Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 18 AĞUSTOS1993 ÇARŞAMBA
12 DIZIYAZI
BAŞLARKEN
Ben bir kadınım...Dünya üzerindeki
insanoğullarmın kesin çizgilerle • öncelikle -
ikiye aynlmış olduğunu, bu ayırunın çoktaan
yapılmışbuitmduğımu, benceğizin de -yinebir
kadın olan - ananunkarnmdan çı-
kalıberi"ikinci" gruptayer aldığunıfarket-
tiğimde, söz konusu durumu değiştirmek için
yapabüeceğim birşeyyokmuş gibiydi. Bütün
tnesele de vücutlarımı:ın, ana karnmdan
çıkarken bile birbirlerinde ayrılan bazı
özellikleriolmasmdmkayriaklamyordu. Bence
yeni vesasırtıa olan bu durumu kolayca
anlayabildiğimisöyleyemem. Osaaıekadar
kendimiyalnızca "insan"zannediyordum.
Birdenbire, neresine sığacağımı bir türlü
kestiremediğim bu çerçevenin içineyerleşmekte
güçlük çektim; hem de epey uzun bir süre...Bu
stkmtıyı çekmem için herkes elindengeleni
yapıyordu. Eteğimin altuıdanelerolduğunu
küçücük yaşlarımaan itibaren merak edenlerin
sayısı nedense çokfazlaydı. İlkokulda önlük
eteklervnidüşey tuımak için çektiklerım,
bakton ki. ötekiktzlarmkindenfarkh değilmis...
Ben ki, ağaç tepelerinden inmezdim; bir anda
herkes - sanki gaipten sesler duyntuşlar gibi - ağaca
çıkmamıyasaklamayabaşladı. YaşUerkdikçe
rmıhtelifyasaklar ve benceyeni saçmalıklar ortaya
çıkıyordu. "Herkes" gibibakmamalı, "herkes"
gibiyapmamalıydım. "Herkes"demek,
"erkekler"demek oluyordu. Nereyerastiarsa
gözümü dikip bakmam, kıkırdamam Jıkırdamam
"ayıp"diye bir laflanitelendirilebilirdi. Peki. o
zamana kadar birlikte ağaçlara çıkabildiğim
oğlanlarkıkırdayıpftkırdıyorduda,ben...niye?...
"Niye"lere cevap aramayabaşladığımda,
insanoğullarıntn ayırımcıniteliklertni keşfetmek
yolunda hızlakoşturmaya da baslamışttm. Dilim
bir kans dısarıdaydı arna nelerneler
öğreniyordum, ortaokul, lise, üniversite
dönemlerimde; daha sonra meslek yaşamı
başladığında. Insanlar önce ikiye sonra daha
birçok sayıya bölünüyorlardı. Ayırımm sonu
yok tu. Dünya üstünde' 'insan''adı altında
yaşamak hiçdebasiı birşey değildi. "İnsan " diye
nitelendirilenyaratığın kağıı üzerindeki tariflerine
kendiniuydurmak hiç kolay değildi...de, bu işi
üstelik kadınken kanıtlamak galiba daha zordu!
Ben hem insan, hem de kadın olarak doğmustum,
üstelik Türkiye 'deyaşıyordum ve çoğunluğun
yapmadığı bir is yapıp, yazmaklafilan
uğraşıyordton. Nasıl, "kadın" cinsinden yaratdmıs
olduğumufarkettiğimae daraltüaradüştüysem, tüm
bu özelliklerbir arayagelince de darlaragirdi
ruhum. O zaman, bir zamanlar banaöğretildiğigibi
yapmayıp, gözüm nereye değdiyse, dik dik o noktaya
bakıp, elrafta neler olupbittiğinikeşfetmeye
çalıştım. İletişim çağının koşar adun üerlediği,
dünya ınsanlarmm birbirlerinden deligibietkilen-
diği, herkesin herkesten haberdar olabildiğibir
ortamla çevrelenmiştik. Artık kimse "Bizim
buralarda adet böyledir...''deyip, kestirip atamazdı.
A tarsa, dünya da onu kestiripatıveriyordu. tnsanltk
birbirine adun uydurmak için kıyasıyayarısıyordu
yine birbiriyle. Türkiye 'yesığınıp başırn kuma
gömmek bile işe varamıyordu! Yine o zamangördüm
ki, Türkiye'de hep böyle olagelmiştir. Türkiye,
Türkiye Cumhuriyetiolalıberiinsanlığın
gelişimlerine, kendi koşulları içindeadun
uydurmanın zorunhtluklartnı ve zorluklannı
yaşamışttr. Kimi zaman ayağına üç numara büyük
gelenpabuçlargeçirip uzun soluklu maratonlarda, o
maratonların şeytanlarıyla yarısa da kalkmıştır.
"Türkiye biryana, kadın bir yana..."olamamıstır
elbelte bu durumda. Türkiyeneise, kadın daonun
içinde "eiinin hamuruyla" dünya koşullarıyla
ülkekoşullartnıyogurup, özelkoşvllarını da
özenleserpeleyip, kendine lezzetlîbir ortam
hazırlamanın çabasmagirişmiştir. Böyle bir
ortamın nerelerden başlanıp, nerelerdengeçilerek
nereleregelinmek üzere, hazırlandığı araştırmak
için vola koyuiduğumda, iki olgudan çok
etkilendiğimi içtenlikle itirafederim. Birincisi,
herşeyde olduğugibibu konuda da ''ilk' lerin
çabalarının ne denli büyük özverileredayandığmı,
ne zorlusavaşaianlarmda at koşturulduğunu
görmek. İkincisi ise, özellikleson on-onbeşyü
içinde, tüm yapümış edilmisleri derlemek,
toplamak, başkalarınagöstermek için ne denli
kapsamlı çalısmalann, nasılçalışkan ınsanlar
-özelliklekadmlar- larafındanyapıldtğına lanık
olmak. Bu, bir kadınlık hikayesidir; 19.yy 'ın
sonlarıyla20. yüzyılm sonları arasında. dünyaya
bağımlı, dünyadakıgelismelere ayak uydurmak
isteyen Türkiye adlıülkede geçmektedir. Yazarı
Türkiye koşullannda vetişmiş bir kadındır.
Zeynep AVCI
-1-
nu onyedi yaşındayken evlendir-
diler. Onaltı yaşına gelmeden,
doğduğu İstanbul'dan iki kez
aynlrraş, Halep'i Şam'ı görmüş,
yedi yaşındayken okumayı yaz-
mayı su gibi öğrenmiş, okuma-
yazma tutkusunu oniki yaşında
Fransızcadan çeviriler yapmaya kadar vardırmış,
Ahmet Mithat Efendi'nin manevi kızı olacak ka-
dar kağıda kaleme düşkün hale gelmış gencecik
bir kızcağızdı ki, evleniverdi. Okullara gitmek
adetten değildi. Zaten okullar pek yoktu ki... lyi
ailelerin çocuklan özel hocalardan ders alırlar, iyi
ailelerin kızlan da münasip bir kısmet çıkınca 14
ila 18 yaşlan arasında kocaya varmazlarsa res-
CariyeliktenHanımefendilige
Kadının
Güncesi
Hazırlayan: ZEYNEP AVCI
Tanianalı bir düğünle evlendiama, ne de
olsa toy bir kızcağızdı. Okuyupyazmakla bir adamı
anlamanın becerüemeyeceğini, kocası Mehmet Faik
Bey ile sohbet etmeye kalkıştığı zaman anladı. Koca,
sohbet-mohbet beklemiyordu..
Türk romanına ilişkin başvuru kaynaklarından çoğunda
Fatma Aliye Hanım 'ın romanları 'ilk 'lerin arasında
sayılmaz. Bırakın herşeyi, romanlarından,ya da
eserlerinden biribile, şimdiki dilde okunur halde
ortalıkta dolaşmaz.
Kadının adıvarnuych?men evde kahr gibi olurlardı. Tann şans serpeler-
ken yeryüzûne, Fatma Aliye'ye bol şans düşmüş,
"iyi" bir ailenin pınl pınl zekalı bir kızı olmanın
mükafatını görmüş... Kısacası iyi eğitilmiş, iyi ye-
tiştirilmişti.
Evlendiğinde, şimdiki tarih hesabına göre yıl
1879'du. Kocası kendınden dokuz yaş büyük bir
yaverdi. Onyedi yaşındaki Fatma AUye kocası-
ndan daha iyi Fransızca biliyordu... Ağabeyi Ali
Sedad Bey için konaklannda haarlanan kimya
laboratuvannda cirit atuğı için bilimden, fenden
haberi vardı.
Onbir yaşındayken koca kitaplar ezberlediğin-
den edebiyat, tarih, felsefe.. bana mısın demiyor-
du! Tantanalı bir düğünle evlendi ama, ne de olsa
toy bir kızcağızdı.
Okuyup yazmakla bir adamı anlamanın bece-
rilemeyecegini. kocası Mehmet Faik Bey ile soh-
bet etmeye kalkıştığı zaman anladı. Koca, sohbet-
mohbet beklemiyordu...
Evliliğin hikmetleri
Konağın lambalan teker teker yakıhp akşam
karanlığı çöktüğünde. memleket meseleleri yü-
zünden saray kapılannda koşturmaktan yorgun
düşen Mehmet Faik Bey, yalnızca iki şey bekli-
yordu: Mükellef bir yemek ve mazbut bir yatak.
Fatma Aliye ikısini de becerdi. Fransızcaya ve
kara gözlerinin akiannı kızartırcasına okumaya
harcadığı zamanlar dışmda annesi Rabia
Hanim'dan öğrendikleri. evi çevirmeye yetip artı-
yordu da... Ya babasından, öğretmenlerinden,
Ahmet Mithat Efendi'den öğrendikleri n'ola-
cakü?
Bir gün eve erken dönmüşolmah Mehmet Faik
Bey. Boğaz esintilerinin tath tatü serinlettiği ah-
şap köşkün bir köşesinde Fatma Aliye'yi, genç
kızlığından kahna heyecanıyla Kırk Anbar Mec-
muası ya da beyefendinin iyi anlayamadığı bir
Fransızca roman okurken yakalamış olmalı...
Kimbilir, belki böyle olmadı.. ama nasıl olduysa
oldu, Fatma Aliye'nin kocası evde roman okun-
masını yasakladı!
Evliliğinin hemen ertesinde gebe kabvermişti
zaten. Karnı büyümeye başlarken, evde ne ka-
dar okunacak malzeme varsa sandıklara kaldı-
np yok etti. Beş yıl boyunca da kadınhğın tüm
tevekkülü ve metanetıyle iki kız çocuk doğy-
rup, evin genç sahibesi olma görevini başanyla
sürdürdü.
Minik Ayşe beşiğinde mınldanır, biraz daha
büyük Hatice ahşaplann üstünde tıpır üpır
koştururken Fatma Aliye'nin ruhuna yine o
okuma-yazma şeytanlan girmiş, eline Eugene
Sue'nün "Les Sept Peshes Capitaux" (Yedi Bü-
yük Günah) adh kitabını almış, kocasının
emrine uyup okumuyor, ama tercüme ediyor-
du! Sonra baktı ki adamın biri, aynı kitaptan
çevirilere başlamış.. vazgeçü.
Küçük kızlann iyice palazlandıklan bir ara-
da, artık Paşa rütbesi taşıyan Mehmet Faik,
Fatmâ Aliye'yi konağın loş ve hoş bir odasmda
bir kez daha "suçüstü" yakalamış olmalı. Bir
de bakmış (olmah) ki, artık 26 yaşlanndaki
kansı bu kez elinde George Ohnet'nin " Volon-
te" adh romanı.. okumuyor sanki ama hanl
hanl "tercüme" ediyor. Yapılacak birşey yok-
tur. Okumakta, tartışmakta, düşünmektedir.
İnsan düşünceye nasıl "dur!" diyebiür?
Fatma Ah'ye, Fransızcadan çevirdiği kitaba
gömülmüşken, lstanbul kadınlan Tanzimat'rn
getirdiği batıhlaşma hareketlerinin rüzgânna
kendilerini pek güzel bırakmışlar. "Bon Marc-
he", "Mayer", "Orozdibak", "Şişman Yan-
ko", "Tiring"' gibi mağazalardan aldıklan Şam
ipeklileri, Bursa kumaşlanyla moda defıleleri-
ne gider ohnuşlardı. Sanılmasın ki, Fatma Ali-
ye Hanım bir kitap kurdudur da, bir hırka, bir
entari geçirip sırtına. terhklerini şıpırdatarak
dolaşmaktadır! Haşa! Tüm kılık-kıyafetten ha-
berlidir; ne gjyilmeli, nasıl giyilmeli. hangi ku-
maştan ne dikinmeli... Hepsini düşünmüştü.
Uzun sözün bsası, Fatma Aliye konağa
hapsolup kuruyup kalacağına, istediği sularda
yüzebilmek için Ohnet'nin romanına binip,
asıldı küreklere. Vakit bir akşamüstü olmalı...
"Bey"in eve dönme saatlerinde "Hanım", çe-
virdiği romanı koltuğunun altına alıp geçti mi
acaba Faik Bey'in karşısına? Faik Paşa
kansımn dalıp gittiği eserin çevirisini şöyle bir
okuyup başını "pek güzel" anlamında sallayı-
nca fırsat değerlendirilmiş obnah. Roman "Me-
ram" başhğıyla, çevirmen olarak da "'Bir
kadın" imzasıyla yayınlandı.
Kızılca kıyamet de o zaman koptu. Bir
kadın-mış, öyle mi? Bir kadın nasıl becerir de
koca Fransızın romarunı tercüme edebilirmiş?
"Bir kadın" dediğiniz Ahmet Cevdet Paşa'riın
kızı, Ali Sedad Bey'in de hemşiresi değil mi?
Oldu işte! Ya babası, ya agabeyi tercüme etmiş-
Kitaplan:
Adı, türü.yayın tarihi:
Meram, çeviriroman
1889-19901Hayalve
Hakikat, roman,
İ.Mithatik 1891-1892/
\isvtm-ı Islam,
anı-inceleme 1891-18921
Muhazarat, roman
1892-1893/L'di, roman
1897-1898ILevayih-i
llayat rotnan-mektuplur
1897-18981 Taaddüt-Û
Zercata Zeylde-
neme-arastvrma
1898-18991 Teradm-i
Akvtd-i Felasife,felsefe
yazılan 1899-1900/
Samdaran-i Zenan-t tslamiyan, hayat hikayeleri
1899-1901Itstila-i Islam, tarih 1900-1901/Enin, roman
19101Kosova Zaferi ve Ankara Hezimeti, tarih,
1912-1913)Ahmet Cevdet Paşa ve Zamaıu am-
lar-biyografi1912-1913}Tezahir-Ü Hakikat
( Yayınlanmadı).
Efendi'nin kaleminden anlatıyordu.
tşin daha güzeli, romanın kurgusu-
nu birlikte yapmışlar, bu iki gencin
neden "mes'ut ve bahtiyar" ola-
madıklannı değişik bakış açılanyla
anlatabibnek, kadın ve erkeğin "his-
siyaunı" vermek için iki bölümü
ayn ayrv kaleme almışlardı...
Kadının adı ortaya çıkınca...
Gelelim şimdi işin sonraki yanı-
na... Fatma Aliye Hanım, ustası ve
koruyucusu Ahmet Mithat Efendi'-
yle ortaklaşa roman yazıp da köşesi-
ne çekilecek tipten biri obnadığını
hemen bir yıl sonra gösteriverdi.
"Muhazarat" adh romanı 1892
yılında, Matbaa-i Ebuziya tarafi-
ndan basılıp yayınlandı. Bu kez
imza, ayan-beyan ortadaydı: Fatma
Aliye. "Bir kadın" olmaktan
çıkmış, kendi olmaya karar vermiş-
ti. Belki de kafası kızmıştı, belki de
yapacaklannm bu kadarla kalma-
tir... Kadın kim.. tercüme kim! Millet böyle
söylene, homurdana dursun, Fatma Aliye ter-
cümeyi de bir yana bırakmış, kendi yazacağı
bir eserin peşine düşmüştü. tşte o sıralarda ba-
bası Ahmet Cevdet Paşa, Adliye Nazuiığmın
kapısından bir çıktı, bir daha da geri dönmeyi-
verdi. Emekli olunca ilk işi, zekasına, bilgisine,
yeteneğjne saygı duyduğu, üstelik "Meram"
çe\irisi yüzünden de iftihar ettiğj kızının yaa
hayatıyla ilgilenmek oldu.
Eh... Paşa Baba gelip işe el koyunca damat
Mehmet Faik ne diyebilir? Bir de baktı ki, artık
kansını evin bir köşesinde gizlice okurken ya-
kalamıyor. ama Ahmet Cevdet Paşa ik Fatma
Aliye geçmişler masanın başına, birlikte oku-
yabileceğini kendi de görmüştü. Henüz otuz
yaşındaydı.
Mehmet Faik Paşa ne yapmıştır acaba bu ara-
da? Kızkardeşi Emine Seniye ile mektuplaşma-
lannı gizlice kanştırmış olamaz. Belki durum-
dan hoşnut olmaya bile başlamıştır. Yabana
kadınlaria sohbetlerinde, baktı ki Fatma Aliye,
bu ecnebiler bizi yanlış tanıyorlar. pek kızdı, pek
öfkelendi. Avrupalı gezginlerin hakkımızdaki
yanlış düşüncelerine4öfkesiyle oturdu bir eser
daha yazdı:"Nisvan-ı Islam". Yani "Islam
Kadınlan".
Artık gazeteler önce "bir kadın"dır deyip
umursamadıklan Fatma Aliye'ye sayfalannı
açmışlardı. Daha romanı piyasaya çıkmadan.
Tiırk k adınının yaşamından bazı tarihler
1839 Tanzııaat-ı Hayriye fermaru ilan edildi.
I 8 d Avrupalı ebeler, tstanbul Tıbbiyesmde kadınlar için ebelik kurslan başlattıkr
1847 Hukuken kız ite erkek evlat arasındakı eşûsâzHk: kısnıen şderilerek, her ikisine de eşit miras
hakkı tanıyan bir irade-i seniyye yayınlandı.
1847 Esir ahm-satımı yasaklandı.
1858 îlk KJZ Rüştiyesi (üse) lstanbul, Sultanahmet'te acddı.
1868 Günlük Terakki gazetesi pazar günkri kadınlar için btr ek vermeye başladı.
1869 Yedikule'de (lstanbul) Kız Sanayi Mektebi açddı.
1870 Kadınlar için ilk süreküyaym, Terakkî-i Muhadarat yaymlanmayabaşiaodı.
1870 Dar-ül Muallimat (Kız Oğretmen Okulu) açıkh.
1873 Tersane işçilerinin grevine kanlan ve b z kardeşteri de katıkiı.
1873 Dar-ül Muallimat ilk 1? mezununu verdi ve ilk altı kadın oğretmen, Fahriye, Münire, Fat-
ma, Nigar, Zehra ve Hatice Hanımlar kız rûştiyesine atandılar.
1875 tstanbul'da Amerikan Kız Koleji açıldı.
1876 İstanbul'da kız rüştiyeterinin sayısı dokuza çıktı.
1882 Nüfus sayımlannda (Istanbul'da) kadınlar da sayıknaya baştandı.
1886 İstanbul'da üç yeni kız sanayi mektebi, Üsküdar, Aksaray ve Cağaloğlu'nda acıidı.
1886 Arife Hanırn yönetiminde, kadmlar ^in Şükufezar dergjsi yayuılamnaya başlandı,
1887/Şubat Mürüvvet Gazetesi, Abdülhamit'in desteğiyk kadınlar için Mürüvvet Dergisi çıkar-
maya başladı.
1889II.Abdülhamit kadmlann sokağa çarşaf ik çıkmalannı yasakladı.
1889 Hatice, Semiha ve Rabia Hanımlar yönetiminde Parça Bohçası yaymlanmaya başjandı.
1895/Ağus. Haftaiık ve Ikuruş'a satılan Hanımlara Mahsus Gazete yayınına başladı.
18% Fatoıa- AHye Hanım ve arkadaşlan Uk kadın derneğirB kurduJar Muhadenet-i Nisvan
(Kadın Dayaruşması).
1897 Fatma Aliye Hanım Tûrk-Yunan Savaşı'nda yaraianan askerlere yardjm amaayla Cemi-
yet-i tmdadiye'yi kurdu.
yorlar. Mesnevi-i Şerife, Kaside-i Bür'e, tbn-i
Haldun Mukaddimesi hallaç pamuğu gibi
atıhyor baba-kız tarafından. Aristo, Eflatun
bir yanda.. İmam-ı Gazab, îbn-i Rüşd öte yan-
da, karşılaşünhyor. Ahmet Cevdet Paşa ara-
basına binip kendi evinin yolunu tutuyor, ama
Fatma Aliye durmuyor. Konağın bir odası-
nda gaz lambalan neredeyse bütün gece yanı-
yor. Descartes, Spinoza, Comte okuyor
Fransızcadan. Sabah babasıyla karşılaştığı-
nda yine derin denizkre dalıp gidiyorlar...
Öyle bir dalıyorlar ki, Hatice ile Ayşe unutulu-
yor bir köşelerde. Ahmet Mithat Efendi ile bir-
likte yazdıklan "Hayal ile Hakikat" romanı
yayınlandığında, yıl 1891... Fatma Aliye 29
yaşındaydı. Hatice onbirini sürmekteydi, Ayşe
de sekiz yaşının başlannda... Roman, Tercü-
man-ı Hakikat gazetesinde tefrika edikneye
araük ayı ortalannda başladı. Ahmet Mithat
Efendi'nin yanındaki imza yine "Bir kadın"dı.
Türk edebiyat tarihinin iki imzalı ender ro-
manlanndan biri olan "Hayal ve Hakikaf'in
ilk bölümü, Vedat adında bir genç kadıru an-
latıyordu ve Fatma Aliye yazmışü. İkinci bö-
lüm ise Vefa adında bir genci, Ahmet Mithat
"Nisvan-ı İslam" Tercüman-ı Hakikat gazetesi
sayfalannda yaymlanmaya başladı. Fatma Ali-
ye, hararetle kadınlan anlatıyordu.
Evine gelip de Türk ve İslam kadını hakkmda
tuhaf bilgiler ışığında tuhaf sorular soran ecnebi
kadınlara verilen bir yanıttı bu.
Dahası, "Nisvan-ı Islam" Arapçaya, İngiUzce
ve Fransızcaya çevrildi. Gazetede yayınlanma-
sından üç yıl sonra, Nazime Rukiye Hanım'ın
çevirisiyle, "Les Musuhnanes Contemporaines"
başUğı altında, Lemerre yayınevince Fransızca
baskısı yapıhyordu.
Almış başını gidiyordu Fatma Aliye Hanım.
"Muhazarat"m yayınından bir, Nisvan-ı İs-
lam'ın tefrika edilişinden iki yü sonra, adı Yeni
Dünya'ya kadar duyuldu, Chicago'daki bir ser-
gide biyografisi ve eserleri sergilenince İstanbul'-
da ya da birkaç büyük kentte değil, dış ülkelerde
de bilinir oluverdi.
Doludizgin bir faaliyet..
Dünya kadınlaruun kıpır kıpır olduklan bir
dönemdi bu. İngiltere ve ABD, kadınlara oy
hakkı için "Sufraj" hareketinın peşine takılrruş,
henüz uzun etekli, uzun saçlı ama akıllan hiç de
bsa oknayan kadınlaria kıvıl kıvıl kaynamak-
taydı. 1893'te canlannı dişlerine takıp, Ame-
rika'nın birkaç eyaletinde seçme ve seçilme hak-
lannı çaur da çatır almazlar mı? İster istemez
Osmanh'nm payitahtı Istanbul'daki, bununla
da kalmayıp Selanik'teki hanımlar kıpırdanma-
ya başladılar. "Hammlara Mahsus Gazete'",
1895 yıhnın ağustos ayında yayınına başladı.
Haftada bir çıkıyordu ve bir kuruşa satıhyordu.
Elbette ki Fatma Aliye yazarlan arası-
ndaydı... Sadece o dergide değil daha birçok der-
gide kalem oynattı: "Mehasin", "Ümmet",
"înkılap" dergileri yazılanna asla "hayır" de-
mediler. öfkesi tathydı. özellikle Osmanh
kadınım küçük gören Avrupalılara kızgınhğı bir
türlü dinmek bilmiyordu. istanbul'da yedi yıl
yaşadıktan sonra, Avrupa'ya dönüp izlenimleri-
ni "Doğu Kadınlanyla Batı Kadınlan" adh bir
kitaba aktarar» Emile Jutiard'a iyice ateş püs-
kürdü. "Hanımlara Mahsus Gazete"nin 91.
sayısında, bu gezgin mösyöyü yerden yere çal-
makta, suçlamaktaydv. "Mösyö Juliard'ın
tstanbul'da yedi sene değil, yedi saat bulunması,
sabahlan akın akm küçücük kız çocuklanmızın
ellennde çantalan ve büyücek hanım
kızlanmızm da sırtlannda yeldirmeleri, kollan
üzerinde bulunduklan sınıflann işaretini müş'ir
(gösterir) şeritleri olduğu halde, ibtida'iyye (il-
kokul) ve rüşdiyye (ortaokul) mekteblerine git-
diklerini görmek kafı idi. Fakat, yedi sene müd-
det lstanbul"da oturup da bunlan görmeyince,
şimdi şu günlerde dahı bulunsa, hanımlann ga-
zetelerde yaa yazmakda olduklannı görüp öğ-
renemeyecekmiş..." Babası Ahmet Cevdet Paşa
gözlerini yumalı ve Fatma Aliye'yi bir öksüz
hüznü ile başbaşa bırakah henüz bir yıl olmuştu.
Öyle bir babaydı ki, sağlığı yerinde oldukça Fat-
ma Aliye'ye ne biliyorsa aktarmaktan ölene dek
vazgecmedi. Felsefe bitti tarih başladı. tarih bitti
edebiyat sıraya girdi ve Cevdet Paşa ile Fatma
Ah'ye, sanki hiç bitmeyecek bir öğretmen-öğren-
ci ihşkisi sûrdürdüler. Henüz ondokuzuncu
yüzyıl bitmemişti. Osmanh Devleti sarsıhp ken-
dine gelmeye, hızla değişen, gelışen dünyaya uy-
maya çabahyordu. Toplum saraya doğru batı
rüzgârlanm püskürttükçe Osmanü yönetimi dal-
galanıp duruyordu.
II. Meşrutiyet'e doğru
Fatma Aliye Hanım'ın bundan sonraki ya-
şamı, herhangi bir uygar toplumdaki kadın ya-
zann yaşamı gibiydi sanki. Uçüncü romanı "Re-
fet" yine tefrika olarak "Tercüman-ı Hakikat"-
te, Ahmet Mithat Efendi'nin önsözüyle, 1897 yı-
hnda yayınlandı. Bir yandan gazete yazılan sür-
dü, öte yandan demek çahşmalan arttı. Türk-
Yunan savaşında yaralananlann imdadına ko-
şacak derneği de kuran O'ydu, kızkardeşjnin Se-
lanik'teki arkadaşlanyla kurduğu dernek için fı-
kir veren de O'ydu. 19O8'de II. Meşrutiyet ilan
edilirken bir başka dernek, "Nisvan-ı Osmaniye
İmdat Cemiyeti", bu kez Fatma Aliye'nin baş-
kanlığında kuruldu.
Ayan-beyan savaş mı bu? Osmanh kadı-
nlannın imdat çağnsı mı, Fatma Aliye Hanım'-
ın topluma tanınan özgürlüklerin dağıtımını be-
ğenmeyişi mi? Üstehk kimbilir neler olmuştu bu
aralarda ki, artık iki kız çocuk daha dolaşıyordu
konağın içinde. İlk kızı Hatice 20, kendi 38 ya-
şındayken, yirminçi yüzyıhn tam başında, bir
kız evlat daha verdi Mehmet Faik Paşa'ya.
Minik Nimet daha ayağa kalkmadan, hemen
bir yıl sonra, bir evlat daha ve yine kız... Onun
adını da İsmet koydular. II.Meşrutiyet ilan edil-
diğinde Fatma Aliye Hanım'ın kimi çeviri, kimi
inceleme, kimi roman, onbir adet eseri, yüzlerce
makalesi yayınlanmıştı, dört tane kız çocuğu
vardı, bir sürü dernek faahyeti içindeydi ve topu
topu 46 yaşındaydı! Tarih'i oluşturmakla görev-
lenmiş ınsanlar Fatma Aliye Hanım'ı iyi tanıta-
madılarsa, yazdıklannı kimse okumuyor, adını
herkes bilmiyorsa, kabahat onun değildir. Türk
romanına ihşkin başvuru kaynaklanndan ço-
ğunda Fatma Ahye Hanım'ın romanlan "ilk"-
lerin arasında sayılmaz. Bırakın her şeyi, roman-
lanndan ya da eserlerinden biri bile, şimdiki dil-
de okunur halde ortalıkta dolaşmaz. İstanbul'-
da, Atatürk Kitaphğı'nın bir köşesinde Fatma
Aliye evrakı öylece durur, titiz araştırmacılar-
dan başka kimse semtine uğramaz. Türk
kadınının kalemiyle zafer kazanmış Uk örnekle-
rindendir.
Yaruı: 'Eyvah! Gazetede
fcf^^ı-»»^ fotoğprafı mı çıkacak?*
POLTTIKAVEOTESI
MEHMED KEMAL
Bir Romamn Öykûsü...
Faik Baysal'ın Sarduvan'ını görünce belleğim aldı,
yıllar ötesine götürdü. Kitabın kapağına bakıyorum,
üçüncü basımı. Ama ilkbasımı 1944 yılında. ilkiki basım-
da yüz sayfalık bir bölüm hep eksik yayımlanmış, zorun-
lu yasak... "Ben," diyor Faik Baysal, "Bu romanı ondo-
kuz yaşında, İkinci Dünya Savaşı sırasında, karakollar
bir yana muhtarlıklann önünden geçmeye korktuğu-
muz, devlet yönetiminde bulunanları eleştirirken evleri-
mizde bile sesimizi kıstığımız tek parti yönetiminde
yazdım."
Yayınevterine götürüyor, basmıyorlar.
Savaş yılları lstanbulu'nda, uzun süren bir Beyoğlu
gecesinde, yarı sarhoş yarı ayık bir gecede tanıdım ya-
zarı. Şiir yazıyor, roman yazdığını gizliyordu. Fatih'te
oturuyordu. Bekar odasına gittik. Geceyi orada geçir-
miştim. Demek evsiz barksız gecelerimden biriydi. Ner-
de akşam orda sabah..
Edebiyattan başka bir dünya tanımadığımız yıllarday-
dı. Cebimiz üç beş kuruş harçlık gördü mü, ver eiîni Is-
tanbul der, soluğu Dersaadet'te alırdık; elimiz avcumuz-
dakiler tükenince de Ankara'da... Bitmeyecek sanılan
gençlik, hemen yakamıza yapışan yoksulluk...
Sarduvan bu karanlık yıllarda çıktı. Tuğla kalınlığında
yaz yaz bitmeyen romanlardan biriydi. Şimdi bu kitaba
"romancılığımızın temel taşlarmdan" deniyor. Sansür
ve korku yüzünden yüz saytası eksikti. Şimdi yeniden
basılan kitaba hem yüz sayfa konuyor, hem de yeni yer-
ler ekleniyor. 20 yaşın sivrilikleri törpüleniyor.
Kitap çıkmışn ama sorun da olmuştu.
önce kitap toplatılacak sanılmıştı, toplatılmamıştı.
Evin basılacağı beklenmişti, basılmamıştı Sorguyaçe-
kileceği düşünülmüştü, savcılık sorguya çekmiyordu.
Fısıltı gazetesinin çıkardığı söylentiler tıs diye sönmüş-
tü.
Kitaba adını veren "Serdivan", Sakarya kıyılarında
küçük bir kasabaydı. Yazar, Serdivan dememiş, biraz
saklar gibi Sarduvan demişti. Kitap çıkmadan önce bir-
kaç bölümü "Uyanış" dergisinde yayımlanmıştı. Bunda
Oktay Akbal'ın emeği vardı. CelatetÖn Ezine'nin de adı-
nı anmak gerekir. Nâzım Hikmet'in akrabası olan Cela-
lettin Ezine, çıkardığı "Hamle" dergisinde kitabı övgü-
lerlekarşılamıştı:
"... Faik Baysal'ın romanında Batı romancılarının nite-
liklerini sezdiğim içindir ki, onu gelecekte uiuslararası
roman yazabiiecek adaylar arasında görmekteyim. Sar-
duvan, bir başlangıç için üstün bir değer belirtiyor. Be-
nim roman anlayışıma göre, Türk roman edebiyatının
uzun zamandır beklediği Batılılığı müjdeliyor. (..) Sardu-
van, kendine özgü bir başkalık ve aynlık beiirtmekle bir-
likte anlatım, tipler, tasvir ve irdelemeleriyle Rus roma-
nının izlerini taşımaktadır." O yıllarda Rus romanı
henüz bize gelmemiş, sonradan çoğalacak çeviriler de
yoktur.
Faik Baysal, geçende, Sarduvan'ın yeni basımıyla ga-
zeteye geldi. Pek öyle ortalarda dolaşmaz. Kendini sa-
dece yazıya vermiş, Saroz Körfezi'nin oralarda bir yer-
deoturuyordu. Kilovermiş, incecikdalgibiydi. 'Sağlığın
r)asıl"d\ye sorduğumda, "Sağhğımı kiloma borç/uyum"
dedi.
Sarduvan'dan başka birkaç romanı, öyküsü vardı. Gö-
zü ne olsa gene şairlikteydi. Şiir kitapları vardı, onları da
yeniden bastıracaktı. Eski şairler böyledir, romanları da
olsa, öyküleri de olsa gözter gene şairliktedir. Unutulur
gibi olan şairi karşımda yeniden görünce çok sevindim.
Geçmişten bir "pancur" açılmış gibi oldu. Yahya Kemal
"yandan" diyor, biz "geçm/şfen"diyelim... "Birdenbire
bir pancur açılmış gibi."
BULMACA
1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SAĞA:
1/ Kendiliğinden olan. 2/
Verdi'nin ünlü bir opera-
sı... At üzerinde değnek-
lerle oynanan top oyunu.
3/ Bir nota... Habes soy-
lusu... Utanma. 4/ Islam
hukukunda, dul kalan bir
kadının yeniden evlen-
mesi için beklemesi gere- 6
ken süre. 5/ Eski dilde -.
diyalektik anlamında
kullanılan sözcük... Du- 8
dak boyası. 6/ Iskambil- g
de bir kâğıt... Beürti, işa-
ret. 7/ Bir çeşit koruyucu başhk...
Akdeniz'de, hapishanesi ile ünlü
küçük bir Fransız adası. 8/ Kuzu
sesi... Kesimi pantolona benzeyen
bir tür şalvar. 9/ Doğu Karadeniz,
özellikle Rize yöresinde dokunan
çamaşırlık ince bez.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Üstünde ölü yıkanan kerevet. 2/
"Ne olur kim olduğunu bilsem - -
-'nın/Ellerini bir tutsam ölsem"
(Attilâ İlhan)... Yeniçerilerin ka-
yvtlı olduklan kütük defteri. 3/ Ateş... İlkel benlik... Baş. 4/ Nar,
erik, kızılcık gibi yemişlerden yapılan pekmez. 5/ Adaletle ilgj-
li... Mısır'ın plaka işareti. 6/ İrin birikimi... Güney Amerika'da;
bir ülke. 7/ Numaranın kısa yazıhşı... Ulaşım yollannın yayalar
ve her türlü taşıt tarafından kullanılması. 8/ Bir göz rengi.J
öğütühnüş tahıl... Çin'de Buda'ya verilen ad. 9/ Dağlann olu-
şumunu inceleyen bilim dah.
C'est la vie!
E S K İ Y A L I R E S T A U R A N T
K a y ı k h a n e b a r
* * *
Perşembe-Cuma-C.tesi / Tahsin-Selim-lzzet Caz Oçlüsü
Kl 7X.l NCl K - İSKF.LE YAM \o:lsl C : 333 01 77
BOGAZLIYAN SULHHUKUK
HÂKİMLİĞt'NDEN
DosyaNo: 1992/52 Esas
Davacdar Tülin, Neşe, Şevket Murat, Filiz ve Buket Hokkaö-
meroğlu vekili Av. Ali Sarıgül tarafından, davaklar İsmet Ruhi Hok-
kaömeroğlu ve arkadaşlan aleyhine mahkememize açüan Boğazlı-
yan ilçesi sınırlan içinde kain Kemaliye Mahallesi, ada 228, parseller
2 ve 4, Çarşı Mahallesi, ada 10, parsel 22, ada 14, parsel 68, ada 29
parseller 1,2 ve 3 sayıh. Yukan Mahalle, ada 379, parseller 1 ve 2 nolu
taşınmazlar hakkındaki ortaklığın gidenlmesı davası nedeniyte;
Dahili davalılardan Seyho (Şeyho) Koyuncu, Çicek Ünsal, Sün-
dûz öcal, Hud Öcal, Ayşe Korkmaztürk, Halis Boyraz, Kazun Boy-
raz, Haül Boyraz, Mustafa Boyraz, Alaattin Boyraz. Mevludiye
Boyraz, Mahmut Boyraz, Ahmet Boyraz. Gülsüm Bo>Taz, Muradi-
ye Boyraz, Gülay Boyraz, Kemal kızı Emine Boyraz ve Mehmet kızı
Etnine Boyraz adınaçıkanlan dava diiekçesı ve duruşmagûnüne havi
teblıgaüar davalılara tebliğ edilernemiş, zabıta marifetiyle de yaptın-
lan tahkikatlardan davalılara tebliğ edilememiş. 2abıta manfetiyle de
yaptınlan tahkikatlardan davalılann adresleri tespit edilemediğinden
davahlar adına üanen dava dilekçesi özeti ve duruşma gün ve saatinin
tebliğine karar verilmiş ve duruşma 16.09.1993 günü saat 9.00'a atıl-
mışur.
Yukanda yazıh gûn ve saatte adı geçen davalılann veya tetnsilcile-
rinin belirtıfcn gün ve saatte haar bulunması, aksı takdirde yargıla-
manın yokluklannda yapılıp devam edilecegi, HUMK'nun 509 ve
510. maddeleri gereğince dunışma gün ve saati ik dava dilekçesi özeti
yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur.
Basın: 50459