07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10NİSAN1994PA2AR 8 PAZAR YAZILARI Türkmutfağırun sırtıyeregelmez Nüfusu hareketli İngiltere'- nin. Giden-gelen bol. Göç- menlik anlanunda giden- gelen. Son 4 yılda bir milyonu aşkın kişi başka ülkeJere gidip yerleşmiş. Aynı dönemde bir milyonu aşkın kişi de gelip İn- giltere'ye yerleşmiş. Hele şimdi Avrupa Birliği içinde serbest dolaşım da var. Gelip giden Avrupalılann hesabını tutmak daha da zor- laşacak. Komşu İrlanda ile de özel sözleşme nedenıyle. İrlan- dalılar İngiltere'de izin alma- dan oturabiliyor. Öyle Türkiye gibi, ha babam insanlann do- ğup doğup, gelip gelip yığıldıklan bir ülke değil bu- rası. Kıyılannda denizin gel- giti gibi, nüfusu da öyle. Kim nereye gidiyor? Yüzde 30'u diğer Avrupa ülkelerine gitmiş I992'de; yüzde 20"si Avustralya, Kanada, Yeni Ze- landa gibi eski sömürgelere; yüzde lO'u İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi dığer ülkelere; yüzde 20'si ABD'ye; yüzde 10'u Ortadoğu'ya; yüzde 2'si Güney Afrika'ya. İngiltere'- den şu ya da bu nedenle bıkıp gidenler. iş yüzünden. aşk yü- zünden gidenler... Ya gelenler? Yine benzer oranlarda. Türkiye'den gelen- lerle İngiliz yeme-içme alışkan- lıklan da sürekli değişiyor. Es- kiden sadece Londra"nın en tu- ristik ve en kozmopolit yer- EDİP EMÎL ÖYMEN lerinde bırkaç Türk lokantası varken, artık Türk lokantalan her yerde. Döner. bir zamanlar sadece Araplann tekelindey- ken, Türklenn elinde artık hamburger gibi, sandviç gibi al-ye türünden oldu. Türklenn sayısı arttıkça açı- lan bakkallar, manavlar, fınn- lar artık birbirleriyle rekabet içinde. Bir zamanlar beyaz peynir, ancak Bulgaristan'dan ithal edilirdi. Şimdi artık Tür- kiye'den geliyor. Zeytinden kırmızı pul bibere, vişne kom- postosundan revanılik kalın ır- miğe, patlıcandan Amasya el- masına kadar hem de. Başa- nlamayan, Türk usulü bakla- vaydı. Hamuru, içi, yağı, şeke- ri bir türlü tutmuyordu. Ama artık bunu da çözdük. Bir saat- te bir tepsiyi silip süpüren yeni baklavacılar bu eksıkliği de gi- derdi. Mutfaksız İngiltere'de artık Türk mutfağının sırtı ye- re gelmeyecek. Hele bir de üs- tüne Tahmis Sokak'ın ünlü kahvesi. Evet. artık Türk kah- vesi demebzul. Sarıkafa îş arıyor Kara kafaya güle güle 196O'h yıllarda Stockholm yakınlanndaki Södertalje'deki SAAB tesislerinc gelen ilk göç- men işçiler olan Yunanlılar, törenlerk karşılanmışlardı. Onlan diğer "konuk işçiler" iz- ledi. Ekonomı hızla gelışiyor, üretim artıyor ve işgücü sıkıntısı yaşanıyordu. Hoşgel- miştik hepimiz. Emek vermek için en verimli cağımızdaydık biz göcmenler: ne yaşlı anamız vardı yanımızda ne de hasta babamız. Şonra politik göçler başladı. Önce Yunanistan'- dan. cuntadan. Sonra bizdeki- lerden. Bunlara, diğer ülkeler- den gelen kitleler eklendi. Aynca 6O'lı yıllann dinamik iş- çileri, artık yaşlanmaya, bakı- ma gerek görmeye başlamı- şlardı. Üstelik. hızla para yapıp bir an önce vatana dön- me mitinin boş olduğu an- laşılmış. vatan buraya getiril- meye başlanmıştı ana baba olarak. Şimdi devir değişti. İş piya- sasında, Amerikan modeli ge- reği oluşturulan bir emek faz- lalığı var. Kadınlarve göçmen- ler, işlerini ilk yitirenler oldu. Önceleri san kafalı tek bir te- mizlikçi, bulaşıkçı göremezdik çevremizde. Bu işler, bız kara kafahlara aitti. Şimdi, bir iş ol- sun da ne olursa olsun diyen Isveçliler, bu işkollanna da rağbet etmeye başladılar. îşte bu noktada. pahalıya patlamaya başladı göçmenler. 1969-1992 yıllan arasında İsveç'e gelen göçmenler arasın- daki işsizlik oranı. % 7'den % 25'e çıktı. Aynı süre içinde iş sahibi olan göçmenlerin oranı. % 80'den % 58'e düştü. Oysa STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN I992'de işsiz olan İsveçlilerin oranı yalnızca % 5'di. İş sahibi olan ya da arayanlann oranı ise % 84'dü. I99l'de sosyal yardım alan göçmen ailelerden % 5.4"ü I969"dan önce, % I2'si 1970-79 arasında ve %3 0'u 1984-87'de buraya gelmişti. Aynı yıl Isveçli ailelerin ° o 5.5'i sosyal yardım almıştı. Bu sayılan, Dagens Nyheter gazetesinden (27-28 3-94) al- dık. Araştırmayı yapan doçent Jan Ekberg, yeni bir alt taba- kanın doğmakta olduğu konu- sunda uyanda bulunuyor. İsveç'te yoksulluğun. bütün ül- kedeki gelir düzeyinin yansı kadar, ya da yarısının altında gelirle geçınmek olarak tanım- landıjn araştırmaya göre bu- gün Isveç'teki göçmenlerin % 27.9'uyoksul. Isveçliler arasın- da bu oran % 8. Ekberg, bu tabloyu oluşturan etkenleri şöyle sırahyor: - Göçmenlerin öğrenimine. diplomasına, iş piyasasında güvenilmemesi: - Ekonomik yapının önemli değişimlerden geçmesi: örne- ğin iyi dil bilmek giderek çok daha önem kazanıyor; - Sığınmacı kitlelenn toplu- ma kazandınlması için geçen sürenin aşın uzun olması. Kimçisizyaşamın ne tadı, netuzuvarHer ülkenin mutfak kültü- ründe sanki olmazsa olmaz tü- ründen yan yiyecekleri vardır. Örneğin, kuru soğansız kuru fasulye, rokasız balık; mayda- nozsuz salata ve ayransız dü- riim olmaz. Kore'de de kimçi- siz sofra olmaz. Alışık ol- mayanlar için kimçinin tadı da kokusu da ilk kez çok ağır. Aasına, sarmısak ve balık ka- nşık kokusuna alışmak zor mu zor. Buna karşın bir de onu Korelilere sorun: Kimçisiz ya- şamın ne tadı ne de tuzu var- dır. Hani haksız da değillen bir kez ahşmayagörün, bıraka- mazsınız. Savaş ve kıtlık za- manlannda yaşamı sürdüre- bilmek için bizdeki soğan- ekmek, zeytin-ekmek örneği Kore'de bir tas pilav (Uzak- doğu'da pilava tuz ve yağ kon- maz. Zira pilav ekmek yerine, ekmek de pasta yerine geçerli- dir) biraz da kimçi yeter de ar- tar da. Kimçi, bizim turşular gru- buna girer mi girmez mi bilmi- yorum, ama mayalama süresi, aası, kısmen tadı ve de sofra- daki yeri aynı. Kimçinin ana maddesi, "Çin lahanası" adı verilen dev marul ya da beyaz turptur. Kanşık turşu örneğin, turp marula, marul da turba kanştınlmaz; ayndır; sofraya da yemeğin türüne göre ya turp kimçisi ya da marul kim- çisi gelir. Turp daha çok "en- rim asit" içerdiğinden turplu kimçi, karbonhidratlı yemek- SEUL ALİ RIZA BALAMAN lerde yeğlenir. Kimçi, Kore yaşam biçimi- nin özgün bir parçası. her şeyi değil, ama çok şeyidir. Örneğin düğün fotoğraf çekilirken "gü- lümseyiniz" sözü yerine: "1, 2, 3, kiniçiiii" denilir. Zira kimçi sözünü duyup da gülmeyen Koreli'ye rastlamak çok zor. Anadolu'da ırgatlar arasında çok kullanılan bir atasözü var- dır: "Ağanın haksızı olur. ama ekmeksizi olmaz" denir. Ağa emekçinin parasını kesebilir. vermeyebilir. ama onun karnı- nı herhalde doyurur. Kore'de degenelde çalışanlara y ılda altı kez verilen ikramiye. işyerinin gelirine göre düşebilir. 5 hatta 4 olabilir. ama güzün ödenen "kimçi ikramiyesi" herhalde verilir. Kimçi değişik boylardaki küpler içinde boyun hizasında yere gömülerek saklanıldığı gi- bi düz damlarda, tarasta. çatı- da, apartmanlarda da balkon- larda saklanır. Her ev güzün kimçi gereksinmesini adam başı hesaplayarak imece usulü eş, dost, komşu yardımıyla ya- par. Türkiyeyinezor bir vataıı olduAh güzel İstanbul! Berlin'de oturup "Gûzeî İstanbul" demek kolay. diye düşüneceksiniz. doğru. Uzakta ol- makla gecenin karanlığında gezinmek arasmda benzerlik var biraz. Iki halde de çirkinlikler örtülüyor. Birinde yıldızlar, ötekinde hasretle. Hayal gücü kuvvetli bir toplum ol- duğumuz söylenemez, çünkü 27 mart- tan beri hep aynı espriyi yapıyoruz: "Gelirken çantana bir başortü koymayı unutma! L'çak bileti alırkan "Dilek Hanım, gitmeden kendinize şöyle ipeldi siyah bir kumaş seçin!" Telefonda "Ar- tık Beyoglu'nu fllan unut!" Bir gün gecikmeyle Berlin'deki ek- ranlanmıza gelen "Ateş Hattı"nda yeni belediye başkanımız gece başını iki elinin arasına alıp ağladığmı söylü- yor hakkındaki bütün 'İftiralar" kar- şısında ve soruyor: "Biz bu >atanın ev- ladı değil miyizT" Aynı şeyı ben dahil kuşkusuz milyonlarca başını örtme- yen. Beyoğlu'nda gezmeyi seven ve ipekli de olsa metrelerce kumaşa bü- rünmek istemeyenler de soruyor. Zor bir vatan. Ah güzel Türkiye! Bugünlerde A\- rupa'nın aynasına yansıyan suretine hiç bakma daha iyi. Bir yanda zindanlarda insanlan zın- cirlere vurup falakadan geçiriyorsun, öte yandan köyleri boşaltıp masum si- villeri öldürüyorsun. bütün bunlar yetmiyormuş gibi ekonomik düzenin allak bullak ve şimdi de sokaklannda sakalh cüppeli adamlar. Ortaçağ terö- rü estiriyor. Ayasofya'vla Kapalı Çarşfnda bile turistlerin can güvenlı- ğini sağlayamadığın halde, turizm ba- kanının Berlin'deki basın toplantılan- nda bu yıl Alman turist sayısını bir bu- çuk milyona çıkartmayı hedeflediğini anlatıyor kadife sesiyle Hamasi nu- tuklardan bir türlü vazgeçemiyor poli- tikacılann. DtLEK ZAPTÇIOĞLü Türkiye'nin dışardaki imajı. 12eylül darbesinden bu yana hiç bu kadar kö- tü olmamıştı. Kürtler Türkiye'ye iade edilsin mi, edilmesin mi? Aimanlar bugünlerde kendi sorunlannı bir yana bıraktılar, bunu tartışıyorlar. Çünkü bu yıl Al- manya'da bir sürü seçim var. Kolay mı, 16 eyalet, her birinde seçimler; son- ra Avrupa Parlamentosu secimleri. Ve derken ekim ayında genel seçımle bel- ki de kaptan köşkünde nöbet değişimi. Baltık Denizi'ndeki monnalann akj- betinden tut da PKK eylemcilerinin iadesine kadar her konu bu yıl Alman- ya'da seçim kampanyalanna alet ol- mak zorunda. Alman hükümetçevrelerinde Kohl'e yakınlığıyla tanınan bir üst düze\ bü- rokrat, öğle yemeğinde yanımda otu- ruyor. "Biliyor musnuz" diyor. "İstan- bul'a gittün, Topkapı Sarayf nı gezdim, o muhteşem zenginliği gördüm. Os- manlı İmparatorluğu'ndaki ihtişam na- sü geride kaldnsa, biz de eğer Alman ekonomisini reforme edemezsek Uzak- doğu'nun karşısında aynı sizin Avrupa '- ya karşı yenildiğinlz gibi yenilgiye uğ- rayacağız." Bizim içeriden çok karma- şık gördüğümüz şeyler dışandan bakınca demek ne kadar sarih! Sonra soruyor: "Lazların sanşın ve mavi gözlü olduğu doğnıysa, acaba bunlar Ari ırktan olmasın?" - "Evet, olabilir", diyorum. "zaten aldığımız is- tüıbarata göre Lazların topu Alman- ya'va göç etmek istiyormuş." Şakayı anlıyor. ama yine de yüreği hop etti besbelli. "Yaa". diyor, "kaç Laz var Türkiye'deT" "Eh, istemediğiniz kadar var." Türkiye Cezayir olur mu? İran Dev- riminden sonra "Türkiye İran olur mu?" sorusu bolca sorulrnuştu, şimdi darbe söylentileriyle birlikte bu Mağ- rip ülkesine benzetiliyor Türkiye, bu- ralarda da, Türkler daima teyakkuz halinde, "milli müdafaa" ruhu sergile- mek zorunda: "Asla Cezayir olmaz Türkiye, modernleşme çok ilerledi", "Yok canım, biiyüme hızına bakarsanız ekonominin hiç de o kadar kötii durum- da olmadığını görebilirsini/". "Ama te- rörii unutuyorsunuz". "Bunlar hep tek yanlı ve maksatlı yayınlar, inanmayın", "Canım, tek tük olaylar olabilir..." Ah güzel Türkiye, şu günlerde mü- dafaası çok zor bir vatan sathı oldun. Yine. yeniden. Endonezyalı çocuklar okul kırınca ne yapar?Şrerinde dl lğ- renciler okul kırar mı? Eğer kırıvorlarsa ne vaparlar? Birçok öğrencinin kafasında bu soru isareri olarak durur.Eğer kırıvorlarsa ne vaparlar? Birçok öğrencinin kafasında bu soru işareti Dünyanın en kalabalık MusJüman nüfusuna sahip Endone/ya'nın başkenti Jakarta'da da ilkokul öğrencileri okul kırmışlarlar. Ama çocuklar yalnız değil. öğretmenleri de onlara katılınış. Çocukları bir konferans salonuna götüren öğrermenleri onlarla Endonezya'da Müslümanlığın daha nasıl güçlendirilebileceğini tartışıyor. Ancak taıtışma ba- jağı eğlenceli geciyora oenzijor, bütün çocuklar neşe ve ilgiy le öğretmenlerini dinliyoriar. 'Nemuüukraliçeye bugünbenigördü' Tren istasyonunun önünde 100. bi- lemedin 150 kişi sessiz sedasız bekle- şiyor. Manzara, memleketten alışık olduğumuza teğet bile geçmiyor. Yola kırmızı hah serilmedi. Sadece çöpçüler öylesine bir süpürge değdir- diler. Koç ya da deve kurban etmek zaten dinden, adetten değil. Görkemli karşılaşma olsun diye okullan tatil edip çocuklan yol kenarlanna da dık- mediler. Hatta güleç yüzlü bir polis, bekleyenler arasında gördüğü küçük kızı. "Senin bu saatte okukJa olman gerekmez ıtüydi?" diye şakayla kanşık sorguluyor. Velhasılı, tablo hayli renksiz. Topkapı otogannda as- ker uğurlayan grup. bunun yanında "nıahşeri kalabalık"tan sayılır! Bugün Kraliçe Elizabeth, Winches- ter'a geliyor. Karşılama tren ıstasyo- nunda. Saat ılerliyor. majestelenni görmek istevenler sabırsızlanıyor. "Yahu kraliçe treni kaçırmış olmasın" esprisini ciddiye alan yaşlı bir İngiliz Hanım, bunun mümkün olmadığını. çünkü "Majestelerinin" öze! treninin bulunduğunu cıddıyetle açıklıvor. Zaten, bekleyenlerin yansı yabancı turist. İngiliz kralhğının ilk başkenti olan bu tarihi şehri görmeye gelmiş- ler. Eh, İngiltere'ye gelip kraliçeyi yakından görebilmek de az şev değil onlar için. Arada patlayan ve kulak kulağa yayılan espriler, işte hep bun- lann başının altından çıkıyor. Tabii yaşlı İngilizler. majestelerinin espri malzemesi yapılmasından rahatsız, asılzade tavırlannı da bozmadan kö- tü kötü bakıyorlar gülüşenlere. Ya- banalar içinde tek istisna. 15 kadar Japon. Nasıl becermişlerse, hepsi en İVINCHESTER SUAT TAŞPINAR ön sıraya me\zilenmiş, fotoğraf ma- kineleri ile tetikteler. Japon impara- torluğunun bu ufak tefek mensuplan, "kral ve kraliçelerin kutsiyeti' konu- sunda sessiz bir ittifak içindeler, bes- belli. Onlar da gülmüyor. Derken beklenen an geliyor. Krali- çe istasyondan ağır adımlarla çıkıyor. Alkışlavan insanlara ölçülü bir selam veriyor. gülümsüyor. Kimse majes- telennin zarif şapkasını kapmaya ya daelini öpmeye davranmıyor. Istas- yonun önünde topu topu 4 araba var. Ikisi kraliçe ve beraberindekiler için, diğer ikisi de korumalann. Gürültü, patırtı, abartılmış sevgi gösterileri, paçasından yağ damlayan 'profesyo- nel karşılayıcılar', ortalığı tozutan te- laşe memurlan..' Hıçbiri yok. Kraliçe gidiyor, kalabalık dağılı- yor. Birkaç dakika içinde bir makara film bitiren Japon turistler ziyadesiyle memnun, ilkkez ağızlan kulaklannın arkasında Yaşlı İngilizler huşu için- de. 'Kraliçeyi gördüm'' sesleri, istasyo- na yeni gelen, karşılamadan habersiz yolculara fısıldanırken Fransız arka- daşımız Pierre, monarkı deviren ve bireyi iıer şey' yapan büyük devrim ülkesinin çocuğu olarak bağınyor: "Ne mutlu kraliçeye. Bugün beni gördü!'" Yüklü duygularınkolayifadesi: KüfürKüfür ansiklopcdisi çıkarmışlar. Adını da "uygunsuz sözcükler ve deyiş- ler sözlüğü" koymuşlar. Kapışılıyor. "L'ygunsuz" diye çevirmek doğru değildi belki. Ne demek uygunsuz? Ki- me, neye göre uygunsuz? "Terbiyesiz" mi deseydik ya da "ahlaksız?" Herke- sin kedine göre bir terbiyesi. ahlakı yok mu? Küfür işte! Duymazdan da gelsen, "ayıp, günah" da desen günlük yaşa- mın bir parçası. Düşüncc ve duygula- nn. özellikle de "yüklü" duygulann kolayca ifade edilmesini sağlıyor. İfa- de edeni rahatlatıyor. Edileni kızdın- yor. Sonuç olarak gergin bir "iletişim aracı" ışle\ini görüyor. Bu "araç"lardan Rusva'da isteme- diğiniz kadar var. Dünyada "küfür edebiyatı" en zengin halkm kendileri olduğunu söylemeve bavılıyor Ruslar. (Ne garip! Bizdc de pek çok Türk, en fazla küfür çeşıdinin Türkçe'de ol- duğundan sanki övgüyle söz eder. Ge- nel olarak olumsuz yargılara hedef olan böyle bir konuda. halklann ken- dilerine övgü kaynağı yaratması ol- dukça ilginç!) Küfür konusunda hangi halk daha yaratıcı. bilemem. Ama bizdekinden farklı olarak Rusva'da küfüre daha fazla hoşgörü var. Bızde "kan çıkarta- cak" türden küfürler. burada kulak arkası edilebiliyor. Duruma göre ana- ya küfür bile es geçilebiliyor. Hatta ar- kadaşlar. birbirleriyle bu sözcüklerle şakalaşabilıyor. Dahası" küfür bilmek erkeklerin şa- MOSKOVA HAKAN AKSAY nıyla sıkıca bağlı görülüyor. "Yaratıcı bir küfür" duydun ve "Fransız kaldın": yazık sana! Öylesine ki ünlü ve etkili kişilerin küfür etmesini bilmesi. becermesi. on- lann ayıplanması değil, neredeyse say- gı görmesi sonucunu doğuruyor. Gorbaçov 1991 ağustosunda kendi- ni tutuklamaya gelen darbecilere. "Her Rus gibi" okkalı bir küfür savur- duğunu anlatıyordu. 3-4 Ekım 1993 olaylan sırasında çe- kilmiş fılmler televizy onda gösterildik- çe. Rutskov'unne kadar sık küfüretti- ğini bütün ülke duyuyor. Ama, bu onun saygınlığına darbe vurmuyor. Hatta sanınm tersine. (Aslında bizde de ünlülerin küfürle- rine büyük merak vardır. En seçme küfürler Meclis'e edilir sanki. Şu "ya*- şak" sözcüğünün kopardığı fırtınalar dabelleklerdehala. Ya sokaklanmızın. evlerimizin, iş- yerlerimizin. stadyumlanmızın ve hat- ta okullanmızın küfür dolu atmosferi? Herhalde Rusya'nın bizden aynlan bir başka yanı da kadınlann küfürlere karşı daha sabırlı davranması. Daha- sı. genç kızlann ve özellikle de işçi, köylü kadınlann arasında bu tür söz- lere sıkça rastlanması. Dağarağının önemli bölümü cinsel vüklem \e sıfatlara dayanan "küfür edebiyatı", burada da, bizde de bastı- nlmış tutkulan, çarpık ilişkileri yansı- tıyor büyük ölçüde. Hani şu, yüzümüz utançla kızanrken, gözlerimizin ilgiyle parladığı anlan. Öyle ya da böyle; halklann kültürü- nün. dilinin aynlmaz bir parçası olmuş küfürler. Bu sözcükler ve deyişler, kül- türümüzün. dilimizin belki de "en şüt- takileri." Ama ne yazık ki varlar. Üs- telik bu işın de uzmanlığına aday olan- lar çıkıyor. Ve küfür ansiklopedileri basıyorlar, bilmeyenler yeni küfürler öğrensin diye. Aüeboyu militan 1 yaşındaki Harry Kolombiyalı bir gerilla olan babası John'a tutunmaya çalışıyor. Annesıve babası Sosyalist \enilenme Hareketi içinde \eralandört yüzgerilladan olan Harry kampta dünyayagelmiş. \nnesi ve babası Sosyalist Yenılenme Hareketi'nin gerilla kampında eğitim \aparlarken lanışmışlar. Bugün ise savaşın bir an öncebitmesini bckliy orlar. Hükümetile masaya oturan Sosyalist Yenilenme Hareketi'nin banşanlaşması ımzalanır imzalanmaz silahlannı bırakması bekleniyor. ABD-han ifişküerindeCola baluoı Dış Haberler Senisi -1979 y ılındakı 'İsJami Devrim' sonrasında ABD'yi 'Büyük Şeytan' ilan eden ve Amerikalı olan her şeyi dışlayan İran. Amerikan mallannayavaşyavaşkapısını aralıyor. İran'daki devlet dairelerineişi düşen Batılılar. şaşkınlıktan küçük dillerinı yutu>orlar. İşlerin 'İslamidüzende'vürüdüğü dev lct daırelerinde ağır aksaklıktan bunalan yabancılara, ferahlamalan için Coca Cola ikram ediliyor. 'Amerika'nın simgesi' olarak kabul edilen Coca Cola'nın dev let dairelerine kadar sızmasının ardında. ABD ile İran arasında 14 >ıldan beri kesik olan ilişkılenn son zamanlarda ısınmaya başlaması yatıyor. İranlı yetkililer. ABD ile ilişkilerinin ısındığını inkar edi> or ve siyasi yakınlaşma fıkrine şiddetle karşı çıkı> orlar. İran'ındinilideri Ayetullah Ali Hamaney. "ABD ile yakıniaşabileceğimizi söyleyenler gafildir" di\erek bu konudaki fikrini açık seçik beyan ediyor. Ancak başkent Tahran'daki dükkanlan şöyle bir gezmek. Hamaney in sözlerini yalanlamaya yetiyor. Mağazalar, yasal olarak satılan Âmeriİcan mallanyla dolup taşıyor. Elektrikli aleller salan mağazalarda dükkan sahipleri mallannı "Amerikan malıdır ha!" diyerek övüyorlar. Esnaf. İranlıların en çok Amerikan mallanna ilgi gösterdiğini ve fıyatlannın daha pahalı olmasına rağmen 'Made in the USA' damgalı mallan satın aldıklannı sö> lüyor. Başkent Tahran'da geçen yıl düzenlenen bir ticaret fuanndaki Amerikan pavyonunda. İranb liderlerin tüy lehni diken diken eden ve bugüne dek Tahran sokaklannda binlerce kez yakılan Amenkan bayrağının dev bir örneğinin kullanılmasına bile izin verilmiş. Yetkililer. İran ile ABD arasındaki ekonomik ılişkılerin son iki yıl içinde sessiz sedasız geliştiğini ve ABD'nin İran'ın en önemli ticaret ortaklanndan biri haline geldığinı sö> lüyorlar. Molla rejiminin *bir numaralı düşman' ılan ettiği ABD. bu ülkenin en çok ticaret yaptığı ülkeler arasında dördüncü sırada yer alıyor. Resmi verilere göre iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1993yılındabirönceki yıla göre yüzde40 oranı nda [ büyüyerek 1.8milyardolara ulaştı. İran Cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani. ekonomik ilişkilerin artmasının vanıltmaması gereküğini, bunun siyasi ilişkilerle bir bağlantısı bulunmadığını ısrarla söy leyerek kendisini savunuyor. Ancak son bir \ ıldır Tahran yönetiminde 'ABD ile siyasi yakınlaşma' konusunun tartışılmaya başladığı da biliniyor. ABD Başkanı Bill Clinton'ın danışmanı Anthony Lake'in geçen ay yaptığı "VVashington, Tahran ile yakınlaşmaya hazırdır" şeklindeki açıklama. Tahran'dan anında yankı buldu. İngilizceyavımlananTehranTimes gazetesi. 'Iran'ın VVashington ile uzlaşma konusunda her zaman açık kapı bıraktığını' yazdı. Anti-Amerikan Islami kanata yakınlığıyla bihnen Kayhangazetesi bile, ABD ile uzlaşmadan yana tavır aldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle