08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26NİSAN1994SALI CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR François Morellet'nin Türkiye'deki 6. sergisi Maçka Sanat Galerisi'nde '40 (30 ya da 20...) yıl sonraIstanbıü'da' CANAN BEYKAL 1987 yılında 1. Uluslararası İstan- bul Bienali'nde Aya İrini mekanında sergilenen yapıtlar arasında, mekanla doğrudan ilişki kuran yalın ama son derece duyarblık işleriyle Françoise Morellet'i İstanbul sanat izleyicileri anımsayacaklardır. Burada yapılmış en iyi mekan düzenlemelerinden biri oiarak değerlendirdiğim Morellet'nin çalışmalan, anımsanacağı gibi Aya Irini'nin duvarlannda belli açılarla yan yana boyutlannı ve konumlannı değjştirerek süregelen beyaz dörtgen- lerden ve nişlerin kenar. tepe ve de ta- ban kısmını örten beyaz dörtgenlerin üzerlerine, onlann görünmeyen, ama var olan çizgilerinin yer aldığı anı- msatıa çizimlerden oluşmaktaydı. Malevich'in kaldığı yerden Morellet, bizim ona yabancı ol- madığımız gibi o da İstanbul'a ya- bancı biri değildir. 1955-70 arasında turist oiarak istanbul'a tam dört kez gelmiş veilki I987yıhndaoimak üzere ve şimdi 1994'te burada iki enstalas- yon kurmuştur. Aya İrini'deki çalı- şmasıyla Morellet. burada gördüğüm, zorlayıcı bir mekanın suskunluğu ve yapısal gücüyle bu denli zarif biçimde ilişki kuran en iyi mekan düzenlemesi- ni gerçekleştirmişti. Morellet'nin temel sorunu; 19 nisan salı günü M. S. Üniversitesi oditoryu- munda yaptığı dialı konuşmasında da sık sık adını saygıyla andığı Malevich'- in tamamlayamadığı yerden başlar. Malevich; 1915 yılında ilk kez "Beyaz Üzerine Siyah Kare"sini sergilediğinde iıesnenin yokluğunun duyarlığı'nı ver- meyı amaçladığını söylemıştı. Ardı- ndan beyaz üzerine beyaz bir kareyle süprematizm adını verdiği teoremini de açıklıyordu. Morellet, 1987 yılında Aya İrini mekanında yaptığı işleriyle aynı zihinsel lcmclden hareket ederek ûzerlerinde sadece incecik anımsatıa. tamamlayıcı çizgilerin bulunduğu ve altında kalan, aslında var olan. ama görünmez kılınmış, üzerleri ka- patılmış olanlann duyarlığmı taşıyan beyaz dörtgenler sergilemişti. Göz sa- dece var olanlan. göriinür kılınmışlan görmek üzere eğitilmiştir. Duyarlık ise zihin tarafından görünebilir kılınmış olanlan bile görmeye yeterlidir. Mo- rellet, yapıtlannda saf duyarlığa ulaşa- bilmek için zaten temellendiği soyut dili kavramsal bir boyuta taşıyarak yine en saf geometrik formlan anı- msatıcı biçimde kullanmaktadır. Bun- lar ne tek başlanna ve yalın hallerde görülebilir dörtgen, daire gibi ana geo- metrik elemanlardır ne de bunlann çi- zimleridir. Gerçekte bunlar sadece on- lan tanımlayan açılanyla, eğrileriyle yatay ya da dikeyleriyle bizim du- yarlığımız tarafından tamamlan- maktadırlar. Morellet'nin mimari ilişkisi üzerine yapılandırdığı çalışmalannda aydı- nlatma elemanlan -neon tüpler- kulla- narak ya da doğrudan mekanla ve dayanaklanyla oynayan yalınlaştı- nlmış yapılar içeren bir temel bulunur. Galerinin mekansal özellikleri Morellet'nin form bilgisi ve forma egemenliği, bu anıtsal ölçekli çalışma- lannda olağanüstü biçimde ortaya çıkar. Maçka Sanat Galerisı'nde ger- çekleştirdiği enstalasyonunda ise ken- disinin de belirttiği gibi buranın duvar dokusunun 1953 yılında gerçekleştir- diği tablolannın bir yinelenmesi ve 1950-70 yıllannın yapıtlannda görü- len süperpoze dokulann ve dağıtılmış karelerin bir benzerini kurmak üzere temel modül oiarak galerinin duvar karolannı ele almıştır. 1994 yılında Maçka Galerisi için gerçekleştirdiği proje; tuval, özgün baskı ve desenlerinden oluşuyor. Bu yapıtlannda da Morellet'nin nesne yokluğunun duyarlığı yoluyla en saf duyarlığa ulaşmak fikri ortaya konul- maktadır. Galeriye girişten itibaren başlayan enstalasyonda Morellet ya- tay, dikey. dar, siyah şeritlerle bizi buradan itibaren başlayan ve tüm ga- leri yer ve duvarlannda karşımıza çı- kacak olan minik kare formlanna alıştınyor. Gözlerimiz yapıtlann icin- de ancak anımsatılan dörtgen, daire gibi ana geometrik formlan tamam- R V • Sanatçının Maçka Sanat Galerisi için gerçekleştirdiği proje; tuval, özgün baskı ve desenlerden oluşuyor. Bu yapıtlannda da Morellet'nin nesne yokluğunun duyarlığı yoluyla en saf duyarlığa ulaşmak fıkri ortaya konulmaktadır. (Tuval üzerine yağlıboya/1974,275x550cm.) larken bir kez daha dikkatimiz galeri- nin duvar dokusuna yoğunlaşıyor. Dı- şandan hatırlatmalarla başlayan ser- gilemede iş mekana dahil olduğumuz anda son derece yalın, hatta çizgisel bir dille anlatılan mekansal bağlantı- lan buluyoruz. Bu derece geometrik. yapısal ve de çizgisel olanın aynı zamanda son dere- ce lirik bir ifadesine ancak duyarlığın gerçek anlamıyla sınanması sırasında ulaşılabilinir. Bu mekanın özelliklerinden biri olan nişlerin kullanımında ise Aya İri- ni hatırlatmalan farklı biçimde ele alınıyor. Aya İrini'de hatırlatmalar, işaretle- rini doğrudan yapı elemanının kendi- sine gönderirken M içka Galerisi'nde ise üzerinde yer aldığı duvar dokusuna göndermektedir. Zaten Morelletyi de bu duvar do- kusu etkilemiştır. Hatta, "Galeriyi boş oiarak sergilemeye küstahlığım yetme- diği için aynca Yves Klein bunu daha önce yaptığından, duvarlann dokusuna dayanan ve bu dokunun hatalan gibi gözükecek" dört tablo gerçekleştirdi- ğini söylemektedir. Bu minik kare formlardan oluşan mekanın duvar dokusu Morellet için ılktemeliatmıştır. Bu doku üzerinde Morellet, bazen onlan tekrarlayan, devam ettiren ba- zen de ilginç sürprizler sunan işlerirri sergilemektedir. Ancak bu arada duyarlık sadece Morellet'nin işlerinin üzerine değil, onun işaret ettiği gibi galerinin mekan- sal. dokusal özelliklerine de yöneltil- melidir. Morellet burasının sıradışı bir yer olduğunu belırtiyor ve şimdi sergiledi- ği yapıtlannın adı oiarak seçilmiş olan "40 (30 ya da 20...) yıl sonra İstanbul"- da" derken gelecekte bir gün 7. ziya- rctinde son y apıtlannı 'umutsuzca sıra- dan bir mekanda' yapmayı diliyor. Biz onun 7. sertpsini umutla daha şimdi- den bekliyoruz elbette. CengizAytmatov, kötümser değil: 'Tümiiyk yeni birdönemdeyiz' ATAOL BEHRAMOĞLU - Türldye'ye 1980 öncesinde geldiğiniz- de karşılaşmıştık. Yaklaşık on beş y ıl geç- miş. Türkiye've yakınlığınızı biliyorum. Neler hissediyorsunuz? İki yıl önce de bir davetle Ankara'- daydım. Türkıye ve özellikle İstanbul, dünyada olup bitenleri daha sakin bir şe- kilde zihnimden geçırebildiğim, değer- lendirebildiğim bir yer. Bu kent, ınsanı durup düşünmeye ve hissetmeye zorlu- vor. Karmaşık bir tarihi olan karmaşık bir kent. Ama bugün gerek Doğu'dan gerek Batı'dan bütün kültür etkinlikleri- ni bünyesinde toplayabilen bir şehir istanbul. İstanbul'da evimde gibiyim. Kendi doğal ortamımdayım. - Rusy a'da \e tüm düny adaki toplumsal değişimİerden edebiyatuı etkilenmemesi olanaksız. Hümanist edebiyata bir ilgi azlığı göztemleniyor. Bunu ben Türkiye'- de de gozlemliyorum. Sözgelimi GoYki gibi bir yazar artık daha az okunur oldu. Rusya'da bu alanda neler olup bitiyor? Yapay bile olsa kültürü ve edebiyatı destekleyen bir onam vardı ve biz buna alışmıştık. Bugün böyle bir destekten yoksunuz ve bu bize çok güç geliyor. Yeni bir kültür ortamı ve bu anlamda yeni ilişkiler oluşturmak gerekiyor, fakat bunun önünde de çok büyük engeller, güçlüklervar. Devletin mali desteği artık sözkonusu değil. Baa cumhuriyetlerde sinema tümüyle yok oldu. Tiyatrolar ka- panıyor. - Cumhuriyetlerde mi? Cumhuriyetlerde de, Rusya'da da... Yeni seyirciler kazanmak için tiyatro- nun kendini ve ilişkilerini değiştirmesi gerekiyor. Fakat Batı kültürü, özellikle Ameri'kan kitle kültürü kendisini dayaü- yor. Durmaksızın yeni alanlar kazanı- yor. Bana öyle geliyor ki yeni Bâtı sanatı insanlann sezgilerinı ve içgüdülerini sö- mürüyor. Oysa sanatın her şeye rağmen bir felsefesi olması gerekir. Felsefe ise bi- linçaltının ve içgüdülerin üzerindedir. - Yani bir çeşit ideoloji mi? Evet. evet. Bugün görülen ise Ame- rikan sinemasının kültür alanını ele ge- çirmesidir. - Bu kültiire öykünen Rus yazarlan ol- duğunu biliyorum. Oykünmekle kalmıyorlar. Kendileri de böyle bir şey yaratmaya calışıyorlar. Onlara kalırsa, geçrniş tümüyle sona erdi. Tümüyle yeni bir dönemdeyiz. Ve bu anlayıştan yola çıkarak yeni yeni Amerikalar keşfediyorlar... Gerçi bu da olacak, hepsinin olması gerekir. Yanlış olan. kötü olan, tek bir fıkrin, tek biride- olojinin boyunduruğudur. Karşı çıkılması gereken budur. Bizim yaptığımız da bu. - Kötümser değilsiniz. Değilim. Çağdaş insanı nereye yön- lendirmek istediğimizi iyice bilmek ve gereğini yapmak zorundayız. Yeni du- rumlan, yeni anlayışlan kavramak gere- kir. Sanatın hümanist görevi elbette de- vam edecek. Sanatın böyle bir görevi ol- mazsa eğer, sadece eğlendirici, oyalayıcı bir şey olur ortaya konan. - "Fupyama Eteklerinde"ki kahra- manımz "Sabur"u düşünüyonım. Ola- caklar» önceden sezinlediği için hem yöne- timin hışmına hem de arkadaşlarının iha- netine uğramışti. Sanatçının bu öngöriisü konusunda bir şeyler söylemek isterdiniz belki... Bu soruya teşekkür ederim. Çünkü bu konuda söylemek istediklerim var. Yıllar önce yazılmış şeyler şimdi yeniden güncelleşiyor. İstanbul Filrn Festivali'- nde de fılmi gösterilen "İlk Öğretmen" adlı kitabım otuz yıl önce yazılmıştı. Ama şimdi olaylar bu konuda konuşma- ya yeniden zorluyor bizi. önceden görü- len, hissedilen şeyler şimdi güncelleşiyor. Benim bu kitabımdaki kahramanım Duyşen, büyük bir özveriylc devrime inanmaktadır. Onun düşüncesine göre çevresindeki insanlar mutsuzlukiannın nedenlerini anlamıyorlar. Devrim her şeye çare bulacakıır. Oysa her devrim. kendisiyle birlikte zorlamalar, yıkıntılar da getirir... Devrim. kendisine içtenlıkle inananlan da cezalandınr. Duyşen bu anlamda trajik bir kışiliktir. Bunca za- man sonra güncelleşmesinin sebebi bu. Sabur ise bir sanatçıdır. Çevresindekiler, çoğu cephede birlikte çarpıştığı arkada^- lan, sıradan, genelgecer düşüncelerle ye- tinmektelerken. o hayatın anlamını sor- gulamaktadır. Sonunda arkadaşlan işi ihanete kadar vardınrlar. Çünkü baskıcı yönetimler kendilerine inanılmasıyla ye- tinmez, ihbarcılık da isterler... - Bu anlamda Sabur'lar >e karşıtlan günümüzde de olsa gerek... Günümüzde de. her zaman, sonsuza kadar olacak... Bu gün gördüğümüz de farklı bir şey değil... Geçmişin tümüyle yok sayılarak bugünün alabildiğine yü- celtilmesi... Oysa mutlak oiarak iyilik yoktur... - Kitaplannızda çocuk kahramanların önemli bir yeri var. "Beyaz Gemi"de, "İlk Öğretmen"de... "tlk Tumalar" Türkçeye cevrilmedi mi? Onda da kahraman çocuktur. Ço- cuk ya da ergen kahramanlar. Çünkü çocuk, taze heyecan demektir. Hayat ise öyle değil. Çocuk ile hayatın karşılaş- Cengiz Aytmatov, yeni romanı 'Kassandra'nın Damgası'nı Rusça yazmtş. masıyla da çatışma, trajedı başlıyor. Ve böylece oluşuyor kişillk... "Beyaz Gemi'- 'de kahramanın sonu belirsizdir. Özel- likle öyle bıraktım. Gemiden kendini yo- koluşa attı. ama bunu açıkça söylemiyo- rum... Bir gün Çin'de. Pekin'deyim. Pe- kin'e ilk yolculuğum bu. Tanıdığım ya da benı tanıyan kimse yok. Oteldeki odamda telefon çaldı. Bir ses. tertemiz bir Kırgucayla, "Cengiz Aytmatov musunu/7" dıye sordu. Herhalde elçilik- ten bindir diye düşündüm. "Evet" de- dim, "siz kimsiniz?". "Ben Beyaz Gemi'- deki o çocuğum" dedi karşıdaki ses. "Peki". diye sordum. •gemiden kendini göle attıktan sonra neler oldu?" Karşıda- ki ses "Yûzdüm, yüzdüm, yüzdüm, Pe- kin'e geldim..." dedi: "Burada da üniver- siteye başladım..." - İki dilli bir yazarsuuz. Bazen Rusça ba/en KırgızcayazıyoryadaRusçayazıp kendiniz Kırgızcaya çcviriyorsunuz. Son zamanlarda sürgün edebiyatı ka\ramı ye- nidentarrtşılıroldu. Kimitn'va/arınyur- du dilidir' diyor. Şimdi siz, iki dilli bir ya- zar oiarak bu iki dilin de konuşulmadığı Lüxembourg'dasıni7. Bunun yazarlığınız üzerinde nasıl bir etkisi oluy or? Genel oia- rak sürgünlük, sürgün edebiy atı konusun- da neler düşünüyorsunuz? Bu da güncel ve önemli bir soru... Tek ve kesin bir yanıtı yok. Ülke dışmda ya- şayan pek çok rejim karşıtı, değişimler- den sonra da yaşamlannı yine bu ülke- lerde sürdürmekteler... Fakat zaman za- man anayurda gidip gelerek. Televiz- yon. gazeteler, dilinizden zaten tama- men kopuk değilsiniz. Arada bir uzak- tan bakmanın yararlan da olabilir. - Türkiye'de bir Türk yazan, hümanist bir yazar olarak tanımyor ve çok seviü- yorsunuz. Az önce sözünü ettiğiniz "İlk Turnalar" da içinde olmak üzere bütün kitaplaruuz çevrildi Türkce'ye. Okuya- cağımız yeni bir kitabınız tar mı? Yeni bir roman tamamladım. "Kas- sandra'nın Damgası." Aimancası yayı- mlandı geçenlerde. - Kırgızca yazdınız tabii. Hayır. Rusça. Kırgızca çevirisi yok. - Bu kitabınızın da Türk okuruna ge- dkmeden ulaşacağını umuyor. bu söyleşi için teşekkür ediyoruz. Akbank Oda Orkestrası'nın sotistiIdilBiret Kültür Servisi - Kasım 1992'de kurulan, o tarihten itibaren ünlü şef vesolistlerin katılımıyla birçok konser veren Akbank Oda Orkesirasıyann 1994yılınındördüncü konserini gersekleştirecek. Yann saat 19.00'da Sabancı Çenter Haa Omer Salonu'nda verilecek konscre pıyanist İdil Biret solist olarak katılacak. Şef Rengim Gökmen eşliğinde Akbank Oda Orkestrası Biret'in seslendireceği Mozart'ın 13 numaralı piyano konçertosunda solistc eşlik edecek. Orkestra aynca Britten'in, İtalyan Anasını \e Ulvi Cemal Erkin'inyaylı sazlariçin Sinfonietta'sını seslendirecek. Atatürk Oratoryosu CD'de ANKARA(A.A)- Kültür Bakanlığı.şairCahit Külebi'nin yazdığı. Nevit Kodalh'nın bcstelediği. ancak bugüne kadar plak haline getirilemeyen Atatürk Oratorj osu'nu. compactdisc olarak hazırlattı. Kültür Bakanı Fikri Sağiar. şairCahit Külebi. oratoryonun bestecisi Nevit Kodallı. orkestra şefı Hikmet Şimşek'le birlikte düzenlediği basın toplantısında, CD'nin tanıtımını yaptı. Atatürk'ün. Kurtuluş Savaşı ileyalnızca ülkenin bağımsızhğını ilan etmekle kalmadığını söyleyen Sağlar, kurduğu dev lctin • temelinin kültür olduğunu vurguladığını ve sanatı da toplumun yaşam damarlanndan biri olarak niielediğini söyledi. Sağlar. "Atatürk. hiç kuşkusuz, böylesine bir müziksel anıtı fazlasıyla hak etmiştir" dedi. Fikri Sağlar. toplantıda oratoryonun gelecek aylarda kasct olarak da hazırlanacağınıvedahaöncehazırlanan Yunus Emre Oratoryosu ile birlikte. kısa zaman içinde. uluslararası kataloglarda müzik dünyasına sunulacağını behrıtı. Minik ressamların ödültöreni Kültür Servisi - Pınar Süt'ün 13yıldıraralıksızdüzenlediği "İlkokul Öğrencileri Arası Resim Yanşması"nın ödül töreni İzmir Resim Heykel Müzesi'nde yapıldı. "Pınar Süt kutulannın üzerinde kendi çizdiğiniz resmi görmek ister misiniz?" konulu resim yanşmasına Türkiye'nin dört bir yanından beş bincyakıneşer katıldı. Yanşmajürisincc yapılan değerlendirmede İzmir'den Ayşe Saraç. Samsun'dan A\ sel Çelik. İzmir'den Berat Hav ta. Bursa'dan Gizem Başaran. Ankara'dan Meriç Armağan. İzmit'ten Beste Kobak "Üstün Başan" ödülüne. İzmir'den Özgür Dünyaoğullan veTardu Mersin. İzmit'ten Ekin Özdil. Mersin'den EmirGüvende"BaşanÖdülü"ne. aynca 108eserdesergilenmeyedeğergörüldü. Üstün Başan ve Başan ödülleri alan öğrencilerin eserleri Pınar Süt kutulannın üzerine basılacak. İzmir Film Festivali sona eriyor Kültür Servisi -6. Uluslararası İzmir Fılm Festıvali'hınson gününde İzmirSineması'nda saat 12.00.14.30.16.45ve 19.00'da "Chaplin". 21.15"te "Hoffa"izlenebilir. Türk-Amerikan Derneği'nde ise bugün saaı 12.00'de "Mavi". 15.00"te ise son dakika fılmleri eösterilecek. Fransız Kültür Merkezi'nde"Gözaltı" Î2.00ve 18.00. "Neşeli Pazar" 15.00 ve 21.00 seanslannda görülebilir. 4 Jazz Guitar' isimli kasetinde Türk Sanat Müziği şarkısını caza uygulayan Önder Focan: Biraz Don Kişotluk yapmak gerekASU MARO "Bana Herşey Seni Hatırlatı- yor". bir süredir dillerden düş- meyen bir Türk sanat müziği par- çası. Peki. onu bircaz parçası ola- rak düşünebiliyor musunuz? Ön- der Focan. "Jazz Guitar" adlı ka- setinde bunu başarmış. Focan. ya- şamını mühendislikle kazanan bir caz gitaristi. Türk pop müziğinin atağa kalktığı bu günlerde tama- men kendi olanaklanyla, pek çok şeyi göze alarak bir kaset yapmış. Amacı, sesini duyurmak ve diğer cazalara bir mesaj vermek, bir şeyler yapmak gerektiğine dair... Bütün olumsuzluklara karşın umudunu yitirmiyor. iyimser ve son derece disiplinli. Bir yıla yakın süredir Tünel'deki Cafe Grama- fon'da müzik yapan Önder Fo- can'a kasetinde, piyanoda Selim Benba, basta İlkin Deniz ve davul- da Cankut Özgüt eşlik edivor. Fo- can, kaseti ve müzik yaşamı üzeri- ne sorulanmızı yanıtladı: - Biraz kendinizi tanıtır mısınız, müziğe nasıl başladınız? ODTÜ Makine Mühendisliği mezunuyum. Müziği tümüyle kendim öğrendim. Bizim za- manımızda üniversitelerde boy- kotlar olurdu. Bazen sekız. on ay okul olmazdı. Ben de eve kapanıp müzik çalışırdım. 1975'ten itiba- ren caza yöneldim. Mühendislik- ten artan tüm zamanımı müzik alıyor Eğitime gelince, yurtdışı- nda caz eğitimi verilen bir kurum- da, sadece bu ortamın içinde ol- mak için bulunmayı isterdim. - Şu anda geldiğiniz noktadan memnun musunuz? Belki daha çok ilerlemem mümkün- dü. Ama bunun ıçın aynlacak zaman çok önemli. John Mc Laughlin der ki "Herkes benden daha iy i gitar çalabilir, eğer günde sekiz saatten daha fa/la çalışabiliyorsa". Bızım böyle bir ola- nağımızyok. - Profesyonel olarak müziğe başladı- ktan sonra kimlerle çahştınız? Özellikle 80'lcrden sonra hep caz müziği çalan gruplarda çal- dım. Oğuz Durukan, Can Ayer ve Nükhet Anıca'yla birlikte bir grubumuz vardı. konserler verirdik. Sonra o grup dağıldı. Evde provalar yapıp iyi bir repertuvar hazırlamıştık. Her- kes için okul gibi bir şeydi. Onun dışmda çalıştıklanmdan Erol Pekcan, Selçuk Sun. İrner Demirer. Fatih Erkoç, Nezih Yeşilnil bir anda aklıma ge- lenler. - Kaset projeniz ne zaman doğdu? 80'lerin başlan- ndan beri beste yapı- yordum. 89'dan beri gelişmekte olan bir proje bu, ama sürekli finans ve bir araya gelme problemi oldu. Sonunda reper- tuvan hazırlayıp herkeslc anlaşıldı- ktan sonra provalara geçildi. Stüd- yoda bir günde kaydettik. Türkiye'- deki stüdyolann olanaklannın elverdi- ği ölçüde iyi oldu bence. Zaten bu ko- nuda çok litiz olmak gerekliğini dü- şünmüyorum. Bir şey yapılması lazım. insanlar "Yapsam satılır mı, kaydetsek kim piyasaya sürecek? Türk popu 800 bin satarken. kim üstlenir üç beş bin sa- tacak kasedi?" gibi düşüncclcrlc ya- naşmıyorlar. Büıün bu zoriuklu la- bulann yıkılması için böyle bir şey 7 Beştane kendi bestem var. Üçlancde bilinen Türk müziği parçası var. - Gerçekten de bu ilk bakışta dikkati çekiyor. Bu parçalan cazla bağdaştı- ntıak güç gibi görimüyor. Nereden aklınıza geldi? Tüm dünyada kulüplcrde çalınan caz standartlan aslında cskı Amerikan Focan'ın amacı, sesini duy armak ve diğer cazcılara birşeyle yapmak gerektiğine dair sesini duy urmak. yapılmalıydı. Aslında şu anda da, yapımcı dahil herkes memnun. Yüz- bınlerce satmasa da cazın dinleyicisine hitap edebiliyor. -Kendi besteleriniz de yer alıyor değil mi? Hollyvvood fılmlerinin müzikleri ya da o dönemlerin pop parcalandır. Sonra cazalar onlan yorumlamışlar ve pop parçalan aniden caz standardı haline gelmiş. Türkiye'de de bir popülcr mü- zik var. Türk sanat olsun, Türk pop olsun. insanlann dillcrinde dolaşan bir müzik var. Bunlann içinden bazı par- çalan alıpcazcı gibi çalsakne olur diye düşündük. İnsanlar yatkın olduklan mclodiyi daha rahat dinleycbilirler. Ancak Türk popunda son günlerde ortaya çıkan melodiden uzak. tekerle- melerden oluşmuş parçalarda bunu yakalamak zor. Ama örneğin "Bana Herşey Seni Hatır- latıyor"un melodisi çok güzel. Armonisi kendi içinden geli- yor. Melodik yapısıyiafazlaoyna- madık. sadece emp- rovizasyonlar koy- duk. "Seninle Bir Dakika" da çok gü- zel bir parça bence. Bir de "Köylü Güze- li" var ki aslında o hızlı bir bebop par- çası. Dizzy Gfties- pie'nin "Bebop" adlı parçasının intro'- sunu aynen koy- dum. "Bu bir bebop parçasıdır" demek için. Çalarken bir kaygım oldu: Pek Türk müziğine yatkın değilim. Ama ben Batı standart- lanndaki parçalan tespit edip gene Batı tarzında çaldım. Hiçbir zaman Türk şarkısı havası uyanmaz. Gene de dünya soundunda olsun da melodinin orijini de Türk ol- sun istedim. - Türkiye'deki caz müziğinin duru- ınunu nasıİ değerlendiriyorsunuz? Dolara karşı Türk lirasınm duru- mundan iyıdir. Türkiye'de dünyayla her alanda bir kıyaslama yapiyor ol- sak, caz müzisyenleri Türkiye'dcki or- talamanın çok üstünde. Çünkü caz dünyasının birinci sınıf insanlanylaça- labilecek insanlar var. Türkiye'deki cazın sorunu. talep yaratma sorunu- dur. On yıl önce insanlann caza ilgısi vardı vc yurtdışından gelen cazcı sayısı azdı. Dolayısıyla Türk müzısycnleri- nin konserlerinegidiliyordu. Ama üre- tim yapmadılar. Bu tamamcn oniann suçudeğil, ekonomininve müzik piya- saşının getirdıği bir şey. İkincisi. meSya şekil deâiştırdi Ben 15 yaşındayken televizyonda karşıma Erol Pekcan'ın konseri çıkardı. Şimdi- ki gençliğin böyle bir şansı yok. Özel radyo ve televizyonlarda caza hiç yer verilmiyor. Çünkü reklam alamıyor- lar. Talep olmayınca arz olmuyor. arz olmayınca da talep olmuyor. Böyle bir kısır döngü var. Ö zaman biraz Don Kişot'luk yapmak lazım. Bir de organizaiörlerde Türkiye'- deki caz adına bir şeyler yapma çabası yok. "Türkiye'de caz mı var, caz müzis- yeni mi *ar" demek kolay. Türkiye'de ne kadar caz müzisyeni yoksa. o kadar da caz emprezaryosu, caz organızatö- rü yoktur. Herkes kendini kendi bu- lunduğu yer kadar tartmalı. Bir yerde bir şey. onu üreten insanlar varsa vardır. Dışandan getirmekle olmaz. Dünyanm her yerinde uluslararası starlarda vardır. lokal müzısyenlerde vardır Türkiye'nin de birinci sınıf mü- zisyenlen vardır ve Amer.ka'nın birin- ci smıf müzisyeni kadar iyi çalar. "Cazın caz olması için müzisyenin ren- ginin sjyah olması lazım, Blues kökenli bir de atonal ve avangard çalması laznn"diye bir şeye de katılmıyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle