Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 NİSAN 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CRAMOFON ICNESI SEÜMİLERİ
Ânmackğımız büyük bir romancı
Romanlan ölçüsünde incelikli, unutulmaz
öyküleriyle edebiyatımıza büyük emeği geçmiş
Halid Ziya Uşaklıgil 27 Mart 1945 tarihinde öldü.
Bu yıl ölümünün ellinci yılı.
Uygarlıklan, kültürleri ve edebiyatlanyla övünç
duyan ülkeler, Halid Ziya'nın çok gerisinde kalmış
yazarlannı bile daima gündemde tutarken, büyük
romancımız anılmadan unutuluşa terk edildi.
Bireysel ve toplumsal
Oysa neler karşılaştınlabilirdi: Halıde
Edip en ünlû eseri Sinekti Bakkal'da her şe-
ye karşuı II. Abdülhamıd dönemini bağışlar,
istıbdat ortamına bir pen masalının rengâ-
renk kostûmlennı giydirir. Halid Ziya ise
hem 1897 tarihli Mai ve Siyah ta, hem 1900
tarihli Aşk-ı Memnu'da aynı dönemi satır
arası sezdinlerle bir kâbus sürecı olarak ka-
ieme getirir. Mai ve Sıyah'ta Ahmet CemiL
Sineklı Bakkal'ın huzurunu asla duyumsaya-
maz. 1897'nin bakış açısıyla 1930'lann ba-
kış açısını degerlendırmek, karşılaştırmak.
cumhunyet kuşaklanmn bir görev-i değıl
mıydi?
Halid Ziya'nın bireyselden toplumsala,
toplumsaldan bireysele, pek çok gelgitle, si-
yasal düzen sûreçlenni en derin şekilde algı-
lamış bir yazanmız olduğunu, okudukça. ağır
zaman dilimınde, yazann gizlenne erdikçe
kavnyordum. Yaşantılanndan yararlanıyor,
bireysel maceralarda toplumsalın payını öl-
çüp bıçıyordu. Örnekse, Beşır ya da Bir Ya-
zın Tarihi'ndeki yan sığıntı genç kız, onun
Kırk Vıl'da anlattığı bir anıdan ızdûşümler
sayılabilir; Halid Ziya, evlerinde çalışmış bir
cariyeden söz açıyor, cariyenin umutsuz aş-
kını dile getiriyordu. Bu aşk, Halid Ziya'nın
evlilik eşiğındeki ağabeysıne duyulmuştu.
Cariye, dengı dengine evlilik karşısında, yal-
nızca kendi tek taraflı aşkını söyleyecek, tıp-
kı Beşır gibi vereme yenik dûşecekti.
Beni o kadar etkileyen bu aşk figürünü
bırkaç kez. değişik sebepler aracılığıyla, ya-
zılanmda anlatmış, hatırlatmış. Kırk Yıl'ın
günümüz okurunun merakını çeleceğinı um-
muştum. Çûnkü bu aşk figüründe, bir yan-
dan Halid Ziya'nın yazınsal venmlenne esin
kaynaklığı, bir yandan da Halid Ziya'dakı
toplumsal-bıreysel perspektif alımlanabilir-
di. Gelgelelim yazılanm en küçük bir ilgi, en
kısık bir yankı uyandırmadı.
Bireysel: örnekse, 1894 basımlı, yüz bir
yaşındaki Ferdi ve Şürekâa'nda çıkmaz so-
kak görünûmlü aşk, ınceden inceye, bireyin
psıkolojısı öne çıkartılarak çö-
zümlenir. Toplumsal: Çûnkü,
romanın baş kişilerinin sürük-
lendıği aşk ücgeni, gerçeklikte,
Ferdi ve Şürekâsı 'nı sarmış me-
lodram havasının dışına çıkılır-
sa. zümreler arası bir çıkar ça-
uşmasını dile getirmektedir.
Yalnız bu biraz cılız roman
örnegı bile Halid Ziya'dakı
perspektifgenişliğini yansıtma-
ya yeterken büyük yazann eme-
ğı, daha benim ilkgençlık ça-
ğrnıda unutulup gıtmışti.
Cumhupfyet
dönenûnde tek başma
öte yandan bu büyük yazar,
imparatorluğun sona enp Tür-
kıye Cumhuriyeti'nin kurulu-
şuna da -edebıyatımızda ve kül-
türümüzde ilk kez- bireysel ve
toplumsal açıdan yaklaşabil-
miş, ilen yaşında kaleme aldığı
denemelerinde yeni bir kültür
oluşmasında, geçmiş kültür bi-
rikımlerinden yararlanılması
gerektiğini, kör bir muhalefete
düşmeksizın, açıkça ve adeta tek başına söy-
lemıştir. Sanata Dairciltlennde yeralan ya-
zılannda, Halid Ziya, yazım kûrallanndan
alaturka musikıye, o günün heyecanlannm
kolayca yadsıdıgı. moda dışı, ama önemi tar-
tışılamayacak pek çok sorunu gündeme ge-
tirmıştir. Yazım kurallannda okuma-yazma
kolaylığının ötesinde, daha karmaşık, belki
de gerçekten çok yerinde ve gerekli ilkeler
öne sürmüşse de bunlar dikkate alınmamış,
yazar handiyse yalnız bırakılmıştır. Yalnız
bırakılmıştır diyorum; çünkü, başta yazım
kurallanna ilişkin ilkesel önerileri olmak
üzere. Halid Ziya'nın görüşlerinin hiçbiri
gerçek bir gündem oluşturamamıştır. Tersı-
ne, cumhunyet dönemi, Halid Ziya Bey'e
yaşı ileri bir usta gözüyle bakmakta ısrar et-
mişrir. Nitekim 1930'da, tsmailHabib'in "li-
selerin son sınıflanna resmen kabuT edilmiş
kitabı Edebî Yeniliğimiz Halid Ziya Uşaklı-
gil'ı şöyle noktalar: "Onu Beklerken veîhri-
yar Dost gibi kitaptan btıgünün gençleri ta-
rafindan dahi seve seve okunabilir."
Ama kitaplar okunmamış olmalıydılar ki
1960'larda hıçbın yenıden basılmaz olmuş,
1940'larda basılmış olanlan da eski kitapçı-
larda hâlâ alıcı beklıyordu. Zaten çok geçme-
den Halid Ziya'nın eseri, üstüne üstlük, bır
de öz Türkçeleştırme kıyımıyla karşılaşacak-
tı. Onun onca emeğin verimi üslûbu şimdi
birkaç yenı sözcükle geçıştinlmek ısteniyor-
du... Hemen eklemek gerekiyor: Halid Ziya
Bey'ın yazarlık serüveni, düşünce adamlığı,
o daha yaşarken sansürle karşılaşmış olma-
lıydı. Yaşar Nabi Na>ir, 1972 basımlı Dost
Mektuplar'da yazıklanarak anlatıyor:
"Son mekfubunu haürfayorum. Daha ön-
ce alaturka musikiden överek söz açan bir ya-
n göndermisti de ben, bu yazının devrimci.
Atatürkçü Varük'ın havasına uymayacağuu
ve çok se\ diğim üstadıma zaran dokunabile-
cegini nazik bir bir mektupla biktirmiştim.
Bunacevapveriyorveüzüntüsiinü belirtiyor-
du. Her yazann kendi kanısını açıkça savun-
mak hakkı olduğunu yazıyordu haklj olarak.
Böjle bir ustanın kınlmasına yx»l açan hare-
ketimi bugün daha çok ayıpbyorum."
Cinseiliğırı bin yüzü
O zamanlar, Sahaflar'dan devşirip getırdi-
ğim kitaplan, hep kendine özgü bir yazım ku-
ralına bağlı kalınarak yeni harflere geçinl-
miş, üslûplan korunarak sadeleştirilmiş Mai
ve Siyah'ı, Bir Yazın Tarihi'ni, KınkHayat-
hr'ı hep okumak oburluğuyla okumuştum.
Bu kitaplann düzlemlerine, yoğun katman-
lanna dikkat edebilmeme olanak yoktu.
Sonra galiba, Saray veOtesi'nde sakalı bo-
yalı, başkalarına sakal boyası salık veren
acıklı-gülünç padişah portresini, sultanlann,
şehzadelenn, nihayet Pierre Loti'nin tuhaf,
irkiltici görümlerini okuyunca, Halid Zi-
ya'nın eserindekı karmaşık ruhsal süreçleri
yeni baştan düşünmek zorunda kalacaktım.
Sözgelımi, bizün daima bır Türk, Osmanlı
dostu, deniz subayı bildiğimız Pierre Lotı'yi,
Halid Ziya, yine bır 'yasak aşklar' kahrama-
nı gibi görüyor, o günün tutucu ahlâk anlayı-
şı çerçevesinde, bu gördüklenni örtük biçim-
de anlatıyordu.
Saray ve Ötesı'nde, böyle, ısteklen, eğı-
limleri, duygulan çapraşık, sapkılı birkaç
portre daha vardı kı kımi pek süslü püslü bır
şehzadenin, kımı saraya çok yakın bir dama-
dın, kimi padişah amcasını hafıf dedıkodu-
larla çekıştiren bir başka şehzadenindi. Ba-
zen tuhaf hanımlar, sultanlar, bazen irkıltıcı
siyaset adamlan. hepsı de edebıyatımızda bi-
reysel trajedilenyle söz açılmamış, en azın-
dan, modern bır anlatımla ışlenmemiş kışı-
lerdı.
Apar topar, sadece konulan izlenerek sa-
dece 'serii\wı'leri okunmuş o romanlar, özel-
likle Aşk-ı Memnu ve Kınk Hayatlar, benim
için artık birer bılmeceydı. Mai ve Siyah'tan
başlayarak hepsinı yeniden okuyordum.
Gerçi Mai ve Sıyah'ta da Ahmet Cemil'ın
kızkardeşı, mutsuz tkbal'le ılışkisi, Ikbal'ın
müthiş ölümü, ruh çözümlemesini gereksi-
nir çizgidedır ama. romancı henüz açıkça ko-
nuşmayı seçmemıştır.
Mai ve Sıyah'm yanı başında Aşk-ı Mem-
nu, gerçekten çok daha açık sözlüdür. Bunun-
la birlikte romancının geçen yüzyılın sonu -
bu yüzyılın başlangıcı çerçevesıne sığışmak
durumunda kaldığı muhakkaktır. Roman
okumanın bile ahlâkî sorun olarak tartışıldı-
ğı toplumsal ortamda, Aşk-ı Memnu, genç
bir kâdının cinsel yalnızlığını da ırdelıyordu.
Yaşını başını alrnış, Bogazıçili, varlıklı Ad-
nan Bey'in genç kansı Bihter, törel değerler
açısından aykın bir kimlik,
sorunlar açacak bır roman
kişisiydi. Roman tefrika
edıliricen gerçeklcştrrilrniş
söyleşide, besbellı bu endı-
şeyle, Tevfîk Fıkret şöyle
demiştır:
"Bir Bihter, bütün ihti-
yar kocalı genç kadınlan
arkasmdan sürûkkmez; fa-
kat Bihter karakterinde, o-
nun terbiyesinde. onun ah-
lâkında. yahut ahlâksızlı-
ğında onun serbestliğinde,
hasjlı onundurumunda bu-
lunan kadınlara, bunlann
ahlâk güçsüzlükleri arasın-
da, pekuğursuz bir kılaMiz,
pek zehirli bir düşmc örne-
ği olacagında şüphe ><ok-
tur." Böylece Tevfik Fikret
çapında bir şair bile, o ka-
dar somut cinsel yalnızlık
olgusunu ahlâk düşkünlü-
ğü, ahlâksızlık sayıyor, Ha-
lid Zıya'ya da ıster istemez
biranlamdaonaylamak, bir
anlamda esenni, Aşk-ı
Memnu'yu savunmak kalı-
yordu: "Bizsananmızınsamiıniliğiikövünü-
yoruz, kimseyi aJdatmıyoruz, ha>atta ne \ar-
sa bizde de vardır... Hem bizim romanlanmız
oimasa, hayatta iyilik ve fenalık oimayacak
mı?" Neyse kı bu iyılık ve fenalık, cınselli-
ğin değişik yüzlerini yansıtmaktan Halid Zi-
ya'yı geri durdurumamıştır.
Bütiin aşktap yasak
Aşk-ı Memnu'un bütün kişileri, inanılmaz
kertede kapalı. ıçe dönük bır ortamda sürek-
lı birbirlerine teğet geçerler, sürekli bir cin-
sel yalnızlığı yaşarlar. Bihter. Adnan Bey'e
bağlı kalmak ıstemekte, Adnan Bey'ın genç
yeğeni Behlûl'e gönül bağı duymaktadır.
Gençliğe tutkun Adnan Bey, genç kansını
mutlu etmediğını bilmekte, ama onun genç-
lığinden bir türlü vazgeçmemektedir. Bih-
ter'le Peyker'ın annesı, gençliği adeta hafıf-
meşref geçmiş Fırdavs Hanım, tıpkı Adnan
Bey gibi gençJik hayalleriyle sarmaş dolaş.
tıpkı kendısı gibi cinsel seçımleri kural tanı-
maz Behlûl'e için için vurgundur. NihaJ'de ai-
le ortamım arargörünen Behlûl, besbellı, ev-
lılık hayatında da kanşık cinsel oyunlannı
sürdürecek yaradılıştadır. Onlan çoğu kez,
yaşlı kız Matmazel de Courton gözlemekte,
belkı de gözetlemektedır... Çok ustaca ku-
rulmuş roman çatısınm altında Halid Ziya,
kemıkleşmış ahlâkı aşan. törel değerlerleöy-
le kolay kavTanamayacak bütün bu sarsıntı-
lan aktarıyor, kımbılıro 1900yıluıınokurla-
nna neler söylemek ıstiyordu. Söyledikleri
bugün bile, hele toplumun bilgi düzeyi göz
önünde tutulursa, öyle kolay, beylik, ivedi
çözümlemelerle geçıştirileçek gibi değildi.
Sonra Kjnk Hayatlar... ÖmerBehiç'in ki-
şiliğinde, bu roman. geçen yüzyılın ahlâkî
kaygılanna. içsel huzursuzluklanna, daha da
önemlisi, o yüzyılda konuşulması biçimsiz
kaçacak. yazıya geçinimesi neredeyse hiç
düşünülmeyecek birçok zaafa söz hakkı ta-
nıyordu. lşte Doktor Ömer Behiç, mutlu gö-
züken aile hayatında insanî zaaflan ikici ah-
lâkın yargılanyia mahkûm ediyor, ne var ki
çok geçmeden bütün bu zaaflan kendi ben-
liğinde, öz^r
a^lığında yakalamak zorunda ka-
lıyordu. Halid Ziya Bey, Türk toplumunun.
dolayısıyla da Türk romanının o güne kadar
konuşmaktan kaçındığı konulan. sorunlan
anlarmakta, teşrih masasına yatırmakta, deş-
mekteydi. Dönemi bu sorunlan, bu konulan
görmezden gelıyor, Halid Ziya'nın başka
özelliklennı vurgulamakla yetınıyordu. Bunu
bir ölçüde doğal karşılamak olasıdır; Halid
Ziya'dakı 'öncü' özellıklerin asıl günümüz-
de değışmıyor oluşuna şaşmak gerek.
T lalid Ziya'nın
±~L bireyselden
toplumsala,
toplumsaldan
bireysele, pek çok
gelgitle, siyasal
düzen süreçlerini
en derin şekilde
algılamış bir
yazanmız
olduğunu,
okudukça, ağır
zaman diliminde,
yazann gizlenne
erdikçe
kavnyordum.
iz cumhuriyet çocuk-
lan Halid Ziya Lişak-
hgil'i ne kadar tanı-
yorduk, ne kadar tanıvabi-
lırdik? Bu soruyu elbette
sonradan düşünmüştüm. O
zamanlar. kitaplann deli gi-
bi bir tutkıınu olarak Sahaf-
lar'da ne bulabilirsem devşi-
rip eve, küçük kitaplığıma
taşırdım.
Halid Ziya Bey'in yeni
harflerle basılmış, çoğu yır-
tık pırtık, sayfalan lekelı,
kapaklannın rengi solmuş
kitaplan da bunlar arasın-
daydı.
Oysa Aşk-ı Memnu ro-
mancısı, eserleri cumhuriyet
çocuklannca da okunsun di-
ye uğraşmış, didinmiş, Latin
harfleriyle ilk kez basılan
romanlannın, öykülerinin
dilıni sadeleştirmiş, bu edi-
mi gerçekleşririrken kimbi-
lir ne çetin üslup sorunlany-
la karşılaşmıştı. Ama bun-
lan da henüz düşündüğüm
yoktu. Halid Ziya konusun-
da bildiklerime gelince, o,
her şeyden önce -yukanda
vurguladığım gibi- Aşk-ı
Memnu'un romancısıydı.
Çünkü ablamın ders kıtabm-
da Nitaat Sami Banarb öyle
yazmıştı. Bir yandan da
"ha> alinin güneş dolu, o kız-
guı yazına karşı bir türlü ıst-
namayarak" üşüyen, hep
üşüyen, tunç heykelleri çağ-
nştınr, zenci köle Beşir'den
söz açılıyordu, Aşk-ı Mem-
Bugünün
bakış açısı
2
7 mart günü gazetelerde, özerk ve özel
televizyon kanallanmızın haber
bültenlerinde Halid Ziya'ya ilişkin tek satır
yer almadı, tek bir söz edilmedi.
Romanlan ölçüsünde incelikli,
unutulmaz öyküleriyle edebiyatımıza
büyük emeğı geçmiş Halid Ziya
Uşaklıgil, 27 Mart 1945 tarihinde öldü.
Bu yıl ölümünün ellinci yılı.
Uygarlıklan, kültürleri ve
edebiyatlanyla övünç duyan ülkeler.
Halid Ziya'nın çok gerisinde kalmış
yazarlannı bile daima gündemde
tutarken büyük romancımız anılmadan
unutuluşa terk edildi. 27 mart günü
gazetelerde, özerk ve özel televizyon
kanallanmızın haber bültenlerinde
Halid Ziya'ya ilişkin tek satır yer
almadı, tek bır söz edilmedi. Yine en
sıradan magazin haberlerine yer
verilmiş ama Türk kültürünün bir anıt
yazanndan söz açılmamıştı.
Ağır başlı, nazik vc ciddi...
Modern Türk romanının kurucusu diye
nitelenen Halid Ziya Uşaklıgil'in,
cumhuriyetimizin yetmiş yılı aşkın
zaman diliminde, derlı toplu bir eleştirel
toplu basımının gerçekleştirilmemış
olması, yüz kjzartıcı değilse, nedir?
Tam tersine, bundan yüzümüz
kızarmadığı gibi. bugünün bakjş açısı
Halid Ziya'yı görmezden gelmeyi bir
erdem saymakta, güncel bayağılıklann
sürüsüne yeni yeni güncel bayağılıklar
katmayı başan kabul etmektir.
27 Mart 1995 tarihinden bugüne günler
geçri. Günlerce Halid Ziya Uşaklıgil'in
ölümünün ellirıci yılinı firsatbılip onu
genç kuşaklara tanıtacak bir çaba
bekledim; elbette kışısel çabalann çok
ötesinde bir çaba. Kühür BakanlığTnın
onun için gerçekleştireceği bir semineri,
çoktan hazırlanmış inceleme
kitaplannın art arda yayımlamyor
olmasını, MiBi Eğhün Bakankğı'nın bu
ders yılında hiç olmazsa bir haftayı
Halid Ziya'ya ayırmasını, teknikleri
zayıf oisa da biri telif ikisi uyariama üç
oyununun usta tiyatro adamlannca
sahneye konmasını boş yere bekledim.
Bu yazıyı noktalamadan önce, Yaşar
Nabi'nin kaleme getirdiği Halid Ziya
portresini alıntılamak istiyorum:
"Yeşilköy'deki köşkünün özenle
bakılmış bahçesinde, zarif birer çay
fincanı ellerimbde. Halid Ziya
Uşakbgfl'le karşı karşnayız. Ağır başh,
nazik ve ciddi üstat- Tıpkı
romanlannda gibi koyu ve tcrkipli bir
dille, ama ne kadar düzenli ve kiısursuz
konuşuyor, konudan konuya geçerek. Ve
zevkle dinktmesini biliyor kendini, ama
birçok edebiyat ustalan gibi monoloğa
çevirmiyor konuşmayı. karşısındaki
genç heveslinin düşünceieri. kanılan ve
tasarüanyla ilgilenivor. edebiyat
alanındaki tecriibelerinin ona bir
yardımı olsun istiyor. Güldürücü
fikralar anlatnuyor, kahkahalar atmıyor,
arkadaşlannı çekiîtirmiyor. Bir erdem
örncği adeta."
Değil güldürücü fıkralara, en acı
şeylere, yoksulluğa ve ölüme
kahkahalarla gülünüp geçildiği, her
türlü insan dramının alaya ahndığı, rakı
sofrası mezesi, mahalle kansı
dedikodusu yapıldığı, her kültür
emeğının aşağılıkça gözden ırak
tutulmak istendiği, arkadaşlannı. değerli
kişileri çekiştirmenin. kuyu kazmalann
tek erdem sayıldığı günümüzde Halid
Ziya Uşaklıgil'i ellinci ölüm
yıldönümünde kim, kimler, hangi
kuruluşlar, hangi yetkili devlet
kuruluşlan anacaktı ki?!..
nu'dan alıntılanmış seçme
parçada Beşir, "Afiika çölle-
rinin kızgın kumlanylâ ya-
nan havasını" özlüyordu.
Böylece onun doğup büyü-
düğü yerlerden, baba oca-
ğmdan kopartılıp getirildi-
ğini; daha altmış yıl önce,
insanlann alınıp satıldığını
öğreniyordum. Üstelik Be-
şir veremdi, ölecekti.
On bir on iki yaşımın de-
rin izlerinden Beşir. Ikide
birde ders kitabımn o sayfa-
lanru açar, Beşir için sanki
yeni, güzel bir haber, bir
şeyler umar, bu kez hayatı
kurtulacak. Beşir özlediği
yurda kavuşacak, bu kez ro-
mancı onun kaderini değiş-
tirecek umuduyla alıntıyı
tekrar okurdum. Yalnız o
bölüm bile, eski düzenin ak-
sayan yanlanndan birine
işaret edişiyle genç kuşak-
lara ne çok sey anlatmaktay-
dı...
Sonradan ayırt edecektim
ki benden epey önce, Ziya
Osman Saba da Beşir için
gözyaşı dökmüş, bir öykü-
sünde ona "dert veeiem kar-
deşi" aramıştı. Ziya Osman
Saba, Aşk-ı Memnu'un tü-
münü okduğundan Firdevs
Hanım'ı, canına kıyan Bin-
ter'i, ötekilen, hepsini de ta-
iMmıştı. Bense henüz oku-
madığım bir romanın bölük
pörçük sayfalanyla, ancak
okuyabildikJerimle yaşıyor-
dum.
Tıirfc ronannıı
D808SI
Dedığim gibi henüz hiç-
birini bilmiyordum:
Halid Ziya Bey için bazi
edebiyat tarihçileri 'modern
Türk romanının ilk ustasi*
nitemini kullanmışlar; Ah-
met Mithad Efendi'dc masal
dokusuyla örtüşen roman
anlayışının nihayet HalidZi-
ya'yla değışime uğradığını,
roman sanatına yaraşır bir
estetik gerçeklik edindiğini
saptamışlardı.
Eski edebiyatımız şiir öl-
çüsünde düzyazıyı önemse-
mediğinden, hele, roman
mimansıne büsbütün uzak
durduğundan, Türk romanı-
nın ilk ögretmeni Ahmet
Mithad Efendi'nin küçük
tökezlemelerini dogal karşı-
lamamız gerektiği gibi Ha-
lid Ziya'nın romanda bir-
denbire ustalaşmasına şaş-
mamız, hayranlık duyma-
mız gerekmez miydi? Halid
Ziya Bey böylece Osmanlı-
Türk kültüründe, sanatında
tek başına yeni bir sayfa aç-
mış sayılmaz mıydı?
Bir anlamda tansıksı ba-
şansını, o, KırkYıl'da alçak-
gönüllülükle anlatır. Kırk
Yıl, doğum tarihi olan
1866'dan başlayarak Halid
Ziya'nın Saray ve Ötesi'ne
varacak anılandır.
Burada imparatorluğun
son dönemlerindeki varlıklı
bir Osmanlı ailesini yakjn-
dan tanıma fırsatı buluruz.
Batı kentsoyluluğunu haylı
çağnştıran bir atmosferde,
söz konusu aile, helvacıhk,
halıcılık gibi ticaret işleriy-
le uğraşarak zengin olmuş,
taşra dünyasından büyük
kent dünyasına geçmiş, kent
kûltürüyle beslenmiş ve do-
nanmıştır.
ftzpüük ortam bk*
tirkı beürmez
Ne var ki gelişkin bireyli-
ğin gereksindiği özgürlük
ortamı, memleketin toplum-
sal panoramasında bir türlü
belırmez. Halid Ziya, II. Ab-
dülhamid saltanatına büyük
bır kırgınlıkla bakar ve "Bu
yülardan başlayarak gittik-
çe memleketin bütiin parça-
lannı bir mengene içinde sı-
kıştıran, bütün beyinleri dü-
şünme kabili>etinden mab-
rum bırakmak için her gün
milletin anlama kuvvetini bir
demir pençe içindedaha çok
ezen casus teşkilâfı o valtit bi-
le pencereleri kapamaya,
lambaları kısmaya lüzum
gosterecek" kertedeydi, diye
yazar.
Gerek tstanbul'da, gerek-
se lzmir'de bir yılgınlık or-
tamı göze çarpar. Sokağa
bakan pencereler, hatta bah-
çeye bakan pencereler "Siv-
risinekler gjrmean!" uyan-
sıyla örtülür. Geceleyin lam-
balann ışıgı daima endişe
uyandıncıdır: "İs yapacak.
Biraz k»!"
lşin tuhafı, Halid Ziya'dan
sonraki kuşağın ınsanı HaM-
de Edib de Mor Salkımiı
Ev'de tıpatıp bu anılan yine-
leyerek biz cumhuriyet ço-
cuklanna, ıstibdatın resmini
çızerken yeni yeni toplumsa)
baskılann oluşmaması için
sağduyulu davranmamızı
sanki önerecekti. Yazık ki
bunlann hiçbiri okul kitapla-
nmızda yer almıyordu.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Sokaktaki Adamın Sanatı
Ülkemizde sanatın toplumbilimine yönelik araştır-
malar, henüz emekleme evresinde bile değil. Bugü-
ne kadar bu bağlamda çeşitli alanlarda yapılmış bir-
kaç değerli çalışma, sanatın toplum bilimiyle artık
ciddi btrbiçimde uğraşıldığının kanrtı sayılamaz. Baş-
langıcından günümüze -ya da bellı tarihsel dönem-
lerde- ülkemizde sanat ve edebiyat, hangi toplum-
sal koşullarda gelişmiş, hangi toplumsal olgular be-
lirieyici olmuştur? Türk sanatçısı, Türk yazarı, özel-
likle günümüzde, çok hızlı değişen birdünyada, ken-
di ortamının sorunlan karşısında ne ölçüde eleştirel
bir tutum alabMmiştir? Bugün, günümüzün Türk in-
sanını, ona sahnede gösterebilen, böylece onu ken-
di kendisiyle ve içinde yaşadığı toplumla hesaplaş-
maya götürebilen bir Türk tiyatrosunun, daha doğ-
rusu Türk oyun yazarlığının varlığmdan söz edilebi-
lir mi? Edilebilirse neden, edilemıyorsa, neden? Gü-
nümüzün Türk insanı, daha somut bir beliriemeyle,
sokaktaki adam, günümüz Türk resminde kendini
bulabiliyor mu? Onun topraklannda gelişen bir re-
sim sanatı, ona kendine ilişkin bir "başka ben" su-
nabiliyor mu? Türiaye'de sokaktaki adam, genel bir
düzlemde olmak üzere, kendi ülkesinde sanat ala-
nında verilen ürünleri izlediğinde, "Ben, kendime ve
yaşamıma hiç bu açıdan bakmamıştım"g\b\ bir dü-
şünceyi kafasından geçırme zorunluluğunu duyu-
yor mu? Çoğaltılabilecek olan bu sorulann yanıtla-
nnı belli bir yöntem doğrultusunda bulmaya giriş-
mek, zaten sanatın toplumbiliminin alanına adım at-
makla eşanlamlıdır. Bu sorular ve yanrtlar üzerinde
bilimsel-nesnel yaklaşımlarla durmadan, ülkemizde
sanatın genel olarak etkinliği/etkinlikten uzaklığı bağ-
lamında sağlıklı saptamalara varabilmek ise söz ko-
nusu değildir.
Sanatın toplumbilimi alanında, bu konuda çok iler-
lemiş ülkelerin araştırmacılarının kalemlerinden çık-
ma başyapıtlara baikıldığında hemen yaptlabilecek ilk
saptama, sokaktaki adamın sanatının çıkış noktası
yapıldığıdır. Sanat tarihinin akışı içersinde hiçbir top-
lumun sanatı, salt seçkinci sanat sınıriarı içersinde
kalıp etkinlik kazanmayı başaramamıştr. Bunun gi-
bi temelde içinde yaşadıkları toplumdan olmama
çabası içersindeki sanatçılann, yazarlann ve düşü-
nürfertn de bu çabalanna karşın ürünleriyle toplum-
lanna bir şeyler verebildikleri, toplumlannın o günkü
veya daha sonraki konumlarıyla iletişim kurabildik-
leri göriJlmemiştir. Yalnız başına sanatın "çofc etkin"
bir iletişim aracı, bir yol olduğunu belirtmek, etkinli-
ğe ve iletişime değgin hiçbir sorunun yanıtı değildir.
Şimdi sözünü ettiğimiz iletişimin anlaşılmasını ko-
laylaştırabileceği umuduyla, bir örneğe geçelim ve
diyelim ki bir sabah vakti, Haydarpaşa ganndasınız;
Eskişehir ve Ankara'ya- gıdecek Başkent Ekspresi
hareket etmek üzere. Siz de vagonunuzdaki yerini-
zi almışsınız ve pencereden, yağan yağmura bak-
maktasınız. Tam o sırada orta yaşlarda bir demiryo-
lu işçisi dikkatinizi çekiyor. Adam, yapacağı bir şe-
yin görünmemesini ister gibi saklanacak yer artyor,
aradığı sığınağı bir sütunun arkasında buluyor. Sizin
kendisini gördüğünüzün farkında değil, onun için de
artık rahat hemen "gizli" işıne koyuluyor. Ayağında
işletme tarafından verilmiş, ama tabanlan delinmiş
bir çift çizme var. Adam çizmeleri çıkanyor, sınlsık-
lam çoraplı ayaklannı birgazeteyle kuruladıktan son-
ra her ayağına birer küçük naylon torba geçiriyor, da-
ha sonra da yine çizmelerini giyiyor. Sosyal bir hu-
kuk devletinde yaşayan bu işçi, artık en azından o
gün ayaklannın o buz gibi havada ıslanmaması için
gerekli önlemi "gizfice" almış olmanın rahatlığı içe-
risindedir. Belki birkaç gün sonra çoktandır birikmiş
"fazla mesai" ücretleri hâlâ ödenmediği için bir sa-
bah toplu viziteye çıkan işçilerın arasına katılacaktır.
Trenler kalkmadığı için öfkelenecek yolculann içle-
rinden ya da sesli edecekleri küfürlerden, ayaklan
nayton torbalı işçi de nasibini alacaktır.
Bu sahne, bundan bir ay önce bir çarşamba sa-
bahı, Haydarpaşa'da aynen yaşanmıştır. Şimdi çok
önemli bir toplumsal sınav sorusu. Ülkenizde o ada-
ma seslenebilecek, bütün gün çahşmasına karşın,
ayaklannın ıslanmasını ancak naylon torbayla en-
gelleyebilmesinin, yalnız ona değil, ama bir ülkenin
bütün çalışanlanna, o ülkede insan olma savındaki
herkese yönelik korkunç bir aşağılama olduğunu o
adama ve başkalanna anlatabilecek bir sanat yapa-
biliyor musunuz?
Dostoyevski, Çarlık Rusyası'nda böyle insanlann
romanını yazdığı, yazabildiği için dünya edebiyatının
doruklanna yerteşebildi. Cumhuriyet Türkiyesi'nde
Ortıan Kemal, bu insanlann hayatlannı yazarlığının
büyüteci altına aldı.
Bugün ise yukandaki soruyu, sanatımızin ve ede-
biyatımızın bütünü açısından bir kez daha sormak
gerekiyor. Çünkü bu soru bazen, eğer toplumsal
koşullar öyle gerektiriyorsa, sıradanlığın çok dışına
çıkıp, sanatın anlamlılığını ya da anlamsızlığmı, sanat-
çının sorumluluğunu ve sorumsuzluğunu çok yakın-
dan, bir variık sorunu sayılabılecek kadar yakından
ilgilendirmeye başlayabilir...
Bodyognaphy' sergisi açıhyor
• Kültür Servisi - Inci Eviner'in, Kültür ve Sanat
Varlıklannı Koruma ve Tanıtma Vakfı (KÜSAV) ve
Galeri Nev işbirligiyle düzenlenen "Bodyography"
dizisi sergisi bugün Topkapı Sarayı Alay Köşkü'nde
açılıyor. Sergide. sanatçının 1994 yılı Eylül ayında
Berlin Bethanien'de Beral Madra'nm küratörlüğünde
düzenlenen Orient Express'e katılan yapıtlan yer
alıyor. Bulunduğu yeri tarihten çok coğrafyayla
tanımlamaya çalışan Eviner, bütün kimlik arayışlannın
dayandığı ikilikleri aşmayı amaçlıyor. Sergi, 9 mayısa
kadar görülebılir.
Hazibe Hanım' dünya turunda
• Kültür Servisi - Senaryosunu Macit Koper'in
yazdığı. yönetmenliğini ırfan Tözüm'ün
gerçekleştirdiği "Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri", 3-
10 mayıs tarihleri arasında, Hollanda'da, Amsterdam
Sinema Şenliği'nin Türk filmleri bölümünde
gösterilecek. Başrolleri Uğur Polat'la paylaşan Hale
Soygazi'nin de gösterimde hazır bulunacağı film, daha
önce Amerika, (Canada, Almanya, Rusya ve
Singapur'da gösterilmişti.
ketişim Krtabevi'nde 'Yazan
Haftalarr'
• ANKARA (ANKA) - iletişim Kitabevi. okurlann
sevdikleri yazar ve şairlerin kitaplanna daha ucuza
sahip olmalannı sağlamak amacıyla "Yazar Haftalan"
düzenledi. Her hafta ayn bir yazar ya da şairin
kitaplannın okuyuculara yüzde 20 indirimli olarak
sunulacağı etkinlikler, "Jean-Paul Sartre Haftası" ile
başlıyor. 17-23 nisan tarihleri arasında "Kemal Tahir
Haftası" ve 24-30 nisan tarihleri arasında "Kavafis
Haftası" için düzenlenecek olan 'Yazar Haftalan', o
şair ya da yazann doğum ya da ölüm haftasında
gerçekleştiriliyor.