28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 NİSAN 1995 CUMAFTESl CUMHURİYET t* SAYFA i KULTUR 15 ZeMFaikIzer'in resim sergisiKareSanat GalerisVnde 8 mayısa dek sürecek SADİ FAİK tZER Yıl 1943, Zeki çok renkli çalışıyor. Meslekta$!an taraftndan sık sık söyle- nen bu sözlerin bir övgü mü yoksa bir eleştiri anlamına mı geldiğinı aradan kıık beş yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ çö- zûmlemiş değilim. Ancak yine o yıllarda bir gece evin ka- pısı çalınıp içeri buyur edilen bir ressam dostun. "Zekiciğim. bana şu modern res- mi anlatsana" dedığınde, yeni oturulmuş aile sofrasından kalkıp salonda geceya- nsına kadar süren konuşmasına hayran- lıkla kulak misafîri olmuştum. Ona kar- şı duyduğum hayranlık, onu 1988'de kaybetmeme rağmen hâlâ aynı şiddetle sûrmektedir. Avrupah meslektaşlan Ikinci Dünya Savaşf nın yorgunluğunu boyutlan git- tikçe büyüyen tuvallerde atarlarken o bu- rada tûm Türk ressamlan gibi yokluklar nedeniyle küçük boyutlu kontrplaklarda ve yeni yeni ortaya çıkan düralitlere re- sim yapmaya çalışıyordu. Bir seferinde dayanamayıp Fransa'dan çeyiz olarak gelmiş olan bir keten çarşafi annemin şaşkınlık dolu bakışlan arasında tuval yaptığını hıç unutamıyorum. Yenilerini almak güçleşınce arka yü- zeylerinden yararlanma yoluna gidiyor- du. Bu nedenle savaş ve sonrası yıllan- nın tüm resimleri çift yönlüdür. lçtiği Ye- nice sigaralannın küçük mukavvalan, her tür ve kalıte kâğit, eline ne geçerse onun ıçın resim yapılacak bırer alandı. Sürekli desen çizıyordu, yağlıboyalann dışında, bıkıp usan- madan. Ressamdı, ta- bıı ki tüm ınsanlar gı- bi onun da bir hobısi vardı, ancak onun ho- bisi biraz değişiktı, yine resim yapmak. Mesleği ressamlık bobisi de resim olun- ca, ortaya binlerce eser çıkması çok do- galdı ve bu olay onu iki kez ressam ya- pıyordu. Akademidekı fotoğraf atölye- sinin kuruluşu ve oraya hoca olarak atan- ması Türk fotoğraf sanatına yeni bir so- luk getirdi. llk kez Türkiye'de bir sanat anlayışı ile fotoğraflar çekiliyor, siyah, beyaz ve tonlannın tüm güzelliklerinin hakkını vererek. Bir başka oluyordu res- sam gözüyle objektifîn kaptıklan. Daha sonralan afiş atölyesinin hoca- lıği, o zamandan başlayarak çağdaş afiş- ler üretiyor öğrencıleri. O öğrenciler ki, şimdi ülkemizin iftihar kaynaklandır. Tüm mesleğine âşık, üstün sanatçılar gibi içinde kopan firtınalar zaman za- man dışa vuruyor. Çalıştığı zaman yanı- na yaklaşmak imkânsız, sessizce onu ge- Babaııı Zeki Faik Izerrilerden odanın en uç noktasından izler- dim. O zamanlar dudağından eksik ol- mayan Yenıce sigarası, titreyen, fakat fir- ça tutarken sakinleşen ellerini izlerdim. Içindeki boranm yansıyışını görürdüm boya darbelerinde. Resim yapmak değil, sanki bir savaştı, onu yorgun düşüren fa- kat tuvale hayat veren. Ancak sakinleş- tiğinde varlığımı fark eder, bazen dönüp sorardı: Nasıl buldun? Sonra resimdeki kayıp yıllanm dedi- ği müdürlük dönemi onu palerinden ko- paran bir nısan yangını. Bir yangın yeri- ni alıp içinde eğitim yapılabilir duruma getirmek. Gelmesi gereken tahsisatlan kovalamak için on günde bir aşındınlan Ankara yollan. Ressam gitmiş, yerine inşaatla ugraşan biri gelmişti. Ama res- me duyduğu saygının eşini, yeniden can- landırdığı binaya, akademisine vermişti bu kez Ya yok olmuş bir kütüphanenin yerine yenisini oluşturmak. Hepimiz tüm öğrenciler seferber olmuştuk 3 mart ba- losunun biletlerinden bağış toplamak için. Ve o balonun geliriyle kurmuştu ye- ni kütüphanenin temelinı Resimdeki kayıp yıllan. bugünün Mi- marSınan Üniversitesi'nin binasını oluş- turdu. Ve eskı heykel atölyesinin bulunduğu bınanın en üst katındaki resim atölyesı Kendi için resim yapamıyordu. Ancak öğrenciierine ayıracak zamanı daıma bulmuştur. Her zaman olduğu gibi öğ- rencilerine karşı daima venci olmuştu. Onlara kendi doktrinlerinı, felsefesinı değil, dünya kurallannı öğretmeyı tercıh etmiştir. "Onlar sanatlannda beni değfl kendilerini bulmayı başarmahlar*' derdi. Nitekım zaman çok haklı olduğunu gös- termiş, yetiştirdiğı öğrenciler Türk res- mindeki saygm yerlerini almışlardır. Çok okurdu, okuduğunu aktarmayı da görev edinmişti. Bu görevini ölmeden birkaç gün öncesine kadar sürdürmeyi başardı, tüm çevresindekilere, bana ve torunlanna. Emekliliği bir türlü benimseyemedi, altmış beş yaş bir ressamın, bir sanatçi- nın en verimlı en olgun olduğu yıllar. Öğrencilerinden nasıl aynlırdı, hiç mı öğreteceği bir şey kalmamıştı? tşte bü- rokrasinin sanatçılara oynadığı oyun. Oysa yirmi yıl daha sürdü resim yapma ve verme mutluluğu; iyı oldu bence.. emeklilıği onu küstürmüş olsa da. Eşı ile Fransa'ya gitmesi hem kendi- ne hem Türk resim sanatına v ararlı oldu. "Zeki çok renkli çalışıyor." 1940- 1945'lerin bu sözleri Fransa'daki resim- lerin yanında anlamını yıtiriyor. Babam eskiden ne kadar kara çalışırmış diyesim geliyor, karşılaştırma yaparken. Şölen kelimesini çok severdi, bir-iki resmine koymuştu bu adı. Ama asıl şölen, son yirmi yılki tablolanndaki renklilikti. 1968 ile 1988 yıllan arası sanatının üst noktalanna vardı, coşku doluydu. Bu coşkuyu bana da iletırdi mektuplannda. Çalışmalannı anlatır hatta kullandığı renklerden bırkaçını dokundururdu sahi- fe kenarlanna. Yaldızı da o yıllarda aldı paletine, Orta Asya Türk sanatını yine bu dönemde daha ıyı görmeye başladı. Ve o yıllarda özünü buldukça resimde doruğaçıktı. 'Türk Canlandırma Sineması Tarihi' belgeseli KüJtür Servisi - Araştırma çalışması 1990 yılında Tur- gut Çeviker tarafından ger- çekleştinlen "Türk Canlan- dırma Sineması Tarihi'" bel- geseli. Kültür Bakanlığfmn katkısıyla video tekniğiyle filme ahndı. Sinemanın lOO.Yıh dola- yısıyla desteklenen projeyi Turgut Çeviker ile Erdoğan Karyönetti. Filmin senaryo- sunu da kaleme alan Çeviker tarafindan sunulan Türk Can- landırma Sineması Tarihi'mn müzık calışmasını canlandır- ma sinemacısı AH Murat Er- korkmaz gerçekleştirdi. ka- meramanlığını ıse Cumhur Tümsv üstlendi. 30'ârdakıkalıkllbölüm- den oluşan film, toplam 5 sa- at 30 dakika sürüyor. Türk canlandırma sinemasının öy- küsünü 1930'lardan günü- müze dek tanık sanatçılar, kültür insanlan ve belge fılmler eşliğinde ele alan ça- hşmada Prof Vedat Ar, Prof. Nezih Eldem, tlhan Arakon, Selıpa Emiroğhı Aykaa, Yök- sel CnsaL Ruhi Görüney, Ef- larun \uri Erkoç, Ayla Sey- han, Ali LTvi Erso>. Fernih Doğan, Orhan Büyükdoğan, Tunç Izberk, Mustafa Ere- mektar. Tan Orai, Derviş Pa- sin, Ateş Benice, Emre Senan, Prof Engin Atac, Yrd.Doç. Hikmet SofiıoğliL, Öğr.Görv. Bahadır Tosun, Neşet Kırca- hoğlu,Ali Murat Erkorkmaz, Meral-Cemal Erez, Kerem Kurdoğlu, Dr Tekin Özer- tem. Salih Memecan ve Ci- hat Hazerdağtı konuk olarak bulunuyor. Belgesel tarih çalışmasın- da. yitırdiğimiz sanatçılar Cemal Nadir Güler, Turgut Demirağ. Altan Erbulak, Ni- hat Bali. Ayhan Başoğiu, Yal- çın Çetin, Erim Gözen ile Is- tanbul Reklam'ın kurucusu Süheyl Gûrbaşkan. çeşıtlı nedenlerden ötürü çalışmaya katılamayan Oğuz Aral,Ton- guç Yaşar, Meral Simer, Me- ra) 1 Clgen, Mehmet Celal LT- ken gibi sanatçılar ile Radar Reklam'ın kurucusu EroJ Kapsız'a aynlmış özel bö- lümler yer alıyor. Bugüne dek kaleme alınan çalışmalarda 1951 'de başla- tılan Türk Canlandırma Si- naması Tanhi'nin 1931'de çekilen ilk ömeği olan, an- cak banyo için yollandıgı ABD'de kaybolan Vüksel U- nal'ın fılmi "Evvel Zaman lçinde''nın deneme çekimle- n de ilk kez bu belgesel ara- cılığıyla kamuoyuna ulaşa- cak. Günışığına çıkanlan fılmler arasında Eflatun Nu- ri Erkoç'un "DolmuşveŞofö- rü", çizimlennden yeniden çekilen kayıp film "Zeybek" ve Yalçm Çetin"in başyapıtı "Evfiya ÇdebTbulunuyor. Kültür Bakanlığı dışında Mimar Sinan Onıversitesi Si- nema ve Televizyon Yüksek Okulu'nun da önemli katkı- lanyla gerçekleştirilen, Tur- gut Çeviker ve îris Yayıncılık ve Filmcilik'in ilk film çalış- ması olan Türk Canlandırma Sineması Tarihi, önümüzde- ki aylarda bir televizyon ka- nalında yayına gırecek. Ülkesindeki demokrasinin uğradığı başansızlık üzerine bir komedifılmiyapmaya hazırlanan Konchalovsky: Rusya, hâlâ 16. yüzyJı yaşıyÖr GAMZE VARIM 14. Uluslararası Istanbul Film Festivali'nin konuklanndan Rus yönetmen Andrei Konchalovsky, Hollywood'da geçirdiğı on beş yıl- dan sonra, ülkesindeki reformlann ve demokrasinin uğradığı başan- sızlık üzenne bir komedi çekmek üzere Rusya'ya döndü. Yönetmen festivalde gösterilen, 'bir tavuk üze- rine bir film' diye tanımladığı 'Al- ön YumurrJayan Tavuk'u, yirmi se- kiz yıl önce çektiği, bır çiftlikteki köylülerin yaşamını ele aldığı ve yirmi yıl boyunca yasaklanan bir başka filmi 'Asya'nın Mutlulu- ğu'na esin kaynağı olan köyde ya- şayan aynı karakterler üzerine kur- du. Ozgürlük göreceB birkavram Moskova Konservatuvan'nda müzik, Moskova Sınema Oku- lu'nda da yönetım teknikleri eğiti- mi gören yönetmen, Tarkovski'nin 'Ivan'nı Çocukluğu' adlı filminde rol aldı, 'Andrei Rubtev'e ise senar- yo yazan olarak katkıda bulundu. 1979 yılında hükümetin izniyle So\7etler Birliği'nden aynlan yö- netmen, Fransa'ya, daha sonra Amerika'ya gittı. 'Maria's Lovers- Maria'mn Aşıklan' adlı filmi bu sürecin başlangıcı oldu. Onun için Amerika'ya Slav du- yarlığını götüren yönetmen deni- yor. Acaba bu, Amenkahlar tara- findan nasıl karşılandı? "Bu konu- da hiçbir fikirleri yok, buna bir isim verebilmiş degUkr" diyor Koncha- Andrei Konchalovsky, Rusya'nın hâlâ 16. yüzyılı yaşadığını düşünüyor. Çünkü bu ülkede halk, hükümeti kendisine göz kulak olması için zorlaması gerektiğini bilmiyor. Dünyada halkma göz kulak olan bir hükümet yok. Toplumun herbireyi kendini hükümetten sorumlu hîssetmeli. lovsky. Eğer Slav ruhundan söz edı- yorsak, Türk ruhundan niye söz et- meyelim? Bu anlamda Slav ruhunu yadsıyor. "Bazı uhıslann çok duy- gusal olduğunu biliyorum; İtahan- lar, Ruslar... Ortadoğulular da çok duygusaL Ama Amerika'da çalışt- yorsanjz, önce prufesvoneL sonra duygusal olmanız gerekryor". Dünyayı görmek istedığı biryaş- ta, özgürce yolculuk yapabılmek için ülkesini terk erh: "Yolculuk yap- mak için paraya ge- reksinmeniz var; bunun için de çahş- mak gerek. Bu ne- denle yolculukiara çıkmak ve dünyayı görmek için yurtdı- şındaçaltşmak iste- dim" Ülkesinden ay- nldıktan sonra, ça- Iışmak için sanatçı- lann çok fazla öz- gürlüğe sahip oldu- ğu Amerika'yı seç- ti. Özgürlüğü, ya- ratma ediminin vazgeçilmez bir koşulu olarak mı görüyor? "Hiçdedeğfl. Bir mahkum hücresin- de otunıp Dan- te'nin 'Ilahi Ko- medya'sını yazabt- lir. O mahkûm öz- gür miidür, değil midir? Ozgürlük, ona sahip olduğu- nuzda, göreceli bir kavramdır. Sahip obnadığuuzda ise göreceli değil. İfade özgürlüğünün, bir başyapıt yaratmanın ön koşulu olduğu yanltş bir kaıu. Yeteneğini- zin de olması gerekir. Yetenek insa- nı özgürleştirir, sansürle başa çık- manızı sağlar". Konchalovsky, Ispanyol yönet- men Juan Antonio Bardem'i örnek olarak veriyor: "Büyûk yönetmen faşist tspanya'da çahşıyordu. Fran- co dönemi lspanyası'nda_ Bu yüz- den, dolayst/ öğelere >er vermeyen bir dil kuDandL Demek istiyorum ki aslında her şey çok karmaşık_ r '. Andrei Konchalovsky, Rus- ya'nın hala 16. yüzyılı yaşadığını düşünüyor. Çünkü bu ülkede halk, hükümeti kendisine göz kulak ol- ması için zorlaması gerektiğini bıl- miyor. Dünyada halkına göz kulak olan bir hükümet yok. Hükümetlerin kendilenyle ilgilenmelerinı sağla- mak halklara düşüyor. Toplumun her bireyi kendini hükümetten so- rumlu hissetmeli. Köyde yaşayan insanlar hükümetin aldığı kararlar- dan haberdar olmadıklanndan ve bu konularla hiç ilgilenmedıklerin- den, Konchalovski'ye göre 16. yüz- yılda yaşıyorlar: "Shakespeare'in zamanını düşünüyorum. ıngilizle- rin sarayda neler ohıp brttiğinden habeıieri yoktu. Bir kralın öldüğü- nü keşfeftiklerinde, "Yaşasın öbür kral' diyorlardı. Ama bunun kötü bir şey olduğunu söylemryorum" Konchalovsky, bugünlerde Çe- çenistan'dakı savaş hakkında bir komedi, 'Fmdıklaran' üzerine bir masal uyarlaması, 'Tristan ve Isol- de'nin fılm uyarlaması ve 'KraKyet Yolu' adlı film üzerinde çalışıyor. Ulusal kimliklerin korunmasm- dan yana olan yönetmen, 'Micky Mouse' felsefesı olarak adlandırdı- ğı Amerikan düşünce biçiminin bü- tün dünyaya hâkim olmasına karşı. Amerikan sinemasının ulusal sine- malar için büyük bir tehdit oluştur- duğuna işaret ederek, bu konuda festivallerin işlevinin önemine değinıyor. Kieslowski üçlemesi: Mavi, Beyaz ve Kırmızı Üçlemenin 2. ayağı Bcyaz 'eşitiik' üzerine çekilmiş. 7. LJhıslararası İzmir Fürn Festivali'nin en zengın günlennden biri bugün. Ünlü yönetmen Kieslows- ki'nin üçlemesi Beyaz, Kırmızı ve Mavi art arda Fransız Kültür Merkezfnde gösterilecek. Geçen yıl dünyanm her yerinde büyük ılgi gören Kieslows- ki'nin üçlemesine bir göz atalım: Yönetmen üçle- mesme Fransa bayrağının ilk rengı maviyle başlı- yor. Venedik'te Altın Arslan ödülünü kazanan film bir trafik kazasuıda kocasını ve kızmı yitiren Ju- lie'nın öyküsü. Önce yaşamm bir anlamı kalmadı- ğına inanan Julie (Jubette Binocbe) sonra yavaş ya- vaş yaşamla banşıyor Kıeslowski Mavi'de Deca- log'daki performansını anımsatan çok iyı bir ilk ya- n yönetmış. !kinci yan ıse yavaş ve bildik. 'Ozgür- lük' temasına ayırdığı bu "ükfiün"de kamera, evi- ne kapanan Julıe'ye eşlik ediyor ve önemli bir süre hareketsiz kalıyor. Beyaz ise evlilikleri yürümeyen Polonyalı kuaför Karol ile Fransız kansı Dominıque'ın kavgalanyla başlıyor. Kansı tarafından beş parasız, pasaportsuz sokağa bırakılan Karol'a metroda karşılaştığı bir vatandaşı para k.azanmanın yolunu göstenyor: 'Pa- ra karşütğı adam ötdürmek.' Ancak Karol ne yapıp yapıp ülkesıne dönüyor ve zengin olmak için elin- den geleni yapıyor. Beyaz, 'eşhHk' üzerine çekilmiş bır film. Konu bir yana başroldekı Zbignievv Za- manchtmski muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Yönetmenın ısteği üzenne filme başlamadan önce Chapön'ın tüm yapıtlannı ızleyen Polonyalı oyun- cu Zamachowskı (Decolog'da da oynadı) bir ağla- tıp bir güldürerek Chaplın'i yer yer anımsatıyor si- nemasevere. Kırmızı *nın ise dört kahramanı var. Bi- rincisi boş zamanlannda mo- dellik yapan 23 yaşmdaki Va- lentine. Ikinci kahraman, kısa süre önce