27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 TEMMUZ1994 CUMARTESİ CUMHURtYET SAYFA KÜLTÜR 15 Syılhk aynhktan sonragelen uyum Elvis Costello ve The Attractions, uzun bir aynlıktan sonra Londra'da verdikleri konserle yeniden biraraya geldiler. Eski günlerde Costello ve Steve Nieve arasındaki tatlı rekabet bu kezuyuma ve işbirliğine dönüşmüştü. Költür Servisi- Başanlı bir müzisyen ekip ol- manın da ötesınde, Elvis Costello ve The Attrac- tions, popun en temel taşlanndan biri. 8 yıllık bir aynhktan sonra, Londra Albert Hall'da verdik- leri bir konserle tekrar bir araya geldiler. İzleyi- ciler konseri seyrederlerken Costello ve Steve Ni- eve arasındaki tatlı bir rekabeti de anımsama- dan yapamadılar. Eski günlerinde, Costello, sahneye siyah giysi- ler ve siyah gözlüklerle çıkıyorsa eğer, Nieve de tam tersi gözalıa ve spot ışıklan altında parla- yan giysiler giyıyordu. Castello gitannı konuş- turdukça, Nieve de klavyeden klavyeye koşarak değişik ses metodlannı deniyordu. Fşte bu rekabet, Costello'yu seyircilere küstü- rerek grubun da dağılmasına neden olmuştu. Oysa verdikleri bu son konserde, aralanndaki huzur ve işbirliği fazlasıyla ön plandaydı, çünkü hepsi de eski başanb ortamı ve ilgiyi özlemişler- di. Bir araya gelişleri belki de en fazla banka müdürlerini mutlu etmiştir. Peki bu sekiz yıllık aynlık ortamında ne yaptı- lar? KJavye ustası Steve Nieve ve batenst Pete Thomas, zamanlannın çoğunu, Jonathan Ross'- un talk show'unda bir house topluluğu olarak boşuna enerji tûketerek geçirdüer. Bas gitarist Bruce Tbomas ise, The Attracti- ons'daki gûnlerinin ne denli korkunç olduğuna dair kitaplar yazdı. Costello'ya gelince, belki de müzikle en ciddı biçimiyle uğraşmaya çalışan da kendisi oldu, çünkü Nieve'siz, daha geniş kapsa- mıyla The Attraction'sız var olabilecegini kanı- tlamaya çahşryordu. Ancak albümleri gittikçe artan bir şekilde ağırlaşıp gereksiz sözlerle dol- maya başlamışü. 1991 yıhnda Rude 5 adb bir grubun da kendisine destek olduğu en son kon- serinde, kariyerinin en kötü eleştirilerine de ma- ruz kalmıştı. Oysa bir araya geldikleri bu konser, her biri için gerçekleri görme olanağını tanıdığı gibi, hayranlannın da onlan birlikte görmek istediği- ni kanıtladı. Costello'nun sesini geçen 8 yıl için- de geliştiremediği ve üst notalara çıktığında zor- landığı bilinmesine karşın yine de berraklığı- ndan hiçbir şey yitirmediği, birçok kişiye hala ders verebileceği gözlendi. Vurmalı çalgılar, konser boyunca terbiye edil- memiş bir şekilde adeta gevezelik etti. Basta ise akortsuz bir uyum, tatlı bir ahenk vardı. Üstelik topluluk eski parçalanndan 'The Beat', 'Waiting for the end of the world" ve 'Beyond Beliefi çaldı- ğında bas sanki transistorlu bir radyoya bağ- lanmışü. Konserin en heyecanlı dakikalannda göze çarpan bir gerçek, izleyicinin daha çok Costel- lo'ya rağbet ettigi oldu. Bunu hissederek bir anda- sahneye hakım olan Costello, her ne kadar arkadaşlanyla dayaruşmaya özen gösterse de, yıllar sonra ön plana çıkmanın tadını çıkardı. îzleyiciler Elvis Costello'ya büyfik ilgi gösterdi. Karizmatikve asi biryönetmenKültür Servisi- John Huston'ın. 1980'de, ölümünden tam yedi yıl önce canlı ve içten gelen, yenilme- si güç bir duygunun etkisiyle yazdığı otobiyografisi, bu ay ye- niden basüdı ve büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Huston'ın yaşarken yayımla- ma olanağı bulduğu bu otobi- yografisi, piyasaya sürûldüğü günlerde, onunla çalışanlar ya da sürekli yakınında bulunanlar ta- rafmdan kaleme alınmış biyogra- fılen hali hazırda piyasada mev- cuttu. Ancak kendi otobiyografisi daha çok rağbet görüyordu, çün- kü kendi kalemınden çıkmıştı ve sınema dünyasındaki değişik anekdotlan içeriyordu. ancak bu devlerin tersine, filmle- rinde kendine ait özel bir dünya yaratmayarak sadece yönetmen- lik vasfinı kullandı. Kendini giz- ledı. Huston 1942'deki "The Mal- tese Fakon" dan, 1987'deki "The Dead"e kadar edebiyat eserlenn- den uyarlanmış ya da onlan çağnştıran birçok çalışma yaptı. Çoğunlukla da eleştirmenler ta- rafından oldukça başanlı bulun- du. Sıra kendi yaşam öyküsünü edebiyat dünyasuıa uyarlamaya geldiğinde, Huston kendisinden beklenecek bir şekilde davrana- rak kitabmda o meşhuranekdot- lanna da yer verdi. Errol Flynn ile olan büyük kav- John Huston'ın kendi yazdığı biyografisi yeniden basıldı. Yaşarken yayımlama olanağı bulduğu bu biyografisi,Huston'ı daha yakından tanımayı sağladığr gibi değişik anektodlan da içeriyor. Yaşadığı sürece, göz alıa kişili- ğini ve ilkelerini de kullanarak mükemmel bir Hollyvvood yö- netmeni ve geleneksel stüdyo dü- zenine karşı gelen bir asi ko- numunda olmayı başardı. Daha önce hiçbir film yapım- ctsı anlattığı Hollywood hika- yeleriyle, romanlara sürekli konu üretimi yapmayı düşünemezdi bik. Bir senarist ve anekdot üreti- cisi olarak Ray Bradbury ve Peter Viertd'in çeşitli kitaplanna defa- larca hikaye malzemesi bulmuş- tur. Bir yazar ve yönetmen olarak- sa Huston, Alfred Hitchcock, John Ford ve Howard Hawks gibi Hollywood ağacının en tepelen- ne tırmanmayı beceremedi belki, gası," The African Queen "fil- mınin vahşi ormanlardakı çekim- leri, Beat the devfl'i nasıl ıslah etti- ği ve Marilyn Monroe'nun oy- nadığı l'ygunsuzlar filminin se- ü'nde geçenler... Oldukça dolu bir kitap, ancak Huston anekdotlara kendisinin kulaktan duyduğu yan doğru hıkayelerde eklemiş ve bu işin tadını bır parçacık kaçır- mış Yine de Bogart, Clift, Gable, Monroe, Hepburn, Louis B. Ma- yer gibi efsaneleşmiş yıldızlann hayatlanndan ve o ışıklı Holly- vvood camiasında teknisyeninden dekoratörüne kadar herkesi çok iyi tanıyan karizmatik ve asi yö- netmen Huston'ı biraz daha yakından tanımak için ele geç- mez bir çalışma. Clark Gable ve John Huston, 'The Misfits' (1960) adlı fihnin Nevada'daki setinde. 'HaJk Eğitim Seminerleri' Kühür Servisi -Çağdaş îstanbul Platformu, Beşiktaş Beledıyesi ile birlikte "Halk Eğitim Seminerleri"ni gerçekleştınyor. Halkı, sanat ve kültür ile tanışürmayı hedefleyen seminer- ler, edebiyat, tiyatro, resim, beykei, sanat tarihi, çevre ve sağlık, kitap tarihi, fotoğraf ve karikatür konulanru içeriyor. 23 temmuz-25 ağustos tarihleri arasında Beşiktaş Evlendirme Dairesi'nde verilecek olan uygulamalı seminerlere; edebiyatta Aziz Nesin, Komır Ertop, Buket L'zuner, tıyatroda Ce\at Çapan. Zehra lpşiroğm, Ayşın Candan, "Müzikli Kadın Şarkılan" ile Ayla Algan, "Bezik Oynay an Kadudar", göstensinde Ali>e Uzunatağan, Tilbe Batum, Serra Yılmaz, Mefaret Cansever, Cemal Çuliu, meddah gösterilerinde Taner Barias, seyirciyle söyleşide Madt Koper, Aliye Uzunatağan, Başar Sabuncu, resimde Hüsamertin Kocan, Yusuf Taktak, heykelde Emir Bayn, Nilüfer Ergin, Ferit Özşen, Şeyma Reisoğiu, sanat tanhınde Ayla Ersoy, Tomur AtagöL, çevre ve sağlıkta Türkan Sav lan. Mustafa Siilkü, Murat Fırat, kitap tanhınde Jale Baysal, Hasan Keseroğlu, Hance Özen, Ayten Şengöten fotoğrafta Engin Ertan, Cengiz Kariıova, Alberto Modiano ve karikatürde sergileri ve dia gösterileriyle Setnib BakıoğJu, Ferruh Doğan, İsmail Gülgeç, Semih Poroji, Efianın Nuri Erkoç gibi sanatçı, yazar, çizer ve bilim adamlan katılacak. DÜŞÜNCEYE SAYGI MEMET FUAT Şlrde Dûz Anbtmı Resmin fotoğraftan uzaklaşma yıllarında, açığa vur- salar da, vurmasalar da, izleyicilerın kafalarında hep şu soru biçimlenirdi: "6u ne resmi?" Bir şey resmi olmayan resme alışmak yıllar sürdü. Bir renk ile çizgi yumağının karşısına geçip ne resmi oldu- ğunu düşünmeden tat alabilmek, izleyiciler açısından önemli bir aşamaydı. Böylece, bir şey resminden alınan tadın da çoğaldığını biliyoruz Şiirde bu çok daha güç bir adımdt. Çünkü kullanılan gerecin doğasına aykırı bir iş yapılıyordu. Sözcükleri ta- şıdıkları anlamlardan soymak kolay değildi. Yan yana getirilişlerindeki aykırılıklarla sözcüklerin içleri boşaltı- larak şiirin anlamın dışında oluştuğu gösterilmek isteni- yordu. Ama bu yolda ilerlerken bilinen hiçbirsözcüğün taşımadığıanlamlarlakarşılaşmaksanırımşairlerinçok hoşuna gitti. Böylece anlamsız şiirden, üstünde anlaşmaya"varıl- mamış, yani ortak olmayan bir dille, daha derin anlam- lar taşıyan, yoruma açık bir şiire yönelindi. Tıpkı, "Bu ne resmi?" demeden resme bakmaya alı- şan izleyiciler gibi, şiirleri "Bunediyor?" demeden oku- maya alışan okurlar, tam rahata ererlerken yeni bir aç- mazla karşılaştılar. Şiirlere artık şöyle bir bakılıp geçilemiyordu... Baktıkca, okudukça, yorumladıkça, çözdükçe çoğalan anlamlarıyla, okuru hep yanında tutmak isteyen, yalnız kendisiyle ilgilenmeye zorlayan, kıskanç şiirler ortaya çıkmıştı... Ama o zaman da çok güzel olmak gerekir... öylesine güzel olacaksınız ki okurun gözü sizden baş- kasını görmeyecek... Şiirimizde bu çetin yolu seçmiş olanlar var. Sanırım son günlerde ödül alan iki şiir kitabından biri- ni, Hulki Aktunç'un Insan Aşklarının Külüdür adlı yapıtı- nı bu tür şiirin başanlı bir örneği sayabiliriz. Ne sürede yazıldı, bilmiyorum, ama o kitaba girmek insanın aylarını değil, yıllarını bile alabilir... Hüseyln Ferhad'ın Söyle Gölgen de Gitsin adlı yapıtı- nın çetinliği ise çeşitli kültürleri kesiştirmesinden geli- yor. Pek az okur böyle bir kitabın tadını çıkaracak kadar çok yönlü olabilir. Geçmişten günümüze, Doğu'dan Batı'ya, sozlüden yazılıya, dinlerden Manc'çıhğa, ilgi alanına girmeyen şey yok şairin. Üstelik de derinliğine bir özümleme söz konusu. Yoksa ortaya çıkan bir yamalı bohça olurdu. İşin şaşırtıcı yanı: Bunca çetinliğine karşın, Hüseyin Ferhad'ın başarısı her yandan kolayca görülüyor. Duy- duğuma göre, Yargıcılar Kurulu'nda bütün oylar Söyle Gölgen de Gitsin'e verilmiş. Toplantıya katılamayan bir üyenin gönderdiği oy zarfını açmışlar, o da Hüseyin Fer- had'a... Çok ilginç... Çünkü değerlendirilen şiirin geç- mişte beğenilere damgasını basmış bir örneği yok... Evet, şiirde anlama büyük ağırlık veren bu şairler, iyi- ce çetin, kıskanç şiirler yazıyorlar... Ama görece yaygın olan bu eğilimden etkilenmeden, tam tersi bir yolda yürüyen şairlerimiz de var. Bunların başında Turgay Flşekçl geliyor diyebilirim... Şu günlerde yayımlanan Dip Sevgi adı yapıtındaki şiir- lerini topluca okursanız, hiç telaş etmeyen, son derece dingin birsesle karşılaşacaksınız. Söylemek istedikleri- ni düpedüz söyleyen bir şair... Okura boşluklar bırakmı- yor... isterseniz yorumlarsınız, buna kimse engel ola- maz, ama şair sizin forumunuza yaslanmıyor. Düşün- celerini, duygulannı, düşlerini düpedüz, açık açık söylü- yor... Birlikte kitabı karıştırıp şiirde düz anlatımın önemi üzerinde konuşurken, Semih Gümüş: - Aykırı şiir öylesine yaygınlaştı ki, hani bu ortamda in- sana nerdeyse Turgay'ın şiirleri aykırı geliyor, gibi bir söz etti.... Ne kadar doğru... Şiir yazmaya heves eden gençlerin, başka örneklerin yanı sıra, Dip Sevgi'öeki "Kent Yazıtları"r\\ da okumala- rını isterdim. Şiirin nerelerde aranıp bulunabileceğini görmeleri bakımından... Kuveyfin yağmakman eserteri Londra'da LONDRA (AA) - Irak asker- lerinin Kuveyt'i işgal ettikten sonra yağmaladıklan milyon- larca sterlin değerinde sanat eserleri, Londra antika kara- borsasında satılmaya başlandı. Sunday Times gazetesinin ha- berine göre, Ingiliz polisi, Ku- veyt'ten kaçınlan mallan Lond- ra'da pazarlamaya çahşan bir dizi antıkaa ile Ürdünlü aracı- lan belirledi. Satılmaya çalışılan eserlerin büyük çoğunluğunun Kuveyt'i yöneten El-Sabah aile- sine ait olduğunu ve aralannda bronz çağından kalma eserler de bulunduğunu yazan gazete, Ingiliz polisinin iki zengin Orta- doğulu antikacıyı tutuİdadığını, Ürdünlü bir antikacının da tsviçre polisi tarafından tutuk- landığını bildirdi. Scotland Yard uluslararası ve örgütlü suçlar şubesi dedektifle- ri tarafından gerçekleşünlen operasyonlarda, çalmtı eserler- den bir kısmının ele geçirildiğı, bunlar ıçınde 13. yüzyüa ait "AK Bri»a" adlı 400 bin sterlin değe- rinde bronz lamba, 260 bin ster- lin değerinde 14. yüzyıldan kal- ma iki mumluk, 15 bin sterlin değerinde eski bir halının da yer aldığı kaydedildi. Polis, Londra üzerinden Ce- nevre ve New York karaborsa- lanna ulaşbnlan diğer çalınü eserlerin değerinin milyonlarca sterlini bulduğunu söyledi. Ku- veyt işgali sırasında, Kuveyt Müzesi'nden 20 bin parça eser, Kuveytli zengin işadamı Jasûn H Hoveyzi'nin 20 milyon sterlin değerindeki özel koleksiyonun- dan da 500 parça eser Irak'a kaçınlnıışü. Yağma operasyonunu, işgal sırasında Kuveyt valisî tayin edilen AU Hasan el Medd ile Saddam Hüseyin'in istihbarat- tan sorumlu kardeşı Sabavi tb- rahim'in düzenledığini, en iyi eserleri kendilerine ayırdıktan sonra geri kalanlan Ürdünlü antikacılara sattıklan da Sun- day Times'ta yer alan haberde belirtiliyor. Fransa'da yayımlanan "Museart" dergisi son sayısında Türk sanatçılardan söz ediyor 'Ege'ninparanoyak düşgücüve büyüsü' Küitür Servisi- Fransa'da yayımlanan "Museart" dergisi son sayısını Ege Deni- zı'ne ayırdı. Çarpıa fotoğraflarla Ege'- deki kültür mirasını ve Ege yaşamını geniş olarak tanıtan Museart dergisi, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, Bedri Baykam, Odet Saban, Züİfû Lrvaneü, Kudsi Erguner gibi seslerini jourtdışında da duyurrnayı ba- şarabilen, sanatlannda evrenselliğin kapı- lannı aralayan Türk sanatçuan üzerine de bilgiler veriyor sayfalannda. Kudsi Erguner ile söyleşi Dergide, kendi köklerini keşfetmeye çalışan bir sanatçı olarak tanımlanan ney ustası Kudsi Erguner ile Emmanuel Day- de'nin yaptığı kısa bir söyleşi yer alıyor. Erguner, bu söyleşide evrensel müzıği şu sözlerle tanımlıyor: "Ben körü körüne ev- rensel müziğe tâpan bir müzisyen değUim. Değ^inüere inanıyorum. EvTensel müziğin, şuiKÜden dejenereteşen pop müziğe değer vennekten öte bir işlevi yok." Yazıda Er- guner'in babası ve ağabeyinin ardından zengin müzik birikimini sürdürdüğü, an- cak Türkiye'de yaptığı müziğin eski oldu- ğunu iddia etmeleri üzerine, bunun tersini kanıtlamaya çahştığı belirtiliyor. 1973 yıhnda Fransa'da yaşamaya başlayan Er- guner'in 40"tan fazla CD'sinin olduğu ve bunlara yapıma, düzenlemeci, besteci olarak imza attığı da yazıda yer alan bilgi- ler arasında. Kudsi Erguner söyleşinin so- nunda. "Ney çalmaya çok kücük yaşlarda babamdan etkilenerek başladım. Şiındivse 42 yaşjndayun. Kendimi çok yaşlı hissedi- yorum, çünkü uzun yıllar, tarihte şimdiden köklû bir yere sahip olan müzisyeıılerin eserfcrini sesiendirdiın" diyerek duy- gulannı belirtiyor. £ge Denizi'riin iki önetnli sanatçısı Müzisyen, yönetmen, yazar ve köşe ya- zan Zülfü Livaneli ve Yunan müzisyen Mikis Tbeodorakis, Ege Denizi'nin iki önemli sanatçısı olarak, Museart dergisin- de Gaudioe Legardiner tarafından tamtılıyor. Livaneli ve Theodorakis, Yu- nan ve Türk müzüderini dünyaya duyu- ran sanatcılar olarak tanımİanıyor. Ve dergi, Livaneli'yi Türkiye'riin Theodora- kis'i olarak tanıtryor, Fransız okurlara. Livaneli'nin politik tavnyla da dikkati çektiği, uzun süre politik kimliği nedeniyle sürgünde kaldığı, pek çok filrn müziğine imza atarak yönetmenlık yaptığını da be- lirtiyor Legardinier. 27 Mart seçimlerinde Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin İstanbul Yaşar Kemal Mikis Teodorakis Kudsi Erguner Odet Saban Yılmaz Güney Bedri Baykam C arpıcı fotoğraflarla Ege'deki kültür mirasını ve Ege yaşamını geniş olarak tanıtan Museart dergisi, Yılmaz — Güney, Yaşar Kemal, Bedri ™ Baykam, Odet Saban, Zülfü Livaneli, Kudsi Erguner gibi seslerini yurtdışında da duyurmayı başarabilen sanatçılara yer verdi. Belediyesi başkan adayı olan Livaneli'nin bu seçımlerde aldığı yenilgiden de söz edi- liyor yaada. 1982 yıhnda "Yol" fılmiyle Caones Fflm Festivalinde Altın Palmiye"- yi Costa Gavras'ın "Kayıp" adlı filmiyle paylaşan Yıhnaz Güney'e ise iki sayfa ayumış Museart dergisi. Gerard Perron, Güney'in bu ödülü kazanmasının Can- nes'da bir sürpriz olarak nitelendirilmedi- ğini vurguluyor yazısında. Perron, Yıhnaz Güney'in 1984 yıhnda, henüz 47 yaşın dayken Paris'te kansere yenik düşereİc tut- kulu ve başdöndürücü bir yaşama veda ettiğini belirtiyor. Güney'in yaşaraöykü- sünü ve film serüvenini anlatan Gerard Perron yazısını şu sözlerle noktalıyor: "Çok önemli bir anemacı olan Yılmaz Gü- ney, politik tavnnuı bedelini oldukça ağır ödedi. 1983 \ılında gerçekleşrirdiği Du- var' adlı filmi; yaşamının dörtte birini du- variann arkasııida geçiren, yine de umudu- nu hiç >itirmejen bir sanatçınm çığbğıdır adeta." Valerie Bougault. kıtaplanyla yurtdışında, özellikle Fransa'da oldukça tanınan Yaşar Kemal üzerine yazdığı yazıya şu sözlerle başlıyor: "Yaşar Ke- maFin bir kitabmm sayfalannı açmak, kimi zaman verimsiz, kimi zaman zengin bir avuç toprağı elinizde tutmak gibidir. Bu toprak Toros Dağı'nuı zirvelerinden gel- miştir ve bOge kişi bu toprakla birlikte ev- rensel olana da ulaşır." Bougault; ritmiyle Doğu masallanna, konulannın modernliğiyle destanlara benzettiği Yaşar Kemal'in romanlannı, her birinin ayn güzelükte manzaralan gözler önüne serdiği, bin pencereli bir eve benzetiyor. Bougault, sanatçıyı ve yazmını etkileyen en önemli etkenlerden birincisini, 5 yaşındayken babasının öldü- rülmesine tanık olan Kemal'in kekeme olmasıyla açıkhyor. fkinci önemli neden olarak da sanatçının politik karşı çıkışını göstenyor. 1951 yılında, onlarca işegirip çıktıktan, Marksıst işçilerle direnişlere katıldıktan sonra Istanbul'da gazeteciliğe başlayan Yaşar Kemal'in kısa yaşamöy- küsünü de anlatan Bougault, yaasmın so- nunda Yaşar Kemal'in Nobel Edebiyat Ödülü'nün en güçlü adaylanndan oldu- ğunu belirtiyor ve jürinin Homeros ayan- nda bulduğu bu yazara neden hala ödül vermemekte direndiğini soruyor. Dergide Françotse Moıminin; Cannes Film Festivali'nin ardından Art Jonction Fuan'na, Paris Lavignes-Bastille Galerisi adına katılan Bedri Baykam ve dev boyut- lardaki tablolannda arabesk ile erotik fi- gürieri kaynaşuran Odet Saban'ı tanıtan bir yaası da yer ahyor. 40 yaşlanndaki bu iki Türk ressamının enerjisi sayesinde Ege Denizi'nin asla ölmeyeceğini iddia eden Monnin yazısında, Baykam'ın şu sözleri- ne yer veriyor- "Ben temetde ressamım, ama fırça darbelerim Arilla'nın atına >akm bir yerierde. Yine de özeflikle "liveart' yapı- yorum." Bedn Baykam'ın "liveart"ın ev- renselliğini savunduğunu, oysa köklerini Doğu ve Güney'den aldığmı savunuyor François Monnin. Odet Saban ise yazıda sanatını şu sözlerle tanımlıyor: "Resiınleri- mi ibadet ve performans olarak tanımla- yabiKrim. Denişler gibi dönüyoriar. Türk müziğL, şüri ve mimarisinin izleri de var sanatımda. Ege Denizi'nde yaşam bir labt- renttir. Majınk ve rastlantı yoktur orada. Paranoyaya varan bir hayal gücü ve büyü vardır Ege'de." Tutucu bt kadın nasdshandahn kahranumolabith? Kültür Servisi- "Tiyatro okulundan mezun olduktan hemen son- ra" diyor Sussex doğumlu genç ovuncu Tara Fıtzgerald. "John Dırigan, bana yepyeni bir senano göndermişti ve okumamı istediği bölûm, otuzbeş yaşındaki Te\aslı bir iş kadııunı içeriyordu. Düşün- meye başladım.'Aman Lannm' dedim. kendi kendüne. Bu rolü oy- namak için kendi kendimi nasıl olur da daha büyük ve olgun göste- rebUirim? Kesinlikle bana uygun bir rol değildi". Konuşmanm bu yerinde duruyor ve gülümsüyor: "Hayır, ke- sinlikle bana uygun değildi, ama ben yine de gidip yönetmeni gör- mek istedim ve rol sanki bana çok uygunmuş gibi davrandım. So- nuçta, birkaç yıl sonra beni aramaya tenezzül ettikleri zamana dek, hiçbir yanıt alamadım. Duigan, beni aradı ve "İşte şimdi sana göre bir rolüm var' dedi." Genç sanatçının sö- zünü ettiği rol, John Duigan'nın cinseffik ve duygusalhk arası- nda gidip gelen son filmi «Sirens"taki Es- tella Campion rolüy- dü. Film, 1930'lu yı- 1larda Avusturalya'- da geçiyor. Estella ve bir din adamı, Anglikan bir bakan olan kocası Anthony'nin (Hugh Grant) o günlerde yaptığı son derece erotik heykel ve re- simlerle sİcandala ne- den olan Norman Lindsay'in tartışma- lara neden olan bu _ _ ,,<*,. , „ . . » , eserlerini uluslararası T a r a Fitzgerald 'Sırens'furnınde Nor- bir sergiden geri çek- m a n Lindsav' ı canlandınyor. meye ikna etmelerini içeriyor. Sonrasım kısaca özetlemek gerekir- se Estella, sanatçının yaşadığı yere gayet mutassıp ve fazlasıyla resmi bir kadın olarak gelir, ancak çözülmüş, baştan çıkanlmış \ e karşı karşıya geldiği bohem hayatı yaşayan ınsanlar tarafından cinsel açıdan serbestliğe terk edilmiş bir kadın olarak döner. Bu, onun için ilk tecrübe değil. Daha önce. "Hear My Song"da Nancy ile, TVde gösterilen "The Camomile Lawn"de Polly ile ve "Black Candle"da da bu tür rollerde göriinmüştü. Tara Fitzge- rald'm Oscar ödüUü yeğeni Geraldine Fitzgerald, daha önce Lau- rence Oliver'ın 'Rüzgariı Bayır'ında Isabella'yı oynarnışti. Tara Fitzgerald, bundari rahatsız oluyor mu? Hayır, hem de kesinhkle. Tara Fitzgerald'a fümlerde çıplakhk konusu sorulduğunda şöyle yanıt veriyor: "Şimdiye kadar birçok cıplak sahnede oy- nadan. Ancak bunlar fihnin akjşı içinde gerekliydi. Örneğin Si- rens'm konusu içerisinde zaten fazlasıyla var. Görüntü olarak bir yana, eserleri skandala neden olan Norman Lindsay'in çahşmalan içinde bu böyle. Ancak bundan böyle boş yere olan çıplakhğa karşı çıkabuirim, o kadar."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle