28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 NİSAN 1995 PAZARTESİ CUMHURtYET SAYFA KULTUR 17 1 4 . U L U S L A R A R A S I Î S T A N B U L F İ L M F E S T İ V A L İ PORTRE/ JEAN CHARLES TACCHELLA 1925Cherbourg doğumlu Tacchefla, sinemaya fîlm eleştirmenliginden geçti. Savaştan sonra Astnıc, Mauriac ClementveBaanle bir sinema kulübü kurdu; geleceğin 'YeniDalgacılar'ıbu kulübün bünyesinde toplandı. 50'li yıltarda önemli birkaç filme senaryolar yazdı, sinema eleştirileri yayımiandı. 1960'lardaTV'yediziler çekerek kameranın ardına geçti. tlk uzun metrajlı fılmini 1973 yılında çeken Tacchella, 1988'de Öne Kaydırma adlı , yapıtıyla istanbul Film Festivali'nde Altn Lale'yi kazandı. Yabancı bir sinema dergisi Tachella için şunlan yazmıştı: -Kamerayı bir kaletn gjbi ktıflanır, günlük yaşamı çizer ve boyar. Yapıtlan mizahla ve güzeüiklerie doludur." BUCÜN EMEK: 12 00 ' Tango, 15.00/ Holywood Kıd'in Yaşamı ve Ölümü, 18.30 / Tango. 21.30/ Gecelerin Kraliçesi FİTAŞI: 12.00/HerGûn Pazar, 15.00 / Cennetın Çocuklan, 18.30 / Her Gûn Pazar, 21.30/Cennetin Çocuklan FİTAŞ 2: 12.00/ Yıldızh Kubbe, 15.00 / fngiliz, August, 18.30/ Yıldızh Kubbe. 21.30/Ingiliz, August FİTAŞ 3: 12.00/fş, 15.00/Gelin. 18.30' YumusakTen, 21.30/ - Umut REKS: 12.00'SevdaYazı, 15.00/ Kocaman Balkabağı, 18.30/Aıle, 21.30'lhtiras Labirentı YARIN EMEK: 12.00 ' Kimse Benı Sevmiyor. 15.00/ Makarov, 18.30 / Kimse Beni Sevmiyor, 21.30 / Sarayın Sessızliğı FİTAŞ 1: 12.00/Mutlü Noeller Bay Lawrence, 15.00 / Arzunun Kanunu, 18.30/Mutlu Noeller Bay Lawrence, 21.30/ Arzunun Kanunu FİTAŞ2: 12.00 / Sınır Çizgisi, 15.00/ Gecelerin Kraliçesi, 18.30 / Sınır Çizgisi, 21.30/Holywood Kid'in Yaşamı ve Ölümü FİTAŞ 3: 12.00/Sessiz Çıghk. 15.00/AdıVasfiye, 18.30/ Babam Askerde, 21.30 / Sürü REKS: 12.00/Mesmer, 15.00/ Hoşçakal Amerika, 18.30 / Bulutlann Kapısı, 21.30 / Sevgili Günlüğüm KAÇIRMAYIN Her Gün Pazar: Tacchella bu filmde yeni vatanlan Amerika'ya uyum sağlamak isteyen, ancak bunun ıçin hiç çaba göstermeyen Dodo ile Jesus'un Florida'da geçen komık öyküsünü anlatıyor. Yaşama özlemini çok iyi yakalayan Tacchella'ya iki usta Maurizio Nichetti ile Rod Steiger yardımcı oluyorlar. (1994-102 dk.) Kocaman Balkabagı: Italyan kadın yönetmen Francesca Archibugi, yıne bir aile filmiyle karşımızda. 1993'teeleştirmenler tarafından yılın en iyi îtalyan filmi seçilen Kocaman Balkabagı, sarah bir kızı psikolojik yöntemlerle tedavıye çahşan ve başaran doktorla hastası arasındaki sevgi üzerine kurulu. (1993-98dk.) Tango: Paul, kendısıni terk eden kansını öldürmeyi kafasına koyar, ancak bunu bir başkasına yaptırmayı düşünür. Hâkım amcastndan yardım ıster. Amcası da zamanında bazı kanıtlan görmeyerek beraat ettirdiğı Vincent'i, yeğeninin kansı Marie'yi öldürmesi için tehdit eder... Peter Leconte'dan tempolu, sürükleyici ve hoş bir film. Zengin oyuncu kadrosu dikkat çekıyor. (1992-88 dk.) Umutsuzluğıın çarpıcı öyküsü: Umut CUMHUR CANBAZOGLU Festivalın, Sinemamn YQz Yıh kutla- malanna bağlı olarak yerli sinemadan sectığı 'kiasikler'den bölümü, Türk Sine- ma Tarihi'nden, Gelin ve Umut'la başlı- yor. Tüm zamanlann en iyi on filmi arasın- da yer alan Umut, hem sinemamız hem de Yümaz Gûney için 'birdönemeç' ça- lışması niteliğinde. Güney, Umut'la se- yircisinin alıştığı ripi bırakıp daha yaşa- yan biri olmuş, yerleşik sisteme karşı bi- reysel çıkışlar yerine toplu tavır koyma- yı savunmuştu. Bu mesaj, gelecek Gûney fllmlerinın de temel hedefiydi. Anahtar film Umut, son derece sade anlatımıyla itaJyan yeni gerçekçilıginin ürünlerine benzetılmiş, Bisikkt Hırazla- n'ylaözdeşleşnriimişti. Ancak Güney'in filminde ınsanlar fakir, ama güzel değil- di. Etrafında olup bitenlerin farkına va- ramıyoriardı. Insanlann plastik özellik- lerinin üzerine gidilmemişti. fkinci yan define aranaa bölümlerinde sembollere agıriık verilse de eni konu bir yan-bel- geseldi filaı... Umut, YılmazGüney'in kendi yaşamı. Babası Cabbar, Amerikalılar Adana'ya havaalanı yapmaya başladıklannda aile- sini alıp şehre göç ediyor. Havaalanı böl- geye bereket, umut getirecek, köylüler de bu pastanın köşesinden paylannı ala- cak. Adana'da faytonculuğa başlıyor Cabbar. Yaşlı anası. kansı ve beş çocu- ğunu iki atın çektiği faytonla doyurma- ya çalışıyor, ama başaramıyor. Ümudunu yitırmiyor, önce piyangoy- la kaderini yenmeye çalışıyor, olmuyor. lşsiz kalınca bu kez bir arkadaşı ve ho- cayla define peşine düşüyor; umuyor, umuyor ama toprak altından da umut çık- mayınca Cabbar dehnyor. 1970yapımı Umut. 1968'lerdebaşla- yan sosyal ve polıtik beklentilere sine- madan gelen bir soluk; ınsanın geleceği- nin kendi elinde olduğunu, metafizik çö- zümlerin kaderi değiştirmediğini vurgu- layan bir rehber. Tabii böyle çarpıcı mesaj lar içeren bir filmın sansüre uğramaması mümkün mü? Umut da sansürden nasibinı alıp gösterimden kaldınlmış, sonra Danıştay karanyla gösterilmışti. Bu sansürün ar- dında filmdeki zengin fakir aynmı var- dı. oysa Türkiye'de insanlar arasında böyle bir aynm hiç mi hiç yaşanmamış- tı. Sonra Cabbar bir sahnede Amerikalı- ya silah çekip onu soymaya kalkmıştı, bu da yapılmayacak bir hataydı. Ardın- dan Cabbar, hocayla defına aramaya çı- kıyordu. Bu, dıni değerleri yaralayacak nitelikte bir başka hataydı... Umut, uzun çabalardan sonra 1990'dayeniden Türkiye'de gös- terildi, ancak ye- ni kuşaklardan beklenen ilgiyi görmedi. Yıllar yılı Güney'in sa- natçı yönünün önüne çıkartıl- maya çalışılan politik kimliği. belkı de genç si- nemaseveri olumsuz etkile- mişti. Festival bün- yesindeki bu gösterim, yerli sinemanın, kımı- ne göre en önem- li yapıtını ızleye- bılmek ıçin yeni bir fırsat. Yılmaz Güney'in umut- suzluğun tasviri- ni ustaca bir ironiyle verdiği Umut kaçınl- mamalı. Hollywood düşlerinin de sonu vardır tnsanlann Han nehrinde yüzdüğü 1950'lerde, Myonggil adında bir öğ- renci, kayalıklardan denize kuş gibi sü- zülerek atlayan Pyongsok'a hayrandır. tkisi de aynı okula gitmektedirler. Myonggil, filmler konusunda ayaklı kütüphane olan Pyongsok'la birlikte. sinema dünyasımn gızemini keşfe ko- yulur. iki arkadaş. okuldan birkaç kişiyle birlikte, "Muhteşem Yedilı" adını ver- dikleri bir sinema hayranlan kulübü kurarlar. Myonggil, Hyonsuk adında bir kıza aşıktır, ama kız sinema konusundaki engin bilgisi nedeniyle Pyongsok'tan hoşlanır. Hyonsuk yüzünden, Myonggil ve Pyongsok'un arası bozulur. Sonunda banşırlar ve sinema dünyasındaki ge- lecekleri hakkında düş kurmaya baş- larlar. Ama düşler gerçekleşmeyecek- tir. ChungJiyoung'un yönettiği film, i- ki arkadaşın sinema tutkusunu anlatı- yor. Başrollennı Choe Minsu ve Toko Yongjae'nin paylaştıklan film, Jiyo- ung'un kendi portresini çızdiğı birya- pıt olarak biliniyor. Hollywood filmlennin yarattığı düş- lerle büyüyen bir kuşağın özeleştinsı- ni yapan "Hollywood Kıd'in Yaşamı ve Ölümü", dünyayı fethetme amacı güden Hollywood'a karşı yerli film en- düstrisınin gitgide popülerliğıni yi- ürişini ele alıyor. Aile bir toplumun aynasıdır EHore Scob sinemasını se- venkrin kaçırmaması gereken yapuniardan biri de 1987 yapı- mı"Aie". ftalya'da 1987 yılının en faz- la seyredilen filmi unvanına sa- hip olan "Aile", 1906 doğum- lu Carlo'nun gözüyle çekirdek ailesinin nasıl büyüdüğünü, bu süre ıçinde Italya'daki değişik- likleri, kısacası 80 yıllık bir öy- küyü veriyor. Carlo'nun 80. yaşgünü onu- runa torunlanndan Carletto bü- tün akrabalan eve davet ediyor. Carlo, bu mutlu ortamda geç- mişe dönüp ailenin yaşadıkJa- nnı anımsamaya başhyor. Geç- mişte o büyük evde Italyanca hocası olan dedesinin yöneti- minde anne ve babası, üç hala- sı Luisa, Omella, Margherita ve kardeşi Giulio'yla yaşıyor Carlo. Büyüyünce, dedesınden dersler alan Beatrice'nin kar- deşi Adriana'ya âşık oluyor, ancak Adriana yerine Beatri- ce'yle evleniyor. Paolino ile Maddelena adlı iki çocuğu olu- yor... Aile, geçmişin atmosferini yakalayan ışığıyla (görüntü yö- netmeni Riccardo Aranovich), başroldeki VfttorioGassman'ın çok iyi oyunuyla, Scola'nın de- rinlemesine kişilik tahlilleri ve şaşırtıcı diyaloglanla festivalin 'en iyfleriıiden' biri. IiLsaıı doğasıınn karanlık yönleıdArturo Ripstein'ın filmi, Meksikalı efsanevi folk şarkıcısı Lucha Re>-es'm karanlık, iç karartıcı gerçek yaşamöyküsünü anlatıyor. Günümüzde bıle, popüler Meksika müziğinın en büyük şarkıcısı olarak nıtelendinlen Reyes; Fransa için Edith Piaf, Amerika için de Jud> Gaıiaod ne aniama gelıyorsa, aynı şekilde,' ülkesinin kültürel mirasının bir parçası olarak görülüyor... Büyüleyıci sesı ve etkileyici kişiliği, Reyes'ı mutlu etmek için yeterli değildi. 1906'da bir genelevde doğan Reyes, babasının kım olduğunu asla bilmedi. Duyarlı ve duygusal olan Reyes, yaşadığı bir sürü tek gecelik ıiişkide aşkı ve mutlulugu arayıp durdu; yaşamı boyunca, intihar etmeye çabaladı ve en sonunda, I944'te aşın dozda uyku hapı yutarak amacına ulaştı. "Rancbera" olarak bilinen folk şarkılan söyleyen Reyes. Frida Kahlo ve IMego Rivera gıbı sanatçılann ortaya çiktığı 1930'larda şöhrete ulaştı. Yalnızca anlan yaşayan tutkulu bir kadın "Gecelerin Kraüçesi" filminde de aslına uygun olarak betimlenen Reyes, yalnızca anını yaşar, cinsel tutkulannı bastırmaz ve ahlaki sınırlan kabullenme konusunda gönülsüzdür. Tutkulannı en yakın arkadaşı, oyuncu-fahışe La Jaira ve onun kadın peşinde koşan kocası Pedro üzerinde yoğunlaştıran Reyes'in La Jaira'yla arası bozulur. Pedro da kendisini terk edince, Reyes seksüel eğlenceler bulur ve tekiladan sarhoş bir halde tek gecelik ilişkjler yaşamaya başlar. Intıhannın temel nedeni, genelev işleten, para düşkünü annesidir. Reyes'in annesiyle olan kavgalı ilişkisi, büyük olasılıkla öykünün en önemli noktasını oluşturuyor. 1930'iann Meksikası ~ Annesınden boşu boşuna yardım uman Reyes, yasamına bir anlam kazandırmak amacıyla Hintli bir kız çocuğunu evlat edinir; ama asın davranışlan, onu dehşete " düşürür. 1930'lann Meksikası'nın kitsch gece yasamına dalan Reyes, meslek yaşamını bir yana iter, içtiği tekilalarla sesini mahveder ve bir gece, umutsuzluk içinde, tıpkı Piaf ve Garland gibi intihar eder. Rjpstein'm filmi, gerçek Lucha Reyes'i örnek alarak kurgusal bir karakter yaratıyor ve bu açıdan yaşamöyküsü türünden belli farklılıklar gösteriyor. Film, melodram geleneklerini araştınrken insan doğasının karanlık yönlcnni de açığa çıkanyor: işlevini yitirmiş aıleler, ölümcül ilişkiler, yazgısı bellı aşk... BUAŞAMADA ŞÜKKAN KUBDAKUt "Acıh Kuşak "tan Mehmed Kemal Mehmed Kemal'le dostluğumuz 1945'te başlar. Neresınden baksanız değişme sürecine özgü top- lumsal çalkantılann bıreyi de yörüngesine aldığı bir efli yıl çıkar karşınıza. Savaş sonu.. Çok partili düzaie geçiş sancılan.. Ve en önemlisi, özellikle genç şairin coşumculuğu- nu (romantizmini) ayağa kaldıran haberlerin yarattı- ğı sevinç: Dünya sosyalizme gidıyor.. Politika egemenlerince 1945, 46, 48, 49 ve51 tu- tuklamalarıyla arayışlarının önü kesilmek istenen "acılı kuşak"tır bu. Mehmed Kemal bu kuşağın şairlerinden biri ola- rak girdi edebiyata. llk kitabı "Birinci Kilometre" (1945) sınıfsal konumunu çok iyi algılayan bir şairin ürünlerinden oluşuyordu. Yer yer "Garip " şiirinin başat özelliği olan inceyer- gi öğeleriyle donanmış gizli tepkilerin şiiri.. "Günler geçti Asker oldum piyade Talim gördüm, yürümeyi öğrendim, ölmeyi, öldürmeyi öğrendim." (Günler Geçti, Ant, Nisan 1945) Geleneksel halk şiirimizın kuruluş özellikferi içinde çağdaş sorunlan içeren bir arayışa doğru.. Mehmed Kemal'ın ikinci evresini böyle tanımlaya- biliriz. Bu arayışın verimlerinden "Yeni Değirmen "deki (Meydan, 15 Mayıs 1948) şu dizeler savrulan ülke- miz insanlannın bitmeyen çilesinden ses veriyor gi- bidir: "Günü somun gibi üçe bölmüşler Herbirine vardiya demışler Ah, işgücünü yemişler Ucuzca bedavasına. Indiririer kamyonlardan Hesap görürler tonlardan Çekip almışlar canlardan Getirmışler değıırnene." Sonraki evre "öğle Rakılan"na kadar değişik şiir- terie süregelir. Mehmed Kemal, Zara sürgün alayından Iskende- run'daki havan bölüğüne gönderildiği zaman ben de Maraş'ın Ahır Dağlan eteklerinde "ınsan öldürme sa- natı"n\ talim ediyordum. Sanınm, ikimiz de 1950'nin sonlannda aldık tezkeremizi. Çiçek Pasajı'nda karşılaştığımızda DemokratAn- kara'da, yeniden gazeteciliğe başlamıştı. Sonra Yeni İstanbul, Vatan, Ant, Akşam, Banş ve Cumhuriyet. Bu ucu bucağı belirsiz koşudan elde kalan binler- ce yazı. Kimini kesip sakladığımız, kimini görmeden geç- tiğimiz, Yazıya başlarken haber başlıklannda genç yürek- lerimizi titreten insanca sözcüklerin yer aldığını söy- lemiştim. Dünya sosyalizme gidiyor.. Mehmed Kemal'in 75. doğum yılını kutladığımız bugünler haberlerin değişmez başlığındaki şu söz- cüklerle ürperiyoruz: Dünya kapitalizme gidiyor! Ama bu çağdaş ınsan aklına aykın sözcüklerin bir genç şairin bile esin kaynaklannı harekete geçirdiği- ni söyîeyebilir miyiz.. Acılı kuşağa tarihin verdiği ödül budur işte. Berna Türemen'den 'Paylaşrtamayan Küttür MipastePi' • Kültür Servisi - Berna Türemen'in "Paylaşılamayan Kültür Miraslan" konulu 28. kişisel sergisi 14 nisana dek Roche Konferans Salonu fuaeyesinde izlenebilir. Roche Müstahzarlan Sanayi AŞ tarafından "Bolluca Çocuk Köyü" yaranna düzenlenen sergıde, yağlıboya, suluboya, özgün baskı gibi kanşık teknikte toplam 27 resim yer alıyor. Resimlerin temalannı kedilerve şişman kadın figürleri oluşturuyor. Erkeklerin, çoğunlukla da erkek bürokratlann sembolü olan kediler, Hitit, Ege ve Mısır uygarhğmın karşısında mizahı bir rol de üstleniyor. Türemen, resimlerinde bu mizahı, bürokrat kediler aracılığıyla "Paylaşılamayan Kültür Miraslan" üzerinde işliyor. Şişman kadın figürleri ise çiçek satan kadmlan temsil ediyor. London Mozart Players topluluğuyla bir turne gerçekleştiren İngiliz orkestra şefi Howard Griffiths: Türk CD 'lerin dağıtımı yapılamıyorGAMZEVARIM ingilizorkestra şefi ve vıyolacı Ho- ward GrnTrths, 'London Mozart Pta- ytn' toplulugu ile sekiz konserlik bir turne için Türkiye'deydi. ingiliz Kül- tür Heyeti'nm düzenlediği. 31 mart- 9 nisan tarihleri arasında gerçek]eşti- rilen turne, istanbul, Ankara, Izmir'in yanj sıra Bursa, Mersin ve Antalya'yı da kapsıyordu. Hemen her yıl Türkiye'ye gelerek büyük kentlerde orkestralanmızı yö- neten GrifTiths, Türk seyircisini 'çok scak vecana yakm' buluyor. Sanatçı. bu kez Bursa, Mersin ve Antalya'da 'açüdamah' konserler gerçekleştire- ceklerinı belirtiyor. Bunu daha önce de pek çok kez yapan Griffiths, kon- ser sırasında izleyicileTe dönerek saz- bra, orkestradaki önemli görevlere, seslendirilen yapıtlara ılişkin açıkla- malarda bulunuyor. Şu anda Zürih Oda Orkestrası'nm baş konuk şefi olan sanatçı, önümüz- dcki sezon bu orkestranın baş daimı şefliğini üstlenecek. 1971-80 yıllan arasında Türkiye'de yaşayan Grif- fiths, Türk müziğinin dünyada yay- {mlaşması için elinden geleni yapa- cagını ifade ediyor. - Türk bestecilerin yapıdannı ve Tirkyorumculan dünyadatanıöyor- UJvi Cemal Erkin, Adnan Savgun, Cemal Reşit Rey, Ferit Tüzün gibi ~ürk bestecilerinin yapıtlannı dışar- «a çok yorumladım. Koch Internati- onal adlı Alman şirketi için sonbahar- da çıkacak iki tane CD yaptım. Bir ta- nesi Saygun'un, dığeri ıse Erkin, Rey, CengizTanç ve NevitKodalh'nın bes- telerinden oluşuyor. Dünyanın herta- rafında satılacak bu CD'lere devam etmek istiyoruz. Aynca Avrupa'da de- ğişik orkestralara Türk bestecilerin yapıtlannı çaldınyorum. - Nedcn şjjndiye kadar beffi bir or- kestranın daimi şefliğini ya da sanat yönetmeniiğini üsdenmediniz? Deği- şik ülkelerde değişik orkestralan yö- netmek uyum sağlamak açısından güçlük yaratnıı>or mu? Konuk şef olmanın bir avantajı var. Işinizi yapıp, aynlıyorsunuz. Hiçbir idari sorumluluğu yok. Her sene git- tiğım yerlerde bir iki hafta kalıyorum. Benimle nasıl bir çalışma yapacakla- nnı biliyorlar. Ancak son zamanlarda daimi bir orkestra ıstiyordum. Yönet- mek isteyeceğim bir orkestra bekle- dim. Zürih Oda Orkestrası şu anda dünyanın en iyi oda orkestralanndan biri. Aynca çok geliştirebileceğim, yeni şeyler getirebileceğim bır orkest- ra. Bundan böyle, yılın en az altı ayı- nı orada geçirmcm gerek. Ama o or- kestrayla dolaşmayı, festivallere katıl- mayı amaçlıyorum. - Türidye'deld müzik atmosferini dışardan bakan bir göz olarak nasıl degeriendirirsiniz? Türkiye'ye 1971 yılında geldim. Ben burada yaşarken. orkestralar ye- terli sayıda eleman bile bulamıyorlar- dı. Şimdi çok daha fazla sayıda ele- HonardCrifîîths. Türk sevircisine "çok sıcakvecana yaJan" olduğunu sö>lü\or.( Fotoğraf: KAAN SAĞANAK) manlan var. Konservatuvarlarda ol- dukça iyi genç sanatçılar yetişiyor. Genç müzısyenlerin Avrupa'da daha çok egitım olanaklanna kavuşmalan çok önemli. ingiliz Kültür Heyeti, 'Young Musician of the Year-Yılın Genç MüzLsveni' yanşmasını başlat- tı. Başladıgından beri ben de bu işin içindeyim. Birincilik ödülü Ingilte- re'de, Manchester'daki The Royal Northern College of Music'te bir yıl- lık, ıkincilik ödülü de üç aylık egitım. Üçüncülük ödülü ise bir haftalık ge- zi ve konserleri izleme olanağı. Bu alışverişi çoğaltmanın büyük faydası var. - Orkestralanmızı teknik açıdan nasıl degeriendirirsiniz? Teknik açıdan iyiler. Ama müzik kültürü yeterli değil. Avrupa'da pek çok yenilik var. Orkestralanmız Mo- zart'ı yirmi yıl öncesine göre çok farklı bir biçimde çalıyorlar. Ingilte- re'de 200 yıl önceki enstrümanlarla çalan pek çok orkestra kuruldu. Mo- zart'ı Mozart zamanındaki gibi çal- maya başladılar. Yeni orkestralann daha hafıf, notalan daha kısa çalarak geliştirdikleri farklı bir tarz var. Şim- di senfoni orkestralan bile Mozart'ı farklı çalıyorlar. Türkiye'de her şey aynı şekilde gidiyor. Bugüne dek sü- regelen problem. kültürlerarası etki- leşimin olmaması. - Farklı ülkelerdeki dinleyicilerin tepkileri de farklı olmalı. Konserlerin programlannı betirlerken ülkekre gö- re mi secim yapıyorsunuz? Evet, Isviçre ve Almanya'da dinJe- yici, Türkiye, Italya ya da Ispanya'ya göre daha tepkisiz. Amenkalı dinle- yici çok kültürlü değil. Bazen çaldı- ğınız parça bitmeden alkışîamaya başlayabıliyor. Almanlar çok resmı ve parçanın nerede bittiğini çok iyi biliyorlar Farklı dinleyiciler için program belirlemek de önemli. Seç- tiğim yapıtlarda dikkatli davranıyo- rum. Orneğin Italya, tspanya ve Tür- kiye için Bnıckner'in uygun olduğu- nu sanmıyorum. Bu ülkeler için Mah- lerçok uygun. Ama Almanlar Bnıck- ner'ı seviyorlar. Türkiye'ye gelirken de seçimlerime dikkat ediyorum. Türk dinleyicisinin hangi besteciler- den hoşlandığını biliyorum. -Türk bestecilerinyapıtiannuı dün- yada tanınması için daha çok CD ya- pdması gerekjyor. Artık Türkiye'de CD yapmak tek- nik açıdan zor değil. Aynca Türk sa- natçılannın yapıtlan çok iyi bir reper- tuvar oluşturuyor. Saygun'un ve Er- kin'in bütün senfonileri kaydedilme- li ki yabancı şefler ve müzisyenler bunlan dinleyip çahnaya karar vere- bilsin. Saygun'un senfonilennin partitur- lannı Avrupa'da bulmak çok zor. CD yapmak Türk sanatçılannın bütün dünyada tanınması açısından çok önemli. Yapılan CD'lerin Avrupa'da bulunamaması büyük bir problem. Asıl mesele. yapılan CD'len dağıta- cak bir şirket bulabilmek. - Bir tngiliz orkestrasının Saygun yonımuyia, bir Türk orkestrasutınki arasında duygu açısından fark var mı? Yok, müzisyen müzısyendir. O duygu vardır da en büyük zorluğu ak- sak ritımler yaratıyor. tngiliz orkest- ralan seviye olarak çok yüksek. Fakat Erkin'i çalarken çok zoriandılar. - Ingiltere'de orkestralara devlet desteği ne ötçüde gercekkşiyor? BBC orkestralan maaşlı. Diğer or- kestralar ıse maaşsız. Büyük orkest- ralann elemanlan, verdikleri konser- ler karşılığında ücret alıyorlar. Maaş ve bir garantı yok. Bu sıralarda dur- gunluk oluyor. Bir haylı zorlanıyor birçok tngiliz orkestrası. Devletin verdiği para çok az.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle