Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 18 HAZİRAN 1995 PAZAR
14 KULTUR
Uğur Yücel'le "yarı şaka, yarı ciddi" bir söyleşi:
Gündemde özgürHık ohnahYUSUFÖZKAN
ANKARA - Her şey bu denli hızla
çürüyüp kirlenmemişti o zamanlar.
Akasya kokulu küçücük mahallelerde,
her sabah sevgive açılırdı kapılar.
"Yokluk bdast" bu denli sarmamıştı
daha insanları. Tek tük evlere girmeye
başlamış televizyon, tek kanal ve
siyah-beyazdı. Radyo daha gözdeydi.
Çoluk çocuk toplanıhp Orhatt
Boran 'ın pazar programı dinlenirdi
can kulağıyla. Hemen her mahallede
bulunan yazlık sinemalarda, kadınh
erkekli, ailece izlenen "renkü-TüHiçe"
filmlerden "alaturka"hüzünler
devşirilip gözyaşı dökülürdü. Tahtadan
Gümrük Birliği'nin telaşını özgürce ve insanca yaşamak
konusunda da göstersek. Türkiye'nin gündeminde tek bir
konu olması lazım, o da "Özgür insan ne demek, özgürlük
için ne yapmak gerekir". Savaşlann, intiharlarm, cinnetlerin
nasıl önüne geçilir ? Nasıl birbirimize güler yüzle bakanz,
nasıl diğer dünya ülkelerine el atabiliriz? Politikacılann,
siyasetin istediği bir toplum haline geldik.
blıçları, en liiks oyuncağıydı
çocuklarm. Rum, Ermeni, Süryani
komşularla aynı çorbaya kaşık
sallanırdı. Her şey daha bir sıcak ve
yalındı... Çokdeğil, 15-20yıl önce
yaşandı tüm bunlar ve "çağ atlayarak "
yükselen değerler kuşağına yerleşen
Türkiye'de, şimdi birer "mad" oldu
tümü. Ünlü tiyatro ve sinema oyuncusu
Uğur Yücd, acımasızca sırt çevrilen o
güzel günleri, oyunlarla yaşatmak
amacıyla oturup "Tek KİşiIiJi
Mikrofonik Oyun "unu kaleme almış.
u
Ve Karsıntzda Uğur Yücd'adlı tek
kışüik kaberinin devamı olan
oyuna, o akasya kokulu güzel
mahallesini, "aileden bbi" olmuş
azınlıklara mensup komşulan,
mahallenin dehlerini, palavracılannı,
"Fahrtye Abialannı" konuk
ederek o güzel günlere sanki "minnet
borcunu"ödemekistemiş. 2.
bölümünde de Türkiye 'yi
mahalleye indirgeyerek "çağ attayış"
sûrecini gözler önüne serdiği oyunu,
ilk kez Ankara 'da sahneleyen
Uğur Yücel 'le spordan sanata,
politikaya uzanan geniş biryelpazede
söyleştik:
- tzJeyki,UğurYücdTe giü-
meye koşullanmış. Ama son
oyununuzda. bu beklentiyle
gelen insanlar ilk anda şaşır-
dılar. Özellikle ilk bölümde
komedi yerine yoğun bir hü-
zûn egemendi. Sizin yazdıgı-
tuz bu oyun nasıl doğdu?
Öncelen ben Uğur Yücd
adında bir komedyeni taklıt
edıyordum sahnede. Komed-
yenın hiçbır şeyini benimse-
meden, seyırcisinı sevmeden,
sahnesini se\ineden yapıyor-
dum bu işı. Fakat bu defa, ar-
tık sahnede bir Ugur var, baş-
ka bin yok. Bütün samımıye-
tımle ben vanm. Ben dediğim
zaman da yüreğimde neler ta-
şıyonım? Burada hüzün var,
burada komik var. Bu bir iç-
sel yolculuktu. Insanlan eğ-
lendirmekten başka bir amaç
taşımıyordum eskiden. Ama
sonra. çelişkiler yaratıyor bu
tûr bır çalışma yapmak. Yanı
dünyada, çevrende olup bı-
tenlere kayıtsız kalıp salt eğ-
lendırmeyı amaçladığın za-
man...
- Ciddi ifadenin erdem sa-
yıldığı Turkhe'de tnizah yap-
mak nasıl bir şey?
Çok güç. Gülmek aksınk
gibidir. Seyırci onun ne za-
man geleceğmi bilmez. Öz-
gür toplumlarda insanlar ba-
ğıra bağıra hapşınrlar, bağıra
bağıra gülerler. Bizim toplu-
mumuzda hapşınrken burun
sıkılır. gülerken arkadaşmm
arkasına saklanılır. Toplumu-
muzun gülmeyen bir toplum
olduğunu söylemek istiyo-
rum. Bızim toplumumuzun
çok gülen, çok espri üreten,
komedi üreten bir toplum ol-
duğunu zannetmiyorum. Biz
dünyanın en asık suratlı top-
lumlanndan biriyız. Işte rahat
toplumlarda komedi kulüple-
rinde, insanlann gösteri önce-
si coşkusunu anlatamam size.
Bizde, gösteriden önce seyir-
ciye baksanız. içeriden cena-
ze çıkacak zannedersıniz. Ya-
ni bizde hep "Bakanm ne ola-
cak?'' endışesi vardır. "Baka-
lım gülebüecek miyiz? Baka-
lun şimdi bize ne yapacak?" O
yüzden Türkiye'de komedi
işıyle uğraşanlann bence işi
güç. Özellikle "enteflekt" is-
teyen komediyle uğraşıyorsa-
nız, işiniz çok daha güç. Hal-
kımız fazla düşünerek gülme-
yı istemez. Gülmecenın arka-
smda başka kapılar açmayi
düşünmez.
- Nasrettin Hoca, tncfli Ça-
vuş gibi Onlüleri çıkaran bir
toplum. nasıl bö> le asık surat-
b oldu? Hep mi asık suradıy-
dı, yoksa sonradan bir şeyler
mioidu?
Artık bugün Türk toplumu
binlerce kültürün içerisinden
geçmiş bir toplum olarak or-
tada durmuyor. Kuru, renksız
ve gustosuz bir toplum haline
geldik. Osmanlı, Selçuklu,
Ermeni Bizans, Rum sankı
buralara hiç değmemış gibi,
her seye yeni başlıyormuş gı-
bı. Bır yalan tanhin ortasmda
bir garip yolcuyuz.
- Oyunda, özellikle ilk bö-
lümde, Anadolu'daki azınlık-
lara geniş yer aynlnuş. Onb-
ruı bu topraklardan gidişi,
Anadolu kültürünûn parçala-
nışı hüzünlü bir şekiide akta-
nlnuş. Şu an bir 'cınnet top-
lumuna' dönüşmemizin kay-
nağuo kültürün parçalaıuşın-
dan mı geliyor?
Türkçülük! Ben bunu anla-
mıyorum, nıye Türkçülüğün
peşinden koşuyoruz, zaten
"Türk değıl miyiz? Bu toprak-
lann üzerinde yaşamış, bin-
lerce yıldır uygarlıklan sür-
dûren insanlann, azınlıklann
bu topraklarda bizim kadar
ölüleri var. Onlar da bu top-
raklann besiniyle yediler, iç-
tiler. Onlann da Anadolu de-
dikleri zaman yürekleri para-
lanıyor. Bu topraklann ınsan-
lanna, bu ülkenin vatandaşla-
nna sanlmamız lazım. Hâlâ
bugün Istanbul'da kimi azın-
lıklann evıne, "Kendini va-
tandaş zanneden bilmem ne-
ler._" diye mektuplar gidiyor.
Bitti kardeşim, kalmadı bun-
lar zaten. Yeter artık. Bu şove-
nizm ürkütüyor beni. Bir avuç
insan kaldı şu ülkede, yeter.
Yeter, nedir bu hınç, bu öfke?
Nedir bu intikam alma hırsı,
nedir bu kan? Övünülecek,
saklanacak değerlerimiz çok
azalmaya başladı. Bunlann
kımse farkmda degil. Orküle-
cek bir toplum olmaya başla-
dık. Kendı kendimızi kazık-
lamayalım şu sınıriar içinde.
Korkuluyor bızden, bu cinnet
toplumundan korkuluyor. Bır
an önce bir şeylerin farkına
varmamız lazım. Kim çıka-
cak söyleyeck bunlan, kim bi-
zı kendimıze getırecek? Cin-
net, bu gözü dönmüşlük ne
zaman düzelecek? Işte oyun-
you fi»m?" dediklen zaman,
"I'm from Turkey" dersen,
"Hani kardeşim, senin topra-
ğın, hani senin rengin, insan-
hğuuıı dokusu, yüreğin?n
de-
yaşamımız aslında. Bu top-
raklardan bu yüreğı besleye-
cek çok malzeme var.
- Sinema dediniz de; "Âşık
Oldum, Teyzem, Muhsın Bey,
yapb bu filmi?
Şu anda Yavuz Turgul, ya-
pacaği fılmlen arkadaşlan
için yapaeak. kendisi ıçın ya-
pacak dıyebılınm. Ama Muh-
beni bulmuş. Çok tıtızdır. "Iş-
te bu adaoı bunu ovnayacak
çocuk" demiş. Onun için ben
kendisine, bu benim için san-
ki hediyeymiş gibi minnetimı
da bu topraklann ınsanlannm
komiğı ve hüznü yatıyor.
- Politikacılanmız olmasa
mizabçıbınn hali ne otu rdu di-
yedüşündüğünüzoluyor mu?
Milletı. vekillen temsıl
eder. Bakın vekıllerin konuş-
tugu dile, hıç mizah ve zekâ
var mı? O konuda da çok
şanslı değiliz biz, bakmayın
yanı topu topu bir Süleyman
Demirei var. E, bır bakmışsı-
nız ki 30 senedir Demırel var,
Bülent Ecevit, Nccmettin Er-
bakan var. Ya, bu ne değış-
mezlik ilkesi?
- Günümüzde vasanun her
alanında bir medya egemenli-
ği gözleniyor. Bundan mizaha
düşen pay nedir?
Medya egemenliği, daha
sığ begenili bir toplum çıkar-
dı karşımıza. Medya ile bir-
likte popüler olan geçerli ol-
maya başladı. Popüler olma-
yan hiçbir şeyı kabul etmıyor
medya, kendıne maizeme ya-
ratmak istiyor. Ratıng konusu
çok öne çıkmaya başladı.
Gençler arasında, talk show-
larda konuşulan konular,
TV'lerin programlan, gazete-
dekı manşetler. ne kadar sıg
insanlara hitap ediyor. Kıtap
okunmuyor, düşünülmüyor,
beyin faaliyeti durmuş du-
rumda. Sadece bir şeyler tü-
ketiliyor. Gündelık yaşamda,
her şey gündelik. Yannlan ol-
mayan bir gıdiş. Tırajlar, ra-
tingler Türkiye bunlan konu-
şuyorşımdı. Türkiye'nin ıçin-
deki çalkantı da ılgılendirmi-
yor insanlan, dünyadaki çal-
kantı da ilgilendirmiyor, dün-
yanı nereye gittıgı de hıç ilgi-
lendinniyor. Dolasıyıla bunu
gelişme sayanlara şaşıyorum.
Ama öte yandan *Bu bir sü-
reç midir?'' iyimseriğini de
koymak lazım yanına.
- Yine oyuna dönersek. ar-
tik Ramazan'dan Ramazan'a
anımsanan geleneksel temaşa
sanatianmızdan.ortaoyunun-
dan, meddahlıktan esintiler
var_
Ben geleneksel temaşa sa-
natımızın çok ucuz bir biçun-
de kenara atılmasını isteme-
yenlerdenim. Oralar bana he-
yecan veriyor. Naşit'i, Kel
Hasan'ı, tsmaD Dümbüllü'sü:
bugün bu saydığımız insanlar
sahnede olsaydı, herhalde bi-
zim yaptığımızı yaparlardı.
Yani o Türkiye'de ne yazık ki,
konservatuvarlarda gelenek-
sele yer yok. Ben bu niyetle
Istanbul'da eski Yeşil Kaba-
re'yı, bir komedi kulübü yap-
mak istiyorum. Meddah gibi
bir geleneği olan toplumun
kulübü yok. ABD'de her so-
kakta bir stand-up kulübü var.
- Bu anlamda küçük Ame-
rika olamamışız demek ki
(Gülüşmeler)_
-Sıkça 'bu topraklann kül-
türünden, insanından sanatın-
dan" söz ediyorsunuz».
Evet. Biz birilerini taklit
ederek biz olamayız. Ne dışa-
nda ne de Türkiye'de... Sen-
den bir şey istiyorlar, senin
kendine ait olan değerlerle sa-
natını ortaya çıkarmanı isti-
yor insanlar. Yoksa New
Yorklu bır ressamm yaptığı
resimleri yapıp "VVhere are
mezler mi? Sen oradaki ada-
mm yanında atölye açıp New
York resimleri yaparsan,
adam yenne koymazlar seni.
Onun için sahne üzennde an-
lattığım şeylerin hepsı benim
doğduğum yere ait, doğdu-
ğum kültüre ait. Geldiğim
yerle ilgili. Sinema yapacağı-
mız zaman orada da bu ola-
cak. Yani bir içsel yolculuk
Selamsız Bandosu. \ra-
besk..." Ama oynadığınız bu
filmlerin içinde en önemlisi
Muhsin Bey sanınm. Bu fîhn-
de, Muhsin Be>, osaf Alı Na-
zık 'i meşhur etmek için kolla-
n sıvamıştı. \li Nazik. filmde
meşhur olurken sizin de sine-
mada yıldızımz parladı. Aca-
ba, Yavuz Turgul, Uğur Yfl-
cel'i meşbur etmek için mi
sın Bey'de böyle bir şey söz
konusu değildi. Ama bu söy-
Iediğiniz şey çok aykın değil,
çok yabancı düşmedi bana.
Çünkü sanıyorum Turgul, yü-
reğınin sesıni dinleyen bır in-
san, sevdıgi insanlar için film
yapabilir. Ama o zaman biz
tanışmıyorduk. Yavuz Turgul,
sıkı bir elemeden geçırerek
DemireVeDon Corleone rolü
• Gaflanyta ünlü Başbakanımızın bir
gün işinizi elinizdan alacağı korkusu-
na kapıldığınız oluyor mu?
Başbakanlık iddiam olmadığı için kor-
ku vermiyor. "Plevne, Atatürk'ün Be-
şiktaşlı kumandanlan ve Beyaz Ley-
di" adlı bir öykü yazmayı düşünüyorum.
- 'Başbakanlık iddiam yok' derken o
vasıflara mı uymuyorsunuz?
Başbakan olmak zor iştir. Komiklikse
kolay.
- O yüzden mi Başbakanlıktan çok
komiklik yapılıyor?
Komiklef başbakan olabilir, ama ko-
medyenler asla.
- Eğer Demirei bir tiyatro sanatçısı,
siz de yönetmeni olsaydınız, hangi ro-
lü verirdiniz?
Don Corleone. Türkiye'nin gelmiş
geçmiş en iyi aktorü Süleyman Demi-
rei'dir. Dünyada da Marlon Brando.
- Ya Erdal Inönü'ye?
Erdal Inönü... Peter Sellers'in (Pem-
be Panter) yerine koyabıliriz.
- Sosyal demokratlann içinde bu-
lunduğu durumun, sizin oyunlannız-
dan daha komik olduğu söyteniyor?
Çok doğru. Evet, onlann durumu...
Sahnede anlatıyorum. Onun için fazla bir
şey söylemek istemiyoaım. Malzeme tü-
ketmeyelim.
- Evren Paşa, emekli olduğunda re-
sim yerine tiyatroyu seçse şansı ne
olurdu?
Picasso'yu seyredip resme başladı.
İyi ki Lawrence Olivier'ı görmedi sah-
nede. "Netekim onun gibi ben de oy-
nanm"deyip çıkardı sahneye; "nete-
kim" onun gibi de oynardı...
- Son yerel seçimlerde RP'ye geçen
belediyelere bağlı olantiyatrolardabir
repertuvar sorunu yaşandı. Kanlı ya
da tatlı, eğer bir gün tüm Türkiye 'adil
düzene' geçerse sizin de bir repertu-
var sorununuz olacak mı?
Refahlıların, görunmeye çalıştıklan ka-
dar güleryüzlü olduklannı zannetmiyo-
rum. Benim repertuvar hiçbirzaman de-
ğişmeyecektir. Zorla değiştirmeye kal-
karlarsa ben de mücadelemi veririm.
* - Sayın Erbakan kazandığı parayı
attına, dövize yatırryormuş. Siz ondan
feyz aldınız mı, kazandığınız parayı
nasıl değeriendiriyorsunuz?
Erbakan'ı artık komik bulmuyorum.
Onun beyninde trajik bir tablo yatıyor.
Aydınlanma peşinde olanlann yüreğini
karartacak bir tablo.
ifâde ederken, o da bana her
zaman "Başka birisi senin ka-
dar oynayamazdı" demiştir.
Ben şuna inanıyorum ki, o
film ve Ugur Yücel 'in başa-
nsı, Yavuz Turgul'a aittir.
- Sizin de çok ötiz bir önca-
bşmanızoldu.Şanlıurfa'yagi-
dip insanlan incelediniz?
Bunlann hepsi bence titiz-
lık ya da hangi yere konulur-
sa konulsun, övgüye değer
değıl. Çünkü bir aktörün yap-
ması gereken bazırlıklann
çok küçük bir bölümünü ger-
çekleştırdim galiba. O yüzden
o işı de çok önemsemiyorum.
Çok yerde söz konusu oldu.
ama bır aktör bunlan yapma-
lı zaten.
-Sinemayla ilgili yeni proje-
leriniz var mı?
Var; artık benim için sine-
ma dönemı başlıyor diyebili-
nm. Çünkü esas amacım, sah-
ne üzennde paraıru kazanabi-
leceğim, kendımi döndürebi-
lecek oyunlar yazıp oynayıp
bir yandan sinemanm içinde
bütün yüreğimle ohnak... O
dönem geldı artık. O yüzden
çok mutluyum bugûnlerde.
Yavuz Turgul, bır film çek-
meyi düsünüyor. ŞenerŞen'le
ikımiz oynayacağız. Umanm
bu gerçekleşir.
-YavuzTurgul'un projesin-
den öncesomutbir şey var mı?
Önce hiçbir şey yok. Zaten
yıllardır ondan başkasıyla
film yapmıyorum. Çünkü sa-
mimi bulmuyorum insanlan.
"Haydi bakalım. gel seninle
bir film yapalım, çok popüler
oidun." Böyle sinema olurmu
ya? "Sen şimdi bir film yap-
san, var ya, en büyük hasıiab
yaparsın aaabi" geyikleri var.
Ülan, bana ne o sınemadan.
Ben ne en büyük hasılatı yap-
mak istiyorum ne de kendimi,
öyle peşinden binlerce insa-
nın koştuğu bir adam olarak
görüyorum. Ben. içimde ne
taşıyorum, yüreğimde ne taşı-
yorum, o önemli. Onun için
beklıyorum, Turgul'a çok ina-
nıyorum.
-Ah Nazik kadar. o dönem-
de '89 yerel seçim gecesi yap-
üğınız Üdertaklitierivfcde bü-
yük ün yapbnız. Bundan söz
eder misiniz?
Para kazanmak için yaptım
taklitleri. Şan Tiyatrosu'nda
oynuyordum. Orada burada
oynuyordum, evlendik, kira
parası, bilmem ne... "Şov-
menlik yapayim bir >erfcrde"
dedım Öyle bir yeteneğimde
vardı. Yalnız burada bir şeyin
farkına vardım. Ben imitatör
(taklitçi) değilim. Ben izle-
nimcıyim. Ama işin altındaki
gızlı güç burada bence. Her-
kes bugün liderlenn taklidinı
yapıyor, ama Uğur'u başka
bir yere koyuyorlar. O taklit
yapmıyor bence, o bir izlenim
aktanyor. Bır karakter yaratı-
yormuş gibi taklit yaptım ben.
Niye bu kadar Uğur diyorlar.
binlerce taklitçi var, benden
daha iyi taklit eden, ama ses-
lerini duyuramıyorlar. Çünkü
seyircinın kafasını gıdıklamı-
yor. Sadece göze hitap ediyor.
Kıkırdıyorlar, ama kafasını
gıdıklamıyor. O lidertaklitle-
rine gelince; o zaman TV'den
"Gel, bir şeyyap seçimde" de-
dıler. "Beni oraya çıkaracak-
sanız, bendeçıkanm.oradaB-
derleri bJcvederim" dedım.
Ne olur ki ben lider taklitleri-
mi yapsam, bır gün sonra Tür-
kiye'de ne değişecek, insan-
lar tencereyle sokagı mı çıka-
cak? Darbe mi olacak? YapOk
işte ne oldu. İnsanlarbiraz da-
ha rahatladılar. İlk politik hi-
cıv programıdır.
- Reklamlara geçelim. Saçı-
nız başınız ağardıktan sonra
sagduvu sahibi olmak nasıl bir
(Gülüyor) Ben çok keyifii
çalışıyorum o işte. Çok sevdi-
ğim arkadaşlanm bu ışin ba-
şında. Keyifle yapılan bir şey,
güldürüyor da insanlan.
Memnunum yani.
- Bundan sonraki tanl Pa-
pua Yeni Gine'de mi olacak?
Bu, yaratıcı grubun fante-
zısine bağlı.
-Sevirciyieilişkiniznasıl?
Seyirci bir şekiide, sevgisi-
ni belırtmeye çalışıyor. Direkt
kontakt kurmak istiyor. Ya eli-
ni tutmak, ya dokunmak, ya
öpmek ya da sanlmak... Ve
kendisıyle benim aramda bü-
tün sınırlan kaldırarak en ko-
lay uzlaşabileceği yol olarak
da "Ya vode vedo ham, Papua
Yeni Gine. sağduyunuz yanı-
nızda mı?" gıbı sözcüklerle
ve en sempatik tavırlanyla
yaklaşıyorlar. Ve 30 milyon
insan aynı şekiide yaklaştığı
zaman, hafıf bir şizoid durum
başlıyor insanda. Ama sabır-
la hepsine cevap vermeye ça-
lışıyorum.
- Herkes durumunu güm-
rük birb'ğine (GB) endeksledi
Sizin de bir hazırhgınız var
mı?
Şu GB'nintelaşını özgür ve
insanca yaşamak konusunda
da göstersek. Hiçbir politıka-
cı, azız vekillerimiz düşünü-
yor mu acaba böyle bir şey?
- Düşünen birileri varm sa-
nıyorum; Aziz Nesin, Yaşar
Kemal gibi, ama onlar da çok
sert ekştirflere bedef oktular-.
Aydınlann düşüncelerine
göstenlen bu toplu tepkıyi,
çok cahilce buluyonım. Dü-
şünen insanlar, herkesin be-
nimsemeyeceği sözler edebi-
lirler. Pek çok ünlü köşe yaza-
n da bu toplumun aydını da
aslında Evren'ın, Demirel'in
Alparslan Türkejın. mılıta-
nst düşûncenin çok uzağında
değil. Çok yakımnda. Onun
için Avrupa Birliği, AT; bun-
lar o kadar uzak, o kadar son-
ra düşünülmesi gereken şey-
ler ki bu ülkede. Türkiye'nin
gündemindeki konular beni
şaşırtıyor zaten. Türkiye'nin
gündeminde tek birkonu ol-
ması lazım, o da "Orçür in-
san ne demek, özgürlük için
ne yapmak gereldr?" Savaşla-
nn, ıntıharlann, cinnetlerin
nasıl önüne geçilir? Nasıl bir-
birimize güleryüzle bakabili-
riz. nasıl diğer dünya ülkele-
nne el uzatabiliriz, nasıl onlar
bize el uzatabilir? Politikacı-
lann, siyasetin istediği bir
toplum haline geldik.
- Bazı bekimler,tüm Türki-
ye'ye rehabUitasyon önerdi.
Sizin konuşmalannızdan da
benzer bir anlam çıkardım.
Yambyor muyum?
Çok acil hem de... Türki-
ye'de bütün kavramlarbirbiri-
ne kanştı. Milliyetçilikle şo-
venizm birbirine kanştınlı-
yor.
- Uğur Yücd sahne dışında
nasıl yaşar?
Bir kere bır artist gibi yaşa-
mıyorum. Yaşamın bize ver-
miş olduğu lezzetlerin karma-
şasından ürünler çıkarabilen
bir insan olarak görüyorum
kendimi. Türkiye'de starlann
bir yaşam biçim vardır. Bu ya-
şam biçimi bana çok uzak dü-
şer. Dolayısıyla beni o pıyasa-
nm içinde de pek göremezsi-
nız.Ote yandan seyirciyle
olan ilişkimde yalaka bir ılış-
kı yoktur. Çok ciddi bir mesa-
fe. çok samımi bir yakınlık
vardır. Geriye baktığım za-
man yaptığım utanılacak işler
yok. Hep samimi olmaya ça-
lıştım. Ve bu nedenle mutlu
bir insanım ben.
- UğurYücd herkesi güldü-
rür de, peki kendisi nelere gü-
ler?
Ben hındi gibiyimdir, dü-
şünürüm.
- Düşûncenin suç okhığunu
bilmiyor rnusunuz?
(Gülerek) Bile bıJe düşünü-
rüm. Düşündüğümle övünü-
rüm. Çoğunlukla cismim do-
laşır bir yerde, kafam hep bir
senaryonun içindedir, bir mü-
zığin arasındadır.
KOŞEBENT
ENİS BATUR
Ben Aslında Şiir,
Müzik Sevmem
Haldun Taner'in çok iyi fıkra anlattığına biryazım-
da deginmiştim. Ara sıra, yazılarının içinde de fıkra
anlattığı oiurdu. Bunlardan biri, "Aşk Olmayınça"
başlıklı metninde yer alan müzisyen hikâyesidir. ürv
lü orkestra şefi Toscanini, küçük bir kent belediye-
sinin ricasını kıramayıp, bir konserlerini yönetir. Kon-
ser boyu son derece isteksiz bir biçimde çaldığını
farkettiği ikinci kemancıyı odasına çağırtır ve bunun
nedenini sorar ona: Birinci keman olması gerekir-
ken hakkı mı yenmiştir? Özel bir sorunu mu vardır?
Yoksa Beetfıoven'den mi hoşlanmamaktadır?
Genç adam bütün sorulanna "hayır" yanrtını verin-
ce Toscanini'nin sabn taşar:"- Peki, nen varbeAI-
lahın kulu", der: "Nedir zorun?" Fıkranın çözümü
genç kemancının yanıtında beklemektedir "- Ben-
deniz, esasen müziği pek sevmem de."
Mozart'ın yaşam öyküsünde de bu tür bir anek-
dota rastlamıştım: "En çok hangi tür müziği sever-
siniz" sorusuna, üstâdın "ben aslında müzikten hoş-
lanmam"yanrtını verdiğini anımsıyorum.
Haldun Taner, o yazısında, kıssadan hisse çer-
çevesinde, yaşadığımız sorunlann çoğunun müzik
sevmeyen müzisyenlerden kaynaklandığı sonucu-
na vanyordu. Bu kanıyı paytaşmamak elde değil: Si-
yasetten sanata, spordan bilime, toplumun üret-
kenliğini bağlayan bütün alanlarda sevgisizlik başı
çekiyor olmasa bunca negatıf eneni doğup yayıl-
mazdı Türkiye'de. Cemal Süreya da, yıllar önce,
şimdi "Uzat Saçlannı Frigya"adlı kitabının başında
yer alan bir denemesinde bu konuya deginmişti: Bi-
ribirini sevmeyen edebiyatçılar aslında edebryatın
kendisini de sevmiyoriardı.
Bütün bunlar doğrudur da, iki şeyi yanyana geti-
rip özdeşleştirmemek gerekin ikinci kemancı ile Mo-
zart aynı gerçeği dile getiriyordeğildirler. Büyük bes-
teci için müzik ve oksijen yaşamsal açıdan çakışan
özelliklertaşımıştı hep: Son soluğuna kadar müzik-
le yaşamış ve ölmüştü. Onun hoşlanmadığı müzi-
ğin kendisi değil algılanışı, kullanılışı. değerlendiril-
me biçimiydi.
Bu tavra dört dörtlük bir yazısında, Melih Cevdet
Anday da ışık tutmuştu:
Bir gün ben evde yokken bir üniversite öğren-
cisi aramış. Eşim sormuş ne için aradığını. 'Şiir ya-
zıyorum da' demiş öğrenci, 'şiirierimi okuyacaktım
ona'.
- Başka zaman arayın, evde yok şimdi./
- Ne zaman gelir?/
- Bilemem./
- Siz eşi misiniz?/
- Evet./
- Soyleyin benim aradığımı./
- Siz kimsiniz?/
- Bir üniversite öğrencisi. Şiir yazıyorum. Çok he-
yecanlıyım. Beğeneceğini biliyorum./
- Ama o sizi tanımıyor ki. Nerden bulsun?/
- Telefon numaramı bırakayım. Gelir gelmez beni
arasın./
Yazdırmış telefon numarasını. Elbet aramadım,
arayacak değildim. Üstelik şiir sevmem ben."
Işin puf noktası Melih Bey'in son cümlesinde ta-
bii. Hayatının çekirdeğine şiiri yerieştirmiş, şiiriyle ya-
şama biçimini, seçimlerini, duruşunu beliriemiş bi-
rinden geliyorsa bu cümle, görünen anlama, karşı-
mıza ilk çıkan anlama çok fazla güven duyamayız.
Dediği bu belki, ama demek istediği ne?
Karşımıza biribirine sıkısıkıya bağlı iki düzlem çı-
kıyor bana kalırsa, "üstelikşiir sevmem ben" cüm-
lesinin arka sokaklanna yöneldiğimizde: Nasıl yazı-
lıyor şiir (beste), nasıl okunuyor (dinleniyor)?
Bir şairin tek tek her şiirini, şiir kitabını nasıl otuş-
turduğunu düşünmek, birgüzergâhın (Melih Bey'de
yaklaşık 60 yıldan söz ediyoruz) her bir evresinden
hangi sancılarla geçtiğini düşünmek gerekir. Bir şi-
ire başlamak, onu bitirmek inanılmaz ölçüde güç iş-
tir. (Cezanne her tablosunun üzerinde günlerce,
haftalarca çalışır, hiçbirini bitiremezmiş). Işini ya-
parken neredeyse kan revan içinde kalan şair, bes-
teci, ressam bilmem işini sevmekten söz edebilir
mi? Sanıyorum, Aragon'un ünlü "Mutlu Aşk Yok-
tur" sözüne sığınarak, aşktan söz etmek daha doğ-
rudur: Şiddetli, yıpratıcı, insanı hem besleyen hem
eriten bir ilişki türünden.
Hemen hemen herkes şiir yazar, yazmayı dener.
Bunu hayatının ağnlı ekseni kılan şairden onlan fark-
lı kılan da, zaten, şiir yazmayı sevmeleri, sevebilme-
leridir. Bereket, geçer bu. Sonra başka, bambaşka
şeyler? severler.
Birde (şiiri) okumak, (müziği) dinlemek, (resmi, fil-
mi) görmek var elbette. Gerçek şiir, müzik, resim, si-
nema tutkunlan için pek kolay değildir "ben şiirse-
verim", "müz//cseverim"cümlelerini kurmak. Tutku
söz konusuysa, yavaş yavaş yalnız kalınır. Genellik-
le tersi söylense bile: Paylaşmak her zaman elde ol-
maz. Tutkulu, meraklı kişiyi derinleşme, araştırma,
ufkunu genişletme eğilimleri esasen sevmenin öte-
sine taşır.
Sevmek zor değildir. Zor olan bağlı kalmak, her
günbağını güçlendirmek, sevmeyi etkin, yaratıcı,
köklü kılmaktır. Bu pozitif enerji insana "ben aslın-
da müzikten hoşlanmam", "üstelik ben şiir sev-
mem" cümlelerini gönül rahatlığıyla kurduracaktır.
Heykel davası süHiyor
• ANKARA (AA) - Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un, ;
AJünpark'ta bulunan "PeriJer Ülkesinde" adlı yapıtını '
"Böyle sanatın içine tüküreyim, ahlaksızlığın adını
sanat koymuşlar" deyip parçalatarak kaldırttığı
gerekçesiyle. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
ve Başkan Melih Gökçek hakkında açtığı 5 milyar
liralık tazminat davasına devarn edildi. Ankara 6.
Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görûlen duruşmaya,
heykeltıraş Aksoy'un avukatı Ünsal Piroğlu ile
Gökçek'in avukatı Ahmet Kodal katıldı. Duruşmada,
davacı avukatı tarafindan dava konusu bant ile yazılı
beyanlar mahkemeye ibraz edilirken, söz alan davalı
avukatı da davacı tarafin beyanlannı kabul
etmediklerini belirterek, bant çözümünün yapılmasmı
istedi. Mahkeme başkanı, bir sonraki duruşmada bir
televizyon ve videonun hazır edilerek dunışma »
esnasında bant çözümünün yapılmasın] kararlaştırdı ve"
davacı tanıklannın dinlenmesi için duruşmayı başka
bir güne bıraktı.
Sinead O'Comor gazetecüere •
saldırdı <
• KUDÜS(REUTER)- Irlandalı pop şarkıcısı Sinead
O'Gonnor, Kudüs'te, bir kilise yakınlannda iki Israilli
foto muhabirine saldırarak fotoğraf makinelerini kırdı.
O'Gonnor, kiliseden aynlırken, yerel birgazetenin
foto muhabiri olan Noam Sharon'a saldırarak "Beni
kilisenin etrafinda takip etmeye nasıl cesaret edersin"
diye bağırdı. Sharon ve David Mizrahi adlı bir başka
foto muhabiri, şarkıcının makinelerini kırdığını, aynca
Mizrahi"nin tişörtünü yırttığını söylediler.