23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5EKİM1994ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Mozartşölenive bîr \fögnerbaşyapıü EVİNfLYASOĞLU Geçen pazar akşamı Suna Kan, Mozart'ın KV 219 Do Majör Keman Konçertosu'nu çalarken Cumhuriyet gazetesi- nin onca yıllık başyazan Nadir Nadi Bey, sanki Aya îrini'nin yûzlerce yıllık duvarlanna sırtı- nı dayamış, mutlnlukla gülüm- süyordu. Konser tamamianıp KV 551 Jüpiter Senfonisi bitti- ğinde, Nadir Beyin sevgili dos- tu Mozart da yanına gelmiş, yeni edindiği dosuara, bu gör- kemli orkestraya ve dünyaca ünlii şefımiz Gûrer Aykal'a o da gülümsüyordu. Olümünün ûçûncü yıldönümünde belkı de başyazanmız Nadir Nadi'yi an- mak için en güzel araç müzik olduğu için ve de özelükk Bil- kent Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası'nın ona ar- mağan ettiği tüm Mozart prog- ramı için mutlulukla gülümsü- yorlardı. Berin Nadi Hanım'ın konserin ilk yansında durma- yan gözyaşlan neler anlatmıyor ki! Suna Kan'ın babası ile Na- dir Bey'in yakın arkadaşlığını, Suna Kan'ın kûçücûk kemanı ile onlann evindeki ilk yorum- lannı ve bu konçertoyu her din- leyişlerinde adagio (ağır) bölü- münün hüznünden Nadir Bey'- in son derece duygulanıp Berin Hanım'a dönereic "Merak eüne burası çok büzüniü ama biraz- dan neşe görünecek" deyişini anımsıyor. Suna Kan, belki de bugüne dek dinlediğimiz en duygulu, en görkemli Mozart konçertosu- nu seslendirdi. özellikle 'ada- gıo'da okuduğu lirik şür. son bölûmdeki telaşsız coşku tam Mozart biçemine yaraşmıştı. Gürer Aykal'ın yönetimindeki orkestra, solist ile kusursuz bir diyalog içinde ve "tlle de bu Türk etkisinde bir yapıttır. Ron- do'da mehterieri duymalıyız" abartısını dikte ettirmiyordu. Yumuşacık bir eşlikti. İkinci yandaki Jüpiter senfonisi ise baştan sona dikkatle hazırlan- mış, her bir orkestra üyesinin kalbinden gelen coşkuyu yansı- tıyordu. 'Keşke bu konserin kaydı yapdsaydT diye hayıfla- Nadir Nadi anısına verilen konserde Suna Kan ve Gürer Aykal (solda), Lohengrin'de Yddız Tunbul ve Yavuz Öztürk (sağda). nanlann sayısı pek çoktu. Ne- den mi, çünkü o andaki coşku- nun kayıt stüdyosunda bir kez daha yaşanamayacağından! Bütün bu ışık bütün bu gör- kem içinde Aya İrini. atmosfer olarak çok güzel bir ortam sağ- lasâ da ne yazık ki özellikle ban sıralann sahneyi işitme zorluğu her zamanki gibi gündemdeydi. Kimileri iyi duyamadığından. kimileri de seslerin bir pıyano pedab etkisi yaratıp armonıle- rin birbirine kanştığından yakı- nıyor... Bu yakınmalar hemen her senfoni konserinde oluyor ve özelükJe orkestra konserleri bu mekanda bazı köşelerde ha- rika ünlasa da bazı köşelerde harcanıyor. Ancak hiçbir şekil- de yakınmaya hakkımız yok! İyi ki yüzlerce yıl öncesinden böylesi bir kilise varmış da bu- gün bile yararlanıyoruz. Yoksa kendi zamanımızda yaptırdığj- mız konser salonlannı onar- maktan ve yenilerini gündeme bile getirmekten yoksunuz. Suna Kan, belki de bugüne dek dinlediğimiz en duygulu, en görkemli Mozart konçertosunu seslendirdi. Özellikle 'adagio'da okuduğu lirik şür, son bölûmdeki telaşsız coşku tam Mozart biçemine yaraşmıştı. Nadir Bey'i anma konserinde baştan sona büyük bir zarafetle Mozart'ın dantel gibi müziğini yorumlayan ve onun anısına armağan eden sanatçılara te- şekkürler. Ankara'da bir VVagner başyapıtı: Lohengrin Opera dünyasmın dev beste- cisı. büyük romantik Richard VVagner'in operalan ülkemizde hemen hemen hiç oynanmaz. Yirmi yıl önce Ankara'da, ge- çen yıl da tstanbul'da sahnele- nen w Uçan HoUandalı" (ki VVagner'in gençlik üriinü olup. henüz kışisel imzasını taşıma- yan bir operasıdır) dışında bi- am kuşaklar VVagner operası görmeden yetişti. Neden mi oy- nanmaz? Çünkü VVagner bü- yük bir birikim, ayn birgelenek ve kültür gerektırir. Bestecinin aynı zamanda librettolannı da yazdığı her operası kendi geniş imgelem gücü kadar sahnele- mede, rejide aynı derin görüşü gerektirir. Kötü bir VVagner operası sahnelemeye veya sey- retmeye hakkınız yoktur. Mut- laka VVagner'in müzik dilini bi- len kişilerce. büyük özenle sah- nelenmelidir. VVagner tenorlan. VVagner sopranolan ayn özel- lik taşıyan seslerdir. VVagner'in sürekli müzik ilkesini benimse- yen şef, orkestrasını bir senfoni yönetircesine canlı tutmalıdır. Hele günümüzde giderek teknolojık olanaklardan yarar- lanan rejisörler, VVagner sahne- leri için kaç boyutlu planlar or- taya cıkanrken. bir VVagner operası sahnelenmek kuşkusuz cesaret işidir. İyi de, bizim ku- şaklar gibi bizden sonrakiler de bu kaygılarla VVagner operası izlemeden mi büyüyecekler? Sahnelerimız büyük olmasa da bugüne dek operacılanmızın kültür birikimi artık VVagner sergileyecek niteliğe erişmedi mi? Bu sorunun güzel yanıtını, bestecinin 1842 ürünü olan 'Lo- hengrin'inı sahneleyerek Anka- ra Devlet Opera ve Balesi ver- miş bulunuyor. Küçük sahnesi- ne ve sınırlı dekor olanaklanna karşın, derlı toplu bir Loheng- rin sergileniyor Ankara'da. Ne rastlantı ki bu hafta TRT- 2'de Abbado nun yönettiği, Pla- cido Domingo'nun oynadığı "Lohengrin"de gösterime girdı. Doğal ki büyük olanaklara sa- hip prodüksiyonlarla karşılaş- tırma yapılamaz. Ancak bizim böylesi bir yapıtı sahnelememiz için tüm yaratıa kadronun na- sıl özveride bulunduğunu anla- mamıza neden oluyor. En azın- dan derinliği olmayan sahne- mizde koro üyeleri ile solistler ve orkestranın iç içe oluşu doğal olarak ses dengelerini şaşırtı- yor. Ancak rejisör Youri Ale- xandrov'un sıcaklığına bürün- müş dıyebiliriz. Lohengrin rolünde masalsı kişiliği kahraman kisilikte öz- deşleştiren Yavuz Oztürk'ün özellikle son sahnedeki zengin fonu lirik (ama abartısız) yakla- şımı; Telramund rolündeki Tuncer Tercan'ın, VVagner sah- nesi ve VVagner kimliği ile bağ- daşan sesi ve güçlü yorumun- daki başansı. Elsa rolündeki Yüdız Tunbul'un onca yıllık de- neyimi (Elsa rolünü üstlenen diğer soprano Oylun Erdayı'yı da izleyebilmek isterdim); Ort- rud'un karanlık çizgilerini sesi- ni kulJanmadaki ustalığı vesah- nesıyle iyi yansıtabilen Cemali- ye Kıyıcı; kralın habercisi Çetin Kıranbay ın kısa ama canlı rolü; kral rolündeki Sabri Ka- rabudak ın yumuşak sesiyle dengeyi koruyan oyunu ve orr kestra şefı Abdullayev'in senfo- nik karakteri ve oyunla müzik arasındaki gerilimi hiç aksat- madan sonuna kadar koruya- bilmesı "Lohengrin"in Ankara sahnesindeki özellıkleri. VVag- ner'in ilk kendi imzasını taşıyan bu operasını bızım kuşaklara armağan ettiği için Ankara Devlet Operası'nın öncülüğünü kutlanz. Umanz ardından di- ğer VVagner operalanna da yü- reklenir yöneticiler. Lohengrin operasının özgün dili Almanca- dır. Bu operayı Türkçe dinler- ken, diğer pek çok yapıttaki so- run yine gündeme geliyor Aca- ba yıllar önce yapılan çeviriler yeniden gözden geçirilse, daha yumuşak, daha güncel bir Türkçede prosodi bağdaşması sağlansa nasıl olur? Artık buza vazıııa dönemi sona erdi Ersin Onay, Bilkent Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası'nın CD çalışmalanna başlayacağını belirtiyor GAMZE VAREVf Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi Ulus- lararası Müzik Yaz Okulu, 1988 yüında kuruldu. Aynı jnl yaz okuluna kaülan öğrencilerden Bilkent Uluslararası Gençlik Senfoni Orkestrası oluşturuldu. Ülkemizin ilk gençlik orkestrası olan bu orkestra, büyük kentler- de, parklarda, şehir stadyumlan- nda, acıkhava tiyatrolannda ver- diği konserlerle binlerce dinleyici- ye ulaşü. Yalnızca bir yıl önce kurulan Bilkent Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası ise dünyadaki ömekleriyle karşılaştınlabilecek düzeye geldi. Aynı zamanda öğ- retim üyesi olan sanatçılardan oluşan orkestra, iki fonksiyonu bir çatı altında birleştiriyor. Kısa sürede elde edilen bu başanda büyük payı olan kişilerden biri de Bilkent Oniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi De- kanıProf. Ersin Onay. Bundan sonraki hedeflerinin uluslararası bir yanşma açmak olduğunu söyleyen Onay, orkest- ranın önümüzdeki yıldan itiba- ren Imza yazma' dönemini geride bırakarak CD çalışmalanna baş- iayacağını belirtiyor. Bilkent Uluslararası Akademik Senfoni Orkestrası, artık büyük kentlerin yanı sıra ülkemizin senfonik mü- zikle hiç tanışmamış yörelerine de gidecek. Onay "Bugün dünya- da 12 ay maaş alarak görev yapan 950 tane orkestra >ar. Halbuki iyi fakülte, müzik yüksek okulu, koo- servatmar savısız. Dolayısıyla biz böytece binlerin içinde değil, bu 950'nin içinde yer abna çabasına girişmiş olduk" diyor. Ersin Onay'la 1988 yılından itibaren başlayan süreç içinde ülkemiz- deki müzik yaşamına yeni bir so- luk getiren gelişmeler üzerine söyleştik: - Kısa sürede bu noktaya nasıl gekhraz? 1986-87 öğretim yıhnda fakül- temiz, Bilkent Üniversitesi'nin 3 fakültesinden biri olarak egitirne açılmadan önce müzik eğitimin- de cok aktif bir yöntem arayışı içine gjrdik. Ankaira'daki konser- yatuvarlanmızın kuruluşuna git- tik. 1936 yıhnda, bircok değerli yabana sanatçıyla sıkı ilişkide olunan bir tablo karşımıza çıktı. Atatflrk, o zaman müzik dev- rimini başlaayordu. Daha 1923 yüında geniş içerikli bir eğitim için konservatuvarlann kurul- masına işaret etmişti. Ancak biz- de eğitim adına henüz kurumlaş- ma yoktu. Mızıka-ı Hümayun'- dan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası kurulmu^tu. Konser- vatuvann açılması kaçınılmazdı. Yapılması gereken buraya evren- sel müzikte deneyimin aktanlma- sıydı. O zaman yabana sanatçı- lardan yararlanılmışü. Daha 'Akademik Senfoni Orkestrası, artık emsalleriyle rnukayese edilir dunıma geldi' diyor Ersin Onay. (DEVRİM BARAN) sonraki yıllarda içe kapanıklık gördük. Globalleşen dünyada, bu kapab yapının bıraz atalet ge- tirdiği sonucuna vardık. Hemen ılışkiler kurabm dedik. Uluslararası Müzik Yaz Okulu'- nu 1988 yıhnda eğıtime açtığımı- zda, bizden başka pek umutlu olan yoktu. Beklenenin aksine yaz okulu çok büyük bir ilgi gör- dü. Birçok ülkeden genç sanatçı- lar seçilerek ülkemize geldi. Bu, sonunda 27 ülkeye kadar vardı. Madem bu kadar genç ve yete- nekh sanatçı bir araya geldi, bun- dan güzel bir orkestra çıkannz dedik. Birinci yaz okulunun ger- çekleştirildiği İ988 yıhnda Ulus- lararası Gençlik Senfoni Orkest- rası kuruldu. Çeşitli ülkelerden gençler gehp, Sa>ın Gürer Ay- kal'ın yönetiminde, bir orkestra çatısı altında buluşuyorlardı. Bi- reysel eğitimlerine de devam edi- yorlardı. Gün boyu süren prova- lardan sonra da son 2-3 hafta Türkiye'yi gezmeye başladı or- kestra. Türkiye'de çok sesli mü- Orkestrada 15 ülkeden 120 sanatçı görev yapıyor. Aynı zamanda Bilkent Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi'nin öğretim elemanlan. Böylece, bir çatı altına 2 fonksiyonu sığdınyoruz. Akademik Senfoni Orkestrası, bir dünya modeli olarak ortaya çıkmış oldu. Niteliğe çok önem verdiğimiz için orkestra çok kısa zamanda şeçkinleşti. Bugün artık dünyadaki emsalleriyle mukayese edilir duruma geldi. Kısa zamanda başannın bir başka sebebi disiplindir. ak konusunda İmı müzik biziro- dir, değfldir'. 'çok seslenmeliyiz ya da her zaman tek sesli kalmalıyız' gıbı tamşmalar hep var. Biz. fa- külte olduğumuzu, bunlann aynı zamanda araştırma konumuz ol- duğunu düşünerek, riskler aldık. Henüz açılmamış parklarda, şe- hir stadyumlannda, acıkhava ti- yatrolannda konserler başladı ve büyük ilgi gördü. - Bilkent Liuslararası Akade- mik Senfoni Orkestrası'nın ku- nıluş öyküsünü anlatır nusuuz? Yıllar içinde yurtdışındakı kendimizle eşdeğer kurumlarla sıkı bir doku meydana geldi. yaz okulunun bu kadar ilgi görmesi sonucu, Türkiye'nin daha serbest hareket edebilen bir orkestraya ihtiyacı olduğuna karar verdik Uluslararası Bilkent Akademik Senfoni Orkestrası bu şekilde, ey- lül 1993'te kuruldu. Bütün üye- ler üniversitemizde, kampus içe- risinde oturuyorlar. Orkestraya tahsis edihniş 2 gökdelenimiz var. Günde 7 saat çahşıyorlar. Or- kestramızı, 'Akademi Oda Or- kestrası' ve 'Yayh Çalgılar Top- luluğu' olmak üzere ikiye ayırdık. Bu, orkestranın kısa zamanda uluslararası düzeye gelmesinin meslekı gerekliliğiydi. Anadolu'- da verdiğimiz konserlerin çok ılgı görmesi üzerine, geçen yıl mart ayında Bilkent 1. Uluslararası Anadolu Festivali'ni başlattık. Çok beğenilen bir festival oldu. Festival 15 gün-3 hafta süreyle her yıl Ankara'da başlayacak. Daha sonra da Anadolu'nun sen- fonik müziğe özlem içinde olan yörelerine taşınacak. - Farklı kiilrürlerden gelen in- sanlaria çahşmanın avantajlan ve deza\antajlan neler? Sanat kurumlan, orkestralar ve konservatuvarlar bir anlamda birer müze nitehğinde. Yani her- kes bu müziği kendisi oluşturu- yor. Mozart'ı. Stravinsky'yi. Be- etiıoven'ı. Saygun'u. Erkin'i her- kes kendi kurumu içinde yaşatma çabası içinde. Tabii ki bakış açı- lan farkh, kendi yorumlannı da getirmiş oluyorlar. Bu bakımdan 'Eğitilmiş Türkiye'nin önünde kimseduramaz' Aykal, 'En büyük dostumuz eğitimdir' diyor. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefı Gûrer Aykai, çahşmalannı Türkiye'nin yanı sıra Amerika ve Finlandiya'da da sürdürüyor. Türk sanatçılann yurtdışına taşmak zorunda olduğuna işaret eden Aykal, şimdilerde Almanya'da da çalışmaya başladı. Sanatçı, çok çahşmanın sağlık ve mutluluk getirdiğini düşünüyor. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Ankara Oda Orkestrası'yla yeni CD'ler yaptıklanru söyleyen Aykal, amaçlannın bu CD'lerin Türk orkestralanyla da yapılabileceğjni kanıtlamak olduğunu ifadeediyor. Türkiye'de doğru dürüst bir konser salonu olmadığını beürten sanatçı, "Tûrkiye'de biz sanatçılar kendi mekanımızdan yoksunuzdur. Konser salonları bizim ibadet > erimizdir. Ama Türkiye'de bize bu ibadeti çok görmüşlerdir. Bugüne kadar biz ondan bundan bozma yerlerde müziği çok seven Türk insanına çoksesli müziği sunmav a valtşınz" di v or. Gürer Aykal'ın en büyük düşü, Türkiye'nin birçok kentinde güzel konser salonlannın yapılması, buralarda konserler vermek ve Türk halkına güzel şeyler sunmak. Türkiye'nin, Cumhuriyet'le başlatılan kültür devriminin hızını gün geçtikçe kaybettiğini belirten Ay kal, "Bizim en büyük dostumuz eğitimdir. Eğitime önem verelim, bütün vergilerimizi onun için yatıralun. Eğitilmiş bir Türkiye'nin önünde kimse duramaz" diyor. karşılaşmada bence çok olumlu yönler var. Orkestranın içinde Isviçre'den, Rusya'dan, Alman- ya'dan, Italya'dan. Arnavutluk'- tan, Bulgaristan'dan, Polonya'- dan sanatçılar var. Bu orkestra içinde en az 12-13 tane Moskova Konservatuvan'nı bitinniş, ora- da doçentlik, profesörlük düzey- lerine yükselmiş sanatçılar var. Gidilemeyen bir yerdi, halbuki şimdi nerede>se büyük bir kısmı bizim içımizde. - Orkestra bundan sonra CD calışmalan yapacak mı? Evet, artık buza yazma dö- nemini geride bırakalım diyoruz. Önümüzdeki yıldan itibaren yeni binamızda, kendi stüdyomuzda CD çalışmalanna başlayacağız. Her türün nitelikhsini yapacağız. Türk eserleri başta yer alacak. - Ekonomik açıdan nasıl ayakta duruyorsunuz? Bütün dünyada operalar, or- kestralar çok zor durumda. Bir- çok orkestra dağılmak zorunda kaldı. 12 ay çahşan orkestra yok gibi. Bu tür şeyler olurken, bir- denbire Türkiye'de bir orkest- ranın kurulması, bizim için ilgi- nin artması bakımından çok önemli oldu. Bilkent Üniversite- si'nin kuruluşunda sanat ön pla- na ahndı. Çok rahat çalışma im- kanı buluyoruz. Bize maddi yön- den hiçbir sıkıntı yaşatmıyorlar. İnşallah günün birinde orkestra kendi gelirleriyle yaşayabilecek duruma gelecek. Şimdi üniver- sitenin tam desteğı>le gıdıyoruz. - Bundan sonraki hedefleriniz?.. Uluslararası, çok nitelikli bir yanşma açmak istıyoruz. Bugü- nün genç sanatçılan yann çok önemli yerlerde olacaklar. On- lann bir ödül aldıklan ya da bir ödül alma isteğiyle gittikleri bir ülkeyi ömürleri boyunca unuta- bileceklerinı sanmıyorum. Hala çok az tanınan ülkemızi gehp gö- recekler, tanıyacaklar. Biz bu yanşmayla günceli yakalayıp, dünyadaki diğer yanşmalann bi- rincılerini. ikincilerini de ülkemi- ze davet etmek isüyoruz. DÜŞÜNCEYE SAYGI MEMETFUAT Osmanlıca Sözcükler Bizim kuşağımız Osmanlıca öğrenimi görmedi. Tür- koloji okumayanlarımız bu dilin kurallarınt bilmezler. Osmanlıca sözcükleri Türkçeye yansıdıkları biçimleriy- le öğrendik. Ama çevremizde Osmanlıca öğrenimi görmüş büyük- lerimiz vardı, onun için de Arapça, Farsça sözcüklerin söylenişinde kulağı tırmalayan yanlışlar yapmazdık. Sonraki kuşaklar, çevrelerinde Osmanlıca bilenlerin azalmasından olsa gerek, Arapça, Farsça sözcüklerin söylenişinde önemli yanlışlar yapmaya başladılar. Radyo, televizyon derken, bu yanlışlar çok yaygınlas- tı. Öylesine ki, zaman zaman, acaba doğrusu böyle de. ben mi bilmiyorum diye kuşkuya düştüğüm, sözlüğe baktığım oluyor. Türkçeyi doğru konuşmak için eğitim gördüklerine inanılan radyo ya da televizyon konuşmacılarına da gü^ venmezsek kime güveneceğiz! Ama, ne yazık, bugüne kadar baktığım hiçbir sözlük. onlardan yana çıkmadı... Yazın dünyasında da yaşanmıştı benzer sıkıntılar... Bir zamanlar başımızda bir "tenkit"derdi vardı. Arapçada "e/eşf/>/"anlamına gelen "tenkid" Osmarw lıcadan alınırken, Türkçe sözcüklerin sonunda "d" ol- maz diye, "tenkif'e dönüştürülmüştü. Ama Osmanlıcayı iyi bilenler buna karşı çıkıyorlardı. Çünkü Osmanlıcada gene Arapçadan gelme bir de "ten- kıt" sözcüğü vardı. Busözcük "T/"ileyazılınca "noktala- ma", 'Te'ileyazılınca "kötüsünü çıkarmajemizleme" anlamına geliyordu. Onun içinde "tenkid"\nsonundaki "d"mutlakakorun- malıydı. Eleştirmen anlamına da "münekkit" değil, "mü- nekkid" yazılmalıydı. Okurken de buna göre okunmalıy- dı. "Eleştiri" ile "eleştirmen" sözcükleri önerilip benim- sendi de bu dertten kurtulduk... Televizyonlarda sporcuları, spor eleştirmenlerini, spor anlatıcılarını dinlerken hep şu "rakip" sözcüğüne dilimize yatkın bir karşılık bulunabilse diye düşünüyo- rum. Aslı Arapça "rakîb" olan bu sözcük Osmanlıcadan Türkçeye aktarılırken sondaki "o"nin "p"yedönüştürül- mesi, "/"nin üstündeki şapkanın da kaldırılması gerek- miş. Türkçe Sözlük'\e şöyle deniyor: Rakip, (.-) (k kalın okunur) Herhangi bir işte birinden üstün olmaya çahşan kimse, yarışıcı. Ayraç içindeki nokta ileçizgi, birinci hecenin kısa, ikin- ci hecenin uzun okunacağını gösteriyor. Televizyonlarda izlediğimiz sporcular, spor eleştir- menleri, spor anlatıcıları ise özellikle birinci heceyi uza- tıp "k"y\ incelterek söyluyorlar bu sözcüğü: Raakîp... Oysa Osmanlıcada Türkçeye geçmemiş bir sözcük daha var "râkib" diye... Osmanlıca-Türkçe Sözlük'ten okuyalım: Râkib, râkibe, (Rükûb'dan) 1. Binen, binici. 2. Taşıta binen, binmiş olan. Rakîb, rakîbe, (Rekabet'ten) 1. Başka bıriyle aynı şeye istekli olan 2. Bir işte çalışanlarla yarış ederek, onları çürütüp ilerlemek isteyenlerden her biri öbürüne göre. "Bizi ilgilendirmez, biz ikincisini alıp benimsemişiz, tepe tepekullanıyoruz, öbürü Türkçede yok" diyebilirsi- niz. Ama Türkçeye nereden alındığı, nasıl yazılacağı, na- sıl okunacağı açık açık belirtilmiş sözlüklenmizde. Ikincinin anlamını, birincinin okunuşunu alıp birbirine karıştırmanın ne gereği var? Osmanlıca ya da Arapça bilenler, bizim televizyonla- rımızdaki anlı şanlı programları izlerlerse, önce hiç ilgisi olmayan sporlarda niye binicilerden söz edildiğini çı- karmaya çalışacaklar, sonra da yapılan yanlışlığı anla- yıncatatlı tatlı gülümseyeceklerdir. Yıllardır "ra/r/p"sözcüğünün dilimize yatkın bir karşı- lığını bulamadık, hiç değilse doğru söylemeye özen gösterelim. Papavrami - Sermet ikilisi CRR'de • Kultür Servisi - Kemana Tedı Papavrami ile piyanist Hüseyin Sermet bugün 19.30'da Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda bir konser verecek. 1990'da ABD'ye giden Papavrami. 92'de Enescu ödülünü, 93'tede Sarasate yanşmasında büyük ödülü kazandı. Berlin RIAS. Bamberg Senfoni, Lyon, Lille, Lamoureux gibi topluiuklareşliğinde çaldı. Devlet sanatçısı Hüseyin Sermet ise birçok uluslararası yanşmada ödül aldı. Fransız Radyo, İngilizOda. Detroit Senfoni ve Krakov Filarmoni gibi tanınmış topluluklarla eşliğinde solist olarak sahneye çıktı. Sanatçılar bugün akşam Mozart, Brahms, Mendelssohn, Debussy ve Saint-Saens'ın yapıtlannı yorumlayacaklar. Tango Pasion yeniden Türkiye'de • Kültür Servisi - Yapı Kredi'nin 50. yılı nedeniyle İstanbul'da 3 - 8 eylül arasında gösteriler vapan Arjantin dans topululuğu "Tango Pasion" Istanbul ve İzmir'de gösteriler yapmak üzere yeniden ülkemize geliyor. Tangoseverlerin büyük ilgisini toplayan Tango Passion 7,8,9 ekimde İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda, 11 ekimde ise İzmir Kültür Park Acıkhava Tiyatrosu'nda sahneye çıkacak. Kendilerine özgü dans, tiyatro ve mükizhol kanşımı bir gösteri tarzına sahip olan Tango Pasion, dünyanın birçok önemli gösteri merkezinde sahneye çıkıyor. Biletleri İstanbul'da CRR'de. İzmir'de ise Devlet Opera ve Balesi, İzmir Kültürpark Acıkhava Tiyatrosu ve Yapı Kredi İzmir Sanat Galerisi'nde satışa sunulacak olan gösteri, 7 ekimde 20.30,8 ekimde 15.30 ve 20.30,9 ekimde 15.30 ve 11 ekimde 18.30'da başlayacak (270 95 70 - 278 67 77-278 76 86) Çatalca'da 'sanata evet' • Kültür Servisi - Çatalca'nın kurtuluş yıldönümü 'sanata evet' şölenine dönüştürülüyor. Cumartesi günü Çatalca Belediyesi Kültür Merkezi'ndeyapılacak kutlamalar kapsamında 19.00-19.30 arasında Halis Başanr'ın resim sergisi açılacak ve Ulkü Ayvaz ile Hüseyin Kıvanç kitaplannı imzalayacaklar. 20.00-21.00 arasındaki "demokrasi ve sanat" başhkh söyleşiye ise konuşmacı olarak Prof.Dr. Türkan Saylan katılacak. Etkinlikler 21.00-22.30 arasında gerçekleşecek Esin Afşar konseriyle sona erecek. vv sanatv a evet" mi? öyleyse; bugün sinemaya gidin... Yıllık Abone Bedeli: 400.000 TL. Posta Çekl No: 655248 Banka Hesap No: T.lş Bankası Cihangir Şb.: 197245 Hayriye Cad. 3/10 Galatasaray-İstanbul Tel: (212) 243 35 33 293 72 77 Fax: (212) 2!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle