Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9 NİSAN 1995 PAZAR
14 KULTUR
1 4 U L U S L A R A R A S I I S T A N B U L F İ L M F E S T Î V A L İ
PORTRE / MtLCHO MANCHEVSKt
Osküp doğumlu (1 959) Makedon yönetmen Mflcho
Manchevski, ülkesinde sanat tarihi öğrenimi gördük-
ten sonra ABD'ye giderek Southern Illinois Üniver-
sitesi Sınema Bölümü'nden mezun oldu. Okuldan son-
ra sırasıyla senaristlik. reklam filmi, belgesel ve
videoklip yönetmenliği yaptı. 1992 yılındarapdalın-
daki videoklibi MTV ödülü kazandı. Ilk uzun metra-
jlı filmıne başlamadan önce senaryolannı kitap halinde
yayımladı.
tngüiz yönetmen Alan Parker
Yaşam,
duvann
dışında
anlamlı
Ünlü Pink Floyd'un eğitim
sistemindeki aksaklıklan haykıran, bu
nedenle grubun dinleyenleri kadar çok
genç kıtleyi de saran ve çok satan
albûmûnden uyarlanan "Duvar" fılmi,
bugüne dek çekilmiş en uzun rock
müzikallerinden biri.
Bir rock yıldızının zihinsel çöküşünü
ele alan fılrn. hipnotik imgelerle dolu.
Alan Parker'ın yönettiği, Bob
GeJdofun başrolde oynadığı
a
Dırvar"dakJ canlandırma sahneleri,
politik karikatürler çizen Gerald
Scarfe'ın imzasını taşıyor.
Öykünûn kahramanı Pink, başanlı bir
rock yıldızıdır. Kansı tarafından başka
bir erkek ugruna terk edilen Pink,
geçmışini anımsar: Babasmm savaşta
ölümü, okul yıllannda psikopat
öğretmenlerin hakaretine uğrayışı,
annesiyle ve kansıyla olan ilişkisi.
Intihann ve deliliğin smırlannda
dolaşan Pink, artık yorgun ve
yıpranmış biridir ve kendı kendini yok
etme mekanizması yavaş yavaş
çalışmaya başlar. İç karartıcı bir
şekılde televizyon kanallan arasında
gidip gelen, gitgide daha da çok
uyuşan Pink, geçmişini anımsadıkça,
kâbustan farksız sahneler, gözünün
önünde canlanmaya başlar ve en
sonunda etrafinda bir duvar örer.
Birdönem Pink Floyd'un beyni
sayılan ve bu albümden bir sûre sonra
yoluna yalnız başına devam karan
alan Roger VVaters'ın yazdığı
sözlerden oluşturulan senaryo,
Scarfe'ın çizimleriyle zengınleşmiş.
"Fame"de mûzikal ağıriıklı bir dili
denedıkten sonra Hollywood'un
kendine sunduğu on iki milyon
dolarhk bütçeyle "Pink Floyd-Tne
WaITı yöneten Alan Parker" ın bu
filmde bekJenildiği ölçüde başanlı
olduğu söylenemez. Ancak albümün
başansı, sıradışı müzik yine de
seyirciyi beyazperdeye bağlıyor.
BUCUN
EMEK: 12.00/Tutku
Imparatorlugu, 15.00/ 2001:
Uzay Macerası, 18.30/ Tutku
Imparatorlugu, 21.30/ 2001:
Uzay Macerası
FtTAŞl: 12.00/Felemenk
Usta + lslak, 15.00/Pink
Floyd- Duvar, 18.30/ Felemenk
Usta + lslak, 21.30/Pink
Floyd- Duvar
FİTAŞ2: 12.00/Kapalı
Dünyalar, 15.00/
Hiroşima Sevgilim,
18.30/Kapah Dünyalar.
21.30/Sebastiane
FİTAŞ3: 12.00/Tommy
Tricker'in Dönüşü. 15.00/
Kargalar, 18.30/Fantastik
Öyküler, Masallar ve..., 21.30/
Kargalar
REKS: 12.00/ Ejderha Daniel.
15.00/ Jesus Christ Superstar,
18.30/ Düşen Adamlara Bak,
21.30/ Yağmurdan Önce
YARIN
EMEK: 12.00/ Tango, 15.00'
Holywood Kid'in Yaşamı ve
Öiümü, 18.30/Tango, 21.30/
Gecelerin Kraliçesi
FtTAŞl: 12.00/HerGün
Pazar, 15.00/Cennetin
Çocuklan, 18.30/ Her Gün
Pazar, 21.30/Cennetin
Çocuklan
FİTAŞ2: 12.00/
Yıldızh Kubbe.
15.00/ İngiliz.
August, 18.30/
Yıldızh Kubbe,
21.30/İngiliz,
August
FİTAŞ3: 12.00/Iş,
15.00/ Gelin, 18.30/ Yumuşak
Ten, 21.30/ Umut
REKS: 12.00/ Sevda Yazı,
15.00/ Kocaman Balkabağı,
18.30/Aile,21.30/lbtiras
Labirenti
KAÇIRMAYIN
2001: Uzay
Macerası:
Stanley
Kubrick'in dört
milyon yıl önce
maymun
adamın silah
olarak
keşfettiği
kemik
parçasını
200 l'de uzay
aracına dönüştürmesiyle gelişen
fılm, özellikle çarpıcı müziğiyle
sinema tarihine geçti. Ilk kez
yörûrrge ve uydu olaylannı
tanımlayan yazar Clârke'ın The
Sentinel adlı yapıtından uyarlama
fılmin senaryosu. (1968-141 dk.)
Düşen Adamlara Bak:
Kumarbaz Marx fedai
durumundaki genç Johnny ve
amatör dedektif Simon. Uç adam
arasındaki garip dostluğun, usta
senarist
Jacques
Audiart'ın
kamera
arkasma
geçmesiyle
şekillenen
öyküsünde
Fransız
polisiyelerinin
o unutulan
güzel tadını
rsiniz. (1994, 100 dk.)
Jesus Christ Superstar: Tiyatroda
büyük ilgi görmüş oyundan
Norman Jevrison'ın (Günaydın
Vietnam) sinemaya aktardığı fılm,
görüntüden çok müziğiyle
döneminde dikkat çekrnişti. Bu
rockoperanın lsa'yı rockçı şekJinde
vermesi tepki toplarken zengın
kadrolu sahneleri destekleyen
müziğin görkemiyle iyi gişe hasılatı
yapılmıştı.(1973, 107 dk.)
Makedon yönetmenden Balkaıı gerçeği
CUMHUR CANBAZOĞLU
"Son on yıkla ilk filmryle böyle ilgi çe-
ken genç yönetmen (,ıkmadı.~ Batı bası-
nı, Venedık'te Milcho Manchevski'nın
Yağmurdan Önce'sini ızledikten sonra
film için bu yonımu yapmıştı.
Manchevski, kendi deyimiyle Kies-
knvskTnin ahlaksal anlayışıyia Peckin-
pah'ın şiddetini bir arada vererek sava-
şın fazla ûzerine gitmeden çalışmayı he-
deflemişti ve Bosna savaşından sonra
çatısını çattığı bu senaryoyu tam on iki
yıl önce yazmayabaşlamış, devletin en-
gellemesiyle 1994'e kadar bekletmişti
Iç içe geçmiş üç öykü
Yağmurdan Önce, birbirinden bağım-
sız gibi görünen ancak iç içe geçmiş üç
öyküden oluşuyor. Binnci öykü 'Söz-
cükler'de suskunluk yemini etmiş genç
papaz Kiril'in huzuru, sılahlı bir grubun
intikam almak için takip ettiği Arnavut
kızı Zamira'nın 12. yüzyıldan kalma
manastıra gelmesiyle bozuluyor. Sahne
değişıyor, 'Yûzler' adlı bölümde kame-
ra bu İcez Londra'ya gidiyor. Makedon
savaş muhabiri Alexander (Rode Ser-
bedzija) eski Yugoslavya'ya dönüp bir
şeyler yapmak ıstıyor. ancak sevgilisi
Anne (Katrin Cartlidge) aynı görüşü
paylaşmıyor.
Yağmurdan Önce (Before The Rain) katıldığı 1994 Venedik Film
Festivali'nde büyük ödül Altın Arslan'ı aldı. Eleştirmenler,
Manchevski'yi geçen yılın sürpriz yönetmeni seçtiler.
Üçüncü bölümde Alexander, doğdu-
ğu topraklara dönüyor, ama etnik kinin
en yakın dostlan bile birbirinedüşürdü-
ğünü göriiyor. Kiril'in, Zamira'nın ve
Alexander'ın kaderi sonunda aynı nok-
tadabirleşiyor...
Filmın adı, okulu bitirdikten sonra bir
süre ABD'de çalışıp Makedonya'yadö-
nen Manchevski 'nın sınınn öte yanında-
ki savaşın, ülkesine ne zaman sıçrayaca-
ğını beklediği günleri yansıtıyor. Etrafı
ateş çemberiyle çevrili Makedonlar,
yağmurdan önceki kara bulutlu, sevim-
siz havanın sıkıntısına benzer bir duy-
guyla savaşı bekliyorlar...
Çekimler ato hafta sürdû
Çekımlen altı haftada tamamlanan,
hatta bazı bölgelere ulaşabilmek için
yollann bizzat film ekibi tarafından ya-
pıldıği çalışmalar sırasında, yıllar önce
Manchevski'nın benzer senaryosunu
engelleyen Makedon yöneticiler yar-
dımda bulunmuşlar.
Yağmurdan Önce'yı önplana çıkaran
özelliği, inandıncı yüzleri, diyaloglan
ve etkileyici öyküleri. Bir de Beastie
Boys'un fılmin uğurlu sayısı üç kez tek-
rarîanan rap tarzında saldırgan müziği-
nin yardımı da önemli. Manchevski, bu
başanyla her gün televizyonda birçok
ölü gören insanlara. kopan vücutlar, sü-
rüklenen cesetler göstermeyerek, sava-
şı fona alarak seçtiği yolun ne kadar doğ-
ru algılandığıni da ispatlıyor.
Yağmurdan Önce. insanoğlunun önü-
nü karartan ırk. kültür, aşk gibi sınırla-
nn yükselişıni, çözümlerin 'çözülemeye-
cek kadar' tarihin derinliklerinden gel-
diğinı vurguluyor.
Ehıygu değil, tutkıılanıı imparatorluğu
SUNGU ÇAPAN
"Duygu Imparatorlugu" adıyla sine-
malarda izlemek firsatını bulduğumuz
"Ai No Borei - Tutkulann İmparatorlu-
ğu" 1978'de Cannes Fılm Festivali'nde
Oşima'ya en ıyi yönetmen ödülünü ka-
zandıran bir "imparatorluk" filmi. Ilk
film Duygulann tmparatorluğu'ndan
farklı ve devamı fılan da değil.
Baştan belirtmeli, Oşima'nın, birbiri-
ni tamamladığı gibi birbirinden ayn ve
bağımsız olarak da algılanabilecek ünlü
imparatorluk ikilemesinin bu ikinci par-
çası, ilk fılm kadar irkiltici ve şaşırtıcı
değil.
Filmin konusu, gazetelerde zaman za-
man yer alan sıradan bir "zabıta habe-
ri"ni çağnştınyor, "âşığryla bir olup ko-
casını doğradı" gibisinden.
Cinsellikle ölüm arasındaki yakın iliş-
kileri konu edinen ve 1936'da gerçekten
yaşanmış bir olaydan hareket eden ilk
filmin zamanından daha da gerilere gi-
den Oşima, bu kez 1895 'te yoksul bir Ja-
pon köyünde geçen bir kan-koca-sevgi-
li ücgeni öyküsünü anlatıyor. Kadın ya-
?ar Itoko INakamura'nın "Çekçekçi Gi-
saburo Cinayeti Dosyası" adlı öyküsün-
den uyarlanan ve geçmişi anımsayan
yaşlı bir kadının ağzından anlatılan film,
önce ilkel kişilerin tutkulu yasak aşk iliş-
kisi olarak gelişip ihtiras cinayetıne dö-
nüşerek vicdan azabınm ele verdiği bir
trajedıyi görüntülüyor.
"Narayama Türküsü" cinsinden ger-
çekçi. doğalcı bir tasvir anlayışını be-
FESTlVALDEN NOTLAR...
Festivalfilıııleriııiizlemek sabır ister
Festival seyircisi özeldir.
Hışırtıya. gürültüye karşı
son derece duyarlıdır.
Yıl boyunca gösterimde-
ki fılmlerde sesini çıkarma-
dan, güriJltü yapanlara mü-
dahale etme gereği duyma-
dau uslu uslu filmini izle-
yen seyirci, bir yıllık hıncı-
nı festival süresınce elinden
geldiği kadar alır "yaramaz
se>ird"den.
Birkaç noktaya dikkat
çekmekte yarar var
Tepkili ve sinirli festival
seyircisi önceden bilet aldı-
ğı fılmlere neden geç gelir?
Ve sinema yöneticileri geç
gelen seyirciyi - hatta film
başladıktan 15 dakika son-
ra!- neden sinemaya alır?
Geç gelen seyirci sessizce
yerine oturup filmi yakala-
raaya çalışacağına neden ıs-
rarla gürültü yapar?
- Her yıl festival başlama-
dan önce sinema eleştir-
menlen bir liste hazırlar.
Ve pek çok seyirci seçim-
ler.ni yapmadan önce bu
listtlere bir göz atar ve ge-
nelde bu filmlere bilet bul-
mak zor olur.
Bu yıl da Alain
Resnais'nin
"Smoking- No
Smokmg" adlı ya-
pımlarısrarlaöne-
rilen filmler ara-
sındaydı.
Herkesin büyük
beklentilerle izle-
diği bu filmler si-
nema eleştirmen-
lerinin beklediği
ilgiyi ve takdiri
görmedi.
Her biri 2 saat
20 dakika süren
filmleri "sabıriı
festival irieyicisi"
sonuna kadar iz-
lerken, 'interaktiT
sinemadan hoşlan-
mayan ve fılm için
gereken sabn gös-
termeyi reddeden
seyirciler biletleri-
ni satabilmek için
oldukça uğraştılar.
Saat 18.00'de sinemaya lan biletleri nasıl satabıle- şikliği dışında festival ol-
girebilmek için büyük çaba ceklerini düşünüyorlardı dukça düzenli işliyor.
harcayanlar saat 21.00'de kara kara. Bir yandan sinema tarihi-
binbir güçlükle satın aldık- - Bir kaç program deği- nın unutulmaz filmleri, di-
ğer yandan genç
yönetmenlerin bir
daha Türkiye'de
asla izleme fırsatı
bulamayacağımız
filmleri...
Onat Kutlar'ın
dediği gibi artık
bu kentte sinema
tam bir şenlik!
- Usta yönet-
men Robert Alt-
man'ın "Nashvil-
le" adlı filmi de.
belki uyku saati-
ne denk gelme-
sinden "festivakle
sonuna dek izle-
nemeyen filmler"
kervanına katıldı.
Robert Alt-
man'ın Ameri-
ka'ya en radikal
eleştirilerini yö-
nelttiği iki buçuk
saat süren bu
filmdeki giriş ve
çıkışlarda bir tu-
tarsızlık gözlemlendi.
21.30'da başlayan film
bittiğinde saatler 00.30'u
gösteriyordu ve ilk yanyı
sandalye üzennde seyret-
mek zorunda kalan seyirci-
ler ikinci yanyı boşalan kol-
tuklarda rahat rahat seyret-
menin mutluluğunu yaşı-
yorlardı.
- Festivalin açılış gece-
sinde gösterilen Nikita
Mikhalkov'un "Güneş Ya-
mğf" adlı filmi de açılış için
biçilmiş kaftandı.
Sinema dünyasından pek
çok davetlinin katıldığı bu
gecede SÎNE- SEN de ka-
leme aldığı bir bildiriyle u-
laştı sinemaseverlere.
Vakfın sinema emekçile-
rine yanızca iki seans için
geçerli olan serbest giriş
kartlanndan vermesini
eleştiren StNE- SEN bu
durumu protesto ediyor ve
kartlan iade ettiklerini du-
yuruyordu.
Oysa bu meslek kartlan
12.00 ve 15.00 seanslan
için geçerliydi ve StNE-
SEN'e üye olan sinema
emekçileri de akşam seans-
lannda yinelenen filmleri
görme şansına sahipti.
nimsemektense filmin dramatik yapısın-
da bir soyutlamaya giden Oşima, katil
âşıklan doğaüstü güçlerin, hayaletlerin
kol gezdiği. karanlık ve kasvetli bir ce-
hennemi atmosfere mahkûm ediyor. Ka-
dının kendınden 20 yaş genç sevgilisiy-
le pasta aracılığıyla başlayan ilişkisin-
deki orgazm iniltileri ve cilveli aşk hınl-
tılan, giderek cinayetin doğurduğu vic-
dan azabının tüm rüzgârlanna ve kasır-
galanna yerini bırakıyor.
Dflşsd ve fantastik sahneler
lşlenen suçu kaül âşıkJann yüzüne vu-
rurcasına köyde dolanan kocanın haya-
letinin intikam peşine düştüğü filmde,
kaçınılmaz "kaderin ağlannı ördüğü"
kahramanlanmızın gittikçe sıkıştığını,
işledikleri cinayetin altında ezilip finale
doğru içinde bulunduklan doğal gerili-
min iyice tutsağı olduklannı; ortalama
seyirciyi yer yer sıkan sisli, puslu, düş-
sel ve fantastik sahnelereşliğinde izliyo-
nız. Sekı'yle Toyoji'nin yasak aşkı. ko-
ca Gisaburo' nun hayaletinin devreye gir-
mesiyle bulanıyor.
Ve Kabuki tiyatrosu oyunlan ya da an-
tik Yunan trajedilerindeki soytanlan
anışrıran komik birpolısin gittikçe sıkış-
tırdığı çember, doğaüstü güçlerin de yar-
dımıyla daraldıkça daralıyor. hiçbir sa-
bunun temizleyemeyeceği cinsten suçla-
nn bedelıni çaresizce kabullenip alınya-
zılanna bovoın eğiyorlar Oşima'nın tra-
jık kahramanlan.
tnsanı göbek bağı gibi toprağa bağla-
yan, cesedin atıldığı kör kuyunun sem-
bolik bir işlevi var filmde.
Cinayete, kocanın ortadan
kaldınlmasına yol açan, Se-
ki'nin Toyoji tarafından
"tıraş edilmesi" bölümü bir
çeşit ferişizm ya da Batılı se-
yirciye çıkanlmış eğzotik
bir çağn olarak algılanabi-
lirken, Oşima'nın hayaleti-
nin zırt pırt ortahklarda gö-
rünen geleneksel hayaletler-
den farklı, kötüye karşı iyi-
den yana olan bir hayalet ol-
duğu sezinleniyor.
Dginç Japon \apunı
Japon mevsimlerinin do-
ğal görkemiyle yer aldığı,
özellikle kış ve sonbahar
(ilkbahar yok) agırlıklı, kar-
şıt renklerin peş peşe dizil-
diği görüntülerin düzeyi ve
"Kwaidan"ın da mûziğini
yazan Toru Takemitsu'nun
"aşkın tahripkârüğını" rüz-
gâr, kar, yağjnur, yaprak hı-
şırtısı, kuş sesi vb. gibi do-
ğal öğelerle veren etkili mü-
ziği, Oşima temalannın ka-
taloğu izlenimini uyandıran
bu ilginç Japon yapımının
belirgin üstünlükleri.
Biçimciliğini bir çeşit
klasisizme dönüştüren Oşi-
ma, hayaletler, düşler, belir-
sizlikler, sisler, mor filtre-
ler, ters ışıklandırmalar ve
ağır çekimlerin emrine koş-
tuğu anlatımını, egzotik
öğelerle destekleyerek po-
püler ve yer yer ilginç olabi-
len bir estctiğe ulaşıyor.
KOŞEBENT
ENİS BATUR
Yeni bir Ahlâk
Tabulardan ve değerterden söz ediyordum, konu
gelipahlâkın alanında, etik bir düzlemde düğümlen-
di. Tabulaştırılmış kişi, konu ya da olayın dokunul-
mazlık kazanması tepkinin birikmesine, gitgide bü-
yümesine, patlama noktasına ulaşmasına yol açar.
Hiçbir eleştiri payı tanınmamış, yargı gücüyle hiç yüz
yüze gelme olanağı sağlanmamış olduğu için, vana-
lar gevşediği an ölçüsüz bir saldın başlar. Soğukkan-
lı değerlendirmelerden, tartımdan, mesafeli bakış-
tan eser yoktur artık: Daha çok bir infaz seansını an-
dınr tabu yıkma işlemi.
1980 sonrasında, birçok noktada hırsla odaklanıl-
dı. Atatürk, cumhuriyet, demokrasi, sosyalizm, Nâ-
zım Hikmet, Yılmaz Güney.. dilimin ucuna ilk ge-
len örnekler. Tabu, totem, tapıncak, dokunulmazlık
şüphesiz sarsalanması gereken kavramlardı. Gelge-
lelim, ipin ucu kaçtı. Atatürk'ün ya da sosyalizmin tar-
tışılması, gözden geçirilmesi, yeniden değerlendiril-
mesi şarttı; ama bunun yolu, onlann önce tuzla buz
edilmesinden mi geçmeliydi: Emin değilim. Tabula-
n, doğru değerieri, korunması ve yaşatılması gerek-
li yanlanyla birlikte yıkmak bizi ya başka uç değerie-
ri savunup yeni tabular inşa etmeye, ya da sığınacak
temel değerlerden yoksun bir ortamda yaşamayı
sürdürmeye sürükledi.
Bu yakınlarda, günlük bir gazetede, bir öğretim
üyesi "Nâzım Hikmet'i sevmekzorunda olmadığınr
yazıyor, yıllar yılı bu zorunluğun dayatıldığını ileri sü-
rüyordu. Biryanıylahaklıydı: Nâzım'ı sevmek zorun-
da bırakıldığımız, tersini savunmanın neredeyse ola-
naksız kılındığı ortamlann içinden geçtiğimiz olmuş-
tur. iki yanıyla haksız göründü bana, yaklaşımı. Bir
Nâzım tabusunu, önce onun adının anılmasını bile
sakıncalı gören, ondan bir karşı-tabu yaratan birdö-
nem hazıriamamış mıydı? İki: Karşı-tabudan tabuya
geçiş nasıl doğru değilse, tabudan karşı-tabuya ge-
çiş de doğru sayılamaz: Nâzım'ı sevmek bir zorun-
luluk olmamalı elbette, ama onu sevmemek de bir
zorunluluk duygusuyla karşı kefede biçimlenmeme-
li.
Sonuç olarak, neyin sımgesi olarak görürsek gö-
relim, Nâzım Hikmet bir şair, bir edebiyat adamıdır.
Yaprtını sevip sevmemek bize kalmalı, dönemlerin ya
da ortamlann yarattığı genel hava belirlememeli ki-
şisel seçimlerimizi. Kendi gerekçelerimizi, değerle-
rimizi doğru dürüst oluşturup beslersek, Nâzım'da
sevdiklerimizi ve sevmediklerimizi kolayca biribirle-
rinden ayırmayı, ona öyle bakmayı da öğrenebiliriz.
Işin açığı, tabulara gerçekten gereksinme duyma-
mak, karşı-tabulara gerçekten gereksinme duyup
duymadığımıza da sıkısıkıya bağlıdır.
Atatürk, cumhuriyet, devletçilik üçgeninde de du-
rum bana farklı görünmüyor. Yıllarca eleştiri süzge-
cinden uzak tutulmuş olmak, pek çok şeyin birden
söylenmesine, tartılmadan söylenmesine yol açmış-
tır. Öyle bir noktaya gelindı ki, Atatürk biryanlışlaryu-
mağına indirgenmek istendi. Atatürk tabusunun ne-
gatif dokunulmazlık coğrafyasına ittıği Rıza Nur ya
da Saidi Nursî, o hızla aynı hizaya taşındı. İpin ucu
diyorum, ya burada ipin ucu neredeyse kayboldu.
Atatürk'e, onu hepten diskalifîye etme duygusu ve
kararlılığı içinde yönelin birinin tabu mimarlanndan
ne farkı olur, olabilir? Sevgiden gözü görmeyenle,
nefretten gözü dönmüşün en büyük ortaklığı göre-
memek değil midir? Kendi payıma, ikisinin durumu-
na da düşmek istemem gerçi, ama ille de birini se-
çeceksem, sevgi körünü nefret körüne yeğlerim.
Cumhuriyet ve devletçilik, sosyalist sistemin çö-
küşünden sonra iyiden iyiye topa tutulur oldu. Dev-
letin küçülmesi iyidir. Hatta çok iyidir. Gelgelelim,
serbest ekonomi ya da liberal ekonomik, haklılık esa-
s/na yönelik bir arayışın içine girmediği sürece van-
dal bir tabu olmanın ötesinde nasıl ele alınabilir? De-
ğer biriminin para, daha çok para; değer sisteminin
'güçlülerin zayıflann üzerine binmesi' olarak özetle-
nebilir olması durumunda savunulur bir yaşama dü-
zeni, bir dünya düzeni oluşması beklenebilir mi?
Türkiye, eski tabulan ile yeni tabulan arasında, ckj-
di bir yapılanma gereksinmesi duyuyor belli ki. Siya-
sette, ekonomide, kültürde, gündelik yaşamda en
büyük kaybımız ahlâk düzlemindedir. Beğenmediği-
miz Atatürk cumhuriyetinın, beğenmediğimiz sosya-
lizmin dayandığı güçlü birer ahlâk temeli vardı. On-
lara katılmayabiliriz, onlan kıyasıya eleştirebiliriz, a-
ma onlardan dönüp öğrenebileceğimiz, bugüne ka-
zandıracağımız pek çok öğe olduğunu kabullenmek
zorundayız.
Yoksa, bugünün hepten vidalan gevşemiş değer-
ler ortamını gene bugünün ortada cirit atan geçersiz
toplumsal projelerinin yönlendırdiğini anlayamadan,
beşik ile tabut arası, geçip gideceğiz demektir.
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKANLIĞI
KURULUŞU: 1946
ÖZDENOĞLU ŞİİRİÖDLLÜ
Birliğımızce; Şaır, Yazar ve Çevre Savaşımcısı Şınası Öz-
denoğlu adına, her yıl ayn bir dalda (şiır, deneme ve çevre)
gerçekleştirılmek üzere ödüllü bir yarışma düzenlenmıştir.
1995 yılında "Şur" ödûllendınlecektır.
Katılma koşullan şunlardır:
1- Şiırde konu serbesttır.
2- Yarışmacı, yarışmaya en çok (2) şıırle katılabılır.
3- Yanşmaya, I Ocak I995'te 35 yaşmı doldurmamış
herkes katılabilir. (Nüfus cûzdanı fotokopisi eklenecektır.)
4- Şurler, daktılo yazısıyla (3) sayfa>ı geçmeyecektır.
5- Şıırlerın, daha önce yayımlanmamış ve herhangı bir
ödül almamış olması gerekir.
6- Yapıtlar, (5) nüsha olarak, en geç 1 Eylül 1995 gönü
saat 17'ye kadar birlıgımıze ulaşmak üzere, yarışmacının
adı, soyadı, adresı ve kısa özgeçmişıyle birlikte, taahhütlü
olarak (Mülkıyelıler Bırhğı Genel Başkanlığı KonurSokak
No: I Kızılay/Ankara) adresıne postalanacaktır.
7- Yarışmanın bırıncısıne (10.000.000) ıkincisıne
(7.500.000) üçüncüsüne (5.000.000) Iıra ödülle bırer plaket
verılecektır. Jürı. değerlı gördügü şiırleri mansıyonla ödül-
lendirebılecektır.
8- Mülkıyelıler Birliğı'nin, ödül kazanan eserleri (3) yıl
süreyle yayımlama hakkı vardır. Bu süre, yanşma
sonuçlarıııın basında yayımlandığı tarihten başlar. bu
sürenın bıtımınden başlayarak, ödül sahıplerı yapıtlannı
yayımlayabılırler.
9- Yarışmanın sonuçlan, 29 Ekim 1995 günü başında
aç/klanacak, ödüller Sıyasal Bılgıler Fakültesi'nın kuruluş
yıldönumü olan 4 Aralık 1995'te törenle verılecektır.
10- Yarıgma jürısı, aijagıdakı kışilerden oluşmaktadır:
- Yekta Güngör Özden (Anayasa Mahkemesı Ba^kanı-
Şaır)
- Prof. Dr. Mustafa Canpolat (Ankara Ûniversitesi Öğre-
tim Üyesı)
- Prof. Dr. Cengiz Ertem (Hacettepe Ûniversitesi Öğre-
tımÖyesı)
- Ahmet Özer (Şaır-Kıyı Dergisı Sanat Danısmanı)
- Sahh Er (Mülkıyelıler Bırlığı Vakfı II. Baskanı)
KonurSokak No: 1 Ankara Tel: 418 3372 Faks: 418 82 96