25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURfYET 18 MAYIS1994 ÇARŞAMBA 12 DIZIYAZI indistan'ın en bü- yük kenti Kalküta'nın nüfusu 15 milyona yakın. İsnıini gü- neyindeki İcüçük Kalikata köyünden almış. İngilizlerin Doğu Hindistan şirketi. 1687"de Moğollardan ko- pardığı Lzinle bu köyde bir üs kurmuş. 1696'daisebugünkü Kalküta'nın ortasında kalan \Villiam Kalesi inşa edilmiş. Böylece dünyanın en büyük kentlerinden birinin doğumu başlamış. Kalküta, 1912'ye dek İngiliz Hindistanı'na baş- kentlik yapmış. Bağımsızlık hareketinin ilk kıvılcımlan çakmaya başlayınca başkent, Yeni Delhi'ye taşınmış. Ken- tin politik gücündeki eksilme. ekonomiyi kontrol yetenekle- rini azaltmamış. Fakat bölge- de yaşanan savaşlar sırasında, 1971'deki Hindistan-Pakis- tan sorunu ve Bangladeş'in kuruluşunda yoğun göçmen akınıyla karşılaşınca ekono- misi-altyapısı yetmez olmuş. Kalküta'ya ilişkin ürkütücü yoksulluk öyküleri bu dö- nemlerin koşullanndan kay- naklanıyor. Bugün Batı Bengal eyale- tinde komünistler yönetimde. Kimi sorunlara çözüm getir- mekle birlikte kırsal kesimde önemli bir ilerleme kayde- demedikleri söyleniyor. îkti- dann zaaflanndan ve kötü yönetimden çokça yakınılı- yor. S. O Z C A N Y U R D A I A M abah uyanıyoruz, kent susmuş. Siliguri'de olağanüstü bir sessizlik var. Ne motor gürültüsü ne bir korna sesi. İnsanlar caddelerde ellerini kollannı sallayarak dolaşıyor. Haydi hayırlısı. Resepsiyon görevlisini duvar dibinde güneşlenirken buluyoruz. 'Genel grev* diyor. Kentte yaşam durmuş. Birkentinsusuşu Sokaklar kimin Kalküta'nın ortasından ge- çen Hoogly Nehri'nde sefer yapan teknelerden biriyle kenti seyrederek uzun bir yol- culuk yapıyoruz. Kalküta iki yanımızdan akıyor. Nehirde ise adak çiçekleri, çöpler, hay- van leşleri ve üstlerine tüne- miş kargalarla bozbularuk bir su. Güneş batarken kentin si- luetini izleyerek geri dönüyo- ruz. Iskeleden otele yürüdüğü- müz yanm saatte beş gösteri- nin içinden geçiyoruz. Önce denizcilik şirketi çalışan- lannm mitingi. sonra dok işçi- leri ve hamallannın grevi. ardından bayraklarla do- natılmış caddede kalabahk bir poÛtik toplantı, hemen yakınında üniversiteli Müslü- man öğrencilerin hararetli konuşmaasını dinleyen top- uluk, en sonra, Hemşireler BirliğTnin rotasyon uygu- lamasını kınayan - etkinliğı. Bunlann hepsi açık havada, özenli çevre düzenlemesi için- de, her söylenenin rahatça an- laşıldığı geniş katılımlı canh toplantılar. Hiçbirinde gü- venlik güçlerinin varhğı açı- kça farkedilmiyor. Resmi gö- revliler daha çok trafiğin dü- zenlenmesiyle meşgul. Kısa- cık bir zaman diliminde bu kadar farklı politik gösterilere maruz kalmak bize doku- nabilir. Kestirmeden otele dö- nüyoruz. Kalküta'nın ortasından geçen Hoogly Nehri, bozbulanık bir su. Üzerindeki adak çiçekleri, çöpler, hayvan leşleri ve leşlerin üstüne tünemiş kargalarıyla oldukça ilginç bir görüntü oluşturan nehirde, bambu taşıyan tekneler gün boyu yük alıp yük boşaltıyorlar. de kalıp dinlenmek niyetinde- yiz. Nilgün, Hiroto ile Junko'- nun odasına uzanıyor, ben ilaç almak için çıkıyorum. Daha önce mide ağnlanm başladığında fark etmiştim: Ne kadar çok eczane \ar Kalküta'- da. New Market'in karşısında bir tane görmüştüm ona gidi- yorum.Tezgâhaıkasındaonkişi çalışıyor. Dört tane kasa var. Ortalıkta dolaşan biri de gelen- leri ilgili bölümlere yolluyor. tstenen ilaç için doldurulan fiş. koçanıyla birlikte kasaya götü- riilüyor, ödeme yapıldıktan sonra üç yerine kaşe basılarak birparçası alıkonuyor. Tezgâha koçan ıade edilip ilaç alınıyor. Pek kolay iş değil görüldüğü gibi. Hindistan'da ilaç taneyle. Şu- rup şişeleri ise bizimkilerin yansı kadar. Kimyasal bileşik- îilerin yanı sıra "ayurvedik" de- nilen doğal malzemelerle ha- zırlanmış ilaçlar da eczanelerde bulunuyor. Köşe başlanndaki "halk tabiplerT'nın renk renk kavanozlardaki kurutulmuş kökler. >ılan gömlekleri, boy- nuz ve tırnaklarla hazırladıkları iksirlerde derdine derman bula- mayanlar, hala doğal ilaçlarda direniyorlarsa ayurvediklere başvuruyorlar. Hindistan'da geleneksel tıp resmen tanınıyor. Okullan. hastaneferi, eczaneleri var. Hasta. gözünün kestiği. aklının yattığı türden doktora bırakıyor kendini. Biz köşeba- şındaki hasıra yerleşmiş sağhk- çılan es geçip ayurvedikçilerden medet umuyoruz. Sokakta diş "söktürmek" Hindistan'da ufak tefek sağ- lık sorunlanru gidermek kolay da. dişle ilgili problemler için aynı şeyi söylemek zor. Sokaklarda dolaşırken bir ara kaldınm dişçilerinin mıntı- kasma düştük. Yerlere serilmiş kalın kırmızı muşambalann üs- tünde önceki operasyonlarda "sökülen" yüzlerce diş mostra- lık duruyordu. Bir kenarda.hazır protezler beklerken diğer köşede dolgu için kocaman çarkı elle döndü- rülen "tur motonı" vardı. Arka- daki duvara. tam tekmil gülen bir ağzın çizdldiği "Dentist" ta- belası asılıydı. Bütün bunlann arkasında bağdaş kurmuş "avmı" bekleyen "dişçi" oturu- yordu. Yan yana otuz taneydi- ler. Fotoğralannı çekerken bir hasta geldi, ağzını acıp derdini anlattı, pazarhk ettiler. Uyuşa- mayınca hasta yandaki tezgâha yöneldi. orada da aradığını bu- lamamış olmalı ki yine ilkine döndü. Oturup ağzını açarken arkadaşı elini tuttu. Biz iki kare fotoğraf, hekim bir diş çekti. "Geqniş olsun" diyerek uzak- laşırken hasta peşimizden ko- şup elimıze bir şey tutuşturdu. Adresini vermiş, diş hatırası fo- toğrafını istiyormuş. Bit ayıklayanlar için etüt Otelden duygulu bir uğurla- mayla aynlıyoruz. İştasyon ka- labalığı her zamanki telaşı için- de. Kalküta sanatla yaşayan bir kent, ama bu kadan da hoşlu- ğun biraz ötesinde: Akademili öğrenriler bağdaş kurup malze- melerini açmışlar, iştasyon fa- kirlerini karşılanna model oturtmuş desen çahşıyorlar. Vakit gece yansını geçmiş, mo- dcller gözleri yan kapalı birbir- lerinin başından bit ayıklıyor- Özgürlüğün bedeli Kalküta gezenler için bu- unmaz bir kavşak ve konak- lama yeri. "Sahici" etkinlikle- rin yanı sıra her türden turis- tik atraksiyonu da banndın- yor. Örneğin otelde oturur- ken yanıruza gelen nur yüzlü bir Hintli, Guru olduğunu. az ötedeki bir köyde Aşram kur- duğunu, benliğini tanımayı arzulayan Batılılara yardım etmeye çalışüğını söyleyerek sizi de davet edebilir. Bu. Aş- ram'da geçireceğiniz birkaç günden sonra memlekete döndüğünüzde nasıl meditas- yon yaptığınızı, annıp gerçeğe ulaşmaya çahştığınızı, Hin- distan'ın ruhani etkisiyle nasıl "özgürleştiğinizi" uzun uzadı- ya anlatabilirsiniz. Veya hava karardıktan sonra köşebaş- lannı tutan "good haşhaş" satıcılanndan Hindistan'daki günlerinizin tümü için sonsuz düşler satın alabilirsiniz. Ya da akortsuz bir saza, avaz avaz eşlik eden şarkıcıya "ne kadar otantik ne kadar doğal şu Hiırt müziği T ' diye bayıla- bilirsiniz. Belki de beslenme bozukluğu, yoksulluk ve gün- lük yaşama sinmiş din, Hin- distan'ın gizemiymiş gibi gele- bilir. Bu ülkeji CHsneyland gibi de gezebilirsiniz... Bun- lann dışında mitolojisi, gele- nekleri, sanatlan, ekonomik ve politik yapısıyla bu kar- maşık dünyayı yaşamaya çalışmak da bir seçenek. Bunu becerebilmek için neyi aradığınızı bilmek zorunlu değil. ama neyi istemediğinize dair bir refleks geliştirmek, in- sanı sürekli seçenek yağmuru' altında tutan bu memlekette şart. Kalküla'da yakamıza takı- lan bir rozette şunlar yaayor- du: "Sonsıız uyanıklık, öz- gürlüğûn bedelidir. n tlacınız nasıl olsun... Akşam Darjelling'e gitmek için Kalküta'dan aynlacağız. Odayı boşaltıyoruz. Nîlgün biraz kınkhk hissedivor. Otel- Irmakla dağın a$kından doğan destan Mahabharata ve Vyasa'mnöyküsü Hindistan'da sürpriz bek- lemek yerine onu yakala- manın praıik >öntemlerin- den biri "her kalabalığa, ışığa ve sese yönelmektir." Bu yöntemin bizi hiç yanı- ltmadığını sö>leyebilirim. Otele doğru yürürken. çev- resi renkli lambalarla süs- lenmiş bir yapı görüyoruz. Kafamızı içeri uzatınca, "ge- lin, gelin" diye işaret ediyor- lar. Giriyoruz. İşinin çoğu bitmiş bir inşaat. Merdiven dibine yüzlerce çift ayak- kabı çıkanlmış. Yukandan müzik ve konuşmalar geli- yor. Katlan çıkmaya başlıyo- nız. Bir, iki her İcatta ayak- kabı yığınlan. üçüncü katta seslere ulaşıyoruz. İçerde kadınlar ve erkekler bağdaş kurarak oturmuş. çocuklar koşturmaya yelteniyor, ama kıpırdanacak yer yok. Yol açıp bizi bir kenara alı- yorlar. Sütunlardan sıynlıp sahneyi görünce çarpılıyo- ruz. Renk, ışık, kostüm. tek- rar renk. Makyaj, peruk, takma sakal. yine renk. Pul- lar, simler, yaldızlar arası- nda krallar, azizler ve tann- lar oturuyor. mikrofondan konuşuyorlar. Gözümüzün kamaşması geçip çevreye bakınca izleyiciler arasında Hindistan, tannlar, tanrıçalar ve destanlar ülkesi. Bu sokak çalgı- cısı da elinde tannçalann sazı veena, hüzünlü nağmeler calıyor. dinleyen. güiümseyen ve tapınanlan far- kediyoruz. Yanımızda biri bir şeyler söy- lüyor, "Mahabharata"yı anlıyoruz. Mahabharata, Hint mitolojisinin ana belgelerinden biri. Kökeni bilinmiyor, ama bugüne ula$an biçimi. 4. Yüzyıl'da kaleme ahnmış. Illiada ve Odissea'nın se- kiz katı uzunlukta. Binbirgece Masal- lan'na taş çıkartacak giriftlıkte. Büyük destancı V'yasa tarafından yazıldığı kabul ediliyor. Zengin aynntılarla bezeli Vya- sa'ya ilişkin kısa bir bölümün özeti şöyle: Altın çağda Hindistan'da bir kral var- dır. Bu kral erdeme (dharma) bağlıdır Ama avcılığa da bir o kadar düşkündür. Bir gün aşık olduğu ırmakla sevışmek is- teyen bir dağ. ırmağa sanlarak yolunu kapatır. Fakat bu aşk nedeniyle başkent susuz kalrruştır. Kral gidip dağa bir tek- me atar ve ırmak açılan oyuktan akmaya başlar. Dağ ise gebe kahr. Çok geçmeden bir kız ile bir oğlan do- ğurur ve çocuklan krala verir. Kral. oğla- nı general yapar. kızla evlenir. Kız, adet zamanı geçince kocasına haber salar. Drahma ilkesine göre kocalar bu dönem- de kanlanyla ilişki kurmalıdırlar. Ne var ki aynı günde yaşlı akrabalar kralı geyik avına çağırmı- şlardır. Âv tutkusu ağır ba- sar. Mevsim bahardır. Çabu- cak yorulan kral. kokulu bir ağacın dibine oturur. Aklına kansı düşer, tohumlan bo- şalır. Kral boşa gitmesinler diye onlan bir >aprakta toplayıp oradan geçen kuşa kansına götürmesi için rica eder. Kuş uçarken bir doğanın saldınsına uğrar. Yaprak aşağıdaki ırmağa düşer. Ir- maktaki bir balık tohumlan yutarak gebe kahr. Bu balık aslında kılık değiştirmiş bir su perisidir. Onuncu ayda, talihsiz bir balıkçı tarafından yakalanır ve karnındaki bir kız bir oğlan çocuk krala su- nulur. Zaman geçmiş. oğlan kral olmuş fakat kız balık koktu- ğu için balıkçıya geri göndc- rilmiştir. Övkünün bundan sonrası olağanüstü güzelliktc ve bütün erdemlere sahip bu kızın çevresinde geçer. Kız bir )ogi larafından gebe bırakıhr. Olağanüstü yete- neklere sahip bir oğlan do- ğurduktan sonra bekareti geri gelir. İşte bu oğlan. Ma- habharata destanının yazan Vvasa'dır... Renk. ışık ve panltılariçin- deki sahneyi ne olup bittiğine aldırmadan seyredip salon- dan çıkıyoruz. Anladığımız kadanyla Mahabharata'dan pasajlar sergileyen gezgin bir tiyatro bu inşaatta sahne kur- muştu. Oyun debdebeli kostümler içinde- ki karakterlerin arada bir yer değiştirip önlerindeki mikrofon aracılığıv la sürdür- dükleri diyaloglardan oluşuyordu. Ke- nardaki günlük giysili Hanmoniacı da sahne sonlannda açıklamalar yapıyordu. Hayatın olağan renklerine gözümüz alışınca. ayakkabı denizinde kendimizin- kileri buluyoruz. Aynlırken "Yann erken gelin de iyi bir yerde oturup seyredin'" diyorlar. lar. Ressamlar kararlılıklann- dan ödün vermeden sile boza çalışıyor. Kahire Müzesi'nde eski Mısır'ın renk cümbüşü üs- tüne etüt yapan, Madras Mü- zesi'nde ışık-gölgeyle uğraşan akademilileri pek yadırgama- mıştık, ama istasyondakilerin o kalabahk içinde yarattıklan adaaklar gerçekten görmeye değerdi. Darjelling çayı Sabahın köründe Siliguri'- deyiz. Kent, Hindistan'ı kara yoluyla doğuya bağlayan ku- zeydeki tek geçit. Otobüs ve kamyon kenti. Tahmin edece- ğiniz gibi Hindistan'm en renk- siz yerlerinden biri. Darjelling dönüşü günlerce burada kala- cağımızı söyleseler inanmaz- dık... Siliguri'den Darjelling'e ka- dar yolculuk, şakacı bir pilotun dağlar ve bulutlarla oynaması gibigeçiyor. Ancak bir aracın sığabıleceği genişlikteki yol, dağlan aşıyor- muş gibi yapıyor, fakat yanm saat önce geçtiğimiz dönemeçle on beş dakika sonra vara- cağımız düzlük görüş alanımız içinde kalıyor. Altımızdaki bu- lutlar aralandıkça uçurumlann dibini hayal meyal görüyoruz. Bu arada üç kanş açıkhğındaki rav lar üstünde oflayıp puflayan bir yavru tren, diz dize, kıpırtısız oturmuş üç vagon yolcusuyla gerçeküstü yolculuk efekti gibi bir görünüp bir kay- boluyor. Otobüse bindiğimizde ince pantolon ve tişortlaydık. Üç saat sonra çantalarda üstü- müze giyecek bir şey kal- mamıştı. Üşüyorduk. Darjel- ling, denizden 2123 metre yük- sekte, dünyanın en ünlü çay- lannın yetiştiği kent. Vadiler, yamaçlar göz alabildiğine çay bahçeleriyle örtülü. Birkaç yıl öncesine kadar yabancılann zi- yaret için özel izin almalan ge- reken kentte çok sayıda Nepalli ve Tibetli göçmen yaşıyor. Bu- rası insanlann giysileri, dav- ranışlan. günlük alışkanlı- klanyla başka bir Hindistan. Budist Manastırlan ve tapınak- lanyla görülmeye değer bir dağ kenti fakat şimdı değil. yazın. Otel odasında titrerken Goa'- nın kızgın kumsallannı anımsa- mak hiç işe yaramıyor. En iyisi geldiğimiz gibi manzarayı sey- rederek geri dönmek. Alacağm olsun Darjelling, çayından bile iki yudum içebildik... Bir kent susarsa Artık Siliguri'den aynlma za- manı. Sabah erkenden ciple sı- nınn yakınına gideceğiz. yürü- yerek Nepal'e geçtikten sonra otobüsü bulursak niyetimiz Kathmandu. Nilgün, uyarur uyanmaz "kent susmuş" diyor. Gerçek- ten olağanüstü bir sessizlik var. Ne motor gürültüsü ne bir kor- na sesi. Aceleyle toparlanıp çantalan bağlarken pencereden bakınca caddelerde ellerini kol- lannı sallayarak dolaşan insan- lar görüyoruz. Ortalıkta tek motorlu taşıt yok. "Belki büyük bir Sarasvati korteji için trafıği kestikr..." diye düşünüyoruz. Fakat aşağı indigimizdc otelin kapılannı kapalı buluyoruz. Karşıdaki çayçı da bambu ke- penklerini indirmiş. Haydi ha- yırlısı. Resepsiyon görevlisini duvar dibinde güneşlenirken buluyoruz. "Genel grev" diyor. Kentte yaşam durmuş. Girişçı- kışlar tutulmuş. Kepenkler in- dirilmiş. Özel arabalar dahil tüm araçlar kontak kapatmış. Yalnız bisikletler trafığe çıkabi- liyor. Tagore'un çağrısı Grev tam katılımia başlamış. İlk şaşkınhğın ardından sımra gidebilmek için çare aramaya başlıyoruz. Fakat umut yok. Grev komitesi erken bitirmezse vann sabaha kadar buradayız. Öğleden sonra belki gevşerdiye düşünüyoruz. "hayır" diyorlar, "hiçbir şe> olmaz". Siligurihler bu boyuttaki grevlere alışıkmış. Ortalama a>da bir kcz çeşilli nedenlerle grev yapıhrmış. Bu seferkinin ncdcnı ise mcrkczi hükümetin kentteki Yüksek Mahkeme'yi beş kılomcire ötedeki başka bir kasabaya laşıma karan. Siligu- rililer mahkcmelcrini vermek is- temiyorlar. Yatağan ve Gö- kova'vı düşününce Siligurihler mi abartıyor, biz mi vurdum- duymazız... Hindistan'daki son günümüz genel grevde geçiyor. Bu topraklar insanın kanma giriyor. Renkleri, kokulan, güçlükleri ve dostluklanyla. yoksullann hüznü, sanatçılann umuduyla. kanlı kavgalann. coşkulu bayramlann arasında her şeye rağmen hayat devam ediyor. Çok geçmeden Tagore'un çağrısı başlar Öyleyse son şarkını bitir de gidethn Madem ki gece bitmiştir unut bugeceyi Kollanmm arasında kimi rutayım Rûvalar esir edilemez ki... BİTTİ POLTTIKA VE OTESI MEHMED KEMAL Uçan Kaleci... O yıllarda, bir tek lise vardı: Ankara Erkek Lisesi... Da- ha önce bu liseye 'Ankara Sultanisi' de denirmiş, 'Taş Mektep' de... Biz Ankara Erkek Lisesi'nde yetiştik. Lise- nin bir futbol takımı vardı: Gençlerbirliği... Kırmızı- Siyah... imalat-ı Harbiye'nin de bir takımı vardı: Ankara- gücü, Sarı-Lacivert... Muhafız Alayı'nın da Muhafızgücü diye bir takımı vardı, ama her maça çıkmazdı. Biz Anka- ra Lisesi'nde okuyan öğrenciler, Gençlerbirliği'ni tutar- dık. Fabrika işçileri de Ankaragücü'nü tutarlardı. Okulun bahçesinde de kocaman bir futbol sahası vardı. Genc- ler, orada tepinir dururdu. 1930 Ankarası'nda bir futbol sahası bulmak kolay değildi. Bu sahanın bulunduğu yer- de şimdi Hacettepe'nin Mavi Hastanesi'y'e Dil/Tarih var. Ankaragücü'nün futbol sahası da gene Ankaragücü denilen yerdi. Günün birinde okulda bir fısıltıdır koptu. İstanbul'dan, Galatasaray'dan bir kaleci gelmiş, ama ne kaleci. Topla- rı yakalarken kuş gibi uçuyor. Kalecinin adı Cihat! Bu Cihat, sonunda ortaya çıktı. Okulu Ankara Erkek Lisesi, takımı Gençlerbirliği'ydi. Bizden birkaç yaş büyük, uzun boylu, yakışıklı biriydi Cihat Arman. Yalnız bir özelliği vardı Cihat'ın, okul takımında santrfor, kulüpte kaleci mevkisinde oynuyordu. Cihat'ı Türkçe hocamız Mümtaz Tarhan çalıştırıyordu. Cihat, öyle bir bir oyuncuydu ki geleceği daha şimdiden parlak görünüyordu. Ünü çok- tan meraklılar arasında yayılmıştı. Hocalar onu koruyor- lar, dilediği zaman derslere giriyor, istemezse girmiyor- du. Cihat Arman, Galatasaray'dan gelmişti, ama Genç- ler'de oynuyordu. Gençler'le öyle kaynaştı ki yıllarca kalesini korudu. Bir ara Galatasaray ikiye bölündü, bir Güneşspor ma- cerası çıktı. İş Bankası müdürlerinden birinin koruduğu Güneşspor, yüklü transfer paraları vererek kulüplerdeki ünlü oyuncuları ayartıyordu. Bu sırada Cihat Arman'ı da çekmeyi başardı. Macera az sürdü, Güneşspor dağıldı. Ünlü kulüp kapandı. Cihat, Fenerbahçe'ye geçti. Cihat'ın adı 'Uçan Kaleci'ye çıktı. Fenerbahçe kalesini koruyor, kuş uçurtmuyordu. Adı sadece içeride değil, dışarıdada yayılmıştı. Topları daha havada iken uçarak yakalıyor, kalesinden uzaklaştırıyordu. Maç dendi mi akla gelen Cihat oluyordu. Herkes öncelikle Cihat'ı seyre koşuyor- du. Bir döneme adı yazılmıştı. Sarı kazağı, lacivert şor- tuyla sahaya çıktı mı 'Sarı Kanarya' sesleri ortalığı çınla- tıyordu. 'Sarı Kanarya', Cihat'tan ötürü Fenerbahçe'nin adı olmuştu. Cihat Arman'la on yılı aşkın süre top koşturan Halit Deringöranlatır: "Cihat Arman kaptanımdı, on yıl top oynadık. Birçok anımız vardır. Bir tanesi hiç aklımdan çıkmaz. 1942 yılla- rındaydı. Büyük savaş yılları. Ortadoğu'dan bir İngiliz takımı geldi. Aleyhimize bir penaltı verdiler. Herkes Ci- hat ne yapacak diye şaşkın bakıyordu. Penaltıyı İngiliz takımının penaltı atmada usta oyuncusu Fen-on atıyor- du. Bu oyuncu yaşamı boyunca hiç penaltı kaçırmamıştı. Bakalım uçan kaleci, Fen-on 'un şutunu nasıl uzaklaştı- racaktı? Kimsenin aklına gol gelmiyordu. Cihat geliyor- du. Fen-on gerildi, gerildi; topa vurdu. Cihat, köşede topu uçarak yakaladı. Saha alkış ve sevinçten çınlıyor- du."Uçan kaleci penaltıyı kurtarmıştı. Cihat, antrenörlük, dergicilik, gazetecilikyaptı. Gördü- ğümde eski günleri anardık. Uzun boyu, sağlıklı yüzü, kaleci adımı atarak yürüyüşüyle dikkati çekerdi. Milli fut- bolcu olduğu için şeref locasında oturur, zaman zaman seyirci arasına karışırdı. Aşiyan'a gömdüler, orada yatıyor. Toprağı bol olsuri! Şahap Balcıoğlu nu da yitirdik. Semih Balcıoğlu dos- tumuza, ailesine, dostlarına başsağlığı dileriz. Bizim kuşaktandı; ölüm çevremizde dolaşıp duruyor. BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 8 9SOLDAN SAĞA: 1/ Sulamada kullanılan bahçe kovası. 2/ Fotoğ- raf duyarlığını belirtmek- te kullanılan sayısal de- ğer... Alkollü bir içki. 3/ Fırtınayla yağan yağ- mur... Matematikte kul- ,- lanılan sabit bir sayı. 4/ Satrançta özel bir hare- 6 ket... En kalın erkek sesi. j 5/ Ortaoyununda çoğu kez aptal uşak rslünü oy- 8 nayan komik... Sıvas'ın g bir ilçesi. 6/ Evlilik kor- kusu. 7/ Asya'da bir ırmak... Avustralya'da yaşayan bir cins de- vekuşu. 8/ Bir tür deniz taşımacıh- ğı... Bedenin belden aşağı bölüm- lerini yıkamakta kullanılan tuvalet aracı. 9/ "Dost, metres" anlamın- daargosözcük. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Doğu saraylannda ve büyük konaklarda sofracı olarak yemek- lere bakan kişi. 2/ Hararet... Ge- mici. işçi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili ve danslı yer. 3/ Mondros Mütarekesi sonra- sında İstanbul'da Rumlar'ın kurduğu aynhkçı örgüt. 4/ Güney Amerika'da büyük sürü çobanlanna verilen ad... Kemiklerin yuvarlak ucu. 5/ Bektaşi dervışi... Demirin simgesi. 6/ Nazrnı Hikmet'in soyadı... Vodu inancında. bir büyücüye hizmet eden hortlak. 7/ Şarkı, türkü... Afrika'da yaşayan birmaymun cinsi. 8/ Yemişinden turşu yapılan gebreotunun bir başka adı... Bir nota. 9/ Eğri kulesiyle ünlü kent... Sabahattin Ali'nin bir öykü kitabı. T.C. MALATYA AŞLİYE HL KUK MAHKEMESİ H A K İ M L İ Ğ İ ' N D E N EsasNo: 1994 20 Davacı Mehmet Doğan tarafından Mustafa As. Mahmut Ön- taç dleyhine açılan tazminat davasında venlen ara karan gereğince: Davalılar Mustafa As ve Mahmut Öntaç'ın adresine çıkanlan da- vetıye tebliğ edileraemiş. araştırmalara rağmen adreslen yine temin edilmediğinden zabııaca araştınlmış olup bu defa adına ilanen teblı- gat yapılmasına karar venldiğınden, duru^ma tarihi olan 9.6.1994 günü saat 10.00'da mahkememizde bizzat hazır bulunmalan veya kendilerini bir vekille temsil ettirmeleri, aksi takdirde yokluklannda karar verileceği hususu davetı>e yerine geçmek üzere ilan olunur. Basın: 48088 TA VŞANLIASLİYE HUKUK (İŞ) MAHKEMESİ YARGIÇLIĞI'NDAN 1992 240 Esas 1994,7 Karar Davab: Bilal Çetinkaya, Âşıkpaşa Mh. Özbağ Cd. Çağn Apt. C Blk. 15.Eskişehir. Yukanda adı geçen davahva mahkememız karan tüm aramalara karşın tebliğ edilememış olmakla; Mahkememizin 10.2.1994tanh ve 1992 240esas 1994,7 kararsayı- lı ilamı ile davanın kısmen kabulüne karar verildiği. 292.602. TL. te- davi giderinin sarf ve ödenme tarihinden itibaren yasal faiziyle birlik- le davalı Bilal Çetinkaya"dan almınarak davaa SSK Genel Müdür- lüğü'ne yargılama giderleriyle birlikte verilmesme karar verildiği, iş bu ılan tarihinden itibaren 15 gün sonra davalı Bilal Çetinkaya'ya hı>kınün tebliğ edilmiş sayılacağı 7201 sayılı yasanın 28. ve devamı rn:ıddeleri uyannca ilan olunur. 28.4 1994 Basın: 48085
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle