Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9EKİM1994PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GUNDEMDEKIKONU:
ONATKUTLAR
Aynı şarkıyıdinliyorum, idiot muyum?
Bu olağanüstü soru, gûnümüzde
hem dünyada hem de Türkiye'de ya-
şadığımız olağanüstü Tüketim-Tek-
noloji-Medya çağ) patlamasının son
ürûnlerinden bıri.
Peynir ekmek gjbi tüketilen kaset-
lerde, radyo ve televizyonlarda son
günlerde en çok dinlenen şarkının
sözleri:
" YeMeğinnenlerine karşı Don Kişot
muyum? Durmadan ucuyorum ben pi-
lot muyum? Aynı şarkıyı dinliyonnn
idiot muyum? Veremem... Veremem...
Veremenır'
Şimdi hepimiz biliyoruz: Neredey-
se bütün ülke, aynı şarkıyı yüzlerce
kez dinliyor. Kaseüer milyonlarca
saülıyor. Hangi radyo kanalının ya
da TV ekranının düğmesine dokun-
sanız, sözleri yukardakine benzer şar-
kılarla karşılaşıyorsunuz. Bodrum'da
kapılannda "...desibel gürülrü vardır.
Uyannz" levhalan aslı derme çatma
yüzlerce lokalin önünde bıyıklı herif-
ler caddeden geçen civciv gibi, mini
şortlu kızlan kollanndan 'kam! kamP
diye çekerek müzik dinlemeye davet
ediyorlar. Ortaköy'de, Etiler'de Ata-
köy'de, Kuruçeşme'de yüzlerce lokal-
de aynı markalar giyen genç erkekler-
le aynı cerrahın eîinden çıkmış kadı-
nlar tek ellerini havada ritmle sallaya-
rak aynı şarkılara kaülıyorlar.
Necip milletimız, tarihınde ol-
madığı kadar 'a-acayip mûziğe takıu-
yor.' Aynı şarkılarla.
Acaba hip birlikte idiot muyuz?
Ben haftalardır acaba Aziz Nesin
haklı mı diye kara kara düşünürken
neyse ki özel TV kanallannda ve
basınınuzda bazı yorumcu ve köşe
yazarianmız imdada yetişti. lçime su
serptiler.
Meğer durum hiç de öyle kanşık ve
karanlık değılmiş. Hatta tam tersine
bu durum 'pembe telefonlu İtalyan
fOmlerf gibi pespembe bir dünyanın
işaretiymiş.
Siz de bazı alıntılan okuyun, rahat-
layın:
Cumhuriyet'te Evin Uyasoğlu'nun
yazısından öğrendiğımize göre, bu
durum, bir normalleşme işareti, hatta
bir tür 'rönesans'mış. TV yorumcusu
Ufiık GûMemir böyle diyormuş ve de-
vam ediyormuş:
Türkiye, 701i yıUarda sekteye uğ-
ratılan müzik rönesansını gecikmeii
olarak 19901ı yülann başında yaka-
I*dı. 70lerden 90lara değişen, müziğin
kendisi gibi görünse de asunda değişen,
müziği yapan kafalardı. Tek kanallı s-
yah-beyaz TV, tek lider, tek ideoioji
kU.
Bu dönemin müziği de uyuşuk resmi
ideolojinin aynasıydı. Hızlı düşünmeyi,
hızlı çalışmayı, inisiyatif otanayı değil,
oturup bûlyaiara dalarak ber şeyi dev-
letten beklemeyi telkin ediyordu. Bu
uyuşukluk ideoiojisi de TRT eli ile top-
luma yayılıyordu... Müziğin ber şeyi
denetimden gecerdi.
TRPde yayonlanan halkuı değiL
devletin müziği oldu. Halk, günlük dü-
deki konuşmaiaruu, argosunu, >aşam
biçimini, aşklannı bu müzikte biılanu-
yordu. 70'li yıllann başlanndaki deği-
şim rfizgarları, devlet tarafından n-
rpanlandı. Mûzik yerine düşünce yaz-
sak aynı şey. Çünkü müzik, düşünce-
nin bir ifade biçimklir, bem de en güze-
li. Şıktdun şarkısı, müziğin değil, asu-
nda Türkiye'deki ideolojik değişimin
en çarjHcı ömeği. Bize edilgenliği değil,
etkenliği aşdıyor. Türk müziğinin ri-
timleri, formlan da değişiıne uğruyor.
takılmıştır. "Hepimiz Tarkan dinle-
yince nasıl bir milli biıiik, beraberiik
rubu doğuyor?" diye. Böylece bölücü-
lüğü önleyebildiğimize göre, Apo'-
nun da Galatasaraylı olduğunu göz
önüne alıp, onunla da milli birlik
ruhu içinde olduğumuzu. bölücülüğü
kısa yoldan önleyebildiğimizi rahatca
düşünebiliriz.
Ama bence Ufuk Güldemir'in en
önemli cümleleri şunlar: "Aıtık müzik
endüstrimiz var. Müzisyenler, daha
çok para kazanıyor. özgürlük, kalkt-
nma yaraüyor..."
Bukonuyasonra değineceğım.
Şimdi bir başka köşe yazanmızın
düşüncelenne bakalım. Ertuğrul Öz-
spiraller çiziyor. Ekseni errafında
küçük geomerrik şekiller meydana ge-
tiriyor. Kulağında tuğra gibi duran bir
küpe. Her şey ara bölgede > ani. Hicbir
şey, kesin çizgilerle ayrılmamış.
Ama bu ara çi/gilerden, bütün Tür-
kiye'yi içine alan inanılmaz bir terkip
çıkıyor. Bu terkip, 7'den 70'e Türki-
ye'yi birleştiriyor. Ve bu coğrafyanın
gercek anlamda ilk Doğu-Batı sentezi
megastar doğuyor. Biraz daha ileri gi-
dip, teşhisimi koyayun: İbrahim Tatln
ses sonrası müzik ve cinselliğin temeli
atdıyor.
Tahmin edeceğiniz gibi, Tarkan'dan
söz ediyorum. Tarkan'dan ve onun bü-
tün Türkiyeyi dolaşan şıkıdım kübin-
Hepimiz Tarkan dinkyince nasıl bir milli birlik, beraberiik ruhu doğuyor ?
Halfun müziğinde yer buluyor. Halk
da bunu zevkle dinliyor. Dahası, mü-
zik; ülkenin sınırlarını aşıyor ve evren-
seUeşiyor. Devlet, > ülarca Türk müzi-
ğinin yozlaşmasını önleyerek bilmeden
offii öMürdü. Oysa bugün özgür kaJan
Türk müziği evrenseüeşti. Sadece Tür-
kiye'de değil, başka coğrafyalarda da
ûne kavuştu...
Tarkan, Türkiye'de ilk kez kuşak-
ları, ayrı kültürdeki in^plgrı birleştir-
di. Artık müzik endüstrimiz var. Mö-
zisyenler, daha çok para kazanıyor.
özgürlük kalkınma yaranyor. Türk
toplumuna bölücülük değil, birlik, be-
raberiik getiriyor..."
Tabii sizin de bu satırlan okuyunca
tıpkı benim gibi kafanıza bazı sorular
kök'ün. "Ben, bu fotoğrafı İtalya'da
görmuştüm' başhklı yazısına.
Özkök, pek göstenşli bir betimleme
ile başüyor:
"Genç adam. ne çok beyaz, ne çok
esmer. Düğmeleri açık gömleğinin
içinden fışkıran gövdesi için mükem-
mel demek çok zor... Hafif bir göbek.
Vukardan aşağı doğru inen tüyler...
Kıl demek istemiyonım, çünkü kelime,
gövdenin hareketlerine uymuyor. Saç-
lar, ne çok kısa ne çok uzun. tkisinin
arasında. Boyu da öyle. L'zundan çok,
kısaya yakın. Gözlerinin rengini tam
teşhis edemiyorum. Yeşil mi mavi mi,
yoksa adını koyamadığun başka bir
renk mi? Hareketlere bakıyorum. Ne
çok erkeksi, ne kadınsı. Gövdesi ağır
den."
Daha sonra Özkök, Tarkan'daki
cinselliği ve Doğu-Batı sentezini onun
gövdesinin hareketlerinde, kıllannda,
küpelerinde ve kendi deyimiyle 'hünsa
cogVafyasında' biraz daha aynntı dü-
zeyinde inceliyor. Ve Vıldız Tilbe
aracılığı ile 'Delikaniı' konusuna ge-
çıp şunlan yazıyor
"Ama bu şarkınm en güze! yanı, De-
likaniı gibi müthiş bir keiimeyi bize ye-
niden keşfettirmesi. Ne çocuk, ne genç,
ne olgun. O da ara bölgede. Delikaniı.
Hem genç. hem hareketti hem de kişi-
liğin ve ahlakın doruğunda bir kelime."
Özkök oradan da çıkıp Adnan Şen-
ses'e, Peppino di Capri'ye falan şöyle
bir uğradıktan sonra şu yargıya van-
yor: "Bu kasetieri dikkatle dinleyin.
Bu yeni Türk genclerinin yarattığı
Türk rönesansmı dikkatle inceleyin.
Orada müthiş bir geiecek, renkli bir
toplum, crvıl cıvıJ bir hayat temposu,
dipdiri bir mutluluk arayışı, görecek-
siniz..."
Allah Allah! Üstümüze iyilik
sağlık. Bu yazarlarda hangi 'coğraf-
ya'ya baksan orada bir 'rönesansT
Benim de Laz'ın öyküsündeki gibi,
bunlan okuyup, canım sıkılıyor. Bir
kere anlamıyorum. Türkçeleri farklı.
Benim bildiğım coğrafya, coğrafi böl-
ge değil, yeryüzü haritalannı incele-
yen bilim dah. Rönesans'ın iki anlamı
var: 'Yeniden Doğuş' ve uygarhk tari-
hine damgasını basmış büyük kültür-
toplum değişimi dönemi. Tarkan'la
Erasmus'un ya da Leonardo da Vinti'-
nin bir ilgisi olmadığına göre bir baş-
ka şey yeniden doğuyor. Ama yeni-
den dogan ne? Kim doğuruyor? Bun-
lan pek çıkaramıyorum.
Sevgili Cumhuriyet okurlan, siga-
rayı bırakmaya karar veren her insan
gibi, ben de uzunca bir süre daha az
zararlı sigara türlerini denedim. Ya-
bancı sigara içenler bilir. Batılılar, bu
iş için bir sürü 'moder ürettiler. önce
'light'lar çıktı. Yani iıanTler. Sonra
*extra Ught'lar. Sonra 'süper light'lar,
en sonunda da 'ultra-light'lar
Bu ultra-light'lar, ne işe yarar bil-
miyorum ama, Batı'da çok saülıyor.
Bizim aydınlanmız arasında da bir
hıltra' tipi var. Hemen her dönemde,
en geçerli, en zararsız, bir Sokrates
deyimiyle, en orta malı düşünceleri,
ızlenimleri müthiş bir şey keşfetmiş,
dehşet bir yenilik ortaya koymuş gibi,
satmaya kalkıyorlar. Üstelik, o fikra-
daki adam gibi sayısız vanlışla.
Hani adam söze başlamış "Hazreti
İsa Fırat Nehri'nden yüzerek..." diye.
öbürü sözünü kesmiş: "İsa değil,
Musa; Fırat değil, Kızıldeniz; yüzerek
değil yürüyerek... Neresini düzelte-
Ve bu yaalar, yorumlar, ciddiye
alınmadığı için yanıtlanmadığından
özellikle gençler üzerinde etkili olu-
yor.
Benim ne hafif müzik yapanlarla
bir sorunum var ne de onu dinleyen-
lerle. Ama bürfin bu Teknoloji-Med-
ya-Tüketim şeytan üçgeninin kay-
mağını yiyenlerin gençleri başka saf-
satalarla aldatmalanna, bunun taf-
rasını satmalanna da tahammülüm
yok.
Geiecek hafta Güldemir'in, Öz-
kök'ün ve benzeri düşünenlerin gö-
rüşlerini ciddiye abp yanıtlamaya
çaüşacağım. Ve bence daha da önem-
lisi, şu &kök'e göre Tarkan sayesin-
de kompleksiz olabildiğimiz Batı'da,
bu konuda neler yazıyor onlara degi-
neceğim.
Loach, sosyal
öykülere
devam ediyor
Kültür Servişi- Şosyal içerikli fılm-
lerle tanınan İngiliz yönetmen Ken
Loach, son filmi "Ladybird"de de ger-
çek olaylardan yola çıkarak etkileyici
öyküler anlatıyor.
Liberation'da Loach'la yapılan
söyleşide yönetmenin, profesyonel ol-
mayan oyuncularla çalışmayı tercih
ettiği "Ladybird "le, yine işçi sınıfının
sorunlanna ışık tuttuğunun ve pek
çok tartışmayı gündeme geürdiğinin
alü çiziliyor.
- "Ladybird", tngUtere'deki işçüerin
günden güne zoriaşan yaşam koşul-
lannı ele alıvor. Bugünün İngilteresi'-
nde en büyük sorun bu mu?
- Kesiıilikle. Bu ülkede yaşayabil-
mek için sürekü savaşmak zorunda
olan pek çok insan var. Ancak Mag-
gie'nin hikayesi, çocukluktan baş-
İayarak tüm yaşamı boyunca şiddet
çemberi içinde yaşamış kadınlann-
kiyle aynı olması bakımından da çok
önemli bence.
- "LadybinT'ün senaryosu, gercek
bir hikayeoen yola çıkdarak mı
yazüdı?
- Bütün bunlan yaşayan bir çift
bana başlanndan geçenleri yazılı ola-
rak gönderdiler ve öykülerini anlattı-
lar. Ben, Rhona Munro ve senarist ar-
kadaşımız onlarla tanışmaya karar
verdik. Yaşadıklan trajedi o kadar
yoğundu ki onlarla mutlaka konuş-
mamız gerekiyordu
- Bu kez de profesyonel olmayan sa-
nstçüarla çalışmayı tercih ertiniz. Bu-
mn nedenini açıklar nusnuz?
- Bu, kendini yenilemeye ve her tür-
lü öneriye açık insanlarla çahşma
nrsatı tanıyor bana. İşçi sınıfina ait
olmayan bir insanın, o sınıftan biri
gibi rol yapması oldukça güç. Profes-
yonel oyuncu, yapüğı her hareketi sü-
zer ve üzerinde çok düşünür. Oysa
profesyonel otaıayanlarla böyle bir
sorun yaşamazsıruz.
- Bugünlerde yeni bitirdiğıniz bir fîl-
min montajmı yapıyorsunuz. Bu fılm-
den söz edebilir miyiz biraz?
- Tam oiarak bitmemiş bir filmden
söz etmek hoşuma gitmiyor. Faşizme
karşı gönüllü oiarak savaşan pek çok
farklı ülkeden insanlann öyküsü an-
laulıyor filmde. Bu projede Jim Al-
k»'la (Yağan Taşlar fılminin senaris-
ti) yıllar süren bir çahşma yaptık. Bir-
likte faşizme karşı savaşın neden orta-
dan yok olduğunu, devrimin neden
başansızlıkla sonuçlandığmı araş-
tırdık.
Yemek arü tiyatro sunumunu ilk kez Türkiye'ye getiren Lawton:
Once yemek sonra tiyatro veriyoraz
GAMZE VARIM
İngiliz oyun yazan Ray Cooney'nin
Earl Barret ve Arne Sultan'la birlikte
yazdığı 'Wife Begıns at Forty-Evlilik
40'ında Başlar' adlı pyun, 6-7 ve 8
ekimde Svvissotel'de İngilizce sunul-
du. Kültür merkezlerinde sık rastla-
nan yemek artı tiyatro sunumu. ülke-
mizde ilk kez gerçekleştirilirken. İngi-
liz tiyatro geleneğinin usta temsılcıle-
rini de Türkiye'ye getirdi.
Yönetmenliğini Leslie Lawton'ın,
prodüktörlüğünü Derek Nünmo'nun
üstlendiği komedınin başrollennı Ca-
roiyn Lyster ile Patrick Cargill paş-
laşıyor. Oyunda aynca Tim Brooke-
Taykor, Patricia Brake, Marc Murphy
ve yönetmen Leslie Lawton da rol
alıyor. Oyunun ülkemizde sahnelen-
mesi nedeniyle İstanbul'a gelen pro-
düktör ve aktör Derek Nimmo ile gö-
rüştük . Tiyatro kariyerine Hippod-
rome Tiyatrosu'nda başlayan Nim-
mo, kısa süre sonra West End'e geçti.
1957-85 yıllan arasında 'VValtz of the
Toreadors', 'Duel of Angels', 'How
Say You', 'The Amorous Pravvn".
"The Irregular Verb To Love', 'Sec
How They Run', 'Charlie Giri', 'Why
Not Stay For Breakfast', 'Palladium'.
'See How They Run', 'A Friend Inde-
ed' gibi oyunlara prodüktör olar:u
imzasını attı.
BBCde 26 yü ~
Uzun süre Avustralya ve Yeni Ze-
landa'da çalışan Nimmo, birçok tele-
vizyon dizisinin de prodüktörlüğünü
üstlendi. Nimmo, BBC World Servi-
ce tarafından 26 yıldır yayınlanan
'Just A Minute' adh panel oyunun
daimi üyesi.
İngiltere'de bir prodüktörün parasal
destek sağlamak dışında ne gibi işlevle-
ri var? Bir prodüktör. rol dağıtımını
üstlenir. turne sırasında oyunlann
sahneleneceği ülkeleri belirler, otel re-
zeryasyonlanyla ilgilenir, her şeyi or-
ganize eder. Bu oyun, bu yıbn başlan-
ndan itibaren Dubai, Moskova, Bah-
reyn, Kuala Lumpur, Bangkok'da'
sahnelendi. Çok seyahet ediyoruz. Şu
anda bana bağh olan ve farklı yerler-
de bulunan üç tiyatro topluluğu var.
Biri Orta Doğu'da. Bir diğeri Kuala
Lumpur'da üç hafta içinde sergilen-
meye başlayacak bir oyun için prova-
lan sürdürüyor.
Oyunlannıa kimler izfiyor?
Bu, ülkeden ülkeye değişıyor. Oyu-
numuzu sahnelediğimiz İcentlerde,
İngilizce konuşan işadamlannın
sayısına bağlı. Oyunlanmızı İngilizce
sunduğumuzdan, oyuncular bu dilin
konuşulduğu ülkelerde tanınıyor.
Türkiye bağlamında bu oyun yalnı-
zca zenğinlere hitap eder. İngiltere'de
kimler izüyor oyunlarınızı?
Evet, bu oyunu izleyecek insanlann
biraz paralı olmalan gerekiyor. Ama
böyle tanınmış oyunculann rol aldığı
oyunu buraya getirmek de ucuz değil.
Londra'da bu oyunu otuz sterline iz-
leyebilirsiniz. İnsanlar önce akşam
yemeği yiyor. Sonra oyunu izliyorlar.
Hem yemek hem de oyun için otuz
sterlin hiç de fazla değil. Eğlenceli bir
gece geçiriyorsunuz, bütün sorun-
lannızı. sorumluluklannızı, teröristle-
ri, doğal felaketleri ve Haiti'_yi unutu-
yorsunuz. Böyle bir oyunu ingiltere'-
de, Londra'dan tatil yörelerine dek
her yerde izleyebilirsıniz. Bu oyunlan
sahneleyen tiyatro topluluklan ülke
içinde tumelere çıkıyor. İsteyen pa-
hah, isteyen ucuz bilet alıyor. Ama
İngiliz tiyatrocular, dünyanın dört bir
yanındaki kültür merkezlerinde sık sık
rastlanan yemekartı tiyatro
sunumunu bu kez İstanbul'da
gerçekleştirdiler.
her sıruftan insan izliyor bu oyunlan.
Ingiltere'dekj tiyatro ortamından
söz eder misiniz?
Deneysel üyatronun, çok büyük
müzikal prodüksiyonlannın yanı sıra
Royal Shakespeare gibi ulusal tiyatro
topluluklan var. Bir de tabii yeni
oyunlar... Ama bu konuda sıkıntı çe-
kiyoruz. Oyun yazarlan televizyon
için bir şeyler yazma eğilimindeler.
Çünkü televizyon için yazılan iyi bir
senaryonun ücreti hemen ödeniyor.
Genç bir oyun yazan, böylece rahat
bir yaşam sürebiliyor. Sahnelenmek
üzere bir oyun yazdığınızda bir pro-
düktör bulmak zorundasıruz. Belki
yıîlar sonra bunu başardığınızda ve
oyun sahneye konduğunda, dıyelim
Londra'da perdelerini açtığında. eleş-
tirmenler tarafından beğenilmezse
bir-iki hafta içinde oyuna son verile-
biür. Bu yüzden tiyatro için oyun yaz-
mak cesaret istiyor. Televizyon ise her
zaman yeni projelere açık.
Tiyatro oyunu yazmak kârlı
Ama başanlı bir oyun bütün dün-
yayı dolaşır, pek çok dilde sergilenir.
Bu oyunun yazan da oyunun sağ-
ladığı haftaiık hasılatın yuzde 10'una
sahip olur. Bir haftada 200 bin dolar
kazanabilir. Bu yüzden tiyatro oyunu
yazmak yine de çok karb.
Ülkenizde riyatroya devlet desteği
ne ölçüde gerçekleşiv or?
Ulusal ve bazı yerel tiyatrolar bü-
yük ölçüde devlet desteği alıyor. Geie-
cek ay bir milli piyango başlatıyoruz.
Bugüne dek ülkemizde hiç yapı-
lmamıştı.
Piyangodan elde edilen gelir sanata
aynlacak. Bu küçük tiyatrolar açısı-
ndan önemli bir fark yaratacak. Ti-
yatro öğrencileri eğitim masraflannı
karşılamak için hükümetten destek
almakta çok zorlanıyorlar. Piyango
sayesinde onlara da daha fazla maddi
destek yolunun açılmasını umuyo-
rum.
Bugün genç oyunculann çoğu ti-
yatro okullanna devam ediyor. Üç
yılük eğitim veren bu okullar oldukça
pahab.
Prodüktör oiarak, oyunun yönetme-
nine müdahale eder misiniz?
Pek fazla müdahale etmem. Ama
perdelerini açtıktan sonra, oyunu bir-
kaç kez izlerim. Belki yönetmenin
farkına varmadığı bazı unsurlara dik-
katini cekerim.
PENALH
MEMET BAYDUR
İki Yazann Arasında
Bir büyük yazar var, ülkemizde pek tanınmıyor, bir iki
kitabı yayımlandı galiba, pek dikkati çekmedi. Bence bü-
yük bir roman yazan: V.S. Naipauf. Hint asıllı, küçük bir
Latin Amerika ülkesi olan Trinidad'da doğup büyümüş.
Sanırım Oxford'da öğrenim görmüş bir olağanüstü ya-
zar. Yıllardır ^k^bel Edebiyat Odülü için adı gecer. Genel-
de dünya için, özellikle de Üçüncü Dünya ülkeleri, insan-
ları için karamsar mı karamsardır. Denemeler, gezi ki-
tapları da yazar. Bunlardan biri, "Inananlar Arasında"
adlı enfes bir kitaptı ve ilk yayımlandığı zaman Salman
Rushdie'nin hışmına uğramıştı. On yıl kadar oluyor.
Rushdie, Naipaul'un kitabını fazla soğukkanlı ve 'sevgi-
s/z'bulmuştu. Müslümanlara onlan anlamadan yaklaşı-
yordu Naipaul, Rushdie'ye göre. Zaman, Naipaul'u haklı
çıkardı, ama konumuz bu değil.
V.S. Naipaul'un bir de küçük kardeşi vardı. Shiva Na-
ipaul. O da olağanüstü bir yazar. 44 yaşında kalp krizin-
den ölmeden önce birçok eser yazdı. Roman, öykü, de-
neme, gezi kitapları. Bu kitaplardan bırinin adı Güney'in
Kuzeyi. Doğu Afrika'daki üç ülkeden izlenimlerini aktarı-
yor küçük Naipaul. Yayımlanır yayımlanmaz üç ülkede
de yasaklanmış kitap. Nairobi'de Stanley Oteli'nin altı-
ndaki kitapçıdan istedim. Adam gülümseyip çevresine
baktı, sonra tezgâhın altından önceden paketlenmiş bir
kitap çıkardı, parasını ödeyip aldım. Otelin önündeki
kaldırım kahvesine oturup bir çay söyledim. Açıp okuma-
ya başladım. Naipaul kardeşlere göre dünyamızın duru-
mundan herkes suçlu. En çok da "ezilenler" suçlu. İki
kardeş de dine karşı. Dinlerin sosyopolitik kullanımına
karşılar diyelim. Dini ciddiye alıyorlar ve zararlı olduğu-
nu söylüyorlar. Sonra örnekler veriyorlar. Acıklı, komik,
hüzünlü, ürpertici, yalnızca hayatı ciddiye alan insanlann
anlayabileceği cinsten örnekler. İnsan aklını yücelten
yaklaşımlar. V.S. Naipaul'a neden Nobel vermezler der-
siniz? Çok önemli değil ama merak ediyor insan. Yaşar
Kemal'e neden vermezler? Trinidad ile Türkiyenin
sırası gelmedi diye mi? Üçüncü Dünya ülkeleri hakkında
Isveç akademisinin sayın üyelerinin hoşuna gitmeyen
şeyfer yazdıkfarı için mi? Ülkelerinin siyasi manzaraları-
ndan ötürü mü? Naipaul üstüne Sayın Felhi Naci'nin gü-
zel biryazısını anımsıyorum, ama kitaplarımın çoğundan
ayrıyım bir süredir. Naipaul'un kitaplarının tümünün
özenle çevrilip yayımlanmasını diliyorum Türkçe'de.
Bir yazımda Jules Veme'den söz etmiştim. Çocuklu-
ğu, evden kaçışı, avukat olmak için gittiği Paris'te yolcu-
luk, serüven ve fantezi dolu romanlar yazması. Bu ünlü
yazar bugünlerde yine gündeme geldi.
Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında, tam oiarak 1863
yılında Jules Verne yüzyıl sonrasını anlatan bir roman
yazmış. 1963 yılının Paris kentini anlatan bir roman. Ro-
manın yirminci yüzyıl ortası büyük kentini anlatan sayfa-
larda neler var? Her yer otomobil dolu. Büyük bir trafik
tıkanıklığı ve kirienmesi yaşanıyor. Toplu taşıma sistem-
leri binlerce insanı işlerinden evlerine, evlerinden işleri-
ne taşiyor. Fax sistemi sayesinde herkes hızla haberleşi-
yor. Olüm cezaları elektrikli sandalye ile infaz ediliyor.
Jules Verne'in düşlediği modern dünya tatsız tuzsuz bir
yer. Bir sürü bürokrat tarafından yönetilen, para, teknolo-
ji ve siyasi güç peşinde koşmaktan başka bir şey bilmer
yen, bu koşu sırasında yollarına çıkan klasik kültüre ait
her şeyi yerle bir eden insanlar. Verne'in yayıncısı, Pler-
re-Jules Hetzel "Yirminci Yüzyılda Paris" adlı romanı
okuduktan sonra, 35 yaşındaki yazara yırtıp atmasını
söylemiş; "Peygamberlik taslıyorsun. iyi olmamış, kim-
se inanmaz bu yazdıklarına" diyen yayıncısının sözünü
dinlemiş Jules Verne. Fantastik macera romanlarına
dönmüş: Denizleraltında Yirmibin Fersah, Seksen Gün-
de Devriâlem...
Yayıncının beğenmediği romanı da bir daha duyup işi-
ten olmamış. Kahraman bir şair olan ve aydınlanmış top-
lumu ararken yola koyulan ve bir serseriye dönüşen bu
kitap ortadan kaybolmuş.
Derken Verne'in torununun oğlu olan Jean Verne Tou-
lon kentindeki aile evini satışa çıkarıyor. Evin bodrumun-
da bir ton ağırlığında bir kasa var. Evet bin kiloluk bir
kasa, kilitli ve doğal oiarak anahtarsız orada duruyor yir-
mi yıldır. Yerinden kımıldamayan bir canavar gibi duru-
yor orada, Jules Verne'in evinin bodrumunda. Jean Ver-
ne bir çilingir bulup eve getiriyor, adam üç saat uğraştı-
ktan sonra açıyor bu dev kasayı. İçinde bazı mektuplar,
bir not defteri ve bir romanın dosyasını buluyorlar. Ka-
pakta Jules Verne'in el yazısı ile "Yirminci Yüzyılda Pa-
ris" yazdı. Kenarda da yayıncının el yazısı ile romanı ye-
rin dibine batıran notu! Sonunda yazıldıktan 131 yıl sonra
yayımlanıyor roman bu yıl, Paris'te.
Otomobil ortaya çıkmadan yirmi beş yıl önce düşlemiş
bu araçları. Metro sistemlerini uzun uzun anlatıyor. Şim-
di Eyfel Kulesi'nin durduğu yerde iki yüz metre yüksekli-
ğinde, Paris'in her yerinden görülecek bir ışık kulesi
yapıldığını yazıyor. Romanın şair kahramanı Michel mut-
suz bir insan. Teknolojiden başka bir şey düşünmeyen,
büyük tröstler, çok uluslu şirketler tarafından yöneltilen
bu toplum doyurmuyor onu. Kitapçılarda "şu tanı-
nmamış genç yazann."VkAor Hugo'nun kitaplarını arı-
'yor, bulamıyor. Fransa ile beraber, o güzelim dilin de
yitip gittiğini düşünüyor. Bilim dahil her şey ingilizceye
teslim olmuş diye düşünüyor. George Orwell'i anımsa-
tan bu geiecek kâbusu, Michel'in bir serseriye dönüşme-
sıyle bitiyor.
Çağdaş teknolojinin yaşama getirdiklerinı doğru tah-
min ederken aynı teknolojinin yaşamdan götürdüklerini
ve yan etkilerini de doğru teşhis ediyor Jules Verne.
Şimdi düşünüyorum: Kitaplar, şiir, oda müzikleri, sat-
ranç oyununun iki insan arasında oynanan şekli, mürek-
kep hokkaları ne olacak yüzyıl sonra? Ucuz bir nostalji
değil bu. Çocuğunuz Jules Verne mi okuyor, video mu
seyrediyor?
"sanat'a evet" mi?
öyleyse; bugün konser izleyin...
Yıllık Abone Bedeli: 400.000 TL.
Posta Çeki No: 655248
Banka Hesap Nç: T.lş Bankası Cihangir Şb.: 197245
Hayriye Cad. 3/10 Galatasaray-lstanbul
Tel: (212) 243 35 33 - 293 72 77 Fax: (212) ?•
SÖYLEV
(CtLTl-2) HıfeıV.Velidedeoglu
24. bası 100.000(KDViçınde)
Yayınlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-İstanbul