Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1MAYIS1994PAZAR CUMHURİYET 2 SAYFA
KULTUR
13. ULUSLARARASI tSTANBUL FİLM FESTİVALİ'NİN ARDINDAN
T)aha geniş kitielere seslenmek istiyorum'
MEHMETBASLTÇU
13. Uluslararası İstanbul Film Fes-
tivali'nin jürisinde görev alan yönetmen
Tevfik Başer, Türk sineması içinde çok
farklı bir yere sahip. Her şeyden önce
şunu belirtmek gerekiyor: Yaptığı üç
fılmle ("40 Metrekare Almanya" 1985;
"Yanlış Cennete Elveda" 1988 ve "Elve-
da Yabancı" 1991) dünyanın en önemli
festivallerine çağnlan ve ödüllendirilen
Tevfik Başer, Cannes Festivali'nin yan-
şmalı bölümüne katılma onuruna,
Yıbnaz Güney'den sonra ilk kez ulaşan
Türk yönetmen oluyordu. Kendisiyle,
festivaİ bitiminde bir soyleşi yaparak,
Tûrk sinemasının bugünkü durumun-
dan. fîlmlerinin Türk basınında gördüğü
tepkılere dek değişik konulara değindik.
Bu koşullardafilmyapmak zor
- İsfanbul'da izleyebüdiğin filmlerde
Türk sinemasını nasıl buldun?
Şunu belirtmelıyım kı, bu koşullarda
Türkiye'de film yapmak çok zor bir iş.
Türk vönetmenleri film yapmayı göze
alabildikleri için kutlamak gerekir. Ben
Yeşilçam'ı ya da Yeşilçam'dan arta ka-
lan düzeni tanımıyorum. Bu nedenle, ge-
lip burada film çekmek beni korkutu-
yor.
Bugüne dek ne bir Türk yapımcım
oldu. ne de sinemamızın bir ustasıyla
çalıştım... Almanya'daki sinema dün-
yasırun koşuüannda film yapmayı öğ-
rendim ben. Orada altyapı sağJamdır ve
aslında, gerçi benim ilk filmim çok az bir
parayla gerçekleştirildi ama, Almanya'-
da iyi bütçelerle çalışmak mümkündür.
Bir de şunu düşünüyorum: Bu insan-
lann, yaşayabilmek için yılda üç filrr
çekmelen laam ve burada, bu zorluk-
lann ıçınde, bu karmakanşıklığın ortası-
nda bunu başanyorlar... Ben şaşırdım;
bir yerde onlan takdirle karşılamak
gerekiyor. Biz, tabii atıp tutuyoruz ama,
seyircı adına, iyi bir şeyler görebilmek
için atıp tutuyoruz. Aslında Türkiye'de
anlatılacak çok olay var. Sonra. mekan
sorunu yok. Aimanya'ya oranla istediği-
niz yerde çekmek kolay: orada ya stüd-
yolara ya da kapalı mekanlara sıkışıp
kalıyoruz. Dış çekimler güç gerçekleşti-
riliyor. Hava koşullan genellikle elveriş-
siz... Ben üç senede bir film yapıyorum,
Türkiye'de insanlar üç senede altı film
yapıyorlar!..
Türkiye'defilmyapmak isterim
- Bundan sonraki çahşmalarm için Tür-
kiye'ye yönelik ne gibi tasanlann, ne gibi
beklenrilerin var?
Ben sinema yapmak istiyorum. Bana
bu imkan Amerika'da verilsin, Ameri-
ka'da yapanm; Almanya'da verilsin, Al-
manya"da yapanm; Türkiye'de verilsin,
Türkiye'de yapanm. Anlattjacak olayın
evrenselliği çok önemli aynca. başka bir
önemli öğe insan öğesidir; bu insanlann
arasındaki hikaye de evrenselse ister
Türkiye'de. ister İngiltere'de, ister Ame-
rika'da anlat. hiçbir şey değişmez; yeter
ki teknik düzey aynı olsun. Orneğin sesli
çekim yapılabilsin, laboratuvar çalışma-
lan doyurucu olabilsin. Bir de çalışa-
cağım oyunculann seslı çalışmaya ne ka-
dar alışkın olduklan var. Metnini çok iyi
ezberlemesi lazım. Oyununu oynadıgı
zaman, metni sanki o an aklına gelmiş
gibi söyleyebilmesi çok önemli. Şimdi
ben gelip burada çaiışırken bu tür zor-
luklarla karşılaşırsam, örneğin dublaj
\apmam gerekirse rahat çalışamam.
Bunlar beni korkuttu. Orada nasıl çalışı-
yorsam burada da öyle çalışabilmem
laam. Benim ekibe değil ekibin bana uy-
ması gerekiyor. Ikincisi, ben Türkiye'de
film yapmak isterim. Çünkü buranın in-
sanıni çok iyi tanıjorum. Burası benim
memleketim ve az parayla da iyi işler çı-
kacağına inanıyorum. Ben bunu film
yapmaya başladığımdan bu yana, sekiz
senedır söylüyorum, ancak şimdiye dek
hiçbir teklif gelmedi Türkiye'den.
- Bildiğim kadany la, sen de Türkiye'ye
bir projeyle gelip böyle bir girişimde bu-
lunmadın.
Evet, Almanya'da yaşadığım için,
önce oradaki projeleri yaptım. Ama
artık Türk Alman ilişkilerini işlemek is-
• Bugün, sanatla ticareti birbirinden ayırmamak lazım diye
düşünüyorum. Ancak herkes diledigi gibifîlmyapmakta özgürdür.
Sinemanın birçok dalı, değişik türleri var. Ama ben az seyirciye film
yapmaktan bıktım artık. Gerçekten insanlar sinemaya gitsinler
fîlmlerimi görsünler istiyorum. O seyirci kitlesini görmek, duymak
istiyorum... Ben var olmak için film yapıyorum.
temiyorum. Başka türierde başka hi-
kayeler anlatmak; daha geniş kitielere
seslenmek istiyorum. Bu da çeşitli zor-
luklar getiriyor. Almanya'da eteruie ıki
proje bulunuyor. Aynca, Amerika'da
çekmek istediğim bir senaryo daha var.
Bunlar büyük projeler: çok zaman iste-
yen çalışmalar. Ancak, bu arada. Türki-
ye'de de film yapmak istiyorum. Elimde
birkaç proje var. Aynca, festıval sırası-
nda bazı Türk yapımcılarla da ilişki kur-
dum. Ancak, olayı yine benim \arat-
mam, benim üretmem gerekiyor. An-
cak, ben her şeyı kendim yapmaktan
bıktım. Almanya'da kendim yaayor,
kendim çekiyorum... Artık kendim
yaap kendim çekmek istemiyorum. Ya
bir başkası yazsın ben çekeyim; ya da be-
nim senaryomu başkası çeksin! Çünkü
ben artık "Auteur" dediğımiz türden bir
sinemacı olmak istemiyorum. Bu hem
yorucu oluyor hem de çok zaman alıyor.
Aslında. yaptığın senaryo çalışmalan sı-
rasında, bir anlamda filmi görerek yaa-
yorsun; sonra. çekim aşamasına geündi-
ğinde. yeni bir yaratıcılık katamıyorsun
artık o senaryoya.. Ama şimdi bana,
başka bir yazann yazdığı özgün bir se-
naryo gelse; onun 'hayal dünyasına ben
kendi hayal dünyamı, kendi görsel dün-
yamı ekleyebilsem; sanıyonım. böyle bir
işbirliğiyle daha büyük zenginliklerçıka-
caktırortaya...
Bana şimdiye dek çok az sayıda senar-
yo gönderdiler ve gönderilenler arasında
bir tek iyi senaryo yoktu. Böyle olunca,
insan mecbur oluyor film yapmak için
senaryo yazmaya ve senaryo dalında
kendini geliştirmeye. Sonuç olarak çok
zaman gerekiyor ve ancak iki üç yılda bir
film yapılabiliyor. Bu arada, senaryo
yazım aşamasındaki heyecan da yitip gi-
diyor, soğuyor. Ben yönetmensem film
çekmem lazım; senaryo yazanysam se-
naryo yazmam lazım; ikisini biflikte gö-
türmek çok zaman alıyor. Son on yıl
içinde sekiz senaryo yazdım ama, ancak
üç film çekebildim. Ben her sene bir film
yapabilmeyi diliyorum. Örneğin jüride
beraber çalıştığımız Meksikalı yönet-
men Arturo Ripstein'in yirmi tane filmi
var; Türk sinemasında Aöf Yılmaz çok
daha fazla film çekiyor, ben böyle insan-
lara gıpta ediyorum.
- Türk basuıının, filmlcrin konustın-
daki tepkileri çok değişik oMu. Nasıl
karşıladın bu tepkileri, olumlu olumsuz
eleştirileri?
Gazetelerin, eleştiri yazılannın etkileri
konusunda, babamla. ailemle ilişkili bir
ECETEMELKURAN
ANKARA- Sevmek. anla-
maktır. Kenti anladıkça seversin-
iz. Sokaklannın taşlan arasında
gizli küçük destanlan bildikçe
anlamlanır yollan adımlamak.
adımladığınız sokağın sonunda
durup şöyle baştan aşağıya bir
bakmak. Yazarlar Sokağı'run
bahan, eski Başbakanlık bi-
nasının önünden geçen ve adı bi-
linmeyen sokağın karlı geceleri.
eski mebus lokantası Çiçek'in.
siyasetin bulvan Bulvar Palas'ın
küçük öyküleri, ancak böyle sı-
zar yaşamın içine. Ve sonrasında,
çok az kişinin dediği gibi "Anka-
rajıyım" dıyebilirsiniz. Kenti bil-
mek de tarihini bilmek. kentin
ceplerinde taşıdığı öyküleri bil-
mekle başlar ancak.
TMMOB'un (Türkiye Mimar
ve Mühendis Odalan Bırlıği) dü-
zenledıği "Bir Başkentin Oluşu-
mu 1923-1950" başkklı kolog-
yum (söyleşiler dizisi) yabancı ve
Türk bilim adamlannın
katılımıyla gerçekleştirildi. An-
kara'nın ilk planlamasından baş-
layarak kendi kendini üretebilec-
ek duruma gelene dek geçen süre-
ci ele alınan Kolokyumda ideo-
loıik bir gösterge olarak Ankara
tartışılırken şehircilik ve mi-
marhk açısından kentin görün-
ümü konu edildi. Ankara'nm ilk
planlamasında. Alman mimar ve
şehir plancılannın etkinliğinin
yüksek olmasından dolayı ya-
bana bilim adamlannın çoğun-
luğunu Almanya'dan gelenler
oluştururken bu bilim adam-
lannın Ankara'nın dünü ve bu-
günü hakkmdaki izlenimlerine de
yer venldi. Ankara'nın başkent
oluşunun 70. yıldönümü etkin-
likieri çerçevesinde düzenlenen
kdokyumda, Ankara'nın bun-
Bir başkentnasıloluşurl
dan sonra taşıyacağı işlevler üzerinde de
duruldu. Kolokyuma kaulan Ankara
Anakent Belediyesi Imar Dairesi eski Baş-
kanı Raci Bademli. Ankara'yı anlatırken
kentin bir başkent olarak taşıdığı işlevin
ötesinde yeni gelişmelerle başka işlevler
taşıyacağinı ve bu
yeni işlevlerin baş-
kent olmanın ge-
tirdiği etkileri de
geride bırakacağını
savunuyor. "Yeni
Ankara Projeleri''
adı altında topla-
nan tasanlara deği-
nen Bademli, "Bu
projeler sadece
Ankara'nın değil.
Türkiye'nin projel-
eridir" diyor. An-
kara'yı daha çok
bir dünya şehri ola-
rak düşündüğünü
belirten Bademli,
"Eski Ankara"
projeleri adı altı-
nda anılan ve An-
bire bir nasıl yansıdığı üzerinde duruyor. marlığa ilişkin politikasının git gide bel-
Cumhuriyetin ilanıyla 2. Meşrutiyet Dö-
nemi'nde ortaya çıkmış 1. Ulusal Mi-
marlık Dönemi'nin etkisi olduğunu açı-
klayan Tekeli. 1926'da başlayan 2. ideo-
lojik dönüm noktasını. yabancı ülkeler-
kara'nın kültür,
tarih değerlerinin
korunmasını
amaçlayan projele-
rin de en az altyapı
ö n S ^ d u S m Y
> B i r B a
S
k e n t i n
Oluşumu: 1923-1950' başlıklı kolokyum, Türk ve yabancı bi- "™*
bu projelerin l i m
adamJannın katjJımıyla gerçekleştirildi. (Bûyük Millet Meclisi, 1936)
irsizleştiğini savunan Tekeli, liberal siste-
me geçişle, devlelin yapılaşma üzerindeki
etkinliğini yitirdiğini vurguluyor. Tekeli
son olarak siyasal ideolojilerin kötü ör-
neklerden ders alması gerektiğini söylü-
yor.
Daha çok cumhuriye-
tin ilk yıllannda, Türki-
ye'ye sığınmacı olarak
gelen ve Türk mimarisi
üzerinde oldukça etkili
olan Alman mimarisi ve
dönemin Alman-Türk
ilişkileri üzerinde duran
Alman bilim adamlan,
Ankara'yı bir araştırma
nesnesi olarak görerek
başkentin şu andaki ko-
numuyla ilk günlerdeki
halini karşılaştınyorlar.
Ankara, cumhuriyetin
ilk yıllannda bir başkent
olarak planlandı. Hey-
kelleri, mebus lokan-
talan ve lojmanlanyla
devletin yeni ideolojisini
ve zaferlerini yanısıtıyor-
du. Fakat başkent. 30 yıl
içinde gelmesi gereken
gelişme noktasına çok
kısa bir sürede ulaştı.
Hatta,
gerçekleşmesiyle
ulusal kültüre önemli bir katkı yapıla- den modemist mimarlar getirtip onlann
cağını dile getiriyor. yapılanna ağirlık verilmesiyle açıklıyor.
Daha çok Ankara'nın idelojik bir gös-
terge olmasından yola çıkan Prof. Dr.
tlhan Tekeli, ideolojik dönüm nokta-
lannın kent mimarisi üzerindeki etkilerini,
bu değişimlerin, yapılann göriinümüne
Tekeii, 3. dönüm noktası olarak CHP ik-
tidannı alıyor ve bu dönemde yapılann
yabana değil, Türk mimarlannca yapı-
İmasına önem verildiğini vurguluyor. De-
mokrat Parti döneminde, devletin mi-
kentsel bir bunalım ya-
şadı, yaşıyor. Ankara
bugün, bir tüketim kenti olması ve emek
üretim an bölgesinin çok dar olması nede-
niyle kentsel sorunlarla sık sık karşılaşı-
yor. Ankara'nın, öykülerini yitirmeden,
bu sorunlan çözmesi için tarihini yeniden
gözden gecirmesi ve mimarlık yönseme-
siyle hesaplaşması gerekiyor.
anımı da anlatmak isterim. Aslında ben
çok şanslı sayılınm. Bağlan kuvvetli bir
aileden geliyorum. Bunda, babam kadar
annemin de çok büyük katkısı vardır.
Babama karşı çok büyük saygı duyanm,
çünkü babam da bütün insanlara karşı
saygılıdır. Kendisini açığa vurmayan bir
insandır. Bir gün, ben Londra'da beş yıl
kaldıktan sonra haber vermeden döndü-
ğümde, işyerinde beni karşısında buldu-
ğu zaman -o zaman noterlik yapıyordu-
duygulandığinı göstermemek için he-
men kara gözlüklerini takmışü... Hiç
unutmam, babam ilk filmim "40 Metre-
kare Aimanya" Avrupa'da gösterime
çıktığı sıralarda hastanedeyatıyor.. hem
sanlık olmuş hem de Ameliyata almması
gerekiyor ve bu durumda ameliyat ol-
ması cok tehlikeli... Yani babam çok
kötü bir durumdayken bazı Türk gaze-
teleri "40 Metrekare Aimanya" için,
"Türkiye'nin yüz karaa", "Atatürk'ûn
kurduğu Türk Cumhoriyeri'ni tanımayan
insanlann Almanlara yaranmak için
yaptığı filmlere bakın!", "Türk kadınun
Arap kadını gibi gösteren rezil herifîn fil-
mi" gibi başlıklar atınca, "Ev'vah, babam
bunlan okuyunca çok üzülecek; öjle de
bir zaman ki her şe> üst üsie gekcek duru-
mu daha da körüieşecek" diye düşün-
düm.
Ne mutlu ki, ailem bütün bu gazeteleri
bir kenara atarak babamın eline filmim-
le ilgili tek olumlu yazının çıktığı Cumhu-
riyet gazetesini vermiş. Babam öyle se-
vinmiş ki, hastalığın üstesinden gelerek
kısa zamanda iyileşmiş. Oğlunun ba-
şansı, onu çok mutlu ederek tekrar yaşa-
ma döndürmüş... Ilginçtir ki, o güne ka-
dar eve genellikle tutucu gazete ve der-
giler girerdi. Babam Cumhuriyet oku-
mazdı. O günden sonra. Cumhuriyet ga-
zetesi hakkındaki önyargılannı unuta-
rak Cumhuriyet okumaya ve olaylara
başka gözlc. daha değişik açılardan bak-
maya, karşılaştırmaîar yapmaya baş-
ladı... Daha sonra filmi de gördü. Ba-
bam Anadolu'nun bir köyünden gelen,
sonradan kendi kendini yetiştirmiş,
jstanbul'a gelerek hukuk okumuş bir in-
san, "Oğlum, bizim halkın gerçek >a-
şanudır bu; filmini neden böyle görüyor,
yanlış değeriendiriyorlar" diyerek sinir-
lenmişti. Olumlu eleştiriler ise onu haki-
katen mutlu kılmıştı... Çok yakından iz-
leryaptıklanmı. Senap'olanmı ona gön-
deririm, okur; fikrini alınm. Bana ro-
manlar gönderir, önerilergetirir... Öme-
ğin, ikind fılmimdeki mahkeme sahneleri
için babamın mesleki deneyiminden çok
yararlandım.
Yapnncılann coğrafyası değişti
- Sinemanın. özellikle A>nıpa sine-
masının içinde bulunduğu ciddi bunaJımı
ele alırsak. bu dunımdan kurtulmak için
sence neler yapmak gerekiyor?
Şimdi bir gubvansiyon, yani d^vlet
yardımı söz konusu. Türkiye'de daha
yeni başladı ama, Avrupa bunu on beş-
yirmi yıldan bu yana yapıyor. Daha geri-
lere dönüp Avrupa sinemasına
baktığımızda, bir yapımcı geleneği ol-
duğunu görüyoruz. Büyük yapımcılar
vardı. Filmleri izleyen büyük kitleler
vardı. Yapımalann para kazanmalan
gerekiyordu ve bu insanlar rizikoya gi-
riyorlardı. Şimdi durum çok farklı. Za-
manla iş devlet eline kaldı ve herkes ko-
laya kaçmaya başladı. Devlet parasıyla
film çekmeye başlanınca, yapımalar
dışında, başka kişiler ve başka kurumlar
da karar vermeye başladılar... Bugün
Amerika'da bir star sistemi süregeüyor
ama Avrupa'da yok! O zamanın filmleri
belki ticari amaçla yapılmış filmlerdi
ama, bunun yanında çok da iyi isimler
çıktı. Ancak bugün yapımalann coğraf-
yası değişti. Film yapmanın biçimi değiş-
ti. Örneğin. senaryo yaamına Alman-
ya'da bile çok az para veriliyor. Ve se-
naryo iyi olmasa da fılme başlanıyor.
Amerika'da ise durum değişik: önce fi-
kir satın alıyorlar, sonra bu fikir değişik
kişilerin çalışmasıyia kademe kademe
senaryoya çevriliyor ve bir yönetmen
bunu çekiyor.
Yaşar Kemal uyariaması
- Bir de "sinema her şeyden önce bir
sanattır" diyen, "yaratıcı sineması" diye
adlandırdığımız rüre önem verenler var...
Onlar, bir yönetmen filmini senaryosun-
dan montajına dek kendisi yapmalidır, en
azından denerim alrında rurmamalıdır, hiç
taviz >errnemelidir derier. Bu göriişe
katılıyor musun?
Bugün. sanatla ticareti birbirinden
ayırmamak lazım diye düşünüyorum.
Ancak herkes diledigi gibi film yapmak-
ta özgürdür. Sinemanın birçok dalı, de-
ğişik türleri var. Ama ben az seyirciye
film yapmaktan bıktım artık. Gerçekten
insanlar sinemaya gitsinler filmlerimi
görsünler istiyorum. O seyirci kitlesini
görmek. duymak istiyorum... Ben var
olmak için film yapıyorum. Yok. eğer
arkadaşlanm için film yapacaksam bu
çok pahalı bir olay. O zaman alınm bir
video. ben tek başıma her şeyi kendim
yapıp. üç yüz, bcş yüz ya da bin arka-
daşıma rahatlıkla ulaşabilirim...
- Elindeki projeler arasında öncetikle
gerçekleşrirmek istediklerin hangileri?
Ben "Çığük" adlı bir hikaye yazdım.
Aslında politik bir metafor olayı. Çeke-
bilmek için para bulmaya uğraşacağım.
1990 yılından bu yana bekleyen bir se-
naryo bu. Daha sonra yeniden ele alarak
tiyatro yapmayı bile düşündüm... Aslı-
nda çok iyi bir film olacağına inanıyo-
rum. Çok kuvvetli görsel öğeler var.
Sonra. Yaşar Kemal yapmak istiyorum.
Çünkü, Yaşar Kemal"in bugüne kadar
sinemaya iyi uyarlandığını sanmıyorum.
Şu anda bir Yaşar Kemal uyarlamasını
çok iyi başarabileceğime inanıyorum.
Aynca, Amerika'da çekmeyi tasar-
ladığım bir fılmin senaryosu çeviri aşa-
masına geldi. Ya o senaryonun Ameri-
kalı bir yönetmen tarafindan çekilmesi
ya da "bağmsız sinema" (ındependent
cinema) diye adlandınlan yapım ko-
şullannda benim çekmem düşünülebilir.
Hollywood sistemi içine girmek iste-
miyorum. İnsanı orada çiğ çiğ yerler.
Ancak, Spike Lee'nin ya da Jim Jar-
mush'un ilk filmlerinde olduğu gibi,
"bağımsız sinema" koşullarında daha
rahat çalışabileceğimi sanfyorum.
PENALH
MEMET BAYDUR
Onlem Alma Yetisi
Jules Verne'in babası, oğlunun avukat olmasmı isti-
yordu. Büyük ressam Matisse'in babası da oğlu için
aynı mesleği seçmiş. Matisse hukuk öğrenimi görecek,
sonra babasının tahıl işinin başına geçecek. Babasının
sözünü dinlemiş Matisse, Paris'te hukuk öğrenimini ta-
mamlayıp St. ûuentin'e geri dönmüş. Bir hukuk büro-
sunda işi hazır, çalışmaya başlamış. Hukuktan sıkılıyor,
ama başka bir konuya ya da mesleğe ilgi duymuyor
doğrusu. Sanata da hiç hevesli değil. Paris'te geçen öğ-
rencilik yıllarında müzelerin. resim galerilerinin yanına
bile yaklaşmamış.
Derken yirmi yaşında Matisse'in bütün hayatını de-
ğiştiren bir şey oluyor. Matisse'in hayatını ve sanat tari-
hinin yönünü değiştiren bir şey: Birapandisitkrizi! Genç
avukat yatağa çivilenmiş yatarken, bir komşusunun
önerisi üstüne annesinin getirdiği boyalarla. ünlü res-
samların tablolarının kopyalarını yapmaya başlıyor. Bir
dönüm noktası. Kasabalı bir avukat apandisitkrizi geçir-
diği için yatağa düşünce, can sıkıntısını hafifletmek için
yattığı yerde kopya resimler yapmaya başlıyor. Hemen
bir tutkuya dönüşmüş resim yapmak. Acelem vardı di-
yor Matisse, bütün yaşamım boyunca duyduğum, bana
sürekli söylenmiş bir şeydi bu' Acele et, çabuk ol! Ben
de korkuyu filan bir tarafa bırakıp balıklama daldım bo-
yaların içine. Beni kim itmişti ya da "ne" itmişti bu işin
içine, bilmiyorum. Bugün de bilmiyorum beni resim yap-
maya zorlayan nedenleri. Hiçbir zaman bilemeyece-
ğim.
İyileşir iyileşmez değil, iki yıl sonra Paris'e dönüyor
Matisse. İşi gücü bırakıp ressam olmaya kararlıdır artık.
Resimi öğrenmek, resim çalışmak için Paris'tedir. Dört
yıl sürüyor bu araştırma süreci. 1896yılında herşey yerli
yerine oturuyor, kanatlannı açıyor ve uçmaya başlıyor:
Yalnızca Matisse'in yapabileceği, inanılmaz güzellikte
birçok resim yapıyor. Paris'te avant-garde'ın baştacıdır
o yıllarda Matisse. öyledir ama 1904 yılında açtığı ser-
giyle kimseler ilgilenmemiştir. Ne resim eleştirmenleri
ne de resim alıcıları durup bakmışlardır bu muhteşem
sanat şölenine. Matisse'in tablolarının sanatsal ve te-
cimsel anlamda önem ve değer kazanması için, o da Pi-
casso gibi 1920'li yılları beklemek zorundadır. Modern
sanatın egemen olduğu, Birinci Dünya Savaşı sonrası
yılları...
Matisse, ünlü bale ustası Diaghilev için baledekorları,
kostümleri yapıyor. James Joyce'un başeseri, ünlü
romanı Ulysses için çizimler yapıyor. Kitaplar resimli-
yor. Elişi kağıtlarını kesip yapıştırarak inanılmaz güzel-
likte işler üretiyor. Ünlü Jazz kitabı örneğin. Matisse hiç
durmadan, ölene dekçalışıyor. "resim"yapıyor.
Ardında bıraktığı iş, yüzyılımızın en değerli, en insan-
ca, en vazgeçilmez dosyalarmdan biri.
Beni bu yazının sınırları içinde ilgilendiren boyutu ise
şu kadarcık: Hiç kimse yönlendirmemiş Matisse'i
yaptığı işe doğru. O apandisit krizi olmasa kasaba avu-
katlığına devam edecek. Komşusu, Matisse'in annesine
'oğlunun canı sıkılmasın yattığı yerde, boya filan götüre-
lim de resim yaparak oyalanır hiç değilse' demese, dün-
yanın en önemli müzeleri, yüzlerce şaheserden yoksun
kalacak. Jules Verne on iki yaşında evden kaçıp Batı
Hint Adaları'na doğru yola çıkan gemiye kapagı attığı
zaman babası tarafindan yakalanıp geri getirilmeseydi
ne olurdu? Dünya iki kasaba avukatı daha kazanmış
olurdu. Ya da bir tayfa, bir de avukat. Condrad'ı, Jack
London'ı yazarlığa iten neydi? Benim çok sevdiğim bir
yazar olan Zeyyat Selimoğlu neden yazar olmaya karar
vermiştir? Ya Orhan Veli, Sait Faik?.. Bu insanlann hiç-
birine, birilerinin "yahu haydi bir şeyler yaz, biz de oku-
yalım "dediklerini sanmıyorum başlangıçta Oysayüre-
ğimi titretiyor yazdıkları. Matisse'in bir resmine bakar
gibi oluyorum yazdıklarını okurken. Hayranlıkla, şaşkın
bir çocuk gibi gülümsemeye başlıyorum bu işlerin
karşısında.
Sanırım bu noktada bir felsefe kavramının yakınına
geldik: Güdü. Sözlükler güdü'yü, kaynağı duygulanma
değil, akıl olan neden diye tanımlıyor. Bu tanımı seviyo-
rum doğrusu. Kaynağı duygulanma değil, akıl olan her
şeyi sevdiğim gibi. Aynı sözlükler akıl'ı ise şöyle tanımlı-
yor: İnsanın düşünme, anlama, önlem alma yetisi. Us.
Bellek. Bu tanıma göre insan düşünüp anlıyorsa, önlem
alıyorsa, usunu kullanıyorsa ve anımsıyorsa akıl sahibi-
dir.
Akıl kavramının tanımında "önlem alma" yetisinden
söz edilmesi düşündürdü beni. Matisse ressam olmaya
karar verdiğinde akılcı bir karar alıyordu, bana ve sanat
tarihçilerine göre. Sözlüğe göreyse. aynı zamanda ön-
lem alan bir karardı Matisse'in ressamlıkta karar
kılması. Peki, ama Matisse neye karşı önlem alıyordu
sizce?
Akıllı bir insanın avukatlıktan genç yaşta vazgeçip res-
samlıkta karar kılması; neyi düşündüğünü, neyi an-
ladığını ve neye karşı önlem aldığını gösterir?
Bütün hayatını refah içinde yaşama olanaklarına sa-
hip olan insanlann, kendilerine sunulmuş bu hayata
karşı "önlem alıp" emeği, hapishaneyi, sürgünü. şiiri,
sanatı, yaratmayı seçmeleri hangi akılla açıklanır? Akıl
kavramını açıklarken kullandığımız "onlem alma yetisi"
sıradanlığa, konformizme, yan gelip yatmaya, umursa-
mazlığa, pişkinliğe. bönlüğe karşı önlem almayetisidir.
İnsanı, insani olmayandan ayıran da bundan ibarettir
aslında.
•
Genco Erkal'ın otuz yıl içinde üçüncü kez oynadıgı Bir
Delinin Hatıra Defterini gördünüz mü? Mutlaka görülme-
si gereken bir tiyatro şöleni bu. Tümüyle olağanüstü bir
iş karşısında, hayranlıkla seyrettim Genco'yu. Duygu
Sağıroğlu'nun usta işi sahne düzenlemesi, özgün ve
abartılmamış bir güzel müziğin eşliğinde, inanılmaz yo-
ğunlukta bir Gogol sunuyor Genco Erkal. Ankara turne-
si, bence oyunun bir başka boyutunu da ortaya çıkardı.
Bir memur kenti olan Ânkara'da küçük bir memurun
adım adım deliliğe yol almasını seyrettim ben. Tiyatro-
yu, gerçek tiyatroyu tiyatro yapan bütün güzelliklerin yo-
ğun biçimde seyirciye sunulduğu bu usta oyunculuk
gösterisini kaçırmamalı.
Bir başka keyifli iş de, eski Cumhuriyet yazarından
geldi. Mlne G. Saulnier'nin ikinci basımını yapan ro-
manı Sinek Sarayı. Hayatın kıyısında gibi duran, ama
büyük kentlerin yüreğinin tam ortasında yer alan insan-
ları büyük bir keyif, buruk bir mizah duygusuyla anlatan
çok ilginç bir kitap Sinek Sarayı. Durmadan, her düzlem-
de korkunç köprülerden geçtiğimiz bu günlerde Genco
Erkal'ın oyunu, Ömer Uluc'un resim sergisi. Mine Saul-
nier'nin kitabıyla renkleniyor hayat. Umutsuz yaşanmı-
yor.
Kiraz'ın 4. sayısı çıktı
Kültür Servisi - İ ki aylık kültür ve sanat dergisi Kiraz'ın 4.
sayısı çıktı. Derginin bu savısında Şevket Yücel, Güngör
Gençay, Hasan Tahsin Yılmaz, Ramazan Tekinel, Muhsin
Şener, Hasan Akarsu, Süreyya Eryaşar, İhsan Yücel. Sadiye
Akay, Hüseyin Duygu'nun yazılan yer alıyor. Kiraz'da şiirleri
ile yer alan ozanlar ise; Güngör Gençay. Hasan Tahsin
Yılmaz, Ramazan Tekinel, Şevket Yücel. Sıddık Elbistanlı,
Öksel Demir, Efe Güzelgöz, Necdet Tezcan, Alaaddin
Soykan, Dilaver Atılgan, İdris Atmaca. Ali İhsan Tenemiz,
Necdet Yaşar, Yücel Coşkun, Bülent Güldal, Şule Çakır.
Dergide aynca Erdoğan Bol'un bir öyküsü var.