Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 EYLÖL1993 PERŞEMBE CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
18. Toronto Festivaller Festivali'nin açılışı David Cronenberg'in sonfilmi"M. Butterfly" ile yapıldı
Değişimlerinvedeğişkenliğinsineması
MEHMETBASUTÇU
TORONTO - David Cronenberg'i hangi sinek
ısırdı. belli değil... "M. Butterfly"ı beyazperdeye
onun taşıyacağıru kim düşünebilirdi ki?
Bilim kurgu türünden tutun da duygu örgüsü hiç
de yumuşak olmayan içtend filmlere dek uzanan;
karmaşık ve gizemli ruhsal dalgalanmalarla farklı
cinsel dürtûlerin kucaklaşüğı: sanki yoğunluğu
yûksek ve büyülü bir sıvıdan oluşan özgün sinema
dûnyasının manyetik çekıciliğinı -ya da iticiliğini-
özgür bir fantea eşliğinde yaratan Kanadalı yönet-
men nasıl olur da, artık herkesin bildiği, kırktan
fazla ûlkede yorumlanan çok tanınmış bir tiyatro
metninden ve o oyunun gerisindeki gerçek olaylar-
dan yola çıkabüirdi?
Kanada sinemasının bir numaralı yönetmeni,
Toronto'da yaşayan David Cronenberg, bu soru-
ya şu karşıhğı veriyor: "Bu farklı çjft, kendtsini di-
ğeri için, omın beklediği ve düşlediği biçimde yara-
tan; hem kültürieri hem de fantazmian ve cinseüik-
leri farklı iki insandan oluşuyor. Biri Fransız diplo-
mat, diğeri Çinli bir opera sanatçısı olan bu iki insan,
kendi kendflerini, diğeri için yeniden y aratıyoriar..."
Evet, "M. Butterfly" bir değişimin, bir tür kendi
kendine yabancılaşmanın -ya da kendi kendini bul-
manın- aşk dediğimiz civasal olgunun buharlanyla
yıkanmış tutkular merceğinden görünüşünün fil-
midir... Tüm olağanüstülüğüyle gerçek olan bu
öykû, Cronenberg'i kuşkusuz büyûlemiştir; çûnkü
bugüne dek imzaladığı on film içinde senaryosunu
yazmadığı tekfilm"M. Burterfly"dır...
iki ytl önce İstanbul Şehir Tiyatrolan'nda da
sahnelenen. David Henry Hnang'ın yazdığı oyun-
dan uyarlanan "M. Butterfly"da gerçek bir olay
anlatılır. Kişile-
rin adlannı de-
ğiştiren, aynca
olaylar ancirine
getirdiği küçûk
değişikliklerle
dramatik kur-
guya daha da
çarpıcı bir biçim
veren Hwang'ın
metnine özde
sadık kalan se-
naryo, bilinen
öyküyü sağlam
bir sinema diliy-
lc anlatmak-
tadır: Bir Fran-
sız diplomat,
196O'lı yülann
Pekin'inde,
operada dinle-
diği gûzel Diva'ya tutulur; yirmi yıl süren inişli
çıkışlı bir tutku sonunda. Paris'te Çin hûkümeti
hesabına casusluk yajjarken suçüstü yakalanır...
Ancak opera sanatçısı o kadın, aslmdabirerkektir
ve diplomat bu gerçeği mahkemede öğrenecektir.
Bu durumda Pekın Operası'nın yıldiz oyuncusu
Song Liling'i yonımlayan tanınmış oyuncu John
Lone'un bir kadın değil de erkek olduğunun fılmin
daha iik sahnelerinde belli olmasının ne önemi
vardır ki? "M. Butterfly"da aranan, izleyicinin fil-
min sonunda bir şaşkınhk yaşaması. Fransız dipio-
matın nasıl oiup da yıllarca seviştiği insanın kadın
değil de erkek olduğunu anlayamamasına hak ver-
mesi değüdir...Önemli olan, bu sıradışı tutkunun,
olağandışı bir konumda (önce, Kültür Devrimi'ni
yaşayan Çin'de, daha sonra da Mayıs 1968'in top-
lumsal ve politik depremine tanık olan Fransa'da)
nasıl geliştiğinjn, iki insanın nasıl değışip birleş-
tiklerinin, sonra da nasıl uzaklaşıp aynldıklannın
anlatılmasıdır... Jeremy Irons'un inandıncı bir yo-
rumla canlandırdığı Fransız diplomat Rene Galli-
mard (1964-1986 yıllan arasında yaşanan gerçek
olayın kahramanı, Bernard Boursicot adında bir
büyükelçilik memurudur) aslında, yaşadığı bu
sıradışı tutkuya kendisini tümüyle kaptırmıştır...
Öylesine kaptırmıştır ki, çevresinde fılizienen ve
yirminci yüzyılın tarihini biçimleyen olaylara ala-
bildiğine kapalıdır Gizli belgeleri Kızıl Çin'e ilet-
meyi kabul etmesinin gerisinde ise bir tutam politik
neden bile yoktur. Yaptıldan, Kültür DevrimT-
nden kacarak kendısiyle beraber yaşamak için Pa-
ris'e geldiğini sandığı sevgilisi Song Liling'in (ger-
çek adı Shi Pei Pu'dur) ve Çin'de kalan çocuk-
lannın (Song Liling, onu, kendisinden hamüe kalıp
bir çocuk dünyaya getirdiğine bile inandınruşür)
haün içindir...
David Cronenberg, filmin biüminde Rene Galli-
mard'ın hapishanede sahneledigi ve gerçek ya-
IVL .Butterfly'
bir değişimin, bir
tür kendi kendine
yabancılaşmanın
aşk dediğimiz
civasal olgunun
buharlanyla
yıkanmış tutkular
merceğinden
görünüşünün
filmidir.
'M.Butterfly'da Pekin Operası'nın yıldızını aslında erkek olan
John Lone (üstte), Fransız diplomatı da Jeremy Irons
canlandınyor (solda. küçük kare). İstanbul Şehir
Tiyatrolan'ndaki oyunda ise Cüneyt Türel ve Salih Sankaya.
calıkh yönetmenlerden biridir.
Yarafıcılığa karşı pek saygılı olmasa
da sağlam bir altyapı ve rahat çalışma
olanağı sağlayan büyük yapım koşullan
dışında kalan yönetmenler. sakın daha
özgür olmasınlar?
Evet, yönetmenler, bağımsız yapım
koşullan içinde hem daha özgürdürler
hem de özgür olduklan için, bir nokta-
da, seyiralerini çok daha derinden etki-
leyebilmektedirler. Çünkü, anlatmak is-
tediklerinin özüne, hiçbir süslemeye, ne
de haarlığa. yani koşullandırmaya ya
da alıştırmaya gereksinim duymadan,
öylece. balıklamadalıvermışlerdir...
îşte başka bir Kanadalı, kendisine so-
A bir
şamını anlatan tek kişilik bir oyun sonunda kendi-
sini alkışlayan tutuklulann gözleri önünde intihar
edişini öylesine dramatik bir mizansenle veriyor ki,
David Henry Hwang'ın oyununda aynı biçimde
noktalandığını unutanlar, bu sonu hem oyuna hem
de gerçeklere aykın. "Amerikanvari bir son" nitele-
mesiyfe eleştiriyorlardı.
Evet, gerçek yaşam farklıdır: Bernard Boursicot
49 ay hapiste kaldıktan sonra özgürlüğüne kavuş-
muştur. Bugün. dilediği gibi yolculuk etmektedir
ve yaklaşık iki yıl önce. bir rastlantı sonucu Türki-
ye'de tatilini geçirirken. "M.Bırtterfly'in İstanbul'-
da sahnelendiğini öğrenmiş ve oyunu. varlığı ba-
sından gizli tutulmak koşuluyla, gelip seyretmış-
tir... Duygulanan ve gerçekleri bir kez daha yaşa-
yan Boursıcot. daha sonra. bir sözcüğünü bile
anlamadığ Türkçe oyunu ikinci kez izlemiş ve Şe-
hir Tiyatrolan oyunculannı içtenlikle kutlamıştır.
18. Toronto Festivaller Festivali'nin (Festival of
Festivals) açılışmı yapan "M.Butterfly", içeriği ve
kusursuz biçimi yanında, kuşkusuz filmin yapım
ve dağtum koşullan açısından da Kanada sine-
masmm en uluslararası yapıtiydı. Warner Bros gibi
büyük bir yapımcıyı arkasına alan David Cronen-
berg gönlünce çalışmış, Pekin'in arka sokaklan-
ndan Budapeşte'ye, oradan da Paris'e dek uzanan
ve Toronto stüdyolannda noktalanan fılminin
kurgusunda bile son söz hakkını elde etmişü... "Ne
dem«k elde etmişri? Bir yönetmen filmini montaj ma-
sasında dilediği gibi biçimlendiremez mi?" demeyin
sakın; Holiyvvood sineması, yapımcının düdüğü-
nün öttüğü bir sinemadır... Yönetmenler boyun
eğmek zorundadırlar. Filmlerinin son biçimıne ka-
rar verecek olanlann, yani "final cut" konusunda
söz sahıbi olma hakkını elde edenlerin şayısı iki elin
pamıaklanyla sayılacak kadar azdır. Özel bir lıste-
de yer alan bu yönetmenlerin kimler olduklan açı-
klanmaz pek... David Cronenberg, işte bu ayn-
gözlemci olan Quebec'li
yönetmen Micheline
Lanctot, "İki Kadın
Oyuncu" adlıfilmiylebir
buçuk saat içinde
yaşamın özünü
içtenlikle
kucaklayıvermiş.
rarsanız, yüzde yüz Ouebec'li yönetmen
Micheline Lanctot, "İki Kadın Oyuncu"
(Deux Actrices) adlı yeni filmiyle, bir
buçuk saat içinde yaşamın özünü içten-
likle kucaklayıvermiş. Acımasız bir göz-
lemcı olan Lanctot, tam on yıl önce "So-
natine" adlı yapıtıyla Venedik Film Fes-
tıvali'nde "Ğümüş Aslan" ödülünü ka-
zanmasından sonra, yeniden uluslara-
rası sinema dünyasına dönüşünü duyu-
ran bu filminde. sanatın yapay dün-
yasıyla oyunculann gerçek yaşamlan-
nın iç içeliğini, içten bir dille, çarpıa bir
biçimde anlatıyor. Sahnede ya da film
setlerindeki yaratıcilığın günlük yaşantı-
larla nasıl beslendiğini, nasıl yakın bir
etkileşme içinde bulunduğunu görüntü-
lüyor. Genç bir kızın kapısını çalan genç
kadın. ona. kendisinin kız kardeşi ol-
duğunu söyler. Aynı anneden doğmuş
olmalanna karşm. küçük kardeş. ab-
lasının varlığından o ana dek haberdar
olmamıştır... (ki kız kardeş birbirlerin-
den çok farkhdırlar. Anneleri yaşamak-
tadır. Hesaplaşma zamanı gelmiştir
artık.
Bu öyküyü sinemada yorumlayacak
olan oyunculann. yönetmenle birlikte
yaptıklan hazırhk çabşmalannı -daha
doğrusu, sahnede yaşayacaklannı. ken-
di yasamlarjnın ışığında değerlendirerek
yeniden yaratmalannı- video tekniğiyle
çekilmiş koşut bir mizansen içinde veren
Micheline Lanctot. ne yenilikçi tavn-
ndan, ne tnizah yüklü bakış açısından,
ne de keskin eleştiri gücünden hiçbir şey
vitirmemiş. Toronto'da herkes kendisi-
ni kutluyor. Nasıl kutlamasınlar ki? "tki
Kadın Oyuncnr>
yu. senaryosu, yönetimi,
yapımalığı ve dağıtımcılığıyla A'dan
Z'ye kadar tek başına, çok dar bir büt-
çeyle gerçekleştirmeyi başarmıştır.
Küçük bir karşılaştırma şu gerçeği ortava çıkara-
caktır: "M. Butterfly"ın parasıyia, Micheline
Lanctot, tam yirmi fiİm yapabib'rdi! Ancak. an-
lattıklan. seyircisine iletmeyi başardıklan. galiba.
Cronenberg'in iletebildiklerinden daha yoğundu.
fşte, 18. Toronto Festivaller Festivali'nde sunu-
lan fibnlerden iki örneğe kısaca değindik... Geriye
kabyor tam iki yüz doksan yedi film! Aynca, Ka-
nada dışında, tam kırk beş ülkenin sincmalanndan
bir ya da birçok ses duyma olanağı.
Bu durumda, karanlık salonJar önünde. gece
gündüz bitmek tükenmek bilmeyen kuyruklar
oluşturan Torontolu sinemaseverlere. gelin de hak
vermeyin. Kieslowski'den Robert de Niro'ya, Jean-
Luc Godard ve Bertrand Blier'den Gus Van Sant'a
dek. önceki hafta Venedik Festivali'nde alkışlanan
bir dizi filmin de programda yer aldığını öğrenince
nasıl olup da on gün içinde iki yüz elb bin dolay>
nda bilet kesılebildiğinr. gebn de anlamayın...
Taribi biyografilerden
öğrenmeK...
AHMET CEMAL
Eski Yunanca bios (yaşam) ve graphein (yazmak) sözcük-
lerinden oluşma biyografi, bir edebiyat terimi olarak tek bir
insanın yaşamöyküsü anlamına gelir. Kimilerine göre tarih-
çiliğin, tarih yazarlığının da birdalı sayılması gereken biyog-
rafi, konu aldığı insanın yaşamınjn dış dünyaya yansımala-
nyla, iç dünyasındaki gelişmeleri birlikte, çoğu kez bir ne-
den-sonuç ilişkisi kurarak işler. Goethe'ye göre biyografi tü-
rünün başlıca görevi, "insanı, yaşadığı zamanın koşullan içe-
risinde sergUemek, eie alınan kişinin tfirlü koşullar içerisinde
dünyaya ve iosana ilişkin olarak nasıl bir görüş gcliştirdiğini,
eğer o insan bir sanatçıysa, bu görüşünü sanatsal dûzlemde
nasıl dışlaştırdığını" gösterrnektedir.
Çeşitli alanlarda sivrilmiş kişiliklerin biranlatımı niteliğiy-
Ie tohumlan geç antik çağda atılan biyografi, günümüze de-
ğin sürekli bir çizgiyi izlemiş, her dönemde gerek ünlü kişi-
lerin yaşamlanna duyulan doğal merak nedeniyle. gerekse
bir tarihsel kaynak olmasından ötürü büyük ilgi derlemiştir.
Buna karşılık, önemli bir kişinin tarihini yazmak ile yaşa-
möyküsünü, yani biyografisini yazmak arasında a>Tim ya-
pılması, oldukça geç bir döneme, 19. yüz>ılın neredeyse son-
lanna rastlar.
Gerçekten de iik biyografi yazarlan diye anılan Plutark-
hos'tan ve Sueton'dan, Tacitus'a, Vasari'ye, VoJtaire'e ve
Carlyle'a kadar uzanan çizgi gözden geçirildiğinde, kişilenn
yaşamlannın anlatımına bir tarih yazarlığı anlayışının ege-
men olduğu, başka deyişle anlatımlarda psikolojik öğelere
ağırlık tanınmadığı. belli birdönemin tarihsel olgulan ıleele
alınan kişiler arasında daha çok dış düzkmde bağıntı kurul-
duğu saptanır. Durum, 19. yüzyılda bilımsel-eleştirel bivog-
rafı türünün ortava çıkışından sonra da böyledir:
H.Grimm'in Michelangelo'su. \V.Dilthey'ın Schleiermac-
her'ı. bilimsel yöntemle kaleme alınmış, ama psikolojik öğe-
leri ağırlıklı olarak içermeyen biyografi örnckleridir.
Bu bağlamda bir ara-tür olarak, biyografi ile tarihsel ro-
man arasında bağıntı kurrnuş biyografi yazarlannın bulun-
duğunu da belirtelim. Özellikle Kleopatra biyografisiyle
Emil Ludwig, aynca Andre Vlaurois ve ünlü IV. Henri'siyle
Heinrich Mann, bu türiin örneklerini oluştururlar.
Biyografinin gerçek anlamda yaşamöyküsü'ne dönüşmesi
ise yüzyıhmızın başında, özellikie Stefan Zweig'ın ve Fried-
rich Sieburg'un psikolojik biyografi türünü yaratmalanyla
başlar. Bu gehşmede Freud'un psikanaliz kuramının evrele-
rinin de hiç kuşkusuz önemli katkısı olmuştur. İnsan denen
varhk, ruhsal yapısındaki devinimlerden ayn düşünüleme-
yeceğine ve eyJcmlerinde bu devinimierin yönlendıriciliği
yadsınamayacağına göre psikolojik biyografi türünün ne-
den "insana ve onun yaşamöyküsüne en sadık" biyografi türii
olduğu kendiliğinden anlaşılabilir.
Tarih öğrenme açısından geleneksel tarihçiliğin değeri el-
bet yadsınamaz. Ancak. yine tarihsel olaylan öğrcnmck açı-
sından. bu olaylan yaratan insanlann usta işi yaşamöyküleri
de çok farklı bakış açılan kazandırarak sözü edilen öğrenme
eylemini son derece zenginleştirir. Hele aynı tarihsel kişinin
değişik kalemlcrden çıkmış biyografileri okunduğunda, edi-
nileçek bakış açılannın zenginliği daha da kapsamlı olacak-
tır. Örneğin yüzyılımızın en önemli biyografi yazarlanndan
olan Friedrich Sieburg. Napoleon'u anlatmak için sahne
olarak Fransa Imparatoru'nun Elba adasından kaçışından
VVaterloo savaşına kadar geçen yüz günü secmiştir. Ancak
bu yüz gün, sık sık önceye de yollamalarda bulunularak ka-
lemealınmıştır.
Sonuçta ise okur, bu biyografiyi okuduğunda, Napole-
on'un-başına imparatorluk taanı geçirmiş olmasına karşın-
neden gerçekte Fransız Ihülali'nin katıksız bir mirasçisı ol-
duğunu ve bu mirasa bir tür ihanet ettigi anda nasıl yıkıma
sürüklendiğini çok açık biçimde görmekte, dürtyanın artık
degişmiş olan bir çağına ayak uydurabilmek bakHnından
Napoleon gibi bir deharun, hangi ruhsal devinirnler' sonu-
cunda yetersiz kaldığına tanık olmaktadır. Son çözümleme-
de ortaya çıkan ise bir devrin, bir insanın kişiliği üzerinde
odaklaştınlmış, dolayısıyla büyük bir ustalıkla dramatize
ediimiş öyküsüdür. Sieburg. aynı yöntemi büyük bir ba-
şanyla Robespiefre üzerine yazdığı biyografıde de uy'gula-
mıştır.
Psikolojik biyografi türünün yaratıcısı Stefan Zvveig da.
yine Fransız İhülali'nin bir üriinü olan Joseph Fouche'yi an-
laürken. büyük ölçüde Napoteon'a da yer verir; bu kez Fran-
sa İmparatoru. karşımıza daha farklı bir bakış açısından,
yönetimde kendisine yardımcı olanlarla ilişkıleri açısından,
"insan insana" bir konumla çıkar. Bu biyografıde de, Fran-
sız Ihtilali'nin neden günün birinde ömriinü zorunlu olarak
tarhamladığı, imparatorluğun. onun ardından da Bourbon'-
lann yönetimlerinin hangi olaylar nedeniyle kaçınılmaz ol-
duğu, yine kişiler üzerinde odaklaşılarak, dramatik bir usta-
lıkla sergilenmiştir.
Yalnızca kişileri yüceltme amacını güden ya da olgulan
sayıp dökmekle yetinen biyografıler. tarihsel bilgj dağarcığı-
nı zenginieştirme açısından elbet pek önem taşımaz. Buna
karşılık geniş bir bilgi dağarcığırun psikolojik veriler ve yo-
rumlar potasında biçimlendirilmesiyfe oluşturulan biyogra-
fıler, her zaman tarihı en canlı biçimde ögreten araçlar niteli-
ğini taşır.
Hollywood tarihi kadar eski olan 'oyunculann isimlerinin afişteki yeri ve büyüklüğü' tartışması yine gündemde
Afişteki solköşeyikapan, 'starlığını'korur!Kültür Servisi - Bir sinema oyuncusu
için, film afişlerinde adınm nereye
yazıldığının önemini herkes tahmin ede-
bilir. Elbette bir başrol oyuncusunun
ismi diğer oyunculann üzerinde ve daha
büyük harflerle yaalmalıdır. Ama aynı
zamanda bu oyuncunun adınm filmin
adının üstünde mi altında mı yer aldığı,
sol üst köşeye mi, sağ üst k'öşeye mi
yazıldığı, filmin adının yaaldığı punto-
nun mu yoksa oyuncunun yazıldığı
puntonun mu daha büyük olduğunun
büyük bir tartışma konusu olduğunu
kaç sinemasever bilir?
Hollyvvood'un tarihi kadar eski olan
bu tartışma son olarak "'Şirket" filminde
gündeme geldi. Yıllann deneyimü oyun-
cusu ve En tyi Yardıma Erkek Oyuncu
Oscan sahibi Gene Hackman, adının
başlığm üstünde. Tooı Cnıise'unkinin
yanında yaalmasında ısrar etti. Para-
mount yetkilileri önce Tom Cruise'ın bir
yıldız olduğu için adının tek başına üste
yazılması gerektiğini iddia ettiler. Hack-
mann, "'Bir Kaç tyi Adam '" filminde
Tom Cruise'un adının, Jack Nichotson
ve Demi Moore'unkiyle birbkte ya-
zıldığını arumsatınca, yetkilDer bu sefer,
üstte iki erkek oyuncunun adının bulun-
masının film hakkında yanlış bir imaj
uyandıracağıru belirterek teklifî geri
çevirdiler. Bunun üzerine Hackmann,
filmle ilgili tüm tanıtım broşürü, afişi ve
ilanlannda adının kullamlrnasını ya-
sakladı. Hollyvvood'un yaalmamış ka-
nunlanna göre, starlık ünvanını kap-
manın ve korumanın en önemli yollan-
ndan biri. afışte adının en prestijli yere
yani filmin başlığının üstûndeki sol kö-
şeye fiimin adıyla aynı büyüklükte
yazdırmaktır. Bu yüzden yıldızlar kimi
zaman saç saça baş başa kavga etmiş,
birçok yıldız birbirleriyle bir daha aynı
fılmde rol almayı reddetmiş, birçok baş-
ka oyuncu bu sebeple film şirketini
değiştinniş ve film şirketleri herkesin
gönlünü hoş tutacak çözüm yollan bul-
mak adına yaratıcıhklannı geîiştirmişler.
Bu konudaki iik büyük skandal 1930
yüında "HeD's Angel" filminde rol alan
Ben Lyons'un, adının, oyunculuğa yeni
başlıyan Jean Harlow'un, altında yeı
alacağını öğrenince koptu. Lyons "Kont-
ratunda, tsmimin en yukan yazılacağı
söylenjyor. Ha-
yatm boyımca
bunu ekfe etmek
için uğraştım
kimseye kap-
tnrmaın" diye
bağırrnış, film
şirketi ise kont-
rata uymak için
posterlerin üzeri-
ne dev harflerle
adını yazdıra-
caklannı ama
bunu suluboyay-
la yapacaklânru
böylece iik yağ-
murda silinip gi-
deceğini söyle-
mişlerdi. Yıldız-
lar afişlerden ad-
lan silindiğinde,
insaniann bel-
leklerinden de si-
linip gidecekle-
rinden korku-
yoriar.Öte yan-
dan, film şirket-
leri de isim konu-
su yüzünden
yıldızlannı başka
şirketlere
kapünp piya&a-
dan silinmekten korkuyor. En iyi dostu
Pat O'Brien'ın ismi kendisininkinin üze-
rine yazıldığı için James Cagney'in War-
ner Bross şirketini terk etmesi üzerine.
şirket yetkilileri "The Sisters" filminde
Bette Davis adının, dönemin megastan
Eırol Flynn'ın adının yanına yaalmasını
talep ettiğinde kabul edivermişti. Para-
mount "Boeing Boeing" filminde hem
Jerry Lewis hem de Tony Curtis ad-
lannın en üstte ve tek başına yazı-
lmasını istedikJerinde, yaratıcı bir bu-
luşla, iki ismi "X" biçiminde birbirinin
ıçinden geçerek yazmışIardı"Ton'eriııg
yıldızlara isim konusunda haksızlık et-
mekten de geri durmuyorlar. Ömeğin
"Shinnig Through"filmindebaşrolü Me-
lanie Griffith üstlenmesine rağmen ismi
Michaei Dougias'm altında hem de sağ
köşeye yazılmışü. Douglas'ın daha çok
seyirci potansiyeli oiduğu düşünülerek.
Ama anlaşmazlıklar "Desperate Hours"
Bette Davis ile dönemin stan ErroJ Flynn'ın isimJeri 'The Sfeters' m afîşinde yanyana yer almıştı.
Inferno" filminde Paul Newmaıuı ile Ste-
ve McQueen arasındakı sorun ise, sağ ta-
rafa yaalan ismin biraz daha yukarda,
sol tarafa yazılanın ise biraz daha aşağı-
da konumlanmasıyia çözümlenmış.
Ancak şirketler, diş geçirebildikleri
filminde olduğu gibi çözümlenemeyince,
oian seyirciye oluyor ve sinemanın iki
devi Spencer Tracy ve Hunıphrey Bo-
gart'ı birarada seyretmek olanağından
sonsuza kadar mahrum kalıyorlar.
Ismini üste yazdırmak zirveden yavaş
yavaş düşmeye başlayan yıldızlann hala
aranan bir yildız olduklannı kanıtla-
makiçinkuÛandıklanbiryöntem deola-
biliyor kimi zaman. Örneğin Burt Rey-
nolds artık filmlerinin iş yapmadığını
fark ettiğinde "Chy Heat" flminde adını
Ctint Easrwood'un üzerine yazdırmak
için büyük mücadele verdi. Ama East-
vvood, acımasızca son filmlerinin hası-
latlannı karşılaştıran bir raporu şirkete
sunarak iik sırayı kaptı. Mücadeleyi acı-
masızca yürüten yildızlar, bazen diger
oyunculann gözünü korkutup, baştan
yanştan çekilmelerine de neden olabili-
yor. Örneğin Joan Crawford "Whatever
Happend To Baby Jane" filminde.tepki-
sinden korkarak Bette Davis'in adının
üste yazılmasmı ıstemış.
Bir yıldızm yükselişini afişlerde ismi-
nin konumlanışına bakârak anlamak
mümükün. örneğin Sharon Stone'un
adı "Temel İçgüdü" filminde, hem Mic-
haei Douglas hem de filmin adınm altı-
nda yaalmıştı." Sliver"de ise filmin
adınm üstünde tek başına yer aldı. An-
cak Stone'un gerçek bir yıküz olabilmesi
için. diğer oyunculann adınm bile yazı-
lmadığı bir afişte filmin adınm iki katı
puntoyla hem gazete hem duvar afişle-
rinde boy göstermesi gerekiyor. Bir kez
böylesi bir ayncalığı elde eden bir yıldız
için bundan biraz daha aşağısı zirveden
düşmek anlamına geüyor. Yine de Bing
Crosby gibi adını hiçbir zaman tek başı-
na tepeye yazdırmak istemeyenler de
çıkıyor, "böylelikle film basansız olursa
bunun tünı sonımluluğunu tek başıma
üstlenmek zonında kafanam" diyor.
Böylesine yaşamsal önemı olan afiş ve
ilanlarda isim konusu seyirciler için hiç
bir anlam ifade etmiyor ama bundan
sonra bir afiş gördüğünüzde, punto ve
konumlamaya dikkat cdin. Unutmayın
sağ köşedeki oyuncunun önemi yok, sol
köşedek] ise tartışmasız bir yıldız, alttaki
isimler ise okunmaya bile değmez.
Rum kiüsesi sanatgalerisi oldu
EDREMİT (LfBA) - Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nin
turistik kentlerinden biri olan Girne'ye bağlı Edremit
köyündeki Rum kilisesi, sanat galerisi olarak çahştınlıyor.
Bu konuyla ilgili olarak bilgi verirken, 1974 Banş Harekaü
sonrası kuzeyde kalan tüm kilise ve arazilerin evkafa
kaldığını anımsatan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi'nden
biryetkib', yaşlı İngiliz bir bayanın istemi üzerineevkaf
tarafından Edremit'teki kilisenin sanatsal amaçla
kıralandığını söyledi. İngiliz hanımın istemi olumlu
buiunup,gerekli işlemleryapıldıktan sonra kilise. Eski
Eserler ve Müzeler Dairesi yetkililerinin öngördüğü
kıstaslarçerçeyesinde restoreedildi. Restorasyonu
yapüran yaşü İngiliz bayanın, kiliseyi sanat galerisi olarak
çaüşürmakta olduğunu ifade eden daire yetkilisi. bunun
yerli ve özellikle yabana sanatçılann büyük ilgisini
çektiğini söyledi.
Sanat Dünyanuz'da müze dosyası
Kültür Sernsi-Sanat Dünyamız'ın 53. sayısı (Güz 1993),
"Müze Sizsıniz!" başiığını taşıyan dosyasıyla çıktı:
Umberto Eco'dan "Bir Müze için Öneriler", Sezer
Tansuğ'dan "Müze Kurmak"^ Sarkis ile birsöyleşi,
Kazimir Maleviç'ten "Müze Üzerine", Maurice
Blanchot'dan "Müze Tutması", Oğuz Demiralp'ten
"Müze Üzerine Garip Düşünceler", Doğan Kubandan
"Müzeye Kenti Nasıl Yansıtmalı", bugüncel konuyu
kuşatıyor. Dosyanın yani sıra, Ahmet Oktay'ın "Ben
Bana Bilmeceyken" adlı denemesi Ayşe Davaz'm reklam
filmi çözûmlemesi "Michaei Jackson ve Pepsi - Bir
Megastann İmajıyla Nasıl Meşrubat Satılır?", Mehmet
Fahri'nin şairler ve şiirlerindekı giysiler üzerine incelemesi,
Samih Rifat'ın "Ahmet Elhan'ın Sayısız Yüzleri" adlı
yazısı da bu sayıda yeralıyor. "Modernizmin Serüveni"
eki, bu sayıda "dada ve gerçeküstülük" üstüne
odaklaruyor.
ÇevreciçocukUunn sergisi
ANKARA (AA)- Başak Sigorta'run açtığı yanşmaya
katılan çocuklann resimlerinden oluşan sergi, başkentte
açıldı. İlkokul 5. sınıföğrencileri arasında düzenlenen ve
konusu "Çevremizi Nasıl Korur, Nasıl Kurtannz" olan
yanşmaya 2 bine yakın öğrenci katıldı.
Mert Doğru'nun 1. Zeynep Güleç'in 2. ve Sinem
Demirören'in de 3. olduğu yanşmada Necmettin
Tapan'a dajüri özel ödülü verildi. Başak Sigorta'nın
İç Anadolu Bölge Müdürlüğü salonunda sergiye kabul
edilen 127 resim yer abyor. Sergi ay sonuna kadar açık
kalacak.