Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9OCAK1994PAZAR CUMHURİYET 2 SAYFA
KULTUR
GÜNDEMDEKİ SANATÇI ALAETTİN AKSOY
ONAT KUTLAR
Alaettin'in sihirlilambaa
Y
akın' dostlanm hakkında yaa
yazmam gerektiğinde hem sevi-
nirim hem de ödüm kopar. Se-
vinirim çünkü insanın iyi tarudığı kişiler
ve konular üstüne iyi yazacağma
inanınm. Ödüm kopar çünkü sanatsal
değerlendirmelerde öznel ilişkilere. eş
dost hatınna, yakınlığın getirdiği iki-
yüzlülüklere bence yer yoktur. Ya eleş-
tirmek zorunda kahrsam. onu kırarsam
diye ödüm kopar,
Hele bu yakınınız, nerdeyse her ak-
şam buluştuğunuz, günün ağır iş geri-
liminden sonra iki kadeh içki eşliğinde
moda deyimle birlikte "stress atttğınız"
şakalaştığınız. sanatı dışında da kişılığı-
ni sevdiğiniz bir arkadaşmız, dostunuz-
sa! Aman tannm. sert bir eleştiri, ne ka-
dar olgun da olsa arkadaşınız kadar o
güzel dostluğu da hırpalar...
Sevgilı Fethi Naci'nin kulaklan çın-
lasın, zor iştir vesselam, sanatçılar üstü-
ne yazmak. Ve de korkunun ecele fay-
dası yoktur.
Ama bazen üe pek keyiflidir. Bahtı-
nızın rüzgan uyanna eser. Dostunuz
olan sanatçının başansı, size gurur vere-
cek kadar büyüktür. İşte o zaman neşe-
nize diyecek yoktur.
A laettinbirsabah
bahçede bir
cam prizma buldu.
İlk kez böylece
bir renk dünyasına
açtı gözlerini. Geleceği
gösteren sihirli bir
dürbünden bakar
gibi...
Kimse kendi mahallesinde peygam-
ber olamazdı.
Keyifle uzattığım bu giriş paragraf-
lannın nedeni bızım Laz Alaettin.
Alaettin Aksoy. Ressam.
Alaettın'ı de tıpkı Komet gibi yıllardır
tanınm. Son birkaç yıldan beri ise
onunla. Azmi ile Arifin Çiçek Bar'mda.
akşamüstünün kısa keyfıni paylaşıyo-
ruz.
Hemen her akşam bann iç bölümün-
de. soldaki büyük. yuvarlak masalar-
dan birinde değışmeden tekrarlanan bir
"mizah ritueTi. yaşıyoruz. Çok sevdiği-
miz serv is elemanlan Sanlı, Esat Musta-
fa'nın da rcl aldığı bu ritüel'in ba^oy un-
culan hiç kuşkusuz Hüseyin Baş ve Ala-
ettin Aksoy. Bazı şom ağızJılann hakkı-
nda "Eli sıkıdır" diye tezvirat yaptıklan
Hüseyin. aslında "sırf hoşluk olsun
diye", her akşam Alaettin'e masaya bir
şeyler ısmarlatmanın yollannı mizah
yoluyla arar.
Nice zamandır bu böyle. Akşamın
belirli bir saatinde Cihangir'deki atöl-
yesinden çıkıp aramıza katılan, çok faz-
İa oyalanmadan küçük kaplumbağa
Volkswagen'ine atlayarak Boğaziçi'nde
kansı, kızı ve birçok köpek ve kedi ile
birlikte yaşadığı evıne giden Alaettin'in
iç dünyası kadar sanatsal dünyası da
merakımı çekmiştır.
Sık sık sergi açan ya da ortak sergilere
katılan ressam dostlanmm işlerini yakı-
ndan uzaktan izlemek olanağını bulu-
nım. Birini kaçınrsam hiç olmazsa öbü-
rünü yakalayabilirim. Ama son otuz
yılda sadece iki sergi açan Alaettin. hep
bir gjzdir benim için. Bu "Epinal resmi"-
ninöbüryüzündeneolduğunubilmekis-
terim. O gizli yüzde. bir saflık ve mızah
maskesinin altında kendini ele\ermeyen
derin, anlamlı şeylerhayalederim. Sonra
da birden ürkerim kendi hayallerimden.
Ya bu pentimento'nun altından, günün
birinde belirecek resim bir düş kınklığı
yaratırsa?YaAIaettin'indünyasınabeni
çeken şe>, yalnızca kendi fantezilerim-
den ibaretse. Onun tuhaf insanlar. hay-
vanlar, bitkiler ve inanılmaz bir hayal
gücü ile beslenmiş başka figürlerle dolu
olduğunusandığım: bana Hüseyin"eyaz-
dığj manide Malraux'ja göz kırpıyor-
muşçağnşımı yapan "Insanlık Hali" sö-
zünün uzantısı, zamandışı ya da güncel-
likdışıbirevrenisezdirenoresimdünyası
aslında yoksa.
Günlerdir birçok resimsever gibi ben
de sevinçli bir şaşkınhk içindeyım. Çok
şeyler bekleyen insanın. umduğundan
da fazlasını bulduğunda kapıldığı se-
vinç rüzgan.
Alaettin Aksoy, Aksanat'ta son yıl-
lann en güzel. en çarpıcı sergilerinden
birini açtı.
Ve ben, bu görkemli kapıdan. yırmi
yıllık dostumun. hemen hemen hiç bil-
mediğim özyaşamının zengin dünyası-
na girmek ayncalığını elde ettim. Ta
Karadeniz'in sisleri altında kaybolmuş
çocukluğunun gizlerine kadar.
Alaettin Aksoy 1942 yıünda Trab-
zon'da, büyük bahçeli, iki katlı eski bir
Rum evinde doğdu. Karadenizli hat sa-
natına merakb bir kâtibin oğlu olan ba-
bası Ahmet Aksoy ticaretle uğraşırdı.
Annesi ise benim anamla aynı adı taşı-
yor: Asiye. SonraJan sadece dördü ha-
yatta kaJmış olan altı kardeştiter. O
zamanlar antik Pontus'un izlerini taşı-
yan Trabzon, çok güzel bir kentti. Seyrek
ve güzel yapılar, cömert bir doğa ve yirmı
dört saat hiç dınmeyen dalga uğultusu.
Elektrik yoktu. Elbette radyo da. Evler-
de borulu gramofonlar dinlenir. gecele-
risokaklarda fenerledolaşılırdı. Evlerin
beyaz kireç duvarlannda geceleri bü-
yük ve esrarlı gölgeler dolaşırdı. Masal-
lann dünyasından cinler. hortlaklar ve
başka bilinmeyen düş gücü yaralıklan.
Onlara bakarak ve sonsuz dalga sesleri-
ni dinleyerek uyurdu.
Bir sabah bahçede bir cam prizma
buldu. flk kez böylece bir renk dünya-
sına açtı gözlerini. Geleceği gösteren si-
hirli bir dürbünden bakar gibi.
Sonra Rilke'nin Malte'de anlattığı
"'birden bire esrarlı bir şekilde gelen ço-
cukluk hastalıklan" gıbı aılenın başına
çöken uzun sefalet yıllan.
A laettin Aksoy Aksanat'ta son yıllann en
çarpıcı sergilerinden birini açtı. Ben bu görkemli
kapıdan yirmi yıllık dostumun, hemen hemen
hiç bilmediğim özyaşamının zengin dünyasına
girmek ayncalığını elde ettim.
Ta Karadeniz'in sisleri altında kaybolmuş
çocukluğumun gizlerine kadar...
de. Hiç umrtmam bir gün çekici çivi yeri-
ne elime vurdum. Can actsıyla kıvranı-
rken bir ustabaşı azarladı beni: 'Dikkat
et! Çekici kıracaksın!' Belki şakaylasöy-
lenmiş bu sözleri y ıllarca umıtmadım...
Babam inanılmaz bir özveriyle bizi
ayakta tutma>a çalıştı. Onurlu bir in-
saıtdı.
Ama benim için psikolojik sorunlar
yaratıyor ounalıydı yoksulluk. Serseli-
İiğe vurdum. Sık sık okuldan kaçar, Şeh-
zadebaşı sinemalarında hem beş film bir-
den sey reder, hem de sonradan gelenlere
orurma yerimi satarak yenı bilet alma
yolunu bulurdum. İki yıl üst üste sınıfta
kalınca belge aldım. Bu belge alma olay ı
öylesine etkilemiş ki beni, sonra dışardan
sınata girerek yeniden okula alındıktan
sonra hiç bir yıl sınıfta kalmadım."
Arifte. sakin bir köşede. karşılıklı iç-
le Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi bitiyor.
Üniversite...
"Tuval boyamakta bayağı ustalaş-
mıştım. Hay at dergisinin ortasında çıkan
büyük ustaİarın kötü röprodüksiyonları-
ndan kopyalar yapıyordum. Elimde bir
sürü kopya resünle o zamanki adıyla
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin re-
sim bölümüne baş>urdum. İlk iki listede
adım çıkmadı. Tam kavdımı almak ü/.e-
reydim ki bir gün postacı eve, yedekten
girdiğimi bildiren mekrubu getirdi. O
günkü sevincimi unatamam. I isede ede-
bi\a( öğretnıenim olan Rauf Mutlua\'ın
kazandırdıkları dışında sanat külfürüm
hemen hemen \oktu. Bu \Qzden babam.
akademiye girip ne >apacağımı sordu-
ğunda ona, hiç olmazsa resim öğretmeni
olur hayarunı ka/anırım dedim. Resim o
sırada benim için bir sanattan çok, usta-
Pa
Her şe> bir volculukla başladı. An-
nenin "Çocuklar okusun" diye istediği
Istanbul yaşamı, Küçükmustafapaşa'-
nın daracık sokaklannda bir çıkmaan
karabasanına dönüştü. Babanın işleri
ters gitti. Ev satıldı Yazıhane gitti el-
den. Ve altı çocuklu aıle. tüm eşyalannı
vüklediklen sıska beygiriı bir at ara-
basının ardında, yaya, o evden öbürüne
sürüklenıp durma-,
ya başladı.
"O yıüarda göre-
vim, Havdar flko-
kulu'nda paydos
olunca Zeyrek veya
Balat'ta, bayat ek-
mek kuynığuna gir-
mekti. Çünkü orada
iki dükkanda ba-
yatlayan ekmekler
ucuza satılırdı. Ora-
dan ucuza beş on
ekmek aiıp eve gerirmek. sonra kurumuş
ekmekleri suyla yumusatmak benim
işimdi. Bütün ilk ve ortaokul yıllarunda
dersten arta kaian zamanlarda >e yazları
çaiıstım. Makama fabrikasında ayak
işlerinde. gazoz satarak ya da babamın
hamaliık yapmak zorunda katdığı keres-
te fabrikasında eğri çi>ileri düzeltme işin-
kilerimizi yudumlarken Alaettin'in o
yıllannı düşür.üyorum. İnanılmaz bir
yetenek. flkokulda defterleri sonsuz
renklerle bezemekle başlayan resim tut-
kusutümyoksulluklara. yoksunluklara
karşın. önlenemez bir ıımak suyu gıbı
kendi yatağında akıp gıdiyor. Fatıh'te
bir camcı-çerçcved buluyor Alaettin.
Pazar işı resimler satıyorçerçevecı Ala-
arlak bir kariyer sürdü. Uzun yıllar Paris'te
yaşadı.Türkiye'yedönüşündeAkademi'de
öğretim üyesi oldu. Az sergi açtı, çok ödül
kazandı. Şimdi hemen tüm resimleri ulusal ve
uluslararası koleksiyonlann seçkin parçalan...
ettin ona her gün bir resım yapıp getin-
>or. Kontrplağa yapılmış yağlıboyalar.
Kasaplar için koyun sürüsü resimleri.
aşçılar için meyveler. başka esnaflar için
Boğaz manzaralan.
Ve ağır ağır geride kalıyor derin yok-
sulluk yıllan. Askeri okulu bitirip para
kazanmaya başlayan ağabeyin desteğiy-
FOTOĞRAF: FİLİZ KUTLAR
laşmakta olduğum bir zanaatti."
Bu yüzdcn akadcminın havası Ala-
etıin için. hayallennı bıle aşan çok ya-
bana bir atmosferdi.
"O şaşkınlığı iyi bilirim" dedim. "Ben
de Antep'ten gelip akademinin mimaıiık
bölümüne girdiğimde yaşamıştım o duy-
guyu. Martılarla dolu sisli ve güzel bir
rıhtım, kızlı oğlanlı tanıdıklanmızdan
çok değişik öğrenci
gruplan, çıplak mo-
detler, genç yaşlı bo-
hem giyimli ressam-
lar... Çok hoştu ora-
da yaşamak..."
•'Evet" dıyor. her
zamanki hafif ıronik
üslubu ile "İlk sını-
ftaki öğrenciler bile
birer sanatçı gibi do-
laşıriardı. Bazı ög-
rencilere daha çok
saygı gösterifdiğini fark ettim. Onların
çetresine girmeye çalıştım. İşte sonradan
ortak dostlarımı/ olan Mehmct Güler-
yüz. L'tku Varlık falan. Ama kolay değil-
di. Onlar her şeyi benden iyi biliyoriardı.
Yeni Dergi okumaya, şiir tarttşmaya
benden örtce başlamışlardı. Bir gün kan-
tinde, bir akşam öncv Vivaldi dinlediğimi
söyleyince L tku takıldı: 'Sen ne anlarsın
Vivaldi'den? Hadi üç parçasınm adını
soyle!' Onunıma dokundu. O gün gidip
Sahaflar'da bir müzik kitabı buldum.
Haftalarca ezberledim. Hem yaşamım,
hem görünrüm hızla değisiyordu. Saç-
larunı uzattım. Giysilerim bohemleşti.
İlk yılın sonunda e>den ayrıldım. L tku'-
nun Arnavutköy'dfki yalı-atölvesini
paylaşmaya başladım. Artık bir sanatçı
gibi duyumsuyordum kendimi. Ben o
dünyaya aittim."
Bir an durdu, gülümsedi.
"l%7 yılında Paris Genç Sanatçılar
Biyenaii'ne benim resimlerim secildi. Üç
beş kuruş paramın bir bölümüyle camgö-
beği renginde bir gömlek, bir uyku tulu-
mu >e bir çanta aldım. Sonra otostopla
ver elini Almanya ve Paris. Sokakta
yatıp bütün günü bir baget ekmek ve bi-
raz peynirle geçirerek 3 eyliil gününü
bekledim. Eldeki yüz elli frankın yansıy-
la bir Prokofiev- Alexandre Nevsky
piağı aldım. Biycnal'in açıiış günü cam-
göbeği gömleğimi giyerek Nusee d'Art
\1odema'e gittim. Türk pavyonunun so-
rumlusu hocam Nurullah Berk'le konu-
şuyordu. \1alraux bir an bana baktı. İşa-
ret parmağıyla 'Gel" işareti yaptı. Ar-
kamda bulunan birini mi çağırıyor diye
arkama baktım. Sonra döndüm, aynı işa-
reti bir daha yaptı. Yanına gittim. Birlik-
te benim resmime yaklaştık. •\1asamn
F.rrafında' adını taşıyan büyük bir ruval-
di. Resmi beğendiğini sriyledi, beni kut-
ladı, anlayabildiğim kadarıyla. Fotoğ-
raflar çekildi. Fotoğraflan çeken Gökşin
Sipahioğlu bana yaklaşıp, fotoğraflar-
dan ister misin dedi. Hayır, dedim. Çün-
kü yanunda yeterli para yoktu. Yirmi yıl
sonra bir gün Besi Cecan bana o fotoğ-
raflan *erdi."
xlkokulda defterleri
sonsuz
renklerle bezemekle
başlayan resim tutkusu
tümyoksulluklara,
yoksunluklara karşın,
önlenemez bir ırmak suyu
gibi kendi yatağında
akıp gidiyor.
Alaettin Aksoy'la o yıllarda tanıştık
iyice. Edıp Cansever'den Komet'e.
sayısı? ortak dostumuz oldu. Onun re-
Mmlenni. çok yakında olmasa bıle
uzaklan izledım \c scvdim. O ise parlak
bir kany er surdürdü. Uzun yıllar Paris-
teyaş;ıdı.Türkiye'yedönüşündeakade-
mıde öğretını üyesı oidu. Az sergi açiı.
çok ödül kazandı. Şimdi hemen tüm re-
^imlcri ulusal \e uluslararası koleksi-
yonlann seçkin parçalan oldu.
Bir bakıma o küçük çocuk. Trab-
zon'da cvin bahçcsinde buldugu küçük
cam prizmada görülcn renkler dünyası-
na kavuştu.
Ama alçakgönüllülüğü hiç yitirme-
den.
"Bugün benim yaptığım resim, dil ola-
rak eski bir dile. geleneksel bir dile yas-
lanıyor. Ama bunu çağdaş bir yapıya
ulaştırmak gerekiyor. Llaştırabildim mi,
ulaştıramadım mı bilmiyorum. Yaptığun
işin cevabını asla resim alanıyla kıyas-
layarak >ermek istenıiyorum. Sinema
alanıyla karşılaştırarak anlamaya çalışı-
yonım. Örneğin Scorcese'nin 'Günaha
Son Çağn' filmi. Ben dinsel motifli re-
simlerimi yapmakta iken Cumhuriyet'te
Scorcese ile yapılmış röportajı okudum:
Günaha Son Çağn. Tarkovsky 'nin And-
rey Roublov'daki görüntülerinden birini
(onu görmeden önce) kendi resimlerimde
yakaladım. ^a da Kurosawa fllmlerin-
den birinin görüntüsünü onu görmeden
yakalamışım. Yani yaklaşık aynı dili ya-
kalamışım. Bu bir böbürienme ya da öz-
savunma değil. Ama bir saptama.
Müzikte de böy le. Ne« age müziği ör-
neğin."
Her zaman söylediğim gibi ben bir re-
sim uzmanı değilim. O y üzden o resim
eleştırmenlcrinden bazılan gibi. kcndisı
dahil kimsenin anlamadığı nakışlı laflar
edemem.
Ama şuna içtenliklc inanıyorum:
Dostum. arkadaşım Alaettin Aksoy.
Aksanat'ta son yılların en güzel. en
çarpıcı. en boyutlu sergilennden binni
açtı. Görnıedinizse mutlaka görün.
Benim arkadaşımla. bu kentıe ya-
şayan biri olarak siz dc gurur duya-
caksımz.
Oyuncular icin
MEMETBAVDLR
Şimdi gözünüzün önüne getirin lütfen: Küçük bir kıyı ka-
sabası. Çardağın altında on beş masah bir lokanta. Yanda
bir açıkhava kahvesi. İnsanlar. çocuklar, köpekler. kalaba-
lık ama güzel bir gün. Kimi birasını yudumluyor, kimi tavla
oynuyor. Denize girenler, sohbel edenler. Böyle bir ortama
bir oyuncu mu girse daha çok ilgi ceker, bir siyaset adamı
mı? Robert Redford ya da Kemal Sunal mı insanlann ilgi oda-
ğı olur, Maliye Bakanı ya da Fransa Cumhurbaşkanı mı?
Yanıtınızı biliyorum. Peki ama bu, neden böyledir? Neden
oyunculan çok önemseriz? Dünyanın en gelişmiş ülkelerin-
den, en yoksul ülkelerine kadar neden bu hep böyledir? Yıl-
maz Güney'den. Marlon Brando'ya, Cüneyt Arkuı'dan Bruce
Lee'ye kadar birçok oyuncunun zaman zaman trafiği tıka-
yacak denli önemsenmelerinin nedeni nedir?
Ah. ama hep sinema oyunculanndan örnek veriyorsun di-
yeceksiniz.
Tiyatro, sinema, televizyon fark etmiyor bu konuda. Mes-
leği oynamak olan insanlann. yeryüzünün her yerinde her-
kesten daha çok ilgi görmeleridir sorun. İnsanlığın önümüz-
deki yıüarda kaderini çok derinden etkileyecek Nobel Fizik
ya da Tıp ödülünü kazanan bilim adamlannın ne isimlerini,
ne de yüzlerini biliyoruz. Aynca bilsek de durum değişmi-
yor. Hemen hepimiz için Al Pacino ya da Sener Şen ile. Müj-
de Ar ya da Meryl Streep ile aynı çatı altında bulunmak daha
ilginçtir. Sorunu basit bir özdeşleşme anahtanyla çözemezsi-
niz. Mcdyanm gücünü filan aşan, başka bir güç söz konusu
bence.
On yedinci yüzyılda (daha dün gibi) oyunculann sosyal
konumlan pek parlak değilmiş. Nedeni de kilise. Din adam-
lan. gerçek otonteyi temsil ettıklerine sarsılmaz bir inanç
duyduklanndan olacak, aktörlere pek iyi gözle bakmazlar-
mış o zamanlar. Bence haklılar da. Oyun oynayan insan, ge-
nellikle işleri bozan kişidir. Düzeni kurup yönetenlerin ka-
Iıplannın dışına çıkıp. bir başkası olmaya yeltenen kişilerden
hep tedirgin olmuştur egemenler.
Bu olgunun kaynağını anlamak ıstersek, tarih içinde epey-
ce gerilere gitmemiz gerekir. Eski Yunan'da oyunlar. trajedi
ya da komedi olsun, dinsel törenlerin aynlmaz parçalarıydı-
lar. Oy unculara çok saygı duyulur. her fırsatta her biçimde
ödül venlirdi. Roma'da da durum böyleydi. Sonra impara-
torluklar kuruldu ve trajedi ile komedi yerlerini yavaş yavaş
pantomimlere, sözsüz oyunlara bıraktılar. Bu oyunlar çoğu
zaman müstehcendi. (Sozün giicünü yitirmesi, zaten müs-
tehcen bir durumdur bence. ama bu başka bir yazının konu-
su.) Bu oyunlar taklitlere. soytanlığa yaslanan oyunlardı ve
o günün toplumunda all sınıflardan gelen oyuncular tarafın-
dan ovnanıyordu. Cinsel göndermelerin bolluğu bir yana.
şarap ayini danslan. sirk oyunlan. gladyatör kavgalan ve
Hıristiyanlann vahşi hayvanlara yem olarak atıldığı iç bu-
landına sahneleri de içeriyordu. Kilise bu noktada işe kan-
şıp oyunu bozdu. Oyunculann Batı kültürü içindeki yeri
sarsıntıya uğramıştı.
Kilise oyunculan. oyun kavramını sevmiyordu ama orta-
da bir sorun vardı: Kutsal metinlerde oyun ve oyuncular üs-
tüne. onlara ne yapılması gerektığı üstüne bir satır olsun
yazılmamıştı. Dın adamlan bunun da kolayıru buldular. he-
men oracıkta bir doktrin formülc ederek tiyatroyu da. oyun-
culan da lanetlediler. Onlara göre sahne, kutsal olanı küçük
düşürmek için kullanılan bir platform, dokunulmaz olanla
dalga geçmek için yaratılmış bir ışıklı alandı.
Milattan sonra 305 yılında Elvira Konseyi, kiliseyeıntisab
etmek ısteyen oyunculann. mesleklerinden vazgeçmeleri ko-
şulunu koydu. Dini bütün insanlann tivatroya gitmelen ya-
saklanmıştı. Oyuncuların aklanması için epey uzun zaman
beklememi7 gerekecektir. 1598 yılında Fransa Kralı Altıncı
Charles, kiliscnın önde gelenlerinin nzasıyla tiyatro deriilen'
şeyin varlığını kabuletti. AzizThomasşu unutulmazcümleyi'
kalemc alıyordu: "Ludus est necessarius ad conservationem
humanae ntae." İnsan hayatının korunması için o> un gerek-
lidır. Ben bu konuda. dört yüz yıl sonra da olsa AzizThomas
ile hemfikirim! Oyun. insan hayatını koruyan bir olgudur.
Siyasal erk. oldum olası oyun ve oyuncularla uğraşmıştır.
1664 yılında Milano Piskoposu Kardinal Federico Borromeo
ünlü denemesinı yayımlıyor: "'Dansa ve Komediye Karşı".
1713 \ ılında. Metz ayınınde daha da ilenye gidiyor din otori-
teleri. Artık yalnızca aktörler değjldir dinin. kilisenin kanat-
lan altına alınmayanlar. Oyun ile ilgisi olan herkes kiliseden.
dolayısıyla loplumdan dışlanıyor. Sahne amirleri. teknis-
yenler. dekoratörier. kostümcüler. butaforlar. peruka ya-
pımcılan. bestecıler. müzisyenler. gişe memurlan. evet. bilet
s;ıtanlar ve oyunan afışıni kentin duvarlanna yapıştıranlar!
Afişçilcr bile lanetlenmiş! Kilisenin nefreti ve korkusuna rağ-
men halk hep oyunu \e oyunculan sevmiş oysa.
Cardinal Borromeo'nun tersine. normal insanlar ne dan-
sa, ne komediye. ne de tragedyaya karşı olmamışlar hıçbir
zaman. Avrupa'da oyuna \e oyunculara karşı olan din
adamlannın gönişü. sarayın halkla beraber oyuna (tiyatro-
ya) sahip çıkmasıyla yumuşadı, çözüldü. giderek saygınlığa
ulaştı.
Yirminci yüzyılın sonunda, artık herkesin oynadığı bir
dünyadan sö? edebiliriz. Oynamayı yadsımak bile bir oyun
olarak algılanıyor
artık. Oyunun dışına çıkmanın tek yolu
görünmezolmak. Susmak vetümüyleortadançekilmek. Bu
bıle bir başka ovunun bir küçük parçası olarak algılanabilır.
Oyun ile hayatın birbırlerini desteklediği bir dünyada yaşı-
yoru7 artık. Lygarlık bizi bu trajikomik noktaya getırdı ve
orada bıraktı. Kazanan ile kaybedenin bu kadar bırbirine
"müstahak" olduğu bir zaman dılimı var mıdır insanlığın ta-
rihinde? Bu soruyu ınanmış bir kişinin sarsılmaz ciddiyetiy-
lc. olumsuz yanıtlayabilscydim yazı yazamazdım. Ne oyun
yazabılirdim, ne öykü. ne de gazete yazısı. Genye ne kalıyor
peki? Oynamak vcoynadığınıcıddiyealmak. İnsanın kendi
cmcğini cıddiyc alması. saygı duyması.
Bu yazıvı. mcslckleri oyun oynamak olan insanlar için.
oyuncu olduklan için sevinen. övünen. oyunculuğa aşkla.
tutkuyla. ncdcnı pek dc belirli olmayan biratcşle sanlan in-
siinlar için yazıyorum. Bütün övgüleri. alkışlan yan ».cbinc
atan ve bızım gıbı sıradan insanlann diişlcrine girmcy ı hişa-
ran insanlar için. Oyuncular için
Karamustafa 'Kronografya'da birzamanıyazıyor
K
ültür Senisi - Çocuklukta anneanne-
den dinlenmiş bir öyküden kopup ge-
len "Çocuk Yetekleri..." Bir çocuğun
bakış açısıyîa yazılmış, resimlenmiş bır
"Okul Defteri..." Ve son olarak da 19501i yı-
llarda radyo koridorlannda dolaşan bir ço-
cuğun anılannda yer etmiş starların yüzJen...
Tam 10 yıldır üç boyutlu mekan sergilen
yapmakta dırenen Gülsîin Karamustafa, yak-
laşık iki yıldır bir içe bakış dönemi yaşıyor.
Bundan öncekı "Okul Defteri" adlı projesin-
de daha içe kapalı bir tavır sergileyen sanatçı.
ilkokul birinci smıf okul defterini Kadın
Eserlen Kütüphanesi'nin kemerleri altında
"konımaya muhtaç" bir duygu içinde sun-
muştu. Bu kez sanatçı, izleyiciyle daha kolay
paylaşabileceği bir projesini sergılıyor: Safiye
Ayla'nın. Zeki Müren'in. Müzeyyen Senar'ın
1950'li yıllarda yayımlanmış "Radyo Haf-
tası" adlı derginin kapaklanndan gülümse-
yen yüzleri izleyiciye ulaştınyor... Bir "zaman
yazıcı" gibi, nostaİjiden uzaİc ve nesnel..
- Son dönem çaltşmalannız arasında
"kitsch kültürü". "göç" gibi toplumsal yak-
laşımlannızın yanı sıra, kendi gecmişinize. bel-
leğinize ilişkin bir hesaplaşmanın ürünlerini de
göriiyonız. Bu kez karşunızda. 1950'lerin baş-
lannda yayımlanmış "Radyo Haftası" dergi-
lerinin kapaklarını malzeme olarak kul-
landığuıız bir yerieştirme sergisi var...
"Kronografya" adını verdiğimız sergide
ben tam anlamıyla bır zaman yazıa olarak
bulunuyorum. Bu zamanı yazarken de kendi
konumum. nötr bir durum taşıyor. Ama bu
zamanı yazarken aslında yıne son derece kişi-
sel bir malzeme kullanıyorum. Bellekle uğ-
raşmaya başladığım andan itibaren çok şahsi
malzeme ile bir iletişim başlıyor. Ama ser-
gide o derecede bana yönelik olduğunu dü-
şünmüyorum. Çünkü bu serginin 'İletişinıi
tarafsız" bir biçimde kurduğum bir yanı var.
Bir zamanlar yayımlanan "Radyo Haftası"
adlı derginin 60 adet kapağından elde edılen
renkli fotokopiler "Kronografya"nın temeli-
ni oluşturuyor.
- Kapaklan serginizin malzemesini oluşru-
ran "Radyo Haftası" , çocukluk yıllannızda
sizin için hangi anlamlarla yüklüydii?
Ben bir radyocunun çocuğuyum. Burada
sergilenen yüzler de gerçekten benim yakını-
mda dolaşan insanlardı. Annem de, babam
da radyoda çalışıyordu Benim hayatım da
radyo kondorlarında başladı vc orada de-
vam ettı. Dolayısıyla bu yüzler. sevgı dolu
'Kronografya'sergisi 14 ocak tarihine dek Tank Zafer Tunaya Kültür Vlerkezi'nde.
tarudık yüzler. "Radyo Haftası" dergisi de
evimize giren bir dergiydi. Başlarda okuya-
madığım, anıa daha sonralan babamın yazı-
lannı da içinde bulduğum bir dergi oldu. Bir
bakıma o yıllarda babam gazeteci yazar Hik-
met Münir Ebcioğlu'nun bu yazılardan ka-
zandığı parayla geçinırdık. Bu serginin be-
nimle ilişkili gizli kodu. ama dışa dönüp
baktığımızda, serginin bir zamanın yoğun
detaylannı da taşıdığını düşünüyorum
- Bir sanatçı kendi geçmişinden, yasadı-
klarından, "ö/ct yaşam"ından beslenirken ne
riir sınırlamalar içinde bulunmalı?
Bence yorumunun doğruluğu. olgunluğu
ve anlatımının ula^abıldıği nokta bunun
kıstası olabilir. Eğcr bir kişı kendisıylc de
meşgul oluyor ve sanatsal olarak bu işi çok
iyi dışlatıyorsa kabul. Ama çok kişisel bir
noktada savrulup gidiyorsa onu kabul etmek
mümkün değil elbette. Sanatçı kişisel kodla-
nna her zaman çok sık başvurur.
- Olaylann büyük bir hızla doğnı ya da
yanlış algılanıp yine aynı hızla unutulduğu bir
çağda yaşıyoruz. "Hafızanın hızla dolup bo-
şaldığı" bir dönemde yaşıyor olmamızın, sizin
üretim sürecinize bir etkisi oMu mu?
Ben yaşadığımızsüreci çok büyük bir ilgiy-
le izliyomm. Ve bunu birçağın kapanış nok-
tası olarak göriiy orum. Yani bütün zamanla-
ra bakıldığında. her şeye rağmen. kendi iç
dengelerinı yakalamış zamanlar çağ ortalan.
Çağ başlan ve çağ sonlan birtakım müthış
değişmelere yol açan, hareketli dönemler. 20.
yüzyıl da iki dünya savaşının yaşandığı. iniş-
leri veçıkışlan olan, modernizmın yoğunluk-
la yaşandığı bir orta zamanı olan enteresan
bir yüzyıl. Bu serginin böyle bir yüzyılın orta-
sına bir bakış açısı göndermcsi (1950-55) aslı-
nda benim bu projemin temel hedeflerinden
biri. Bu biten zamanın içindeki değişiklikler
beni dc başta çok sarstı ve bu sarsıntıyla bir-
den tepkisel davranmaya yöneldigimi tarket-
tim.
- Uzun bir süredir sahş amacı taşımayan,
malzcmeden çok düşünsel yönüyle ağırlığını
hissettiren yerieştirme sergileriyle izleyicinin
karşısına çıktınız. Finansal sıkıntı. düşüncele-
rinizi sanata uygularken sizi ne tür çözümlere
yöneltiyor?
Çağdaş sanat. özellikle Türkiye'nin koşul-
lan içinde, bizim mücadelemiz içinde çok zor
üretilen bır dışlaşma biçimı. Para bulmak
zor. işin üretimi çok zor. Buna rağmen bu
mücadelenin verilmesi gereğine inanıyorum
ve kendi mücadelemi tek başıma sürdürüyo-
rum. Çok verimli olmak \e verimlılıği sürekli
kılmak gerek. Bunu yapamadığınız zaman
-ki bu türçalışan diğerarkadaşlanmın da so-
rununun bu olduğunu biliyorum- elimizde
"Gerçekleşmemiş Projeler Dosyası" adı altın-
da bır proje oluşacak diye düşünüyoruz. Şu
anda ben projelerimi en basite ind'irgeyerek.
ve en bana uygun kolay kullanabileceğim
malzeme ile. örneğin fotokopi yoluyla ger-
çekleştirmeye. ama ne olursa olsun gerçekleş-
tirmek gerektiğjne inanıyorum. Parasal kay-
nak sıkıntısı sanatçıya mutlaka kısıtlamalar
getiriyor. ama o kısıtlamalara da zaman için-
de çözümler ve esneklikler getirerek. istedi-
ğım noktaya varmak kararlılığmdayım...