emekliye aynlan ve gün- jlenni komşulannı gözleyerek geçiren 65 yaşındaki hâkim. Uçüncü isim, hukuk okumuş, yargıçhk smavına hazırlanan genç Auguste ve onun- la ilişkıye giren 27 yaşındaki Karin. Bu dört insa- nın kaden Valentine'in birgece emekli hâkimin kö- peğini ezmesıyle çıziliyor... Kırmızı rengin hâkim olduğu, diğer iki filme gö- re daha az ılgı gören bir çalışma kırmızı.... Festıvaldeki en yeni filmlerden biri Yves Ange- lo'nun yönettiği AlbayChabert Dünyanın Tüm Sa- bahiarvGerminal gibi birçok filmde görüntü yönet- menliğini üstlenen Angelo, ilk kez yönetmenliği ve senaristliği deniyor Albay Chabert'de. Balzac'ın 1832'de yazdığı bu klasiğı beyazperde- ye aktarma fıkri başroldekı Gerard Depanneu'den doğmuş. Fransızlann klasiklere merak sardığı bır dönemde Balzac'la şansını denemek istemiş Depar- dıeu. Film, Napolyon'un ordusunda Rusya'ya kar- şı savaşan ve öldüğüne inanılan Albay Hyacinthe Chabert'in on yıl sonra geri dönmesi ve çok ünlü biravukatyardımıyla önce yaşadığını, sonra dahak- lannın gasp edildiğini ispet etmesi üzerine kurulu. Balzac'ın ünlü 'insanlık komedikri"nin en çar- pıcılanndan biri olan romanı, çok iyi uyarlamış ve yorumlamış yönetmen. Depardieu'nun ise üstün bir oyunculuk sergiledıği söylenemez, alışıldık çız- gısinde Fransız yıldız. Ancak Fanny Ardant'nın Truffaut'lu günlenne döndüğü gözden kaçmıyor... Günün kaçınlmaması gereken diğer çalışmalan arasında Michalkov'un Urga'sı, Archibugi'nin Ko- caman Balkabağı, Ctaen Kaige'ın Elveda Cariyem'i ve Vîttorio De Ska'nın Türk-Amenkan Derneği'nde vıdeoda göstenlecek Bqyayahm, Bisikkt HırsızUn ve Milano Mucizesi adlı başyapıtlan var. DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Magazini Kullanmak Dtyelim devrimci bir yazarsınız. Şiir, öykü, roman, deneme, ne yazıyorsanız, bağlandığınız düşünceyi yaymak, insanlan etkilemek için yazıyorsunuz. Bir kavganız var, boylu boyunca girmişsiniz o kavganın içine, sanatınızı bir silah olarak görüyorsunuz. Böyle bir durumda, kimseye boyun eğmeden, yaz- dıklannı yaymak için özel bir çaba göstermeden kö- şenizde oturup, "Çanağımda balım olsun, gelir an- s/ Bağdat'tan" diye bekleyemezsiniz. Yazdıklannızı yaymanın, daha çok insana ulaştır- manın yollannı aramanız gerekir. Gerçi en başta ge- len sorun sanat anlayışınızın çoğunlukça anlaşılma- nıza engel olmamasıdır, ama o sorunu kendi başını- za çözebilirsiniz. Yazdıklannızı yaymakta, daha çok insana ulaştırmakta ise başkalanyla iş birliği yap- mak zorundasınız. İki bin satılan bir yazın dergisine girmek için iyi yazmak yeter. Ne isterseniz yazarsınız. Elli bin satı- lan bir magazin dergisine, ya da bır gazeteye girmek ise hiç de kolay değildir. Ne isterseniz yazamazstnız. "Onu yazma, bunuyaz", diyebilirier. Çok satılan yayınlar genellikle ticaret kurallanyla yönetılir. Sahipleri, parasını batırmak istemeyen, bü- yük ya da küçük anamalcılardır. Yazarlann kavgala- n ise onlann kavgalanna ıster ıstemez ters düşer. Aydın olmanın getirdiği yakınlaşmalar bile bir yerden sonra anamalın baskısına dayanamayıp kopar. Günümüzde işler çok kannaşıklaştı, kimin ne alıp sattığını anlayabilmek kolay değil, onun için eskiler- den, çatışmanın daha yumuşak olduğu günlerden örnekler verelim: Aydın bir insan olan Necmettin Sadak, "Akşam" gazetesinde Nâzım Hikmet'in şiirlerini basmıyor- du, ama Orhan Selim takma adıyla makale yazma- sına izin veriyordu. Zekeriya Sertel solcularla daha ileri birduygudaş- lık içinde de olsa, gene bir gazete patronuydu, ko- njması gereken bir anamalı yönetiyordu, ama "Tan" gazetesinde başta Sabiha Sertel olmak üzere bir- çok solcu yazarın yazılan, öyküleri yer alıyordu. Bu yazariar o gazetelerde de, açık ya da kapalı, elbette kendi dünya görüşlerini, kendi duyarlıklarını yansıtmaktaydılar. Kısacası, düşüncelerini yaymak için gazeteleri kullanıyorlardı. Gazeteler de sol eği- limli okurlan kazanmak için onlan kullanıyorlardı. Kâr- şılıklı kurnazlık. Bugün bu oyun öylesine açık oynanıyor ki artk kur- nazlık bile denemez: Ortanın sağında bir gazete çı- karmakta olan bir yayın kuruluşu, bakryorsunuz, sol eğilimli okurlar için ikinci bir gazete çıkanyor. Nâzım Hikmet'in dergiciliği de ilginçti: Doğrudan yazın dergisi değil de, daha çok sayıda okura ulaşa- bilecek magazin dergisi çıkanp içine şiir, öykü, de- neme, türlerinde nıtelikli yazılar serpiştirmekten ya- naydı. Amerika'da öğrenim görmüş olan Sertel'ler- le bu konuda iyi anlaşıyoriardı. Görünüş magazin dergisi, ama içine niteîikli yazın ürünleri serpiştirili- yor... Biz Cağaloğlu'na geldiğimizde o tür dergiler kal- mamıştı. Magazin konusunu büyük anamal denetli- yordu. llk yazılarımızı az satışlı, dört sayfalık dergi- lerde yayımladık. Bunlar gerçi kavga dergileriydi, a- ma bir yaygınlıklan, dolayısıyla sözü edilmeye değer bir etkileri yoktu. Bu küçük kavga dergilerinin en küçüğü, aynca en ünlüsü, en etkilisi, daha sonra, 1949-1950 yıllann- da, Orhan Veli'nın çıkardığı "Yaprak" oldu. Derken bir "tofap dergi dönemi" geldi. Küçük boy gazete bi- çiminden, büyük boy kitap biçimine geçildi. Arada bu yazrya sığdınlamayacak kadar çok der- gi serüveni yaşandı, birbirinden güzel dergiler çıka- nldı. Çeşitli boyutlar, çeşitlı biçimler, çeşitli anlayış- larla... "Kitap dergi dönemi" demekle genel eğılimi be- lirtmiş oluyorum. Bunlar kavgalan daha kapsamlı ele alan, uzun şi- irler, uzun öyküler, uzun inceleme yazılan yayımlaya- bilen, çok sayfalı dergilerdi. Arkasmdan büyük anamalın magazin yazın dergi- leri sökün etti. Sayfa tasanmı, bol resim, bol fotoğ- raf, hepsi başarıldı da, konuların yüzeyden ele alına- rak çoğunluğun ilgilenebileceği gibi işlenmesinde pek başanlı olunamadı. Yazariar eskiden nasıl yazı- yorlarsa gene öyle yazdılar, dergi yönetmenleri de onlan yüzeyselliğe çekme yolunda bir çaba göster- mediler. Bu dergıleri siyasal ya da sanatsal bir kav- galan bulunmadığı için eleştirmekse kimsenin aklın- dan bile geçmedi. Izleyen dönem, aynı doğrultuda bir gelişmeyle, salon dergileri dönemi oldu. En iyi kâğıda, en ileri baskı teknikleriyle beş renkli basılan, tasanmcı elin- den çıkma, bol ilanlı, kentsoylu salonlannda kültür havası estirecek pahalı dergiler. Nitelıkli magazin der- gisi görünümünde olmalanna karşın, bunlann içeri- ği, tam tersine, yüzeysellıkten kesinlikle uzak, aşın aydıncaydı. Öylesine kı bu dergilerde bır kavga ya- zısı yayımlanacak olsa okurlara yüzeysel gelebilird. Günümüzün dergiciliğinde bütün bu önceki dö- nemlerin izleri görülüyor. Değişik anlayışta dergiler yayımlanıyor, magazin dergiciliği yolunda yeni atılım- lar yapılıyor. Kimi yazarlanmız ise her danaktan yararlanmak is- ter gibiler. Krtle ilettşim araçlannı, bu arada magazin dergilerini kullanıyorlar. Doğal olarak kendileri de kul- lanılıyorlar... Gene karşılıkfı kurnazlık... Neden katlanıyoriar buna? Bir kavga için mi? Yay- gın bir ün için mi? Kişisel çıkarlar için mi? Yazar kimliğı denılen bir şey var... Kanımca daha işin başında yazarlann büyük bir iç- tenlikle birtakım sorulan yanıtlamalan gerekir: Niçin yazıyorum? Yazma amacım ne? Yazarlıktan ne bek- liyorum? Bu sorulann yanrtlannı verebilen her yazar, savrul- maktan, kullanılmaktan, yıpranmaktan kurtulacak, kendi amacına uygun iletişim aractnı bulacak, ya da biçimlenmesine yardımcı olacaktır... TÜYAP ANKARA KİTAP FUARI Bugün: 11.00-13.00 Panel: "Edebiyat öğretiminde çağ- daş anby^"/Yöneten: ÖmerÜnalan/'Konuşmacılar: Vedhi Tûnuroğhı, Hidayet Karakaş, MehmetAydın,Osman Bolu- hvDüzenleyen: Edebıyatçılar Demeğı 13.30-15.30 Panel: "Şjirin 85. tadında Fazıl Hûsnü Dağ- Iarca"/Yöneten: Ömer Unalan/Konuşmacılar: Ahmet Td- li, Salih Bolat,Yunus Koray,Veysel Çolak'Düzenleycn: Ede- bıyatçılar Derneği 16.00-18.00 Panel: "Dûşünce ve Açıklama özgfirlfi- ğû"/Yöneten: Ataol Behramoğhi/'Konuşmacılar: Ühan Sel- çuk, Akın Birdal. MuzafTer Erdost, Mahmut TaU Öngö- ren/Düzenleyen: Türkıye Yazariar Sendıkası tZMtR FtLM FESTtVALt / BUGÜN İZMİR: 12.00/Urga, 14.30/Albay Chabert, 16.45/Muh- teşera Yıllar, 19.00/Urga 21.15/Albay Chabert TÜRK- AMERtKAN DERNEGI: 12.00/Smır Çızgısı, 15.00/As- çı, Hırsız, Kansı ve Aşığı, 18.30/Karanlık Sular. 2I.30/EI- veda Cariyem FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ: 12.00/Oç Renk: Beyaz, 15.00/Kocaman Balkabağı, 18.30/Üç Renk: Kırmızı, 21.30/Üç Renk: Mavi EVRENSEL KÜLTÜR MERKEZİ: 12.0O-15.0O-18.3O/Canlandırma Sineması - Türkıye, 18.30/Nazım Hikmet Belgeseli
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle