04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET O 15 MAYIS 1995 PAZARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER DemokrasiiTstüne çeşitlemeler Prof. Dr. İSMAİL TUNALI D emokrasi. özellikle II. Dünya Savaşı'ndan son- ra bütün dünyada yaygm bir siyasal biçim olarak anlaşılmasının yanı sıra bir yaşam tarzı ve gide- rek bir ideoloji olarak yorumJanır. Ama, bir ideoloji haline gelirken dogmatik bir sisteme de dönüşmüş olur. Grekçe "demos(halk)" ve u kratos(ik- tidar, güç)" sözcüklerinden oluşan ve "halk iktidan" anlarruna gelen demok- rasi. ilk kez eski Atina'da yurttaşlann (kadınlarvekölelerhariç)katılımıyla si- yasal bir kent yönetimi olarak uygulanır. Ancak, demokrasinin yaşama geçmesiy- le birlikte, onun özünden dogan bunalım da başlamış olur. Bu bunalımı ve onun getirdigi sorunlan, aynı çağın düşünür- leri Ptaton ve Aristoteles'in demokrasi üstüne yaptıklan eleştırilerde açık olarak görmekteyiz. Örneğin Platon şöyle di- yordu: "Demokrasi görünüşte düzenJe- rin. en güzelidir. Demokrasi, rürlü renk- lere bürünmüş bir kaftana benzer, sanki bir düzen panayındır. Beğen beğendiği- ni al. Devtetin hoşgörüsüne diyecek yok- rur. Degertere, ahlaki değetiere hiç önem verilmez. Halk dostu denmesi yeterlidir. Özgür- lüken başta geiir. .Ama.toplumdaki bu öz- güriiik tutkusu. sonunda demokrasiyi zorbabğa götürür. Ozgürlük isteği aşın- lığa gider ve baba oğtundan çekinmeye başlar. Oğul ise büyüklerini tanınıaz, di- ledigi gibi >aşamak ister. Sonunda yurt- taşlar baskıya benzer bir şej le karşüaşuı- ca. isyan ederier ve kanunlan hiçe sa\ar- lar. Sonunda bö> k bir aşınük bir başka aşınlığa. köleliğe götürür.*1 Aristoteles de demokrasiyi eleştirir. Ona göre, demokraside yönetime gel- mek isteyenler olmayacak vaatlerle yurt- taşlan kandmrlar ve böylece demokrasi kolayca yozlaştınlır ve demagojiye dö- nüştürülür. Demokrasi, ona göre bir yı- ğın anarşidir. Bunun için akla dayalı bir yönetim olan monarşi, yozlaşmış birde- mokrasiden, demagojiden ûstündür. Uzun tarihsel dönemlerden sonra de- mokrasi, sözcük olarak değilse bile, içe- rik olarak aydınlanma ile tekrar düşünce sahnesine çıkar. Devletin görevi şimdi kişinin yaşam hakkını (tabii hukuk), öz- gürlüğünü, özel mülkiyetini konımak için varolan birgüç olarak anlaşıhr. Böy- le bir devlette yasalan yapan gûç ile ya- salan uygulayan güç (kuvvetler aynmı) birbirinden aynlmahdır. Fransız devri- minin amacı da böyle bir devleti yaşama geçirmek olmuştur. Geçen yüzyılın sonlannda ve bu yüz- yılın başlannda meydana gelen kökten düşünsel ve sosyal değişmelerle demok- rasi çağdaş ivmesini kazanır. Bu değışim içinde ilkin Tannnın yerini insan. tann- sallığın yerini insanlıİc, hümanite alır ve yüzyıhrruz hümanıst düşüncelerle baş- lar. Ancak. burada insan deyince, klasik çağlann anladığı gibi soyut insan değil. toplumun bir parçası olan somut insan anlaşıhr. Bu anlamda insanın yaşam hak- kına sahip olmasının yanı sıra, onun onur sahibi. düşünce, inanç ve yaratma özgür- lügüne sahip bir varlık olduğu kabul edi- lir. Aydınlanmadan beri insan için belirle- yici bir konsept olan özgürlük, geçen yüzyılın sonlannda dinamizm kazanan Marksist kuramın (teorinin) eşitlik ve sosyal adalet düşüncesi ile tamamlanır ve demokrasi, bireylerin özgürlüğüne ve eşitliğine. sosyal adalete dayalı bir sistem içinde bütûnlük kazanır. Ancak, bireylerin özgürlüğünün ve eşitliğinin bir denkliği olarak düşünülen demokrasi, ne var ki. uygulamada böyle olmaz. Daha çok bireylerin ekonomik özgürlüğü olarak yorumlanan ozgürlük, bir tutku halini alarak toplumsal bilinci ve aklı sarsar. Bunun sonunda ahlaki ve toplumsal değerler bir bir anlamım yiti- rir ve yerlerini 'yükselen değerier'e bırak- mak zorunda kalırlar. Yükselen değerler rant değerleridir. Bunun sonunda top- lumda ekonomik ve toplumsal dengeler bozulur, toplu şiddet olaylan ve intihar- larolağan hale gelir. Demokraside, birey- sel özgürlüğü, sosyal eşitliği ve adaleti sağlamakla yükümlü olan devlet, bu iş- levini göremez olur. Devleti küçültmek parolasıyla yavaş yavaş devlet bir yıkıma doğru sürüklenir. Geçen yüzyılın sonlannda yaşamış anar- şist düşünür Kropotkin'in dilekleri, bir yüzyıl sonra bugün demokrasilerde ger- çekleşiyor gibidir. Kropotkin şöyle di- yordu: "Bireysel özgûriük uğruna tüm toplumsal degerleri ve hatta bunlan ko- ruyan devleti yıkmak" Devlet, bireysel özgürlükleri, eşitliği. sosyal adaleti ve sosyal değerleri koru- yan bir güçtür. Bu anlamda devlet de- mokrasinin bir güvencesidir. Devleti, onun bu toplumsal işlevlerini en aza in- dirgeyerek küçültmeye çalışmak, de- mokrasinin güvencesi olan varlığı güç dışı bırakmak anlamına gelir. Bunun için, demokrasiyi destekliyorsak. onun güvencesi olan devleti desteklemek zorundayız. ARADABtR Dr. ALPER AKÇAM Demokrasi Dedikleri... Demokrasi ve demokratikleşme son aylann çok sık duyulan, konuşulan sözcükleri. Gündemimızde- ki bu demokrasi yoğunluğunun en büyük nedeni de Avrupalı "dost"larımız. Tutturmuşlar, ille de daha de- mokratik olacaksınız diye... Aslında bizim toplum ço- ğunluğunun böyle görünür birtalebi yok. Demokra- siden herkes başka başka şeyler anlıyor. Orman ya- kıp tarla açma, Hazine arazisine gecekondu yapma, kaldınma otomobil parketme, gece sarhoş durumda hastane kapıcısını dövüp kadın-doğum servisine zi- yarete giıme, kafayı bulunca tabancayia sağa sola ateş etme gibi eylemler demokrasinin gereği sayılı- yor. Vergi kaçırma, SSK primlerıni ödememe. orman- dan kaçak ağaç kesip ceza almama, başkasının ar- sasına ev yapma, proje dışı kat çıkma, yan bakana tokat atma gibi "demokrasi" nimetlerini uzatmak mümkün. 12 Mart, 12 Eylül gibi demokrasi kesintile- rinde de yukarıdaki işlemler durmuyor ama, aynca- lıklıların sayısı azalıyor. Demokrasi sınırları seçimler- le genişletilmeye çalışılırken siyasi partılerin halka sunduğu görev listelerinde "Imar Affı", "Vergi Ka- çakçılığı Affı", "Orman Suçu Affı", "Kredı Borcu Af- fı" (borç devlete ise) en üst sıralarda yer alıyor. Ve de- mokrasimiz iktidar partisinin rozetiyle birlikte birçok insana yasa, kural tanımama, dokunulmazlık ayrıca- lıklan getiriyor. Görevini yapıp oımanı korumaya ça- lışan, parti delegesi orman kaçakçısı hakkında işlem yapan müdüre sürgün; haksızlığın, yolsuzluğun üs- tüne giden müfettişe, yöneticiye 'kızak' armağanlan geliyor. Aİtmış milyonu taşan insanımız içinde bir avuç ay- dınla hak arayan, çalışma koşullarını düzeltmek iste- yen çalışanımız dışında demokrasi tartışmasının pek yandaşı yok. Bu eksikliğimizin ve Batı toplumundan farklılığımızın ana nedeni, 18-19. yüzyıllarda gelişmiş ülkelerde yaşanmış serbest rekabetçi kapitalizmin ülkemizde hemen hiç yaşanmamış olması. Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi kapitalizrnle emperyalist ça- ğında içli dışlı oldu. 1789 devrimi ile en bilinen öme- ğini veren Avrupa işveren sınıfının demokrasi kavga- sı bizde yaşanmadı. Bizim devlet eliyle korunup te- kelleştirilmiş işverenlerimızın demokrasi gibi bir kay- gısı yok ve olamaz. Tatlı acenta kârları beklentisiyle Avrupalı patronlannın beklentilerini sözde destekler o kadar işsizler ordusunun, sigortasız işçinin, ko- operatifayarında olsun en küçük örgütlenmeden yok- sun, kadenne boyun eğmış köylünün, kısacası ekmek derdindeki on mılyonlarca insanımızın demokrasi sözcüğüyle uzak yakın ilişkisi yok. Kamu işçisi, top- lum ortalamasının biraz üstündeki ücret, ağzına sü- rülmüş bir parmak balla suskun; memur, sendikala- şacağım diye attığı adımın önüne yerden bitercesi- ne çoğalan, siyasi partilerin uzantısı türlü çeşitli sen- dika seçenekleri içinde şaşkın ve kırk parça; gençli- ğin, başı dönmüş durumda. Bir yanda büyük para- sal destek ve kaynak bulmuş tarikat kökenli "talebe yurtlan", "vakıflar", "teşkilatlar" içinde müritleştirili- yor, bir yanda tabancalı, bıçaklı futbol gösterileriyle kurtlaştınhyor. Seçenekler içinde uyduruk, taklitçi "pop" çılgınlığı, provokatör şiddet batağı da var. Genye kalıyor bir avuç aydın. Ve aydınımız zaman zaman kişilik bunalımına giriyor. Toplumdaki karma- şada kendine yer bulmaya çalışırken demokrasiyi salt yazma ve konuşma özgürlüğü olarak görüyor. Sosyalıstlik, sosyal demokratlık, çalışan yığınlann ek- mek kavgasına omuz verme; sömürüye, işsizliğe pa- halılığa, insanlık dışı koşullarda çalışmaya karşı mü- cadelenin modası çoktan geçmiştir! Kimisi ülkeyi ka- pitalizm öncesinin. ortaçağın karanlığına sürükleyen, Amerikan çıkışlı, Arap destekli gericilikle rezonansa gelip kendi kuyusunu kazıyor, kimisi "globalleşme", "liberalizm" yutturmacalarının sözcülüğünde Ata- türk'e, ekonomik ve siyasi bağımsızlık ilkelerine sal- dınyor. Kimisi de başı sıkışınca "Spiegel" amcanın sü- tunlarına ülkesini şikâyete gidiyor. Bir insanın yazdık- lanndan ötürü kovuşturmaya uğraması elbet büyük ayıptır. Ama kanımca bundan daha da ayıbı Anado- lu toprağını bir geri sömürge, ucuz işgücü pazan yap- maya çalışan, her fırsatta etnik yapı ve inançtan kay- naklanan çelişkileri körükleyen. insanını aşağılayan bir emperyalist ülkenin basınında kendi ülkesinden yakınmak, oradan "demokrasi" dilenmektir. Aydınımız öncelikle kendi onurunu, toplumdaki ye- rini gözden geçirmek; dostunu, düşmaninı iyi ayırmak zorundadır. Demokrasi mücadelesinin yeri halk yığın- lannın içidir. Bireylerin kendi yaşam koşullarının oluş- turulmasına, beden ve düşünce olarak gereksinim- lerin bilince çıkarılmasına, toplum çoğunluğunun ge- nel çıkarları doğrultusunda geliştirilmesine canlı ka- tılım demek olan demokrasi halk yığınlarının dışından sağlanamaz, kalıcı olamaz. Demokrasi mücadelesı onurlu, insanca yaşam kav- gasında çalışan yığınlann yanında yeralabilen, ülke- sini ve insanını yürekten seven; şan, şöhret, ödül ve- ya mevki peşınde koşmayan aydınlarımızın taşıyabılecekleri bir bayraktır. Gerisi laftır, akıntıya kürek çekmektir, boş gösteridir. KARŞrV'AKA 3. SULH HUKUK M\HKEMESİ a^KİMLİĞİ'NDE 1995 226 esas Davacı Hasan Çakırtaş vekılı tarafından davalılar Refia Ün. Fuat Azat ale>hıne mahkememizın 1995/226 esas sa- yılı dosyası ile açılan Karşıyaka Turan mahallesi 25M-11 D pafta. 36892 ada, 6 parsel sayılı taşınmazın taksimen veya satılarak ortaklığının gıdenlmesi ile ilgilı davada, davalılar Refıa Ün. Fuat Azat adreslennde bulunamamış olmakla. duruşma günü olan 8.6.1995 günü saat 09.10'da duruşmada hazır bulunmaları, aksı halde yokluklannda davanın sonuçlandınlacağı ilanen teblığ olunur. 4.5.1995 Basın: 21516 TARTIŞMA Sorun, YÖK sisteminin kendisi S aym Prof. Dr. Vüksel Bozer'in 8 Mayıs 1995 günlü Cumhuriyet'in ikincı sayfasında "2457 Sayıh Yasada Enstitüler" başlıklı bir yazısı yayımlandı. Saym Bozer. yazıda 2457 sayılı yasa (yani, YÖK Yasası) ile getirilen enstitü düzenine ilişkin gözlem ve eleştirilerini açıklıyor. Buna bir diyeceğimiz yok. Ama Sayın Bozer'in bu konuya. sanki üniversitelerin en önemli ve tek derdı enstitüler sorunu imiş gibi yaklaşmasmı ve sistemin bütünü ile ilgili hiçbir şey söylememesini yadırgamamak olanaksız Sözü uzatmayalım: 1. Hangi parçası ile ele alırsanız alın, asıl sorun, YÖK sisteminin kendisidir. Bu kökünden "yanlış'* ve "muzır'' sistem. ilgili, bilgili ve asıl yetkili olan kişilere (üniversitenin mensuplanna) danışılmaya bile gerek duyulmadan, faşist bir yönetimin tepeden inme kararıyla Türk üniversitelerinin başına örülmüş bir çoraptır. Bu sözde reforma çanak tutan. alkışlayan. eteklen zil çalarak mevki ve mansıp kapma yanşına soyunan herkes bu sorumlulukta derece derece pay sahibidir. Yaşamlannda ciddi bir üniversitenin ne olduğunu bile bilmeyen; bilmelerine olanak da olmayan zamanın egemenlerine kendi ıhtiras ve çıkarlan için vol gösteren, akıl veren ünıversite mensuplan ise en az onlar kadar bu *facia'"nın sorumlusudurlar. 2. Bu çorabın "neden örüldüğü" gün geçtikçe daha da aydınlanmaktadır: Konuşan. devinen ve düşünce üreten kişilerden oluşan canlı kurumlar yerine, monolitik, durağan ve "emrükumanda zinciri"ne baglı "•müstahdemJer"den oluşan ruhsuz bir yapının kurulması hedeflenmîştir. Bunun başanldığı da, dogrusu inkâr edilemez. 3. Enstıtülerle ilgili sorun da aslında bu çarpık yapının küçük boyutlu bir ürünüdür. Bu açıdan bakılırsa YÖK sistemi kökünden yok edilmedikçe enstitülerin dekanlığa ya da rektörlüğe bağlanması hiçbir şeyi değiştirmez. Anabilım dalı ile enstitü arasındaki "mükerrerliği'' kaldınrsak üç beş kuruştan tasamıf dışında neyi çözmüş olacağız? Şunu da ekleyelim: Rektörlüğe bağlı enstitü düzeniyle yiiksek lisans ve doktora öğreniminin yanlışlığı daha YÖK düzeni kurulurken belli idi ve bu (kendilerine hiçbir şey sorulmadığı halde) bazı ögretim üyelerince o zaman bile dile getirilmışti. Fakültelerin kendi bünyeleri içinde yürüttükleri bu çalışmalar acaba ne gibi zararlar ve sakıncalar doğurmuştu da bunun kaldınlması yoluna gidildi? Bunun ciddi bir yanıtı olduğunu hiç sanmıyorum. Üstelik, bugün, özellikle doktora çalışmalannda, rektörlüğe bağlı enstitü sisteminin işlek ve verimli bir düzen getirmediği genellikle gözlenen ve kabul edilen bir olgudur. 4. Sayın Bozer, yazısında, enstitü düzeninde bazı değişiklikler önerirken, enstitü müdürlerinin yine rektör tarafından (üç yıl için) atanmasını ve enstitü yönetim kurullannın da ilgili fakülte yönetim kurullannca seçilecek temsilcilerden oluşmasını önermektedir. Niçin "rektör", niçin fakülte "yönetim kuruhı"? Bunca deneyimden sonra, Sayın Bozer'in aklına, bu görev lere getirilecek kişilerin seçimlerinin, (atanmalannm değil), fakülte ögretim elemanlannca yapılması seçeneği neden gelmiyor? YÖK öncesi üniversitelerde yapılan bu tür seçimlerin sakıncalan acaba ne idi? Enstitü direktörünü "atayacak" olan rektörü, onu seçimle belirleyecek ögretim elemanlannın tümünden daha akıllı, daha basiretli mi sayıyor? 5. Son olarak, YÖK sisteminin yürürlüğe konduğu günden itibaren sözle, yazıyla, bıkıp usanrnadan açıkladığımız ve YÖK uygulaması ile tastamam doğrularunış temel sakıncayı bir kez daha tekrarlayalım: YÖK düzeni, Türkiye'de üniversite kurumunun bağnna saplanmış, çirkin, uğursuz. menfur bir bıçaktır. Bu paslı "alet" bedenden çıkanlıp atılmadıkça üniversitelerin sağlıklı ve gelişmeye "müsait" bilim kurumlan olmalan ' imkânsızdır. Bu gerçek kabuf edilmedikçe ve buna göre yeni ve çağdaş bir yapının oluşturulması çareleri aranmadıkça, YÖK Yasası'nm orasına burasma vurulmuş yamalarla üniversitelere "can vermek", "hao-at vermek" olanağı yoktur. Aydın Aybay 18 Mayıs Perşembe günü DOSYASI" i üvuruhj'ndavuı 5 ılcıyor Bu gazetede "herşeyi bilen" ve size akıl öğreten köşe yazarları yok. Ama herbirı kendi alanında uzman. geniş biryazı kadrosu var. Bu gazete ne bir sermaye grubuna, ne de siyasi bir akıma angaje. Ak ve kara bu gazetede olduğu gibi görünecek, halkımızın deyişine uygun! Haber ve yorum birbirine karışmayacak. Bu gazete size yalnızca doğruları çıplak yazan bir gazete verecek. Karşılığında kendisine vakit ayırmanızı ısteyecek. Bu gazete. rengini boyasından değil, içeriğinden alacak. Bağırıp çağırmayacak, moral hocalığı yapmayacak. Bu gazete okuyucu "avlamayacak". Tiraj için kimseye kur yapmayacak. Bu gazete, referans gazetesi olacak. 1 8 M A Y I S ' T A B A Y İ N İ Z D E AkavCjd No 10 BakJnlıklar, Ankara Te! (312) 4İ9 01 75 Fak> (312)425 74 PENCERE Demirel Neden Bayrak Açö?.. Cumhurbaşkanı Demirel coştu, üst üste konuş- malar yapıyor; gün geçmiyor ki Süleymen Bey te- levizyon ekranında görünmesin!.. llgi çekici konu- lan tartışmaya sürüyor; medya hop oturup hop kal- kıyor; Sayın Demirel'e çatıyor. Kimisi diyor ki: "- Süleyman Bey Köşk'e çekilip yerinde oturamı- yor, güncellikten silinmeye razı değil; Çiller'e kat- lanamıyor; kendisini bir türlü tutamıyor..." Kimisi: "Demirel" diyor, "militarizmle işbirliğiyapıyor, de- mokratikleşmeyi kundaklıyor..." Doğru mu?.. Sakın Cumhurbaşkanı bütün bunlann ötesindeki birdizi nedenle bayrak açmasın?.. 12 Eylül faşizmi Türkiye için bir model öngörmüş- tü: Bir merkez partisi ve solda bir göstermelik mu- halefet!... Evren Cumhurbaşkanı, Özal Başbakan, bu mo- deli 90'a kadar tasıyamadılar; merkez partisi ANAP parçalandı; soldaki göstermelik parti deneyimi tut- madı. Ne var ki 12 Eylül zorlaması, ortalığı altüst etmiş- ti; bugün irili ufaklı siyasal partilerin en çok oy top- layanı yüzde 20'ye ulaşamıyor. Yüzde onluk partilerle ne yapılır?... Olsa olsa koalisyon değil mi?.. 12 Eylül'ün üstünden 15 yıl ve 3 genel seçim geç- ti, 82 Anayasası yerli yerinde duruyor, terör yükse- liyor, enflasyon canavan palazlanıyor, Türkiye dı- şardan kuşatılıyor, Batı'dan dışlanıyor... 12 Eylül 'den sonra "Türk-islam ideolojisine, neo- liberalizme, antidemokratik rejime, merkez partisi tasanmına, Ortadoğu'da Amerikan jandarmalığı- na"göre hazırianmış bu model çöktü. Peki, neyapmalı?.. Kimse ne yapacağını bilmiyor, her kafadan bir ses çıkıyor, şeriat sloganları yükseliyor, Sevr laflan du- yuluyor, Türkiye'yi bölmek üzerine seferberiik sürü- yor, etnik ve mezhepsel çelişkiler pompalanıyor, la- ikliğe karşı kampanya yürütülüyor. Herkes şaşkın.... Terörü durdur.. Durdurulamıyor. Enflasyonu düşür.. Düşürülemiyor.. Umutsuz halk kitlelerı, yoksulluktan bezerek uma- nnı öteki dünyada aradığından, Müslümanlığı siya- sete alet eden partiye doğru kayıyor. Demokrasi yap!.. Yapılamıyor.. Meclis çoğunluğu, demokratikleşmeye karşı di- reniyor. Içerden dışardan, Türkiye Cumhuriyeti'nin miadının dolduğunu söyleyip Sevr'i gündeme geti- rerek 2'nci Cumhuriyet hazırlıklan yapanlar çoğalı- yor. Seçimden gelmeyen, ayakları yerden kesik bir bayan, parti kongresiyle başbakanlık koltuğuna oturmuş... Başbakan bir âlem!.. • Cumhurbaşkanı Demirel işte bu ortamda bayrağı açtı... Çıkışı ya rastlantıdır.. Ya da bilinçlidir.. Geçmişte yaşanan olaylara ve Süleyman Bey'in kişiliğine bakarsanız, bu çıkışın rastlantısal ol- duğunu söylemek güç!.. Cumhurbaşkanı'nın kafasında bir şeyler mi var?.. Çalışamayan Meclis'in, yürüyemeyen Baş- bakan'ın, tıkanan rejimin, kilitlenmiş politikanın ve bütünüyle yaşanan karmaşanın yarattığı güç koşul- larda Süleyman Bey'in uyarıları, kavgasız, gürüi- tüsüz ve serinkanlılıkla tartışılmalıdır. GALERI • ATÖLYE 2 9 3 8 9 7 8 (3HAT) MEHPARE AKSOYYİGİT "Yitik Zamanlar" 6-25 Mayıs '95 if Be'Mıyesıistarou y Ga'e'isı No 73 SERBEST ATOLYE SERGİ2 Claıre Ancel Sona Erol Nellı Gavrıyeloğlu Sara Hatem Fügen Lemari Neşe Oğun 1 5 Mny s ' Haztran'90 YukseJ Sabancı KLiltUf Morkezı Yıld'Z Tekmk Clrnversıtesı Tel 259 70 70 ' 317 MUŞ ASLİYE HÜKUK HAKİMLİĞİ'NDEN 1989/692 Esas Davacı SSK Genel Müdürlüğü tarafından davalılarOs- man Kubat ve Güneş Sigorta A.Ş. Kabataş tstanbul fır- ması aleyhine açılan alacak davasının yapılan duruşma- lan sonunda. davanın kabulüne ilişkin mahkememizce verilen 23.8.1994 tarih ve 1994224 sayılı karann, dava- lılardan Seymenler Mahallesi 3. Cadde, No. 57 Gölbaşı Ankara adresınde mukım Osman Kubat'a, adresinden aynldığından teblıği mümkün olamamış ve adresi meç- hul kalmış olduğundan, basın ilan yoluyia karann ken- disine tebliğine karar venlmıştir. 7201 sayılı Tebligat Ka- nunu'nun 20-30 maddeleri gereğince karann gazete ila- nı ile davalıya tebliğine, ılan tarihinden itibaren 15 gün- lük süre içinde temyiz ediimedıği takdırde kesinleşmiş sayılmasına. aynca karann mahkeme dıvanhanesinde asılmasına, ait durum ilan olunur. 15.3.1995 Basın: 15286 SELÇUKSULH HUKUK MAHKEMESİ Sayı: 1990/125 Davacı Salih Evın vekıli tarafından davalılar Mehmet Ali Inceoğlu vs aleyhine mahkememize açılan Selçuk, Belevi Köyü Çamlıbel mevkiinde kain 709 parselin ıza- lei şüyu davasının yapılan açık duruşması sırasmda, da- valılardan Ali Genç adına çıkanlan teblıgatın bila tebliğ mahkememize iade edıldıği. zabıta araştırmasına rağ- men adresi tespıt edilemedığınden, adına ılancn tebligat yapılmasına karar verilmiştir. Verilen ara kararı gereğince davalı Ali Genç'in 17.05.1995 günü saat 10.30'da tüm delilleri ile birlikte mahkememizde hazır bulunması, duruşmaya gelmediğı gibi kendisini bir vekılle temsil ettirmediği takdırde du- ruşmaya gıyabında devam olunacağı ve gıyabında karar verileceği dava dılekçesı yenne kaim olmak üzere ila- nen teblığ olunur. 3.5.1995 Basın: 21444
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle