Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET
**
12 OCAK 1995 PERŞEMBE
14 KULTUR
7. Ankara Uluslararası Film Festivali, 10-19 mart tarihleri arasında daha kapsamlı gerçekleştirilecek
Yılmaz Güney'denYves Montand'aKültür Servisi- 7. Ankara
Uluslararası Film Festivali, 10-
19 mart tarihleri arasında geçmiş
örneklerinden daha kapsamlı
olarak düzenleniyor.
Festival. Dünya KJtle lletişimi
Araştırma Vakfı tarafından, Kül-
tür Bakanlığı, Çankaya Beledı-
yesı, Özdemir Inşaat ve Shera-
ton Ankara Hotel&Tovvers'ın
destekleriyle gerçekleştirilecek
Festivalin Türk Sinema Tari-
hinden' bölümü bu yıl Yılma/
Güney'in filmlenne aynldı. Bu
program çerçevesinde Giiney'in
yönetmenliğini üstlendiği
4
Umut* (1970), 'Ağıt' (1971),
'Arkadaş' (1974), senaryosunu
yazdığı 'Sürii' ve 'Yol' filmleriy-
le, Fransa'da yaşadığı yıllarda
yaptığı son filmi 'Le Mur' (Du-
var) izlenebilecek.
7. Ankara Uluslararası Film
Festivali'nin 'Dünva Sinemasın-
dan Örnekler' bölümünde son
yıllarda çekilmiş önemli filmler
ve toplu gösteriler yer alıyor.
Kırk film içermesi amaçlanan
program için on dokuz ülkeden
altmış filme başvuruldu.
Toplu gösteride önemli bir
isim var: Yves Montand. Sanat-
çının kariyerine zaman içinde bir
bakış fırsatı verecek programda.
Festivalin 'Türk Sinema Tarihinden'bölümü bu yıl Yılmaz Giiney'in filmlenne aynldı; 'Ağıt* (üstte kiiçük kare). Toplu gösteride is
Yves Montand'nın altı filmi ve Jean Labib'in çok ilgi gören 1994 tarihli 'Montand' belgeseli gösterilecek.
başrolünü oynadığı. aynca AJain Resna-
is, Costa Gavras gıbı yönetmenJerle bir-
likte çalıştığı beş ya da altı filmi gösteri-
lecek.
Program, Jean Labib'in çok ilgi gören
1994 tarihli 'Montand' belgeseli ile bü-
tünlenecek.
Bir diğer altbaşlık 'Ustalara SaygT.
Hint sinemasının dünya sınemasına ar-
mağanı olan, yaratıcı sinemanın öncüle-
rinden Satyajit Ray, 'Apu Üçlemesi' dahil
altı filmiyle festival programında yer alı-
yor.
Festival çerçevesinde anılacak bir baş-
ka usta EttoreScola. Yönetmeni 1960'lar-
dan günümüze getiren, bu tarihsel per-
pektif içinde önemli kilometre taşlan olan
beş filmi izlenebilecek.
'Dünya Sinemasından Örnekler' bölü-
münün Almanya'dan ilk konuğu 'Justiz'.
'AJtonaMahkûmlan' ve 'ŞerefMadalya-
sı' filmlerinın unutulmaz oyuncusu Ma-
rimillian SchelL Hans \\. Geissendorfer'in
1994 yapımı filmınde çok iyi biroyuncu-
luk sergiliyor.
Festivatin bir başka ağır topu Wim
VVenders. Almanyönetmenin 1993 yılın-
daçektığı 'FarAwaySoCk»se'(ÇokUzak
Fazla Yakın) adlrfilmi. 1987 yılında çek-
tiği 'Der Himmel Über Berlin' (Berlin
Üzerinde Gökyüzü) filminm devamı ni-
teliğini taşıyor. Ülkemizde uzun süredir
müzikleriyle tanınan bu iki film festival-
de gösterilecek.
Belki haritada yerini gösteremeyeceği-
miz. ancak Afrika sinemasının merkezi
Ulusal Uzun Metrajlı Film Yanşmasfnda 20 ödül verilecek
Bu yıl festival kapsamında
gerçekleştirilecek Ulusal Uzun Metrajh
Film Yanşması.
1 Ocak-31 Aralık 1994 tarihleri arasında
çekilmiş filmler arasında yapılacak.
Yanşmada şu ödüller verilecek:
Seçiciler kurulu film özel ödülü, en iyi
film, en iyi yönetmen, en iyi özgün müzik.
en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu,
en iyi yardımcı kadın oyuncu. en iyi
yardııncı erkek oyuncu, en iyi özgün ya da
uyarlama senaryo. en iyi kurgu, en iyi
jenerik, en iyi ışık, en iyi seslendirme
stüdyosu, en iyi laboratuvar, en iyi görüntü
yönetmeni, en iyi sanat yönetmeni, umut
veren yenı yönetmen, umut veren yeni
kadın oyuncu, umut veren yeni erkek
oyuncu, umut veren yeni senaryo yazan.
durumundaki Burkina Faso'dan İdrisQu-
edraogo bütün filmleriyle Cannes, Vene-
dik festivallerinde ödüllendirilmiş. 'Ya-
aba\ 'Tılai've 'Samba Traore' adlı film-
leri, yönetmene Cannes, Cartagena ve
Berlin'de çeşitli ödüller kazandırmış.
Canlandırma sinemasının yaşayan en
büyük ustası Jan Svankmajer. uzun met-
rajh kukla fılmi "Alice'ın yanı sıra 1993
yapımı 'Lesson Faust' iie 'Dünya Sine-
masından Ornekler'in Çek Cumhuriye-
ti'nden konuğu olacak. Steen Rasmussen
ve Michael VVikke'nin birlikte yönettik-
leri, Göteburg Film Festivali'nde en iyi
film ödülünü alan Russiann Pizza Blues'
adlı film, festivale Danimarka'dan katılı-
yor.
1990 yıhnda, 3. Ankara Film Şenli-
ği'nde göstenlen 'Intifada'adlı belgesel-
den sonra, bu yıl ilk kez uzun metrajh bir
Filistin fılmi gösterfliyor.
RachidMasharawi'nin yönettiği 'Hat-
talshaarAkhar' adlı film Filistin-Hollan-
da ortak yapımı.
Fransa ve Ingiltere programlan bu yıl
da festival izleyicilerine keyifli dakıkalar
yaşatacak. lngiltere'den ilk filmler ve ye-
ni yetenekler yer alıyor.
'Through the Olive Trees' (Zeytinlikle-
rin tçinden), Abbas Kiarostami'nin 'Ha-
yat Devam Ediyor' filmi üzerine bir çe-
şitlemesi. Kiarostami, 1993 Iran yapımı
bu yan-belgesel filmde çağdaş Iran top-
îumu hakkındaki izlenimlerini sunuyor.
Rami Na'aman'ın yönettiği 'The Fly-
ingCamel' (Uçan Deve) adlı Israil filmi,
festıvalde göstenlecek bir diğer film.
StefanJarl'ın yönettiği 'Bizelyumsuz
Derler' (1968), 'Saygın Bir Yaşam"' (1979)
ve 'Uyumsuzlardan Yupilere' (1993) ad-
lannı taşıyan, 1968'den 1993'e uzanan
bir sürecin tanığı olan filmlerinden olu-
şan üçleme, yan-belgesel bir dille mo-
Lee Myung-Sae. Kore'den ikinci konuk,
ChongVVon Park'ın ikinci filmi 'Kafası
Kanşık Kahraman'. Filmde 1960'taya-
pılan hileli seçimler ve Rheeyönetiminin
düşmesine yol açan öğrenci ayaklanması
fon olarak kullanıhyor.
Latin Amenka'dan Maria Luisa Bem-
berg'in 'We Don't VVant to Talk About It'
filminin başrolünde Marcello Mastroian-
ni var.
Macaristan'dan ıkı film katılıyor festi-
vale: Janos Szasz'ın 'VVoyzek'ı ve Can-
nes'da Altın Kamera ödülü alan 'Benim
20. Yüzyıhm' fihnınin yönetmeni Ikliko
Enyedi'nin ikinci fılmi 'Magic Hunter'.
1994 haziranında tamamlanan 'Magic
Hunter' şimdiye dek hiçbir festivalde
gösterilmemiş.
Tayvan'dan 'Eat Drink Man VVoman'dem toplumu anlatıyor.
tsyiçre'den JeanLucCodard'ın son fıl- davet edildi.
• 'HeTas Pour Moi" ve Italya^dan Aure- Yönetmen Ang Leemı
UoGrimaldi'nin Le Buttane' adlı filmi de
gösterilecek filmler arasında.
Hem 60'h yıllann başını hem de bugü-
nü anımsatan 'Kore' filminin yönetmeni
Yeni Zelanda'dan Garth MaxweU"in ilk
filmi. 1993 yapımı 'Jack Be Nimble' ka-
tılıyor festivale. Maxwell. bu fılmi çekti-
ğinde David Lynch ile karşılaştınldı.
Ulusal Kısa
Film
Yanşması
dörtdalda
Kültür Servisi- 7. Ankara
Uluslararası Film Festivali
çerçevesınde düzenlenen
Ulusal Kısa Film
Yanşmasf nda dramatik
video, deneysel video, 16
mm/35 mm ve canlandırma
olmak üzere dört dal var.
Altıncı festivale kadar
dramatik ve deneysel aynmı
olmayan video dalı.
deneysel video yapımlannda
gözlenen artış sonucunda
yedinci festivalde iki ayrı
dala aynlıyor. Festivalin
'Dünya Kısa Fflminden
OrneJder' bölümüne ise bu
yıl yırmi ülkeden altmış beş
film katılıyor. Ancak bu sayı
festivale dek elenme ya da
gecikme gibi nedenlerle
değişebilir. ABD, Almanya,
A\ ustralya, Avusturya,
Belçıka, Danimarka. Fransa,
Hindıstan.
Ingıltere, Ispanya,
Isveç, Italya.
Japonya, Kanada,
Macaristan.
Polonya, Senegal,
Ürdün,
Venezüella ve
Yenı Zelanda'dan
kısa filmler,
festival süresince
ücretsiz olarak
görülebilecek.
Filmlerden yirmi yedisi
1993. otuz biri 1994 yapımı.
On yedisi çeşitli uluslararası
festivallerde ödüller almış.
Filmlerin on ikisi deneysel,
on dokuzu belgesel. otuz
kadarı da konulu.
1992 yılında gerçekleştirilen
4. Ankara Uluslararası Film
Festivali'nden bu yana
Dünya Kısa Filminden
Örnekler başlığı altında
gerçekleştirilen, çeşitli
ülkelerden kısa filmlerin
ücretsiz gösterimleri, bu
konuda ülkemizdeki en
kapsamlı program niteliğıne
kavuştu. Onceleri Avrupa
fıim 1eriniaağırbktaAİduğıı
program. giderek tüm
kıtalardan gelen katılımlarla
uluslararası bir program
özelliği kazandı.
Leopold - Levy ve geçmişin aıılaııu
LEVENT YILMAZ
Türkçe temsil, gösterim, tasa-
nm, takdim gibi sözcüklerle kar-
şıladığımız kavram (representa-
tion). yirminci yüzyılın sonlan-
na yaklaşıhrken dağılmaya yüz
tutmuş gibi, başka birbiçime bü-
rünüyor. Bu. sanatta olduğu ka-
dar. siyasette de böyle. Oysa bir
büyük yaratı olan temsil kavra-
mı, birçok alt-dizgenin çalışma-
sını sağlamaktaydı: Din, siyaset.
bilim. sanat...
Şimdi artık hiçbir gösterilen.
göstereni tarafından gösterildi-
ğine inanmıyor. Artık bu eski
Platoncu aynmın anlamı kalma-
mış gibi. Gösterilen, kendi ken-
dini göstermekteymiş gibi. Ya da
bakışımız, kavrayışımız farklı-
laştı: Gösterene. temsil edene de-
ğil de, gösterilene. temsil edile-
ne bakmayı tercıh ediyoruz. Ter-
cih de değil belki bu, birtakım
yapılardeğişmiş de ondan sanki.
Gösterilenin kendi kendini nasıl
gösterdiğini düşlüyoruz, tasarlı-
yoruz. Bize nasıl göründüğünü
tartışıyoruz, değerli kılıyor ya da
görmezlikten geliyoruz. Biz (ya
da ben) daha değerliymişiz gibi.
Ya da esas odak noktası bizim
içimizdeymiş gibi bakıyor, yapı-
yor, var oluyoruz.
Oysa sanatta da politikada da
bir zaman önceye kadar temsil
edilen ile temsil eden aynmı çok
keskindi. Temsil edilenden çok,
eden üzerine kurulu bir yapıy-
dık. Işte Leopold - Levy de o ya-
pı içinde çalışan ressamlardandı.
Sözcüğün tam anlamıyla bir
temsil etme, gösterme işlemini
gerçekleştirmekteydi. Oysa sa-
natın, Batı sanatının soyağacına
bakıldığında da. toplumsal kate-
gorilerle birlikte sanat düşünce-
sinin de değişime uğradığı fark
ediliyordu. 16. yüzyılda görüle-
nin. yani doğanın temsil edilme-
si, gösterilmesı üzerine kurulu
paradigma, 17. yüzyılla birlikte
temsil edilemez olanın da temsil
edilebildiği. düşsel. mitik olanın
da bir anlamda içerildiği bir bi-
çime girdi. Doğa salt dışanda
olan değil, insanlararası bir söz-
leşme ile belirlenendi de aynı za-
manda. Dışannın yavaş yavaş in-
sanın içine doğru kaydığı. içeri-
de olanınsa üsluba sindiği bu dö-
nemin en vetkin örnekleri belki
de Pöussin'in tablolandır. Oslu-
ba sinen bu içteki doğa, birey
olarak adlandınldığında ise res-
sam, dışansı ile içerisini birleş-
tirmeye. bırbirine kaynaştırma-
Leopold - Levy hakkında söylenenler
Bedri Rahmi Eyuboğlu:
Leopold - Levy daha ilk ders-
te kendisinden bekjenen muci-
zenin farkındaydı. Öğrenci res-
mıne birkaç çizgı, gölge ya da
bırkaç hareket eklemek ve bize
ustahğinı göstermek, ona hiçbir
şeye mal olmuyordu. Acaba kaç
büyük ressam basit bir etki gös-
terisini reddetmiştir? Leopold -
Levy hiç tereddüt etmeksizin,
en ılımlı yolu seçti.
Bazılanmn kullandığı, güzel
olduğu için ün salmış kalıplan
kabul etmedi. Doğayı çözümle-
yen bütün hatlan resmin dışına
atardı. Işte bizler Leopold -
Levy'yı böyle tanıdık: En se-
vımsiz, en ciddi yolu seçerek şa-
şutıcı bir dayanıklılığın ve en-
ginliğin sonuçlannı elde etti o.
Eğitim sonuçlan. bütün öğren-
cilerde kendisini gösterdi.
Setim Turan:
Resim hocalığının aleyhin-
deydi. Resim dersle öğrenilmez,
nasıl ki edebiyat fakültesinden
şair çıkmazsa derdi. Benim ol-
sa olsa talebelerime öğretmek
istediğim şey böyie şaka yap-
madan. abartmadan. sevdikleri
şeyi en basit bir şekilde ortaya
koymalandır. Ben ondan başka
hoca tanımıyorum kendime. Us-
ta-çırak gibiydık. Hem çok sev-
dim hem çok inandım. Hoşsoh-
bet. alaycı, muzip, şakacı bir in-
Gravur Ustas 1919. (19x23)
sandı. Karşısındakini çok cahil
bulursa yanındakine göz kırpıp
onunla alay ederdi. Dinini sor-
duğumuzda. "tnsanın iki türlü
dini olmaz, benim dinim resim"
derdı. Resmemistikbiranlayış-
la yaklaşırdı. Ona göre iyi bir
sanat eseri veya bir resim. haki-
kı görüntünün ilahileşmesiydi.
SabriBerkel:
Levy'nin sanatı çok hassas bir
duyguya dayanıyor ve hiçbir
spekülasyona u>Tnayan, resmi
karşısındakine beğendirmeye
çalışmayan büyük Fransız tra-
disyonunun sonuna gelen bir
kuşağın adamı olduğu için de bu
tavır, hocalığa çok elverişliydi
ve talebelerine sağlam bir temel
verdi. Yaptığı gTavürlerle yağlı
boya tablolan arasında pek fark
yoktur, çünkü Leopold - L
Kediü Kadın 1918. (15x20)
gravürü de yağlı boya resmin
vermesi gereken neticeyle bera-
ber yürütürdü.
Nurullah Berk:
Yeni bir nesle yepyeni bir ya-
şam veren bu güzel etkileşım ve
özellikle de onun katkısı, Le-
opold - Levy'yi bizim resim et-
kinliğimizin gelişimi içerisinde
ilk atılım hamlesinin öncüsü
yapmaktadır.
ya çalışacaktı. Leopold -
Le\
r
y'nin yapıh bu kaynaşmanın,
bu eriyişin en iyi sezildiği düz-
lemlerden biridir.
Levy'nin yapıtı dediğimiz an,
sadece sergilenmekte olan gra-
vürleri ya da "varlığın dibindeki
hiçliktadı"nı veren tuvallerini mi
anlamak gerek? Yoksa, öğretme-
ye. kurmaya çalıştıklan da onun
yapıtı sayılmalı mıdır? Daha da
uçlara kaçan bir soru: Yapama-
dıklan da Leopold - Levy'nin
yapıtı arasında sayılır mı Söyle-
medikleri, yazmadıklan, göster-
medikleri? Bir yapıta, o yapıtı
oluşturana bakarken. o anın ne-
yi olanaklı kılıp neye izin ver-
meyeceğini düşünmek de gerek-
mez midir? Düşüncenin yapıta
dönüştüğü ana varana kadarki
sürecin hangı evrenın hangi ku-
rallan içinde olduğunu da mı dü-
şünmeyelim? Düşüncenin yapı-
ta dönüştüğü anın bitmiş, ta-
mamlanmış olduğu söylenebilir
mi°
Bir geçmişe bakıyoruz şimdi:
Leopold - Levy'nin gravürlerine.
O geçmiş. şimdiye taşınmış.
Şimdi bakıyoruz. şimdi adlı ev-
renin kurallan içinde yüzüyoruz,
değerlendiriyoruz. Şimdinin ku-
rallan, değerleri o geçmişin şim-
disininkilerden farklı. Nasıl bak-
malı? Elbette uzağında kalınz,
eğer o geçmişi anlama kavuştu-
ğu bir düzleme taşımazsak, eğer
onun anlamını bugünün şimdi-
sinde aramaya kalkarsak. Ama
onun anlamını aramaya da kalk-
mazsak bugünün bizleri de bi-
zim yaptıklanmız da geleceğin
şimdilerinde anlamsız kalacak
demektir. Bugün, şimdi Leopold
- Levy'nin yapıtının anlam per-
desini aralamak üzere yeniden
düşünebiliriz.
'Ozanın Öldüğü Gün' ve 'Sana 25 Şiir'
ci Ünver, yargıç olarak yaşadığı gerçeldikleri, imgelerle yeniden
yaratıyor. Yargıtay üyesi ve yazar Naci Önver, hukukçu ve yazar
olmanın birbirini beslediğini sövlüyor. Cnver'in birbirini
tamamlayan iki kitabı, Başak Yayınlan arasında çıktı.
ANKARA (Cumhuriyet Büroşu) -
Yareıtay Üyesı ve yazar Naci Ünver'in
"Ozanm Ötdüğü Gün" ve
u
Sana 25
Şör" adlı son kitaplan, geçen
günlerde Başak Yayınlan'ndan çıktı.
Toplumcu gerçekçi bir ozanın
yaşamını anlatan romanla birlikte
yayımlanan "Sana 25 Şür"adlı yapıt
da, kitapta anlatılan ozanın yazdığı
varsayılan şiirleri içeriyor.
" Yargrçkk ve Yargıtay üyeliği yapnğım
sırada vaşadığnn ve tanık oldugum
olavlar, yazdıklanmın ağırlık noktasını
oluşturuyor. Öyküler,romanlarve
şiirler. mesleğimin bana tanık olmakta
aracı olduğu bir çeşit yaşamı yeniden
kurmaya yanyor." Yazar Ünver. bir
ucu gerçekliğe, bir ucu düşe varan
yazın yaşamını böyle tanımlıyor.
ilk kitabı "Evknme Cüzdanı" ile
yazın dünyasından tanınan Ünver'in
bu yapıtı, TRT tarafından ekrana
uyarlandı. 1989 yılında yazdığı
"Evlenme Cüzdam" nı, 1990 yılında
yayınlanan "Kapadokya Efsanesi"
adlı belgesel öykü izledi. Aynı yıl
yazdığı diğer iki yapıtı, "Ozgür Sevi"
adlı roman ve "Günyüzü Yargıcı'' adlı
kitaplaştınlmış uzun öykü, 1992
yılında verdiği son ürünler. Ge$en
günlerde yayınlanan "Ozanm Olduğu
Gün" yazann edebiyat dalındaki
beşinci yapıtı.
Toplumcu gerçekçi bir ozanın
yaşamından yola çıkarak, ilginç
yaşam kesitleri sunan roman,
Türkiye'de 50'li yıllardan ŞO'li yıllara
kadar uzanan zaman dilimi içindeki
kimi dönemlerin özgürlük ve adalet
anlayışını sorguluyor. tnsan
manzaralanna da yer veren yapıt,
ozanın yazdığı varsayılan şiirleri de
içeriyor. Romanda yer alan şiirleri
kapsayan "Sana 25 Şiir" adlı kitap,
sevi ve özgürlük şiirlerinden oluşuyor.
Ünver, kitabı için şunlan söylüyor:
"Çağdaşbk adına. giderek kendinden
uzaklaşarak mekanik insanın
yaratıldığı çağdışı toplumlar çoğalsa
bile; insanı insan yapan duygu ve
coşkuyu özgürce, doğayla ve topiumla
bir bütün olarak algüayan ve
hoşgöriiyle sevgi dolu yaşamayi
başaraniar için, mutluluğu yakalamak
hiç de zor değiL"
Haluk Tezonar İçin
Av. MORDO DİNAR
Bu ismin vanına "öldü" kelimesini yazmakzor, garip, eş-
yanın tabiatına aykın, bulutsuz gökten yağmur yağması gi-
bi bir şey. Tam bir skandal. Ne var ki bunu içimize sindir-
mek gerekecek. Çok da zaman isteyecek, bu zamansız
ölüm olgusuna alışmak, gençliğine rağmen sapına kadar
bir Istanbul efendisinin böyle habersiz, sessiz sedasız,
kimseyi rahatsız etmeden göçmesine.
Neresinden başlasak? Tüm insanlığa ve tek tek tüm fert-
lerine karşı, insiyaki yakınlığı. Her birinin hürmete ve sev-
giye layık olduğu inancı ve bunu hissettirme hassası. Her-
kese her yerde ve her durumda terbiyeli davranışı ve ko-
nuşması. Kendisinden herhangi bir şey istenip de "hayır"
diyememesi ve onu dağdan tepeden alıp da getiımesi. Ha-
luk için hafife almacak, hele alay edilecek insan yoktu; yal-
nız eğitilmemiş, yeteri kadar dikkat ve bilgi verilmemiş in-
san vardı. En iîkel kültürden yoksun her ferde her şey an-
latılabilirdi ve anlatılırsa, bu asgari gayret sarf edilse, her-
kes seviyeli bir muhatap durumuna yükselir ve her şeyi an-
layabilir. Özellikle -ve öncelikle- güzellik. Her şey bu keli-
menîn içinde saklıydı.
Güzellik her yerde vardı, çirkinliklerde bile, çöplüğün
içinde ve sanatçının vazifesi bunu mefydana çıkanp her-
kesin gözünün önüne sermektir ki dünya daha iyi yaşana-
bilecek bir yer olsun. Hayatı boyunca onun pusulası, da-
imi surette, bu kutup yıldızını göstermiştir: Güzellik. Bunun
içindir ki Haluk, yaşamının hiçbir devresinde, kötülüğü ne
anlayabilmiş nedegörebılmiştir. Insanların birbirini kırma-
sı, birbirine zulmetmesi, anlaşılabilir şeyler degildi ve bun-
ların önünü kesmek öncelikli bir vazife idı. Bunlar etrafta
varken sokaklarda şarkı söylemenin ve göbek atmanın
âlemi yoktu. Acele olarak yangını söndürmek gerekirdi ve
siyasetçilere zerre kadar itimat ve itibar etmediğinden, it-
faiyecinin tek etkin malzemesi sanattı.
Uzun yıllar, hem heykellerinde hem de tablolannda, yal-
nız karamsar değil, düpedüz mazlum insanlann çehresi ve
ekspresyonu vardır. Bu, geçici bir protesto veya isyanın
ifadesi değil, zulmedilenlerin safındaki vazifesinin bir ica-
bı idi. İnsan sıfatının bir gereği idi; yoksa bir siyasi düşün-
cenin dışa vurulması değildi.
Zaten siyasi bir düşüncesi var mıydı ki? Kesinlikle hayır.
Ne Manc'ı ne de Lenin'i dennliğine okumuş, genel bir şe-
kilde "sosyalist" denen teori veya praksisten hiçbir nasi-
bini almamıştı. Kafasında, hayal meyal, her güzel şeyin; şi-
irin, müziğin, resmin, tiyatronun, kültürün mecburen "sol"
olduğu fikri vardı ve kendisi sola bu zaviyeden girmişti, zih-
nen.
Onun denklemi gayet açıktı: Madem ki dünya ve tüm in-
sanlar iyidir ve güzel şeylerdi ve madem ki güzellikler sol-
dadır, o halde bunlar birbirlerine eşitti. Şüphesiz, "sağ"da
da güzel şeyler yok değildir, fakat "Abi, der, istatistiklere
bak, yaşadığımız bu asırda bütün güzel eserier soldan
gelrniştir, bütün sanat dailannda. Bu bir tesadüf eseri ola-
maz. Ola ki, 18'inci asırda bunlar sağdan geliyordu ve
ben de o tarafta olurdum. Ama, şimdi durum başkadır ve
bunu görmezlikten gelemem." Haluk, bundan başka hiç-
bir şeyi görmezdi, bilmezdi ve bilmek de istemezdi. Onu
ezen kimseler, ondan istifade eden insanlar, onun hakkını
yiyenler, yalnızca, yollarını şaşırmış insanlardı. Izah edilir-
se, doğru yolu görecekler. Kudret düşkünü imiş, menfaat
düşkünü imiş, para düşkünü imiş, "Allah Allah, böyle şey-
ler olurmu?" dercesine merakla, biraz istihza ile, bir neb-
ze de onlara acıyaraktan, Haluk, masumane gözleriyle si-
ze bakar ve dudaklarındaki hafif tebessüm, affın eşiğinde
bulunduğunun tebessümü idi.
Hele para denen şeye tümü ile alerjik bjr tutumu vardı.
Mefhum olarak, meta olarak ona çirkin bir şey olarak ba-
kıyor, onun peşinde koşmak kadar iğrenç bir şey olmadı-
ğını düşünüyor ve nerede ise ona dokunmak için eldiven
giymek ve hatta gaz maskesi takmak lazımdı. Ancak, pa-
ra sahibi aynı zamanda kültür sahibi ise yapmacık değil,
üstünkörü değil, Paris-Match'tan kaynaklanan değil, ha-
kiki kültür sahibi ise dört köşe memnundu ve kutlardı.
Ne var ki, para ile kültürün çoktan beri boşandıklannı her-
gün görüyor ve birini öbürünün yerine koymakla yetinen-
lere karşt istihza ile kanşık bir acıma hissi duyardı. Ama,
parasız da yaşamanın mümkün olmadığını çok acı dene-
yimleriyle biliyordu. Bakkala, kasaba ödemeler yapmak
gerekiyordu. Para, kaçınılmaz bir kötülüktü ve insanlan
bozuyordu. Haluk bu fikri sonuna kadar taşımıştır.
Diyeceksiniz kı böyle insanlar var mıdır? Bu kadar ola-
ğandışı tutumlu olsun, cebidelikken bile cömert olsun, her
yerde güzellik arasın ve de bulsun, etrafındaki çirkinlikleri
yanp doğru güzelliğe koşsun, olur mu böyle şey? Aziz mi
yani? Eh, ona yakın bir şey! Ruhu tertemiz ve kötülük nos-
yonu olmayan biri. Onu tanımış olanlara sorun. Herkes, it-
tifakla aynı şeyi söyler ve hatta bütün bunları en tabii şey-
miş gibi hiçbir gayret sarf etmeden kendini zorlamadan
yaptığını söyleyeceklerdir. Ömürlerinde böyle bir kimseye
rastlamış olanlar şanslı insanlardır.
Bu satırtann yazan bunlardan biridir veHaluk'u tanımak-
la ve dostluğuna muhatap olmakla hem zenginleştiği, hem
de onur kazandığını daha birinci günden bilmiştir. Tanışık-
lığımız, Taksim Gezisi'ndeki eski sanat galerisinde, onun
heykel sergisinde olmuştur. Gezerken köşede bir kadın ba-
şı. Simsiyah. Zenci. Biafra'da kıyım olduğu günlerdi onlar.
Bu başı görmeyen, hüznün ne demek olduğunu bilemez
ve anlayamaz.
Içiniz burkuluyordu. Uzun uzun baktım; yandan, köşe-
den, alttan. Hangi taraftan olursa olsun, hüzün ve aynı za-
manda vakar. Bu baş, yüz başmakaleden daha vecizdi.
Bunu muhakkak almalıydım, ne pahasına olursa olsun. Ya-
panı tanımak istedim. Haber verdiler, geldi. Kartımı uzat-
tım, satın almak istediğimi ve de zengin olmadığımı söy-
ledim. Yüzü ışıklandı.
Beğendiniz mi, dedi? Evet dedim. Bin röportajdan da-
ha etkili olduğunu söyledim. Bana uzun uzun baktı, kar-
deşlik dolu bir bakış. Alınız dedi. Evet ama ne kadar diye
sordum. Hiç, dedi. Beğenmiş olmanız kâfidir, çünkü her-
kes önünden geçip bakıyor ve öbürüne gidiyor. Yani bak-
mıyor, halbuki benim en beğendiğim yapıtım budur, alın
dedi ısrar etti. Sergi sonu o başı bana getirdi. Çok ağırdı.
Olsun. Onu kucağımda Paris'e götürmek istedim, bronza
döktürülmesi için. Yeşilköy'de gümrük memurları "asan
atika" diye bırakmadı.
Sanatkânn yaşamakta olduğu, en azından bu sebeple
antika olamayacağını, Paris'ten geri getireceğimi söylemiş-
sem de dinletemedim. Nihayet bana refakat edene bıra-
kıp gümrük ve polisten geçerek az sonra uçağa bindim.
Kapılar kapanmak üzereyken baktım, cebelleştiğim güm-
rük memuru uçağa girdi, kucağında benim başım. Alınız
beyim, dedi yazık olur belki sanatkânn tanınmasına yar-
dım eder dedi ve uçaktan çıktı.
Paris'in en usta dökmecilik atölyesinde bu baş bronza
döküldü. Dünyaca ünlü ustanın "yaşadığımız acımasız
devrin bu kadar kudretli bir ifadesini buraya eser ge-
tiren bunca sanatkârda görmedim" dediğini Haluk'a
naklettığimde aniden kızardı ve an büyük tevazu ile bu atöl-
yenin Avrupa'nın en ünlüsü olduğunu söyledi.
Bronz başın bir tanesi Paris'in bir galerisinde uzun süre
teşhir edildi ve şimdi Venezueja'da bir sanat galerisinde
"satılmaz" kaydı ile bulunuyor. Öbürü, yine kucağımda, Is-
tanbul'a getirildi. Bu baş, baştacımdır, evimde. Nasıl ki ya-
zıhanemde yine baştacı olan bir Einstein büstü vardır. O
da Haluk'tan ve bir kitabın kapağına bakılarak yapılmıştır.
Olur mu böyle şeyler, demeyin? Haluk ile olur.
Ruhu böyle bembeyaz olanlara "Ruhun şadolsun" de-
meye ne gerek vardır? Şadolmuştur bile. Onunkisi olmaz-
sa kiminkisi olur?