27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 AĞUSTOS1993 ÇARŞAMBA 12 DIZIYAZI BAŞLARKEN Ben bir kadınım...Dünya üzerindeki insanoğullarmın kesin çizgilerle • öncelikle - ikiye aynlmış olduğunu, bu ayırunın çoktaan yapılmışbuitmduğımu, benceğizin de -yinebir kadın olan - ananunkarnmdan çı- kalıberi"ikinci" gruptayer aldığunıfarket- tiğimde, söz konusu durumu değiştirmek için yapabüeceğim birşeyyokmuş gibiydi. Bütün tnesele de vücutlarımı:ın, ana karnmdan çıkarken bile birbirlerinde ayrılan bazı özellikleriolmasmdmkayriaklamyordu. Bence yeni vesasırtıa olan bu durumu kolayca anlayabildiğimisöyleyemem. Osaaıekadar kendimiyalnızca "insan"zannediyordum. Birdenbire, neresine sığacağımı bir türlü kestiremediğim bu çerçevenin içineyerleşmekte güçlük çektim; hem de epey uzun bir süre...Bu stkmtıyı çekmem için herkes elindengeleni yapıyordu. Eteğimin altuıdanelerolduğunu küçücük yaşlarımaan itibaren merak edenlerin sayısı nedense çokfazlaydı. İlkokulda önlük eteklervnidüşey tuımak için çektiklerım, bakton ki. ötekiktzlarmkindenfarkh değilmis... Ben ki, ağaç tepelerinden inmezdim; bir anda herkes - sanki gaipten sesler duyntuşlar gibi - ağaca çıkmamıyasaklamayabaşladı. YaşUerkdikçe rmıhtelifyasaklar ve benceyeni saçmalıklar ortaya çıkıyordu. "Herkes" gibibakmamalı, "herkes" gibiyapmamalıydım. "Herkes"demek, "erkekler"demek oluyordu. Nereyerastiarsa gözümü dikip bakmam, kıkırdamam Jıkırdamam "ayıp"diye bir laflanitelendirilebilirdi. Peki. o zamana kadar birlikte ağaçlara çıkabildiğim oğlanlarkıkırdayıpftkırdıyorduda,ben...niye?... "Niye"lere cevap aramayabaşladığımda, insanoğullarıntn ayırımcıniteliklertni keşfetmek yolunda hızlakoşturmaya da baslamışttm. Dilim bir kans dısarıdaydı arna nelerneler öğreniyordum, ortaokul, lise, üniversite dönemlerimde; daha sonra meslek yaşamı başladığında. Insanlar önce ikiye sonra daha birçok sayıya bölünüyorlardı. Ayırımm sonu yok tu. Dünya üstünde' 'insan''adı altında yaşamak hiçdebasiı birşey değildi. "İnsan " diye nitelendirilenyaratığın kağıı üzerindeki tariflerine kendiniuydurmak hiç kolay değildi...de, bu işi üstelik kadınken kanıtlamak galiba daha zordu! Ben hem insan, hem de kadın olarak doğmustum, üstelik Türkiye 'deyaşıyordum ve çoğunluğun yapmadığı bir is yapıp, yazmaklafilan uğraşıyordton. Nasıl, "kadın" cinsinden yaratdmıs olduğumufarkettiğimae daraltüaradüştüysem, tüm bu özelliklerbir arayagelince de darlaragirdi ruhum. O zaman, bir zamanlar banaöğretildiğigibi yapmayıp, gözüm nereye değdiyse, dik dik o noktaya bakıp, elrafta neler olupbittiğinikeşfetmeye çalıştım. İletişim çağının koşar adun üerlediği, dünya ınsanlarmm birbirlerinden deligibietkilen- diği, herkesin herkesten haberdar olabildiğibir ortamla çevrelenmiştik. Artık kimse "Bizim buralarda adet böyledir...''deyip, kestirip atamazdı. A tarsa, dünya da onu kestiripatıveriyordu. tnsanltk birbirine adun uydurmak için kıyasıyayarısıyordu yine birbiriyle. Türkiye 'yesığınıp başırn kuma gömmek bile işe varamıyordu! Yine o zamangördüm ki, Türkiye'de hep böyle olagelmiştir. Türkiye, Türkiye Cumhuriyetiolalıberiinsanlığın gelişimlerine, kendi koşulları içindeadun uydurmanın zorunhtluklartnı ve zorluklannı yaşamışttr. Kimi zaman ayağına üç numara büyük gelenpabuçlargeçirip uzun soluklu maratonlarda, o maratonların şeytanlarıyla yarısa da kalkmıştır. "Türkiye biryana, kadın bir yana..."olamamıstır elbelte bu durumda. Türkiyeneise, kadın daonun içinde "eiinin hamuruyla" dünya koşullarıyla ülkekoşullartnıyogurup, özelkoşvllarını da özenleserpeleyip, kendine lezzetlîbir ortam hazırlamanın çabasmagirişmiştir. Böyle bir ortamın nerelerden başlanıp, nerelerdengeçilerek nereleregelinmek üzere, hazırlandığı araştırmak için vola koyuiduğumda, iki olgudan çok etkilendiğimi içtenlikle itirafederim. Birincisi, herşeyde olduğugibibu konuda da ''ilk' lerin çabalarının ne denli büyük özverileredayandığmı, ne zorlusavaşaianlarmda at koşturulduğunu görmek. İkincisi ise, özellikleson on-onbeşyü içinde, tüm yapümış edilmisleri derlemek, toplamak, başkalarınagöstermek için ne denli kapsamlı çalısmalann, nasılçalışkan ınsanlar -özelliklekadmlar- larafındanyapıldtğına lanık olmak. Bu, bir kadınlık hikayesidir; 19.yy 'ın sonlarıyla20. yüzyılm sonları arasında. dünyaya bağımlı, dünyadakıgelismelere ayak uydurmak isteyen Türkiye adlıülkede geçmektedir. Yazarı Türkiye koşullannda vetişmiş bir kadındır. Zeynep AVCI -1- nu onyedi yaşındayken evlendir- diler. Onaltı yaşına gelmeden, doğduğu İstanbul'dan iki kez aynlrraş, Halep'i Şam'ı görmüş, yedi yaşındayken okumayı yaz- mayı su gibi öğrenmiş, okuma- yazma tutkusunu oniki yaşında Fransızcadan çeviriler yapmaya kadar vardırmış, Ahmet Mithat Efendi'nin manevi kızı olacak ka- dar kağıda kaleme düşkün hale gelmış gencecik bir kızcağızdı ki, evleniverdi. Okullara gitmek adetten değildi. Zaten okullar pek yoktu ki... lyi ailelerin çocuklan özel hocalardan ders alırlar, iyi ailelerin kızlan da münasip bir kısmet çıkınca 14 ila 18 yaşlan arasında kocaya varmazlarsa res- CariyeliktenHanımefendilige Kadının Güncesi Hazırlayan: ZEYNEP AVCI Tanianalı bir düğünle evlendiama, ne de olsa toy bir kızcağızdı. Okuyupyazmakla bir adamı anlamanın becerüemeyeceğini, kocası Mehmet Faik Bey ile sohbet etmeye kalkıştığı zaman anladı. Koca, sohbet-mohbet beklemiyordu.. Türk romanına ilişkin başvuru kaynaklarından çoğunda Fatma Aliye Hanım 'ın romanları 'ilk 'lerin arasında sayılmaz. Bırakın herşeyi, romanlarından,ya da eserlerinden biribile, şimdiki dilde okunur halde ortalıkta dolaşmaz. Kadının adıvarnuych?men evde kahr gibi olurlardı. Tann şans serpeler- ken yeryüzûne, Fatma Aliye'ye bol şans düşmüş, "iyi" bir ailenin pınl pınl zekalı bir kızı olmanın mükafatını görmüş... Kısacası iyi eğitilmiş, iyi ye- tiştirilmişti. Evlendiğinde, şimdiki tarih hesabına göre yıl 1879'du. Kocası kendınden dokuz yaş büyük bir yaverdi. Onyedi yaşındaki Fatma AUye kocası- ndan daha iyi Fransızca biliyordu... Ağabeyi Ali Sedad Bey için konaklannda haarlanan kimya laboratuvannda cirit atuğı için bilimden, fenden haberi vardı. Onbir yaşındayken koca kitaplar ezberlediğin- den edebiyat, tarih, felsefe.. bana mısın demiyor- du! Tantanalı bir düğünle evlendi ama, ne de olsa toy bir kızcağızdı. Okuyup yazmakla bir adamı anlamanın bece- rilemeyecegini. kocası Mehmet Faik Bey ile soh- bet etmeye kalkıştığı zaman anladı. Koca, sohbet- mohbet beklemiyordu... Evliliğin hikmetleri Konağın lambalan teker teker yakıhp akşam karanlığı çöktüğünde. memleket meseleleri yü- zünden saray kapılannda koşturmaktan yorgun düşen Mehmet Faik Bey, yalnızca iki şey bekli- yordu: Mükellef bir yemek ve mazbut bir yatak. Fatma Aliye ikısini de becerdi. Fransızcaya ve kara gözlerinin akiannı kızartırcasına okumaya harcadığı zamanlar dışmda annesi Rabia Hanim'dan öğrendikleri. evi çevirmeye yetip artı- yordu da... Ya babasından, öğretmenlerinden, Ahmet Mithat Efendi'den öğrendikleri n'ola- cakü? Bir gün eve erken dönmüşolmah Mehmet Faik Bey. Boğaz esintilerinin tath tatü serinlettiği ah- şap köşkün bir köşesinde Fatma Aliye'yi, genç kızlığından kahna heyecanıyla Kırk Anbar Mec- muası ya da beyefendinin iyi anlayamadığı bir Fransızca roman okurken yakalamış olmalı... Kimbilir, belki böyle olmadı.. ama nasıl olduysa oldu, Fatma Aliye'nin kocası evde roman okun- masını yasakladı! Evliliğinin hemen ertesinde gebe kabvermişti zaten. Karnı büyümeye başlarken, evde ne ka- dar okunacak malzeme varsa sandıklara kaldı- np yok etti. Beş yıl boyunca da kadınhğın tüm tevekkülü ve metanetıyle iki kız çocuk doğy- rup, evin genç sahibesi olma görevini başanyla sürdürdü. Minik Ayşe beşiğinde mınldanır, biraz daha büyük Hatice ahşaplann üstünde tıpır üpır koştururken Fatma Aliye'nin ruhuna yine o okuma-yazma şeytanlan girmiş, eline Eugene Sue'nün "Les Sept Peshes Capitaux" (Yedi Bü- yük Günah) adh kitabını almış, kocasının emrine uyup okumuyor, ama tercüme ediyor- du! Sonra baktı ki adamın biri, aynı kitaptan çevirilere başlamış.. vazgeçü. Küçük kızlann iyice palazlandıklan bir ara- da, artık Paşa rütbesi taşıyan Mehmet Faik, Fatmâ Aliye'yi konağın loş ve hoş bir odasmda bir kez daha "suçüstü" yakalamış olmalı. Bir de bakmış (olmah) ki, artık 26 yaşlanndaki kansı bu kez elinde George Ohnet'nin " Volon- te" adh romanı.. okumuyor sanki ama hanl hanl "tercüme" ediyor. Yapılacak birşey yok- tur. Okumakta, tartışmakta, düşünmektedir. İnsan düşünceye nasıl "dur!" diyebiür? Fatma Ah'ye, Fransızcadan çevirdiği kitaba gömülmüşken, lstanbul kadınlan Tanzimat'rn getirdiği batıhlaşma hareketlerinin rüzgânna kendilerini pek güzel bırakmışlar. "Bon Marc- he", "Mayer", "Orozdibak", "Şişman Yan- ko", "Tiring"' gibi mağazalardan aldıklan Şam ipeklileri, Bursa kumaşlanyla moda defıleleri- ne gider ohnuşlardı. Sanılmasın ki, Fatma Ali- ye Hanım bir kitap kurdudur da, bir hırka, bir entari geçirip sırtına. terhklerini şıpırdatarak dolaşmaktadır! Haşa! Tüm kılık-kıyafetten ha- berlidir; ne gjyilmeli, nasıl giyilmeli. hangi ku- maştan ne dikinmeli... Hepsini düşünmüştü. Uzun sözün bsası, Fatma Aliye konağa hapsolup kuruyup kalacağına, istediği sularda yüzebilmek için Ohnet'nin romanına binip, asıldı küreklere. Vakit bir akşamüstü olmalı... "Bey"in eve dönme saatlerinde "Hanım", çe- virdiği romanı koltuğunun altına alıp geçti mi acaba Faik Bey'in karşısına? Faik Paşa kansımn dalıp gittiği eserin çevirisini şöyle bir okuyup başını "pek güzel" anlamında sallayı- nca fırsat değerlendirilmiş obnah. Roman "Me- ram" başhğıyla, çevirmen olarak da "'Bir kadın" imzasıyla yayınlandı. Kızılca kıyamet de o zaman koptu. Bir kadın-mış, öyle mi? Bir kadın nasıl becerir de koca Fransızın romarunı tercüme edebilirmiş? "Bir kadın" dediğiniz Ahmet Cevdet Paşa'riın kızı, Ali Sedad Bey'in de hemşiresi değil mi? Oldu işte! Ya babası, ya agabeyi tercüme etmiş- Kitaplan: Adı, türü.yayın tarihi: Meram, çeviriroman 1889-19901Hayalve Hakikat, roman, İ.Mithatik 1891-1892/ \isvtm-ı Islam, anı-inceleme 1891-18921 Muhazarat, roman 1892-1893/L'di, roman 1897-1898ILevayih-i llayat rotnan-mektuplur 1897-18981 Taaddüt-Û Zercata Zeylde- neme-arastvrma 1898-18991 Teradm-i Akvtd-i Felasife,felsefe yazılan 1899-1900/ Samdaran-i Zenan-t tslamiyan, hayat hikayeleri 1899-1901Itstila-i Islam, tarih 1900-1901/Enin, roman 19101Kosova Zaferi ve Ankara Hezimeti, tarih, 1912-1913)Ahmet Cevdet Paşa ve Zamaıu am- lar-biyografi1912-1913}Tezahir-Ü Hakikat ( Yayınlanmadı). Efendi'nin kaleminden anlatıyordu. tşin daha güzeli, romanın kurgusu- nu birlikte yapmışlar, bu iki gencin neden "mes'ut ve bahtiyar" ola- madıklannı değişik bakış açılanyla anlatabibnek, kadın ve erkeğin "his- siyaunı" vermek için iki bölümü ayn ayrv kaleme almışlardı... Kadının adı ortaya çıkınca... Gelelim şimdi işin sonraki yanı- na... Fatma Aliye Hanım, ustası ve koruyucusu Ahmet Mithat Efendi'- yle ortaklaşa roman yazıp da köşesi- ne çekilecek tipten biri obnadığını hemen bir yıl sonra gösteriverdi. "Muhazarat" adh romanı 1892 yılında, Matbaa-i Ebuziya tarafi- ndan basılıp yayınlandı. Bu kez imza, ayan-beyan ortadaydı: Fatma Aliye. "Bir kadın" olmaktan çıkmış, kendi olmaya karar vermiş- ti. Belki de kafası kızmıştı, belki de yapacaklannm bu kadarla kalma- tir... Kadın kim.. tercüme kim! Millet böyle söylene, homurdana dursun, Fatma Aliye ter- cümeyi de bir yana bırakmış, kendi yazacağı bir eserin peşine düşmüştü. tşte o sıralarda ba- bası Ahmet Cevdet Paşa, Adliye Nazuiığmın kapısından bir çıktı, bir daha da geri dönmeyi- verdi. Emekli olunca ilk işi, zekasına, bilgisine, yeteneğjne saygı duyduğu, üstelik "Meram" çe\irisi yüzünden de iftihar ettiğj kızının yaa hayatıyla ilgilenmek oldu. Eh... Paşa Baba gelip işe el koyunca damat Mehmet Faik ne diyebilir? Bir de baktı ki, artık kansını evin bir köşesinde gizlice okurken ya- kalamıyor. ama Ahmet Cevdet Paşa ik Fatma Aliye geçmişler masanın başına, birlikte oku- yabileceğini kendi de görmüştü. Henüz otuz yaşındaydı. Mehmet Faik Paşa ne yapmıştır acaba bu ara- da? Kızkardeşi Emine Seniye ile mektuplaşma- lannı gizlice kanştırmış olamaz. Belki durum- dan hoşnut olmaya bile başlamıştır. Yabana kadınlaria sohbetlerinde, baktı ki Fatma Aliye, bu ecnebiler bizi yanlış tanıyorlar. pek kızdı, pek öfkelendi. Avrupalı gezginlerin hakkımızdaki yanlış düşüncelerine4öfkesiyle oturdu bir eser daha yazdı:"Nisvan-ı Islam". Yani "Islam Kadınlan". Artık gazeteler önce "bir kadın"dır deyip umursamadıklan Fatma Aliye'ye sayfalannı açmışlardı. Daha romanı piyasaya çıkmadan. Tiırk k adınının yaşamından bazı tarihler 1839 Tanzııaat-ı Hayriye fermaru ilan edildi. I 8 d Avrupalı ebeler, tstanbul Tıbbiyesmde kadınlar için ebelik kurslan başlattıkr 1847 Hukuken kız ite erkek evlat arasındakı eşûsâzHk: kısnıen şderilerek, her ikisine de eşit miras hakkı tanıyan bir irade-i seniyye yayınlandı. 1847 Esir ahm-satımı yasaklandı. 1858 îlk KJZ Rüştiyesi (üse) lstanbul, Sultanahmet'te acddı. 1868 Günlük Terakki gazetesi pazar günkri kadınlar için btr ek vermeye başladı. 1869 Yedikule'de (lstanbul) Kız Sanayi Mektebi açddı. 1870 Kadınlar için ilk süreküyaym, Terakkî-i Muhadarat yaymlanmayabaşiaodı. 1870 Dar-ül Muallimat (Kız Oğretmen Okulu) açıkh. 1873 Tersane işçilerinin grevine kanlan ve b z kardeşteri de katıkiı. 1873 Dar-ül Muallimat ilk 1? mezununu verdi ve ilk altı kadın oğretmen, Fahriye, Münire, Fat- ma, Nigar, Zehra ve Hatice Hanımlar kız rûştiyesine atandılar. 1875 tstanbul'da Amerikan Kız Koleji açıldı. 1876 İstanbul'da kız rüştiyeterinin sayısı dokuza çıktı. 1882 Nüfus sayımlannda (Istanbul'da) kadınlar da sayıknaya baştandı. 1886 İstanbul'da üç yeni kız sanayi mektebi, Üsküdar, Aksaray ve Cağaloğlu'nda acıidı. 1886 Arife Hanırn yönetiminde, kadmlar ^in Şükufezar dergjsi yayuılamnaya başlandı, 1887/Şubat Mürüvvet Gazetesi, Abdülhamit'in desteğiyk kadınlar için Mürüvvet Dergisi çıkar- maya başladı. 1889II.Abdülhamit kadmlann sokağa çarşaf ik çıkmalannı yasakladı. 1889 Hatice, Semiha ve Rabia Hanımlar yönetiminde Parça Bohçası yaymlanmaya başjandı. 1895/Ağus. Haftaiık ve Ikuruş'a satılan Hanımlara Mahsus Gazete yayınına başladı. 18% Fatoıa- AHye Hanım ve arkadaşlan Uk kadın derneğirB kurduJar Muhadenet-i Nisvan (Kadın Dayaruşması). 1897 Fatma Aliye Hanım Tûrk-Yunan Savaşı'nda yaraianan askerlere yardjm amaayla Cemi- yet-i tmdadiye'yi kurdu. yorlar. Mesnevi-i Şerife, Kaside-i Bür'e, tbn-i Haldun Mukaddimesi hallaç pamuğu gibi atıhyor baba-kız tarafından. Aristo, Eflatun bir yanda.. İmam-ı Gazab, îbn-i Rüşd öte yan- da, karşılaşünhyor. Ahmet Cevdet Paşa ara- basına binip kendi evinin yolunu tutuyor, ama Fatma Aliye durmuyor. Konağın bir odası- nda gaz lambalan neredeyse bütün gece yanı- yor. Descartes, Spinoza, Comte okuyor Fransızcadan. Sabah babasıyla karşılaştığı- nda yine derin denizkre dalıp gidiyorlar... Öyle bir dalıyorlar ki, Hatice ile Ayşe unutulu- yor bir köşelerde. Ahmet Mithat Efendi ile bir- likte yazdıklan "Hayal ile Hakikat" romanı yayınlandığında, yıl 1891... Fatma Aliye 29 yaşındaydı. Hatice onbirini sürmekteydi, Ayşe de sekiz yaşının başlannda... Roman, Tercü- man-ı Hakikat gazetesinde tefrika edikneye araük ayı ortalannda başladı. Ahmet Mithat Efendi'nin yanındaki imza yine "Bir kadın"dı. Türk edebiyat tarihinin iki imzalı ender ro- manlanndan biri olan "Hayal ve Hakikaf'in ilk bölümü, Vedat adında bir genç kadıru an- latıyordu ve Fatma Aliye yazmışü. İkinci bö- lüm ise Vefa adında bir genci, Ahmet Mithat "Nisvan-ı İslam" Tercüman-ı Hakikat gazetesi sayfalannda yaymlanmaya başladı. Fatma Ali- ye, hararetle kadınlan anlatıyordu. Evine gelip de Türk ve İslam kadını hakkmda tuhaf bilgiler ışığında tuhaf sorular soran ecnebi kadınlara verilen bir yanıttı bu. Dahası, "Nisvan-ı Islam" Arapçaya, İngiUzce ve Fransızcaya çevrildi. Gazetede yayınlanma- sından üç yıl sonra, Nazime Rukiye Hanım'ın çevirisiyle, "Les Musuhnanes Contemporaines" başUğı altında, Lemerre yayınevince Fransızca baskısı yapıhyordu. Almış başını gidiyordu Fatma Aliye Hanım. "Muhazarat"m yayınından bir, Nisvan-ı İs- lam'ın tefrika edilişinden iki yü sonra, adı Yeni Dünya'ya kadar duyuldu, Chicago'daki bir ser- gide biyografisi ve eserleri sergilenince İstanbul'- da ya da birkaç büyük kentte değil, dış ülkelerde de bilinir oluverdi. Doludizgin bir faaliyet.. Dünya kadınlaruun kıpır kıpır olduklan bir dönemdi bu. İngiltere ve ABD, kadınlara oy hakkı için "Sufraj" hareketinın peşine takılrruş, henüz uzun etekli, uzun saçlı ama akıllan hiç de bsa oknayan kadınlaria kıvıl kıvıl kaynamak- taydı. 1893'te canlannı dişlerine takıp, Ame- rika'nın birkaç eyaletinde seçme ve seçilme hak- lannı çaur da çatır almazlar mı? İster istemez Osmanh'nm payitahtı Istanbul'daki, bununla da kalmayıp Selanik'teki hanımlar kıpırdanma- ya başladılar. "Hammlara Mahsus Gazete'", 1895 yıhnın ağustos ayında yayınına başladı. Haftada bir çıkıyordu ve bir kuruşa satıhyordu. Elbette ki Fatma Aliye yazarlan arası- ndaydı... Sadece o dergide değil daha birçok der- gide kalem oynattı: "Mehasin", "Ümmet", "înkılap" dergileri yazılanna asla "hayır" de- mediler. öfkesi tathydı. özellikle Osmanh kadınım küçük gören Avrupalılara kızgınhğı bir türlü dinmek bilmiyordu. istanbul'da yedi yıl yaşadıktan sonra, Avrupa'ya dönüp izlenimleri- ni "Doğu Kadınlanyla Batı Kadınlan" adh bir kitaba aktarar» Emile Jutiard'a iyice ateş püs- kürdü. "Hanımlara Mahsus Gazete"nin 91. sayısında, bu gezgin mösyöyü yerden yere çal- makta, suçlamaktaydv. "Mösyö Juliard'ın tstanbul'da yedi sene değil, yedi saat bulunması, sabahlan akın akm küçücük kız çocuklanmızın ellennde çantalan ve büyücek hanım kızlanmızm da sırtlannda yeldirmeleri, kollan üzerinde bulunduklan sınıflann işaretini müş'ir (gösterir) şeritleri olduğu halde, ibtida'iyye (il- kokul) ve rüşdiyye (ortaokul) mekteblerine git- diklerini görmek kafı idi. Fakat, yedi sene müd- det lstanbul"da oturup da bunlan görmeyince, şimdi şu günlerde dahı bulunsa, hanımlann ga- zetelerde yaa yazmakda olduklannı görüp öğ- renemeyecekmiş..." Babası Ahmet Cevdet Paşa gözlerini yumalı ve Fatma Aliye'yi bir öksüz hüznü ile başbaşa bırakah henüz bir yıl olmuştu. Öyle bir babaydı ki, sağlığı yerinde oldukça Fat- ma Aliye'ye ne biliyorsa aktarmaktan ölene dek vazgecmedi. Felsefe bitti tarih başladı. tarih bitti edebiyat sıraya girdi ve Cevdet Paşa ile Fatma Ah'ye, sanki hiç bitmeyecek bir öğretmen-öğren- ci ihşkisi sûrdürdüler. Henüz ondokuzuncu yüzyıl bitmemişti. Osmanh Devleti sarsıhp ken- dine gelmeye, hızla değişen, gelışen dünyaya uy- maya çabahyordu. Toplum saraya doğru batı rüzgârlanm püskürttükçe Osmanü yönetimi dal- galanıp duruyordu. II. Meşrutiyet'e doğru Fatma Aliye Hanım'ın bundan sonraki ya- şamı, herhangi bir uygar toplumdaki kadın ya- zann yaşamı gibiydi sanki. Uçüncü romanı "Re- fet" yine tefrika olarak "Tercüman-ı Hakikat"- te, Ahmet Mithat Efendi'nin önsözüyle, 1897 yı- hnda yayınlandı. Bir yandan gazete yazılan sür- dü, öte yandan demek çahşmalan arttı. Türk- Yunan savaşında yaralananlann imdadına ko- şacak derneği de kuran O'ydu, kızkardeşjnin Se- lanik'teki arkadaşlanyla kurduğu dernek için fı- kir veren de O'ydu. 19O8'de II. Meşrutiyet ilan edilirken bir başka dernek, "Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti", bu kez Fatma Aliye'nin baş- kanlığında kuruldu. Ayan-beyan savaş mı bu? Osmanh kadı- nlannın imdat çağnsı mı, Fatma Aliye Hanım'- ın topluma tanınan özgürlüklerin dağıtımını be- ğenmeyişi mi? Üstehk kimbilir neler olmuştu bu aralarda ki, artık iki kız çocuk daha dolaşıyordu konağın içinde. İlk kızı Hatice 20, kendi 38 ya- şındayken, yirminçi yüzyıhn tam başında, bir kız evlat daha verdi Mehmet Faik Paşa'ya. Minik Nimet daha ayağa kalkmadan, hemen bir yıl sonra, bir evlat daha ve yine kız... Onun adını da İsmet koydular. II.Meşrutiyet ilan edil- diğinde Fatma Aliye Hanım'ın kimi çeviri, kimi inceleme, kimi roman, onbir adet eseri, yüzlerce makalesi yayınlanmıştı, dört tane kız çocuğu vardı, bir sürü dernek faahyeti içindeydi ve topu topu 46 yaşındaydı! Tarih'i oluşturmakla görev- lenmiş ınsanlar Fatma Aliye Hanım'ı iyi tanıta- madılarsa, yazdıklannı kimse okumuyor, adını herkes bilmiyorsa, kabahat onun değildir. Türk romanına ihşkin başvuru kaynaklanndan ço- ğunda Fatma Ahye Hanım'ın romanlan "ilk"- lerin arasında sayılmaz. Bırakın her şeyi, roman- lanndan ya da eserlerinden biri bile, şimdiki dil- de okunur halde ortalıkta dolaşmaz. İstanbul'- da, Atatürk Kitaphğı'nın bir köşesinde Fatma Aliye evrakı öylece durur, titiz araştırmacılar- dan başka kimse semtine uğramaz. Türk kadınının kalemiyle zafer kazanmış Uk örnekle- rindendir. Yaruı: 'Eyvah! Gazetede fcf^^ı-»»^ fotoğprafı mı çıkacak?* POLTTIKAVEOTESI MEHMED KEMAL Bir Romamn Öykûsü... Faik Baysal'ın Sarduvan'ını görünce belleğim aldı, yıllar ötesine götürdü. Kitabın kapağına bakıyorum, üçüncü basımı. Ama ilkbasımı 1944 yılında. ilkiki basım- da yüz sayfalık bir bölüm hep eksik yayımlanmış, zorun- lu yasak... "Ben," diyor Faik Baysal, "Bu romanı ondo- kuz yaşında, İkinci Dünya Savaşı sırasında, karakollar bir yana muhtarlıklann önünden geçmeye korktuğu- muz, devlet yönetiminde bulunanları eleştirirken evleri- mizde bile sesimizi kıstığımız tek parti yönetiminde yazdım." Yayınevterine götürüyor, basmıyorlar. Savaş yılları lstanbulu'nda, uzun süren bir Beyoğlu gecesinde, yarı sarhoş yarı ayık bir gecede tanıdım ya- zarı. Şiir yazıyor, roman yazdığını gizliyordu. Fatih'te oturuyordu. Bekar odasına gittik. Geceyi orada geçir- miştim. Demek evsiz barksız gecelerimden biriydi. Ner- de akşam orda sabah.. Edebiyattan başka bir dünya tanımadığımız yıllarday- dı. Cebimiz üç beş kuruş harçlık gördü mü, ver eiîni Is- tanbul der, soluğu Dersaadet'te alırdık; elimiz avcumuz- dakiler tükenince de Ankara'da... Bitmeyecek sanılan gençlik, hemen yakamıza yapışan yoksulluk... Sarduvan bu karanlık yıllarda çıktı. Tuğla kalınlığında yaz yaz bitmeyen romanlardan biriydi. Şimdi bu kitaba "romancılığımızın temel taşlarmdan" deniyor. Sansür ve korku yüzünden yüz saytası eksikti. Şimdi yeniden basılan kitaba hem yüz sayfa konuyor, hem de yeni yer- ler ekleniyor. 20 yaşın sivrilikleri törpüleniyor. Kitap çıkmışn ama sorun da olmuştu. önce kitap toplatılacak sanılmıştı, toplatılmamıştı. Evin basılacağı beklenmişti, basılmamıştı Sorguyaçe- kileceği düşünülmüştü, savcılık sorguya çekmiyordu. Fısıltı gazetesinin çıkardığı söylentiler tıs diye sönmüş- tü. Kitaba adını veren "Serdivan", Sakarya kıyılarında küçük bir kasabaydı. Yazar, Serdivan dememiş, biraz saklar gibi Sarduvan demişti. Kitap çıkmadan önce bir- kaç bölümü "Uyanış" dergisinde yayımlanmıştı. Bunda Oktay Akbal'ın emeği vardı. CelatetÖn Ezine'nin de adı- nı anmak gerekir. Nâzım Hikmet'in akrabası olan Cela- lettin Ezine, çıkardığı "Hamle" dergisinde kitabı övgü- lerlekarşılamıştı: "... Faik Baysal'ın romanında Batı romancılarının nite- liklerini sezdiğim içindir ki, onu gelecekte uiuslararası roman yazabiiecek adaylar arasında görmekteyim. Sar- duvan, bir başlangıç için üstün bir değer belirtiyor. Be- nim roman anlayışıma göre, Türk roman edebiyatının uzun zamandır beklediği Batılılığı müjdeliyor. (..) Sardu- van, kendine özgü bir başkalık ve aynlık beiirtmekle bir- likte anlatım, tipler, tasvir ve irdelemeleriyle Rus roma- nının izlerini taşımaktadır." O yıllarda Rus romanı henüz bize gelmemiş, sonradan çoğalacak çeviriler de yoktur. Faik Baysal, geçende, Sarduvan'ın yeni basımıyla ga- zeteye geldi. Pek öyle ortalarda dolaşmaz. Kendini sa- dece yazıya vermiş, Saroz Körfezi'nin oralarda bir yer- deoturuyordu. Kilovermiş, incecikdalgibiydi. 'Sağlığın r)asıl"d\ye sorduğumda, "Sağhğımı kiloma borç/uyum" dedi. Sarduvan'dan başka birkaç romanı, öyküsü vardı. Gö- zü ne olsa gene şairlikteydi. Şiir kitapları vardı, onları da yeniden bastıracaktı. Eski şairler böyledir, romanları da olsa, öyküleri de olsa gözter gene şairliktedir. Unutulur gibi olan şairi karşımda yeniden görünce çok sevindim. Geçmişten bir "pancur" açılmış gibi oldu. Yahya Kemal "yandan" diyor, biz "geçm/şfen"diyelim... "Birdenbire bir pancur açılmış gibi." BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SAĞA: 1/ Kendiliğinden olan. 2/ Verdi'nin ünlü bir opera- sı... At üzerinde değnek- lerle oynanan top oyunu. 3/ Bir nota... Habes soy- lusu... Utanma. 4/ Islam hukukunda, dul kalan bir kadının yeniden evlen- mesi için beklemesi gere- 6 ken süre. 5/ Eski dilde -. diyalektik anlamında kullanılan sözcük... Du- 8 dak boyası. 6/ Iskambil- g de bir kâğıt... Beürti, işa- ret. 7/ Bir çeşit koruyucu başhk... Akdeniz'de, hapishanesi ile ünlü küçük bir Fransız adası. 8/ Kuzu sesi... Kesimi pantolona benzeyen bir tür şalvar. 9/ Doğu Karadeniz, özellikle Rize yöresinde dokunan çamaşırlık ince bez. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Üstünde ölü yıkanan kerevet. 2/ "Ne olur kim olduğunu bilsem - - -'nın/Ellerini bir tutsam ölsem" (Attilâ İlhan)... Yeniçerilerin ka- yvtlı olduklan kütük defteri. 3/ Ateş... İlkel benlik... Baş. 4/ Nar, erik, kızılcık gibi yemişlerden yapılan pekmez. 5/ Adaletle ilgj- li... Mısır'ın plaka işareti. 6/ İrin birikimi... Güney Amerika'da; bir ülke. 7/ Numaranın kısa yazıhşı... Ulaşım yollannın yayalar ve her türlü taşıt tarafından kullanılması. 8/ Bir göz rengi.J öğütühnüş tahıl... Çin'de Buda'ya verilen ad. 9/ Dağlann olu- şumunu inceleyen bilim dah. C'est la vie! E S K İ Y A L I R E S T A U R A N T K a y ı k h a n e b a r * * * Perşembe-Cuma-C.tesi / Tahsin-Selim-lzzet Caz Oçlüsü Kl 7X.l NCl K - İSKF.LE YAM \o:lsl C : 333 01 77 BOGAZLIYAN SULHHUKUK HÂKİMLİĞt'NDEN DosyaNo: 1992/52 Esas Davacdar Tülin, Neşe, Şevket Murat, Filiz ve Buket Hokkaö- meroğlu vekili Av. Ali Sarıgül tarafından, davaklar İsmet Ruhi Hok- kaömeroğlu ve arkadaşlan aleyhine mahkememize açüan Boğazlı- yan ilçesi sınırlan içinde kain Kemaliye Mahallesi, ada 228, parseller 2 ve 4, Çarşı Mahallesi, ada 10, parsel 22, ada 14, parsel 68, ada 29 parseller 1,2 ve 3 sayıh. Yukan Mahalle, ada 379, parseller 1 ve 2 nolu taşınmazlar hakkındaki ortaklığın gidenlmesı davası nedeniyte; Dahili davalılardan Seyho (Şeyho) Koyuncu, Çicek Ünsal, Sün- dûz öcal, Hud Öcal, Ayşe Korkmaztürk, Halis Boyraz, Kazun Boy- raz, Haül Boyraz, Mustafa Boyraz, Alaattin Boyraz. Mevludiye Boyraz, Mahmut Boyraz, Ahmet Boyraz. Gülsüm Bo>Taz, Muradi- ye Boyraz, Gülay Boyraz, Kemal kızı Emine Boyraz ve Mehmet kızı Etnine Boyraz adınaçıkanlan dava diiekçesı ve duruşmagûnüne havi teblıgaüar davalılara tebliğ edilernemiş, zabıta marifetiyle de yaptın- lan tahkikatlardan davalılara tebliğ edilememiş. 2abıta manfetiyle de yaptınlan tahkikatlardan davalılann adresleri tespit edilemediğinden davahlar adına üanen dava dilekçesi özeti ve duruşma gün ve saatinin tebliğine karar verilmiş ve duruşma 16.09.1993 günü saat 9.00'a atıl- mışur. Yukanda yazıh gûn ve saatte adı geçen davalılann veya tetnsilcile- rinin belirtıfcn gün ve saatte haar bulunması, aksı takdirde yargıla- manın yokluklannda yapılıp devam edilecegi, HUMK'nun 509 ve 510. maddeleri gereğince dunışma gün ve saati ik dava dilekçesi özeti yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 50459
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle