Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1AĞUSTOS PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
48. AVIGNON FESTİVALİ'NDEN NOTLAR:
Tiyatronunkaramsar ııstası: Bond
MEHMETBASUTÇU
AVIGNON - O gün, izne çıkmaya
haarlanan askerkre komutanlan bir
cmir verir, kışlalanna dönmeden önce,
oturduklan sokakta ya da mahallede
yaşayan, beş yaşından küçûk bir çocuğu
öldürmek zorundadırlar! Etnre uymadı-
klan takdirde savaş suçu işlemiş sayıla-
caklar, yani kurşuna dizileceklerdir. Ge-
nelkurmayın şakası yoktur. Bu zor ka-
rar (?) "tnsanlığın yüksek çıkarlan" için
ahnmışur! Nükleer bir savaş sonrasının
derin yaralannı sarmaya çahşan dün-
yamızda, işsizlik ve açbk en büyûk iki
.düşmandır. Yönetime el koyan ordu,
verdiği savaşı ne pahasma olursa olsun
kazanmalıdır. tnsanoğlu, soyunun gele-
ceğını kurtarabilmek için, giderek da-
yanılabilirük sınınıu aşan fedakârhklara
katlanmak zorundadır. Genç askerler
çaresizdirler....
• Gençaskereve
döndüğünde zor bir
seçenek karşısında kahr.
Annesinin küçük bir kızı
olmuşturve komşu
kadının bebeğiylebirlikte
büyütmektedir.
Mahallede başka küçük
çocukdayoktur. Hangi
bebeği öldürecektir?
Bir tiyatro semineri vermek için ttal-
ya'ya, Palermo keniine gjden Edvvard
Bond yazmakta olduğu bu savaş -daha
doğnısu savaş sonrası- hikâyesiyle ilgili
bir soru yöneîtir öğrencüerine: Oyunun
baş kişilerinden biri olan genç asker, evi-
ne döndüğünde zor bir seçenek karşısın-
da bulacaktır kendisini. Annesinin
küçük bir kıa olmuştur. Komşu kadının
bebeğiylede ilgilendiği için. ikisini birlik-
te büyütmektedir. Mahallesinde başka
küçük çocuk da yoktur. Genç asker bir
seçim yapmak zorundadır. Hangi bebe-
ği öldürecektir? Sicilya adasındaki o se-
minere katılan genç öğrenciler, bir ağı-
zdan. "kendi kız kardeşini öMürür" seçi-
mini yapıverdiler. Beklenmedık, aykın
birseçimdirbu...
Toplumsal ve politik yaşamının geri-
sindeki çelişkileri aykınhklara dönüştü-
rerek, alabildiğine çiğ, çarpıa ve kor-
kunç imgeler eşliğinde sahnede yaşat-
mayv, böylece insan gerçeğini didik didik
etmeyi seven Ed\*ard Bond için, bu yanıt
biçilmiş kaftandır. Hemen benimser ve
"Savaş Oyunlan" üçlemesinin ilk bölü-
münde kuüanır...
Bflinçti tavır yerine edilgin
Ancak, kullaruş biçimi, öğrencilerinin
önerisindeki aykınhgı bir hayli yumu-
şatinış gibi geldi bana. Yazar, sonuç ola-
rak şu dramatik çizgjyi izlemiş: Genç as-
ker, ilk önce, "doğaT (?) olarak komşu-
nun bebeğini kurban etmeye karar verir.
Daha sonra, komşu kadırun korku için-
de çırpınması, annesinin davranışlan-
ndaki ikiyüzlülük ve anlaşıhr bencillik,
akıp giden zaman, bir dizi olay ya da
rastlantılar zincin. onu bu aykın secime.
öz kardeşini öldürmeye zorlar... Genç
adam "bilincir' bir tavır içinde değildir;
tam tersine, edilgin davranmaktadır.
Verilen emrin korkunçluğu
Halbuki, bana kalırsa, o seminerdeki
ögrenciler, gençliğin getirdiği sağhkh, iç-
ten tepkiyle, çok daha bilinçli, etkin bir
seçim önermiş olmahydılar. Görünüşte-
ki aykınhgın gerisinde, söz konusu saç-
ma ve insanhk dışı "gorevi" eleştiren hü-
manist bir bildiri okur gjbi oldum ben.
Öyle ya, verilen emrin yerine geürilmesi
güç, neredeyse olanaksız değil miydi? Bu
durumda, askederin hep birlikte isyan
etmeleri, genç beyinlere kuşkusuz çok
daha "doğaT gelecekti...
Ancak, o an, o gücü kendilerinde gö-
remeyen askerler, daha sonra, eğer belir-
li bir bilinç düzeyine ulaşmışlarsa, ya da
sadece "vicdan sahibi" (bu sözcük de gi-
derek anlamını yitiriyor galiba...) iseler.
iç tepkilerini belki de nihilistbir davranı-
şta somutlaştıracaklardı. Ya2ar, oyu-
nun kahramanına kendini öldürme se-
çeneği tarumadığına göre, öz kardeşini
boğması, verilen emrin anlamsızhğına,
korkunçluğuna ve vahşeüne karşı bir ey-
lem olarak düşünülemez miydi.
En iyisiözkardeşini öldûrmea
" Jouraalde Geneve" gazetesinin tiyat-
ro eleştirmeni Sandrine Fabbri, bu görü-
şü kendisine akıardığımda gülümsüyor.
"Çok idealist düşünüyorsun. Tam tersine,
Pakrmo'da mafya gerçeğini yaşayan o
gencler, bana kalırsa en bencil seçîmi
yapmjşlar... Asker, eğer komşunun bebe-
ğini öldürseydi, sonu gelmeyecek bir kan
en çarpıcı öraekleri, sınıflar arası eşitsiz-
Kk, yayılmacı savaşlar, kanun ve dözetı
raaskarabğı, cezaevleri ve cezalandırma-
lar... Bütün bu barbaruklar, iyilik kav-
ramının en yüce mertebesi adına yapı-
Imakta, ve kendilerinin suçsuz olduklan-
na inananlar tarafından uygulamaya ko-
nulmaktadır..." dedikten sonra "Kötü-
lûk, bir masumiyet bJçunJdir" sonucuna
varan Edward Bond, bu sahneden son-
ra, kardeş katili olan kahramamnın ya-
kasını bırakmayacakür. Genç asker, uy-
duğu emrin içerdiği vahşetin yavaş ya-
vaş farkına varacak ve kışlaşına döndü-
ğünde en anlamsız bir emri bile yerine
getirmek istemeyecektir. Çavuşun yer-
deki sigara paketini alması emrine sonu-
na dek diretecek, olay yerine gelen subay
bile kendisine yerdeki o çöpü toplata-
mayacaktır. Cezası kurşuna dizümek-
lalardan inşa edibniş, açılıp kapanan
kapılar dışmda bir süsü olmayan dört
duvar biçimindeki soğuk dekor da aynı
yaklaşımm ürünü... Sonuç gerçekten et-
kileyici. Soğuk bir duş değil üzerimize
boşalan; sert bir dolu fırtması altinda-
yız!..
7 saat süren üç bölümlük oyun
Üç bölümden oluşan "Savaş Oyun-
lan" gecesi tam yedi saat sürüyor. (Bu
yıl Avignon Festivali'nin bir adı da
'Uzun Oyunlar Fesuvali' olabiür...)
Oyun boyunca beynimizin içine doluşan
soru çengelleri birbirine dolanırken, ve-
rilen aralarda, bazı seyirciler sandviç yi-
yecek, bira içecek gücü bile buluyorlar.
Çoğunluk plastik kahve fincanlanm
yeğliyor...
davası başlatnuş olurdu. O zaman, kendi
yaşamı da annesinin ve kızkardeşinin ya-
şamıvia birlikte tehbkeye girerdi. En iyisi,
lusa yoldan öz kardeşini öldünnesiydi..."
Galiba hakbydı îsvıçreli genç eleştir-
men arkadaş. Askerin kız kardeşini beşi-
ğınde boğması, bu varsayım doğrultu-
sunda en "anlamh" seçimdi kuşkusuz...
Aynı zamanda da, en akılcı, en bencil.
hatta en "doğal" ya da kısa tarurnıyla en
"insani" çözüm yolu değil miydi? Bond'-
un hoşuna gidecek bir yorumdu bu...
Anlattığı aykınbkların doğurduğu soru-
lann, önce sahnede, daha sonra da izle-
yicüerinin beyinlerinde bulabilecekleri
her yanıüa birÜkte yepyeni bir aykmbk
yaratmak, böylece yeni çebşkilere par-
mak basmak, yazann ulaşmak istediği
hedeflerin başında gebnekteydi...
"Her gün bazı silolar bombalaria dol-
dunıiurken, bazı silolardaki tahıllar ise
giderek azalıyor (...) Sosyal adaletsizliğjn
tir... Aykınbklar çelişkileri yaratmakta,
çeüşkiler ise saçmahklan doğurmak-
tadır...
Çelişki ve aykmuk zinciri
Yukanda özetledigim dramatik olay,
Edward Bond Uyatrosunun belkemiğini
oluşturan çelişki ve aykmlık zincirinden
birhalkaydı sadece... "Savaş Oyunlan"-
nın her sahnesi, sertbir tokat gjbi seyirci-
nin yüzünde patlayıveriyordu.
Alain Françoo, bu zor oyunu alabildi-
ğine yabn bir biçimde sahneye koymuş,
oyunculanndan, abşüklan reçeteleri so-
yunma odalannda bırakarak, duygu ve
heyecanlanm deneüm alünda tutma-
lanm; böylece, sıradan bir yorumcu ol-
mak yerine, yazar ile izleyicileri arasmda
olabildiğince tarafsız bir biçimde
aracıhk yapmalanru istemiş. Kireç su-
yuyla beyazlaştınbîiış duman rengi tah-
Sabahın beşinde, güneşin derinlerden
gelen ilk ışınları karanbğı okşamaya
başladığında, Bond'un çizdiği karanbk
öylesine yoğun, öylesine ağjr ki, coşku
içinde gönülden alkışlamak. sanki ola-
nak dışı... Yine de, çılgınca alkışlayan se-
yirciler vaı. Neyi, kimi alkışladıklan so-
rusunu kendi kendilerine soruyorlar mı
acaba? Sahnede izlediklerimizden, yedi-
ğjmiz tokatlardan sonra coşkuyla tepin-
mek nasıl mümkün olabiür? Michel Co-
urnot'nun Le Monde gazetesinde
yazdığı gibi. "Eğer bir yerlerde bir şeyter
eksik oimasaydı, bütün izleyicilerin oyun
somiDdaki ilk tepkileri. Bond'un tasvir et-
tiğj o 'cesetler' gibi, "üşümemek için ke-
fenlerini üzerlerine çekmek' olurdu..."
"Savaş Oyımları"nın özünü kavraya-
bilmek, içerdiği şiddeti açıklayabilmek
için, Edvvard Bond'un sık sık Marksist
felsefenin anahtarlannı kullanan, in-
sanlık tarihinin dünü, bugünü ve geleoe-
ği konusunda giderek karamsarlığa dü-
şen, üzerinde karabulutlar dolaşan kor-
kunç bir geleceğin olası tanımını yapar-
ken insanlığın temel sonınlanna par-
mak basan "devrimd" bir yazar olduğu-
nu unutmamak gerekiyor. tnsani değer-
lerin yitip gitrnesi karşısında çaresiz ka-
lan, teknolojik gelişmenin aldatıcı alevi
etrafında dönerken kanatlan yanarak
yitip giden hümanizme, dürüst ve adil
bir düzen özlemine, kendine özgü biçe-
miyle, "aykın bir ağjtw
yakan, alabildiği-
ne umutsuz bir düşünür Edvvard Bond.
"Teknolojik getişme insanhğı öMfirdü.
Günümüz tophımlan kendi kişilikierine
sahip çıkmak. varoluşlarına bir anlam
vermek gibi kaygılardan uzaklar artık;
tûketim toplumu olmak yeterli sayıiıyor.
Tinsel >e dinsel anlamda \eniden yapdan-
mayagerek var... İnsanoğlunun ne obnası
gerektiğini yazar söylemez. Onun görevi,
bazı durumlarda insanın nasıl dav-
randtgınıgöstermektir. Yanıtı okuyucuy a
ya da izlevidye bırakır. Tiyatro, insani
değiştirecek bir bfiyfiye sahip değildir.
Ancak, seyirci etkilenmeli, toptumsai ya-
raları görebilmelidir. Tiyatro yazaruun
görevi yaralan sarmak değil, yaralan
gözkr önüne sermektir..."
•Yazar, toplumsal ve
politik yaşamının
gerisindekiçelişkileri
aykınlıklara
dönüştürerek,
çiğ, çarpıcı ve korkunç
imgelereşliğindesahnede
yaşatmayı, insan
gerçeğini didik didik
etmeyi seviyor.
Cambridge yakınlanndaki evinden
pek aynlmamasma karşın, Avignon yol-
culuğuna çıkan Edward Bond, burada
krallar gibikarştlandı. Gösterişten uzak,
ciddi bir saygı ve sevgi söz konusuydu.
Papalar Sarayı'nın arka duvanna bitişik
bahçedeki halka açık toplantıda söyle-
diklerini ilgjyle, büyük bir dikkat içinde
dinliyordu herkes... Çağdaş tngiîiz tiyat-
rosunun "luşkırtKa" yazan Edvvard
Bond, ağır a|ır, tane tane konuşmak-
taydı. Onemlı konulardaki görüşlerini
Oxford şivesiyle acıklarken, sanki ders
verwor, vaaz ediyordu...
Ozellikle insanlığın önemli yaralanna
parmak basarken kışkırtıa bir biçem
kullanmarun çok yararb, hatta gerekli
olduğunu düşündüğüm için, Edvvard
Bond'un o toplanü sırasında sergilediği
kendinden emin tavırlar ve bazılan
kuşkuya yer bırakmayan kesin düşünce-
ler biraz tuhafıma gjtti... öyle ya, Bond
gibi çağdaş bir düşünürün, kalburüstü
bir tiyatro adamının karşısındaki dinle-
yiciler de provokatör bir tavır alabilme-
üydiler. O zaman, çok daha doğurgan
bir iletişim sağlanabilirdi. Ya boğucu
sıcağın etkisiyle ya da Edward Bond'un
doğal otoritesi karşısmdaezildikkri için,
belki de düpedüz çekingenlikten, hiç-
kimse aykın bir ses çıkaramadı... Yazık!
Siz olsaydınız ne yaparduıız?
Halbuki, sanat ve felsefe söz konusu
olduğunda, her tür peygamberi kuşkuy-
la karşılamab, köşe bucak kaçmahyız...
Ancak, Edvvard Bond mutlaka okun-
ması gereken bir yazar. Çûnkü. getirdiği
yanıtlar kadar, hatta o yanıtlardan çok,
okuyucu ve seyircilerine yönelttiği soru-
larla da önem kazanan bir yazar.
Alın size, uykulannızı kaçıracak bir
soru: "Siz olsaydımz o genç askerin ye-
rinde, ne yaparduıız?"
Bu tür zor sorulardan kuıtulmanm en
kolay yolu, aynı sonryu sorana yönelt-
mektir.
Ben olsam ne mi yapardım? Hım...
Kusura bakmayın; ne söylemeye dilim
vanyor, ne de yazmaya elim... Çünkü,
Edvvard Bond'un tüm karanlıklannı
sahnelere kustuğu bu dünyada, açı-
ksözlülüğün faturasmı bir gün mutla-
ka ödetiyorlar insana!
Önyargdanyıkmannıen iyiyolu
ERDENStDAL
Ebnı.hâlâgelişiminisürdüren gelenek-
sel Türk sanatlanndan birisi. Bu sanatla
ilgilenen sanatçılann sayısı gûn geçtikçe
artıyor, yeni isimler sergüer açıyor.
Ebrusanatmagönül veren sanatçılardan
biri de Ahmet Çoktan. 1985'te başlayan
ebru aşkı onu Japonya'da sergj açmaya
kadar götürdü.
Üç aybk bir ebru kursu sonrasmda
amatör olarak ilgilendiği ebru konusun-
da kendini gebştirebilmek için Mustafa
Hoca'nın (Mustafa Düzgünman) yaru-
nda çabşmalarını sürdürdü. Mustafa
Hoca'ya kovubnayı göze alarak gitmiş.
Örümüne değin Mustafa Hoca i!e çab-
şanÇoktan, daha sonra Alparslan Baba-
oğhı ve Fnat Başar hocalarlaçalışmalan-
m sürdürmüş. Bugüne dek biri Japon-
ya'da toplamyedi sergi açan Çoktan, sa-
natin, ön yarguan yıkmanm en iyi yolu ol-
duğu görüşünde. Türkiye'nin yurtdışı
tamtımlannda, lobi çabşmalannda gele-
neksel Türk sanatlannınçok etkili oîabi-
leceğini düşünüyor.
Anadoluhisan'ndaki iki kath evi atöl-
ye-sanat galerisi arasmda gjdip geliyor.
Tüm duvarlarda ebru çabşmalan, her
odada üst üste konmuş yüzlerce ebru. Bu
cakşmalann bir kısmı önümüzdeki yıl
gerçekleştirceğj ttalya, Ateıanya, Malta
ve Jappnya sergilerinde yer alacak. Di-
ğerleri ise yeni çalışmalanna kaynak ve
esin oluşturacak. Eski ustalann bilgileri-
ni, teknıklerini sakladıklan için genç sa-
natçılann zoriuk çeküğmi belirten Çok-
tan, kendisinin de bnrçok şeyi deneyerek
öğrendiğini belirtiyor. Bunlardan biri de
ebru üzerine hat çabşması yapmak. tlk
başlarda bunu başarabilmek için olduk-
Ahmet Çoktan'ın (solda) Kız Kuksi'ini konu alan siyah-beyaz ebru çalışması
ça zorluk çekmiş. Daha sonra arap-
macunu kullanarak başanya ulaşrruş.
Kimi ebru sanatçılannın boya kul-
lanımında yaptığı polemiği de gereksiz
buluyor, çünkü "iyi sonuç verdikten sonra
her türtü boya kullanılabilirr
Hat dersleri ahp almadığmı sorduğu-
muzda yanıtı bizi oldukca şaşırüyor.
"Teknik ressam ofanam dolayısıyla çok iyi
kopya cekebffiyofum." Eskı yaalardan,
hatlardan beğendiklerini bir bir ayırdı-
ktan sonra ebrulann üzerine kopyala-
yan Çoktan'm bu konudaki en ilginç
çauşmalan Hindistan'dan gelen kuru-
muş yapraklar üzerinde yaptıklan.
Yeni çabşmalannda ahşılmışın dışına,
klasik ebru şekil ve tekniklerinin dışına
çıkan Çoktan, bugünlerde kiüm ve hab
motiflerini ebruya uyarlamayı dûşünü-
yor. Ebruda sürekü bir gebşme olduğu-
nu belirtirken bugüne ulaşmış ebrularla
eskiler karşılaşunldığında yenilerin
daha iyi olduğunu soylüyor. Bunda bu-
gün elimizdekı eski ebrulann ve kaynak-
tenn azbgmın da büyük payı olsa gerek,
çünkü ebru üzerine yazılmış kitap sayısı
oldukça az. En az 6 yüzyıldır yapüdığı
tahmin edilen ebru üzerine geçmişimiz-
den bugüne ulaşan tek yanh belge Ter-
tib-i Risale-i Ebri, o da iki üç sayfadan
oluşuyor. Bunun dışmda Türkiye'de
yayımlanmış sadece iki kitap var. Bun-
lardan ilki 1977de Uğur Derman tarafı-
ndan Akbank Yayınlan'nda çıktı. Bir de
Ahmet Çoktan'm kitabı var. Kendi ola-
naklanyla 1992 yılmda bastırdığı bu ki-
taba birçok eleştiri geldiğjni belirtiyor.
Kimüeri tarih kısmını eksik bulmuş,
kimileri çokyüzeysel olarak degerlendir-
miş. Çoktan, bir başka yöne de dikkat
çekiyor: " Bazı insanlar ebrunun yay»-
Imasını istemiyor. Tek kabnak istiyorlar.
Kime sorarsanız hepsi gelişmesini istiyor,
ama geün bir şeyler yapahm deyince kim-
se gelmiyor. Bu kitabm yararb olduğuna
inanıyonım. Belki eksik ama bu bir baş-
langtç. Yeni kitap yazdmamastnuı bir
başka nedeni de saygı". Ustalanna duy-
duklan saygıdan kitap yazamayan genç-
lerden söz açıyor. Kendisi de bir süre bu
yüzden beklemiş ve sonunda kalemi eli-
ne abnış.
Bir kültür merkezi açrnak istiyor, atöl-
ye türü. Bütün sanatçılann çabşabileceği
bir yer. "Esasında hepiminn bir demek,
bir çatı altinda toplanması gerekiyor.
Yani en azından birkaç kişinin bir araya
gebp bir şeyler yapma&ı gerekli."
Her şeyin devletten beklenmemesi ge-
rektiğine dikkat çekerken Kültür Ba-
kanbgı'nın yardım etmemesini eleştiren-
leri eleştiriyor. Ona göre bakanlığın yön-
lendirici olması yeterli. Süleymaniye'de
bulunan tarihi bir yapmın birkaç yıl
önce bakanlık tarafından kültür merkezi
olarak sanatçılaraverilmesinjn gündeme
geldiğinden söz ediyor. Bu olasıbk orta-
ya çıktıktan sonra birçok girişimde bu-
lunduklannı belirtiyor."Geteneksd sa-
natlarda çaltsmalar yapılacaktı. Hatta üç
aylık kurkar verilecekri. Yortdısuıdan da
destek ssgtunjşo, UNESCO'dan. ttalya da
öğrenri göoderecekti. Onlar restorasyon ko-
nsnnda kurslar verecekti. Sonuçta,
maaksef, Diyanet orayı kız yurdu yaptı.
öğrenci yurdu yapdmasma karşı değiîim
ama öyle tarihi bir bina, turizm ve sanat
amaçlı kuUantlıp Türkiye'ye geör getire-
ceği yerde, işyerlerinin ortasında bir kız
yurdu oldu. Kızlar da rahatsız olacaklar,"
BU AŞAMADA
ŞÜKRAN KUBDAKUL
Sesleniş'i
Tüpkçeye ÇevipmeSuçu
Ili: Adıyaman
iiçesi: Gölbaşı
Köyü: Karaburun
Olay yeri: ilkokul
Sanık öğretmen: Muzatfer YıMınmer
öğretmen Yıldırımer'in Gölbaşı Asliye Ceza Mahke-
mesi'nde sanık sandalyesine oturtulma gerekçesi nedir
biliyor musunuz?!
Atatürk'ü Anma Haftası'nda 'Genç//ğeHitabe"sini öğ-
rencilerine Türkçeye çevirerek okutmak.
Sayın öğretmeni "Merriurin Muhakemat Kurulu"n\j
oluşturan üyeler yargılamış önce. Bu kurulda "suçlu"
olduğuna karar verilerek dosyası "adli makam"& gön-
derilmiş.
Geçen hafta Cumhuriyet'te okuduğum bu haber yakın
tarihirnizin kimi gerçeklerini anımsattı bana. Demokrat
Parti'nin iktidar ytllarındakl uygarhk dışı baskıları yaşa-
dım yeniden.
Anayasa yerine Teşkilat-ı Esasiye
Cumhurbaşkanı yerine Reis-i cumhur
Savcı yerine müddeiumumi
Üçgen yerine muselles
Genelkurmay Başkanı yerine Erkan-ı Harbiye-i Umu-
miye Reisi.
Türkçenin gizil gücündeki zenginliklere en az yüzyıllık
bir uğraş süreci içinde ulaşıldığını görmezlikten gelen-
ler, bu Osmanlı artığı sözcükleri kullanmasını istediler
ulusun bireylerinden.
Yazı ve konuşmadilleri arasındaki ayrılığın giderilme-
si için yabancı sözcük ve tamlamaların temizlenmesini
isteyen Şinasi kimdi.. Ömer SeyfettJn ve arkadaşlarının
1911'lerdeki dilde özleşme akımı hangi haklı gerekçe-
lerle yaşama geçme olanağı bulmuştu..
1920'den sonra Halld Ziya (Uşaklıgil) gibi bir Edebi-
yat-ı Cedide yazannı, başyapıtı 'Mai ve S/yah'ı kendi
eliyle iki kez Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar-
dan anndırmaya zorlayan hangi güçtü?..
Bir yanda Türkçenin bağımsız bir dil olduğunu.savu-
nan düşün adamı, şair, yazar, öğretmen ile yandaşları-
nın tarih ve ulusallık bilinci.
öte yanda ülke bağımsızlığına gölge düşürecek ant-
laşmalara imza atan Demokrat Parti iktidarı ve yandaş-
larının Osmanlı'nın tarihin çöp sepetine atılmış gelenek-
lerine düşkünlükleri..
Genç Kalemler hareketine karşı olanlardan Yakup
Kadrl (Karaosmanoğlu), 1912'lerde şöyle diyordu:
"Lisanımızın tebeddülü için lazım değil mi ki biz deği-
şelim. Senelerin, asırlann bizde hasıl ettiği tahassüs de-
ğişsin. Biz Osmanlıyız ve bu Osmanlı lisanıdır.'' (Rübap,
19 Nisan 1912, anan Hasan Ali Yücel, Edebiyat Tarihi-
mizden, 1957.)
1956da Mehmel Kaplan şöyle yazdı.
"Öztürkçe kullananlann -burada öztürkçe bir sistem
telakki edilmiştir- hemen hepsi tarihe ve dine karşı cep-
he almış kimselerdir. Onlar için sadece halihazır, hali-
hazır da değil kendi özleyişlerine göre kurulacak, tarih-
ten, dinden uzak tıpkı uydurduklan kelimeler gibi, uy-
durma bir istikbal tasavvuru vardır. Kullandıkları keli-
melerle bugün yaşanan hayatın dışına çıkan, kendilehn-
den başka hiç kimseye değer vermeyen, yalnız kendi
uydurma dünyaları içinde yaşayan bu ütopistler arasm-
da solcu ve aşın solcuların büyük bir çoğunluk teşkil et-
mesi şaşılacak bir hadise değildir. Maziyi ve halihazın
tamamiyle inkâr ederek ve yıkarak, yerine yalnız kendi
düşüncelerine uygun bir cemiyet kurmak. Oztürkçecile'
rin yapmak istediklerişeybu." (TürkYurdu, Mayıs 1956.)
Genç Yakup Kadri'nin Türkçenin bağımsız bir dil oldu-
ğu gerçeğini kavrayamamasının 1912 koşullarındatartı-
şılabilir gerekçeleri vardı belki. Ama Proi. Dr. Mehmet
Kaptan'ın "öztürkçeci"olarak nitelediği düşün ve edebi-
yat adamlarının neredeyse 141 ve 142. maddelerden
yargılanmasını istemesinin gerekçesi ne olabilirdi ki?
Türkçeye inanmamak mı..
Mustata Kemal, 1932'de Türk Dili Cemiyeti'nin oiuşu-
munu istediği zaman, Ömer Seytettin ve arkadaşlarının
bıraktığı kültür mirasını değerlendirmişti. Bugün özleş-
me akımı, Demokrat Parti'lere, 12 Mart ve 12 Eylül'lere
karşın medrese dilinitoplumdışına göndermiştir.
Işte, Karaburun köyü öğretmenini "suçlu" bulan "Me-
murin Muhakemat Kuru/u"nun tarih önünde yargılan-
mış bir kurumun kılıç artığı üyeleri...
Işte, Gölbaşı Asliye Ceza Mahkemesi'nin öğretmen
Yıldırımer'i aklama kararı.
Yolun neresinde olduğurnuzu göstermiyor mu?..
Akdeniz'den KediŞiir Kitaplığr
• KültürServisi - Akdeniz Yaymlan. Kedi Şiir Kitapbğı'
başlığı alunda 4 yeni kitap yayımladı. Vecihi Timuroj|lu"nun
şürde imgenin yerini araştırdığı "Şiirin Büyücü Kızr. hnge' adh
kuramsal çalışmasıyla, Yıbnaz Odabaşı'run 'Günlerin
Çarmıhında", Salih Mercanoğlu'nun •Yağmunın Elleri' ve
Turgay Değjrmenci'nin'Aşka da Aykın' adlı yapıtlan, dizinin
ilk 4 kitabı. Vecihi Timuroğlu'nun 'Şiirin Büyücü Kın: Imge'
adU çaUşması, antik dünyadan günümüzeşiirde imgenin
yolculuğunu ve türlerini konu alan bir inceleme. Yılmaz
Odabaşı, secilmiş aşk ve özlem şürlerini 'Günlerin
Çarmıhında' adı alünda biraraya getiriyor. Salih
Mercanoğlu'nun ikinci şür kitabı 'Yağmurun Elleri'nde. şairin
gözlemlerinin ve Akdeniz duyarhUğının verimlerini taşıyor.
Turgay Değirmenci ise 'Aşka da Aykın' adb ikinci şiir
kitabında sanatsal ve düşünsel birikimini 32yeni şiirinde
biraraya getiriyor. (Akdeniz Yaymlan, Belediye fşhanı -
Antalya)
Yenibir yazın-düşün dertfsi:İnsan'
• KültürServisi - Antalyah sanatçılar yazm ve düşün
alanındaki çabalannı yeni bir dergide birleştirdi. Akdeniz
Sanat'm ardından 'Kedi ve Aşk Defteri' seçkileriyle yaym
yaşamını sürdüren Akdeniz sanatevi, Antalyaü sanatçılann
katkılanyla yeni aylıkdergisi însan'ın ilk sayısıru yayımladı.
Kapakta Mehmet Aksoy'un Antalya'daki İşçi ve Oğlu'
amtırun sergilendiği 'Insan'm ilk sayısında Mehmet H. Doğan,
Vecihi Timuroğlu, Fikret Otyam'ın deneme ve söyleşilerinin
yam sıra, Ruşen Hakkı, Hasan Şişli, Mehmet MümtazTuzcu,
VeyselÇolak. Ahmet Ada, Haldun Çağlayan ve Betül
Tanman'ın şürleriyle Duran Yılmaz'ın bir öyküsü yer aüyor.
Aynca, Hüseyin Demirhan'ın Aragon'dan bir şiirçevirisi var.
18. sayısıyla yeni bir döneme başlayan Kedi Şiir Seçkisi de her
ay 'tnsan'ın eki olarak yaşamını sürdürecek. Seçki'nin bu ay
tamtüğı şair İlhan Berk.
GESANTAnadoluSepgilen'
• ANKARA(AA)-TürkiyeGüzel Sanat EseriSahipteri
Meslek Birliği'nin (GESAM) 1990 yüından bu yana açtığı
geleneksel' Anadolu Sergileri', Çorom, Sakarya ve Samsun
Ulerinde sürdürülecek. GESAM Yönetim Kurulu Başkanı
Prof. Dinçer Erimez, yaptığı yaalı açıklamada, sergilerin
sanatçı-sanatsever ilişkisine katkıda bulunduğunu belirtti.
Sergiler yoluyla toplumda 'telif haklan bilincinin de
yerleşeceğjne inandığıru kaydeden Prof. Erimez, Anadolu
sergilerini bugüne kadar 44 il ve 11 ilçede açüklannı ifade etti.
Sergjlerinde yalnızca üye sanatçılann eserlerine yer verdiklerini
kaydeden Prof. Erimez, sergilerden elde edilen geliri
sanatçılara ulaşürdıklannı büdırdı.