Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28MART1995SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Prof. Cevad Memduh Altar, bugün saat 11.30'da MSU'de yapılacak törenden sonra toprağa verilecek
Gerçek bir aydım yitirdik•Bugün toprağa verdiğimiz
müzikolog Cevad Memduh Altar,
Cumhuriyet Türkiyesi'nin kültür
yaşamında önde gelen
isimlerdendi.
EVtNtLYASOĞLU
Cevad Memduh Altar, giderek kaba
sabalaşan toplumumuzun örneği tûke-
nen zarif insanıydı. Gencecik biröğren-
cıden. sıradan bir besteciye. çiçeği bur-
nunda bir yazardan, ılk kez sahneye çı-
kan bir soliste kadar. herkesi sevecen bir
saygıyla kucaklardı. Ona göre herkesin
kendmi bir aydın olma yolunda eğıtme-
si ve aydın olmanın da bedelini ödeme-
si gerekirdi. Her aydın, toplumda bu
özelliğın. aydın olma ayncalığının so-
nımluluğunu taşımalıydı. Kendi külnir
birikımı kadar yabancı dillen bılmesi,
uluslararası aydınlarfa boy ölçüşebilme-
si gerekirdi.
Cevad Memduh Bey ile her sohbeti-
mizde keşke hemen teybime uzanıp açı-
versem, her söyledığıni yakalasam tela-
şını yaşamışımdır Başlıbaşına bir cum-
huriyet tarihi anlatırdı. BülentTarcan'ın
çocukluğundan Saygun'un gençliğine.
Atatürk'ün sofrasından ılk radyoculann
coşkusuna. müziğin eskı çağlanndan ye-
ni çağlanna, değişen topluma, değişen
kültür- sanat anlayışına, sanat müziğın-
den pop müzığine kadar neleri konuş-
mazdınız ki onunla!
Bcnim "25TûrkBestecisrbaşlıkIı ki-
tabıma yazdığı önsözde yine her zaman-
ki inancı doğrultusunda Atatürk Türki-
yesi'nin aydınlık geleceğıne değinmışti.
"Bu kitapta. Atatürk'ün de ele aldığı re-
form ilkelerinin. çoksesli çağdaş Türk sa-
nat müziğuiin evrenseUeşnıe çabasıyla if-
gili bilançosunu, kendine özgü bir >ön-
tem içüide açıklayabilmek ne güze) şey. İş-
te bilanço, ulusâl kültür ve sanatlarda,
çağdaş bilimin ortak tekniğiııden yarar-
Lanabilmenin uygar toplumlara neler ka-
zandırabilecegini de bizlere açık seçik
gösteriyor." (Pan Yayıncıhk, 1989).
Cevad Memduh Altar, Osmanlı İmpa-
ratorluğu'ndan Cumhuriyet dönemine
geçiş yıllannda ilk gençliğini yaşamış:
ALINTILAR
Zeynep AJtar,Ce\ad Memduh Altar ve Evüı llyasoğlu
1990 yılında bir TY programı setinde.
• Cevad Memduh Altar,
giderek kaba sabalaşan toplumumuzun
örneği tükenen zarif insanıydı.
• Ona göre herkesin kendini
bir aydın olma yolunda eğitmesi ve
aydın olmanın.da bedelini ödemesi
gerekirdi.
Avrupa "da eğitım gören ılk kuşağın üye-
lennden birisı olmu!} ve yırmincı yüzyı-
lın neredeyse ılk günlerinden son günle-
rine kadar tanıklığını yapmış birentelek-
tüeldı. Ilk kez radyoda açıklamalı klasik
müzik programlan hazırlayıp sunması:
Musikı Muallim Mektebf ndeki öğret-
menliği, güzel sanatlar müdürlüğü, ya-
kın yıllara kadar Mimar Sınan Üniversi-
tesi Devlet Konservatuvan'ndaki müzik
estetigi dersleri, yayınlan ve özellıkle
dört ciltlik opera tarihi ve Türk sanat
dünyasına büyük hizmetler verdi.
Bırtelevizyon programındaki söyleşi-
mizde uluslararası nitelikte bir besteci-
yi şöyletanımlamıştı "Uluslararasıare-
naya eserini verecek bestecinin mesleği-
nin gerektirdiği teknik bilgileri çok iyi bi-
leceği gibiötesindeki konularada vakif ol-
ması gerekir. Genel kültür! Bcsteci ope-
ra yazacaksa sanat tarihi bilmelklir. De-
korasyon bilmelklir. Bir dekoratöre ha-
valeedilerek iş bitmez. VVagner,'Gesamt-
kuntswerk' olarak adlandırnuş operayı:
Bütün sanatlann birleşüniyle me>dana
çıknuş bir ortak birleşim. Resim, he> kel
mimari, tümüyle müzik var. Esask bir
kültür birikimi. Felsefe, dünya tarihi, sa-
nat tarihL edebiyat, ülkesinin opera>a ko-
nu olacak anektodlan, kendi memleketi-
nin tarihi, dünva tarihi, medenivet tari-
hi, tasavvuf. A>nca dünyada müzik kül-
türüne birinci derecede katkıda bulun-
muş memleketlerin müziğini deçok iyi ta-
nıması lazını. Uluslararası nitelikte eser
verebilmek için yalnız opera bestedsi için
değtt, senfonik şür yazan için de bu geçer-
lidir. Besteci her şeyi ile bir bütün oluşru-
rur. tşte Cevad Memduh Bey sanatçı-
nın çok birikimli, çok boyutlu olmasının
altını da böyle çiziyordu.
Öylesine alçakgönüllü bir insandı ki,
şımdi benim bu yazımı okumuş olsa
mutlaka telefonu açıp. "Aman Evin Ha-
nım kıam,teveccüh buyunnuşsunuz" di-
yecekti. Oysa şunca satır içinde ben o-
nun ancak birkaç yönüne, birkaç özelli-
gine değinebildim. Yine onun görüşün-
de bir dilekle bıtırmeliyım sözümü: Ce-
vad Memduh Bey gibi aydınlan genç ku-
şaklarda da yetiştirebilmek özlemı ile!
Prof. Memduh Altar kjmdir? ~
Müzikolog Prof. Cevad Memduh Al-
tar, 1902'de tstanbul'da doğdu. 1922-
1927 arasında Almanya'nın Leipzigşeh-
rinde müzik ve sanat tarihi öğrenimı gör-
dü. Aynı yıl yurda dönerek Dil Tanh
Cografya Fakültesi'nden lisansını aldı.
Musikı Muallim Mektebı"nde müzik na-
zariyatı öğretmeye başladı.
1935'te Milli Eğitim Bakanlığı Güzel
Sanatlar Şube Müdürü, I943'te Radyo
Dairesi Müdürü, aynı yıl Basın ve Yayın
Genel Müdürü oldu. Ilk kez radyoda
açıklamalı konser programlan sundu.
Goethe ve Sanatı, Müzik Tetkikleri, Sa-
nat Büyükleri, 4 ciltlik Opera Tarihi,
YüzyıllarboyuncaMüzikbaşlıkh kıtap-
lan yayımlandı. Ödülleri arasında Mi-
mar Sinan Üniversitesi'nden aldığı ödûl,
Sevda Cenap And Müzik Vakfi'nın al-
tın onur madalyası var. tstanbul Festiva-
li 'nın ilk kuruluşuna Nejat Eczacıbaşı ile
birlikte emeği geçen en önemli ısimler-
den bıridir.
Söyleyecek sözü
olan birnîhilistKültür Servisi - Baudrillard
adı, 1970"li yıllarda Fransa'da
akademık çevrelerin dışında he-
men hemen hiç bılinmezken sı-
radışı felsefeci 80'li yıllann or-
talannda çağdaş toplum çözüm-
lemeleriyle dünyanın dıkkatinı
çektı. Jean Baudrillard, postmo-
dern çagda entelektüel bir yol
gösterici olarak selamlandı.
New York'taki avant-garde
sanatçılar. onun "taldifteorile-
rini tuvale uyguladılar. "Politi-
kada cinsivetdeğişikliği" kavra-
mı, Ingiliz üniversite öğrencile-
rini heyecanlandırdı.
Baudnllard, kaçınılmaz ola-
rak, birdenbıre tartışma yaratan
düşüncelerini ve kjşkırtıcı ifa-
delerinı çabucak yutan medya-
nın hiti haline geldi: "Amerika
bir kurmacadır", "Michael
Jackson değişikliğe uğranuş yal-
nız biridir*' ve en ünlü sözü
"Körfez Savaşı ohnadı".
"Simulacre and Simulati-
on"gibi ilk yapıtlannda, Baud-
rillard tükericı toplumunu par-
çalamaktan ve kuramını, rekla-
mın anlamı çökerttiğini söyle-
yecek kadar ileri götürmekten
mutluluk duymuştu. "Bir rek-
lam panosuna baktığımız za-
man, nesneyi (bir Coca Cola şi-
şesi) değil. işareti (Amerikalı ol-
ma) tüketiyoruz" dıyordu.
Yenı kitabı u
Le Crime Parfa-
ft"de ise "takütieri" altında yi-
ten yalnızca kola şişesi değıl,
gözden kaybolan bütün dünya.
Kitabın ılk tumcesinde
u
Bu bir
suçun, gerçekligin öfdürülmesi-
nin öyküsü" diyor Baudnllard,
Felsefe dünyasının
Tarantino'su
Baudrillard kendısıne vakış-
tınlan son etiketin "felsefe dün-
vasının Quentin Taranti-
no'su"olduğunu söylüyor. Daha
önce deneleryakıştırmadılarkı:
"Süpermarket felsefecisi, ente-
lektüel sahtekâr, turucu, faşist..
tnsanlar sürekli beni bir katego-
riye sokmaya çalışıvorlar. Yaz-
Baudrillard,
aydınlar
sınıfinın
üyelerine
duyduğu ldnj
koruyor.
Kitabın
bölümlerinden
birinde "aciz
entelektüeUer"e,
Bosna'da
yaşananlarda
payı olan
herkese
sataşıyor.
• 'tnsanlar sürekli beni
bir kategoriye sokmaya
çalışıyorlar.
Yazdıklanma derin bir
kuşkuyla yaklaşıyorlar,
çünkü yapıtlanm
herhangi bir ideolojiye
çevrilemiyor. Okurun
eline bir deste kâğrt
tutuşturuyorum, ama
oyunun kurallannı
vermiyorum.'
dıklanma derin bir kuşkuvla
yakiaşıyorlar, çünkü yapıtlanm
herhangi bir ideolojiye çevrile-
mi>or. Okurun eline bir deste kâ-
ğıt tutuşturuyorum, ama oyu-
nun kurailannı vermiyorum"
"Le Crime Parfait"de Baud-
rillard yalnızca okura oyunun
kurallannı vermekten kaçın-
makla kalmıyor, sürekli kâğıtla-
n kanştırarak kuramlannı deği-
şik biçımlerde dağıtıyor.
Kuantum mekanığıni tartışır-
ken birdenbire Vladonna'nın
jimnastiği sabit fıkir haline ge-
tirmesini çözümlemeye geçiyor
Zaman zaman VVrttgenstein ve
îVietzsche'den. zaman zaman da
Borges ve .\rthur C. Clarke'tan
ahntılaryapıyor.
Bunuşöyleaçıklıyor:
"Sanınm kavTamİan kurma-
ca gibi ele ahyorum. Bir düşün-
ceyi sonuna dek savunup sonra
kendi mantığının üzerine çök-
mesini sağiıvorum. Anlamı üre-
tip sonra tahrip ediyorum. Bir
kurmaca yazan gibi doğru dili
buhnak için uğraşıyorum. Ken-
dimi yavan sözlerle ifade ermek
istemiyorum. Ama pek az eleş-
tirmen kitaplanmın \ankş biçi-
miyle ilgileniyor. Diİİe değil de
düşunceleıie ilgüt'niyorlar."
Belki de tartışma yaratan gö-
rüşleri, sözcük oyunlannın ın-
celiğini gölgeliyor. "Yapraanm-
da her zaman kışkırtıa bir öğe
var" sözlenyle bunu itiraf edi-
yor. "Önıeğin Körfez Savaşı ol-
madı derken insanlan öfkelen-
dirmek istiyordum. Ama tepki-
lerin şiddeti beni şaşırtü. Bazı in-
sanlar. sanki 'Toplama kampla-
n hiçbır zaman var olmadı' de-
mişim gibi beni tarihteki deği-
şikîik taraftarlanyla karşjlaşOr-
mava başladılar" diyor.
Şımdı artık insanlar yavaş ya-
vaş onun ne demek istediğini
anlamaya başlıyor ve "Belki de
hakhydı" diyorlar. Cünkü savaş
gerçekten olmamış gibi. Yalnız-
ca herhangi birkazanç sağlama-
dığı için değıl, tarihsel açıdan da
çolc önemli bir olay olmadığı
için...
"Le Crime Parfair. Baudril-
lard'ın bundan önceki patlama-
lanndan daha az polemık yarat-
tı. Kıtap. sanal cinsellik ve sanal
ekonominin havada uçuşan sim-
gelerini kucaklamak üzere ger-
çeklikten giderek daha çok
uzaklaştığımız postmodern
dünyanın absürdlüğünün ironik
bir incelemesi olarak silikon
devrimine karşı küçültücü bir
eleştiri olarak değerlendirilmi-
yor pek.
Aydınlar sımfina kin
duyuyor
Baudnllard, aydınlar sınıfinın
üyelerine duyduğu kinı koruyor.
Kitabın bölümlerinden birinde
"acizentelektûeller''e, Bosna'da
yaşananlarda payı olan herkese
sataşıyor.
Baudrillard kendini entelek-
tüel olarak görmüyor. Bu söz-
cüğü sev miyor.
Ona göre entelektüeller bu-
gün tehlikede, uluslararası olay-
lara müdahale etme yetileri yok
artık.
Bugünlerde üstlendikleri rol
yorumculuğa indirgenmiş du-
rumda. Nelerin ters gittığini
açıklayabiliyorlar, ama bazı
olaylann önüne geçme güçleri
yok.
Entelektüel değilse ne peki?
O, kendini "uç olgular ûzerine
düşünen biri" olarak görüyor.
'Resmedilen o andan'
en'olağanüstü' kesitTİJENŞİKARÖZGELEN
Zühal Parla, Alcbank Beyler-
beyı Sanat Galerisi'nde resimle-
rini sergiliyor.
14 martta açılan sergi, 31 mar-
ta kadar gezilebılecek.
1972 yılında Ankara'da doğan
sanatçı. 1990-1995 yıllan arasın-
da Mimar Sinan Ünıversitesi Gü-
zel Sanatlar Fakültesi Resim Bö-
lümü"nde öğrenim gördü. Çeşit-
li karma sergılere katılan sanatçı-
nın ilk kişisel resim sergisidir.
Ana tema birey
Resim sanatmda ızlenımcilık-
Je başlayan ve günümüze kadar
süren oluşumlann geleneksel sa-
nattan aynlan en belirgin yönleri
resmin konulannın ve boyama
yöntemlerinin değişmesidir. Tek-
nolojik aşamalar ve değişen ya-
şam koşulian ile sanatçının top-
lumsal konumunun farklılaşması
sonucu yüz yüze geldiği toplum
içindeki aşın yalnızlığı ilgı alan-
lannı değiştırmiştir. Sanatçı do-
ğal gerçekligin yerine kendi kişi-
sel dünyasının gerçekJigini resim
yoluyla dışlaştırmaya başlamış-
tır.
Günümüz sanatında 'doğal'
kavramı sanatçıyı ve onun görme
biçiminı içerir. Her sanat yapıtı
sanatçısının üslubuna dayalı bir
tür, 'doğal'ın sübjektif yanının ye-
niden kurgulanmasıdır. Sanatçı,
ele aldığı konunun görsel etkisi-
ni arttırmak için çeşitli deformas-
yonlara ve sadeleştirmelere gide-
bilir. Resminde bunu yaparken
kendi sübjektif deneyımleri ile
• Resimlerin merkezine
yerleştirilen insan
figürleri tarafsız olarak
kendi kimliklerini
sergilerken, Zuhal
Parla'nın kendine özgü
kadrajlama anlayışı ve
resmedilen 'o andan' en
'olağanüstü' kesiti seçme
yöntemi izleyiciyi
harekete geçirir.
netleştirdıği gerçeğin bır-birden
fazla yönünü seçerek vurgular.
Zuhal Parla'nın yağhboya ve
gravür çalışamalanndaki ana te-
ma 'birey'dır. Resimlerin merke-
zine yerleştirilen insan figürleri
tarafsız olarak kendi kimliklerini
sergilerken, Zuhal Parla'nın ken-
dine özgü kadrajlama anlayışı ve
resmedilen 'o andan' en 'olağa-
nüstü1
kesiti seçme yöntemi izle-
yiciyi harekete geçirir. Insan be-
denınin umulmadık bir yerden
kesılmesi, biçim ve anlam açısın-
dan bedenin sözde bütünlüğünün
bozulmast post-dada ve zaman
zaman post-modern etkileri çağ-
nştınr.
Ozgûn bir görsel dil
Sübjektif dünyasının gerçekli-
ğini dışlaştırma yolunda oluştur-
duğu tamamıyla 'özgün' ve
4
güç-
lü' dil Zuhal Parla'nın biçimsel
deformasyondan ve nefes alıp ve-
ren serbest bir fırça kullanımın-
dan yana olduğunu ızleyicıye ilk
bakışta hıssettirir. Resim yüzeyi
üzerindeki boya katmanlan izle-
yicinin bakışını 'içeri-dışan,öne-
arkaya' gelgitlerle devindirerek
tümüyle saydam bir dünyaya çe-
ker.
Sanatçı. resimlerindeki görsel
düzeni saydamlık etkisini sürek-
li ön planda tutarak kurar. Özel-
likle; Gündüz'ün Pörtresi (1995),
Sinekü ve Tınguely'B Natürmort
(1994), Uzaklaşan Dalgalar
(1993), IşıkveKaduı(1994) gibi
yağhboya resimlerinde çizgi ve
renk üst üstelikleriyle yüzeyde
saydamlık etkisi oluşturma isteği
belirgindir.
Doğadaki nesne ile onun tem-
siliyeti arasındaki kaçınılmaz ge-
rilimi en uç noktaya taşıma iste-
ğiyle resmedilen biçinilerin de-
formasyonunun yanı sıra açık-
koyuda ve renkte zıtlıklara başvu-
rur. Işık, formu aydınlatmak için
değil. resmin soyut olan psikolo-
jik yanını öne çıkarmak için ele
alınır. Nesnelenn tekstürel ya da
yüzeysel niteliklerini abartıp
farklılaştınr. "Karmba-
har"(1994) isimli gravürde kök-
lerini sürrealizmden besleyen be-
lirgin bir sembolist anlatım göze
çarpar.
Zuhal Parla'nın resimlerinde
sembolist, ekspresyonist, sürre-
alist ve fütürist etkiler farklı 'öl-
çû'lerde kendini gösterdiği için-
dir ki; onun resimlennin oldukça
•plüraiist (çoğulcu) ve geliştiril-
miş görsel dil açısından ise 'bi-
reyseki' (individualist) olduğunu
söyleyebiliriz.
Zuhal Parla'nın resimleri, öz-
gün ve güçlü bir görsel dilin ev-
rensel olma yolundaki sağlam ör-
nekleridır.
TAHSİN YÜCEL
Sürekli ve Süreksiz
Roland Barthes söylenmişin yeniden söylenme-
sinden, üretilmışin yeniden üretilmesinden, kısaca-
sı yinelemeden tiksinir, bir sıkıntı kaynağı olarak gö-
rür bu edimi. Haksız da sayılmaz doğrusu. Hele bir
de uzadıkça uzayacak oldu mu! Yalnızca sıkıcı olsa,
geneiyi! Birdeyalan demeyelim, "yalansı"yanı var-
dır. Son zamanlarda çevremizde sık sık yinelendiği-
ne tanık olduğumuz şu tümceyi düşünelim: "Biz bu
filmi daha önce görmüştük." Ister bir doğruyu dile
getirsin, isterbiryalanı, istergüzel bulunsun, isterçir-
kin, birinin çok yakın bir geçmişte bu tümceyi ilk kez
söytediği kuşku götürmez; bunun sonucu olarak ay-
nı tümceyi biz kullandığımız zaman, farklı bir bağlam-
da bile olsa, başkasının söylemini üstlenmek, dola-
yısıyla onu kendi söylemimiz dıye sunmak gibi tat-
sız bir duruma düşeriz. Ama bilıyoruz, iş böyle gü-
nahsız tümcelerle sınırlı kalmaz her zaman. Çogu
alanlarda öylesine yaygındır ki, Roland Barthes'ı yüz-
yılımızın sanatsal değerlerinin belki de en başında
gelen "yenilik" kavramına bile kuşkuyla bakmaya
yöneltir: "Yeni, onda dokuz, yeniliğin kalıbından baş-
ka birşeydeğildir. "Başka birdeyişle, yeniliğin de ka-
lıplan vardır, bize yeni nitelemesi altında birtakım ka-
lıplar sunulur.
Biraz yakından bakılacak olursa, bu da çok zor
yadsınacak bir gözlem doğrusu. Hepimiz biliriz, dö-
nem dönem, kimı yeni biçimler, kimi yeni izlekler, ki-
mi yeni konular manga düzeninde çıkar ortaya. Di-
yelım ki Fransa'da, bir iki yıllık bir süre içinde, on bir
romancı birbiri ardından, söz bırliği etmiş gibi, şu ya
da bu ucundan, tarihe ya da kazıbilime el atar. Bu
durumda yeni mi söz konusudur, yoksa yeninin ka-
lıbı mı? Karar vermek çok da zor değıldır. Ama yeni-
yı saltık değer durumuna getırmek, hiç söylenmemi-
şi, hiç denenmemışi her şeyin üstüne koymak da
yüzde yüz doğru birtutum mu? Roland Barthes, gü-
nümüz toplumuna egemen olan yabancılaşma ya da
yozlaşmadan kurtulmak için birtekyol kaldığını, bu-
nun da "ileriye doğru kaçma" olduğunu kesinler:
"Her dil, yineleniryinelenmez eskir," öyleyse hep ye-
ni bir dille, hep yenı şeyler söylemek gerekir. Ama
böylesine kökten, böylesine tümcül, böylesine sü-
rekli bir "ileriyekaçma"kendi toplumumuzdan, ken-
di kişiliğimizden, kendi dilimizden kaçmayı da birlik-
te getirmez mi? Herhalde getirir. En azından bir öl-
çüde. Üstelik "ileriye doğru kaçma"dan söz edişin-
den tam yirmi yıl önce, 1953'te yayımlanan Yazının
Srfır Derecesi'nde, Camus'nun Yabancı'sının yansız
ve düşünsel dilinden, kendi ünlü deyimiyle "ak ya-
z/"sından söz ederken, Barthes bunun olanaklı olsa
bile sürekli olamayacağını kesinler: "Yazık ki bu ak
yazıdan daha sadakatsız bir şey yoktur; başlangıç-
ta bir özgürtük bulunan yerde alışkılar oluşur, bir ka-
tılaşmış biçimler ağı söylemin ilk tazeliğini sıktıkça
sıkar, belirsiz dilin yenndebıryazıdoğaryeniden. Ya-
zarklasiğe ulaşmca, kendi ilk yaratımının öykünücü-
sû olur."
Söylemek bile fazla, bu durumda iki seçenek ka-
lır ortada: Yeni bir "ak yazı "yaratmak ya da Bart-
hes'ın vurguladığı sakıncaya karşın, ilk "ak yaz/"yı
sürdürmek. Bilindiği gibi Camus, anlatımında her
yapıtın iç gereklerıne göre birtakım değişiklikleryap-
satsile, yeni bir "yaz/"ya yönelmez hiçbir zaman, Ve-
ba da aklıkta Yabancı'dan pek geri kalmaz. Buna kar-
şılık, hiçbir zaman ilk yaratımının öykünücüsü duru-
muna düşmez. Kendi yaratımlannın öykünücüsü du-
rumuna düşmüş yazarlar çoktur, ama Camus o tür
yazariardan değildır. Öte yandan Camus'nun "ya-
a"sında saptadığımız süreklilik, eski ya da yeni, da-
ha nice yazarın da özelliğıdır. Hiç kuşkusuz, "Benim
•biçemim bu"dey'ıp her yapıtta aynı dilı, aynı anlatım
biçimini sürdürmeye çalışmak saçmadır. Bu neden-
le, biçem sorunu bugün eski önemini yitirmiştir. A-
ma her gerçek yazann bir biçemi olduğu da zor yad-
sınır. Balzac'ın bir biçemi vardır. Flaubert'ın bir bi-
çemi vardır, Proust'un bir biçemi vardır, Camus'nun
bir biçemi vardır, Beckett'in bir biçemi vardır, Sart
Faik'in bir biçemi vardır, Oktay Akbal'ın bir biçemi
vardır. Hem de yalnız önemli yapıtlannda değil, en
sıradan karalamalannda bile izlerini buluruz bu biçe-
min; gözlerimiz daha keskin olsa, ellerinde, yüzlerin-
de, devinilerinde de bulurduk belki.
Bu bıçem dedığimiz şey yinelemeden annmış bir
veri mi öyleyse? Hayır kuşkusuz. Bir yazann biçemi-
ni belirli biçimlerin, belirli sözcüklerin, belirli imgele-
rin, vb.- yınelenmesinden değil de nerden tanırız? A-
ma burada farklı biryinelemesöz konusu olduğu da
kesin. Gerçek yazariardan söz ediyorsak, başkası-
nın söylemi değildir yinelenen, yazarın kendi söyle-
mi de, kendi eski söyleminin az çok değiştirilmiş içe-
riği de değildir. Öyle olsa ne diye yazacaktı ki? Ha-
yır, yinelenen, söylem ya da ıçerık değil, o söylemi,
o içeriği kuran gereçlerdir. Süreklilik, sezilene, duyu-
lana, düşlenene, düşünülene, kendi duyarlığının,
kendi dilinin, kendi imgeleminin olanakları içinde bir
biçim verme çabasının sürekliliğidir.
Geçen yazımda, bir "yatay", bir de "dikey" yine-
lemeden söz edilebileceğini söylerken, "dikey yine-
leme" deyimiyle bu son yineleme biçimini, yazann
kendine özgü anlatım gereçlerinin yinelenmesini
nitelemek istiyordum. Ama bu sürece yineleme de-
menin bir haksızlık olduğu da düşünülebilir.
lîyatrol Sanatevi'nde söyleşiler
• Kültür Servisi - Tıyatrol Sanatev i'nde etkınlikler
sürüyor. Bugün saat 19.00"da tiyatro sanatçısı Toron
Karacaoğlu, "80 Sonrası Türk Tiyatrosu" üzenne bir
söyleşi gerçekleştirecek. Ismet Özel de cuma akşamı
Tiyatrol Sanatevı'nın konuğu olacak. Ismet Özel cuma
günü saat 19 00'da şiır üzenne bır söyleşi
gerçekleştirecek. (369 50 15)
Karikatür yarışması sonuçlandı
• Kültür Servisi - Çankaya Beledıyesi'nin
düzenlediğı "Demokrasi ve Yerel Yönetimler" konulu
kankatür yanşması sonuçlandı. Bırincilik ödülünü Ali
Sur'un kazandığı yanşmaya 370 sanatçı 1120 yapıtla
katılmıştı. Raıf Göktaş ıkıncı. Hikmet Cerrah üçüncü
oldu. Yanşmada Yiğıt Özgür, Hakan Bovay ve Hakan
Sümer'e mansiyon. Oğuz Gürel'e Cumhunyet gazetesi,
Kayıhan Fırat'a Karikatürcüler Denıeğı özel ödülleri
verildi.
Hıristiyan usulü 'Şeytan Ayetleri'
• LONDRA (AA) - Hz Isa ile bir rahıbeyi sevışırken
görüntüleyen bir film. îngıltere"de "Seytan Ayetleri"
olayına benzer bır tartışma yarattı. Ingiliz fılm
yapımcısı Negel Wingrove'un 18 dakikahk kısa filmi
"Visionsof Ecstasy-CoşkuGörüntülen". 16 yüzyıl
rahibelerinden Avulalı Sen Teresa'nın. Hazretı Isa
hakkındaki cınsel fantezılerinı konu alıyordu. Filmin
Ingiltere'de göstenme gırebilmesı ıçın onayı gereken
Ingiliz Sansür Heyetı, "Hınstiyanlan tacız edeceği"
gerekçesıyle 1989 yılında filmi yasakladı. Yapımcı
VVingrove, bunun üzenne Avrupa İnsan Haklan
Komisyonu'na başvurdu. Uzun göriişmelerden sonra
komisyon, "Ingıltere Sansür Heyeti"nın karannın
haksız olduğuna karar verdı