25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31AĞUSTOS1993SALI OLAYLAR VE GORUŞLER Gümrük Birliği, Türk sanayii, otomotiv... Gümrük vergileriyle korunmanın sürdürülmesini istemenin ardmda başka nedenler olduğunu düşünmek çok yanlış olmasa gerek. Bunun başında ise yüksek karlardan vazgeçememek gelmektedir. Doç. Dr. N. LERZAN ÖZKALE ÎTÜ İşletme Müh. pekiştirerek dünya ile rekabet etme kaygısına (bazı istisnalar dışında) ka- pılmamıştır Ancak ilginç ve hatta anlaşılmaz olan şey, aynı sanayi kesiminin 1980'- lerin dışa açık ve dışsatıma (ihracata) dönük sanayileşme politikasına bü- yük bir hevesle sanlması olmuştur. Anlaşılmazlığın nedeni, bu iki politi- kanın, yani bir yandan dışsatıma dö- nük sanayileşme hedefi doğrultusun- da, dışsaüm sektörlerine uluslararası düzevde rekabet gücü kazandıracak kaynağı aktanrken, öte yandan yal- nızca iç piyasaya üretim yapan ve dış rekabet gücü hıç olmadığı gibi bu ko- nuda kaygı dahi duymayan sektörleri desteklemeyi sürdürmenin birbiriyle çelişen ikti'sat politikalan oluşudur. Arkalanna kitîe iletişim araçlannı (medyayı) da alarak devletin iktişadi hayattaki "başansızlığına" ve KİT- lerin "kamburiuğuna" ilişkin görüşleri ile kamuoyu oluşturan ve adeta Tür- kiye'nin tüm sorunlannın bundan ileri geldiğini ileri sürebilen bu kesimin. her fırsatta liberal ekonomiden yana ol- duklannı da belirttikten sonra. gereği- ni yapmakta gösterdikleri isteksizlik ve sürekli olarak devletten talep ettik- leri destek "akılcüık"la bağdaşmaz. Bunun ancak bir acıklaması olabilir: o T ürkıye, ekonomik gele- ceğini Avrupa Toplulu- ğu ile bırlıkte düşündü- ğünü, 1963 yıhnda Ankara Antlaşmasfnı ve 1970 yılında da kat- ma protokolü imzalayarak ortaya koymuştur. Gümrük BirliğTne geciş sürecini başlatan söz konusu proto- kol, 1973 yılmın 1 Ocağı'nda yürürlü- ğe girdiğinde, hazırlanma yöntemi ve iktişadi gerekceleri tartışmaya ne ka- dar açık olursa olsun, uygulamaya konan 12 ve 22 yılbk listeler, bu süre- nin bitiminde Türkiye ile topluluk ara- sında gercekleştirilecek Gümrük Bir- liğTni haber venyordu. Ancak o dönemde AT ile ilişkiler. ekonomik acıdan olmaktan çok, siyasal açıdan tartışıldığından. bu listelerin eleştirisi ve Türk sanayii üzerindeki olası etkile- ri, kamuoyunda çok fazla ılgı topla- mamışur. Üstelik kısa süre sonra, Türkiye'nin 60. maddeye davanarak gümrük indirimlerinı tek yanh olarak durdurması da bu konuda "daha fazla endişe edUmesini" adeta gereksiz kıl- mıştır. İthal ikameci dönemde. devle- tin büyük desteğinı gören sanayimiz de bu desteğin ilelebet ve üstelik güm- rük vergileri gibi dünyanın 1970'li yıl- larda terk etmeye başladığı koruma yöntemleri ile süreceğıne olan inananı da kaynak aktanlacak sektörlerin. ekonomik etkinlik, ileri teknoloji ve rekabet gücü koşullan aranmaksizm kendilerince belirlenmesi isteğidir. Üs- telik bu konuda bahane de hazırdır: Dünyanın hiçbır ülkesi. kendi sanayii- ni korumaktan vazgeçmemektedir. Yeni sanayileşen ülkelerin tümü. bu yöntemi uygulamıştır. Aynca ATnin son iki üyesi, üyelık sonrasında dahi bazı sektörleri için ayncalık sağlamış- ür. Kabaca bakıldığında bunlar, doğru olmakla birlikte söz konusu ülkelerin (Güney Kore ve İspanya en çok adı geçen örneklerdir) destekledikleri sek- törler ve üretim yapılan biraz daha yakından incelendiğinde, çok farklı bir durum ortaya çıkmaktadır. Örne- ğin, on yılbk aralarla otomobil üreti- mine bakıldığında, 1970 yılında Gü- ney Kore'nin 15.000, otomobil üreü- mine 1964 yıbnda 112.682'yle başla- mış olan Ispanya'nın ise 450.000 ürettikleri, 1980'de sırasıyla 57.000 ve 1.029.000'e ve nihayet 1990'da ise 987.000 ve 1.679.000'e ulaştıklan gö- rülmektedır. Türkiye'de ise ilk otomo- bil üretiminin yapıldığı 1963'ten bu yana ulaşılan toplam üretim sayısı, 1990'da 167.556 ve 1992'de 265.245"- tir. Üretim maliyetlerinin düşürülme- sinde. ölçek büyüklüklerinin en temel etkenlerin başında geldiği bu sektörde 100.0001 ancak 199O'lı yıllarda bulan otomobil fabrikalanyla üretimi sür- dürmek ve bunun için devletten destek istemek savunulamayacak bir tutum- dur. Kaldı ki son günlerde yoğunlaşan otomotiv tartışmalannın taraflann- dan biri. şimdilerde 30.000 kapasiteli bir otomobil fabnkası ile üretimi sür- dürmektedir. Bu sektörde4 dünyada kabul edilen optimum ölçek büyüklü- ğü, çeşitli çalışmalarda çok farklı ol- makla birlikte. gelişmekte olan ülkeler için dahi 100-150 binlık ölçek enaltsı- nır olarak belirmektedir. Optimum ölçeğjn Türkiye koşullannda farklı olabileceği düşünülebilir. Ancak bura- da da sorun hiçbir yerli otomobil üre- ticisinin böyle bir çalışmanın yapılma- sı için gereİcen maliyetlere ilişkin ven- leri sağlamamasıdır. Bu üretim yapıla- nyla, maliyetleri dünya düzeyine indirmek söz konusu olamayacağına göre de bu sektörün devletten koruma talebinde bulunması son derece doğal olmaktadır. Ancak aynı sanayiciler. son yıllarda bu konuda yapılan çeşitli toplantılarda, üretim teİcnolojilerinde dünyanın gerisinde olmadıklannı ve malivetlerinin düşürülememesinde ta- lep azlığının etken olduğunu belirt- mekte ve devletin otomobil talebini arttıracak önlemler almasını, örneğin tüketici kredilerinin kolaylaşünlması- nı istemekteydiler. Bugün artık bu so- runun ortadan kalktıâı. yerli otomo- bilde oluşan sıralardan açıkca anlaşıl- maktadır. O halde gümrük vergileriyle korunmanın sürdürülmesini isteme- nin ardında başka nedenler olduğunu düşünmek çok yanlış olmasa gerek. Bunun başında ise yüksek karlardan vazgeçememek gelmektedir. İç piyasa- da aylık ya da iki aylık düzenlemeler ve enflasyonun üstünde fıyat artışla- nyla sürdürülen oligopolistik yapı göz önüne alındığında, dış rekabete karşı korunma talebinin nedeni anlaşılır. Buraya kadar ele alınanlar. Türk sa- nayiinin tümüyle verimsiz ve rekabet gücünden yoksun olduğu ve dolayısıy- la batmasına göz yumûlması gerektiği anlamına gelmez. Yapılması gereken. korumanın şeklini. koşullannı ve süre- sini kesin olarak belirlemek ve artık bundan böyle ani ve beklenmeyen ka- rarlarla şok değişiklikler yaratma- maktır. Destekler yoluyla aktanlan kaynağm ve dışa karşı korunma vo- luyla kısılan tüketimin, yani tüketici- den sanayiciye doğru aktanlan refahın kısa sürede verimliliği ve rekabet gücü yüksek yatınmlara dönüştürülmesi- nin. mutlaka çok yakından denetlen- mesi gerekir ki, L'zakdoğu kaplanlan- nın ve özellikle Güney Kore'nin başar- dıklan bunlardır. Son olarak bir başka önemli nokta ise hem tüketicinin hem de sanayicinin "Türk malı kullanma" konusunda bi- linçlendirilmesi ve eğiümidir. Bilindiği gibi, özellikle Japonya'nın korumacı- lıktaki en önemli silahı budur. Bu ise "Yerli malı, yurdtın malı" sloganının "fosüleşmiş" bir görüş olduğunu öne sürerek alay eden bir toplumda, çok kısa sürede çözümlenemeyecek bir çif- te eğitim sorunudur. Sanayiciyi Fiyat- kalite rekabetine yönlendirmek. tüke- ticinin korunmasında aktif rol almaya ikna etmek, satış, sonrası hizmetleri et- kin olarak sürdürmek konulannın yanında ve ancak bunlar sağlanabildi- ği takdirde. tüketiciyi de. kendi ülkesi- nin malının da en az yabancı mallar kadar nitelikli (kaliteli) ve güvenilir olabileceğine inandırmak. Ülkemizde. ancak her kesimde bu doğrultuda bir anlayış yerleştiği takdirde. hem AT hem dünya ile rekabet edebilecek bir sanayinin gelişeceği kanısındayız. PENCERE ARADABIR METIN DEMIRTAŞ Abdal Musa ve Uçarsu Söylencesi Cumhuriyet gazetesinde Cemal Şener'in "Yaşayan Alevilik" başlığı altındaki yazı dizisini ilgiyle izleyipoku- dum. 'Anadolu'nun Gülen Yüzü' diye büdiğim 'Bektaşi- lik' ve 'Alevilik' her zaman ilgi alanım olmuştur. "Torosların Piri Abdal Musa" bölümünde bir noktaya değinmek istiyorum. Abdal Musa söylencelerinden biri olan Uçarsu Söylencesi (Cemal Şener'in yazı dizisinde 'Uçansu'diyegeçiyor Sanırım birdizgiyanlışlığı), karşı- lıklı kaba bir pazarlığı ve çıkarı öncelediğı için bana hep itici gelmiştir. Daha önce de, gerek Musa Seyirci'nin "Abdal Musa Sultan" (1) kitabında, gerekse başka kay- naklarda okumuş, dinlemiş, tedirgin olmuşumdur. Çürv kü, söylence bu biçimiyle ve sunduğu bildirisiyle, bir gönül insanı, b»r gönül dostu olan Abdal Musa'ya yakış- tırılacak incelikte değildir. Ne yazık ki, birinin uydurduğu bir söylence, dilden dile bugünlere aktarılıp gelmiştir. O yörenin (Elmalı-Antalya) birçocuğu olarak 'Uçarsu' yu bir iki satırla anlatmak istiyorum Uçarsu bir doğa ola- yı: Dağın (Akdağ) böğründeki bir su kaynağının gözü kışın buzlanıp kapanıyor. Sıkışan su, bir yol bulup bütün kış boyu Fethiye yakasına akıyor. Tam 6-7 mayıs günle- rinde ısınan hava ile birlikte, suyun ağzını kilitleyen buz incelip çözülüyor ve Uçarsu patlıyor. Dağdan aşağı ak bir bulut gibi akmaya (uçmaya) başlıyor. Ve bütün bir yaz boyu beri yakaya, Abdal Musa'nın köyünün de bu- lundugu Elmalı Ovası na akıyor. Bu akış kışa kadar sü- rüyor. Dağın öte yakasında adı Hayırsız su' diye de anı- lır, Bu yakada 'Uçarsu.' Görüldüğü gibi olay, söylence üretmeye uygun. Ben çocukluğumda dayım, Seyisoğlu Memet'ten (dayım, ça- ğının çok ötesinde yaşayan; yobazlığa, karanlığa karşı duran bir halk bilgesiydi) dinlediğim bir başka 'Uçarsu Söylencesi'ni, kitabım 'Hançer ve Lirik'te (2) 'Yol Izle- nimleri' başlığı altındaki notlarda anlattım. Sanıyorum anlatılagelen söylenceden daha 'zarif ve halksöylence- lerinde iletilmek istenen iyilik, doğruluk, özveri, daya- nışma gibi insani durumlara daha yakın ve daha doğru. "Ben size su verirsem, siz de elde edeceğiniz ürün- lerden bana pay verir misiniz?" Bu söylencede Abdal Musa'yı yücelten ne var? Ayrı- ca, "yiğitliğin, dostluğun, aklın, inancın, bereketin, sev- ginin simgesi" diye anılan Abdal Musa ve dervişlik fel- sefesine de aykırı. Köylülerin "Git be adam, ne payı istiyorsun?" diye pay vermemek için diretmeleri daha akılcı ve haklı. Benim, çocukluğumda dayımdan dinleyip de aktardı- ğım 'Uçarsu Söylencesi' -ki kasabam olan Akçay'da bu söylence bugün de böyle anlatılır- "Vakti zamanında yollara düşmüş bir piripak..." diye başlar. Söylencedeki 'Piripak' insan, Abdal Musa diye de düşünülebilir. Dile- ğim, bu söylencenin benim aktardığım biçimiyle bellek- lerde yer etmesi. Ege Üniversitesi'nde Şadan Gökovalı- nın söylenceyi bu biçimiyle ders notlarına aldığı ve öğrencilere böyle aktardığım duydum.Ötekitürlüsü, sö- mürü felsefesinin kara damgası ile karalı çünkü... (1)'Abdal Musa Sultan MusaSeyırcı. DerY lstanbuM992. (2)i HançerveLınk Metın Demirteş Onur Y.2. Basım. Ankara 1968. Küreselleşme olgusununfarklı boyutian Globalleşme olgusunun başka bir öğesi, yeni toprak alanlanna doğru genişleme niteliğinin ötesinde, aynı toprak alanı içerisinde yeni bir ilişkiler ağınm şekillendirilmesi ve ilişkilerin içerisinde devlet dışındaki aktörlerin de rol oynaması biçiminde belirmektedir. Araş. Gör. ÜLKE ARTBÖĞANİstanbul Üniversitesi îktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü geleneklerinden yaşamlannın her alanına kadar uzanan bir kültür dışsatımına (ihra- ana) dönüşmesi ile bağlantılar. ekonomik alandan siyasal ve sosyal alanlara dek ge- nişlemişu'r. 17. yüzyılla birlikte sömürgeci imparatorluklann yerlerini ulus-devletîere bırakması (ki bunlar da eski sömürgeci po- litikalara devam etmişlerdir) ve dünya dü- zeyinde bir devletlerarası ilişkiler sistemi- nin geliştirilmesine karşın iletişim zorlukla- n ve teknolojik yetersizlik gibi nedenlerle ilişkilerin global çaplı olarak yürütülmesi sözkonusu olamamıştır. Zamanla diplo- masi, görüşmeler, uluslararası hukuk gjbi olgulann siyasal ilişkiler ıçensınde yer edinmiş olması da global bir ilişkiler siste- mine gidişte önemli .adımlar sayılmakla beraber tam bir yaygınlaşma gerçekleşe- memiştir. 20. yüzyıbn "globalleşme" anlamında çok önemli bir dönem olması ve kavramın ken- disinin iki binli yıllara çok az bır zaman kala üretilmiş bulunmasının temel nedeni de, özellikle teknoloji ve iletişim olanakla- nndaki yine bu yüzyılda ortaya çıkan bü- yük mü büyük bir patlama olmuştur. Bu şekilde her tür birikim ve değerin Asya, Af- rika ya da Amerika'ya taşınması farksız- laşmış ve her gecen gün coğrafı uzaklık kavramı anlamını daha fazla yitirirken dünyanın farklı yörelerinde yaşayan insan- lar arasında yeni özdeşlikler ve ortakhklar biçimlenmiştir. Ekonomik, sösyal, kültürel ya da siyasal her türlü soyut ve somut değer ve birikımin en ilkelinden en çağalına (modernine) dünya üzerindeki tüm toplumlara yatay bir genişleme suretryle yaygınlaşması ve böylece sistem içi ilişkilerin içinde. olma- yan ya da olamayan herhangi bir birimin kalmaması, globalleşme olgusunun en önemli öğesini ortava koymaktadır. An- K üreselleşme (globalleşme), 21. yüzyıla ginnemıze çok az bir zaman kalan şu günlerin en popüler kav- ramlanndan birisi olarak günlük yaşantımızda bile sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Kimi za- man ekonomik ilışkilerdeki yaygınlaşma ve gelişme, kimı zaman ideolojik aynmlara dayalı kutuplaşmalann çözülmesi ve libe- ralleşme, kimi zaman da kültürlenn. inanç- lann, ülkülerin (ideallerin) sınırlar dışma taşarak daha fazla benzeşmesi anlamında kullanılan bu kavram, en genel şekliyle her türlü soyut ya da somut değer ve birikimin devletsel sırurlan aşarak dünya çapında ya- yılmasını dile getirmektedir. Bu tanımlamadan hareketle globalleşme olgusunun yatay ve dikey olmak üzere farklı iki boyutundan söz etmek olanakb- dır. Bunlardan ilki. yatay boyut olarak ni- telendirdiğim. enine bir genişleme suretiyle coğrafı bir büyümeyi ifade eden dünya düzleminde yaygınlaşma olgusudur. Bu, kökenleri 15. yüzyıla kadar uzanabilen ve sömürgeci faaliyetlerin en ilkel şekliyle -ya- ni yağmaabk anlayışı ile- sürdürüldüğü bir döneme değin uzanan çok eski bir oluşum- dur. Avrupabnın, hiç de insancıl olmayan yöntemlerle Amerika kıtasından Asya'ya ya da Afrika'nın en uzak köşelerine değin uzanan eb, yöre insanlannın ticareüni, ma- li yapısını, doğal kaynaklannı, kısaca tüm ekonomisini Avrupa emperyalizmine ma- ruz bırakmış ve güçlü olanın dayatmaya (empoze etmeye) başladığı değerler daha o yıllarda coğrafı uzaklık ölçütünü aşmıştır. Zaman içerisinde sömürgecilik faaliyetleri- nin yağmaalık anlayışından uzaklaşarak, sömürgeci devlet lehine eşitsiz jbşkilerin devamını sağlayacak rejimlerin k'urubnası ve bölge insanlannın dinlerinden dillerine. cak bugün içinde bulunduğumuz ilişkiler sisteminin global bir sistem haline dönüş- mesi açısından bu yeterli sayılmamakta ve farklı bir düzlemin de aynı analıze katıbna- sı gerekmektedir. Zira uzun yıllar "devletle- rarası ilişkiler" çerçevesinde şekillendiğj iddia edilen ve genel kullanımıyla uluslara- rası sistem" olarak adlandınlan bu ilişkiler bütününün "global bir sistenı" olarak ta- nımlanması devlet dışındaki birimlerin de ilişkilere dahıl olmasıyla gecerblik kazan- mıştır. İşte bu olgu, globalleşme kavramının dikey genişleme yoluyla devletsel sınır tanıma- yan yeni birimlere doğru bir kayma anla- mını taşıdığını da ortaya koyTnaİctadır. Bir başka deyışle globalleşme olgusunun baş- ka bır öğesi, yeni toprak alanlanna doğru genişleme niteliğinin ötesinde, aynı toprak alanı içerisinde yeni bir ilişkiler ağının şe- killendınlmesi ve ilişkilerin içerisinde dev- let dışındaki aktörlenn de rol oynaması biçiminde belirmektedir. Bu şekikie trans- nasyonalleşme (devletleraşınlaşmaötesi- leşme) olgusu. globalleşmeyı tamamlayıcı bir nitelik edinmekte \e sistem; şirketler, bankalar, örgütler türünden farklı aktörle- rin de ibşkileri ıçine aldığı global bir sistem habne dönüşmektedır. Devlet dışındaki aktörlerin sistem içerisin- deki ibşkileri derinlemesine genişletici etkı- lerinin yanısıra, yatay anlamda geliştinci niteliklerinin de \aırgulanması gerekmek- tedir. Çünkü dünya düzleminde sınırlar. aşın yaygınlaşmanın en güçlü lokomotifle- ri olan bu devlet dışı birimler. toplumlar arası ibşkılerde de bir katalizör işlevi gör- mektedirler. Bu açıdan böyle birimler dün- yanın her köşesinde yaşayan farkb dil, din. kültür ya da etnik özellikİere sahip milyon- larca insan için kimi kez ortak bir zevkin ya da gereksinimin karşılanması anlamında. kimi kez ortak bir çıkann korunması yo- lunda ya da kimi kez ortak bir inancın tem- sib bağlamında birleştirici, bağlayıcı ve özdeşleştirici bir rol oynamaktadırlar. Ancak devlet dışındaki aktörlerin küresel- leşmeyi (globalleşmeyi) hızlandırıcı etkile- rinin ayn bir inceleme konusu olarak ele alınmasının daha doğru olacağını düşünü- yorum. TARTIŞMA Buutanç... I lerici, aydın bir dernek, Kültür Bakanlığı'yla ortaklaşabirşenhk düzenliyor. Kültür etkinb'klerinin ağır bastığı bu yoğun programda toplantılar, açıkoturumlar, tiyatro şenlikleri, imza günleri, dinletiler, söyleşiler.. 500yıldır bir kültür anıtı gibi yükselen Sıvas'ın Buruciye Medresesi'nde kitap imzalayanlar. gençler. ozanlar, yazarlar ve saz aşıklannın gürül gürüldinletileri... Cuma Arapça bir sözcüktür. Cem, bir araya gelmek, toplanmak, İconuşmak, danışmak, dertleşmek... Bu, camideolur, kibsede, kıtapbkta, havrada, bır ağaç altında, bır dağ başında, bir koyakta olur. Oysa bu cuma günü, gözü dönmüş ve camide kışkırtılmış topluluk yine bir süre önceki Sıvas olaylan gibi Sıvas'ı kara damgalı kıldı. Bu olayı bu boyııta getirenler, bunun günahından kolay kurtulamazlar. Zeki Büyüktanır Ye, Ye, Bitmez... Mucize yalvaçlara özgüdür. Hazreti Musa asasını doğrulttu mu, Kızıldeniz'in sulan yarılır.. Hazreti isa'nın tükenmeyen ekmeği ünlüdür. Bir de ekonomide mucize var.. Mucizeyi çok seven insanlar, ekonomide mucize bek- ler, özler ve gözlerler... Latin Amerika'da son çeyrekyüzyılda epey mucize ol- du; kimi zaman Brezilya'da, kimi zaman Arjantin'de, kimi zaman Meksika'da bir general, bir seçimle gelen başkan ya da bir sivil diktatör, başa geçince mucize ya- ratır.. Batı'nın seçkin basını bu mucizeden övgüyle söz açar; ama, mucize uzun sürmez.. Nasıl sürsün ki?.. Mucize yalvaçın işidir.. Ekonomide yalvaç yoktur.. • Mucize -lafta da olsa- ekonomide nasıl yaratılıyor? Reçetesi bellidir. IMFyada Dünya Bankası gibi kuruluşlar, her dönem- de sözde mucizenin reçetesini yazıp elimize tutuşturur. 1970'li yıllarda dünya ekonomisi petrol şoklarını yaşa- yınca şallak mallak olmuştu. Patronlar, neoliberalizmin kaba saba düzenini uygulaması için 1980arifesindeTür- kiye'nin burnuna reçeteyi dayadılar. ingiltere ve benzerlerinde bu gibi işler demokratik çerçevede yürütülebiliyor; çünkü üretim mekanizmaları güçlüdür, toplumsaldengelerazçokyerindedir; bizimki gibi garip bir toplumda "recete"yi "disiplin"\e uygula- makgüç iş.. Askeri rejim gerekiyor. 12 Eylül'de Beyaz Saray ile Pentagon Evren'de, IMF ile Dünya Bankası özal'da "adamını bulmuştu."Reçe\e, askeri faşizmle uygulandı. Kimi işadamının deyişiyle "Özal, Atatürk kadarbüyük- tü"; birincisi devleti kurmuştu; ama, ikincisi piyasa eko- nomisi yolunda atılım yapmıştı; artık çağ atlamıştık.. Sonra ne oldu? Meğer hiçbir şey olmamış; Türkiye dibe batmış; enf- lasyon yapısallaşıp yüzde 70'e oturmuş; iç ve dış borç faizi ne bütçe bırakıyor, ne yatırım olanağı veriyor; ister özelci olsun, ister devletçi, ister işadamı olsun, ister bü- rokrat, herkes bağırıyor: - Batıyoruz... Bugünkü Başbakan Çiller, bir buçuk yıldan beri eko- nomiden sorumlu bakan olarak hüküıjiette görevliydi değil mi? Meğer onun da battığımızdan haberi yokmuş, şimdi diyor ki: - Batmışız!.. Peki, neyapmalı? • Latla mucize yaratmak kolay!.. Örneklerortada!.. IMF ile Dünya Bankası, yeni reçeteyi hazırlamışlar; eskisi tutmadı, bu kez inşallah tutar; 1980'lerin başında kesenin ağzını açıp bizimki gibi ülkeleri borç batağına düşüren patronlar Du kez diyorlar ki: - Arjantin'e bak, Meksika'ya bak, kime istersen bak!.. Devletin elindeki KİT'leri haraç mezat piyasaya çıkardın mı eline 10-15 milyar dolar geçer, kamu açıklarını kapat- tın mı enf/asyon canavan durulur; çünkü bu canavar, ancak doyup da sindirim sistemi çalışmaya başladı mı uyuyabilir... iflastan kurtulmak için malını mülkünü satmaya kalkı- şan işadamı kafasındayız. Ama, bu mal kimin? Soru ve sorun burada düğümleniyor. Devletin malını satıp emekçileri sokağa döktükten ve gelen paracıkları bir avuç imtiyazlıya peşkeş çektikten sonra yine çarçur etmelerini seyredeceksek, yazık bu ülkeye, yazık bu hal- ka!.. Şimdiye kadar borçlana borçlana, sata sata yedik.. Daha bitiremedik... e ^ramofon'da NÜKHET ARICA'yı Anma Gecesi 31 Ağustos 1993 Salt K ı t ı l Aydın ESEN Senova Ü1KER Ayşe GENCER Kerem GÖRSEV Cem AKSEL ı a S a n a Erol PEKCAN tlkın DENtZ îmer DEMlRER Ayşegül YEŞtLNtL GUrol AĞIRBAŞ t ç ı 1 a r Önder FOCAN Deniz DUNDAR Oguz DURUKAN CanAYER T ü n e l M e y d a n ı N o : 3 T e l : 2 9 3 0 7 8 6 ADSA KIBRIS... KIBRIS... KIBRIS... KIBRIS... KIBRIS... Kİ Her cuma sabohı istanbul'dan 9.30 gidiş, Pazar akşamı 18.3Odönüş. THY ile uçuş+Y.P. konaklomo+Lefkoşe turu dahil 3 gün-2.15O.OOO.-TL YAUKAVAK... Bodrum... Bodrum... Bodrum... Bodru 7 gün - 1.750.000.-TL Varan otobüs bıleti tetnin edilir. Bu turlar ber hafta yapılacakhr. Bızı arayınız... ADSA Turizm. Ortaköy Tel: 259 81 46 istanbul. E v i n i z i n / # h a v a " s ı n ı d e ğ i ş t i r i n . . . Mobiiyalorınızı kastettiğimizi sonmayın sakın! Biz, evinizde gönlünüzce keyif yapmanızı size çok gören o yapış yapış, bunaltıcı sıcaktan söz ediyoruz... Artık, mekanınızda kendi "hava"nızı yaşayın. Temiz ve sağlıklı bir nefes atın. Panasonic Air Conditioner, modası ve teknolojisi geçmiş klimoların pabucunu dama atıyor şimdi. İleri teknolopsiyle havayı 0.01 mikrona kadar tüm tozlardan ve sigara dumanından temizliyor (7.000 Btu/h -12.000 Btu/h'a kadar), evinizi istediğiniz ısıda tutuyor, 24 saate programlanıyor ve sessiz çalışıyor... Ayrıca estetik tasarımıylo do evinizin sıklığını bütiinlüyor. Siz de bir Panasonic.Yetkili Satıcısı'na uğrayın, Panatek'in yaygın servis oğıyla kuşatılmış birbirinden farklı Ponasonic Klimalar'danbirini seçinve evinizin "hava"sını bugünden değiştirin... National Panasonic" D ü n y a n ı n K u l l a n d ı ğ ı K l i m a " Panatek A.Ş. İSTANBUL BÖLGE 272 18 30/31 • İZMİR BÖLGE: 63 64 98 • HERSİN BÖLGE 28 95 SC • »NTAIYA BOLGE 47 02 12
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle