27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16AĞUSTOS1994SALJ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 1945'ten bu yana sürekli 'yaşamıru yazarak anlamlandıran' MuzafFer Buyrukçu: Karakterlerinıle özdeşleşiyoruın ALEVHLAR TAHSİN YUCEL I otoğraf: DEVRİM BARAN GAMZE VARIM Muzaffer Buynıkçu, yaşamını yazarak anlam- landıran, kendıru edebiyata adamış bir yazar. Yapıtlannda yarattığı bütün karakterlerle özdeş- leşiyor. Bazen kimüğine girdiği bir karakterden hoşlanıyor, bir süre onunla yaşıyor. Sonra bir di- ğerinin kimliğine giriyor. Kİmi zaman sevgilisini düşünen dalgın bir adamın cebinden cüzdanını aşıran bir hırsız, kimi zaman da hırsızın peşıne düşen polis oluyor. Yarattığı öykülerden sevınç- ler, mutluluklar alıyor. Ona göre, edebiyatçı bü- tün yaşamı kapsayan bir tavır takınmak, hep yeni dunyalar yaratmak zorunda. Yakında çıkacak olan kitabında yer alan bir oyküyle yıllardan beri ulaşmak istediği öyküyü yakaladığını ıhissediyor. Şımdi artık kendini her şeyi yazabılecek durumda olan bir usta, yetkinliğe ulaşmış bir yazar olarak görüyor. Muzaffer Buy- rukçu'yla yaşamıru adadığı yazarlığı ve yapıtlan üzerine şöyleştik: . - Tûrk Dil Kurumu Öykü ödülü, Sait Faik Öykü Armağanı ve şimdi de Yunus Nadi Arma- ğanı... Geriye bakıp bütün bir yazarlık serüveninizi degerlendirecek olursanız neler söylersiniz? Odüller bırbınmızi sevındırmek, mutlu kılmak amaayla yarattığımız, hiç eski- meyen kavramlardır. Bu ödülle- rin çoğu maddi açıdan doyurucu değıldır. Ama manevi açıdan yü- reklendijricidir, daha iyiye, daha niteliküye götûrücüdür. Ben ilk yansıyla allak bullak olmuş, fena halde kınlmış bınyjm. En alt katmanda yaşayan 'sürü'nün arasından gelmem. ilk adımımda tökezletti, çalıştığım gazetenin üeri gelenleri, yazarlann dünyasına sokmak ıste- medfler. Belki de bu olumsuz tavır beni kam- çıladı. öfkemi, direnme gücümü biledi, kendimi kanıtlamaya zorladı. . Bu yüzden de 'çok güzel' denilenlenn düzeyinde olacak öyküleri varetme olanaklannı aradım. İlkem şudur: öykûlerimi önce ben, sonra okur, sonra dajüri üyeleri ödül- lendirmeli. - Kimi öykülerinizde canlı ve rengarenk bir imge- ler örgüsu, zaman zaman izknmesi güçleşen sürekli bir devinim göze çarpıyor. Bu konuda neier söy- leyeceksiniz? Devınmeyen hiçbir şeyden hoşlanmam. GöUeri sevmem. Köpüre köpüre akan ırmaklan, çağla- yanlan sevenm. Bir de boyuna yürüyenleri. bir yerden bir yere bir şey için. bir öykü için, öteberi almak ve vermek için, bir şeyler iletmek için gi- denleri, geç kalma kaygısıyla koşanlan (geç kalınırsa bir cinayet işlenebihr, bir dram, on beş yirmi aileyı yutabilır), pışırip kotardıklanyla ınsa- na, insanlığa kaikıda bulunanJan severim. Yapı- tlanmı da belirttığım durumlardaki, nesnelerdeki deyinimi esas alarak yoğururum. Kişilenn her edimine 'hız' öğesi koyarun ya da 'hız'ı özünde banndıran konulara yaklaşınm. Bu hızla besle- nen bir öyküyü etlendırirken belleklere girip iz bı- rakacak olan çarpıcı, renkli, çağnşım yüklü ımge- ler topluluğuna el atanm. Değindi|pmz 'güçlük' aslında güçlük değildir, Öykûlerimi önce ben, sonra okur, sonra dajüri üyeleri ödüllendirmeli. öykünün diliyle ilişki kuramayan okurun kısa sü- rede ortadan kaldırabileceğı geçia bir sorundur. - Son öykü kitabuuz 'Yüzün Yansı Gece'de yer alan üç öykünüzü 'Yaşam gerçeğiyle düş gerçeği- nin sonsuzlııklanndan doğan öyküier' başfığı alö- nda topladınız. Bunu açnnlar mıstnız? O tanımlamayla nasıl doğduklan açıklanan öy- küler. 'serim, düğûm, sonuç' yöntemini kimi bo- lümlerde uygulayan, kimi bölümlerde de o yön- temle bırlıkte hiçbir kuralı umursamayan bağımsız. özgür anlatımın bütün olanaklanndan bir şeyler devşiren zengin içerikü öykülerdir. Belli bir mekanda, belli sorunlann çevresinde dönerek başlayıp bitmezler, çeşitli mekanlara geçerler, o mekanlardaki yaşamın egemen olduğu alanlarda 'düş ve masatlan' çağnştırarak gezınırler, canlı cansız nesneler, imgeler topluluğuyla ilişki kurar- lar... Yapılan esnektir ama dokunuşlan gevşek değildir. Yenidirler. Edebiyatımıza kazandın- lmak ıstenen bir tarzın üç yetkin örneğidirler. - ÖyküJerinizde, beDi nok taJarda popüier külrüre mal olmuş kişüer, şarkıcılar, türkûcüler görünüyor ya da seslcri duyuluyor. Bunun belirli bir nedeni var mı? Onlara herfaangi bir işlev yükJüyor musunuz? Yapıtlanmdakı ıçerildenn çok kalabalık, çok devinımli, çok renkli olmasını isterim. Öykü, öy- kücükler, serüvenler, ruhsal çöküntüler, gerılim- ler, sevinçler, cinsellik bulun- mah. Ve bol bol müzik, resim bu- lunmalı. Yaşamın içinde kıpı- rdayan bizleri ilgilendiren, etkile- yen her şey benim yapıtlanmda yer alabılir ve oradaki bütüne kanşarak yeni bir gövde oluştu- rur. Seslere, şarkılara önem ve- ririm. Hepımizın, yaşamlan- mızdakj dalgalanmalara göre bir ya da bırkaç şarkısı vardır. O şarkılarla biz, zaman tüneünde sürüklenirken nereden nereye geldıgimızı, neleri kazanıp neleri yitirdığimizi anlamaya çalışınz ve anlanz da. Bu şarkılan, halka mal olan, hergün özyaşamlanyla ilgili dedikodular gazetelerde yayınlanan ünlü sa- natçılardan dinlerken tepeden tırnağa sarsılınz, ruhlanmızda açılan kapılardan sonsuzluklara uçanz. Bizi böylesine degıştiren kişilenn - kendüe- riyle birlikte - şarkılanrun da öykülerimde yer al- ması, en azından o şarkıyla üzulen ya da sevinen kahramanlar kadar önemlidir. - Yapıtlannızda sık sık rastladığımız fıaksızlığa uğramış genç adam üngesi'nin özyaşamsal açıdan bir önemi var mı? KışLsel deoeyimieriniz yapı- tlannıza ne ölçüde yansıyor? Haksızlığa uğramak yaşamımızm her evresin- de karşılaşüğunız bir olgudur. Haksızlık meka- nizması hiç durmadan ışledığî için ona sokulan herkesi ıncitir. Ben de haksızlığa uğrayan gençler- denim; yüreği bin kez yananlardanım, başkaldı- ranlardanım ama haksızlığı yok edemiyenlerde- nim, çünkü haksızlık benden güçlü... İşte ben, içi- me gergef gibi işlenen bu edımlenn birikimini, haksızlıkla dövüşen gençlerin öykülerine koyu- yorum. Bir yazar özyaşamım donatan ne kadar yaşanmışlık varsa hepsini yapıtlannın temeline, harcma koyar zaten. Çünkü en yakın damar ken- disidir ve orada bulunan hiçbir şeyin çürümesine gönlü raa olmaz. 'IkizTepelep'in yönetmeni [David L}nch işsiz kaldıKühür Servisi - tki yıl önce "Ikiz Tepeler" adlı fılmini izlediğimiz David Lynch'in neler yaptığı uzun süredir bilinmiyor. Eski fılmi "Era- serhead"in dolby stereo versiyonu ortaya çıkınca yönetmenle Premi- ere dergisinde bir söyleşi yapımnş. Ancak şu günlerde Lynch, tüm çalışmalanm durdurmuş durum- da. Hatta yönetmenin işsiz kaldığından söz ediliyor. Jean-Paul Chaillet ile yaptığı ve yalnızca yamtlardan oluşan söyle- şide Lynch, bugünlerde içinde bu- lunduğu durumdan. psikolojisin- den, daha önce yaptıklanndan ve onu etkileyen şeylerden söz ediyor: "Eraserhead'i çevirdiğim ara- larda, dolby stereo ses sitemi yok- tu. O yüzden elimizde bugünkü teknik donanım yoktu. Biz de fılmi mono ses sistemiyle çekmek zo- runda kaldık. Bu bize kısıtlı da olsa belli olanaklar sağlıyordu. Ama bu da salonlann durumuna uymuyordu. O günlerde dağıtım ağı da çok gelişmiş değildi. Gitgide kopyalar aşındı ve fılm can çekiş- meye başladı. 'Eraserhead', kari- yerini ashnda gece senslanna borç- lu. Elinızde patlamış rrusınnızla si- nema salonuna girersiniz, kapılar kapanır ve siz kendinizi bir düşün kollannda bulursunuz. *tkiz Tepeler', bu fUmden bir yıl sonra çıktı ortaya. Bu dizi bir yıl gecikerek gerçekleşti ve 12 aydan uzun bir süre de gösterümedi. Üs- tüne üstlük, dizinin bir bölümünü kaçıranlar, olaylan anlamakta ciddi güçlüklerle karşılaşülar. Di- ziyi çok seviyordum ve çektiğim hiçbir plana kıymadım. Film de ashnda bir anlamda öyküyü de- vam ettiriyor ve Laura Pauner'in son günlerini anlatıyor. Bundan sonra çok büyük işler yaptığrnıı söyleyemem. 4 reklam fılmi çektim. Gio parfümleri, Alka Sehzer, Almanya'da Jill Sanders adlı bir terzinin kreasyonlan ve son olarak Los Angeles'ta Daryl Hannah'la birlikte Karl LagerfeM- in yeni parfümü Sun, Moon ve Stars'ın reklam filmlerini gerçek- leştirdim. Ancak ben Avrupa'da çalışmayı tercih ediyorum. Çünkü orada yaratıalara daha fazla saygı duyuluyor. Size düşüncelerini söy- lüyorlar ve ardından yorumunuzu öğrenmek istiyorlar. Böyle olunca da reklam fılmleri küçük şiirlere benziyor. Tabii size teknik olanak- lan sonuna kadar kullanma şansı Bir süredir fılm setlerinden uzak kalan David Lynch, son günlerde yazın vemüzikle ilgileniyor veriüyor. Bunun faydasını sinema- da da görüyorum. Televizyon için çalışmanın da avantajlan olduğu- nu düşünüyorum. Televizyon, bir olayı anlatabilmek için çok uygun bir araç, ancak medya her şeyi yu- tan ve çok zor beğenen bir meka- nizma olduğu için, kendini sürekli yeniden yaratması gerekiyor. Eğer bunu başararnazsanız ciddi bir süontıya girersiniz. Senaryolar yazdım. 'Ronnie Rocket'i çekmeyi çok istedim, an- cak üç fılm kontratı yapmış oldu- gum 'Ciby 2000' adlı prodüksiyon şirketi önerimi reddetti. Bundan sonra hiçbir şey yapamaz hale gel- dim. Hala da ne yapacağmn bile- miyorum. Doğal olarak bana pek çok senaryo gönderiyorlar. Bun- lann çoğu oldukça güzel konulan olan romanlar. Bir fıhnde beni en çok etkileyen ve harekete geçiren şey, o fılmın atmosferidir. Kendimi resme ve yazına ver- dim. Baa mobilya taslaklan da çi- ziyorum. Tabii kı film stüdyolannı özlüyonım. Ben kendi kendimin dışma çıkabileceğim, egoist olabi- leceğim bir süreç geçiriyorum. Re- simde de durum böyle. Bir süre için belli bir stilde çizersiniz, ardı- ndan bir süre sonra tıkanırsınız. Ve böylece bomboş bir manzaray- la karşı karşıya kalırsınız. Böyle durumlarda ben el yordamıyla ilerlemeye çahşınm ve benim için bir sonraki etabı düşünürüm. Bir şeylerin hazır olduğuna dair içim- de güçlü bir his vardır, bir türlü tanımlayamadığım duygular için- de boğuşurum, ama neler olduğu- nu asla kafamda tammlayamam. Aynı zamanda, düşüncelerim- den korkanm. Çünkü onlann ye- teri kadar ticari olmadığıru söyle- yenler var. Ben her zaman yaptı- klanmdan emin oluyorum. 'Dışa- vurum' kelimesi sınemada yanlış anlaşılıyor. Ve siz bir şey yapmak için para harcamaya başladığını- zda aslında ne yapmak istediğiniz- den tam olarak emin olmadığınızı düşünüyorlar. Kimbilir belki de bundan sonra çekeceğim filmin se- naryosu bana ait olmaz. Belki de bir kitabı sinemaya uyarlanm. ör- neğın 'Sailor et Lula - Saücı ve Lula'. Belki de fena ohnaz, kimbi- lir? Yazmayı deniyorum, ama beni daha da ileriye götürecek çok güç- lü bir şey bekliyorum. Şimdiük, bı- raz kendimi dınliyorum. Bu bazı oyuncular üzerine düşünmemı. müzik dinlememi ve fotoğraflara bakmamı sağhyor. Müzik benim için gerçek biresinlenmealanı. Ye- teri kadar değişik türde müzik din- lemediğimi düşünüyorum. Belki de anahtar müzıktir." InciTdekikadmhmn yaşamöykiileri Kültür Servisi - Finlandiya'da tem- muz ve ağustos aylan sanat fesn'valle- riyle geçer. Soğuk savaş süresince kom- şulan Sovyetler Birliğt'nin emperyalist amaçlanndan çekinen Finliler için fes- tivaller kimliklerini vurgulamak açısın dan önemli bir araçtı. Sovyetler Blrliği'yle birlikte Fin eko- nomisinin de çökmesine karşın, festi- vallercanlıhğını yitirmedi. Her yıl yapı- lan müzik, opera ve caz festivallerine, bu yıl yeni bir etkinü'k eklendi. Bu etkinlik Estonya, Letonya, Nor- veç, tsveç ve Finlandiya'dan kadın yö- netmenlerin sahneye koyacağı ve Incü'e dayanan öykülerden oluşan 5 feminist oyunu içeriyor. Beş Iskandinav ülkesinın kadın sa- natçılan, Incil'deki kadın imgelerini keşfetmek üzere bir araya geldiler. Bu proje, Finlandiya'nm ilk feminist tiyat- ro topluluğunu kuran Ritva Siikala'ya ait. 'fktidar' konusunu incelemek iste- yen Siikala, en aşm ataerkil efsaneleri InciFde buldu. Siikala "paylaşılan köi- tfirel gelenekleri"1 keşfetmek üzere baş- ka ülkelerden kadınlarla işbirliği yap- mayı amaçlıyordu ve 1992 yılında bu- nun için çekirdek bir kadro oluştur- muştu bile. Beş ülkeden birer yönet- men 1992'den beri yılda 3 kez buluştu- lar. Siikala diğer yönetmenlerin nasıl çalışüklan konusunda daha önce hiç- bir fikrinin bulunmadığını ve riski göze alarak böyle bir girişimde bulunduğu- nu belirtiyor. Siikala, "Bütün lncü"i ya da bütün kadın imgelerini kapsayacak bir çabşma yapmak gibi bir düşüncem hiçbir zaman olmadj" dıyor. Tutucu eleştirmenlerin tepkisi Kadm yönetmenlenn çalışmalan so- nucu ortaya çıkan etkinlik çerçevesin- de, beş ülkeden tiyatro topluluklan İncil'de yaşamöyküleri anlatılan kadınlara ıhşkın oyunlar sergiliyor. Üç yıl süren çalışmalardan sonra bu yaz başlayan festivalin en ilgi çeken yanı, oyunlann eski bir makıne atölye- si, bir eşya deposu, demiryolu deposu gibi mekanlarda sergilenmesi. Oyun- lann her biri büyük ölçüde müziğe da- yarurken bazılannda dans da ön plana çıkıyor. Finli tiyatro topluluğunun sergiledi- ği oyunda, Havva'nın cennette baş- layıp insanlık tarihinden ve ihanet, adaletsizlik gjbi klasik çelişkilerden ge- len yolculuğu anlatılıyor. Oyunda Adem'in ve ondan sonra gelenlerin sonsuz zulümlerle karşılaşükTannı gö- rerek aa çeken Havva. Tann'yla sürek- li bir diyalog içinde. Finalde ise Hav- va'nm diğer oyunculara elmalar fırlat- ması, bunu günaha davet olarak nite- lendiren tutucu eleştirmenlerin tepkisi- ni çekiyor. TAS DEVRI' Rosie O'Doneü: Betty roliine hazırfanmaya gerek duymadun Kültür Servisi - Eylül ayında vizyona girecek olan 'The Flintstones' fılminde Türk televizyon izleyicilerinin yakından tanıdığı Barney Rubble'ın eşi Betty 'yi canlandıran Rosie O'Donnel bu rol için hazırlanmaya gerek duymadığını söylüyor. O'Donnel, televizyonda yıllardır çizgi fılm olarak izlediği 'The Flintstones'unya da Türk televizyonlanndaki adıyla 'Taş Devri'nin karakterleriniçok yakından tanıyor, hatta bazı bölümleri farkında olmadan ezberlemiş. Sinema dünyasında başanyı yakalama konusunda kararlı olan oyuncu, mesleğinde emin adımlarla ilerliyor. En büyük hedefi ise yönetmenlik ve yapımalıİc. Long Island'da İrlandalı Katolik bir ailenin lazı olarak doğan 32 yaşındakı Rosie, TV şovlannda rol aldıktan sonra Hollywood'a geçerek Penny MarshaU'ın 'Â LeagueOf TheirOwn' fılmindeki rolüyle ünlendi. Daha sonra da 'Sleeptessln Seattle've 'Anotber Stakeoırt' adlı filmlerde oynadı. Oyuncu. "The Flintstones'dan söz ederken "Bu film milvonlarca dolarlık gelir sağlayacak. McDonaİds'a gittiğiniz zaman bir hamburger ve patates kızartması yersiıüz. Istakoz yemeyi beklemiyorsunuzdur. Bu fılme gitmek de McDonaİds'a gitmek gibi bir şey. Bazı eleşdrmenler filmi çok çocukça buluyorlar. Ama bu 'Flintstones'. Ne bekhyorlar ki" diyor. O'Donnel, 'League Of Their Own' filminde blrlikte oy- nadığı Madonna ile sıkı bir dostluk kurmuş. Madonna'nın filmlerinin galalanna kaüldığını ve kendisine destek olduğunu söylüyor. Rosie, bu yıl çekilecek olan, Garry Marshall'm Anne Rice'ın romamndan sinemaya uyarladığı 4 Exit To Eden' filminde bir dedektifı canlandıracak. Rosie O'Donnel Adlar "Veba, değil mi ki adıyla söylemek zorundayız." La Fontaine'in bu ünlü dizesi karşısında gülebilirsiniz. "Nesneleri adlarıyla değil de neyle söyleyecektik ki?" diyebilirsiniz. Isterseniz, örneğın KomTçyûsgibiyüceta- nıklar da gösterebilirsiniz: "Adlar doğru konulmazsa, sözler yerini bulmaz; sözler yerini bulmazsa, devlet iş- leri yürümez!" Haklı söze ne denir? Yalnızca iletişimin değil, sağlıklı birtoplumyaşamının da koşuludur nesne- yi adıyla söylemek. Ama bir de çevrenize bakın, kim adıyla söylüyor ki nesneyi? Ozanı, yazarı, düşünürü, po- litikacısı, sokaktaki adamı, hemen herkes, şu ya da bu nedenle, şu ya da bu biçimde nesneleri adlarından ko- paracağım diye çabalayıp duruyor. Çocukluğumda, ne zaman ağzımdan domuzsözcüğü çıkacak olsa, annem kızar, "Tükür, tükür! Bir daha da ağzına alma o mereti!" diye bağırırdı. Bütün kadınlar kocalarından "çocuklann babası" diye söz ederlerdi. Kadın kocasına "herif", koca karısına "awaf"diye ses- lenirdi. Bir teyze de uzak bir kentten gelen gelininin ken- disine bir ad vermemesi karşısında, "Adımızı koysa da ayı mıyız, kurt muyuz, bir anlasak!" diye söylenip dur- muş, ama, uyarı üzerine, gelini kendisine yönelttiği her tümcenin başına bir "anne" ekleyince, rahatsız olmuş, "Anne, anne, anne! Adımızı belliyor sanfc/7 " diye söylen- meye başlamıştı. Ne adsız edebiliyor, ne ada katlanabi- liyordu. Kısacası, bütün bu insanlar, birgeleneği sürdü- rerek, çoğu kez ayrımında bile olmadan, ama özünde pek de iyiye yorulamayacak bir yönelimle, nesneyi ya da ilişkiyi yadsıyamadıkları için, onlara verdiklerimiz- den ayrı adlar arıyor, gerçeği değiştiremedikleri için ad- ları değiştiriyorlardı. Yeni adlar, ozanın ve bilim adamının söyleminde, yepyeni gerçekleri de dile getirir kuşkusuz. Ama, genel- likle bilerek ya da bilmeden, insanlar gerçeği olduğun- dan başkatürlü göstermek için değiştirirler adları. örne- ğin "top" yerine "meşin yuvarlak", "golü atan oyuncu" yerine "golün altındaki imza" diyen spor yazarı, konusu gereği aşkınlıktan uzak bir söyleme yazınsal, hatta dü- şünsel bir boyut katma yanılsamasıyla böyle yapar. Kötü yazar da beylik ad değiştirimlerinde aynı yanıl- samayı sürdürür. Kimileri çok daha hindir: siz yıllardır neredeyse karşılıksız olarak görevinizi sürdürürken, her yaptığının bir "misyon" olduğunu söyleyen sanatçı ya da "Devrim Sokağı'nı "Inkişaf Sokağı'na, "Sormagir Sokağı"n\ "BaşkutSokağı"r\adör\üştüren belediyebaş- kanı yalnızca nesne ya da kavramla kendi bağıntılarını değil, bizim bağıntılarımızı da altüstetmeye yönelir. Ad değiştirmenin gittikçe yoğunlaşarak toplumsal bir çılgınlığa dönüştüğü bile oluyor. Osmanlıca bir bakıma böyle bir çılgınlığın ürünü. La Fontaine'in yüzyılında or- taya çıkan seckinlik akımıysa, çılgınlığın en ilginç örnek- lerinden biri. İnsanlar, incelikolsundiye, aynaya "güzel- lik danışmanı", perukaya "yaşlının gençliği", dişlere "ağız döşemesi", koltuğa "rahat söyleşi aracı" derler. Bildiğimiz kadarıyla, vebaya veba dediği için La Fontai- ne 'in başı belaya girmez; ama Moliere oyununda kremalı pastaya kremalı pasta dedi diye ortalık birbirine birbiri- ne girer, eleştirilir de eleştirilir; derken, neyi nasıl söyle- yeceğini iyi bilen, seçkin mi seçkin bir soylu adam çıkar, "Al sana kremalı pasta!" diyerek herkesin içinde okkalı bir tokatla cezalandınr zavallıyı. Gene de, bana sorar- sanız, en feleksiz ad değiştirmeler politikacılardan gelir her zaman. Kaşla göz arasında sözcük dağarcığımızın baş köşesine yerleştiriliveren şu "ekonomik paket'e baksanıza. Zararsız, sevimli, yumuşak, üstelik ucuz, neredeyse bir armağan. Ama açıldıkça bunaltıyor. Perge'öe asırlık kan • ANTALYA (AA) - Antalya'daki Perge anuk kentinde. 1943 yıhnda başlatılan arkeolojik kazı ve araştırma çabşmalannın, 2050-2060 yıllannda tamamlanması planlanıyor. Ord. Prof. Dr. Arif Müfıt Mansel tarafından başlatılan ve daha sonra da Prof. Dr. Jale İnan tarafından sürdüriilen kazılann yedı yıldır başkanlığını yüriiten Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu yaptığı açıklamada, Perge'nin tarihi eser açısından çok zengin bir kent olduğunu belirterek "Antalya Müzesi'ndeki arkeolojik eserlerin dörtte üçü Perge'de bulunmuştur" dedi. Perge'de geçen yıl onanmı tamamlanan Tacitus Caddesi'nden sonra bu yıl da Ana Sütunlu Yol'da onanm çalışmalan gerçekleştirileceğini ifade eden Prof. Dr. Abbasoğlu şunlan söyledi: "Ören yerinde bu yıl, Perge konut mimarisini açığa çıkaracak önemli çalışmalanmız olacak. Bu arkeolojik çahşmalann ışığında, Perge'deki konutlar hakkında aynntılı bilgi sahibi olmayı amaçlıyoruz. 22 kişiden oluşan bilimsel heyetle sürdürdüğümüz bu yılki kazılarda aynca. Helenistik döneme ait izleri de araştıracağız." Woodstock'94Festivaö •SAUGERTIES (AA) -1960'Iann hippi kuşağının nostaljik buluşması olarak kabul edilen VVoodstock '94 festivalinin bugünkü kısmında, güvenlik görevlilerinin ana kapıJan bırakarak binlerce kişinin biletsiz konser izlemesine izın verdikleri belirtildi. Yaklaşık 300 bin kişinin geldiği tahmin edilen VVoodstock "banş, aşk ve müzik" festivalinde güvenlik görevlileri bazı ana kapılan terk ederek binlerce kişinin biletsiz girmesine göz yumdular. Woodstock konserlerini izlemek için New York yakırundakı Saugertes şehrine gelen binlerce kişinin çevredeçadırlar kurduklan belirtih'yor. Festivale katıünak için gelenlerin devam etmesi durumunda Saugerties'deki insan sayısımn 500 bine ulaşacağı belirtiliyor. Mum Birinci Şnr Yanşması • Kültür Servisi - Ekimdeyayımlanmaya başlayacak olan Mum Dergisi, ilk sayısından başlayarak bir "yanşma" düzenleyecek. Alışılmışın dışında bir anlayışla. her ay birinci, ikinci ve üçüncülerin saptanacağı şairlerin ürünleri dergide yayımlanacak. İlk sayıdaki izlek: Banş... Banş olgusunu içeren şürlerin değerlendirileceği '"yanşma"ya her isteyen kaulabilir. Seçici kurulda bulunan sanatçılar: Ruhan Mavruk, Kubilay Köseoğlu, Nedim Sevingen ve Hüseyin Hilmi Bulunmaz. Yeni yayın yaşamma başlayacak olan Mum Dergisi, daha çok tiyatro ağırlıklı olacak. Tiyatronun yanı su-a başta felsefe olmak üzere öykü, sinema, deneme, şiir, dilbilim, insanbüim, toplumbilim, resim, yontu, karikatür, müzik, dans gibi bilim ve sanat konulanna sayfalannı açacak olan derginin yazışma adresi: Alibaba Türbe Sok. Onur Han, No:21 Çemberlitaş/İstanbul 5137431 -2516090 Gılgamış dört yıllıkAvrupa turunda • Kültür Servisi - Galeri Nev'in editörlüğünü üstlendiği ve sanatçı Bilge Friedlaender ile birlikte gerçekleştirdiği Gılgamış baskı suiti. Crossing Over/Changing Places adh sergi ile birlikte dört yıl boyunca Avrupa'nın önemli merkezlerinde sergilenecek. Gılgamış baskı suiti sanatçının 1989 yılında Galeri BM ve Galeri Nev'de 2. Istanbul Bienali kapsamında açılan sergileri nedeniyle gerçekleştirilmişti. Metnini Talat Sait Halman'ın yazdığı süitin baskısı ABD'de Philadelphia'da Cindy Ettinger atölyesinde yapıldı. Suit önce Istanbul'da Galeri Nev ve BM'de daha sonra ABD'de Jessica Bervvind galerisinde sergilendi. Galeri Nev'in editörlüğünü üstlendiği Erol Akyavaş/Miraçname, Ergin İnan/Mesnevi suitlerinden sonra gerçekleştirilen Gılgamış suiti chine-colle/gravür tekniği ile 50 nüsha çoğalüldı. Soğuk savaş sonrası iklimin demokratikleşme girişimlerinden biri çerçevesinde ele alınabilecek Crossing Over/Changing Places sergisi baskı ve kağıt yapımı ile çabşan farklı kültürel kimlikleri temsil eden 40 sanatçının eserlerinden derlenmiş.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle