06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET ** 12 OCAK 1995 PERŞEMBE 14 KULTUR 7. Ankara Uluslararası Film Festivali, 10-19 mart tarihleri arasında daha kapsamlı gerçekleştirilecek Yılmaz Güney'denYves Montand'aKültür Servisi- 7. Ankara Uluslararası Film Festivali, 10- 19 mart tarihleri arasında geçmiş örneklerinden daha kapsamlı olarak düzenleniyor. Festival. Dünya KJtle lletişimi Araştırma Vakfı tarafından, Kül- tür Bakanlığı, Çankaya Beledı- yesı, Özdemir Inşaat ve Shera- ton Ankara Hotel&Tovvers'ın destekleriyle gerçekleştirilecek Festivalin Türk Sinema Tari- hinden' bölümü bu yıl Yılma/ Güney'in filmlenne aynldı. Bu program çerçevesinde Giiney'in yönetmenliğini üstlendiği 4 Umut* (1970), 'Ağıt' (1971), 'Arkadaş' (1974), senaryosunu yazdığı 'Sürii' ve 'Yol' filmleriy- le, Fransa'da yaşadığı yıllarda yaptığı son filmi 'Le Mur' (Du- var) izlenebilecek. 7. Ankara Uluslararası Film Festivali'nin 'Dünva Sinemasın- dan Örnekler' bölümünde son yıllarda çekilmiş önemli filmler ve toplu gösteriler yer alıyor. Kırk film içermesi amaçlanan program için on dokuz ülkeden altmış filme başvuruldu. Toplu gösteride önemli bir isim var: Yves Montand. Sanat- çının kariyerine zaman içinde bir bakış fırsatı verecek programda. Festivalin 'Türk Sinema Tarihinden'bölümü bu yıl Yılmaz Giiney'in filmlenne aynldı; 'Ağıt* (üstte kiiçük kare). Toplu gösteride is Yves Montand'nın altı filmi ve Jean Labib'in çok ilgi gören 1994 tarihli 'Montand' belgeseli gösterilecek. başrolünü oynadığı. aynca AJain Resna- is, Costa Gavras gıbı yönetmenJerle bir- likte çalıştığı beş ya da altı filmi gösteri- lecek. Program, Jean Labib'in çok ilgi gören 1994 tarihli 'Montand' belgeseli ile bü- tünlenecek. Bir diğer altbaşlık 'Ustalara SaygT. Hint sinemasının dünya sınemasına ar- mağanı olan, yaratıcı sinemanın öncüle- rinden Satyajit Ray, 'Apu Üçlemesi' dahil altı filmiyle festival programında yer alı- yor. Festival çerçevesinde anılacak bir baş- ka usta EttoreScola. Yönetmeni 1960'lar- dan günümüze getiren, bu tarihsel per- pektif içinde önemli kilometre taşlan olan beş filmi izlenebilecek. 'Dünya Sinemasından Örnekler' bölü- münün Almanya'dan ilk konuğu 'Justiz'. 'AJtonaMahkûmlan' ve 'ŞerefMadalya- sı' filmlerinın unutulmaz oyuncusu Ma- rimillian SchelL Hans \\. Geissendorfer'in 1994 yapımı filmınde çok iyi biroyuncu- luk sergiliyor. Festivatin bir başka ağır topu Wim VVenders. Almanyönetmenin 1993 yılın- daçektığı 'FarAwaySoCk»se'(ÇokUzak Fazla Yakın) adlrfilmi. 1987 yılında çek- tiği 'Der Himmel Über Berlin' (Berlin Üzerinde Gökyüzü) filminm devamı ni- teliğini taşıyor. Ülkemizde uzun süredir müzikleriyle tanınan bu iki film festival- de gösterilecek. Belki haritada yerini gösteremeyeceği- miz. ancak Afrika sinemasının merkezi Ulusal Uzun Metrajlı Film Yanşmasfnda 20 ödül verilecek Bu yıl festival kapsamında gerçekleştirilecek Ulusal Uzun Metrajh Film Yanşması. 1 Ocak-31 Aralık 1994 tarihleri arasında çekilmiş filmler arasında yapılacak. Yanşmada şu ödüller verilecek: Seçiciler kurulu film özel ödülü, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi özgün müzik. en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu. en iyi yardııncı erkek oyuncu, en iyi özgün ya da uyarlama senaryo. en iyi kurgu, en iyi jenerik, en iyi ışık, en iyi seslendirme stüdyosu, en iyi laboratuvar, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi sanat yönetmeni, umut veren yenı yönetmen, umut veren yeni kadın oyuncu, umut veren yeni erkek oyuncu, umut veren yeni senaryo yazan. durumundaki Burkina Faso'dan İdrisQu- edraogo bütün filmleriyle Cannes, Vene- dik festivallerinde ödüllendirilmiş. 'Ya- aba\ 'Tılai've 'Samba Traore' adlı film- leri, yönetmene Cannes, Cartagena ve Berlin'de çeşitli ödüller kazandırmış. Canlandırma sinemasının yaşayan en büyük ustası Jan Svankmajer. uzun met- rajh kukla fılmi "Alice'ın yanı sıra 1993 yapımı 'Lesson Faust' iie 'Dünya Sine- masından Ornekler'in Çek Cumhuriye- ti'nden konuğu olacak. Steen Rasmussen ve Michael VVikke'nin birlikte yönettik- leri, Göteburg Film Festivali'nde en iyi film ödülünü alan Russiann Pizza Blues' adlı film, festivale Danimarka'dan katılı- yor. 1990 yıhnda, 3. Ankara Film Şenli- ği'nde göstenlen 'Intifada'adlı belgesel- den sonra, bu yıl ilk kez uzun metrajh bir Filistin fılmi gösterfliyor. RachidMasharawi'nin yönettiği 'Hat- talshaarAkhar' adlı film Filistin-Hollan- da ortak yapımı. Fransa ve Ingiltere programlan bu yıl da festival izleyicilerine keyifli dakıkalar yaşatacak. lngiltere'den ilk filmler ve ye- ni yetenekler yer alıyor. 'Through the Olive Trees' (Zeytinlikle- rin tçinden), Abbas Kiarostami'nin 'Ha- yat Devam Ediyor' filmi üzerine bir çe- şitlemesi. Kiarostami, 1993 Iran yapımı bu yan-belgesel filmde çağdaş Iran top- îumu hakkındaki izlenimlerini sunuyor. Rami Na'aman'ın yönettiği 'The Fly- ingCamel' (Uçan Deve) adlı Israil filmi, festıvalde göstenlecek bir diğer film. StefanJarl'ın yönettiği 'Bizelyumsuz Derler' (1968), 'Saygın Bir Yaşam"' (1979) ve 'Uyumsuzlardan Yupilere' (1993) ad- lannı taşıyan, 1968'den 1993'e uzanan bir sürecin tanığı olan filmlerinden olu- şan üçleme, yan-belgesel bir dille mo- Lee Myung-Sae. Kore'den ikinci konuk, ChongVVon Park'ın ikinci filmi 'Kafası Kanşık Kahraman'. Filmde 1960'taya- pılan hileli seçimler ve Rheeyönetiminin düşmesine yol açan öğrenci ayaklanması fon olarak kullanıhyor. Latin Amenka'dan Maria Luisa Bem- berg'in 'We Don't VVant to Talk About It' filminin başrolünde Marcello Mastroian- ni var. Macaristan'dan ıkı film katılıyor festi- vale: Janos Szasz'ın 'VVoyzek'ı ve Can- nes'da Altın Kamera ödülü alan 'Benim 20. Yüzyıhm' fihnınin yönetmeni Ikliko Enyedi'nin ikinci fılmi 'Magic Hunter'. 1994 haziranında tamamlanan 'Magic Hunter' şimdiye dek hiçbir festivalde gösterilmemiş. Tayvan'dan 'Eat Drink Man VVoman'dem toplumu anlatıyor. tsyiçre'den JeanLucCodard'ın son fıl- davet edildi. • 'HeTas Pour Moi" ve Italya^dan Aure- Yönetmen Ang Leemı UoGrimaldi'nin Le Buttane' adlı filmi de gösterilecek filmler arasında. Hem 60'h yıllann başını hem de bugü- nü anımsatan 'Kore' filminin yönetmeni Yeni Zelanda'dan Garth MaxweU"in ilk filmi. 1993 yapımı 'Jack Be Nimble' ka- tılıyor festivale. Maxwell. bu fılmi çekti- ğinde David Lynch ile karşılaştınldı. Ulusal Kısa Film Yanşması dörtdalda Kültür Servisi- 7. Ankara Uluslararası Film Festivali çerçevesınde düzenlenen Ulusal Kısa Film Yanşmasf nda dramatik video, deneysel video, 16 mm/35 mm ve canlandırma olmak üzere dört dal var. Altıncı festivale kadar dramatik ve deneysel aynmı olmayan video dalı. deneysel video yapımlannda gözlenen artış sonucunda yedinci festivalde iki ayrı dala aynlıyor. Festivalin 'Dünya Kısa Fflminden OrneJder' bölümüne ise bu yıl yırmi ülkeden altmış beş film katılıyor. Ancak bu sayı festivale dek elenme ya da gecikme gibi nedenlerle değişebilir. ABD, Almanya, A\ ustralya, Avusturya, Belçıka, Danimarka. Fransa, Hindıstan. Ingıltere, Ispanya, Isveç, Italya. Japonya, Kanada, Macaristan. Polonya, Senegal, Ürdün, Venezüella ve Yenı Zelanda'dan kısa filmler, festival süresince ücretsiz olarak görülebilecek. Filmlerden yirmi yedisi 1993. otuz biri 1994 yapımı. On yedisi çeşitli uluslararası festivallerde ödüller almış. Filmlerin on ikisi deneysel, on dokuzu belgesel. otuz kadarı da konulu. 1992 yılında gerçekleştirilen 4. Ankara Uluslararası Film Festivali'nden bu yana Dünya Kısa Filminden Örnekler başlığı altında gerçekleştirilen, çeşitli ülkelerden kısa filmlerin ücretsiz gösterimleri, bu konuda ülkemizdeki en kapsamlı program niteliğıne kavuştu. Onceleri Avrupa fıim 1eriniaağırbktaAİduğıı program. giderek tüm kıtalardan gelen katılımlarla uluslararası bir program özelliği kazandı. Leopold - Levy ve geçmişin aıılaııu LEVENT YILMAZ Türkçe temsil, gösterim, tasa- nm, takdim gibi sözcüklerle kar- şıladığımız kavram (representa- tion). yirminci yüzyılın sonlan- na yaklaşıhrken dağılmaya yüz tutmuş gibi, başka birbiçime bü- rünüyor. Bu. sanatta olduğu ka- dar. siyasette de böyle. Oysa bir büyük yaratı olan temsil kavra- mı, birçok alt-dizgenin çalışma- sını sağlamaktaydı: Din, siyaset. bilim. sanat... Şimdi artık hiçbir gösterilen. göstereni tarafından gösterildi- ğine inanmıyor. Artık bu eski Platoncu aynmın anlamı kalma- mış gibi. Gösterilen, kendi ken- dini göstermekteymiş gibi. Ya da bakışımız, kavrayışımız farklı- laştı: Gösterene. temsil edene de- ğil de, gösterilene. temsil edile- ne bakmayı tercıh ediyoruz. Ter- cih de değil belki bu, birtakım yapılardeğişmiş de ondan sanki. Gösterilenin kendi kendini nasıl gösterdiğini düşlüyoruz, tasarlı- yoruz. Bize nasıl göründüğünü tartışıyoruz, değerli kılıyor ya da görmezlikten geliyoruz. Biz (ya da ben) daha değerliymişiz gibi. Ya da esas odak noktası bizim içimizdeymiş gibi bakıyor, yapı- yor, var oluyoruz. Oysa sanatta da politikada da bir zaman önceye kadar temsil edilen ile temsil eden aynmı çok keskindi. Temsil edilenden çok, eden üzerine kurulu bir yapıy- dık. Işte Leopold - Levy de o ya- pı içinde çalışan ressamlardandı. Sözcüğün tam anlamıyla bir temsil etme, gösterme işlemini gerçekleştirmekteydi. Oysa sa- natın, Batı sanatının soyağacına bakıldığında da. toplumsal kate- gorilerle birlikte sanat düşünce- sinin de değişime uğradığı fark ediliyordu. 16. yüzyılda görüle- nin. yani doğanın temsil edilme- si, gösterilmesı üzerine kurulu paradigma, 17. yüzyılla birlikte temsil edilemez olanın da temsil edilebildiği. düşsel. mitik olanın da bir anlamda içerildiği bir bi- çime girdi. Doğa salt dışanda olan değil, insanlararası bir söz- leşme ile belirlenendi de aynı za- manda. Dışannın yavaş yavaş in- sanın içine doğru kaydığı. içeri- de olanınsa üsluba sindiği bu dö- nemin en vetkin örnekleri belki de Pöussin'in tablolandır. Oslu- ba sinen bu içteki doğa, birey olarak adlandınldığında ise res- sam, dışansı ile içerisini birleş- tirmeye. bırbirine kaynaştırma- Leopold - Levy hakkında söylenenler Bedri Rahmi Eyuboğlu: Leopold - Levy daha ilk ders- te kendisinden bekjenen muci- zenin farkındaydı. Öğrenci res- mıne birkaç çizgı, gölge ya da bırkaç hareket eklemek ve bize ustahğinı göstermek, ona hiçbir şeye mal olmuyordu. Acaba kaç büyük ressam basit bir etki gös- terisini reddetmiştir? Leopold - Levy hiç tereddüt etmeksizin, en ılımlı yolu seçti. Bazılanmn kullandığı, güzel olduğu için ün salmış kalıplan kabul etmedi. Doğayı çözümle- yen bütün hatlan resmin dışına atardı. Işte bizler Leopold - Levy'yı böyle tanıdık: En se- vımsiz, en ciddi yolu seçerek şa- şutıcı bir dayanıklılığın ve en- ginliğin sonuçlannı elde etti o. Eğitim sonuçlan. bütün öğren- cilerde kendisini gösterdi. Setim Turan: Resim hocalığının aleyhin- deydi. Resim dersle öğrenilmez, nasıl ki edebiyat fakültesinden şair çıkmazsa derdi. Benim ol- sa olsa talebelerime öğretmek istediğim şey böyie şaka yap- madan. abartmadan. sevdikleri şeyi en basit bir şekilde ortaya koymalandır. Ben ondan başka hoca tanımıyorum kendime. Us- ta-çırak gibiydık. Hem çok sev- dim hem çok inandım. Hoşsoh- bet. alaycı, muzip, şakacı bir in- Gravur Ustas 1919. (19x23) sandı. Karşısındakini çok cahil bulursa yanındakine göz kırpıp onunla alay ederdi. Dinini sor- duğumuzda. "tnsanın iki türlü dini olmaz, benim dinim resim" derdı. Resmemistikbiranlayış- la yaklaşırdı. Ona göre iyi bir sanat eseri veya bir resim. haki- kı görüntünün ilahileşmesiydi. SabriBerkel: Levy'nin sanatı çok hassas bir duyguya dayanıyor ve hiçbir spekülasyona u>Tnayan, resmi karşısındakine beğendirmeye çalışmayan büyük Fransız tra- disyonunun sonuna gelen bir kuşağın adamı olduğu için de bu tavır, hocalığa çok elverişliydi ve talebelerine sağlam bir temel verdi. Yaptığı gTavürlerle yağlı boya tablolan arasında pek fark yoktur, çünkü Leopold - L Kediü Kadın 1918. (15x20) gravürü de yağlı boya resmin vermesi gereken neticeyle bera- ber yürütürdü. Nurullah Berk: Yeni bir nesle yepyeni bir ya- şam veren bu güzel etkileşım ve özellikle de onun katkısı, Le- opold - Levy'yi bizim resim et- kinliğimizin gelişimi içerisinde ilk atılım hamlesinin öncüsü yapmaktadır. ya çalışacaktı. Leopold - Le\ r y'nin yapıh bu kaynaşmanın, bu eriyişin en iyi sezildiği düz- lemlerden biridir. Levy'nin yapıtı dediğimiz an, sadece sergilenmekte olan gra- vürleri ya da "varlığın dibindeki hiçliktadı"nı veren tuvallerini mi anlamak gerek? Yoksa, öğretme- ye. kurmaya çalıştıklan da onun yapıtı sayılmalı mıdır? Daha da uçlara kaçan bir soru: Yapama- dıklan da Leopold - Levy'nin yapıtı arasında sayılır mı Söyle- medikleri, yazmadıklan, göster- medikleri? Bir yapıta, o yapıtı oluşturana bakarken. o anın ne- yi olanaklı kılıp neye izin ver- meyeceğini düşünmek de gerek- mez midir? Düşüncenin yapıta dönüştüğü ana varana kadarki sürecin hangı evrenın hangi ku- rallan içinde olduğunu da mı dü- şünmeyelim? Düşüncenin yapı- ta dönüştüğü anın bitmiş, ta- mamlanmış olduğu söylenebilir mi° Bir geçmişe bakıyoruz şimdi: Leopold - Levy'nin gravürlerine. O geçmiş. şimdiye taşınmış. Şimdi bakıyoruz. şimdi adlı ev- renin kurallan içinde yüzüyoruz, değerlendiriyoruz. Şimdinin ku- rallan, değerleri o geçmişin şim- disininkilerden farklı. Nasıl bak- malı? Elbette uzağında kalınz, eğer o geçmişi anlama kavuştu- ğu bir düzleme taşımazsak, eğer onun anlamını bugünün şimdi- sinde aramaya kalkarsak. Ama onun anlamını aramaya da kalk- mazsak bugünün bizleri de bi- zim yaptıklanmız da geleceğin şimdilerinde anlamsız kalacak demektir. Bugün, şimdi Leopold - Levy'nin yapıtının anlam per- desini aralamak üzere yeniden düşünebiliriz. 'Ozanın Öldüğü Gün' ve 'Sana 25 Şiir' ci Ünver, yargıç olarak yaşadığı gerçeldikleri, imgelerle yeniden yaratıyor. Yargıtay üyesi ve yazar Naci Önver, hukukçu ve yazar olmanın birbirini beslediğini sövlüyor. Cnver'in birbirini tamamlayan iki kitabı, Başak Yayınlan arasında çıktı. ANKARA (Cumhuriyet Büroşu) - Yareıtay Üyesı ve yazar Naci Ünver'in "Ozanm Ötdüğü Gün" ve u Sana 25 Şör" adlı son kitaplan, geçen günlerde Başak Yayınlan'ndan çıktı. Toplumcu gerçekçi bir ozanın yaşamını anlatan romanla birlikte yayımlanan "Sana 25 Şür"adlı yapıt da, kitapta anlatılan ozanın yazdığı varsayılan şiirleri içeriyor. " Yargrçkk ve Yargıtay üyeliği yapnğım sırada vaşadığnn ve tanık oldugum olavlar, yazdıklanmın ağırlık noktasını oluşturuyor. Öyküler,romanlarve şiirler. mesleğimin bana tanık olmakta aracı olduğu bir çeşit yaşamı yeniden kurmaya yanyor." Yazar Ünver. bir ucu gerçekliğe, bir ucu düşe varan yazın yaşamını böyle tanımlıyor. ilk kitabı "Evknme Cüzdanı" ile yazın dünyasından tanınan Ünver'in bu yapıtı, TRT tarafından ekrana uyarlandı. 1989 yılında yazdığı "Evlenme Cüzdam" nı, 1990 yılında yayınlanan "Kapadokya Efsanesi" adlı belgesel öykü izledi. Aynı yıl yazdığı diğer iki yapıtı, "Ozgür Sevi" adlı roman ve "Günyüzü Yargıcı'' adlı kitaplaştınlmış uzun öykü, 1992 yılında verdiği son ürünler. Ge$en günlerde yayınlanan "Ozanm Olduğu Gün" yazann edebiyat dalındaki beşinci yapıtı. Toplumcu gerçekçi bir ozanın yaşamından yola çıkarak, ilginç yaşam kesitleri sunan roman, Türkiye'de 50'li yıllardan ŞO'li yıllara kadar uzanan zaman dilimi içindeki kimi dönemlerin özgürlük ve adalet anlayışını sorguluyor. tnsan manzaralanna da yer veren yapıt, ozanın yazdığı varsayılan şiirleri de içeriyor. Romanda yer alan şiirleri kapsayan "Sana 25 Şiir" adlı kitap, sevi ve özgürlük şiirlerinden oluşuyor. Ünver, kitabı için şunlan söylüyor: "Çağdaşbk adına. giderek kendinden uzaklaşarak mekanik insanın yaratıldığı çağdışı toplumlar çoğalsa bile; insanı insan yapan duygu ve coşkuyu özgürce, doğayla ve topiumla bir bütün olarak algüayan ve hoşgöriiyle sevgi dolu yaşamayi başaraniar için, mutluluğu yakalamak hiç de zor değiL" Haluk Tezonar İçin Av. MORDO DİNAR Bu ismin vanına "öldü" kelimesini yazmakzor, garip, eş- yanın tabiatına aykın, bulutsuz gökten yağmur yağması gi- bi bir şey. Tam bir skandal. Ne var ki bunu içimize sindir- mek gerekecek. Çok da zaman isteyecek, bu zamansız ölüm olgusuna alışmak, gençliğine rağmen sapına kadar bir Istanbul efendisinin böyle habersiz, sessiz sedasız, kimseyi rahatsız etmeden göçmesine. Neresinden başlasak? Tüm insanlığa ve tek tek tüm fert- lerine karşı, insiyaki yakınlığı. Her birinin hürmete ve sev- giye layık olduğu inancı ve bunu hissettirme hassası. Her- kese her yerde ve her durumda terbiyeli davranışı ve ko- nuşması. Kendisinden herhangi bir şey istenip de "hayır" diyememesi ve onu dağdan tepeden alıp da getiımesi. Ha- luk için hafife almacak, hele alay edilecek insan yoktu; yal- nız eğitilmemiş, yeteri kadar dikkat ve bilgi verilmemiş in- san vardı. En iîkel kültürden yoksun her ferde her şey an- latılabilirdi ve anlatılırsa, bu asgari gayret sarf edilse, her- kes seviyeli bir muhatap durumuna yükselir ve her şeyi an- layabilir. Özellikle -ve öncelikle- güzellik. Her şey bu keli- menîn içinde saklıydı. Güzellik her yerde vardı, çirkinliklerde bile, çöplüğün içinde ve sanatçının vazifesi bunu mefydana çıkanp her- kesin gözünün önüne sermektir ki dünya daha iyi yaşana- bilecek bir yer olsun. Hayatı boyunca onun pusulası, da- imi surette, bu kutup yıldızını göstermiştir: Güzellik. Bunun içindir ki Haluk, yaşamının hiçbir devresinde, kötülüğü ne anlayabilmiş nedegörebılmiştir. Insanların birbirini kırma- sı, birbirine zulmetmesi, anlaşılabilir şeyler degildi ve bun- ların önünü kesmek öncelikli bir vazife idı. Bunlar etrafta varken sokaklarda şarkı söylemenin ve göbek atmanın âlemi yoktu. Acele olarak yangını söndürmek gerekirdi ve siyasetçilere zerre kadar itimat ve itibar etmediğinden, it- faiyecinin tek etkin malzemesi sanattı. Uzun yıllar, hem heykellerinde hem de tablolannda, yal- nız karamsar değil, düpedüz mazlum insanlann çehresi ve ekspresyonu vardır. Bu, geçici bir protesto veya isyanın ifadesi değil, zulmedilenlerin safındaki vazifesinin bir ica- bı idi. İnsan sıfatının bir gereği idi; yoksa bir siyasi düşün- cenin dışa vurulması değildi. Zaten siyasi bir düşüncesi var mıydı ki? Kesinlikle hayır. Ne Manc'ı ne de Lenin'i dennliğine okumuş, genel bir şe- kilde "sosyalist" denen teori veya praksisten hiçbir nasi- bini almamıştı. Kafasında, hayal meyal, her güzel şeyin; şi- irin, müziğin, resmin, tiyatronun, kültürün mecburen "sol" olduğu fikri vardı ve kendisi sola bu zaviyeden girmişti, zih- nen. Onun denklemi gayet açıktı: Madem ki dünya ve tüm in- sanlar iyidir ve güzel şeylerdi ve madem ki güzellikler sol- dadır, o halde bunlar birbirlerine eşitti. Şüphesiz, "sağ"da da güzel şeyler yok değildir, fakat "Abi, der, istatistiklere bak, yaşadığımız bu asırda bütün güzel eserier soldan gelrniştir, bütün sanat dailannda. Bu bir tesadüf eseri ola- maz. Ola ki, 18'inci asırda bunlar sağdan geliyordu ve ben de o tarafta olurdum. Ama, şimdi durum başkadır ve bunu görmezlikten gelemem." Haluk, bundan başka hiç- bir şeyi görmezdi, bilmezdi ve bilmek de istemezdi. Onu ezen kimseler, ondan istifade eden insanlar, onun hakkını yiyenler, yalnızca, yollarını şaşırmış insanlardı. Izah edilir- se, doğru yolu görecekler. Kudret düşkünü imiş, menfaat düşkünü imiş, para düşkünü imiş, "Allah Allah, böyle şey- ler olurmu?" dercesine merakla, biraz istihza ile, bir neb- ze de onlara acıyaraktan, Haluk, masumane gözleriyle si- ze bakar ve dudaklarındaki hafif tebessüm, affın eşiğinde bulunduğunun tebessümü idi. Hele para denen şeye tümü ile alerjik bjr tutumu vardı. Mefhum olarak, meta olarak ona çirkin bir şey olarak ba- kıyor, onun peşinde koşmak kadar iğrenç bir şey olmadı- ğını düşünüyor ve nerede ise ona dokunmak için eldiven giymek ve hatta gaz maskesi takmak lazımdı. Ancak, pa- ra sahibi aynı zamanda kültür sahibi ise yapmacık değil, üstünkörü değil, Paris-Match'tan kaynaklanan değil, ha- kiki kültür sahibi ise dört köşe memnundu ve kutlardı. Ne var ki, para ile kültürün çoktan beri boşandıklannı her- gün görüyor ve birini öbürünün yerine koymakla yetinen- lere karşt istihza ile kanşık bir acıma hissi duyardı. Ama, parasız da yaşamanın mümkün olmadığını çok acı dene- yimleriyle biliyordu. Bakkala, kasaba ödemeler yapmak gerekiyordu. Para, kaçınılmaz bir kötülüktü ve insanlan bozuyordu. Haluk bu fikri sonuna kadar taşımıştır. Diyeceksiniz kı böyle insanlar var mıdır? Bu kadar ola- ğandışı tutumlu olsun, cebidelikken bile cömert olsun, her yerde güzellik arasın ve de bulsun, etrafındaki çirkinlikleri yanp doğru güzelliğe koşsun, olur mu böyle şey? Aziz mi yani? Eh, ona yakın bir şey! Ruhu tertemiz ve kötülük nos- yonu olmayan biri. Onu tanımış olanlara sorun. Herkes, it- tifakla aynı şeyi söyler ve hatta bütün bunları en tabii şey- miş gibi hiçbir gayret sarf etmeden kendini zorlamadan yaptığını söyleyeceklerdir. Ömürlerinde böyle bir kimseye rastlamış olanlar şanslı insanlardır. Bu satırtann yazan bunlardan biridir veHaluk'u tanımak- la ve dostluğuna muhatap olmakla hem zenginleştiği, hem de onur kazandığını daha birinci günden bilmiştir. Tanışık- lığımız, Taksim Gezisi'ndeki eski sanat galerisinde, onun heykel sergisinde olmuştur. Gezerken köşede bir kadın ba- şı. Simsiyah. Zenci. Biafra'da kıyım olduğu günlerdi onlar. Bu başı görmeyen, hüznün ne demek olduğunu bilemez ve anlayamaz. Içiniz burkuluyordu. Uzun uzun baktım; yandan, köşe- den, alttan. Hangi taraftan olursa olsun, hüzün ve aynı za- manda vakar. Bu baş, yüz başmakaleden daha vecizdi. Bunu muhakkak almalıydım, ne pahasına olursa olsun. Ya- panı tanımak istedim. Haber verdiler, geldi. Kartımı uzat- tım, satın almak istediğimi ve de zengin olmadığımı söy- ledim. Yüzü ışıklandı. Beğendiniz mi, dedi? Evet dedim. Bin röportajdan da- ha etkili olduğunu söyledim. Bana uzun uzun baktı, kar- deşlik dolu bir bakış. Alınız dedi. Evet ama ne kadar diye sordum. Hiç, dedi. Beğenmiş olmanız kâfidir, çünkü her- kes önünden geçip bakıyor ve öbürüne gidiyor. Yani bak- mıyor, halbuki benim en beğendiğim yapıtım budur, alın dedi ısrar etti. Sergi sonu o başı bana getirdi. Çok ağırdı. Olsun. Onu kucağımda Paris'e götürmek istedim, bronza döktürülmesi için. Yeşilköy'de gümrük memurları "asan atika" diye bırakmadı. Sanatkânn yaşamakta olduğu, en azından bu sebeple antika olamayacağını, Paris'ten geri getireceğimi söylemiş- sem de dinletemedim. Nihayet bana refakat edene bıra- kıp gümrük ve polisten geçerek az sonra uçağa bindim. Kapılar kapanmak üzereyken baktım, cebelleştiğim güm- rük memuru uçağa girdi, kucağında benim başım. Alınız beyim, dedi yazık olur belki sanatkânn tanınmasına yar- dım eder dedi ve uçaktan çıktı. Paris'in en usta dökmecilik atölyesinde bu baş bronza döküldü. Dünyaca ünlü ustanın "yaşadığımız acımasız devrin bu kadar kudretli bir ifadesini buraya eser ge- tiren bunca sanatkârda görmedim" dediğini Haluk'a naklettığimde aniden kızardı ve an büyük tevazu ile bu atöl- yenin Avrupa'nın en ünlüsü olduğunu söyledi. Bronz başın bir tanesi Paris'in bir galerisinde uzun süre teşhir edildi ve şimdi Venezueja'da bir sanat galerisinde "satılmaz" kaydı ile bulunuyor. Öbürü, yine kucağımda, Is- tanbul'a getirildi. Bu baş, baştacımdır, evimde. Nasıl ki ya- zıhanemde yine baştacı olan bir Einstein büstü vardır. O da Haluk'tan ve bir kitabın kapağına bakılarak yapılmıştır. Olur mu böyle şeyler, demeyin? Haluk ile olur. Ruhu böyle bembeyaz olanlara "Ruhun şadolsun" de- meye ne gerek vardır? Şadolmuştur bile. Onunkisi olmaz- sa kiminkisi olur?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle