Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 25 TEMMUZ 1994 PA2ARTES4
12 DİZtYAZI
Abaza asıllı Rus yazar Fazıl Iskender 'insan ve üç gizemi'ni Cumhuriyet için yazdı
Zor yaşamak, kolay nefes almak
ûn olur, seni biriyle tanıştınrlar ve sen
tam onun elini sıkarken.. karşında bir
nussuzun olduğunu anlarsın. Ancak
I bundan ötürü el sıkışın zayıflamadığı gi-
' bi, tam tersine daha da hararetlenir. San-
ki bu gizli buluşundan dolayı özür dilemekte ve ay-
nı zamanda el sıkışındaki o eneıjiyle sanki iyiliğin
ondakı sözde geçici, rastlantısal namussuzluktan da-
ha güçlü olduğunu telkin etmeye çabalarsın. Ve bı-
zim onun rastlantısal namussuz olduğu biçimindeki
bu inancımızdan dolayı bundan böyle namussuzluk
yapmayacağmı sanırsın. En önemlisi, eli daha da ha-
raretle sıkmak, sallamak, sallamak.. böylece, ruhu-
nun çüriimüş meyveleri dayanamayıp düşecekler!
Bundan böyle de sanki o kişi gerçekten namussuz-
luğu bırakmışçasına davranmayı sürdürürüz.
Ender olarak bunun böyle olması da olanaklıdır.
Ancak biz böylebır şeyehenüz rastlamadık. Çoğun-
luk; bu namussuz kişide iyiliğin yeniden doğacına
olan inancımızı, en kısa zamanda cezalandınlması
gereken olağan bir safdillik olarak algılar. Cezalan-
dınr da...
i yûzyıl, gülümseyerek
(eğer hâlâ gülümseyebiliyorsa)
ilerlemeyle ortaya çıkan kolay
yaşama masahndan kurtulmalıdır.
Yaşam zor olmahdır. Dalgalı denizde
suyun üzerinde durmak için gemiye
gereken omurga gibi zorluklar
gereklidir. îdeal yaşam şöyle
olmalıdır: Zor yaşamak, ancak kolay
nefes almak. Ancak gerçek bir
çalışmadan sonra, insan, dinlenmenin
tath hafifliğini duyabilir.
Bizim toplumsal inancımızla, sosyalizm inancı-
mızla da böyle oldu. Mılyonlarca sıradan insan, Bol-
şeviklerin şiddetine, onlann yalanlarına, yıkıcı psi-
kolojılenne dikkatlerini yoğunlaştırmak istemedi-
ler; arna, evrensel adalet ve dünya cenneünin kuru-
luşu gibi her son amaca inanmak için büyük çaba
gösterdiler.
Insanoğlu öyle yaratılmıştır ki kendi evini yakan
birini gördüğünde onun deli olduğunu hemen tahmin
eder. Ama eğer yüzlerce evin yıkılmasmı emretme
küstahlığına sahip biri çıkarsa; olağan, sıradan bir ın-
sanın aklına bu kişınin deli olduğu gelmez. "Yaşa-
mı kolaylaşürmak için bütün bir bölgenin yeniden ku-
nıhışuyla ilgfli akıkı bir plan \ar" dıye düşünecek-
tir. Büyük boyutlardaki kargaşa ve delilik olağan
akılca kabullenilemez ve kişi delirmemek için bu
koskoca delıliğe akılcı bır açıklama bulmaya çalışır.
Ancak her devirde yiğit, olaylan derinden kavra-
yabilen insanlar, gelecek karabasanı görmüşler ve
bunları açıkça söylemışlerdir.
Örneğin, Rus idealist filozoflan daha 1907 yılın-
da "Aşamalar* adlı kitapta Mara'ın devnmci teori-
sini eleştirmişler ve bu ölümcül yoldan gittiği tak-
dirde Rusya'yı bekleyen sayısız felaketin haberini
vermişlerdi. Ancak o zaman Rusya, onlan dinleme-
di.
Ama o zamanlar bile, her şey olup biterken, dik-
tatörlüğün en ateşli zamanında yapılanların delihğı-
ni net bir biçimde görenler vardı; hem de pek çok
Avrupalı aydın, deneycilerin işine yarayacak bilgıv ı
oburca yakalarken Rusya'daki deneyin haklı oldu-
ğunu düşünürdü.
1938 yılında Buharin davasmda kurşuna dizilen
özbekistan Komünist Partısı Merkez Komitesi Sek-
reten Akmal tkramov'un oğlu Kamil tkramov kü-
çükken evde artık gözden düşmüş olan Buharin'den
dinlemiş olduğu Öyküyü anlatmayı severdi. Buharin,
Özbekistan'a ava gelirmiş. Bence Buharin, yabani
hayvanlara ateş ederek ülkedeki siyasal sürek avuıın
silah seslerini kendi içinde bastırmaya çalışıyordu.
Buharin, partinin en bilgili kişilerinden biri ola-
rak kendisini Nobel ödüllü ünlü fızyolog Pavtov'a
göndermeye kararverdiklerini anlatırdı. Bolşevikler
onunla dostane ilişkiler kurmaya çalışıyorlarmış.
Günlerden bir gün Pavlov, Buharin'e işten eve dö-
nerken kendisine eşlik edebileceği haberini gönde-
rir.
Ve işte yan yanalar. Buharin, yanı sıra bastonunu
sinirli sinirli kaldınma vurarak yürüyen saygıdeğer
bilim adamına eşlik ediyor. Bu arada belirteyim ki
Buharin, Latince bilgisiyle Pavlov'un kendisine olan
davranışını biraz yumuşatmayı başarmıştır.
- Haydi anlabn bakalım, dünyayı nasıl şaşırtmaya
haarlaıuyorsunuz, diye sorar Pavlov ve kaldınma
çarpan bastonun sesi sanki biraz daha iyi niyetlidir.
Ve Buhann, ılham içinde Rusya'da ve sonra da bü-
tün dünyada komünizmin kuruluşunun masalımsı
geleceğini anlatmaya başlar. Buharin oldukça uzun
bir süre anlatır. Konuşmasının heyecanı içinde ihti-
yar akademisyenın bastonunun kaldınma gittikçe
daha kızgın çarptığını algılamaz bile...
Buharin komünizmin dünyaçapındaki zaferi hak-
kındaki öyküsünü bitirdiğinde akademisyen Pavlov
birden durur. Buharin hızını alamayarak bir iki adım
daha atar ve o zaman Pavlov bastonunu bir kıhç gi-
bi ondan yana sallayarak haykınr:
- Ya her şey tersine dönerse?
Buharin bunu anlattığı sırada her yanda Lenin'in
savaş arkadaşlan mahkemelerde yargılamyorlardı
ve kendisinin de özgürlüğü fazla uzun sürmeyecek-
ti. Buharin'in bu acımtırak şakacı hikayesinde Pav-
lov'un kehanetinin, onun düşündüğünden de daha
çabuk gerçekleştiği kabul ediliyordu.
Buharin'in Marksizmı en iyi bilen kişilerden ol-
duğunu güvenle söyleyebildiğimiz gibi yine aynı gü-
venle, büyük fizyolog Pavlov'un Marksizmi hiç bil-
mediğjni, ama gerçek insan psikolojisini iyi tanıdı-
ğmı söyleyebiliriz.
Buharin, Pavlov'un önünde Marx'ın öğretisinin
büyük piramidini kurmuş; ancak Pavlov, insanın do-
ğal psikolojisi temeline oturmayan böyle bir prami-
din, er ya da geç talihsiz inşaatçılannı ve kendıne gü-
vcnli projelerini de enkazı altına gömerek yıkılaca-
ğını anında tahmin etmişti.
Işçi sınıfinın tarihsel olarak burjuvaziden ve aris-
tokrasiden daha ilerici olduğu, bu yüzden iktidara
gelmek zorunda, hatta buna mahkûm olduğu öğre-
tisinin hiçbir sağlam temeli yoktur. Böyle bir öğre-
tinin pratiği, filozof Berdyayev'in söylediği gibi, ye-
ni bir ortaçağ yaratmıştır.
Teorik olarak işçiler ve köylüler,bizim devletimiz-
de yeni aristokratlar durumuna geldiler; yani biçim-
sel olarak onlar, nüfusun geri kalanından daha faz-
la saygı gördüler. Onlan her yerde övdüler ve onur-
Portre
Töpfer ve Malaparli ödüllü yazar
Ben, Fazıl Abduloviç tsken-
der, 6 Mart 1929'da Suhumi
şehrinde doğdum. Abazayun.
Stalin terörü döneminde ikı
amcara tutuklandı ve dedemia
îranlı olraası nedeniyle babam
Iran'a sürüldü. O günden soa-
ra kendılerini bir daha görme-
dim. Amcalanm toplarna
kamplannda, babam ise
lran'da öldü. Ortaöğrenimimi
Suhumi'de bitirdücten sonra
Moskova Kütüpbanecilik Ens-
titüsü'nde okudum. Oradan,
yazarhk sanatmı öğrendiğim
Edebiyat Enstitüsü'ne geçtira
Enstitüyû bilirdikten sonra
gazetelerde ve yayınevlerinde
çahştım, Otuz yıldan daha
uzun bir zamandır Mosko-
va'da yaşıyorum ve yazarhkia geçiniyorum.
Yazarbğa, zaman zaman hala yazdığım şiirle
başladım. Düzyazılanm pek çok Avrupa ve
Asya dillerine çevrildi. Ana romanım olan
"Çeçem'den Sandra" ilk kez Amerika'da ya-
yunlandı. Çûnkü romarun pek çok bölûmü
sansürden dolayı bizim yerlı basında yayım-
lanamadı. Satirik öykûm
"Tavşanlar ve Boğa Yı-
laniarT yine aynı neden-
lerden dolayı ilk kez Ba-
tı'da yayımlandı.
Son yıllarda üa kez
"Devlet" ödülünü. ayn-
ca Alman "Töpfer" ödü-
lünü ve Italyan "Mala-
parti" ödülünü kazan-
dun. Anadilim Abhazca
olmasına karşın her za-
man Rusça yazdun. Kü-
çüklüğümden beri Çe-
gera'deki dede evinde
"•patriarkal" yaşam biçi-
minde yaşamak zorunda
kaldım. Bunun ışığında
Sovyet uygaruğınm ne
kadar gülünç olduğunu
çok erken fark ettim Sanatımdaki lirizm ve
yergi kanşımnıın buradan geldigini düşünü-
yorum. Son kitabım "İnsan ve Uç Nokîala-
n" ülkemizin dagılışuun başlangıcı ve genel
olarak insanlann tuhaflıkları üzerinedir...
(tskender'in bazı yapıdan Türkçeye çev-
rilrniştir.)
Fazıl Abduloviç İskender
Fazıl kkender, Rusya'nın bunahmdan çıkmasına yardım ermek. Bad'nın insanlık görevidir diyor ve ekli-
yor: Dünya, bizim çabalanmıza karşı genelde dostça davranıyorsa da Rusya'nın bunahmdan çıkışının kü-
resel önemini henüz yeterince anla\abilmiş degil. Rusya'nın felaketi. türtı insanlığın felakctinin başlangıcı
olabilir. L mutsuz, öfkeli, aç, düşkün inşanLnr genel kargaşadan yararlanarak bir gün bu devletin akıl almaz
askeri gücünü eWe ederek harekete geçebüir ve kendüeriyle birtikte tüm dün)-a\i da yok edebiUrier.
landırdılar. Ama gerçekte ülkeyi yeni bürokratlar
yönettiler. Bunlann yönetimlerinin özünde ise işçi
ve köylüleri degil, kendi çıkarlannı düşünmek yatı-
yordu.
Şimdi biz, bu devletin enkazı içinde özel mülki-
yete dayalı toplumu yeniden kurmaya çabahyoruz ve
buyolda duyulmadık zorluklarla karşıîaşıyoruz. An-
cak dünya, bizim çabalanmıza karşı genelde dostça
davranıyorsa da Rusya'nın bunalımdan çıkışırun kü-
resel önemini henüz yete-
rince anlayabilmiş degil.
Rusya'nın felaketi, tüm in-
sanlığın felaketinin başlan-
gıcı olabilir.
Umutsuz, öfkeli, aç,
birinci yüzyılın, insanın
Tann'ya dönüş yüzyıh olacağını
düşünüyorum. Ancak böylelikle
nın, siyasa ile oldukça etken bir biçimde ügilenme-
leridir. Gerçekte ise bu kibirli, çığırtkan aptallar, yı-
ğınlann ulusçu duygulannı kamçılayarak onlann
omzunda iktidara yürümüşlerdir.
Bütün bunlar, bir yandan halk eğitüninin yanm
kalmış meyveleridir; yani milyonlarca insan, varo-
luşlannın ahlaki kökenlerinden kopmuş, ancak kül-
türün genel insanlık düzeyine yükselememişlerdir.
öte yandan bizler, özellikle yirminci yüzyılda insan
yaşaminı kolay, mutlu, sı-
kmtısız yapması gereken
ilerlemenin uzun, törensel,
zafersel tanıtımın ürünleri-
ni topluyoruz.
Ancak bu kolay, mutlu,
düşkün insanlar genel kar- bireysel ve UİUSal bencillik ÖİÜT. Tüm sıkıntısız yaşam, insanlann
gaşadan yararlanarak bir
gün bu devletin akıl almaz
askeri gücünü elde ederek
harekete geçebilir ve ken-
dileriyle birlikte tüm dün-
yayı da yok edebilirler.
Bugün Rusya'nın buna-
lımdan çıkmasına yardım
etmek, Batı'nın genel in-
sanlık görevidir. Bu arada,
bu yardımın kimin eline
dinlerin, yirmi birinci yüzyılda,
yolundan çıkmış insanoğlunun
kurtanlması uğruna birleşecekleri
ümidini taşıyorum. Peki ateistler ne
yapacaklar? Onlar bizim için
bilinmez olan tannsal niyetler için
gerekliler. Namuslu ateist, ikiyüzlü
ir- ikJd e
Jf!e n
!.e k 8 e
T sofudan daha fazla gerekli Tann'ya.
kirelbette...Aksıdurumda ° J
bu yardım, uzaydaki kara
deliklere benzer bir dipsiz boşlukta kaybolabilir; ik-
tidara saldırgan ve aptal kişilerin gelmesi durumun-
da -ki biz bugün buna çok yakınız- bu, savaştan baş-
kabir anlama gelmez. Çünİcü yapıcı bir programı uy-
gulamamanın özürü ancak savaş olabilir.
Rusya ve öfeki ülkelere, kan denizlerine mal olan
komünizmin çekiciliğinin yanmda, yirminci yüzyı-
lın en büyük çekim odaklanndan biri de ulusçuluk
ya da HMer Almanyası için söylenen biçimiyle, Na-
zizmdir. Hitler devletinin yok olmasına karşın, mil-
yonlarca insan için ulusçuluk, çekiciligini sürdürü-
yor.
Peki ama niye bu iki hastahk; sınıfsal ırkçılık
(Marksizm) ile ulusçuluk, yirminci yüzyılın hasta-
lığı oldular? Bence temel neden, yirminci yüzyılda
uluslann kaderinibelirleyecek kadar kendılerini akıl-
lı sanan milyonlarca ve milyonlarca yan cahil insa-
büyük çoğunluğu için gel-
memiş ve hiçbir zaman da
gelmeyecektir ve bu biçi-
miyle ilerleme hiçbir şey
kazandırmayacaktır. O bu
bağlamda Abhaz atasözü-
nü doğrulamaktadır:
"Ökûz, tarlayı kendi sürer,
kendi bozar_"
İlk uydu uzaya fırlatıldı-
ğında ben Suhumi'deydim;
radyo ve gazetelerde övgü-
den geçihniyordu. O gün-
lerden birinde ben sokakta
yatan bir sarhoş gördüm.. (Belki de bu fırlatılan uy-
dunun onuruna içmişti!) Ondan kaynaklanan sidik;
eski, yıpranmış kaldınm üzerinde büyülü bir daire
çiziyordu. Belki de şu ünlü uydunun dünyanın yö-
rüngesindeki hareketini yineliyordu. Yayalarne ken-
disini ne de çevresinde oluşan gizemli daireyi algı-
layarak sarhoşun çevresinde dolanıyorlardı.
O gün ben ilerlemenin yollan üzerine uzun uza-
dıya düşündüm. Bilim ve teknikteki ilerleme, bin-
lerce insanı ölümcül hastalıklardan kurtardı; ancak
silahlanmadaki ilerleme, milyonlarca insanın ölü-
müne neden oldu. Ve sonunda bizler öyle bir "fler-
leme" kaydettik ki Kafkasya'daki savaşta sıradan bir
çoban, a
Stinger"le düşman olduğundan bile emin
olamadığı bir uçağı kolayhkla düşürebıhr oldu.
berkmenin büyük trajedisi, insandaki ahlaki fler-
lemenin ona eşlik etmemesuıden kaynaklanmakta-
dır. Tersine, ilerleme, insanı var olmanın azap veri-
ci sorûlanndan uzaklaştırdı. Diyalektiğin yasasına
uygun olarak, sanki ilerlemenin niceliği insanın ye-
ni, daha ahlaki bir niteliğe sıçramasına yol açacak
sanıldı. Sanki insanın traktöre, uçağa, antitank bom-
baya bakarak kendiliğinden iyi olması olanakhymış
gibi.
Son çözümlemede ulusçuluk, insanoğlunun hiç-
bir işe yaramadığının bilinçaltınca kabul edılmesi-
nin meyvesidir. Ancak insanoğlu hiçbir işe yarama-
dığı için bu, bencilce bir darlıkla ortaya çıkmakta-
dır.
- Sizden bir hait obnaz, der bir ulusun temsilcisi
ötekısıne... Ve bu nitelemede genel durum hesabaka-
tıldığında bir gerçek payı vardır. Ama ulusçu, sığ ki-
şidir ve kendi öz bilinçaltını sonuna kadar çözümle-
yemez. Kendi ulusunun varoluşunun geleneklerinin
kımi inceliklerini bilir; ama aynı özelliklerin, kendi-
ne özgü biçimiyle hakkmda konuştuğu ulusta da bu-
lunduğundan kuşkulanmaz.
- Peki ya sizden bir hah olur mu, diye yanıt verir
öbür ulusun ulusçusu ve o da tıpkı öteki gibi, sonuç-
suz birdiyaloğa girdiği öteki ulusta da kendi ulusun-
da bulunan türden incelikler olduğundan kuşkulan-
maz. Onun öfkesi daha da fazladır.
Ulusçuluk;bilınçaltında insanın genelde sıkıcı bir
kusur taşıdığını, kendisine bağlanan umutlan boşa
çıkardığını belli belirsiz tahmin etmekten kaynakla-
nan ve her şeyi içeren umarsızlıktan doğmaktadır.
Ancak suçun bütün insanlarda, daha da doğrusu bü-
tün uluslarda aynı olmadığını düşünmek ister insan.
Böylece ulusçuluk aracılığıyla kendi kusurundan
kaynaklanan öfkeyi gidenr. Ve böylece daha da ku-
surlu olur.
llerlemeye, yani kendine güvenen kişi, umutlan
boşa çıkarmıştır. İlerleme yoluyla kurulan ve insan-
lara hızmet eden öğelerin sayısı onu daha mutlu bir
yaşama daha olgun bir yürekgücüne ulaştırmamış-
tır. Ancak ilerlemeye inanan insanoğlu, Tann'ya
"Adam sen de" dedi ve doğaldır ki, Tann'nın umut-
lannı boşa çıkartti. Ne var ki ilerlemeden ayn ola-
rak, Tann'nın çok zamanı ve büyük bir sabn vardı
ve Tann her zaman, anasından-babasından yüz çe-
virmiş çocuğu kabul etmeye hazırdı.
^Sınıfsal ırkçılık (Marksizm) ile
ulusçuluk (Nazizm), yirminci
yüzyılın iki hastalığı oldular. Bence
bunun temel nedeni^ yirminci
yüzyılda, kendılerini uluslann
kaderini belirleyecek kadar akıllı
sanan milyonlarca yan cahil insanın,
siyasa ile oldukça etkin bir biçimde
ügilenmeleridir. Gerçekte ise bu
kibirli, çığırtkan aptallar, yığmlann
ulusçu duygulannı kamçılayarak
onlann omzunda iktidara
yürümüşlerdir
Incil de insana kolay yaşama ümidi vermedi: Ek-
meğini alın terinle kazanmalısın diyordu ve bu sa-
dece Incil döneminde değil, tüm zamanlar için em-
redilmişti. Hiç kimse bana, gün boyunca gürültülü
traktörüyle tarlasım süren Amerikalı çiftlik sahibİ-
nin. öküzle yamacı süren dağlı köylüden daha kolay
yaşadığını İcanıtlayamaz. Amerikalı çiftlik sahibi-
nin çalışarak yirmi aileyi geçindirmesi, dağlı köylü-
nün ise yalnız kendi ailesini geçindirmesi hiçbir şe-
yi kanıtlamaz. Traktörüyle yirmi aileyi geçindiren
Amerikalı çiftlik sahibi bunlardan traktör, traktörü-
ne bilgisayar ve daha pek çok şey almıştır. Her ikisi
de belirli bir anlamda aynı konumdadırlar. Bu da In-
cil gerçeğinin evrensel olduğunu göstermektedir. Ve
hiç kimse hiçbir zaman "Anna Kareoina"yı bilgisa-
yarda yazmanın, Tobtoy'un kuş tüyü kalemiyle yaz-
maktan daha kolay olduğunu kanıtlayamaz. tşte her
şey burada. İnsanoğlu birincil emekte yoğunlaşabil-
mek için emeğin ikinci derecedeki aynntılannı ko-
laylaştırabilir ve bunu yapmalıdır da...
Yirminci yüzyıl, gülümseyerek (eğer hala gülüm-
seyebiliyorsa) ilerlemeyle ortaya çıkan kolay yaşa-
ma masalından kurtulmalıdır. Bu masalla ortaya çı-
kan en uç nokta, suçtur. Bütün suçlular kolay yaşa-
mayı düşlüyorlar; yalnız daha çarpıcı biçimde, da-
ha etkili ve ardıcıl biçimde düş kuruyorlar ve sık sık
bunu tüm yaşamlan boyunca ödüyorlar. Yaşam zor
ohnalıdır. Dalgalı denizde suyun üzerinde durmak
için gemiye gereken omurga gibi zorluklar gerekli-
dir. ldeal yaşam şöyle olmalıdır: Zor yaşamak, an-
cak kolay nefes almak. Kuşkusuz burada, irade ve
vicdan özgüriüğüne karşı benimsetilmiş emekten
değil, anlamı kavranmış emekten söz ediunektedir.
Ancak gerçek bir çalışmadan sonra, insan, dinlen-
menin tatlı hafifliğini duyabilir. Eğer insan her sa-
bah çahşmak için uyaruyorsa bu tatlı hafıflikten hiç-
bir zaman bıkılmaz.
Siyasacılar ve basın, çocukça bir içtenlikle, her
şeyden çok silaha sahip olan halklan büyük halklar
olarak adlandınyorlar. Yirminci yüzyılın trajikomik
yüzü bu. Tüm halklar kendi dillerinde büyük gizle-
re sahip olsalar bile en üst düşünde, tannsal düşün-
cede tüm halklar eşittir. Tann'nın ta kendisi olan en
yüksek bilince boyun eğilmesi durumunda Tann'ya
bizim çok çeşitliliğimiz gereklidir.
Yirmi birinci yüzyılın, insanın Tann'ya dönüş
yüzyıh olacağını düşünüyorum. Ancak böylelikle
bireysel ve ulusal bencillik ölür; böylece her tür si-
lahın kötü huylu gelişiminin her tür gelişimin önü-
ne geçtiği ve bunlan belirlediği yerde, uygarlık ha-
reketi denetim altına alınabilir.
Lev Tolstoy şöyle yazmıştır: "Tûm<fiııler aynı,tek
bir şeyi ö^etirler.'' Kendi köklerine ve tarihsel gele-
neklenne bağlı kalan tüm dinlerin, yirmibirinci yüz-
yılda birbirlerinin karşısma dikilmeyi bırakarak ye-
terince yolundan çıkmış insanoğlunun (düşmüş de-
memek için) kurtanlması uğrunabirleşecekleri ümi-
dini taşıyorum. Peki ateistler ne yapacaklar? Onlar
bizim için bilinmez olan tannsal niyetler için gerek-
liler. Tartışmalanmızı netleştirmemiz ve inceltme-
miz için gerekliler onlar. Namuslu ateist, ikiyüzlü so-
fudan daha fazla gerekli Tann'ya. Tann'ya inanıp
inanrhadığın önünde sonundao kadarönemlideğiL.
ÖnemUotan,Tann'nın buyruklannagöre yaşayıpya-
şamadığmdır. Vicdan, Tann'nın insancıl kasıdır.
Eğer kas çalışıyorsa insan -anlasın anlamasın- ina-
nıyor demektir.
YARIN: Mersedes'in Başkatu Edzari
Reuter ve Volkanbilimci Haroun Tazieff
POLİnKAVEOTESI
MEHMED KEMAL
Bu Yıl Zeytm Bol.
Arabayla Küçükkuyu'nun sırtlarını tirmanıyoruz, sırt-
lar silme zeytinlik! "Ya manzara?" diyecek olursanız,
cenneti görmedim, ama bir cennet!
Zeytinlik içinde köyler var, köylertn içinde de minare-
sinde tek şerefe bulunan camiler... Bunlara mescit de-
mek daha doğru. Eskiden kilise de varmış, birbirinden
işitenler söylüyor.
"Bu zeytinler," diyor bilen arkadaşım, "Isa'dan çok
öncelere dayanır. Birkaç bin yıllıktır derler. Başka zey-
tinlere benzemez, tadı, kokusu, yağı başkadır. Bu dağla-
rın üzerinde yakamozlanan bir ışık, gelir, denizdeki
yakamozlanan ışığa kavuşur. Böylece dediğim gibi tadı,
kokusu değişir. Buradaki zeytini de, zeytinyağmı da hiç-
bir yerde bulamazsınız."
Ağaçlar silme zeytin dolu, dallar zeytinin ağırlığından
yerlere çöküyor. Gelip topiayan, devşiren yok. "Halkı
tembeldir, ancak ihtiyacı kadarını alır." Kalanı yerlerde
çürüyor.
Zeytinlerin arasındaki kaba, ham yollardan Afrodit'in
hamamına, yıkandığı içmeceye yöneliyoruz. Bu Afrodit
de az şırfıntı değil, böyle kaç suda, kaç hamamda yıkan-
mış. Suyu kükürtlü türlü mineraller de var. Sudaki ma-
denler içmenin duvarlarını karartmış, duvarlara çirkin
bir görüntü veriyor. Birer kişilik banyoların yanmda ala-
turka birer tuvalet var. Temizlikte titiz olanlar bu banyo-
ların yanından zor geçer.
Ortada bir de büyük bir havuz var, içmeye kalabalık
gelenler, bu havuzlarda yıkanıyorlar. Bu havuz 15-20 ki-
şi alır gibi görünüyor. Her giriş çıkışta havuz fırçalanı-
yor, temizleniyor.
Bizim banyoya da, havuza da girmeyeceğimizi anla-
yan bakıcı sırtını dönüp gitti.
Afyon'dan gelmiş bir aile var -şivelerinden belli olu-
yor- inanmışlar, gelmişler, arınmışlar, taranmışlaF, yı-
kanmışlar şimdi de dönüyorlar.
"Şifalı dediler geldik."
Birkaç içmece daha var, ama onlarda Afrodit yıkan-
mamış; demek şifa yok!
Çevreye bakıyorum, görünürde sade bir çay ocağı
var. Kurumuş otlar satan yaşlı bir kadın... Otları gösteri-
yor "şifalı" diyor, uzatıyor. ilgilenmediğimizi görünce
ardını dönüp o da gidiyor. Bu sessizlik ve ilgisizlik, tçme-
cenin pek ticari değeri olmadığını gösteriyor. Ticari de-
ğeri olsa çevreyi satıcılar kuşatırdı.
Zeytinliklerin tepe noktalanna, manzaralı yerlerine
otel, motel yaptırmaya başlamışlar, yer yer başlanmış
yapılar var. Turizm adına buraların da günün birinde
kazmayı yemesinden, yerle bir edilmesinden korkulur.
Turizm özendirilirken zeytin kimin umurunda!
Eğer günün birinde canımız zeytin çekerse çikita muz-
ları gibi Ispanya'dan alırız.
Zeytinlerden sonra palamut ormanları başlıyormuş.
Git git, kilometrelerce süren palamut ormanları... Gel
zaman git zaman bu palamutları kesmişler, odun kömü-
rü yapmaya başlamışlar... Palamutlar azalmış... Pala-
mutun ürünü olan pelit de azalmaya başlamış: Pelit, ilaç
yapımında kullanılan çok yararlı bir ürünmüş... Bura
köylülerinin çok önemli bir geçim kaynağı elden gitmiş...
Ağaçlara bakıyoruz, zeytinler çok bol... Bu yıl dahada
bol olacağını söylüyorlar... Çernobil olayından sonra
zeytinler çok azalmış...
İki Çetmi köyü var; büyüğüne Yeşilyurt diyorlar, 650
haneli... Küçük Çetmi köy de 450 haneli..
BULMACA
1
SOLDAN SAĞA:
1/ Selin açtığı hendek ya
da çukur. 2/ Gemide yel-
kenlerinaçılması...3/lyi, 2
hoş güzel... Eti lezzetü 3
büyük bir balık. 4/ Briçte,
atılan bir kâğıtla eşine oy- 4
namasını istediği kâğıdı g
belirtme... Gereksinmeye
yetmeyecek kadar az. 5/ 6
Jokeylerin giydiğj kenar- j
sız başlık... Derinliğin
bittiği yer. 6/ Lütesyum 8
elementinin simgesi... g
Düzgün ve iyi konuşma
yetisi. 7/ Erzurum'un bir ilçesi...
Akira Kurosava'nın bir filmi. 8/
Türkistan'da yaşayan bir Türk
boyu... Metamaükte kullanılan
sabit bir sayı. 9/ Su... Ona Av-
rupa'da dağ sırası.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Halk dilinde iskeleye verilen ad.
2/ Suda yaşayan tek hücreli bir
hayvan... Uimler. 3/ Birçeşit füze...
Karakter. 4/ Şarkı, türkü... Belli
bir ışkolunda usta, kalfa ve çırak-
lan içine alan dernek. 5/"— ü nişâne kalmadı fasl-ı bahardan /
Düştü çemende berk-i diraht itibardan" (Baki)... Afrika'da ya-
şayan büyük bir antilop. 6/ Bir renk... Hile. 7/ Yumak halindeki
ipliği çile yapmada kullanılan iki kollu tahta araç. 8/ Yiyicilik,
rüşvet alma. 9/ Gösteriş, caka... Topluluğu kaplayan ani dehşet
duygusu.
. taO
h
KÜLTÜR GEZİLERİ
topjum
KUVVET LORDOĞLU
30 Temmuz 6 Ağustos UZUNGÖL KAÇKAR
YAYLAIARINDA YÜRÜYÖŞ
MEHMET İHSAN TUNAY
TROYA-BERGAMA-EFES-ASSOS
NEZİH BAŞGELEN
DOĞU KARADENİZ-ANİ-ARTVİN
27-30 Ağustos HİTİTLER YURDU
(HATTUŞA, AMASYA, TOKAT, KAYSERİ)
FEST SEYAHAT ACENTASI (0-212) 258 25 73 • 258 25 89
Y A Y I N H A K K I C u m h U r İ Y e l ' E A İ T T İ R . İ Z İ N S İ Z Y A Y I N L A N A M A Z
PEOAGOJİKDANIŞMAMERKEZ1
Kırmızı Balık Çocukevi
Sorumlu müdür ve sınıf öğretmeni anyor.
Başvurulann, Bostancı için: 02164171636
Mecidiyeköy için: 02122729607 nolu telefonlara
yapılması rica olunur.