Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 AĞUSTOS1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GUNDEMDEKIKONU: TERÖR
ONATKUTLAR
Herkesin kaybettiği tek oyun
Istanbul'da henüz, yeni bir sokağı
ya da alanı keşfetmenin, her gün
önünden geçtiğimiz binanın ön
cephesine gözlerimizi kaldırdığımı-
zda yeni süslemeler ve aynntılar fark
etmenin hem mümkün olduğu hem
de insana keyif verdiği yıllardı. Bakı-
şlanmızı çevirdiğimiz her köşeyi "ey-
vah, berbat hale getiımişler" çığiığıyla
unutmaya çalışmadığımız yıllar.
Galata, üpkı Eyüp, Balat, Kanlıca,
Kumkapı gibi tutkunu olduğum
semüerden biriydi. Üstelik işyerim de
oradaydı. Kuledibi'nde. Oğrencilik
yıüanmda kısa süre kalıp bayıldığun
Cenova'nın Galata adını taşıyan da-
racık sokaklannı halırlatan, çıkmaz-
lar, merdivenler, gizii geçitlerle dolu
bu semti hemen her gün yeniden keş-
federdim.
Kimi günler yalnız dolaşırdım. Te-
utonya'nın yokuşunda, Saint Georg'-
un barok merdivenlerinde. Kimi gün-
ler ise yanımda bir dostum olurdu.
Ya kadim dostum Giovanni Scog-
namiDo ya da onun bana tanıştırdığı
piyanocu CardeDa'nın dünyalar gü-
zeli kızı Tbea. Thea'yı Sainfs Pierrc ve
Paul Kilisesi'nin daraak girişine gö-
türürdüm. Orada duvardaki mezar
kitabeleri arasında onun Cenevizli
atalannın ismini arardık.
Andre Chenier'nin
öldürülmesi ile ilgili
söylencelervardır.
Bunlardan birine göre ünlü
şair kafasını demirin
aralığına koymadan önce
bağırmış: "Bu kafada bir
şeyler vardı!.."
En çok da Voyvoda Caddesi'ne pa-
ralel Eskibanka SokağYnın başındaki
Saint Pierre Hanı'na giderdim. Orada
iki yakınımın atölyeleri vardı. Şem-
settin Sabri ve Nurettin Nabi beylerin.
Biri neon lambalan üretirdi, öbürü
ise sinema developman ve baskı ma-
kineleri. Kot pantolonlardan döküm
parçalara kadar binbir çeşit ma-
îın üretildiği atölyelerin ocak isiyle,
gres yağıyla kararmış koridorlannın
arkaya açılan pencerelerinden Saints
Pierre ve Paul Kilisesi'nin avlusu gö-
rünürdü.
Org sesi ve mermer döşeli kuyunun
dibinden geçen beyaz harmaniyeli ra-
hipler.
Saint Pierre Hanı'nın koridorlan-
nın ve atölyelerinin, bu pek hoş ve gi-
zemli hava ile bir ilgisi yoktu elbette.
Sonuna kadar açılmış radyolardan
"Bugün ondokuz Vietkong öldürül-
müştür" haberleri ya da oyun havala-
n duyulur, radyo ve kaset sesleri tor-
na ve çekiç gürultüleri arasında kay-
bolurdu.
Ama gene de ilgjnç şeyler keşfeder-
dim.
Bir gün, sonradan Comte de Saint-
Priest'e ait olduğunu öğrendiğim bir
asafet arması, bir başka gün yuvar-
lak, harikulade bir pencere.
Ama en büyük keşfım, bugün her-
kesin bildiği ünlü Fransız şairi Andre
Cbenier ile ilgili kitabe oldu. Saint Pi-
erre Hanı'nın cephesinde mermer bir
kitabede şu sözler yaalıydı:
Andre Chenier
Naqvit
Dans Cette Maison
Le
30 Octobre
1762
(Andre Chenier 30 Ekim 1762'de bu
evde doğdu.)
Çok sonralan seçkin bilim adamı
Prof. Semavi Eyke'nin olağanüstü
makalesinden bu evin o ev olmadıgı-
nı, Saint Pierre Hanı'nın, Chenier'in
doğduğu ve daha sonra yıkılan evin
yerine yapıldığını öğrendim. Ama bu
gerçek, blr başak gerçeği, yani adını
hem devrim hem de şiir tarihinde çok
duyduğumuz Andre Chenier'in "ora-
da'' doğmuş olduğu gerçeğini orta-
dan kaldırmıyordu.
Fransız "Aydmlanma Çağı"nın
ünlüismi, Büyük FransızDevrimi'nin
önce Jacobin, sonra ılınüı kahraman-
lan arasında yer alan ve 'Büyük Te-
rör'de, Robespierre'nin düşüşünden
üç gün önce 25 Temmuz 1794'te giyo-
tinle kafası kesilen, hakkında kitaplar
yazjlmış, operalar bestelenmiş fıgürü:
Andre Chenier.
"Galata, que mes yeux dsiraient ds
longtemps
car c'est la qu'une, Grecque en son
jeune printemps
Beile, au litdi un epoux, nourisson de
la France
me fît naitre Français, sous les mur
de Byzance."
"Çok uzun sûredir gözlerimin özie-
diği Galata
yaşamının baharmda bir Yunanlı
ka, işte orada
çok güzeidi, Fransa'nın eviadı bir
kitabının 1969'daki baskısında şu sa-
ürlar vardı:
"Daha sonra biraz üerde Kartçınar
Sokağı başlar. Sokakta solda ise Sa-
int-George Kilisesi yer alır. Kuruluşju
Ste. Irene'e kadar uzanan (M.S.800)
bu çok eski kilisenin ortasında bir
ayazma yer alır. Gene bu yapının
alanı içinde iki Fransız Büyükeicisi ile
Andre Chenier'nin büyükannesi Eti-
zabeth Petri Lhomaca'nın mezarlan
buhmmaktadır."
Andre Chenier'nin annesinin mi,
yoksa büyükannesinin mi ismi Eliza-
beth Lhomaca, şimdi oldukça
kanşık. Çünkü Prof. Eyice, annesinin
isminin Elizabeth olduğunu Saint Pi-
erre et Paul Kilisesi kayıtlanndan çı-
karabiliyor. Aynca ailenin Sakız
Adası'ndan geldiğini, Ortodoks değil
Katok'k olduğunu da Sainte Marie
Şiirlerini okudukça hep düşünmü-
şümdür: Chenier iyi şair mi, kötü şair
mi? Fransız şiir tarihı içinde yer alan
büyük ozanlardan Villon ve Ron-
sard'ı çok beğenirim. Belki de Türk-
çede, bir zamanlar yapılmış çok ba-
şanlı çevirilerinden ötürü.
Chenier'nin şiirleri ile pek öyle ta-
nışmadım. önce devrimci kişiliği ile
sonra hakkındaki opera ile en son şi-
irleri ile. Büyük Grek-Lati'n hayranlı-
ğı, bu kültürlere ait bilgi birikimi,
klasik metinlere yapüğı çok sayıda
gönderme bir parca uzaklaştırdı beni
bu şiirden.
Fazla bilgiç geldi.
Yazdığı 'Bucotkjiıe'lerde, 'Elegie'-
lerde Vergüius'un, çok sevdiğim Ovi-
dius'un lezzetini bulmak kolay değil.
Ama gene de İstanbul'da, bizim Ga-
lata'da bir evde doğup otuziki yaşın-
kocanın yatağında
Bir Fransız olarak doğurmuş beni
Bizans suıiarı altında."
Değeri ölümünden çok sonra anla-
şüdıgı gibi, birçok şiiri de sonradan
bulunan ve yayunlanan Andre Che-
nier'in dağuuk "Elegie"leri arasında
yer alan bu saurlar, onun Klasik Yu-
nan uygarhğına olan hayranlığmı da
gizlice yansıtır.
Klasik Yunan ve Roma uygarhkia-
nna olan tutkusu annesinin Rum kö-
kenli olduğunu vurgulamaya itmiştir
onu.
Bu ne kadar doğru, pek bilinmiyor.
Ben, Chenier'nin büyükannesi Eli-
zabetn Petri Limmaca'nın ismiyle ge-
ne o yıllarda karşılaştım. Türkıye ve
Anadolu uygarhklan konusunda
GabrieJ ve Mantran gibi müthiş bilgi
sahibı olan Rooert Boulanger'nin ya-
yımladığı ilk "Guide Bteu; Turame"
Draperis Kilisesi kayıtlanndan bulu-
yor.
Öyleyse şimdi, tıpkı Chenier'nin
doğduğu ev konusundaki bilgi gibi,
annesinin mezan konusundaki bilgi
de düzeltilmeli.
Hep düşünüyorum, şu sıkışık ve sı-
cak günler bir geçsin, serin eyiül gün-
leri bir gelsin, birkaç günümü ayıra-
cağım: Beyoğlu'nda Sainte-Marie
Draperis'e (Demir özlfi'nün kitapla-
nnı okuyanlar bu kiliseyi iyi tanırlar.)
Sankt-Georg'a, Saint Pıerre et Paul'e
gideceğim. Elimde, Freely'nin 'Strol-
üng an tstanbul'u, Murat Belge'nin
rehberi, Semavi Eyice'nin yazılan ile
iyice inceleyeceğim.
İyi güz günleri gelince. Yani eylül.
Biliyorsunuz eylülün ilk haftasında
tüm dünyada banş kutlanıyor.
Bir an için mezarlan ve kiliseleri bı-
rakıp yaşama dönelim.
Andre Chenier
da kafası giyotinle kesilerek öldürü-
len bu genç ve yakışıklı şair benim için
hep çekici bir isim olarak kaldı.
Onun Saint-Lazare hapishanesin-
de, idamından birkaç gün önce Suvee
tarafından yapılan portresine bakıyo-
rum. Hafif dökülmüş saçlanna, ke-
mikli profıline rağmen hoş bir adam.
Gözleri. uzak ve karanlık bir hayale
dalıp gitmiş. Eli koltuğun kıyısında
zarif bir biçimde bükülmüş, ama bi-
raz yorgun. Sırü çok hafif kamburlaş-
mış.
Oysa dostlan onu ve kardeşi Ma-
rie-Joseph'i, o yıllann Paris salonlan-
nı varlıklan ve zekalanyla ışıtan, he-
yecanlı, neşeb', duyarlı gençler olarak
anlatıyorlar.
O salonlarla Saint-Lazare Hapis-
hanesi arasında ne gecti?
Terör.
Şu hemen her gün, günde birçok kez
duyduğumuz basit sözcük: Terör.
Hani bir zamanlar radyodan her
gün duyduğumuz ve bize daha çok
bir tür sinek ya da böcek gibi sözü edi-
len Vietkong'a benzer bir yaratık: Te-
rörist.
"Bugün jirmidört teröristölü olarak
ele gecirildi.."
Sözcükler ve tarihler, Latince bir
sözcük olup büyük korku, dehşet an-
lamına gelen "Terör"ün kitaptaki
özel yerini Büyük Fransız Devrimi'-
nin belli bir döneminde kazandığını
beürtiyorlar.
Aydınlanma Çağı'nın ilk ışıklan ile
Voitaire'nin, Diderot'nun. Rousseau-
nun kitaplan ile Amerikan Anaya-
sası'nın rüzgan ile özgürlük, kardeş-
lik, eşitlik ilkeleri ile tarih sahnesinde
büyük fırtınalar estiren Jacobin'lerin
bir gün geüp Fransa'nın milli birlik ve
beraberliğini, Milli Selamet Komi-
tesi'nin gücünü, ihtilalin meşruiyetini
kabul ettirebilmek için yani kutsal
amaçlar uğruna başvurduklan şiddet
dönemi.
Sonuç: Onbinlercesi giyotinde ol-
mak üzere, öldürülen yüzbinlerce
genç insan.
"Ey ölüm! Bekkyebtlirsin! Hadi git,
uzaklaş!
Git, avut başka yürekleri; ırtancm,
korkunun
solgun umutsuzluğun kemirdiği
Benûn için yemyeşjl benüz Pan'ın
çayrlan,
Dipdiri benüz aşk öpücükleri, şarkı-
lann perisi!
öhnek istemiyonım henüz, işte o
kadarL."
Saint-Lazare hapishanesinde bir
zamanlar birlikte olduğu arkadaşlan-
nın elinden ölümü beklerken, bir baş-
ka genç tutsak kadın, Fleury Düşesi
Aimee de Coigny için yazdığı bu saür-
lar, gerçekte Andre Chenier'nin ken-
disi için de duyduklan idi.
Ama 25 Temmuz 1794 günü kafası,
giyotinin soğuk bıçağı ile kesilerek,
kanh bir top gibi tarihin sepetine düş-
tü.
Giyotinin bıçağı, kutsal
kralı, vatansever ve
bozulmaz Robespierre'i,
hayalci ozan Chenier'yi ya
da hain İsviçreliyi
aynı umursamazlıkJa
keser.
Onu giyotine gönderen Robespier-
re ve arkadaşlan ise sadece iki gün
sonra aynı kanlı yazgı ile noktaladılar
yaşamlannı.
"Terör"ün anlamı ve kapsarnı, onu
kullanana göre değişmez. Giyotinin
bıçağı, kutsal kralı, vatansever ve bo-
zulmaz Robespierre'i, hayalci ozan
Chenier'yi, serseri Sans-Culotte'lar-
dan birini ya da hain İsviçreliyi aynı
umursamazlıkla keser.
Tıpkı Güneydogu Anadolu'da şid-
detin gencecik askerleri, küçük ço-
cuklan ve Kürt gençlerini aynı umur-
samazlıkla yok ettiği gibi.
Hiçbir şiddette kazanan yoktur.
Herkesin birden kaybettiği tek
oyundur terör. Korkunç bir oyundur.
Andre Chenier'nin öldürülrnesi ile
ilgili söylenceler vardır. Bunlardan bi-
rine göre ünlü şair kafasını demirin
aralığma koymadan önce bağırmış:
"Bu kafada bir şeyler vardı!.."
Evet. Her öldürülenle bir evren yok
edilir.
Hiçbir kutsal amaç, hiçbir ideoloji,
hiçbir "hak", hiçbir öfke, hiçbir yetki
doğrulamaz öldürmeyi.
Kralın ve soylulann gaddar köpek-
leri kadar halkın temsilcileri, dağlılar
da düşünmeüdirler bunu.
Günlerdir çıkıp İstanbul'un sessiz
ve eski sokaklannda dolaşmak istiyo-
rum.
Hava ağır ağır serinliyor. Eylül ge-
liyor. İyi güz günleri. Banş.
Ama çıkamıyorum. Nereye yürü-
sem ayağırna kan bulaşıyor.
Terör içindeyim.
Sophie Marceau'nun yeni fılmi Bertrand Tavernier'inyönettiği
4
La Fille de D'Artagnan'
'Yaşama heyecanlayaklaşmak gerek'Kühür Servisi- Bertrand Tavemier'nin "La Fflle
de D'Artagnao" adh son filminde Constance Bona-
cieux rolünü Sophie Marceau canlandınyor. 27
yaşındaki Marceau. bu filmde Philippe Noiret (d'-
Artagnan), Sami Frey (Aramis). Jean-Luc Bideau
(Athos) ve Raoul Bflkrey (Porthos) ile birlikte ola-
ğanüstü bir oyunculuk sergiliyor. Sophie Marce-
au'yla Le Figaro gazetesinde yapılan söyleşiyi su-
nuyoruz:
- Böyksine hareketli bir filmde oynamak zor ot-
madı mı? Sporia aranız nasıl?
Ben fıziksel olarak çok enerji dolu bir insanım,
ama sportif biri olduğumu iddia edemem. Sporu
hoş bir uğraş olarak görsem de sıkıa buluyorum.
Boulogne ormanlannda koşmak bana çok aptalca
geliyor! Tabii, bir macera filminde rol almak insan
için iyi bir egzersiz ohıyor, çünkü hareket etmeni-
zin bir anlamı var. Canlandırdığınız karakteri tam
anlamıyla algüayıp, onu yansıtmak için gereken
her şeyi yapıyorsunuz.
- Bu fDme hazuianırken özel olarak neter
yaptmız?
Eskrim öğrendim tabii ki. Ama bu sporu akade-
mik anlamda öğrendiğimi söyleyemem. Görünüşü
kurtarmak gerekiyor doğal olarak. Amaam, bu
fitaıde insanlara olağanüstü eskrim yapuğımı gös-
termek değil, eskrim yapan Eloise karakterini en
doğru şekilde yansıtmak. Eloise çok atılgan, her
tarafa saldınyor, zaman zaman kaybediyor... Be-
Sophie Marceau, bu
filmde Constance
Bonacieux rolü için eskrim
öğrenmişve çekim
sırasmdaüçkez
kaza geçirmiş. Kendini
çok kadınsı hissetmesine
karşın,kadınsı
kişiliğini gizlemek
zorunda kalmış.
nim onun karakterinde sempatik bulduğum yan
da onun hem çok soylu hem de çok komik saf bir
kişiliği koruyabilmesi. Tek başıma yapabileceğim
her şeyi yapüm. Ve filmin çekunJeri sırasında, iki-
üç kez kaza geçirdim. Çekiinler sırasında atlar hiç
doğru dunnuyorlar, rahat edemiyorlardı. Yine
ucuz atlatüm. Her şey çok güzel ama tehlikeliydi.
Tabii güzel şeyler genelde tehlikelidir!
- Erkek kılığma girtnek sizi rahatsız erti mi?
Kendimi erkekleştirmek gıbi bir çabaya girme-
dim. Amaç, Eloise'in kadınsı kişiliğini gizlemekti.
Kendimi çok kadınsı hissediyorum ve bu tür açı-
klamalar yapmaktan da nefret ediyorum.
- Mel Gibsoo'un yöoettiği ve oynadtğı "Brave He-
art" adlı projede çanşıyorstmuz. Rolunüzden söz
eder misüıiz?
Iskoç ayaklanmasına katılan, her türlü yolsuz-
lukla mücadele eden Galler prensiyle evlenen bir
Fransız ortaçağ prensesini canlandınyorum. Çok
sağlam bir karakter.
- Bir Amerikan süper-yaprnıında rol almak
farklı oluyordur herhalde...
Hayır, herzaman için önemli olan, ekibin uyum-
lu çahşabilmesi. Değişen bir şey yok. Kameranın
önünde her zaman duygulannız, içgüdünüz ve
konsantrasyonunuzla karşı karşıya kalıyorsunuz.
Bir filmin çekiminden sonra kendimi aptal gjbi hi-
ssederim.
Filme kendimden çok şey katmışımdır ve sahip
olacak bir şeylere ihtiyacım vardır. Yeniden kendi-
me dönmek isterim. Oyuncu olmak çok da yapıa
bir iş değil. Eğer kendi kendinizj geliştirmezseniz
oyunculuk çok statik bir iş olur sizin için.
- Sizin için oyunculuk ne ifade ediyor?
Oyunculuk çok aktif olan kişiliğimin bir parçası.
Yalnızlığı çok sevenm, bir yerde kapaiı kalsam da
mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdürebilirim. Ama
yine de kimi zaman yerimde duramıyor, hareket
etme ihtiyacı duyuyorum veenerjimi harcamak zo-
runda kalıyorum. Tabii sinema hayatta en önemli
şey değil.
- Hayaonızdaki en öaemü şey ne?
Kendi kendime çalışmak. Kendimi sürekii geliş-
tirmek beni oldukça heyecanlandınyor. Her za-
man için bana yardım eden, yol gösteren, beni
edebiyat ve sanatla tanıştıran insanlarla birlikte
olabilmek gibi büyük bir şansım oldu. Hayata he-
yecanla yaklaşmak gerektiğine inanıyorum. Böyle-
ce çevTemizdeki her şeyin aydınlandığını görürüz.
PENALT1
MEMET BAYDUR
BİP Düş...
Minör bir şiir bu. Evet, ilginç bir akustik yakalanmış,
olağanüstüne yakın bir düş gücü seziliyor, ama o kadar
işte, söyleyecek lafı yok belli, uzatmış, gerçi farkında
uzattığının, onun için kısa tutmuş şiiri. Nasıl söylemeli
bilmem, insanı yakalaması gerek her şeyden önce, bir
imge sorunu değildir bu. Kaç yaşındaymış bunu yazan?
Genç olmalı. Bilgiç bir eda seziliyor şiirinde. Anadolu
insanınınoöpülesisıcaklığısezilmiyordizelerinde. Yine
de umut var tabii. Çok çalışırsa daha iyi şeyler yazabilir.
Şiirler.
Rüştü Bey bunlan söylerken yanında oturan Cüneyt
Bey sırıtarak kel kafasını sallıyordu. Pencere camına
yansıyan kırlangıçlar, oradan Cüneyt Bey'in kel kafası-
na, oradan da Rüştü Bey'in gözlüklerine yansıyıp yiti-
yorlardı. Üniversitenin açtığı, herkese açık şiir yarışma-
sının önelemeleri yapılıyordu. Rüştü ve Cüneyt Beyler'-
in dışında jüride Duygu Hanım, Süheyla Hanım, Nilüfer
Hanım ve Hasan Bey vardı. Ben yarışmaya katılan şiirle-
ri yüksek sesle jüri üyelerinin önünde okumakla görev-
liydim.
Bir daha okur musunuz lütfen?
Baktım. Hasan Bey son şiiri bir kere daha okumamı
istiyordu. Rüştü Bey, Hasan Bey'e, üstünde sinekler ge-
zinen bir bok yığınına bakar gibi bakt. Minör dedik ya
dermiş gibi. Hasan Bey, Cüneyt Bey'in alın derisinin
gerginliğinde gezinen kırlangıçlara bakıyordu. Şiiri
uçüncü kez okumaya başladım yüksek sesle.
"Ceketinden çıkıp yürüyor, sağa sola
sapıyor çıplakiığından, dehsinden
çıkıp yürüyor bir sokaktan çıkar gibi,
bir kapıdan çıkar gibi gülsüz tazelikte,
Akasyalı görünüm, tozuyan toprak yol,
tuğla ev bacalı, camsız baraka,
anlatılmaz maviliği göklerin kandırmıyor,
kandırmıyor onu kiremit bostan erik. ;
Cebinde yaz, elinde kağıdı bulutun,
hışırtılı, yazıyor üstüne,
ne kalem ne gölgesi duvarda günlerin
unutmamış böğürmeyi."
Sessizlik. Kafamı kaldırıp okuduğum kağıttan, jüri
üyelerine bakıyorum. Süheyla Hanım, Nilüfer Hanım'a
eğiliyor. "Unutmamış böğürmeyi mi dedi?" Nilüfer Ha-
nım başıyla onaylıyor. Maalesef öyle. Ne demek unut-
mamış böğürmeyi? Ben de anlamadım Rüştü Bey. An-
laşılmayacak bir şey yok Duygu Hanım, minör bir şiir.
Bunu geçelim. öbür şeyi şiiri okuyun lütfen.
Okuyorum. Bitiriyorum. Son dizeden bir süre sonra
gözümü elimdeki kağıttan ayırıp onlara bakıyorum. On-
lar da bana bakıyorlar. Beğendiler mi, beğenmediler mi
belli değil. Onlar da bana bakıyor, altısı birden.
Sanki şiiri ben yazmışım gibi!
Eskiye özenen bir genç olmalı. Bir hayli müstehcen.
Ben müstehcen bulmadım fakat oldukça acemi işi. Di-
lini henüz öğrenememiş birısi olduğu belli. Nasıl de-
meli, bir öncekinden daha iyi geldi bana, neden bilmem,
sevmedim elbet ama...
Zevksiz bir şiir. Şiirde zevk unsurunu önemsiyorum,
defalarca yazdırn Akis dergisinde. Üstünde oyalan-
mamıza değmez bile.
Bir daha okur musun evladım?
Derin bir nefes alıp ikinci kez okuyorum şiiri.
"Oyun bitti ve her şey yerini buldu.
Akşamla ebedi kızlar anne oldu. . »K, *. t
Aynalara bakma, aynalar fenalık;
Denizi, sonsuz olanı düşün artık.
Bir gün beni hatırlayabilirsin ancak,
Güzelsem soyabilirsin çırılçıplak;
Oradayım hep ben, orada, derinde,
Gemilerin ihtiyar köpüklerinde."
Biri gülüyor. Bir başkası gülecek bir şey yok diyor.
öksürüyorlar, birbirlerine bakıp sırıtıyorlar. Allah'ım di-
yor, Nilüfer Hanım, bakalım daha ne saçmalar duyaca-
ğız! Akşamla ebedi kızlar anne olmuş! Tövbe estağfuğ-
rullah! Rüştü Bey gözlüklerini cebinden çıkardığı sarı
toz beziyle siliyor. Buyrun evladım, devam edin lütfen.
Clçüncü şey. Şiir. Onlara bakıyorum. Birbirleriyie ilgile-
niyorlar. Kandırmıyor onları kiremit bostan erık. Oku di-
yorlar okuyorum. Bir şiiri birinci, bir şiiri ikinci, bir şiiri de
uçüncü seçecekler sonunda. Cumhurbaşkanı verecek-
miş ödülleri. Daldın gittin evladım, seni bekliyoruz! Bu
da şairdir mutlaka! Hülyalı delikanlı! Benden söz ediyor-
lar. Dalıp gitmişim. Kendime gelıyorum ve yarışmanın
uçüncü şiirini okuyorum.
''Sokağa bir diyalog gibi çıkıyorum
umrunda değilim gecenin. Gece
Yarınki gecedir ve tanrıdır
Tanrının umurunda değilim..
Kimileyin seviyorum (Sevmek kuşların
Bir an boş bıraktıkları ağaçtır)
Ve yalnızlığın kırmızı yapraklara
Çalan büyüsünü duyuyorum. Ey cesaret
Hep dolu tut bardağımı. Sevgi ve umut
Birdir, yalnızlık ve cesaret bir."
Fena değil, fena değil, ama Türkçesi zayıf. Çok ça-
lışması gerekiyor. Ezbere alınmaya değer şeyler yazmı-
yorlar artık ne yazık. Elleri cebinde gezinen haytalar
gibi, bir şey, bir hava var bu şıirlerde. Unutmamış böğür-
meyi, akşamla ebedi kızlar anne oldu. Tanrının umurun-
da değilim, şairane değil bunlar.
Haklısınız, haklısınız. Sırada dokuz yüz şiir daha var.
Bu akşamüstü bitirip dereceye girenleri açıklamamız
gerekiyor.
Kurra ile mi seçsek ne yapsak?
Lirik bir şey yok mu?
Oturduğum iskemleden kalkıyorum. Okuduğum üç şii-
ri özenle katlayıp iç cebine yerleştiriyorum buruşuk ce-
ketimin. Kapıyı usulca çekip çıkıyorum sokağa. Of be!
Dünya varmış. Uyanıyorum. Üç şiirte.
Birinci şiirOktay Rrfat'm. ikinci şiir Ahmet Muhip Dıra-
nas'ın, uçüncü şiir Melih Cevdet Anday'ındır.
• ANKARA (AA) - Başkent sinemaları, birbirinden güzel
filmlerle yaz sezonunda seyircinin karşısına çıkmaya devam
ediyor. Sinemalar, ilk iki bolümüyle seyırcinı'n gönlünde taht
kuran "Sosyate Polisi"nin ücüncü bölümünün yani sıra bir
vvestern şaheseri olan "Kötü Kızlar" ile sinemaseverleri hafta
sonunda ağırlamaya hazırlanıs or. "Beverly Hills Cop III -
Sosyete Polisi 3"te Eddie Murph>. Delroit polisi dedektifi
rolüyle yine karşımızda. Dedektıf Ax 1 Foley, bu defa
California'daki bir eğlence parkında işlenen cinayeu
araştınrken, birseri alışılmamış ipucu kendisini yine Beverly
Hills'e getiriyor. "Cazcı Kardeşler" fılminden tanıdığımız
yönetmen John Andis'in yönetmenliğini üstlendiğifilmde,ünlü
komedyen Eddie Murphy başanh bir oyun sergiliyor. "Sosyete
Polisi III" Metropol Salon 1 'de izlenebüir. Silahlann konuştuğu
Vahşi Batı'da erkeklere karşı mücadele eden dört güzel ve cesur
kızm maceralannı anlatan ve dünyada gösterildiği bütün
sinemalarda olay yaratan "Bad Girls - Kötü Kızlar" başkent
sinemalannda. Başlıca rollerini Hollywood"un genç kuşak
aktrislerinden Modeleine Stowe, "Sosyeteden İnsan
Manzaralan"filmininünlü oyuncusu Andie Macdovvell,
Spielberg'in ünlü fılmi "E.T."den tanıdığımız Drew Barrymore
ve Oscarödüllü "Kızarmış Yeşil Domatesler"filmindeçizdiği
karakterle ünlenen Mary Stuart Andersonın paylaştığı fılm,
eleştirmenler tarafından "bir vvestern şaheseri" olarak
tanımlanıyor. "Kötü Kızlar" Sinema Batı Salon I'de
görülebilir.