19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 EYLÖL1993 PERŞEMBE CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR 18. Toronto Festivaller Festivali'nin açılışı David Cronenberg'in sonfilmi"M. Butterfly" ile yapıldı Değişimlerinvedeğişkenliğinsineması MEHMETBASUTÇU TORONTO - David Cronenberg'i hangi sinek ısırdı. belli değil... "M. Butterfly"ı beyazperdeye onun taşıyacağıru kim düşünebilirdi ki? Bilim kurgu türünden tutun da duygu örgüsü hiç de yumuşak olmayan içtend filmlere dek uzanan; karmaşık ve gizemli ruhsal dalgalanmalarla farklı cinsel dürtûlerin kucaklaşüğı: sanki yoğunluğu yûksek ve büyülü bir sıvıdan oluşan özgün sinema dûnyasının manyetik çekıciliğinı -ya da iticiliğini- özgür bir fantea eşliğinde yaratan Kanadalı yönet- men nasıl olur da, artık herkesin bildiği, kırktan fazla ûlkede yorumlanan çok tanınmış bir tiyatro metninden ve o oyunun gerisindeki gerçek olaylar- dan yola çıkabüirdi? Kanada sinemasının bir numaralı yönetmeni, Toronto'da yaşayan David Cronenberg, bu soru- ya şu karşıhğı veriyor: "Bu farklı çjft, kendtsini di- ğeri için, omın beklediği ve düşlediği biçimde yara- tan; hem kültürieri hem de fantazmian ve cinseüik- leri farklı iki insandan oluşuyor. Biri Fransız diplo- mat, diğeri Çinli bir opera sanatçısı olan bu iki insan, kendi kendflerini, diğeri için yeniden y aratıyoriar..." Evet, "M. Butterfly" bir değişimin, bir tür kendi kendine yabancılaşmanın -ya da kendi kendini bul- manın- aşk dediğimiz civasal olgunun buharlanyla yıkanmış tutkular merceğinden görünüşünün fil- midir... Tüm olağanüstülüğüyle gerçek olan bu öykû, Cronenberg'i kuşkusuz büyûlemiştir; çûnkü bugüne dek imzaladığı on film içinde senaryosunu yazmadığı tekfilm"M. Burterfly"dır... iki ytl önce İstanbul Şehir Tiyatrolan'nda da sahnelenen. David Henry Hnang'ın yazdığı oyun- dan uyarlanan "M. Butterfly"da gerçek bir olay anlatılır. Kişile- rin adlannı de- ğiştiren, aynca olaylar ancirine getirdiği küçûk değişikliklerle dramatik kur- guya daha da çarpıcı bir biçim veren Hwang'ın metnine özde sadık kalan se- naryo, bilinen öyküyü sağlam bir sinema diliy- lc anlatmak- tadır: Bir Fran- sız diplomat, 196O'lı yülann Pekin'inde, operada dinle- diği gûzel Diva'ya tutulur; yirmi yıl süren inişli çıkışlı bir tutku sonunda. Paris'te Çin hûkümeti hesabına casusluk yajjarken suçüstü yakalanır... Ancak opera sanatçısı o kadın, aslmdabirerkektir ve diplomat bu gerçeği mahkemede öğrenecektir. Bu durumda Pekın Operası'nın yıldiz oyuncusu Song Liling'i yonımlayan tanınmış oyuncu John Lone'un bir kadın değil de erkek olduğunun fılmin daha iik sahnelerinde belli olmasının ne önemi vardır ki? "M. Butterfly"da aranan, izleyicinin fil- min sonunda bir şaşkınhk yaşaması. Fransız dipio- matın nasıl oiup da yıllarca seviştiği insanın kadın değil de erkek olduğunu anlayamamasına hak ver- mesi değüdir...Önemli olan, bu sıradışı tutkunun, olağandışı bir konumda (önce, Kültür Devrimi'ni yaşayan Çin'de, daha sonra da Mayıs 1968'in top- lumsal ve politik depremine tanık olan Fransa'da) nasıl geliştiğinjn, iki insanın nasıl değışip birleş- tiklerinin, sonra da nasıl uzaklaşıp aynldıklannın anlatılmasıdır... Jeremy Irons'un inandıncı bir yo- rumla canlandırdığı Fransız diplomat Rene Galli- mard (1964-1986 yıllan arasında yaşanan gerçek olayın kahramanı, Bernard Boursicot adında bir büyükelçilik memurudur) aslında, yaşadığı bu sıradışı tutkuya kendisini tümüyle kaptırmıştır... Öylesine kaptırmıştır ki, çevresinde fılizienen ve yirminci yüzyılın tarihini biçimleyen olaylara ala- bildiğine kapalıdır Gizli belgeleri Kızıl Çin'e ilet- meyi kabul etmesinin gerisinde ise bir tutam politik neden bile yoktur. Yaptıldan, Kültür DevrimT- nden kacarak kendısiyle beraber yaşamak için Pa- ris'e geldiğini sandığı sevgilisi Song Liling'in (ger- çek adı Shi Pei Pu'dur) ve Çin'de kalan çocuk- lannın (Song Liling, onu, kendisinden hamüe kalıp bir çocuk dünyaya getirdiğine bile inandınruşür) haün içindir... David Cronenberg, filmin biüminde Rene Galli- mard'ın hapishanede sahneledigi ve gerçek ya- IVL .Butterfly' bir değişimin, bir tür kendi kendine yabancılaşmanın aşk dediğimiz civasal olgunun buharlanyla yıkanmış tutkular merceğinden görünüşünün filmidir. 'M.Butterfly'da Pekin Operası'nın yıldızını aslında erkek olan John Lone (üstte), Fransız diplomatı da Jeremy Irons canlandınyor (solda. küçük kare). İstanbul Şehir Tiyatrolan'ndaki oyunda ise Cüneyt Türel ve Salih Sankaya. calıkh yönetmenlerden biridir. Yarafıcılığa karşı pek saygılı olmasa da sağlam bir altyapı ve rahat çalışma olanağı sağlayan büyük yapım koşullan dışında kalan yönetmenler. sakın daha özgür olmasınlar? Evet, yönetmenler, bağımsız yapım koşullan içinde hem daha özgürdürler hem de özgür olduklan için, bir nokta- da, seyiralerini çok daha derinden etki- leyebilmektedirler. Çünkü, anlatmak is- tediklerinin özüne, hiçbir süslemeye, ne de haarlığa. yani koşullandırmaya ya da alıştırmaya gereksinim duymadan, öylece. balıklamadalıvermışlerdir... îşte başka bir Kanadalı, kendisine so- A bir şamını anlatan tek kişilik bir oyun sonunda kendi- sini alkışlayan tutuklulann gözleri önünde intihar edişini öylesine dramatik bir mizansenle veriyor ki, David Henry Hwang'ın oyununda aynı biçimde noktalandığını unutanlar, bu sonu hem oyuna hem de gerçeklere aykın. "Amerikanvari bir son" nitele- mesiyfe eleştiriyorlardı. Evet, gerçek yaşam farklıdır: Bernard Boursicot 49 ay hapiste kaldıktan sonra özgürlüğüne kavuş- muştur. Bugün. dilediği gibi yolculuk etmektedir ve yaklaşık iki yıl önce. bir rastlantı sonucu Türki- ye'de tatilini geçirirken. "M.Bırtterfly'in İstanbul'- da sahnelendiğini öğrenmiş ve oyunu. varlığı ba- sından gizli tutulmak koşuluyla, gelip seyretmış- tir... Duygulanan ve gerçekleri bir kez daha yaşa- yan Boursıcot. daha sonra. bir sözcüğünü bile anlamadığ Türkçe oyunu ikinci kez izlemiş ve Şe- hir Tiyatrolan oyunculannı içtenlikle kutlamıştır. 18. Toronto Festivaller Festivali'nin (Festival of Festivals) açılışmı yapan "M.Butterfly", içeriği ve kusursuz biçimi yanında, kuşkusuz filmin yapım ve dağtum koşullan açısından da Kanada sine- masmm en uluslararası yapıtiydı. Warner Bros gibi büyük bir yapımcıyı arkasına alan David Cronen- berg gönlünce çalışmış, Pekin'in arka sokaklan- ndan Budapeşte'ye, oradan da Paris'e dek uzanan ve Toronto stüdyolannda noktalanan fılminin kurgusunda bile son söz hakkını elde etmişü... "Ne dem«k elde etmişri? Bir yönetmen filmini montaj ma- sasında dilediği gibi biçimlendiremez mi?" demeyin sakın; Holiyvvood sineması, yapımcının düdüğü- nün öttüğü bir sinemadır... Yönetmenler boyun eğmek zorundadırlar. Filmlerinin son biçimıne ka- rar verecek olanlann, yani "final cut" konusunda söz sahıbi olma hakkını elde edenlerin şayısı iki elin pamıaklanyla sayılacak kadar azdır. Özel bir lıste- de yer alan bu yönetmenlerin kimler olduklan açı- klanmaz pek... David Cronenberg, işte bu ayn- gözlemci olan Quebec'li yönetmen Micheline Lanctot, "İki Kadın Oyuncu" adlıfilmiylebir buçuk saat içinde yaşamın özünü içtenlikle kucaklayıvermiş. rarsanız, yüzde yüz Ouebec'li yönetmen Micheline Lanctot, "İki Kadın Oyuncu" (Deux Actrices) adlı yeni filmiyle, bir buçuk saat içinde yaşamın özünü içten- likle kucaklayıvermiş. Acımasız bir göz- lemcı olan Lanctot, tam on yıl önce "So- natine" adlı yapıtıyla Venedik Film Fes- tıvali'nde "Ğümüş Aslan" ödülünü ka- zanmasından sonra, yeniden uluslara- rası sinema dünyasına dönüşünü duyu- ran bu filminde. sanatın yapay dün- yasıyla oyunculann gerçek yaşamlan- nın iç içeliğini, içten bir dille, çarpıa bir biçimde anlatıyor. Sahnede ya da film setlerindeki yaratıcilığın günlük yaşantı- larla nasıl beslendiğini, nasıl yakın bir etkileşme içinde bulunduğunu görüntü- lüyor. Genç bir kızın kapısını çalan genç kadın. ona. kendisinin kız kardeşi ol- duğunu söyler. Aynı anneden doğmuş olmalanna karşm. küçük kardeş. ab- lasının varlığından o ana dek haberdar olmamıştır... (ki kız kardeş birbirlerin- den çok farkhdırlar. Anneleri yaşamak- tadır. Hesaplaşma zamanı gelmiştir artık. Bu öyküyü sinemada yorumlayacak olan oyunculann. yönetmenle birlikte yaptıklan hazırhk çabşmalannı -daha doğrusu, sahnede yaşayacaklannı. ken- di yasamlarjnın ışığında değerlendirerek yeniden yaratmalannı- video tekniğiyle çekilmiş koşut bir mizansen içinde veren Micheline Lanctot. ne yenilikçi tavn- ndan, ne tnizah yüklü bakış açısından, ne de keskin eleştiri gücünden hiçbir şey vitirmemiş. Toronto'da herkes kendisi- ni kutluyor. Nasıl kutlamasınlar ki? "tki Kadın Oyuncnr> yu. senaryosu, yönetimi, yapımalığı ve dağıtımcılığıyla A'dan Z'ye kadar tek başına, çok dar bir büt- çeyle gerçekleştirmeyi başarmıştır. Küçük bir karşılaştırma şu gerçeği ortava çıkara- caktır: "M. Butterfly"ın parasıyia, Micheline Lanctot, tam yirmi fiİm yapabib'rdi! Ancak. an- lattıklan. seyircisine iletmeyi başardıklan. galiba. Cronenberg'in iletebildiklerinden daha yoğundu. fşte, 18. Toronto Festivaller Festivali'nde sunu- lan fibnlerden iki örneğe kısaca değindik... Geriye kabyor tam iki yüz doksan yedi film! Aynca, Ka- nada dışında, tam kırk beş ülkenin sincmalanndan bir ya da birçok ses duyma olanağı. Bu durumda, karanlık salonJar önünde. gece gündüz bitmek tükenmek bilmeyen kuyruklar oluşturan Torontolu sinemaseverlere. gelin de hak vermeyin. Kieslowski'den Robert de Niro'ya, Jean- Luc Godard ve Bertrand Blier'den Gus Van Sant'a dek. önceki hafta Venedik Festivali'nde alkışlanan bir dizi filmin de programda yer aldığını öğrenince nasıl olup da on gün içinde iki yüz elb bin dolay> nda bilet kesılebildiğinr. gebn de anlamayın... Taribi biyografilerden öğrenmeK... AHMET CEMAL Eski Yunanca bios (yaşam) ve graphein (yazmak) sözcük- lerinden oluşma biyografi, bir edebiyat terimi olarak tek bir insanın yaşamöyküsü anlamına gelir. Kimilerine göre tarih- çiliğin, tarih yazarlığının da birdalı sayılması gereken biyog- rafi, konu aldığı insanın yaşamınjn dış dünyaya yansımala- nyla, iç dünyasındaki gelişmeleri birlikte, çoğu kez bir ne- den-sonuç ilişkisi kurarak işler. Goethe'ye göre biyografi tü- rünün başlıca görevi, "insanı, yaşadığı zamanın koşullan içe- risinde sergUemek, eie alınan kişinin tfirlü koşullar içerisinde dünyaya ve iosana ilişkin olarak nasıl bir görüş gcliştirdiğini, eğer o insan bir sanatçıysa, bu görüşünü sanatsal dûzlemde nasıl dışlaştırdığını" gösterrnektedir. Çeşitli alanlarda sivrilmiş kişiliklerin biranlatımı niteliğiy- Ie tohumlan geç antik çağda atılan biyografi, günümüze de- ğin sürekli bir çizgiyi izlemiş, her dönemde gerek ünlü kişi- lerin yaşamlanna duyulan doğal merak nedeniyle. gerekse bir tarihsel kaynak olmasından ötürü büyük ilgi derlemiştir. Buna karşılık, önemli bir kişinin tarihini yazmak ile yaşa- möyküsünü, yani biyografisini yazmak arasında a>Tim ya- pılması, oldukça geç bir döneme, 19. yüz>ılın neredeyse son- lanna rastlar. Gerçekten de iik biyografi yazarlan diye anılan Plutark- hos'tan ve Sueton'dan, Tacitus'a, Vasari'ye, VoJtaire'e ve Carlyle'a kadar uzanan çizgi gözden geçirildiğinde, kişilenn yaşamlannın anlatımına bir tarih yazarlığı anlayışının ege- men olduğu, başka deyişle anlatımlarda psikolojik öğelere ağırlık tanınmadığı. belli birdönemin tarihsel olgulan ıleele alınan kişiler arasında daha çok dış düzkmde bağıntı kurul- duğu saptanır. Durum, 19. yüzyılda bilımsel-eleştirel bivog- rafı türünün ortava çıkışından sonra da böyledir: H.Grimm'in Michelangelo'su. \V.Dilthey'ın Schleiermac- her'ı. bilimsel yöntemle kaleme alınmış, ama psikolojik öğe- leri ağırlıklı olarak içermeyen biyografi örnckleridir. Bu bağlamda bir ara-tür olarak, biyografi ile tarihsel ro- man arasında bağıntı kurrnuş biyografi yazarlannın bulun- duğunu da belirtelim. Özellikle Kleopatra biyografisiyle Emil Ludwig, aynca Andre Vlaurois ve ünlü IV. Henri'siyle Heinrich Mann, bu türiin örneklerini oluştururlar. Biyografinin gerçek anlamda yaşamöyküsü'ne dönüşmesi ise yüzyıhmızın başında, özellikie Stefan Zweig'ın ve Fried- rich Sieburg'un psikolojik biyografi türünü yaratmalanyla başlar. Bu gehşmede Freud'un psikanaliz kuramının evrele- rinin de hiç kuşkusuz önemli katkısı olmuştur. İnsan denen varhk, ruhsal yapısındaki devinimlerden ayn düşünüleme- yeceğine ve eyJcmlerinde bu devinimierin yönlendıriciliği yadsınamayacağına göre psikolojik biyografi türünün ne- den "insana ve onun yaşamöyküsüne en sadık" biyografi türii olduğu kendiliğinden anlaşılabilir. Tarih öğrenme açısından geleneksel tarihçiliğin değeri el- bet yadsınamaz. Ancak. yine tarihsel olaylan öğrcnmck açı- sından. bu olaylan yaratan insanlann usta işi yaşamöyküleri de çok farklı bakış açılan kazandırarak sözü edilen öğrenme eylemini son derece zenginleştirir. Hele aynı tarihsel kişinin değişik kalemlcrden çıkmış biyografileri okunduğunda, edi- nileçek bakış açılannın zenginliği daha da kapsamlı olacak- tır. Örneğin yüzyılımızın en önemli biyografi yazarlanndan olan Friedrich Sieburg. Napoleon'u anlatmak için sahne olarak Fransa Imparatoru'nun Elba adasından kaçışından VVaterloo savaşına kadar geçen yüz günü secmiştir. Ancak bu yüz gün, sık sık önceye de yollamalarda bulunularak ka- lemealınmıştır. Sonuçta ise okur, bu biyografiyi okuduğunda, Napole- on'un-başına imparatorluk taanı geçirmiş olmasına karşın- neden gerçekte Fransız Ihülali'nin katıksız bir mirasçisı ol- duğunu ve bu mirasa bir tür ihanet ettigi anda nasıl yıkıma sürüklendiğini çok açık biçimde görmekte, dürtyanın artık degişmiş olan bir çağına ayak uydurabilmek bakHnından Napoleon gibi bir deharun, hangi ruhsal devinirnler' sonu- cunda yetersiz kaldığına tanık olmaktadır. Son çözümleme- de ortaya çıkan ise bir devrin, bir insanın kişiliği üzerinde odaklaştınlmış, dolayısıyla büyük bir ustalıkla dramatize ediimiş öyküsüdür. Sieburg. aynı yöntemi büyük bir ba- şanyla Robespiefre üzerine yazdığı biyografıde de uy'gula- mıştır. Psikolojik biyografi türünün yaratıcısı Stefan Zvveig da. yine Fransız İhülali'nin bir üriinü olan Joseph Fouche'yi an- laürken. büyük ölçüde Napoteon'a da yer verir; bu kez Fran- sa İmparatoru. karşımıza daha farklı bir bakış açısından, yönetimde kendisine yardımcı olanlarla ilişkıleri açısından, "insan insana" bir konumla çıkar. Bu biyografıde de, Fran- sız Ihtilali'nin neden günün birinde ömriinü zorunlu olarak tarhamladığı, imparatorluğun. onun ardından da Bourbon'- lann yönetimlerinin hangi olaylar nedeniyle kaçınılmaz ol- duğu, yine kişiler üzerinde odaklaşılarak, dramatik bir usta- lıkla sergilenmiştir. Yalnızca kişileri yüceltme amacını güden ya da olgulan sayıp dökmekle yetinen biyografıler. tarihsel bilgj dağarcığı- nı zenginieştirme açısından elbet pek önem taşımaz. Buna karşılık geniş bir bilgi dağarcığırun psikolojik veriler ve yo- rumlar potasında biçimlendirilmesiyfe oluşturulan biyogra- fıler, her zaman tarihı en canlı biçimde ögreten araçlar niteli- ğini taşır. Hollywood tarihi kadar eski olan 'oyunculann isimlerinin afişteki yeri ve büyüklüğü' tartışması yine gündemde Afişteki solköşeyikapan, 'starlığını'korur!Kültür Servisi - Bir sinema oyuncusu için, film afişlerinde adınm nereye yazıldığının önemini herkes tahmin ede- bilir. Elbette bir başrol oyuncusunun ismi diğer oyunculann üzerinde ve daha büyük harflerle yaalmalıdır. Ama aynı zamanda bu oyuncunun adınm filmin adının üstünde mi altında mı yer aldığı, sol üst köşeye mi, sağ üst k'öşeye mi yazıldığı, filmin adının yaaldığı punto- nun mu yoksa oyuncunun yazıldığı puntonun mu daha büyük olduğunun büyük bir tartışma konusu olduğunu kaç sinemasever bilir? Hollyvvood'un tarihi kadar eski olan bu tartışma son olarak "'Şirket" filminde gündeme geldi. Yıllann deneyimü oyun- cusu ve En tyi Yardıma Erkek Oyuncu Oscan sahibi Gene Hackman, adının başlığm üstünde. Tooı Cnıise'unkinin yanında yaalmasında ısrar etti. Para- mount yetkilileri önce Tom Cruise'ın bir yıldız olduğu için adının tek başına üste yazılması gerektiğini iddia ettiler. Hack- mann, "'Bir Kaç tyi Adam '" filminde Tom Cruise'un adının, Jack Nichotson ve Demi Moore'unkiyle birbkte ya- zıldığını arumsatınca, yetkilDer bu sefer, üstte iki erkek oyuncunun adının bulun- masının film hakkında yanlış bir imaj uyandıracağıru belirterek teklifî geri çevirdiler. Bunun üzerine Hackmann, filmle ilgili tüm tanıtım broşürü, afişi ve ilanlannda adının kullamlrnasını ya- sakladı. Hollyvvood'un yaalmamış ka- nunlanna göre, starlık ünvanını kap- manın ve korumanın en önemli yollan- ndan biri. afışte adının en prestijli yere yani filmin başlığının üstûndeki sol kö- şeye fiimin adıyla aynı büyüklükte yazdırmaktır. Bu yüzden yıldızlar kimi zaman saç saça baş başa kavga etmiş, birçok yıldız birbirleriyle bir daha aynı fılmde rol almayı reddetmiş, birçok baş- ka oyuncu bu sebeple film şirketini değiştinniş ve film şirketleri herkesin gönlünü hoş tutacak çözüm yollan bul- mak adına yaratıcıhklannı geîiştirmişler. Bu konudaki iik büyük skandal 1930 yüında "HeD's Angel" filminde rol alan Ben Lyons'un, adının, oyunculuğa yeni başlıyan Jean Harlow'un, altında yeı alacağını öğrenince koptu. Lyons "Kont- ratunda, tsmimin en yukan yazılacağı söylenjyor. Ha- yatm boyımca bunu ekfe etmek için uğraştım kimseye kap- tnrmaın" diye bağırrnış, film şirketi ise kont- rata uymak için posterlerin üzeri- ne dev harflerle adını yazdıra- caklannı ama bunu suluboyay- la yapacaklânru böylece iik yağ- murda silinip gi- deceğini söyle- mişlerdi. Yıldız- lar afişlerden ad- lan silindiğinde, insaniann bel- leklerinden de si- linip gidecekle- rinden korku- yoriar.Öte yan- dan, film şirket- leri de isim konu- su yüzünden yıldızlannı başka şirketlere kapünp piya&a- dan silinmekten korkuyor. En iyi dostu Pat O'Brien'ın ismi kendisininkinin üze- rine yazıldığı için James Cagney'in War- ner Bross şirketini terk etmesi üzerine. şirket yetkilileri "The Sisters" filminde Bette Davis adının, dönemin megastan Eırol Flynn'ın adının yanına yaalmasını talep ettiğinde kabul edivermişti. Para- mount "Boeing Boeing" filminde hem Jerry Lewis hem de Tony Curtis ad- lannın en üstte ve tek başına yazı- lmasını istedikJerinde, yaratıcı bir bu- luşla, iki ismi "X" biçiminde birbirinin ıçinden geçerek yazmışIardı"Ton'eriııg yıldızlara isim konusunda haksızlık et- mekten de geri durmuyorlar. Ömeğin "Shinnig Through"filmindebaşrolü Me- lanie Griffith üstlenmesine rağmen ismi Michaei Dougias'm altında hem de sağ köşeye yazılmışü. Douglas'ın daha çok seyirci potansiyeli oiduğu düşünülerek. Ama anlaşmazlıklar "Desperate Hours" Bette Davis ile dönemin stan ErroJ Flynn'ın isimJeri 'The Sfeters' m afîşinde yanyana yer almıştı. Inferno" filminde Paul Newmaıuı ile Ste- ve McQueen arasındakı sorun ise, sağ ta- rafa yaalan ismin biraz daha yukarda, sol tarafa yazılanın ise biraz daha aşağı- da konumlanmasıyia çözümlenmış. Ancak şirketler, diş geçirebildikleri filminde olduğu gibi çözümlenemeyince, oian seyirciye oluyor ve sinemanın iki devi Spencer Tracy ve Hunıphrey Bo- gart'ı birarada seyretmek olanağından sonsuza kadar mahrum kalıyorlar. Ismini üste yazdırmak zirveden yavaş yavaş düşmeye başlayan yıldızlann hala aranan bir yildız olduklannı kanıtla- makiçinkuÛandıklanbiryöntem deola- biliyor kimi zaman. Örneğin Burt Rey- nolds artık filmlerinin iş yapmadığını fark ettiğinde "Chy Heat" flminde adını Ctint Easrwood'un üzerine yazdırmak için büyük mücadele verdi. Ama East- vvood, acımasızca son filmlerinin hası- latlannı karşılaştıran bir raporu şirkete sunarak iik sırayı kaptı. Mücadeleyi acı- masızca yürüten yildızlar, bazen diger oyunculann gözünü korkutup, baştan yanştan çekilmelerine de neden olabili- yor. Örneğin Joan Crawford "Whatever Happend To Baby Jane" filminde.tepki- sinden korkarak Bette Davis'in adının üste yazılmasmı ıstemış. Bir yıldızm yükselişini afişlerde ismi- nin konumlanışına bakârak anlamak mümükün. örneğin Sharon Stone'un adı "Temel İçgüdü" filminde, hem Mic- haei Douglas hem de filmin adınm altı- nda yaalmıştı." Sliver"de ise filmin adınm üstünde tek başına yer aldı. An- cak Stone'un gerçek bir yıküz olabilmesi için. diğer oyunculann adınm bile yazı- lmadığı bir afişte filmin adınm iki katı puntoyla hem gazete hem duvar afişle- rinde boy göstermesi gerekiyor. Bir kez böylesi bir ayncalığı elde eden bir yıldız için bundan biraz daha aşağısı zirveden düşmek anlamına geüyor. Yine de Bing Crosby gibi adını hiçbir zaman tek başı- na tepeye yazdırmak istemeyenler de çıkıyor, "böylelikle film basansız olursa bunun tünı sonımluluğunu tek başıma üstlenmek zonında kafanam" diyor. Böylesine yaşamsal önemı olan afiş ve ilanlarda isim konusu seyirciler için hiç bir anlam ifade etmiyor ama bundan sonra bir afiş gördüğünüzde, punto ve konumlamaya dikkat cdin. Unutmayın sağ köşedeki oyuncunun önemi yok, sol köşedek] ise tartışmasız bir yıldız, alttaki isimler ise okunmaya bile değmez. Rum kiüsesi sanatgalerisi oldu EDREMİT (LfBA) - Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nin turistik kentlerinden biri olan Girne'ye bağlı Edremit köyündeki Rum kilisesi, sanat galerisi olarak çahştınlıyor. Bu konuyla ilgili olarak bilgi verirken, 1974 Banş Harekaü sonrası kuzeyde kalan tüm kilise ve arazilerin evkafa kaldığını anımsatan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi'nden biryetkib', yaşlı İngiliz bir bayanın istemi üzerineevkaf tarafından Edremit'teki kilisenin sanatsal amaçla kıralandığını söyledi. İngiliz hanımın istemi olumlu buiunup,gerekli işlemleryapıldıktan sonra kilise. Eski Eserler ve Müzeler Dairesi yetkililerinin öngördüğü kıstaslarçerçeyesinde restoreedildi. Restorasyonu yapüran yaşü İngiliz bayanın, kiliseyi sanat galerisi olarak çaüşürmakta olduğunu ifade eden daire yetkilisi. bunun yerli ve özellikle yabana sanatçılann büyük ilgisini çektiğini söyledi. Sanat Dünyanuz'da müze dosyası Kültür Sernsi-Sanat Dünyamız'ın 53. sayısı (Güz 1993), "Müze Sizsıniz!" başiığını taşıyan dosyasıyla çıktı: Umberto Eco'dan "Bir Müze için Öneriler", Sezer Tansuğ'dan "Müze Kurmak"^ Sarkis ile birsöyleşi, Kazimir Maleviç'ten "Müze Üzerine", Maurice Blanchot'dan "Müze Tutması", Oğuz Demiralp'ten "Müze Üzerine Garip Düşünceler", Doğan Kubandan "Müzeye Kenti Nasıl Yansıtmalı", bugüncel konuyu kuşatıyor. Dosyanın yani sıra, Ahmet Oktay'ın "Ben Bana Bilmeceyken" adlı denemesi Ayşe Davaz'm reklam filmi çözûmlemesi "Michaei Jackson ve Pepsi - Bir Megastann İmajıyla Nasıl Meşrubat Satılır?", Mehmet Fahri'nin şairler ve şiirlerindekı giysiler üzerine incelemesi, Samih Rifat'ın "Ahmet Elhan'ın Sayısız Yüzleri" adlı yazısı da bu sayıda yeralıyor. "Modernizmin Serüveni" eki, bu sayıda "dada ve gerçeküstülük" üstüne odaklaruyor. ÇevreciçocukUunn sergisi ANKARA (AA)- Başak Sigorta'run açtığı yanşmaya katılan çocuklann resimlerinden oluşan sergi, başkentte açıldı. İlkokul 5. sınıföğrencileri arasında düzenlenen ve konusu "Çevremizi Nasıl Korur, Nasıl Kurtannz" olan yanşmaya 2 bine yakın öğrenci katıldı. Mert Doğru'nun 1. Zeynep Güleç'in 2. ve Sinem Demirören'in de 3. olduğu yanşmada Necmettin Tapan'a dajüri özel ödülü verildi. Başak Sigorta'nın İç Anadolu Bölge Müdürlüğü salonunda sergiye kabul edilen 127 resim yer abyor. Sergi ay sonuna kadar açık kalacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle