Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 TEMMUZ1994 CUMARTESİ CUMHURtYET SAYFA
KÜLTÜR 15
Syılhk aynhktan sonragelen uyum
Elvis Costello ve The Attractions, uzun bir aynlıktan
sonra Londra'da verdikleri konserle yeniden biraraya
geldiler. Eski günlerde Costello ve Steve Nieve arasındaki
tatlı rekabet bu kezuyuma ve işbirliğine dönüşmüştü.
Költür Servisi- Başanlı bir müzisyen ekip ol-
manın da ötesınde, Elvis Costello ve The Attrac-
tions, popun en temel taşlanndan biri. 8 yıllık bir
aynhktan sonra, Londra Albert Hall'da verdik-
leri bir konserle tekrar bir araya geldiler. İzleyi-
ciler konseri seyrederlerken Costello ve Steve Ni-
eve arasındaki tatlı bir rekabeti de anımsama-
dan yapamadılar.
Eski günlerinde, Costello, sahneye siyah giysi-
ler ve siyah gözlüklerle çıkıyorsa eğer, Nieve de
tam tersi gözalıa ve spot ışıklan altında parla-
yan giysiler giyıyordu. Castello gitannı konuş-
turdukça, Nieve de klavyeden klavyeye koşarak
değişik ses metodlannı deniyordu.
Fşte bu rekabet, Costello'yu seyircilere küstü-
rerek grubun da dağılmasına neden olmuştu.
Oysa verdikleri bu son konserde, aralanndaki
huzur ve işbirliği fazlasıyla ön plandaydı, çünkü
hepsi de eski başanb ortamı ve ilgiyi özlemişler-
di. Bir araya gelişleri belki de en fazla banka
müdürlerini mutlu etmiştir.
Peki bu sekiz yıllık aynlık ortamında ne yaptı-
lar? KJavye ustası Steve Nieve ve batenst Pete
Thomas, zamanlannın çoğunu, Jonathan Ross'-
un talk show'unda bir house topluluğu olarak
boşuna enerji tûketerek geçirdüer.
Bas gitarist Bruce Tbomas ise, The Attracti-
ons'daki gûnlerinin ne denli korkunç olduğuna
dair kitaplar yazdı. Costello'ya gelince, belki de
müzikle en ciddı biçimiyle uğraşmaya çalışan da
kendisi oldu, çünkü Nieve'siz, daha geniş kapsa-
mıyla The Attraction'sız var olabilecegini kanı-
tlamaya çahşryordu. Ancak albümleri gittikçe
artan bir şekilde ağırlaşıp gereksiz sözlerle dol-
maya başlamışü. 1991 yıhnda Rude 5 adb bir
grubun da kendisine destek olduğu en son kon-
serinde, kariyerinin en kötü eleştirilerine de ma-
ruz kalmıştı.
Oysa bir araya geldikleri bu konser, her biri
için gerçekleri görme olanağını tanıdığı gibi,
hayranlannın da onlan birlikte görmek istediği-
ni kanıtladı. Costello'nun sesini geçen 8 yıl için-
de geliştiremediği ve üst notalara çıktığında zor-
landığı bilinmesine karşın yine de berraklığı-
ndan hiçbir şey yitirmediği, birçok kişiye hala
ders verebileceği gözlendi.
Vurmalı çalgılar, konser boyunca terbiye edil-
memiş bir şekilde adeta gevezelik etti. Basta ise
akortsuz bir uyum, tatlı bir ahenk vardı. Üstelik
topluluk eski parçalanndan 'The Beat', 'Waiting
for the end of the world" ve 'Beyond Beliefi çaldı-
ğında bas sanki transistorlu bir radyoya bağ-
lanmışü.
Konserin en heyecanlı dakikalannda göze
çarpan bir gerçek, izleyicinin daha çok Costel-
lo'ya rağbet ettigi oldu. Bunu hissederek bir
anda- sahneye hakım olan Costello, her ne kadar
arkadaşlanyla dayaruşmaya özen gösterse de,
yıllar sonra ön plana çıkmanın tadını çıkardı. îzleyiciler Elvis Costello'ya büyfik ilgi gösterdi.
Karizmatikve asi biryönetmenKültür Servisi- John Huston'ın.
1980'de, ölümünden tam yedi yıl
önce canlı ve içten gelen, yenilme-
si güç bir duygunun etkisiyle
yazdığı otobiyografisi, bu ay ye-
niden basüdı ve büyük bir ilgiyle
karşılanıyor.
Huston'ın yaşarken yayımla-
ma olanağı bulduğu bu otobi-
yografisi, piyasaya sürûldüğü
günlerde, onunla çalışanlar ya da
sürekli yakınında bulunanlar ta-
rafmdan kaleme alınmış biyogra-
fılen hali hazırda piyasada mev-
cuttu.
Ancak kendi otobiyografisi
daha çok rağbet görüyordu, çün-
kü kendi kalemınden çıkmıştı ve
sınema dünyasındaki değişik
anekdotlan içeriyordu.
ancak bu devlerin tersine, filmle-
rinde kendine ait özel bir dünya
yaratmayarak sadece yönetmen-
lik vasfinı kullandı. Kendini giz-
ledı.
Huston 1942'deki "The Mal-
tese Fakon" dan, 1987'deki "The
Dead"e kadar edebiyat eserlenn-
den uyarlanmış ya da onlan
çağnştıran birçok çalışma yaptı.
Çoğunlukla da eleştirmenler ta-
rafından oldukça başanlı bulun-
du.
Sıra kendi yaşam öyküsünü
edebiyat dünyasuıa uyarlamaya
geldiğinde, Huston kendisinden
beklenecek bir şekilde davrana-
rak kitabmda o meşhuranekdot-
lanna da yer verdi.
Errol Flynn ile olan büyük kav-
John Huston'ın kendi yazdığı biyografisi
yeniden basıldı. Yaşarken yayımlama
olanağı bulduğu bu biyografisi,Huston'ı
daha yakından tanımayı sağladığr gibi
değişik anektodlan da içeriyor.
Yaşadığı sürece, göz alıa kişili-
ğini ve ilkelerini de kullanarak
mükemmel bir Hollyvvood yö-
netmeni ve geleneksel stüdyo dü-
zenine karşı gelen bir asi ko-
numunda olmayı başardı.
Daha önce hiçbir film yapım-
ctsı anlattığı Hollywood hika-
yeleriyle, romanlara sürekli konu
üretimi yapmayı düşünemezdi
bik. Bir senarist ve anekdot üreti-
cisi olarak Ray Bradbury ve Peter
Viertd'in çeşitli kitaplanna defa-
larca hikaye malzemesi bulmuş-
tur.
Bir yazar ve yönetmen olarak-
sa Huston, Alfred Hitchcock,
John Ford ve Howard Hawks gibi
Hollywood ağacının en tepelen-
ne tırmanmayı beceremedi belki,
gası," The African Queen "fil-
mınin vahşi ormanlardakı çekim-
leri, Beat the devfl'i nasıl ıslah etti-
ği ve Marilyn Monroe'nun oy-
nadığı l'ygunsuzlar filminin se-
ü'nde geçenler... Oldukça dolu bir
kitap, ancak Huston anekdotlara
kendisinin kulaktan duyduğu
yan doğru hıkayelerde eklemiş ve
bu işin tadını bır parçacık kaçır-
mış Yine de Bogart, Clift, Gable,
Monroe, Hepburn, Louis B. Ma-
yer gibi efsaneleşmiş yıldızlann
hayatlanndan ve o ışıklı Holly-
vvood camiasında teknisyeninden
dekoratörüne kadar herkesi çok
iyi tanıyan karizmatik ve asi yö-
netmen Huston'ı biraz daha
yakından tanımak için ele geç-
mez bir çalışma. Clark Gable ve John Huston, 'The Misfits' (1960) adlı fihnin Nevada'daki setinde.
'HaJk
Eğitim
Seminerleri'
Kühür Servisi -Çağdaş
îstanbul Platformu, Beşiktaş
Beledıyesi ile birlikte "Halk
Eğitim Seminerleri"ni
gerçekleştınyor.
Halkı, sanat ve kültür ile
tanışürmayı hedefleyen seminer-
ler, edebiyat, tiyatro, resim,
beykei, sanat tarihi, çevre ve
sağlık, kitap tarihi, fotoğraf ve
karikatür konulanru içeriyor. 23
temmuz-25 ağustos
tarihleri arasında Beşiktaş
Evlendirme Dairesi'nde verilecek
olan uygulamalı seminerlere;
edebiyatta Aziz Nesin, Komır
Ertop, Buket L'zuner, tıyatroda
Ce\at Çapan. Zehra lpşiroğm,
Ayşın Candan, "Müzikli Kadın
Şarkılan" ile Ayla Algan, "Bezik
Oynay an Kadudar", göstensinde
Ali>e Uzunatağan, Tilbe Batum,
Serra Yılmaz, Mefaret Cansever,
Cemal Çuliu,
meddah gösterilerinde Taner
Barias, seyirciyle söyleşide Madt
Koper, Aliye Uzunatağan, Başar
Sabuncu, resimde Hüsamertin
Kocan, Yusuf Taktak, heykelde
Emir Bayn, Nilüfer Ergin, Ferit
Özşen, Şeyma Reisoğiu, sanat
tanhınde Ayla Ersoy, Tomur
AtagöL, çevre ve sağlıkta Türkan
Sav lan. Mustafa Siilkü, Murat
Fırat, kitap tanhınde Jale Baysal,
Hasan Keseroğlu, Hance Özen,
Ayten Şengöten fotoğrafta Engin
Ertan, Cengiz
Kariıova, Alberto Modiano
ve karikatürde sergileri ve dia
gösterileriyle Setnib BakıoğJu,
Ferruh Doğan, İsmail Gülgeç,
Semih Poroji, Efianın Nuri Erkoç
gibi sanatçı, yazar, çizer ve bilim
adamlan katılacak.
DÜŞÜNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Şlrde Dûz Anbtmı
Resmin fotoğraftan uzaklaşma yıllarında, açığa vur-
salar da, vurmasalar da, izleyicilerın kafalarında hep şu
soru biçimlenirdi: "6u ne resmi?"
Bir şey resmi olmayan resme alışmak yıllar sürdü. Bir
renk ile çizgi yumağının karşısına geçip ne resmi oldu-
ğunu düşünmeden tat alabilmek, izleyiciler açısından
önemli bir aşamaydı. Böylece, bir şey resminden alınan
tadın da çoğaldığını biliyoruz
Şiirde bu çok daha güç bir adımdt. Çünkü kullanılan
gerecin doğasına aykırı bir iş yapılıyordu. Sözcükleri ta-
şıdıkları anlamlardan soymak kolay değildi. Yan yana
getirilişlerindeki aykırılıklarla sözcüklerin içleri boşaltı-
larak şiirin anlamın dışında oluştuğu gösterilmek isteni-
yordu. Ama bu yolda ilerlerken bilinen hiçbirsözcüğün
taşımadığıanlamlarlakarşılaşmaksanırımşairlerinçok
hoşuna gitti.
Böylece anlamsız şiirden, üstünde anlaşmaya"varıl-
mamış, yani ortak olmayan bir dille, daha derin anlam-
lar taşıyan, yoruma açık bir şiire yönelindi.
Tıpkı, "Bu ne resmi?" demeden resme bakmaya alı-
şan izleyiciler gibi, şiirleri "Bunediyor?" demeden oku-
maya alışan okurlar, tam rahata ererlerken yeni bir aç-
mazla karşılaştılar.
Şiirlere artık şöyle bir bakılıp geçilemiyordu...
Baktıkca, okudukça, yorumladıkça, çözdükçe çoğalan
anlamlarıyla, okuru hep yanında tutmak isteyen, yalnız
kendisiyle ilgilenmeye zorlayan, kıskanç şiirler ortaya
çıkmıştı...
Ama o zaman da çok güzel olmak gerekir...
öylesine güzel olacaksınız ki okurun gözü sizden baş-
kasını görmeyecek...
Şiirimizde bu çetin yolu seçmiş olanlar var.
Sanırım son günlerde ödül alan iki şiir kitabından biri-
ni, Hulki Aktunç'un Insan Aşklarının Külüdür adlı yapıtı-
nı bu tür şiirin başanlı bir örneği sayabiliriz.
Ne sürede yazıldı, bilmiyorum, ama o kitaba girmek
insanın aylarını değil, yıllarını bile alabilir...
Hüseyln Ferhad'ın Söyle Gölgen de Gitsin adlı yapıtı-
nın çetinliği ise çeşitli kültürleri kesiştirmesinden geli-
yor. Pek az okur böyle bir kitabın tadını çıkaracak kadar
çok yönlü olabilir. Geçmişten günümüze, Doğu'dan
Batı'ya, sozlüden yazılıya, dinlerden Manc'çıhğa, ilgi
alanına girmeyen şey yok şairin. Üstelik de derinliğine
bir özümleme söz konusu. Yoksa ortaya çıkan bir yamalı
bohça olurdu.
İşin şaşırtıcı yanı: Bunca çetinliğine karşın, Hüseyin
Ferhad'ın başarısı her yandan kolayca görülüyor. Duy-
duğuma göre, Yargıcılar Kurulu'nda bütün oylar Söyle
Gölgen de Gitsin'e verilmiş. Toplantıya katılamayan bir
üyenin gönderdiği oy zarfını açmışlar, o da Hüseyin Fer-
had'a... Çok ilginç... Çünkü değerlendirilen şiirin geç-
mişte beğenilere damgasını basmış bir örneği yok...
Evet, şiirde anlama büyük ağırlık veren bu şairler, iyi-
ce çetin, kıskanç şiirler yazıyorlar...
Ama görece yaygın olan bu eğilimden etkilenmeden,
tam tersi bir yolda yürüyen şairlerimiz de var.
Bunların başında Turgay Flşekçl geliyor diyebilirim...
Şu günlerde yayımlanan Dip Sevgi adı yapıtındaki şiir-
lerini topluca okursanız, hiç telaş etmeyen, son derece
dingin birsesle karşılaşacaksınız. Söylemek istedikleri-
ni düpedüz söyleyen bir şair... Okura boşluklar bırakmı-
yor... isterseniz yorumlarsınız, buna kimse engel ola-
maz, ama şair sizin forumunuza yaslanmıyor. Düşün-
celerini, duygulannı, düşlerini düpedüz, açık açık söylü-
yor... Birlikte kitabı karıştırıp şiirde düz anlatımın önemi
üzerinde konuşurken, Semih Gümüş:
- Aykırı şiir öylesine yaygınlaştı ki, hani bu ortamda in-
sana nerdeyse Turgay'ın şiirleri aykırı geliyor, gibi bir
söz etti....
Ne kadar doğru...
Şiir yazmaya heves eden gençlerin, başka örneklerin
yanı sıra, Dip Sevgi'öeki "Kent Yazıtları"r\\ da okumala-
rını isterdim. Şiirin nerelerde aranıp bulunabileceğini
görmeleri bakımından...
Kuveyfin
yağmakman
eserteri
Londra'da
LONDRA (AA) - Irak asker-
lerinin Kuveyt'i işgal ettikten
sonra yağmaladıklan milyon-
larca sterlin değerinde sanat
eserleri, Londra antika kara-
borsasında satılmaya başlandı.
Sunday Times gazetesinin ha-
berine göre, Ingiliz polisi, Ku-
veyt'ten kaçınlan mallan Lond-
ra'da pazarlamaya çahşan bir
dizi antıkaa ile Ürdünlü aracı-
lan belirledi. Satılmaya çalışılan
eserlerin büyük çoğunluğunun
Kuveyt'i yöneten El-Sabah aile-
sine ait olduğunu ve aralannda
bronz çağından kalma eserler
de bulunduğunu yazan gazete,
Ingiliz polisinin iki zengin Orta-
doğulu antikacıyı tutuİdadığını,
Ürdünlü bir antikacının da
tsviçre polisi tarafından tutuk-
landığını bildirdi.
Scotland Yard uluslararası ve
örgütlü suçlar şubesi dedektifle-
ri tarafından gerçekleşünlen
operasyonlarda, çalmtı eserler-
den bir kısmının ele geçirildiğı,
bunlar ıçınde 13. yüzyüa ait "AK
Bri»a" adlı 400 bin sterlin değe-
rinde bronz lamba, 260 bin ster-
lin değerinde 14. yüzyıldan kal-
ma iki mumluk, 15 bin sterlin
değerinde eski bir halının da yer
aldığı kaydedildi.
Polis, Londra üzerinden Ce-
nevre ve New York karaborsa-
lanna ulaşbnlan diğer çalınü
eserlerin değerinin milyonlarca
sterlini bulduğunu söyledi. Ku-
veyt işgali sırasında, Kuveyt
Müzesi'nden 20 bin parça eser,
Kuveytli zengin işadamı Jasûn
H Hoveyzi'nin 20 milyon sterlin
değerindeki özel koleksiyonun-
dan da 500 parça eser Irak'a
kaçınlnıışü.
Yağma operasyonunu, işgal
sırasında Kuveyt valisî tayin
edilen AU Hasan el Medd ile
Saddam Hüseyin'in istihbarat-
tan sorumlu kardeşı Sabavi tb-
rahim'in düzenledığini, en iyi
eserleri kendilerine ayırdıktan
sonra geri kalanlan Ürdünlü
antikacılara sattıklan da Sun-
day Times'ta yer alan haberde
belirtiliyor.
Fransa'da yayımlanan "Museart" dergisi son sayısında Türk sanatçılardan söz ediyor
'Ege'ninparanoyak düşgücüve büyüsü'
Küitür Servisi- Fransa'da yayımlanan
"Museart" dergisi son sayısını Ege Deni-
zı'ne ayırdı. Çarpıa fotoğraflarla Ege'-
deki kültür mirasını ve Ege yaşamını geniş
olarak tanıtan Museart dergisi, Yılmaz
Güney, Yaşar Kemal, Bedri Baykam, Odet
Saban, Züİfû Lrvaneü, Kudsi Erguner gibi
seslerini jourtdışında da duyurrnayı ba-
şarabilen, sanatlannda evrenselliğin kapı-
lannı aralayan Türk sanatçuan üzerine de
bilgiler veriyor sayfalannda.
Kudsi Erguner ile söyleşi
Dergide, kendi köklerini keşfetmeye
çalışan bir sanatçı olarak tanımlanan ney
ustası Kudsi Erguner ile Emmanuel Day-
de'nin yaptığı kısa bir söyleşi yer alıyor.
Erguner, bu söyleşide evrensel müzıği şu
sözlerle tanımlıyor: "Ben körü körüne ev-
rensel müziğe tâpan bir müzisyen değUim.
Değ^inüere inanıyorum. EvTensel müziğin,
şuiKÜden dejenereteşen pop müziğe değer
vennekten öte bir işlevi yok." Yazıda Er-
guner'in babası ve ağabeyinin ardından
zengin müzik birikimini sürdürdüğü, an-
cak Türkiye'de yaptığı müziğin eski oldu-
ğunu iddia etmeleri üzerine, bunun tersini
kanıtlamaya çahştığı belirtiliyor. 1973
yıhnda Fransa'da yaşamaya başlayan Er-
guner'in 40"tan fazla CD'sinin olduğu ve
bunlara yapıma, düzenlemeci, besteci
olarak imza attığı da yazıda yer alan bilgi-
ler arasında. Kudsi Erguner söyleşinin so-
nunda. "Ney çalmaya çok kücük yaşlarda
babamdan etkilenerek başladım. Şiındivse
42 yaşjndayun. Kendimi çok yaşlı hissedi-
yorum, çünkü uzun yıllar, tarihte şimdiden
köklû bir yere sahip olan müzisyeıılerin
eserfcrini sesiendirdiın" diyerek duy-
gulannı belirtiyor.
£ge Denizi'riin iki önetnli sanatçısı
Müzisyen, yönetmen, yazar ve köşe ya-
zan Zülfü Livaneli ve Yunan müzisyen
Mikis Tbeodorakis, Ege Denizi'nin iki
önemli sanatçısı olarak, Museart dergisin-
de Gaudioe Legardiner tarafından
tamtılıyor. Livaneli ve Theodorakis, Yu-
nan ve Türk müzüderini dünyaya duyu-
ran sanatcılar olarak tanımİanıyor. Ve
dergi, Livaneli'yi Türkiye'riin Theodora-
kis'i olarak tanıtryor, Fransız okurlara.
Livaneli'nin politik tavnyla da dikkati
çektiği, uzun süre politik kimliği nedeniyle
sürgünde kaldığı, pek çok filrn müziğine
imza atarak yönetmenlık yaptığını da be-
lirtiyor Legardinier. 27 Mart seçimlerinde
Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin İstanbul
Yaşar Kemal Mikis Teodorakis
Kudsi Erguner Odet Saban
Yılmaz Güney Bedri Baykam
C
arpıcı fotoğraflarla Ege'deki
kültür mirasını ve Ege
yaşamını geniş olarak tanıtan
Museart dergisi, Yılmaz
— Güney, Yaşar Kemal, Bedri
™ Baykam, Odet Saban, Zülfü
Livaneli, Kudsi Erguner gibi
seslerini yurtdışında da duyurmayı
başarabilen sanatçılara yer verdi.
Belediyesi başkan adayı olan Livaneli'nin
bu seçımlerde aldığı yenilgiden de söz edi-
liyor yaada. 1982 yıhnda "Yol" fılmiyle
Caones Fflm Festivalinde Altın Palmiye"-
yi Costa Gavras'ın "Kayıp" adlı filmiyle
paylaşan Yıhnaz Güney'e ise iki sayfa
ayumış Museart dergisi. Gerard Perron,
Güney'in bu ödülü kazanmasının Can-
nes'da bir sürpriz olarak nitelendirilmedi-
ğini vurguluyor yazısında. Perron, Yıhnaz
Güney'in 1984 yıhnda, henüz 47 yaşın
dayken Paris'te kansere yenik düşereİc tut-
kulu ve başdöndürücü bir yaşama veda
ettiğini belirtiyor. Güney'in yaşaraöykü-
sünü ve film serüvenini anlatan Gerard
Perron yazısını şu sözlerle noktalıyor:
"Çok önemli bir anemacı olan Yılmaz Gü-
ney, politik tavnnuı bedelini oldukça ağır
ödedi. 1983 \ılında gerçekleşrirdiği Du-
var' adlı filmi; yaşamının dörtte birini du-
variann arkasııida geçiren, yine de umudu-
nu hiç >itirmejen bir sanatçınm çığbğıdır
adeta." Valerie Bougault. kıtaplanyla
yurtdışında, özellikle Fransa'da oldukça
tanınan Yaşar Kemal üzerine yazdığı
yazıya şu sözlerle başlıyor: "Yaşar Ke-
maFin bir kitabmm sayfalannı açmak,
kimi zaman verimsiz, kimi zaman zengin
bir avuç toprağı elinizde tutmak gibidir. Bu
toprak Toros Dağı'nuı zirvelerinden gel-
miştir ve bOge kişi bu toprakla birlikte ev-
rensel olana da ulaşır."
Bougault; ritmiyle Doğu masallanna,
konulannın modernliğiyle destanlara
benzettiği Yaşar Kemal'in romanlannı,
her birinin ayn güzelükte manzaralan
gözler önüne serdiği, bin pencereli bir eve
benzetiyor. Bougault, sanatçıyı ve
yazmını etkileyen en önemli etkenlerden
birincisini, 5 yaşındayken babasının öldü-
rülmesine tanık olan Kemal'in kekeme
olmasıyla açıkhyor. fkinci önemli neden
olarak da sanatçının politik karşı çıkışını
göstenyor. 1951 yılında, onlarca işegirip
çıktıktan, Marksıst işçilerle direnişlere
katıldıktan sonra Istanbul'da gazeteciliğe
başlayan Yaşar Kemal'in kısa yaşamöy-
küsünü de anlatan Bougault, yaasmın so-
nunda Yaşar Kemal'in Nobel Edebiyat
Ödülü'nün en güçlü adaylanndan oldu-
ğunu belirtiyor ve jürinin Homeros ayan-
nda bulduğu bu yazara neden hala ödül
vermemekte direndiğini soruyor.
Dergide Françotse Moıminin; Cannes
Film Festivali'nin ardından Art Jonction
Fuan'na, Paris Lavignes-Bastille Galerisi
adına katılan Bedri Baykam ve dev boyut-
lardaki tablolannda arabesk ile erotik fi-
gürieri kaynaşuran Odet Saban'ı tanıtan
bir yaası da yer ahyor. 40 yaşlanndaki bu
iki Türk ressamının enerjisi sayesinde Ege
Denizi'nin asla ölmeyeceğini iddia eden
Monnin yazısında, Baykam'ın şu sözleri-
ne yer veriyor- "Ben temetde ressamım,
ama fırça darbelerim Arilla'nın atına >akm
bir yerierde. Yine de özeflikle "liveart' yapı-
yorum." Bedn Baykam'ın "liveart"ın ev-
renselliğini savunduğunu, oysa köklerini
Doğu ve Güney'den aldığmı savunuyor
François Monnin. Odet Saban ise yazıda
sanatını şu sözlerle tanımlıyor: "Resiınleri-
mi ibadet ve performans olarak tanımla-
yabiKrim. Denişler gibi dönüyoriar. Türk
müziğL, şüri ve mimarisinin izleri de var
sanatımda. Ege Denizi'nde yaşam bir labt-
renttir. Majınk ve rastlantı yoktur orada.
Paranoyaya varan bir hayal gücü ve büyü
vardır Ege'de."
Tutucu bt kadın
nasdshandahn
kahranumolabith?
Kültür Servisi- "Tiyatro okulundan mezun olduktan hemen son-
ra" diyor Sussex doğumlu genç ovuncu Tara Fıtzgerald. "John
Dırigan, bana yepyeni bir senano göndermişti ve okumamı istediği
bölûm, otuzbeş yaşındaki Te\aslı bir iş kadııunı içeriyordu. Düşün-
meye başladım.'Aman Lannm' dedim. kendi kendüne. Bu rolü oy-
namak için kendi kendimi nasıl olur da daha büyük ve olgun göste-
rebUirim? Kesinlikle bana uygun bir rol değildi".
Konuşmanm bu yerinde duruyor ve gülümsüyor: "Hayır, ke-
sinlikle bana uygun değildi, ama ben yine de gidip yönetmeni gör-
mek istedim ve rol sanki bana çok uygunmuş gibi davrandım. So-
nuçta, birkaç yıl sonra beni aramaya tenezzül ettikleri zamana dek,
hiçbir yanıt alamadım. Duigan, beni aradı ve "İşte şimdi sana göre
bir rolüm var' dedi."
Genç sanatçının sö-
zünü ettiği rol, John
Duigan'nın cinseffik
ve duygusalhk arası-
nda gidip gelen son
filmi «Sirens"taki Es-
tella Campion rolüy-
dü. Film, 1930'lu yı-
1larda Avusturalya'-
da geçiyor.
Estella ve bir din
adamı, Anglikan bir
bakan olan kocası
Anthony'nin (Hugh
Grant) o günlerde
yaptığı son derece
erotik heykel ve re-
simlerle sİcandala ne-
den olan Norman
Lindsay'in tartışma-
lara neden olan bu _ _ ,,<*,. , „ . . » ,
eserlerini uluslararası T a r a
Fitzgerald 'Sırens'furnınde Nor-
bir sergiden geri çek-
m
a n Lindsav' ı canlandınyor.
meye ikna etmelerini içeriyor. Sonrasım kısaca özetlemek gerekir-
se Estella, sanatçının yaşadığı yere gayet mutassıp ve fazlasıyla
resmi bir kadın olarak gelir, ancak çözülmüş, baştan çıkanlmış \ e
karşı karşıya geldiği bohem hayatı yaşayan ınsanlar tarafından
cinsel açıdan serbestliğe terk edilmiş bir kadın olarak döner.
Bu, onun için ilk tecrübe değil. Daha önce. "Hear My Song"da
Nancy ile, TVde gösterilen "The Camomile Lawn"de Polly ile ve
"Black Candle"da da bu tür rollerde göriinmüştü. Tara Fitzge-
rald'm Oscar ödüUü yeğeni Geraldine Fitzgerald, daha önce Lau-
rence Oliver'ın 'Rüzgariı Bayır'ında Isabella'yı oynarnışti. Tara
Fitzgerald, bundari rahatsız oluyor mu? Hayır, hem de kesinhkle.
Tara Fitzgerald'a fümlerde çıplakhk konusu sorulduğunda
şöyle yanıt veriyor: "Şimdiye kadar birçok cıplak sahnede oy-
nadan. Ancak bunlar fihnin akjşı içinde gerekliydi. Örneğin Si-
rens'm konusu içerisinde zaten fazlasıyla var. Görüntü olarak bir
yana, eserleri skandala neden olan Norman Lindsay'in çahşmalan
içinde bu böyle. Ancak bundan böyle boş yere olan çıplakhğa karşı
çıkabuirim, o kadar."