdiye çakılı yaşar, buradan ve şimdiden uzaklaşırgibi oldu mu, buranın veşimdinin içine bir başka yer ve bir başka zaman girer gibi oldu mu dengesi bozuluverır Hesap damda (yukanda), kim- lik yolda (yukandan vuran ışığın etkisiyle) şaşınlır. Işin kendi kimliğinı şaşırmaya dek gitmesi de doğaldır: Kişi görüp işittiği ve dokunduğuyla yetinip başkası- nı, başka yeri ve başka zamanı sorgulamayınca, kendi kendini de sorgulamaz, kendi kendini de bil- mez. Bildiği tek şey burayı ve şimdiyi çoğaltabildi- ğince çoğaltmak, berkitebildiğince berkitmek olur o zaman: Gereksinimi bulunşun bulunmasın, evüs- tüne ev yapar. Kısacası, şu Özal-sonrası dönemde, on dam yapmış Karatepeli, sokakta, alanda, Mec- lis'te, camide, okulda, karada, denizde ve havada, sık sık karşılaştığımız bir kişinin alabildiğine yalın- laştınlıp özüne indirgenmiş biçimidir. Öyküsü, tıpkı hayku gibi, "ööy/e/"der bize, "lşte böyle! Tıpkı böy- le!" Gerisi yinelemedir. İdil Birere doktor unvanı verildi • BURSA (AA> Uludağ Üniversitesi Senatosu'nca piyano sanatçısı tdil Biret'e, 'müziğe yaptığı katkı ve emeklerinden ötürü', fahri müzik doktonı unvanı verildi. Sanatçı önceki gece Tayyare Kültür Merkezi'nde verdiği bir konser sonrası düzenlenen törende bu unvanı aldı. tdil Biret konuşmasında hayatınm en heyecanlı gecelerinden birini yaşadiğinı belirterek, "Müzik, dünyanın ortak dilidir, bu dili herkes biliyor ve kııllanıyor. O halde biz de ülkemizde bu dilin gelişmesi için çaba göstermeliyiz" dedi. Tören öncesi sanatçı tarafından geliri Bursa'ya bir konser piyanosu kazandırmak amacıyla değerlendirilecek bir konser verildi. Fransız Kiiltür Merkezj'nde Uarrap Ana'nm Tüfeklerr • Kültür Servisi- İstanbul Fransız Kültür Merkezi'nde bu akşam saat 19.00'da Ekin Sanat Tiyatrosu Bertolt Brecht'in 'Carrar Ana'nın Tüfekleri' adlı oyununu sahneleyecek. Nedim Kanoğlu'nun yönettiği oyunda Suzan Ağgül, AdaletOral, Turan Gülen, Sadık Yıldınm, Mehtap Tatar, Ismail Batı ve Sultan Artar rol alıyor. Fransız Kültür Merkezı'nde bu akşam saat 20.30'da Sylvene Maire yönetimindeki İstanbul Avrupa Korosu bir konser verecek. Topluluk Schubert, Poulenc ve Mendelssohn'un yapıtlannı seslendirecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle