Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SA.YFA CUMHURİYET 24MAYIS1994SAU
DIZIYAZI
Artıkegemenlikulusun17 gün sonra. 28 Ekim 1922'de İtilaf
Devletleri bizi Lozan'da topianacak
Sarış Konferansı'na çağırdı. Ne var ki,
ttilaf Devletleri hala Istanbul'da bir
hükümet tannnak istiyor ve onu da bi-
dmle birlikte konferansa çağırıyordu.
Bu dunıın, İstanbul hükümetinin de
çağrılması, padişahlığın kaldırılması
işini kesin olarak sonuçlandırdı (...).
Baylar, bu konuda gereği kadar sağ-
lam bilgiler vardır. Yine de sorunun
özelliklerine ilişkin kimi bilgiler suna-
cağm:
1 Kasoıi 1922 gününden önce Meclis
çevrelerinde muhalifler benim padi-
şahlığı kaldıracağım yolunda telaş ve
gerginlik yaratıcı bir propagandaya gi-
rişınişlerdi (...).
Rauf Bey. bir gün Meclis'teki oda-
ma gelerek benimle önemli birtakun iş-
leri görüşmek istediğini; akşamleyin
Refet Paşa'mn Keçiören'deki evine gi-
dersem daha güzel konuşabileceğimizi
söyledi. Rauf Bey'in önerisini kabul et-
tim. O gece Rauf Bey'den, padişahlık
ve halifelik konusundaki düşüncesinin
ve kanısının neolduğunu sordum. Ver-
diği yanıtta şu açıklamalarda bulundu:
Ben, dedi, padişahlık ve halifelik onı-
nuna duyunç (vicdan) ve duyu (his)
bağlarıyla bağlıyım. Çiinkii benim ba-
bam, padişahın ekmeğiyle yetişmiş,
Osmanlı devletinin ileri gelen adamlan
arasına geçmiştir. Benim de kanımda o
ekmekten vardır. Ben iyilik bilmez de-
ğiüm ve olamam. Padişaha bağlı kal-
mak borcumdur. Halifeye bağlılığım
ise eğitimim gereğidir. Bunlardan baş-
ka, genel göriişlerim de vardır. Bizde
kamunun birliğini konımak güçtûr.
Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği
kertede yüce görülmeye alışdnîış bir
orun sağiayabilir. O da padişahlık ve
halifeliktir. Bu orunu kaldırtnak. onun
yerine başka nitelikte bir orun koyma-
ya çalışmak, yıkıma yol açar ve büyük
acı doğunır, bu, hiç uygun bir iş ola-
maz.
Komisyondaki göriişme
Rauf Bey'den sonra, karşunda oru-
ran Refet Paşa'dan düşüncesini sor-
dum. Refet Paşa'mn verdiği karşılık şu
idi:
Rauf Bey'in bütün düşünce ve göriiş-
lerine katıurım. Gerçekten bizde padi-
şahJıktan, halifelikten başka bir yöne-
tim biçimi söz konusu olamaz.
(...) Padişahlığı halifelikten ayırnıa-
ya ve önce padişahlığı kaldırmaya ka-
rar verdiğim zaman, ilk yaptığım işler-
den biri de hemen Rauf Bey'i Meclis"-
teki odama çağırmak oldu. Rauf Bey'-
in, Refet Paşa'mn evinde sabahlara
dek dinlediğim düşüncelerini ve göriiş-
lerini hiç bilmiyormuşum gibi, ayakta
kendisinden şunu istedim: Halifeliği >e
padişahlığı birbirinden ayırarak padi-
şahlığı kaldıracağız! Bunun uygun ol-
duğunu kürsüden söyleyeceksüüz!
Rauf Beyie bundan başka hiçbir şey
konuşmadık. Rauf Bey odamdan çı-
kmadan önce, yine bu iş için çağırmış
olduğum Kazım Karabekir Paşa geldi.
Ondan da bu yolda konuşmasını rica
ettim (...). Halifeliği ayırıp padişahlığı
kaldıran önerge hazırlanarak Meclis'e
getirildi (...).
Baylar, Meclis'in o günlerle ilgili tu-
tanaklarında görüldüğü üzere, Rauf
Bey kürsüden bir iki kez konuştu ve
dahası, padişahlığın kaldırıldığı günün
bayram kabul edilmesini de önerdi (...).
Tartışmalar sonunda önerge, ilgili üç
komisyona yollandı (...).
Komisyon başkanlığına hoca Müfit
Efendi seçildi. Sorunu göriişmeye baş-
ladılar. Diyanet İşleri Komisyonu üye-
si olan hoca efendiler, safsatalara da-
yanarak halifeliği n, padişahlıktan
aynlamayacağını savundular. Değer-
sizliğini belirterek, savları çühitmek
için kimse de ortaya çıkar görünmedi.
Biz. odanın bir köşesinde tartışmaları
dinliyorduk (...). En sonunda. karma
komisyon başkanlığından söz aldım.
Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yflk-
sek sesle şunları söyledim: 'Efendiler'
dedim, 'egemenlik, hiç kimsece, hiç
kimseye bilim gereğidir diye, görüş-
meyle. tartışmayla verilmez. Egemen-
lik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osma-
noğulları, egemenliğe el koymuşlardır'
(...). Şimdi de ulus, 'artık yeter' diye-
rek egemenliğini eylemli olarak kendi
eline almış bulunuyor (...). Burada top-
lananlar, Meclis ve berkes, sorunu do-
ğal bulursa sanırım ki uygun olur.
Yoksa, gerçek yine, yöntemine göre
saptanacaktn* (...).
Padişahlık kaldınlıyor
Bunun üzerine, Ankara millervekil-
lerinden hoca Mustafa Efendi, 'Bağı-
şlaymız efendim, biz sorunu başka
bakımdan ele almıştık, açıklama-
lannızdan aydınlanduV dedi. Sorun,
komisyonca çözüme bağlannnştı. (...)
Yasa tasartsı yazıldı. O gün, Mec-
lis'in ikinci oturûmunda okundu (...).
'Oylansın' sesleri yükseldi. Başkan
oya koydu ve 'Oybirüği ile kabul edil-
miştir' dedi. "Yalnız a\ kın bir ses işi-
tildi: 'Ben karşıyım!' Bu ses, 'Söz
yok!' sesleri ile boğuldu. İşte baylar.
Osmanlı egemenliğinin çökme ve or-
MER 1 Ç VELİDEDEOÖLU
A. A. alifeliği ayınp padişahlığı
kaldıran önerge Meclis'te
görüşülürken Mustafa Kemal
söz abyor: Efendiler, egemenlik
hiç kimsece, hiç kimseye bilim
gereğidir diye, görüşmeyle
tartışmayla
verilmez.
Egemenlik,
güçle, erkle ve
zorla alınır.
osman-
oğullan,
egemenliğe el
koymuşlardır.
Şimdi de ulus,
artık yeter
diyerek
egemenliğini
eylemli olarak
kendi eline
almış bulunuyor.
Rurada
toplananlar,
Meclis ve
herkes sorunu
doğal bulursa,
sanınmki
uygun olur.
Yoksa gerçek
yine, yöntemine
Mustafa Kemal, Meclis'te halife seçimi yapılırken konuyla ilgili görüşlerini şöyle g
açıklar: Egemenlik, hiçbir anlamda, hiçbir biçimde ortaklık kabul etmez. Sanı ister ^_ n a p r , W ] r
Halife olsun ister başka bir şey, hiç kimse bu ulusun yazgısında ona ortak çıkamaz. ad.pid.Ild.Cd.KUI.
tadan kalkma töreninin son evresi
böyle geçmiştir" (1 Kasım 1922).
Evet, Meclis'in bu karanndan son-
ra. İstanbul'dan gelen. 17 Kasım 1922
günlü bir tel yazısı. ertesi gün Meclis'-
te okundu. Meclis'in o günkü oturu-
munu Atatürk, Söylev'de şöyle anla-
tacaktır.
"Bu tel yazısının ilk cümlesi şu idi:
Vahdettin Efendi bu gece saraydan
özgürlüğûnü ve yaşamını tehlikede
gördüğünden, bütün Müslümanlann
halifesi kimliğiyle hem İngiliz koru-
>uculuğunu hem de İstanbul'dan
başka bir yere götüriilmesini istemiş-
tir Padişah hazretlerinin isteği, bu sa-
bah yerine getjrilmiştir. Türkiye'deki
İngiliz kuvvetlerinin başkomutanı ge-
neral Sir Şarl Harrington, padişah
hazretlerini almaya giderek, bir İngi-
başında bulunduğunu düşünmek ne
acıkhdır!.."
Burada bir ayıraç (parantez) aça-
rak genelde 19 Mayıs günlerinde za-
man zaman da' 1 Kasım'larda günde-
me getirilerek tartışılan bir konunun
yine Söylev aracılığı ile aydınlanma-
sınm gerektiği kanısmdayız. Çünkü
kimi kesimlerce bilinçli olarak saptın-
lan, kimilerince de Söylev kaynak
ahdettin'in yurttan
kaçış haberi gelince
Mustafa Kemal Meclis'te
şöyle diyor: Baylar, hangi
nedenle ve nasıl olursa
olsun Vahdettin gibi,
özgürlüğûnü ve canını
kendi ulusu içinde
tehlikede görebilecek
kertede küçülmüş birinin
bir dakika bile olsa, bir
ulusun başında
bulunduğunu düşünmek
neacıklıdır!..
kaçmıştır (...). Şimdi işgal kuvvetleri-
nin ajanslarla yayımlanmış olan bildi-
risini tutanaktan okuyahm:
Bir örneğini ilişik olarak sunduğum
resmi bildiride yazıldığı gibi, padişah
hazretleri İngjltere'nin koruyuculuğu-
na sığınarak bir İngiliz savaş gemisiy le
İstanbul'dan aynlmıştır."
İmzaHarrington."
General Harrington'un bu yazısına
ekli olarak gönderdiği yaa Meclis'te
okunurken, milletvekilleri Vahdet-
tın'in yaşanunda Osmanlı devletinin
son soluklannı duyuyorlardı. Ata-
türk'ü dinlemeyi sürdürürsek ek
yazırun içeriğini öğrenebiliriz:
"Resmi olarak bildirilir ki. padişah
hazretleri bugünkü durum karşısında
Son Halife Abdülmecit Efendi.
iiz savaş gemisine dek kendisine eşlik
etmiştir (...). İngiltere Olağanüstü
Komiser Vekili Sir Nevil Henderson.
padişah hazretlerini gemide görmeye
gitmiş ve Kral Beşinci Corc'a, bildıril-
mek üzere isteklerini sormuştur."
\ ahdettinV bakış
Bu onur kıncı durumun Meclis'te
yarattığı büyük şaşkınlık karşısında
Atatürk, milletvekiîerine şöyle sesle-
necektir:
"Baylar. hangi nedenle ve nasıl
olursa olsun Vahdettin gibi, özgürlü-
ğûnü ve canını kendi ulusu içinde teh-
likede görebilecek kertede küçülmüş
binnin bir dakika bile olsa. bir ulusun
Son padişah Vahdettin.
gösterilerek aktanlan bu konu, Ata-
türk'ün Şamsun'a çıkışı ile ilgilidir.
Bilindiği gibi kimi çevrelerce
Atatürk, Vahdettin tarafından, milli
mücadeleyi Anadolu'da örgütleyerek
düşmanı ülkeden sürüp çıkarması
için Şamsun'a gönderilmiştir!..
Kimileri de Şamsun'a çıkmadan
Snce Atatürk'ün Vahdettin ile bulu-
şup nasıl vedalaştığını. bu buluşmada
padişahın kendisine verdiği arma-
ğanı. aralannda geçen konuşmalan
Söylev'de açık ve seçik olarak an-
lattığını ileri sürerler.
Oysa böyle bir "veda sahnesi" Söy-
lev'de yer almadığı gibi. sarayın da
Atatürk'ü Şamsun'a gönderme
amaa, ülkeyi düşman salgınından
kurtarmak değildir. Ya nedir? İşie
bunu Söylev'de Atatürk kesin biçim-
de şöyle belirtir:
"Benim yetkim, bu iki (3. ve 15.) ko-
lorduyıı doğnıdan doğnıya buyruğum
ve komutam altında bulundurmaktan
daha genişti. Müfettişlik bölgeme
yakın birUklere de (buynık) bildirimi
yapabilecekrim. Bu arada bölgemde
bulunan ve bölgeme yakın olan valilik-
lere de bildirimde bulunabilecektim.
Bu yetkiye göre, Ankara'da bulu-
nan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu
müfettişlik ik Diyarbakır'daki kolor-
du ile ve hemen bütün Anadolu'da
devletin sivil örgütlerinin yöneticUeriy-
le yazışabilecek ve iUşkiler kurabile-
cektim.
Yetki nasıl verildi?
Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul'dan
sürüp uzaklaştırmak amacıyla Ana-
dolu'ya gönderenlerin bana nasıl ver-
diklerine şaşabUirsiniz. Hemen söyle-
meliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bile-
rek ve anlayarak vermediler. Benim,
her ne türlü olursa olsun. İstanbuPdan
uzaklaşmamı isteyenierin buldukları
gerekçe, "Samsun ve yöresındekı gü-
vensizliğj yerinde görüp önlemek için
Samsun'a değin gitmek" idi. Ben, bu
işin başanlmasmui. bir görev ve (geniş)
yetki verilmesine bağlı olduğunu ileri
sürdüm. Bunda hiçbir sakınca gör-
. mediler. O günlerde genelkurmayda
bulunan ve benim amacımı bir derece-
ye kadar sezinleyen kişilerle görüş-
tüm. MüfettişUk görevini buldular >e
yetkiyle ilgili yönergeyi de (taümatı)
ben kendim yazdırdım. Dahası, Har-
biye Nazırı (Milli Savunma Bakanı)
olan Şakir Paşa, bu yönergeyi oku-
duktan sonra altına imza atmaktan
çekinmiş, anlaşılır anlaşıbnaz bir bi-
çimde mühürünü basmışttf."
Halife seçimi
Görüldüğü gibi Atatürk tasar-
ladığı plana göre, başka bir deyişle
Anadolu'da gerçekleştirmeyi düşün-
düklerine uygun bir görevi kendi
kendine belirler ve bunu -bir bakıma
yan resmi- bir onayla yetkiliden
kopararak abr.
Az önce açtığımız ayıracı (parante-
zi) burada kapatarak Söylev'in akışı
içinde bıraktığımız noktaya dönelim.
Padişah kaçınca taşıdığı öteki
sanın, yani halifeliğin şimdilik birine
verilmesi gerektiğini düşünen
Atatürk, Veliaht Abdülmecit Efendi
ile Ankara hükumetinin İstanbuF-
daki temsilcisi Refet Paşa'run konuş-
masını ister. 18 kasımda Meclis, bu
konu için toplanıp birde gizli oturum
yapar. Şimdi bu gizli oturumda ko-
nuşulanlan Atatürk'ten dinleyelim:
"Kaçan Vahdettin, 18 Kasım 1922
günlü gizli Meclis otunımunda halife-
likten çıkarıldı. Bu orurumdaki görüş-
meler hakkında kısaca bilgi vereyim:
Meclis'te işi, çok ağır >e önemli sa-
yanlar vardı. OzeUikle hoca efendiler,
çok dikkatli ve uyanık idiler. Bir halife
kaçmış. Onu halifelikten çıkarmak.
yenisini seçmek, sonra yenisini İstan-
bul'da bırakmayıp Ankara'ya getir-
mek, ulusun ve devletin başına gecir-
mek... Kısacası halifenin kaçması y ü-
zünden Türkiye ve bütün Müslü-
manlık dünyasmda kargaşa çıkmış, ya
da çıkacakmtş... Onun için önlemler
aiınmalı imiş... Görüşmelere ve tartı-
şmalara ben de katıldım. Söyledikle-
rim ana çizgileriyle şunlardı:
Atatörk'ten Menderes'e
Bu Meclis, Türk ulusunun MeclisT-
dir. Meclisimiz. kendi kendine, bütün
Müslümanlık dünyasını kapsayan bir
güç elde edemez. Halife adını taşıyan-
lar yabancılara sığınabilirler. Düş-
manlar ve halifeler. el ele verip her şeyi
yapmaya girişebilirler. Ama yeni Tiir-
kiye'nin yönetim biçimini, siyasasını,
gücünu. hiç mi hiç sarsamazlar.
Egemenlik, hiçbir anlamda, hiçbir
biçimde, hiçbir renk ve belirtide or-
taklık kabul etmez. Sanı. ister halife
olsun, ister başka birşey olsun, hiç
kimse bu ulusun yazgısında ona ortak
çıkamaz. Bunu önerecek hiçbir millet-
vekiü bulunamaz (...). Aynı oturumda
Abdülmecit Efendi halife secildi."
Evet: Atatürk Meclıs'te halifeliği
önerecek hiçbir milletvekilinin bulu-
namayacağı kanısındadır. Oysa,
1950'Ii yıllann Demokrat Parti ikti-
dannın Başbakanı Aydın Milletveki-
li Adnan Menderes, aynı Meclis'te
millet\ekillerine; "Siz isterseniz hila-
feti bile geri getirebilirsiniz!" diyebiie-
cektir. Bu gjbi öneriler karşısında
Atatürk'ün Söylev'de yer alan;
"Saygıdeğer ulusuma. şunu öğütle-
rim ki: Bağrında yetiştirerek başının
üstüne dek çıkaracağı adamların kanı-
ndaki, duyuncundaki öz mayayı çok
iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir
zaman geri kahnasm!.." uyansını anı-
msatmadan geçemeyiz...
Yarın: Yurttaslık
tartışması
İLAN
T.C.
ÇAYKARAASLİYEHUKUK MAHKEMESİ'NDEN
DosyaNo: 1993 435
Davaa Çaykara tlçesı Şahinkaya Köyü'nden Ahmet Hulusioğlu.
1938 doğumlu Yıldız Uygun tarafından Şahinkaya Köyü Muhtarlığı
ve Çaykara Mal Müdürlüğü aleyhine mahkememize açılan tescil da-
vasının yapılan duruşması sırasında verilen ara karan gereğınce:
Tescile konu taşmmaz Çaykara Şahinkaya Köyü Derelık mevkıin-
de kain:
Doğusu: Solakb Deresi,
Batısı: Dursun evlatlan Muhammet, Mustafa \e Hilmi Birinci ta-
şınmaa.
Güneyi: Mehmet evlatlan Mustafa. Kemal. Mehmet Karataş ile
Fehmi oğlu Mustafa Karataş, Şakir oğlu, Muhammet Karataş ve
Kasım oğlu İsmet Karataş'lar ile çevrili.
Kuzeyi: Hilmi U>gun Fındıkbğı ile çevrili 4295 m2
alanında'çavır-
lık olan işbu taşınmazda hakkı olan varsa ilan tarihinden iübaren üç
ay ıçensinde yazılı olarak mahkememize ıtirazda bulunmalan, aksi
halde davacı adına tescil karan verilecegi ilan olunur.
Basın: 48328
ÇAĞDAŞ YAŞAMI
DESTEKLEME DERNEĞİ
PANEL
Konu: Cumhuriyet Döneminde Öykü
Açış konuşması: Türkan Saylan
Yöneten: Sami Karaören
Konuşmaalar: Faik Baysal, Feyza Hepçilingirler, Tansu Bele
Öykü okuyan: Neşe Doster
Yer: Caddebostan Kültür Merkezi Bağdat Cad. Haldun Taner
Sok. Caddebostan
Tarih: I Haziran 1994 Salı
Saat: 18.00
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKCİ
Deveyi Hamuduyla
Yutanlar...
Bayramın ikinci günü, polisleri kutlayan Tansu Çiller,
"Kurban Bayramı" diyeceğine, "Ramazan Bayramı" mı
dedi ne? Biri dürtmüş olmalı ki, düzeltti:
- Ramazan değil, Kurban Bayramı!
Nursun Erel'le, Ali Bilge'nin, "Tansu Çiller'in Siyaset
Romanı" kitabında, bunlardan çok var. Yakından izledim,
kitap Cumhuriyet'te parça parça verilirken, biliyorum, Nur-
sun'la Ali iyi çalıştılar...
Taşlama ustası Hasan Çelebi nın birkaç taşlamasını
dinledim kendisinden; biri şöyle:
"Yola düşmüş arıyor mumla, kanıtsız kananı/'Baanız,
annenizim!' der de, ağlatır ananı!"
öbüründe Hasan Çelebi, sanki gönül alıyor gibi:
"Borca batsak da, haciz konsa da ev barkımızaı'Kimse
toz konduramaz iilkede Jan Darfc 'ımıza!"
Üçüncüsü de uyarı gibi:
"Çenebazlık seni er geç bitirir/Netekim! Çok konuşan
çokyitirir."
Hasan Çelebi'nin evine haciz gelmedi, ama arife günü
hırsız girdi. Geldiğinde evin kapısını ardına dek açık bulan
Hasan Çelebi, ne yapacağını şaşırdı. Tüm giysileri, şapka-
sına dek gitmışti. Kavaklıdere Karakolu'na koştu. Polisler,
ozan Çelebi'ye umutsuz baktılar O yörede soyulmadık ev
yoktu ki. Polislerden biri:
- Ben de şairim! dedi, şiiryazıyorum! Hasan Çelebi yle il-
gılendi. Hasan Çelebi de bir 'şair' polisle karşılaştığı için
sevinçliydi.
- Hangi şairleri okudunuz? diye sordu.
- Şiir okumadım! yanıtını aldı.
Polisler hırsız kovalamaktan başka ış yapamaz durum-
daydılar. Hasan Çelebi, eve döndü. Kapıyı açmak isterken,
dil arkaya düşüverdı mi? Dışarıda kaldı mı? Doğruca kara-
kola koştu.
- Ne olur? dedi, hırsızt çabuk bulun, dışarıda kaldım! Ka-
pıyı artık, ancak hırsız açabilir!
Bugün aslında. eve gıren hırsızları yazacak değildim.
Şahap Balcıoğlu öldü, ona değinecektim; Sıvas'ta ölüm-
den kurtulan Ali Yüce, ölümcül bir trafik kazası geçirdi;
şimdi kurtarmış gibi. Bedava yaşadığını düşünüyor:
- Yirmi gün önce, dünyada yoktum, olmüştüm! dıyor.
Bir okur telefon ettı, şöyle dedi:
- Talım-Terbiye, okullarda eğitim konusunda karar alı-
nan bir yer. Ben bir öğrenci velisiyim. Kurula bağlı bırtakım
komisyonlar var sanıyorum, ders kitapları ile ilgili. Benim
kızım, oranın karar verdiği kitapları okuyor. Kimi gerici ga-
zetelpr, oradaki komisyonlara ilişkin birtakım şeyler yazın-
ca, bu benim dıkkatımi çekti Cumhuriyet'e, Milliyet'e bak-
tım. o tür bir haber yok!
Okur oncağız söyledi. "Bir kurcalayın bakalım içyüzü
neymış?" demek istiyordu. Kurcaladım, araştırdım. Hani,
birlaf var:
- Dışandan baktım, bir yeşil türbe, içine girdim tovbe Al-
lah tövbe!
içerisı Osmanlıcı mı ne? Yine halk sözü dörtlük:
"Şalvarı şaltak Osmanlı/Eğeri kaltak Osmanlı/Eken de
yok, biçen deyok/Yiyen de ortak Osmanlı!.."
Talım-Terbiye'ye bağlı 150 kışiden oluşan bir "Kitap Oku-
ma Kurulu" var; çoğunluğu Refah Partisi ile MHP eğilimli.
27 Mart yerel seçimlerinden sonra, iyiden iyiye keskınleş-
miş durumdalar. Buradaki öğretmenler, okullardan seçilip
geliyor. Nasıl bir geliş. "Kitap incelemekurulu"değil, sankı
çiftlik! Okunan kıtaplar, parayla okunduğu ıçın hem okulla-
rından ücret alıyorlar, hem de kuruldan. Bir de haklarında
çok ağır suçlamalar, söylentiler var: Sözde bunlar, kitapla-
rını okudukları yayınevlerini haraca bağlamışlar, kitapları
yayımlayan yayınevlerinden de para sızdırıyorlarmış! "Şe-
nafç/"dergileri, bunlar okur, bunlar "olur" verırlermiş! Bu
dergilerin okunması da hep o kafa yapısına uygun kişilere
düşermış nedense. Kimi yaymevlerindekiler de:
- Kuruldakıleri gördük, kitabımızı (ya da dergimizi) geçir-
drfc.'derlermiş.
Kurula gelen kitaplardan kimının yazarı, azıcık an dil, ya-
lın dil kullanmışsa, daha okunurken yiyeceği sövgünün
hesabı yokmuş:
- Pezevenk! Bu kelime kullanılır mı, diye sövermiş oku-
yan.
Her cuma günü de aşağıdaki mescit hıncahınç dolarmış.
Hem Müslüman geçinip dürüstlükten söz edeceksın,
hem de deveyi hamuduyla* mı yutacaksın?.. Bu develer yi-
ne de küçük develer mı? Devenın yavrusu boduk yanı...
Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz, Talım-Terbıye Kurulu
Başkanı Yusuf Ekinci ile Teftış Kurulu Başkanı Cemal Şe-
ker, bırdePersonel Genel MüdürüErsinSapmaz'ıngörev-
ierine son verince, DYP'nin tutucuları kızılca kıyameti
koparmak ıstedıler. Basının gericisı, dencisi arkalarmda...
Nevzat Ayaz, asıl bu kitap okuma kurullarına el atmalı.
Bir kıtapta "kara sevda" sözcüğü geçıyor diye. kuruldan
geçmemiş. Gerekçe de hazırmış:
- Efendim, oyaştakı birçocuğa "karasevda"y/nas//an/a-
tırsın? Olur mu? Çocuğun ahlakı bozulur!
Bu kurula seçilecekler, gerici-derıcı arasından, ahbap-
çavuş ilışkileriyle seçilmemeli. Şimdi, orası kurul olmaktan
çıkarılıp "enstitü" olacakmış. Kalacakların listesi de bay-
ram sonu Milli Eğitim Bakanı'nın onayına sunulacakmış.
Bakan da, olayın içyüzünü araştırmadan onaylarsa, yandı
gülüm keten helva!
DHamut. Arapça sözcüğün karşılığı, "koşum" demek. "Deveyi ko-
şumlanyla yutmak..."
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ Dağlann yüksek yerle-
rinde nişan almak için
ağaç ya da taştan yapılan
belli yer. 2/ Yurdumuzda
kurulmuş yirmi bir köy
enstitüsünden biri... Mi-
marlıkta "sahın" anla-
mında kullanılan sözcük.
3/ Asker... Kız evlat. 4/
Aristoteles'in şiir anlayı-
şından alınan ve sanat
yapıtını birtakım kuralla-
ra bağlı olmakla birlikte.
dünyanın bir taklidi ola-
rak tanımlayan terim. 5/ Ağızda
güç eriyen bir şeker cinsi... Küçük
mağara. 6/ Kedi ya da köpeğin ön
ayağı... Rey. 7/ Kimyada basit şe-
kerlerin genel adı... Az pişmiş et. 8/
"Gün bitti, ağaçta neşe söndü
Yaprak oldu. kuş da yakut"
(Ahmet Haşim)... Bir tür taze ve
tuzsuz beyaz peynir. 9/ Sıkıntı ver-
me, üzme... Sahip... Fas'ın plaka
işareti.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Almanya'da Nazi döneminin gizli polis örgütü. 2/ Otlak...
Ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimse. 3/ Çinko-
nun simgesi... Tarih öncesine dayanan efsane... Uzakbk işareti.
4/ Para ve ticaretle ilgili işlemlerde kullanılabilen kısa süreli ser-
maye. 5/ Mantık... Kimi hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak
için vücuda verilen eriyik. 6/ Bir nota... Bilgisiz ve kültürsüz
kimse. 7/ Bir adın ya da sözcüğün baş harfi. 8/ Güvenilir... Çin-
geneler'i oluşturan üç gruptan birinin üyelerine verilen ad. 9/
Izmir yakınlanndaki ünlü antik kent... Gemide maçuna ve baş-
ka makinelerin çevrilmesi için verilen komut.