19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 TEMMUZ 1994 PA2ARTES4 12 DİZtYAZI Abaza asıllı Rus yazar Fazıl Iskender 'insan ve üç gizemi'ni Cumhuriyet için yazdı Zor yaşamak, kolay nefes almak ûn olur, seni biriyle tanıştınrlar ve sen tam onun elini sıkarken.. karşında bir nussuzun olduğunu anlarsın. Ancak I bundan ötürü el sıkışın zayıflamadığı gi- ' bi, tam tersine daha da hararetlenir. San- ki bu gizli buluşundan dolayı özür dilemekte ve ay- nı zamanda el sıkışındaki o eneıjiyle sanki iyiliğin ondakı sözde geçici, rastlantısal namussuzluktan da- ha güçlü olduğunu telkin etmeye çabalarsın. Ve bı- zim onun rastlantısal namussuz olduğu biçimindeki bu inancımızdan dolayı bundan böyle namussuzluk yapmayacağmı sanırsın. En önemlisi, eli daha da ha- raretle sıkmak, sallamak, sallamak.. böylece, ruhu- nun çüriimüş meyveleri dayanamayıp düşecekler! Bundan böyle de sanki o kişi gerçekten namussuz- luğu bırakmışçasına davranmayı sürdürürüz. Ender olarak bunun böyle olması da olanaklıdır. Ancak biz böylebır şeyehenüz rastlamadık. Çoğun- luk; bu namussuz kişide iyiliğin yeniden doğacına olan inancımızı, en kısa zamanda cezalandınlması gereken olağan bir safdillik olarak algılar. Cezalan- dınr da... i yûzyıl, gülümseyerek (eğer hâlâ gülümseyebiliyorsa) ilerlemeyle ortaya çıkan kolay yaşama masahndan kurtulmalıdır. Yaşam zor olmahdır. Dalgalı denizde suyun üzerinde durmak için gemiye gereken omurga gibi zorluklar gereklidir. îdeal yaşam şöyle olmalıdır: Zor yaşamak, ancak kolay nefes almak. Ancak gerçek bir çalışmadan sonra, insan, dinlenmenin tath hafifliğini duyabilir. Bizim toplumsal inancımızla, sosyalizm inancı- mızla da böyle oldu. Mılyonlarca sıradan insan, Bol- şeviklerin şiddetine, onlann yalanlarına, yıkıcı psi- kolojılenne dikkatlerini yoğunlaştırmak istemedi- ler; arna, evrensel adalet ve dünya cenneünin kuru- luşu gibi her son amaca inanmak için büyük çaba gösterdiler. Insanoğlu öyle yaratılmıştır ki kendi evini yakan birini gördüğünde onun deli olduğunu hemen tahmin eder. Ama eğer yüzlerce evin yıkılmasmı emretme küstahlığına sahip biri çıkarsa; olağan, sıradan bir ın- sanın aklına bu kişınin deli olduğu gelmez. "Yaşa- mı kolaylaşürmak için bütün bir bölgenin yeniden ku- nıhışuyla ilgfli akıkı bir plan \ar" dıye düşünecek- tir. Büyük boyutlardaki kargaşa ve delilik olağan akılca kabullenilemez ve kişi delirmemek için bu koskoca delıliğe akılcı bır açıklama bulmaya çalışır. Ancak her devirde yiğit, olaylan derinden kavra- yabilen insanlar, gelecek karabasanı görmüşler ve bunları açıkça söylemışlerdir. Örneğin, Rus idealist filozoflan daha 1907 yılın- da "Aşamalar* adlı kitapta Mara'ın devnmci teori- sini eleştirmişler ve bu ölümcül yoldan gittiği tak- dirde Rusya'yı bekleyen sayısız felaketin haberini vermişlerdi. Ancak o zaman Rusya, onlan dinleme- di. Ama o zamanlar bile, her şey olup biterken, dik- tatörlüğün en ateşli zamanında yapılanların delihğı- ni net bir biçimde görenler vardı; hem de pek çok Avrupalı aydın, deneycilerin işine yarayacak bilgıv ı oburca yakalarken Rusya'daki deneyin haklı oldu- ğunu düşünürdü. 1938 yılında Buharin davasmda kurşuna dizilen özbekistan Komünist Partısı Merkez Komitesi Sek- reten Akmal tkramov'un oğlu Kamil tkramov kü- çükken evde artık gözden düşmüş olan Buharin'den dinlemiş olduğu Öyküyü anlatmayı severdi. Buharin, Özbekistan'a ava gelirmiş. Bence Buharin, yabani hayvanlara ateş ederek ülkedeki siyasal sürek avuıın silah seslerini kendi içinde bastırmaya çalışıyordu. Buharin, partinin en bilgili kişilerinden biri ola- rak kendisini Nobel ödüllü ünlü fızyolog Pavtov'a göndermeye kararverdiklerini anlatırdı. Bolşevikler onunla dostane ilişkiler kurmaya çalışıyorlarmış. Günlerden bir gün Pavlov, Buharin'e işten eve dö- nerken kendisine eşlik edebileceği haberini gönde- rir. Ve işte yan yanalar. Buharin, yanı sıra bastonunu sinirli sinirli kaldınma vurarak yürüyen saygıdeğer bilim adamına eşlik ediyor. Bu arada belirteyim ki Buharin, Latince bilgisiyle Pavlov'un kendisine olan davranışını biraz yumuşatmayı başarmıştır. - Haydi anlabn bakalım, dünyayı nasıl şaşırtmaya haarlaıuyorsunuz, diye sorar Pavlov ve kaldınma çarpan bastonun sesi sanki biraz daha iyi niyetlidir. Ve Buhann, ılham içinde Rusya'da ve sonra da bü- tün dünyada komünizmin kuruluşunun masalımsı geleceğini anlatmaya başlar. Buharin oldukça uzun bir süre anlatır. Konuşmasının heyecanı içinde ihti- yar akademisyenın bastonunun kaldınma gittikçe daha kızgın çarptığını algılamaz bile... Buharin komünizmin dünyaçapındaki zaferi hak- kındaki öyküsünü bitirdiğinde akademisyen Pavlov birden durur. Buharin hızını alamayarak bir iki adım daha atar ve o zaman Pavlov bastonunu bir kıhç gi- bi ondan yana sallayarak haykınr: - Ya her şey tersine dönerse? Buharin bunu anlattığı sırada her yanda Lenin'in savaş arkadaşlan mahkemelerde yargılamyorlardı ve kendisinin de özgürlüğü fazla uzun sürmeyecek- ti. Buharin'in bu acımtırak şakacı hikayesinde Pav- lov'un kehanetinin, onun düşündüğünden de daha çabuk gerçekleştiği kabul ediliyordu. Buharin'in Marksizmı en iyi bilen kişilerden ol- duğunu güvenle söyleyebildiğimiz gibi yine aynı gü- venle, büyük fizyolog Pavlov'un Marksizmi hiç bil- mediğjni, ama gerçek insan psikolojisini iyi tanıdı- ğmı söyleyebiliriz. Buharin, Pavlov'un önünde Marx'ın öğretisinin büyük piramidini kurmuş; ancak Pavlov, insanın do- ğal psikolojisi temeline oturmayan böyle bir prami- din, er ya da geç talihsiz inşaatçılannı ve kendıne gü- vcnli projelerini de enkazı altına gömerek yıkılaca- ğını anında tahmin etmişti. Işçi sınıfinın tarihsel olarak burjuvaziden ve aris- tokrasiden daha ilerici olduğu, bu yüzden iktidara gelmek zorunda, hatta buna mahkûm olduğu öğre- tisinin hiçbir sağlam temeli yoktur. Böyle bir öğre- tinin pratiği, filozof Berdyayev'in söylediği gibi, ye- ni bir ortaçağ yaratmıştır. Teorik olarak işçiler ve köylüler,bizim devletimiz- de yeni aristokratlar durumuna geldiler; yani biçim- sel olarak onlar, nüfusun geri kalanından daha faz- la saygı gördüler. Onlan her yerde övdüler ve onur- Portre Töpfer ve Malaparli ödüllü yazar Ben, Fazıl Abduloviç tsken- der, 6 Mart 1929'da Suhumi şehrinde doğdum. Abazayun. Stalin terörü döneminde ikı amcara tutuklandı ve dedemia îranlı olraası nedeniyle babam Iran'a sürüldü. O günden soa- ra kendılerini bir daha görme- dim. Amcalanm toplarna kamplannda, babam ise lran'da öldü. Ortaöğrenimimi Suhumi'de bitirdücten sonra Moskova Kütüpbanecilik Ens- titüsü'nde okudum. Oradan, yazarhk sanatmı öğrendiğim Edebiyat Enstitüsü'ne geçtira Enstitüyû bilirdikten sonra gazetelerde ve yayınevlerinde çahştım, Otuz yıldan daha uzun bir zamandır Mosko- va'da yaşıyorum ve yazarhkia geçiniyorum. Yazarbğa, zaman zaman hala yazdığım şiirle başladım. Düzyazılanm pek çok Avrupa ve Asya dillerine çevrildi. Ana romanım olan "Çeçem'den Sandra" ilk kez Amerika'da ya- yunlandı. Çûnkü romarun pek çok bölûmü sansürden dolayı bizim yerlı basında yayım- lanamadı. Satirik öykûm "Tavşanlar ve Boğa Yı- laniarT yine aynı neden- lerden dolayı ilk kez Ba- tı'da yayımlandı. Son yıllarda üa kez "Devlet" ödülünü. ayn- ca Alman "Töpfer" ödü- lünü ve Italyan "Mala- parti" ödülünü kazan- dun. Anadilim Abhazca olmasına karşın her za- man Rusça yazdun. Kü- çüklüğümden beri Çe- gera'deki dede evinde "•patriarkal" yaşam biçi- minde yaşamak zorunda kaldım. Bunun ışığında Sovyet uygaruğınm ne kadar gülünç olduğunu çok erken fark ettim Sanatımdaki lirizm ve yergi kanşımnıın buradan geldigini düşünü- yorum. Son kitabım "İnsan ve Uç Nokîala- n" ülkemizin dagılışuun başlangıcı ve genel olarak insanlann tuhaflıkları üzerinedir... (tskender'in bazı yapıdan Türkçeye çev- rilrniştir.) Fazıl Abduloviç İskender Fazıl kkender, Rusya'nın bunahmdan çıkmasına yardım ermek. Bad'nın insanlık görevidir diyor ve ekli- yor: Dünya, bizim çabalanmıza karşı genelde dostça davranıyorsa da Rusya'nın bunahmdan çıkışının kü- resel önemini henüz yeterince anla\abilmiş degil. Rusya'nın felaketi. türtı insanlığın felakctinin başlangıcı olabilir. L mutsuz, öfkeli, aç, düşkün inşanLnr genel kargaşadan yararlanarak bir gün bu devletin akıl almaz askeri gücünü eWe ederek harekete geçebüir ve kendüeriyle birtikte tüm dün)-a\i da yok edebiUrier. landırdılar. Ama gerçekte ülkeyi yeni bürokratlar yönettiler. Bunlann yönetimlerinin özünde ise işçi ve köylüleri degil, kendi çıkarlannı düşünmek yatı- yordu. Şimdi biz, bu devletin enkazı içinde özel mülki- yete dayalı toplumu yeniden kurmaya çabahyoruz ve buyolda duyulmadık zorluklarla karşıîaşıyoruz. An- cak dünya, bizim çabalanmıza karşı genelde dostça davranıyorsa da Rusya'nın bunalımdan çıkışırun kü- resel önemini henüz yete- rince anlayabilmiş degil. Rusya'nın felaketi, tüm in- sanlığın felaketinin başlan- gıcı olabilir. Umutsuz, öfkeli, aç, birinci yüzyılın, insanın Tann'ya dönüş yüzyıh olacağını düşünüyorum. Ancak böylelikle nın, siyasa ile oldukça etken bir biçimde ügilenme- leridir. Gerçekte ise bu kibirli, çığırtkan aptallar, yı- ğınlann ulusçu duygulannı kamçılayarak onlann omzunda iktidara yürümüşlerdir. Bütün bunlar, bir yandan halk eğitüninin yanm kalmış meyveleridir; yani milyonlarca insan, varo- luşlannın ahlaki kökenlerinden kopmuş, ancak kül- türün genel insanlık düzeyine yükselememişlerdir. öte yandan bizler, özellikle yirminci yüzyılda insan yaşaminı kolay, mutlu, sı- kmtısız yapması gereken ilerlemenin uzun, törensel, zafersel tanıtımın ürünleri- ni topluyoruz. Ancak bu kolay, mutlu, düşkün insanlar genel kar- bireysel ve UİUSal bencillik ÖİÜT. Tüm sıkıntısız yaşam, insanlann gaşadan yararlanarak bir gün bu devletin akıl almaz askeri gücünü elde ederek harekete geçebilir ve ken- dileriyle birlikte tüm dün- yayı da yok edebilirler. Bugün Rusya'nın buna- lımdan çıkmasına yardım etmek, Batı'nın genel in- sanlık görevidir. Bu arada, bu yardımın kimin eline dinlerin, yirmi birinci yüzyılda, yolundan çıkmış insanoğlunun kurtanlması uğruna birleşecekleri ümidini taşıyorum. Peki ateistler ne yapacaklar? Onlar bizim için bilinmez olan tannsal niyetler için gerekliler. Namuslu ateist, ikiyüzlü ir- ikJd e Jf!e n !.e k 8 e T sofudan daha fazla gerekli Tann'ya. kirelbette...Aksıdurumda ° J bu yardım, uzaydaki kara deliklere benzer bir dipsiz boşlukta kaybolabilir; ik- tidara saldırgan ve aptal kişilerin gelmesi durumun- da -ki biz bugün buna çok yakınız- bu, savaştan baş- kabir anlama gelmez. Çünİcü yapıcı bir programı uy- gulamamanın özürü ancak savaş olabilir. Rusya ve öfeki ülkelere, kan denizlerine mal olan komünizmin çekiciliğinin yanmda, yirminci yüzyı- lın en büyük çekim odaklanndan biri de ulusçuluk ya da HMer Almanyası için söylenen biçimiyle, Na- zizmdir. Hitler devletinin yok olmasına karşın, mil- yonlarca insan için ulusçuluk, çekiciligini sürdürü- yor. Peki ama niye bu iki hastahk; sınıfsal ırkçılık (Marksizm) ile ulusçuluk, yirminci yüzyılın hasta- lığı oldular? Bence temel neden, yirminci yüzyılda uluslann kaderinibelirleyecek kadar kendılerini akıl- lı sanan milyonlarca ve milyonlarca yan cahil insa- büyük çoğunluğu için gel- memiş ve hiçbir zaman da gelmeyecektir ve bu biçi- miyle ilerleme hiçbir şey kazandırmayacaktır. O bu bağlamda Abhaz atasözü- nü doğrulamaktadır: "Ökûz, tarlayı kendi sürer, kendi bozar_" İlk uydu uzaya fırlatıldı- ğında ben Suhumi'deydim; radyo ve gazetelerde övgü- den geçihniyordu. O gün- lerden birinde ben sokakta yatan bir sarhoş gördüm.. (Belki de bu fırlatılan uy- dunun onuruna içmişti!) Ondan kaynaklanan sidik; eski, yıpranmış kaldınm üzerinde büyülü bir daire çiziyordu. Belki de şu ünlü uydunun dünyanın yö- rüngesindeki hareketini yineliyordu. Yayalarne ken- disini ne de çevresinde oluşan gizemli daireyi algı- layarak sarhoşun çevresinde dolanıyorlardı. O gün ben ilerlemenin yollan üzerine uzun uza- dıya düşündüm. Bilim ve teknikteki ilerleme, bin- lerce insanı ölümcül hastalıklardan kurtardı; ancak silahlanmadaki ilerleme, milyonlarca insanın ölü- müne neden oldu. Ve sonunda bizler öyle bir "fler- leme" kaydettik ki Kafkasya'daki savaşta sıradan bir çoban, a Stinger"le düşman olduğundan bile emin olamadığı bir uçağı kolayhkla düşürebıhr oldu. berkmenin büyük trajedisi, insandaki ahlaki fler- lemenin ona eşlik etmemesuıden kaynaklanmakta- dır. Tersine, ilerleme, insanı var olmanın azap veri- ci sorûlanndan uzaklaştırdı. Diyalektiğin yasasına uygun olarak, sanki ilerlemenin niceliği insanın ye- ni, daha ahlaki bir niteliğe sıçramasına yol açacak sanıldı. Sanki insanın traktöre, uçağa, antitank bom- baya bakarak kendiliğinden iyi olması olanakhymış gibi. Son çözümlemede ulusçuluk, insanoğlunun hiç- bir işe yaramadığının bilinçaltınca kabul edılmesi- nin meyvesidir. Ancak insanoğlu hiçbir işe yarama- dığı için bu, bencilce bir darlıkla ortaya çıkmakta- dır. - Sizden bir hait obnaz, der bir ulusun temsilcisi ötekısıne... Ve bu nitelemede genel durum hesabaka- tıldığında bir gerçek payı vardır. Ama ulusçu, sığ ki- şidir ve kendi öz bilinçaltını sonuna kadar çözümle- yemez. Kendi ulusunun varoluşunun geleneklerinin kımi inceliklerini bilir; ama aynı özelliklerin, kendi- ne özgü biçimiyle hakkmda konuştuğu ulusta da bu- lunduğundan kuşkulanmaz. - Peki ya sizden bir hah olur mu, diye yanıt verir öbür ulusun ulusçusu ve o da tıpkı öteki gibi, sonuç- suz birdiyaloğa girdiği öteki ulusta da kendi ulusun- da bulunan türden incelikler olduğundan kuşkulan- maz. Onun öfkesi daha da fazladır. Ulusçuluk;bilınçaltında insanın genelde sıkıcı bir kusur taşıdığını, kendisine bağlanan umutlan boşa çıkardığını belli belirsiz tahmin etmekten kaynakla- nan ve her şeyi içeren umarsızlıktan doğmaktadır. Ancak suçun bütün insanlarda, daha da doğrusu bü- tün uluslarda aynı olmadığını düşünmek ister insan. Böylece ulusçuluk aracılığıyla kendi kusurundan kaynaklanan öfkeyi gidenr. Ve böylece daha da ku- surlu olur. llerlemeye, yani kendine güvenen kişi, umutlan boşa çıkarmıştır. İlerleme yoluyla kurulan ve insan- lara hızmet eden öğelerin sayısı onu daha mutlu bir yaşama daha olgun bir yürekgücüne ulaştırmamış- tır. Ancak ilerlemeye inanan insanoğlu, Tann'ya "Adam sen de" dedi ve doğaldır ki, Tann'nın umut- lannı boşa çıkartti. Ne var ki ilerlemeden ayn ola- rak, Tann'nın çok zamanı ve büyük bir sabn vardı ve Tann her zaman, anasından-babasından yüz çe- virmiş çocuğu kabul etmeye hazırdı. ^Sınıfsal ırkçılık (Marksizm) ile ulusçuluk (Nazizm), yirminci yüzyılın iki hastalığı oldular. Bence bunun temel nedeni^ yirminci yüzyılda, kendılerini uluslann kaderini belirleyecek kadar akıllı sanan milyonlarca yan cahil insanın, siyasa ile oldukça etkin bir biçimde ügilenmeleridir. Gerçekte ise bu kibirli, çığırtkan aptallar, yığmlann ulusçu duygulannı kamçılayarak onlann omzunda iktidara yürümüşlerdir Incil de insana kolay yaşama ümidi vermedi: Ek- meğini alın terinle kazanmalısın diyordu ve bu sa- dece Incil döneminde değil, tüm zamanlar için em- redilmişti. Hiç kimse bana, gün boyunca gürültülü traktörüyle tarlasım süren Amerikalı çiftlik sahibİ- nin. öküzle yamacı süren dağlı köylüden daha kolay yaşadığını İcanıtlayamaz. Amerikalı çiftlik sahibi- nin çalışarak yirmi aileyi geçindirmesi, dağlı köylü- nün ise yalnız kendi ailesini geçindirmesi hiçbir şe- yi kanıtlamaz. Traktörüyle yirmi aileyi geçindiren Amerikalı çiftlik sahibi bunlardan traktör, traktörü- ne bilgisayar ve daha pek çok şey almıştır. Her ikisi de belirli bir anlamda aynı konumdadırlar. Bu da In- cil gerçeğinin evrensel olduğunu göstermektedir. Ve hiç kimse hiçbir zaman "Anna Kareoina"yı bilgisa- yarda yazmanın, Tobtoy'un kuş tüyü kalemiyle yaz- maktan daha kolay olduğunu kanıtlayamaz. tşte her şey burada. İnsanoğlu birincil emekte yoğunlaşabil- mek için emeğin ikinci derecedeki aynntılannı ko- laylaştırabilir ve bunu yapmalıdır da... Yirminci yüzyıl, gülümseyerek (eğer hala gülüm- seyebiliyorsa) ilerlemeyle ortaya çıkan kolay yaşa- ma masalından kurtulmalıdır. Bu masalla ortaya çı- kan en uç nokta, suçtur. Bütün suçlular kolay yaşa- mayı düşlüyorlar; yalnız daha çarpıcı biçimde, da- ha etkili ve ardıcıl biçimde düş kuruyorlar ve sık sık bunu tüm yaşamlan boyunca ödüyorlar. Yaşam zor ohnalıdır. Dalgalı denizde suyun üzerinde durmak için gemiye gereken omurga gibi zorluklar gerekli- dir. ldeal yaşam şöyle olmalıdır: Zor yaşamak, an- cak kolay nefes almak. Kuşkusuz burada, irade ve vicdan özgüriüğüne karşı benimsetilmiş emekten değil, anlamı kavranmış emekten söz ediunektedir. Ancak gerçek bir çalışmadan sonra, insan, dinlen- menin tatlı hafifliğini duyabilir. Eğer insan her sa- bah çahşmak için uyaruyorsa bu tatlı hafıflikten hiç- bir zaman bıkılmaz. Siyasacılar ve basın, çocukça bir içtenlikle, her şeyden çok silaha sahip olan halklan büyük halklar olarak adlandınyorlar. Yirminci yüzyılın trajikomik yüzü bu. Tüm halklar kendi dillerinde büyük gizle- re sahip olsalar bile en üst düşünde, tannsal düşün- cede tüm halklar eşittir. Tann'nın ta kendisi olan en yüksek bilince boyun eğilmesi durumunda Tann'ya bizim çok çeşitliliğimiz gereklidir. Yirmi birinci yüzyılın, insanın Tann'ya dönüş yüzyıh olacağını düşünüyorum. Ancak böylelikle bireysel ve ulusal bencillik ölür; böylece her tür si- lahın kötü huylu gelişiminin her tür gelişimin önü- ne geçtiği ve bunlan belirlediği yerde, uygarlık ha- reketi denetim altına alınabilir. Lev Tolstoy şöyle yazmıştır: "Tûm<fiııler aynı,tek bir şeyi ö^etirler.'' Kendi köklerine ve tarihsel gele- neklenne bağlı kalan tüm dinlerin, yirmibirinci yüz- yılda birbirlerinin karşısma dikilmeyi bırakarak ye- terince yolundan çıkmış insanoğlunun (düşmüş de- memek için) kurtanlması uğrunabirleşecekleri ümi- dini taşıyorum. Peki ateistler ne yapacaklar? Onlar bizim için bilinmez olan tannsal niyetler için gerek- liler. Tartışmalanmızı netleştirmemiz ve inceltme- miz için gerekliler onlar. Namuslu ateist, ikiyüzlü so- fudan daha fazla gerekli Tann'ya. Tann'ya inanıp inanrhadığın önünde sonundao kadarönemlideğiL. ÖnemUotan,Tann'nın buyruklannagöre yaşayıpya- şamadığmdır. Vicdan, Tann'nın insancıl kasıdır. Eğer kas çalışıyorsa insan -anlasın anlamasın- ina- nıyor demektir. YARIN: Mersedes'in Başkatu Edzari Reuter ve Volkanbilimci Haroun Tazieff POLİnKAVEOTESI MEHMED KEMAL Bu Yıl Zeytm Bol. Arabayla Küçükkuyu'nun sırtlarını tirmanıyoruz, sırt- lar silme zeytinlik! "Ya manzara?" diyecek olursanız, cenneti görmedim, ama bir cennet! Zeytinlik içinde köyler var, köylertn içinde de minare- sinde tek şerefe bulunan camiler... Bunlara mescit de- mek daha doğru. Eskiden kilise de varmış, birbirinden işitenler söylüyor. "Bu zeytinler," diyor bilen arkadaşım, "Isa'dan çok öncelere dayanır. Birkaç bin yıllıktır derler. Başka zey- tinlere benzemez, tadı, kokusu, yağı başkadır. Bu dağla- rın üzerinde yakamozlanan bir ışık, gelir, denizdeki yakamozlanan ışığa kavuşur. Böylece dediğim gibi tadı, kokusu değişir. Buradaki zeytini de, zeytinyağmı da hiç- bir yerde bulamazsınız." Ağaçlar silme zeytin dolu, dallar zeytinin ağırlığından yerlere çöküyor. Gelip topiayan, devşiren yok. "Halkı tembeldir, ancak ihtiyacı kadarını alır." Kalanı yerlerde çürüyor. Zeytinlerin arasındaki kaba, ham yollardan Afrodit'in hamamına, yıkandığı içmeceye yöneliyoruz. Bu Afrodit de az şırfıntı değil, böyle kaç suda, kaç hamamda yıkan- mış. Suyu kükürtlü türlü mineraller de var. Sudaki ma- denler içmenin duvarlarını karartmış, duvarlara çirkin bir görüntü veriyor. Birer kişilik banyoların yanmda ala- turka birer tuvalet var. Temizlikte titiz olanlar bu banyo- ların yanından zor geçer. Ortada bir de büyük bir havuz var, içmeye kalabalık gelenler, bu havuzlarda yıkanıyorlar. Bu havuz 15-20 ki- şi alır gibi görünüyor. Her giriş çıkışta havuz fırçalanı- yor, temizleniyor. Bizim banyoya da, havuza da girmeyeceğimizi anla- yan bakıcı sırtını dönüp gitti. Afyon'dan gelmiş bir aile var -şivelerinden belli olu- yor- inanmışlar, gelmişler, arınmışlar, taranmışlaF, yı- kanmışlar şimdi de dönüyorlar. "Şifalı dediler geldik." Birkaç içmece daha var, ama onlarda Afrodit yıkan- mamış; demek şifa yok! Çevreye bakıyorum, görünürde sade bir çay ocağı var. Kurumuş otlar satan yaşlı bir kadın... Otları gösteri- yor "şifalı" diyor, uzatıyor. ilgilenmediğimizi görünce ardını dönüp o da gidiyor. Bu sessizlik ve ilgisizlik, tçme- cenin pek ticari değeri olmadığını gösteriyor. Ticari de- ğeri olsa çevreyi satıcılar kuşatırdı. Zeytinliklerin tepe noktalanna, manzaralı yerlerine otel, motel yaptırmaya başlamışlar, yer yer başlanmış yapılar var. Turizm adına buraların da günün birinde kazmayı yemesinden, yerle bir edilmesinden korkulur. Turizm özendirilirken zeytin kimin umurunda! Eğer günün birinde canımız zeytin çekerse çikita muz- ları gibi Ispanya'dan alırız. Zeytinlerden sonra palamut ormanları başlıyormuş. Git git, kilometrelerce süren palamut ormanları... Gel zaman git zaman bu palamutları kesmişler, odun kömü- rü yapmaya başlamışlar... Palamutlar azalmış... Pala- mutun ürünü olan pelit de azalmaya başlamış: Pelit, ilaç yapımında kullanılan çok yararlı bir ürünmüş... Bura köylülerinin çok önemli bir geçim kaynağı elden gitmiş... Ağaçlara bakıyoruz, zeytinler çok bol... Bu yıl dahada bol olacağını söylüyorlar... Çernobil olayından sonra zeytinler çok azalmış... İki Çetmi köyü var; büyüğüne Yeşilyurt diyorlar, 650 haneli... Küçük Çetmi köy de 450 haneli.. BULMACA 1 SOLDAN SAĞA: 1/ Selin açtığı hendek ya da çukur. 2/ Gemide yel- kenlerinaçılması...3/lyi, 2 hoş güzel... Eti lezzetü 3 büyük bir balık. 4/ Briçte, atılan bir kâğıtla eşine oy- 4 namasını istediği kâğıdı g belirtme... Gereksinmeye yetmeyecek kadar az. 5/ 6 Jokeylerin giydiğj kenar- j sız başlık... Derinliğin bittiği yer. 6/ Lütesyum 8 elementinin simgesi... g Düzgün ve iyi konuşma yetisi. 7/ Erzurum'un bir ilçesi... Akira Kurosava'nın bir filmi. 8/ Türkistan'da yaşayan bir Türk boyu... Metamaükte kullanılan sabit bir sayı. 9/ Su... Ona Av- rupa'da dağ sırası. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Halk dilinde iskeleye verilen ad. 2/ Suda yaşayan tek hücreli bir hayvan... Uimler. 3/ Birçeşit füze... Karakter. 4/ Şarkı, türkü... Belli bir ışkolunda usta, kalfa ve çırak- lan içine alan dernek. 5/"— ü nişâne kalmadı fasl-ı bahardan / Düştü çemende berk-i diraht itibardan" (Baki)... Afrika'da ya- şayan büyük bir antilop. 6/ Bir renk... Hile. 7/ Yumak halindeki ipliği çile yapmada kullanılan iki kollu tahta araç. 8/ Yiyicilik, rüşvet alma. 9/ Gösteriş, caka... Topluluğu kaplayan ani dehşet duygusu. . taO h KÜLTÜR GEZİLERİ topjum KUVVET LORDOĞLU 30 Temmuz 6 Ağustos UZUNGÖL KAÇKAR YAYLAIARINDA YÜRÜYÖŞ MEHMET İHSAN TUNAY TROYA-BERGAMA-EFES-ASSOS NEZİH BAŞGELEN DOĞU KARADENİZ-ANİ-ARTVİN 27-30 Ağustos HİTİTLER YURDU (HATTUŞA, AMASYA, TOKAT, KAYSERİ) FEST SEYAHAT ACENTASI (0-212) 258 25 73 • 258 25 89 Y A Y I N H A K K I C u m h U r İ Y e l ' E A İ T T İ R . İ Z İ N S İ Z Y A Y I N L A N A M A Z PEOAGOJİKDANIŞMAMERKEZ1 Kırmızı Balık Çocukevi Sorumlu müdür ve sınıf öğretmeni anyor. Başvurulann, Bostancı için: 02164171636 Mecidiyeköy için: 02122729607 nolu telefonlara yapılması rica olunur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle