Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21 ARAUK 1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET
KÜLTÜR
SAYFA
15
Barok çağdan günümüze müzil
EVtN tLYASOĞLU
tstanbul Atatûrk Kültür Mer-
kezi'nin önünde herkesi sanatsal
birleşmeye çağıran, sanatın
özerkliği için imzalar veren de-
ğerli sanatçılanmız ve sanatse-
verlerimiz, var olan konserlere
de çok az rağbet eder oldular. Bu
bir sessiz direniş mi acaba diye
düşünenler de var. Opera ve sen-
foni orkestrası yanm yamalak
mekânlarda çaldıgindan mı Ce-
malReşit ReySalonu'ndaprog-
ram değilse de yönetim degişik-
fiğinden mi? Son bir haftanın
klasik müzık alanındaki etkinlik-
lerine göz atarsak... Cemal Reşit
Rey Salonu'ndan öğrendigimize
göre Donohoe-Roscoe piyano
ikilisinin konserini 40 kışi: Flo-
rilegium Barok topluluğunu 300
kışi, Bilkent Senfoni Orkestra-
sı'nı 140 kişi dinlemiş. Fran-
sa'nın Altın Diyapozon ödülünü
yeni kazanan sanatçımız Hüse-
yin Sermet'ın Maçka Maden Fa-
kültesi'ndeki konserinde bile tık-
lım tıklım bir izleyici yoktu. Bir
ya'nda sanata. sanatçımıza sahip
çıkalım diyoruz, öte yandan on-
lan alkışsız bırakıyoruz!
lstanbul Deviet Senfoni Or-
kestrası, prova ve konser salon-
lannın en zor koşullannda yine
sesini duyurmaya devam ediyor.
Orkestranın zorla sığdığı seyir-
ciyle aynı platformdaki sahnede
spotlar bir sönüyor, sanatçılann
notalan karanyor; yeniden ya-
nmca gözlerini delercesine bir
ortam oiuşuyor. Piyano bir yer-
de, orkestra topluluğu bir başka
yerde. Rudolph Serkin gelse.
Karajan yönetse ve Beriin Filar-
moni çalsa, o ortamda neyı de-
ğerlendirebilirsıniz? Hüseyin
Sçnnet Mozart'ın La Majör Pi-
yano Konçertosu'nu ne kadar
klasik ne kadar romantik yorum-
Ftorilegium Barok topluluğunu CRR'de 300 kişi dinledL
ladı, orkestra ile ne kadartümleş-
tı. bunlan yanıtlamak çok zor.
Her şey bir yana, Hüseyin Ser-
met'in bis olarak Mendels-
sohn'dan çaldığı Kapnçyo
(Scherzo) bir harikaydı. Sermet.
piyano tuşlannda doyumsuz bir
şiir sergiledi.
Şefimiz Ender Sakpınar'ın
yönetiminde agabeyı Mete Sak-
pınar'ın ilkkezseslendirilen ya-
pıti Atasal. oldukça heyecan ve-
rici bir çalışma. Üstelik şu gün-
lerde Atatürk'ü biraz daha an-
mak gereksinimi yaşarken çağ-
daş bir Türk mûziği yapıtında
O'nun sesini duymak; soyut-so-
mut birleşimi bir ortam yaşamak
sevinçliydi. Mete Sakpınar'ın
yapıtında sunulan Atatürk sesı,
çalgı eşliği olmaksızın. hiçbir de-
ğişıme uğramamış. yalın Atatürk
sesi. Orkestra susuyor. Atatürk
konuşuyor. Sonuna doğru ses so-
yutlanarak elektronik efektlereş-
liğinde çalgı grubuna bağlanıyor.
Belki de akustik çalgılann arası-
na yerleştirilecek elektronik ay-
gıtlarla bu geçiş daha sov ut. da-
ha yumuşak olabilırdı.. Bütü-
nünde son derece dinamık, meh-
ter coşkusundan günümüzün can
alıcı devingenliğine uzanan bir
akış var. En ilginç olan da bu ça-
lışmayla artık Mete Sakpınar.
belli bir çizgisi oldugunu. yapıt-
lannda bırstil yerleştirdigini ka-
nıtlıyor. Yer yer neo-klasik. yer
Ender Sakpınar
•Florilegium Barok
topluluğunun genç ve
sempatik üyeleri özgün
çalgılann tınısına
bağlı. özellikle erken
barok dönemine özgü
yorumlarıyla son
derece ilginç, her
zaman
rastlayamayacağımız
bir tat verdiler.
yeratonal \e bazen de gizemsel,
geleneksel Türk renkleri taşıyan
bir dil kullanıyor. Ender Sakpı-
nar"ın özenli yönetiminde lstan-
bul Deviet Senfoni Orkestrası
ikınci yanda Borodin'in 2. Sen-
fonısı"ni seslendirdi.
Florilegium Barok
topluluğu
Rönesans ve barok dönemle-
rin özgün çalgılanyla 16., 17. ve
18. yüzyıllann sesini duyurmak
modası uzun süredir ilgi çekiyor.
Müzelerdeki özgün çalgılan ör-
nek alarak yapılan bu çalgılann
yanı sıra zaman zaman gerçekten
özgün. iki yüz. üç yüz yıl önce-
sının çalgılan da sahnelerde yer
EmreŞen
Hüsevin Sermet
alıyor. Doğal kı bu çalgılann tı-
nısında sesiendirilen müzik de o
günlerin yorumuna daha yakın
oluyor. Oysa Rönesans"ın veba-
rok döneminin üstünden yüzyıl-
largeçti. Yenı çalgılann ses ha-
cimleri çok daha geniş. Bu ne-
denle yeni olanaklan kullanan
sanatçılar da aradaki yüzyıllann
birikimi üstüne daha zengin tını-
lar elde ediyorlar. J. S. Bach'ı ve-
ya Vhaldi'yi daha geniş orkest-
ralarda daha parlak sesli calgı-
larla ve daha belirgin dinamikler-
le dinlemeye alışınca zamamna
bağlı yorumlar kulaga cılız gel-
meye başlıyor. Bu konuda çok
yazıldı çizildi. Özgün seslerin
yorumuna karşı çıkan çok oldu.
Florilegium Barok topluluğunun
genç ve sempatik üyeleri özgün
.,algılann tınısına bağlı. özellik-
le erken barok dönemine özgü
vorumlanyla son derece ilginç,
her zaman rastlayamayacağımız
bir tat verdiler.
Önceki hafta Bilkent kampu-
sunda ınşaatı yeni tamamlanan
Müzik ve Sahne Sanatlan Fakül-
tesi'nin binasını ve bina içinde-
ki konser salonunu gezip, gerek
mimariye gerekse akustik ola-
naklara hayran kalmıştım. Ney-
se kı özel teşebbüslerle böylesı
ortamlar yaratılabiliyor. Bu sa-
lonlarda prova olanağı bulup
konser veren orkestralann. o sı-
nıflarda okuyan öğrencilenn ar-
tık hiçbir şekilde niteliksiz olma-
yan haklan yok, diye düşündüm.
İstanbul'daki son konsennde Bil-
kent Uluslararası Akademık
Senfoni Orkestrası'nı şef Alfred
Michourine yönetiyordu. Genç
piyanistimız EmreŞen (1973) de
Rachmaninofun Ikincı Piyano
Konçertosu ile topluluğa solist
olarak katıldı. Bu senfonik kon-
çertoda orkestra ve solist arasın-
daki uyum. Emre Şen'in müzi-
kalitesi ile bağdaşmıştı. Genç so-
listimizin bugüne kadar edındı-
ği deneyim üstüne biraz da yurt-
dışınagidipyeni boyutlar kazan-
ması gerekıyor. Biraz daha s.ıır,
biraz daha tutku eklerse, kuma-
şında var olan \e kısa zamanda
dısiplinli çalışmayla zengınle:?-
tirdiğı yeteneğını çok parlak ya-
nnlara doğru yönlendirebilır.
Şef Alfired Michourine,orkest-
rayı son derece titiz çalıştıran bir
yönetici. Rachmaninofun ro-
mantizmın fırtınalarıyla örülü
Ikincı Senfonısı'nde kontrollü
yönetimın yanı sıra biraz daha
karizma gerekiyordu. Top-
lulugun keman ve viyolonsel
gruplanndaki magnetik bütün-
lüğü özellikle öv mek gerek.klasik ne kadar romantik yorum- sevinçliydi. Mete Sakpınar'ın nıtlıyor. Yer yer neo-klasık. yer sının çalgılan da sahnelerde yer Florilegium Barok topluluğunun lüğüöz
Çağdaş siyah müziğin ritimlerini başanyla kullanan Albert King iki yıl önce ölmüştü
O hep bîzi büyülemek içîn çaldıEYUPS.İBLAĞ
"l Ikenin ber bir yanındaki disc jockey*in kafası-
na Mues'u kazıyacağım >e eğer bunu beceremezsem,
anlayın ki bu adamlann nıhlannda kocaman bir de-
likvardır."
Albert King, yukarıdakı sözlen 1967 yılı plağı
"ÇpH Feet" ıçin söylemiştı ve gerçekten de çok cid-
dıy^,.ftu pJak kısa sürede sadece radyolann gözde-
sı halınc gelmıyor, aynı zamanda 1968 yılının başla-
rındasanatçının R&B lıstesının ıik yırmısı arasma da
girmesını saglıyordu. Bu ise Memphıs'te kurulu Stax
plak şırketıne geçtıkten sonraki iki yıl ıçinde dördün-
cü liste başarısını getiriyordu.
Izleyen birkaç yıl ıçinde bluesu _sulandırmadan,
çağdaş siyah müziğin ntimlerini kesintısız şekılde ve
başanyla kullanan Albert King, artık tıcari başanya
ulaşabilen birkaç blues sanatçısı arasına ginyordu.
Bu şaşaalı günlerden ölene dek lıste başanlarının sa-
yısı pek artmadı ama Albert King yaşadığı sürece
hem beyaz hem de siyah blues dinleyicilen arasın-
dakı dınleyici sayısını da korumasını hep bildı.
Albert King, ılk profesyonel deneyımlerini
1940'lann sonlannda Arkansas cıvannda göstenle-
re çıkan "Erven Parr's In TheGroove Boys" toplulu-
ğunda kazanmış. Ilk önemlı R&B lıste başansını ıse
1961 yılının sonunda "Don't Throw Vbur Love On
Me So Strong" ile yakalamış. 1963 ile 1966 yıllan
arasında kariyenndekı şaşırtıcı durgunluğun ardm-
dan Albert King, 1966 başında ünlü Stax Records ile
anlaşma ımzalıyor ve nıhayet kendı kimliğini bura-
da buluyordu. Bu dönemde BookerT& the MG's ile
yarattığı olümsüz parçalar arasında "Laundromat
Blues", "Oh Prettv \Voman", "CrosscutSaw", "Born
Uııder a Bad Sign", u
CoW Feet", "I Lore Luc> " sa-
yılabılir.
Kendine özgü boğuk, dumanlı sesi
Bir sonraki albüm bunun etkısı altında yapılmış-
tır (Lıve Wıre, Blues Povver). Bu albüm, San Fran-
sısco'daki Fillmore VVest, West Coast rock empori-
um'dacanlı olarak kaydedilen birçalışmaydı. Albert
King, Stax'dayken yaptığı stüdyo çalışmalanndan al-
tısının burada oldukça uzun uyarlamasinı yapıyor ve
bildık aglamaklı tonlann yanı sırabunlara taptaze so-
lolar katıyor: seyircıyle plakta da duyulabılen ayak
temposu tutuyor; kendısıne özgü o boğuk. dumanlı
sesiyle birkaç dizeyı seslendıriyor, sonra tekrar gita-
nyla solo geçmeye başhyordu. Buçalışma, bluesmü-
ziğinın en iyi konser performanslanndan biri olarak
da kabul edılır.
Bu arada Stax, 1970'lerin ortalarında. aynlana ka-
dar sanatçının altı albümünü daha yayımlıyor, diger
çalışmalan ıse arşıvınde tutmayı yeğlıyordu. Ya>ım-
•Albert King, kendi kuşağının en önemli bluesculanndan biri olarak iki yıl
önce gömüldü; toprağa ve tarihe. Ne gariptir... Albert King'in parçalannı
çalarak, Albert King'den daha ünlü ve zengin olan bir sürü müzisyen var.
Amerikan basınmda ölümünü duyuran haberlerin tümünde onun Eric
Clapton'ı, Stevie Ray Vaughan'ı ve diğer starlan etkilediği yazılmış, ama bu
sanatçılan etkileyen sanatçının, kendi üstünlüklerine değinen bir tane gazete
var mıydı bilemiyorum. Doğrusu bu konuda iyimser değilim.
lanan bu 6 plak rahatlıkla, üçü standart blues albü-
mü, üçü de konsept albümü şeklinde ikıye aynlabi-
lır. Standart blues kategorisi içine 1969'dakı "Years
Gone By", 1972'deki "I'll Ptay The Blues For You"
ve 1974'tekı "I \Vanna Get Funk>" gıriyor. Bu ça-
lışmalar eşlikteki topluluk ile Albert'i güçlü, özgün
blues malzemelen ile sunan ilk dönem Stax parçala-
nnın bir devamı nıtelığinde. "Years Gone By'" albü-
münde "VV'rapped Lpln Love Again","'r>ro»™ngOıı
Dry Land", "Cockroacb" ve "If The Washing Don't
Get You", "The Rinsing NVîll" parçalan yer alırken
TU Plav The Blues For You"da. Albertin 70lerin
ortasında artık bir ımzası gıbı kabul edılen aynı ısım-
li parça, "Angrf Of Mercy", "Don't Bum Down The
Bridge" gibı süper nıteliktekı parçalar var. "I Wan-
na Get Funky" bu ıkısine nazaran daha orta düzey-
de ve geri vokal ile telli çalgılarda çok başanlı değil.
ama yine de ıçinde çok iyı bir Albert King parçası
olan "That's \Vhat The Blues Is AU About" var.
"The Lost Session" albümü. ka> ıtlan 1971 yılın-
da Los Angeles'ta yapılmasına karşın, adından da an-
lasılacağı gibı uzun yıllar farkına vanlmamış ve ilk
olarak J986 yılında vayımlanmış. Yapımcılığını ün-
lü tngiliz Rhythm & Blues/Blues sanatçısı John Ma-
yaH'ın yaptıgı bu albüm. tam olarak o yıllann bildık
Stax soundunu yansıtmasa da baştan aşagı bir blues
albümü. Topluluk formunun zırvesınde yakalanmış.
Malzemelerin hepsı yenı, Albert Kıng'ın kendısı
ıse mükemmel bir perförmansta v e bu ka> ıtlarda çok
zevk alarak çaldıgını anlamak zor degıl.
Son albümlerıni çıkardığı 1977 vılından. yeniden
plak yapmaya karar verdıgı 1983 \ ılına kadar aradan
beş yıl geçiren sanatçımn. "San Fransisco "83" ve
"l'mInAPhoneBoothBab)"albümlenndetelhçal-
gılar veya kadın vokalıstler yoktu; sadece bir ntım
eşliği, ıkincı albümde ıse sadece ıkı nefeslı çalgıcı
vardı. Bualbümlerde sanatçı hâlâoçok iyi bıldigı es-
kı kulvarlarda gezınıyor, ama bunlan yepyenı tatlar-
la sunabılıyordu.
Emekli olmayı asla beceremedi
Bu çalışmaların ardından 9 yıl geçtı ve her konse-
nnden sonra hayranlanyla vedalaşıp anık emeklıye
aynlacağını söyleyen fakat bunu asla beceremevıp
her defasında sahnedekı yennı yeniden alan Albert
King 21 Arahk 1992'de öldü. Belki deyorularr kal-
bı, sahıbinin emekliliğının hayal oldugunu anlayıp ıs-
yan etmışti. Memphis. Missıssippi Boulevard Hırıs-
tiyan kılisesındeki 28 Aralık 1992 tarihındeki cena-
ze törenının manzarası hepımizin hayal edebıleceğı
gıbı: Kentın bütün ilen gelenlenyle. müzısyenlerle
ve hayranlarla ışgal edılmış tıkhm tıklım bir cadde:
üzgün ınsanlar burada "ölümün" degıl. ">aşamın"
kutlamasını >apıyor: her siyah cenaze törenınde ol-
dugu gıbı! Sırasıylabeledi>e başkanı. rahıpler konu-
şuyor; rock gıtarcısı Joe WaJsh slıde gıtarıyla başı
egik, bir şeyler çalıyor; Otis Cla\r
, Rufus Thomas,
Shirle>r
Brown ve Rubv Wilson şarkı söylüyorlar; bir
grup koro onlara eşlık ediyor. Sıvah elbıseler altın-
da, siyah tüllerarkasında. derısı ve kalbı siyah ınsan-
lar! Tümüyle siyah; en az blues kadar! Torunu Alf-
red Smith'ın. cenaze törenınde şöyle dediği vazıyor:
"Onda kimsede olmavan bir yetenek vardı: müziği-
ni lümsenin çalmadıgı gibi çalardı, ama hak erriğini
de almak isterdi; en az diğerlerinin aldığı kadar." Ta-
bıı. Albert Kıng'ın Bıllboard'un üst sıralanna tırma-
nan liste parçalan hıç olmadt. B.B. Kıng'ın geceya-
nsı sohbet ve özel TV programlannda kazandıgı v u-
karı mahallenin konuşkan ve sevımlı blues elçısı ıse
hıç olmadı.
Onunla çalışan pek çok müzisyene bakılırsa Al-
bert'ın şanssızhgı, kendı geçimsızlıgıv miş. Çok kuş-
kucu. ınatçı ve ses tesısatlan konusunda da gereksiz
şekılde fena sınırlıymış. Albert Kıng'ın nasıl biri ol-
dugu kımın umurunda kı? Benim degil O hep bızı
büyülemek ıçin çaldı. Tümüyle Albert King'ın
müziginı. başka kimsenin degıl. Bu kadan da blue-
su hissetmek içın bırebir.
Hikmet Şimşek'in 40'ıncı sanat yılı, İzmir DSO'nun verdiği özel bir konserle kutlandı
Atatürk müzik devriminin bir eriyimÜNERBtRKAN
AUtürk.'-Bir ulusun yeni değişikliğinde
öJçü, musikide dcgişikliği alabflmesi, kav-
ravabilmesidir" sözünü TBMM kürsü-
sünden tam 60 yıl önce, 1 Kasım 1934 gü-
nü söylemişti. Bildıgimız kadarıyla o
Meclis'te bugünkü gibi "milletvekiUeri"
değil, "saylavlar" vardı ve ulusun temsıl-
cıleri "opera, bale ne işe yarar? Sanatçı-
lar buraya sadaka dilenmeve geliyoriar"
gıbı "seYijeü" konuşmalar yapmayı adet
edinmiş değillerdi. Tarih, o günlerden 30
yıl sonra senfonik konserlerin hıçbirini
kaçırmayan başbakanlar bıle bulunduğu-
nuyazmaktadır!...
Büyük kurtancı, o tarihi söylevi venr-
ken bugün "Hikmet Şimşek" adıyla tanı-
dığımızTürk müzikçısi, Anadolu'nun kü-
çük bir kasabasında, 10 yaşında bir me-
murçocuguydu. Dolayısıyla o sözlerdekı
derin anlamı, kesin buyrugu anlayacak du-
rumda olamazdı. Şimşek, müzik meslegı-
ne olan yatkınlıginı askeri lise ögrencilı-
ği sırasında tanıtîadı. Ankara Deviet Kon-
servatuvan'na gırdi, Atatürk müzik dev-
riminin en büyük eserlerinden bin olan
bu okulu 1953 yılında bitirdi. Devletçe
Almanya'ya gönderildı, dönüşünde
CSO'da ve konservatuvarda görev aldı.
Bu görevleri yıllarca sürdürdü, bugün de
öğretmenliği sürdürmekte.
Hikmet Şimşek'ın müzik kışiliğınde.
kendi kaleminden çıkma yaşamöyküsün-
de belırtildığı gıbı "orkestra ve koroşefli-
ği, bestecüik, müzik topluluklannın kuru-
luşunda öncülük, eğiticilik. çağdaş Türk
nıüziğinin tarutınıı, T\' programeıhgı" gı-
bı tek kışıde bırleşmesi olaganüstü sayı-
lacak birçok özellik bir arada yaşar. Şim-
şek, 40'ıncı sanat yılında bu kırk yıl bo-
yunca elde ettıgı bütün unvanlan bir yana
bırakıp, kendisını "Atatürk müzik devri-
minin bireri" olarak tanıtmayı yeğlemek-
te. Atatürk müzik devriminin bu çalışkan
gönüllüsüne, bu devrimden ne anlaşılma-
sı gerektiğıni sordurn, şunian duydum
kendısinden:
"Asya'yı, Afrika'yı. Okyanusya'vı
içine alan, 3 milvan askın nüfusun ya-
şadığı büyük kara parçasına şöyle bak-
tığımızda, buralarda 'yerleşik ope-
ra'nın yalnızca birkaç ülkede yer aldı-
ğını görürüz: Mısır'da Kahire, Çin'de
Pekin, Avustralya'da Sydney operaları,
bir de eski SSCB'nin genel kültür poli-
tikasına bağlı olarak 'Türki cumhuri-
yetleri' diye adlandırdığımız ülkelerde-
Hikmet Şimşek
ki operalar... Buna karşılık. ay nı kara
parçası içinde yer alan ülkemizde. bu-
gün 4 operanın bulunduğunu düşün-
mek, müzik devrimimizin büyüklüğü
üzerinde bir fikir verebilir. Buna kon-
servatu» arlarımızı. orkestralarımızı,
seslendiricilerimizi. bestecilerimizi ek-
lersek, Atatürk düşüncesinin Türki-
ye'de nasıl olgun mey veler verdiğini
vurgulamış oluruz."
Şurasını önemle belırtmelıyım kı çok-
seslılik yalnız "akustik" bır olgu değil.
uygarlığın şaşmazbırgöstergesıdir. Çağı-
mızda, ekonomık, siyasal. askeri gücü ol-
mayan ülkeler, 'çağmhemşerisiolma'ola-
nağına. yainız kültür ve sanat yoluy la ula-
şabılmektedirler. Işte Atatürk de\ rimı yo-
luyla ulaştığımız müzik uygarlıgı, bızi o
düzeye getiren güçlerden bindır.
Operalanmız, orkestralanmız, seslen-
dıncilerimız ve özellikle bestecılerimız
yoluyla... Ulusal sanatın ancak yaratıcı sa-
natçılarla var olabileceği unutulmamalı-
dır. Örneğın, müzikte Saygun'un bir ya-
pıtını bır Alman orkestrası bizden daha
iyı seslendirebılir. Ama Saygun, Erkin,
Akses gıbı bestecılerı, ancak bu topraklar-
da yetışmış, onu acı-tatlı anılanyla beslen-
mış. köklerı bu topraklarda olan sanatçı-
lar benımseyıp seslendirebılırler.
Benım yurtıçinde ve dışında Türk ya-
pıtlarına katkılarım, ışte bu felsefeden,
Atatürk müzik devnmının zaferinden kay-
naklanmaktadır. Şuna yürekten ınanıyo-
rum ki çagdaş Türk yapıtlanndan bırço-
ğu, çağımız müzik edebıyatmın başyapıt-
lan arasına gırebılecek nitelıktedır. Nite-
kim yurtdışında yönettiğim Türk yapıtla-
rı için genel değerlendirme, her zaman
böyle olmuştur.
Çagımız müzik tekmklennde bazı 'ano-
nim' ögeler vardır: On ıkı ses müzığı.
elektronik müzik gıbı. Ancak büyük bes-
tecilerde. bu teknikler ıçinde bıle, bıçem
özelliklen önde gelır: Bir Stockhausen'ı.
bır Berio'yu, bu müziğe yatkın olanlar ko-
laylıkla ayırt edebilirler. Nıtekım İlhan
Usmanbaş'ın "Vlva La Musica Viva!" ad-
lı yapıtını, Münih'te, dünyanın en önem-
li çağdaş müzik gösterilerinden bın olan
'Musuca VTva'da ses'endırdığımde. mü-
zıkçıler bu noktayı önemle vurgulamış-
lardır. Özetleçokseslılik. Atatürk'ün söy-
ledıgı gibi uygarlığın bir göstergesidir.
40'ıncı sanat yılımda benım ıçin en büyük
kıvanç. Türk müzik dev nmı gibi büyük bır
hareketınbirenolmamdır. Inanıyorumki
büyük ozanımız Nâzjm Hikmet'ın şu öz-
deyışı doğrultusunda, benden sonrakıler
çok daha ılerı adımlar alacaklardır: 'Ben,
babamdan ileri,oglumdan geriyim.' Ama
asıl inancım Atatürk'ün şu -paradoksal gi-
bi görünen- özdeyışınden kaynaklanmak
1
tadır: "lygarlık öyle bir ateştir ki ona bi-
gâne olanlan yakâr!'
Şimşek'ın sanattakı40"ıncı yılı, 16 ara-
lık akşamı Izmır DSO'nun verdigı "özel"
bir konserle kutlandı. Ana konusu "Izmir-
li bestedler"dı bu konserin.
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Tarhşma Ahlakı
Halkımızın televizyon izleme oranında bir düşme oldu mu
dersiniz?
Televizyon kanalları çoğaldı, yayınlarda en azından din-
se) yönde belirgin bir çeşırlenme oldu. Aynca çağcd bir an-
layışla yönetilen kanallar arasında da büyük bir yanşma ya-
şanıyor.
Ama bu çoğalmaya, çeşitlenmeye, yarışmaya karşın,
televizyon artık insanları ilk yıllarındaki gibi kendisine bağ-
layamıyor.
Tek kanallı günlerde belli bir süre yayım yapılır, herkes o
sürede televizyonun karşısına çakılıp kalırdı. Diziler, film-
ler, konserler, eğlence programlan, yarışmalar baştan so-
na izlenirdi. Ertesi gün dostlarla konuşurken de söz dönüp
dolaşıp televizyonda izlenenlerin değerlendirilmesine ge-
lirdi.'
Şimdi öyle değil. Televizyon izleyenler kanallardan bin-
nı seçiyor, öbür kanallardaki programlan göremiyorlar. Bir
programı izlerken birçok programı kaçırmak durumunda-
lar. Ertesi gün dostlarla konuşurken de artık doğrudan de-
ğerlendirmelere geçilmıyor.
Önce soruyorsunuz:
- Dün şu programı izledin mi?
Yanıtlar çeşitli:
- izledım.
- Bir ara bir baktım.
- Izlemedim.
En aşırı yanıt ise şöyle:
- Televizyon ızlemiyorum artık. İyi bir film ya da maç fa-
lan olursa...
İyı bir film de binde bir olduğuna göre demek ki maçtan
maça...
- Tartışma programlarını ızlemiyor musun?
- Izliyorum, ama onlar da tartışmadan başka her şeye
benziyor, doğru dürüst bır iki düşünce ıçin saatlerce saç-
ma sapan sözler dinlemek zorunda kalıyor ınsan...
Evet, artık eskisi gibı herkes televizyon izlemiyor.
Televizyon gene en ucuz eğlence. Ulaşamayacağınız
pek çok şeyi çeşitli kanallarıyla evinıze taşıyor. Başka se-
çeneğiniz yoksa, katlanıyorsunuz. Ama günümüzde bü-
yük çoğunluk televizyonun tutsağı değil...
Nedenleri araştınlabilir.
Benim aklıma gelenler şunlar:
En başta, bütün gün, sürekli yayım yapılıyor. Üstelik bir-
çok kanal var. Insanlar program kaçırmaya alıştılar.
Bugün televizyon deyince açılıştan kapanışa kadar kar-
şısında oturulabılecek bir yayın gelmıyor akla. Yapacak
başka bir işınız yoksa, canınız televizyon ızlemek isterse,
kanalları şöyle bir dolaşıp gönlünüze göre bir şey seçiyor-
sunuz.
Yayınların niteliğindeki düşüş ise çok açık...
Kanallar yeterince reklam gelıri sağlayamadıklan için,
giderleri kısmak zorunda kaldılar. Ucuz filmler, ucuz dizi-
ler, ucuz programlar derken, ış güldürü adına yrvışıklığa,
dinamizm adına çırpınmaya, çoğunluğa ulaşma adına her
türlü bayağılığa gelip dayandı.
Ucuzluk aranışının getirdiği tek olumlu buluş ise tartış-
ma programlan oldu. İki kişiden tutun da otuz kırk kişiye
kadar genişleyen gruplarla yapılan bu programlar, bizde
katılanlara para ödenmesi gerektığini kimse aklına bıle ge-
tinnediğinden çok ucuza çıkıyor. Üstelik de birçok açıdan
ılgı çeken, merakla ızlenen programlar. Çeşitli düşünceler-
den, ınançlardan insanları dinliyor, bilgileniyor, konuşan-
lara bazen hayranlık duyuyor, bazen hayretler içinde kalı-
yorsunuz.
Ne var kı ülkemizde tartışma ahlakının gelişmemiş ol-
ması yüzünden, bu kurtancı programların da gittikçe yoz-
laştığı, çekilmez hale geldiği bır gerçek.
Adam uzun uzun anlatıyor kendı duşüncelerıni, karşısın-
dakı dinliyor, sonra karşısındakı daha ıkincı. üçüncü söz-
cüğündeyken, başhyor onu bastıracak. yükseklikte bir
sesle, motor gibi, daha önce söyledıklerini ymelemeye...
- Izin verin... Sözümü kesmeyin... Bakın ben sizi dinle-
dim...
Yaran yok...
Oturumu yöneten araya gırmek istiyor...
Onun da yaran yok... Motor çalışıyor... Bayağı yoruluyor
da... Soluk soluğa... Pertşan... Ama mutlu: Karşısındakini
konuşturmadı...
- Bir başladım, ağzını bıle açamadı!..
- Aslanım, koçum benim!..
TRT'nin ikincı kanalında, bilim adamlarının, üniversıte
öğretmenlerinin, eleştirmenlerin, sanatçılann katıldığı otu-
rumlar yayımlanıyor. Türkiye'yi yönetenlerin ya da yönet-
meye adaylığını koyanlarm fırsat buldukça o oturumları iz-
lemeleri. eğitimli insanların düşüncelerini nasıl açıkladık-
larını, nasıl tartıştıklarını görmeleri yararlı olur kantsındayım.
Cemal Reşit Rey Konser
Salonu'nun özerkliği için
imza kampanyası (26)
Dinç Tayanç. Aysıın Kaya.
Selçuk Kaya. Aybars Ungan.
Mürüv\etDurhan. Mine Akın.
Ayşe Karabaş. Serpil Tümür-
le'nk. Tülay V ıldınm. Ülker Ak-
yüz. AbbasYardarh. Kamil De-
rin. Neriman L'ysal, Nurdan
Erözel. Serpil Uyur. Bingül Ka-
rayağız. Feride l zunoğlu. Sem-
ra Emekligil. Cavit Liysal. Nes-
rin Ünver. Nesrin Koyuncu.
Serpil Geyik. Nazan Müti.
Semra Tüzün. Hasret Taptık.
Serpil Bozyurt, Gönöl Günsel.
Nurdan Alkan, T.Temizel,
H.Koçak. Yusuf Yıldız, Neslı-
han Uğur. Cülay Özelgin.
A.Abidin Özşehit. Mine Eryü-
ce. Neşe Yelmen. Yavuz Bul-
duk, Cavidan Fırtına. Hüh•aE^
mas. Filiz Torgalgöz. Ziya Te-
mel. Çiğdem Teoman. Canan
Artoağ. Lütfiye Öktem. .Musta-
fa Erdoğan, Nur Erim. Hanife
Keskin. Şengül Akgül. Bejan
Kaya. Nazan Binler. Şencan
Düzgün. Mukadder Aydınlık.
Berak Bingöl. S.Melike Sunu.
Y.Güven. Ö.Bulut. B.Şahin.
A.Uzun.C.Bilse».G.Şahın, Hü-
seyin Güven, Erdal Kovulmaz.
Necmi Banışta. Ayşe Gözer,
Berkant Celal Eren. Emine
Akalın, Leyla Öztürkmen, Şa-
yeste Bengisu, Öner Aktaş, Er-
soy Türker. Ahmet Ergüven,
Aynur flhan, Semra Sönmez,
Cansen Gürses, Onur Serim.
Sezgin Atar. SelinTopeli. Halit
Tepe, ÖzcanÇağla. Nılgün Uy-
sal, Berna Ataşoğlu, OyaEnç,
Pınar Aka. Sevin Ayas, Ozen
Bozdağ, Ayşegül Giray Kalder,
DemetÇahk. Aslı Telîi. Haluk
Kansu. Aslı Şerefii, Sadun Boy-
torun. Tayfun Alatlı. Berrin
Boy torun. Çetın Altınişık. Ekin
\enen. Zeynep Kaya. Selahat-
tin Kaya. Banu Başak. Şebnem
\ ünlü. Mine Könüman, Umay
Köseoğlu. Şemseftin Candemir.
Murt Banş. Birgül Kalyoncu.
Hakan Başpınar. Zeynep Başöz.
Ufuk Tunalıoğlu. Leyla Dinçer.
Cem Ertem. Mehmet Bodur.
Oya Etlik, AydınGeylani. Tan-
yeri Erkmen. Tülin Solınan.
Elif Paksoy. Ayşe Onsekizoğlu.
Sevim Yalçın, Se>r
gi Sümer.
Mehmet Onsekizoğlu. Murat
Adil Salepcioğlu. Serpil Turguz.
Mehmet Ceyİan. Tuna Beleli.
Fikret İnan. Mehmet Çelıkkol.
Mail Tellal. Osman Tokcan. Fa-
nıkEkşioglu. Kenan Kamışoğ-
lu. Osman Dağ. Ferhan Ipçi.
Murat Duygulucan. Murat Sal.
Bener Akbaş. Ali Erkızan.
MehmetÇayçay.Cenan Erdön-
mez. Ayhan Nuri Yılmaz, Ali
Osman Balkanlı, Recep Köse-
oğlu. Öznur Kırgız. Övünç Ta-
n, Nezihe Becenkli, Falma An-
daç. Ateş Öztan. H.Victor Ha-
tem. Selma Dcmir. Gülseren
Eser. Mehmet Meriç, Sabahat-
tin l'mnıan. Berrin Umman.
ŞakirSağlam. Handan Sağlam.
Toprak Sağlam. Lütfiye Baş.
Hasan Cavit Baş. Doç.Dr.Öz-
den Çankaya. Neşe Kars. Ayla
Seyhun. Betül Şenlen. Av.Rıza
Eremsoy. Eşref Denizhan. Ma-
hir Bacanak. Orhan Bavan. Ve-
dat Şahin. Zerrin Arslaner.
Berrin Murathanoglu, Cahit
Murathanoğlu. Ergun Akyurt.
Adem Berkmen. S.Özberk.
SİRECEK