18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20TEMMUZ1993SAU 12 DIZIYAZI Hela çukuru dediği Meclis'e girmek istemiştiCemalettin Hoca bütün ko- nuşmalannda ve yazılannda Islamiyetin particiliğe karşı olduğunu. secimlere katılma- nın, oy vermenin kâfirlik ol- duğunu söylüyor. Partilere ve parti liderlerine ağza ahnma- yacak saldınlar yöneltiyor. Bu saldınlan yapan Cemalet- tin Kaplan, 1977 seçimlerinde MSP Erzurum adayı idi. Hem Partiliydi, hem de milletvekili olarak o hela çukuru dediği yere girmek istemişti. Bu ken- dısine hatırlatıhnca, bir tutar- sızlık içinde olduğu söylenince şucevabı verdi: "Adaylığımı koydum. Ama bu ne idi? Inanarak değil. Di- yeceksiniz ki. niye inanmadı- ğınız bir şeye ha dedin. Dedik ki kürsüde bazı meseleleri açık açık konuşma mümkün ol- muyor, hiç olmazsa ne yapa- nz.. şöyle meydanlarda konu- şahm dedik. Onu gözden geçirelim. bir de şu partinin. particiliğin tadıru tuzunu, içinden yakından bir araştıra- lım, bir. İkinrisi bunun fetva- sını sorduk biz. Dediler ki fetvası ahnmıştır. İstanbu"da Mehmet Zati Kotku Efendi ve benzen hoca efendilerden fetvası ahnmıştır. Biz de 'ya, şunun fotokopisini getirin gö- relim' demek lüzumunu his- setmedik. Fakat sonradan bir de baktık ki ne fetvası var ne bir şeysi var. Hatta Mehmet Zati Kotku Efendi, Müminle- rin Vasfı adlı eserinde başlık atmış, partı hiç de doğru bir şey değildir. Ve sonradan yap- tıklan baskıda o siyah yazılı satın kaldırmış bizim efendi- ler. Velev ki hata ettik diyelim. Bir hadis var. mümin bir de- likten birdefa ısınlırdiyor." Şimdi düşünmezamanıCemalettin Kaplan ile yaptı- ğımız tartışmalı sohbet bugün bıtti. Dizi sırasında okuyucula- nmızdan çok sayıda telefon gel- di. Onlann görüşlerinden ya- rarlandım. uyanlannı dikkate aldım. Bazı konularda da ken- dilerinden farklı düşündüğümü belirttim. Hepsıne yeniden te- şekkür ediyorum. Bir konuyu yeniden vurgula- mak isterim. Bu dizi ile yapmak istediğimiz. İslamiyeti bir ikti- dar araa olarak gören ve bu iktadar altında neler yapmak istediğini söyleyen Cemalettin Hoca'nın görüşlerini okuyucu- lanmıza aktarmaktı. Bazı oku- yuculanmız Kaplan'ın görüşle- rine büyük bir öfke duyduklan- nı belirttiler. Neden böyle biri- sine Cumhuriyet'in sayfalann- da yer verdiğimizi sordular. Bazı gazeteci arkadaşlanmız da benzer yönde yaalar yazdılar Birinci olarak Cemalettin Kaplan görüşlerini söylemiştir. Sonunda söyledikleri bir görüş- ten ibarettir. İkincisi. Cemalet- tin Kaplan'ın görüşleri yurtdı- şında çevresine topladığı bir HAYA kaç yüz kişilik bir topluluğun görüşleriyle sınırlı değildir. Bir çok fanatik. Cemalettin Kap- lan"ı hiç tanımasa da, hiç hoş- lanmasa da benzer görüşleri savunuyor. Ne yazık ki. yirmin- ci yüzyıbn sonuna iyice yaklaş- tığımız yıllarda Türkiye'de bu görüşlerin savunuculan var. Ama iş yalnızca bu görüşleri sa- vunmakla da bitmiyor. Bu tür insanlar karşısındakine saldır- mavı da bir hedef olarak belirli- yor. Görüş görüş olarak kalsa, tartışırsın, ikna etmeye çabalar- sın. Ama saldırganhğı besleyin- ce ve açıkça katletmeyi savu- nunca olay yeni bir boyut kazanıyor. Kapİan'ın görüşleri saldır- ganhğı açıktan dile getiriyor. Din adına. İslamiyet adına. ina- nan insanlan da hedef alabile- cek bir bağnazlık noktasına ulaşıyor. . Şuna inanıyorum ki. İslamivet'e inanan insanlann ezici çoğunluğu Kaplan'ın fi- kirlerini endişeyle izlemişlerdir. Onlann böylesiı«e bir saldırgan- lığı ve hoşgörüsüzlüğü destekle- yeceğini hayal bile etmiyoruz. Ama bu ülkede Cemalettin Hoca gibi düşünen. hatta on- dan daha fanatik ve saldırgan kimseler var. Bu görüşleri ve bu eğilimleri bilmek ve Müslüman- lan bunlardan ayırmak, büyük çoğunlukla banş ve dostluk. huzur ve hoşgörü ortamı içinde yaşamak gibi bir işimiz olduğu kesin. 60 milyon nüfuslu bu ül- kede, değişik inançlardan ve değişik görüşlerden çok sayıda insan yaşıyor. Bir ortak nokta bulmak ve bağnazlığı tecrit et- mek zorundayız. Yoksa bu ül- ke cehenneme döner. Cemalettin Kaplan dizisinin bence en büyük önemi, bu bağ- nazlıklardan nasıl kurtulacağı- mız üzerine daha fazla kafa yormaktır. Şimdi öfkeyi bir ya- na bırakıp düşünmek zorunda- yız. BİTTİ Sıvas'taölümdenkurtulanLütjîKaleli anlatıyor , . . Laiklikvedemokrasi nasıl korunacak? Şair Meün Altıok da yaşamını yitirince şimdüik 37 kişinin ölü- müyle sonuçlanan Sıvas katlia- mı, hiç kuşkusuz tarihe kara bir leke olarak geçecek. Bu katliamdan sağ kurtulan- lar, yaşadıklan o vahşeti en ince aynntısına dek yazmalıdırlar. Herkes. olayın bir boyutunu -ta- bü ki yaşadıklannı- anlatmalı: anlatılan bu gerçekler birbirine eklenerek ortaya bir Madımak Belgeseli çıkmabdır... Benim dileğim bu. Gazeteler bu konuda gayret göstermeli, ola>ı yaşayan insan- lara ulaşmah. onlan konuştur- mahdırlar. Bunu. şunun için yapmahdır- lar 1 - Sekiz saat süresince Sıvas'ta laik devlet yoktu; sokakta oluşan şeriat devleti vardı; hem de tüm kurum ve kurallanyla... 2- Yetkililer, şeriata yandaş durarak yalan ve yanlış bilgilerle kamuyu yanıltıyorlardı. 3- 36 İtişi cennete gitmek için Müslümanlık adına yakıhyor- du... Bunun ne dini, ne de insani bo- yutu vardı; bu düpedüz cinayetti; Tann adına can alarak Tann'ya "şirk" koşmaktı: yani kâfirlikti... Evet, Sıvas'ta Atatürk'ün te- mellendirdiği Türkiye Cumhuri- yeti Devleti, 2.7.1993 Cuma günü şeriata yenik düştü. O gün Sıvas'ta devlet, sokağa dökülüp can almak isteyen bir azgın gruptu. Bu azgın grubu yönlendiren, Refah Partili Bele- diye Başkanı Temel Karamolla- oğlu idi. Belediye Meclis üyesi Cafer Erçakmak'tı. Malatya'dan ve diğer illerden gelen Aczmendi- ler'di. Hizbullahçılar'dı. Ve dev- letin güvenlik birimlerine yerleş- miş olan bürokratlar ile görevü- lerdi... Şeriat isteyen kalabalık, bunlarla sarmaş-dolaşü... Bunlan, devleti temsil eden Sı- vas Valisi Ahmet Karabilgin'in açıkladığı raporlardan öğrendiği- miz gibi. yaşayarak bizler de gör- dük. Madımak Oteü'ne sıkıştınlmış seksen kişi ile beraber Sıvas Valisi de şeriat karşısında can telaşına düşmüştü. Ve şeriat Sıvas'ta ege- menlik kurmuştu... Şimdi sormak gerek: Vaü Ka- rabilgin'i böylesine çaresiz bıra- kan neydi? Söylentiler kanşık: Kimileri di* yorlar ki; Cumhurbaşkanı Süley- man Demirel. diyesiymiş ki: "Be- nim halkımla polisimi karşı kar- şıya getirmeyiniz!" Hangi haÜc, hangi polis? O halk, o polis. sokağa egemen olan şeriat devletini seslendiri- yorlardı. Halk denilen o cani ka- labalık, bir avuç aydını, sanatçıyı, yazan ve bir cümle mazlum yav- ruyu parçalamaya. yakmaya, boğmaya and içmiş kararb mib- tanlardı. Saat 12.00. Yer, kentin göbe- ğindeki Çifte Minare yanj. Beş- on yazar. Kubbealtı'ndaki kitap imzalamayı noktaladık. Yemek için Madımak Oteb'nin biraz aşağısındaki Cumhuriyet lokan- tasına gittik. Gazeteci-yazar Bat- tal Pehlivan ve eşi Türkan, Tur- hal Belediye Başkanı Muhsin Pehlivan ve on yaşındaki oğlu ile Basın Danışmanı Ömer Bey ve ben; araştırmacı-yazar Hüseyin Gülkanat'ın konuğu oluyoruz. Gülkanat Sıvasb. Bize Sıvas'ın ünlü yemeklerini sayıyor, sonra sebzeb fınnda tava söylüyor. Ağ- zmıza layık; afıyeUe yiyoruz... O ara bir grup gösterici peydahlanı- yor; yanlannda takım komutan- lan gibi yer alan pobslerle birlikte koşar adım lokantanın önünden geciyor. Pek önemsemiyoruz. Enimize-uzunumuza yemekleri- mizi yiyoruz. Ancak, "Şeytan Aziz". "Sıvas, Aziz'e mezar ola- cak". "Yaşasın şeriat" gibi slo- ganlar yükseliyor. Oturduğumuz yerden hafıfçe kalkıp pencereden dışanyı gözetbyoruz. Az önce önümüzden geçen o küçücük grubu büyümüş görüyoruz... Lokantadan cıkıyoruz, vakur adımlarla, saat 14.00'te başlaya- cak olan etkinbğin yapılacağı Kültür Merkezi'ne yöneliyoruz. Arif Sağ'ı dinleyeceğiz. Sonra da Hasan Uysal'ın yöneteceği ve Sa- mi Karaören, Raif Türk. Şükrü Gökbulut. Mustafa Yalçıner ile Soner Doğan'ın konuşacağı pa- neli izleyeceğız... Etkinliği düzenleyen, Pir Sul- tan Abda] E>emegi'nin sonımlu- su yazar dost Ali Balkız, önümü- zü kesiyor, bizi Madımak Oteb'- ne davet ediyor. Madımak Oteü'nin lobisi kala- babk. Arif Sağ, vereceğj konser için sazını ayarlıyor. Ünlü ozan Cahit Külebi ve gazeteci Sami Karaören pencere kenannda ya- renbk ediyorlar: sonra Cahit Kü- lebi'nin önerisiyle kalkıp Sıvas'ı dolaşmak istiyorlar. Külebi Sı- vasb. Kimbilir ne kaynatacak- lar... Aziz Nesin, kaldığı odadan lo- biye iniyor. Daha koltuğuna oturmadan koruma polisi. gü- venliği bakımından Nesin'i geldi- ği odasına gönderiyor... Kalabalığın bir bölümü, otelin önünde dolaşıyor, slogan atıyor. Dışandan aidığımız haberlere göre Kültür Merkezi'ne taşla sal- dın başlamış... tçeride bin beş yüz dolayında insan varmış. Saldır- ganlarla çatışıyorlarmış. Dışan- dakiler cam, çerçeve kınyorlar- mış. Aziz Nesin'in canıru ıstiyor- laraıış... Aziz Nesin'in. Kültür Mer- kezi'nde olmadığı anlaşıbnış. Kalababk. Madımak Oteb'ne ge- byormuş... Madımak Oteli kuşatıldı. Po- bsler önde. Kalababk taşkın. Kan istiyor... Belediye Başkanı'nm sözde ya- tıştıncı konuşrnasını duyuyoruz. Alkış abyor. Bu nasıl bir yatışün- n konuşma ki!.. Yatışuncı sözle- rini toparlarsak, şu sonuç çıkı- yor: "Amaca ulaşıbnıştır, dağıbn artık!" Ve Başkan gidiyor. Kalababk dağılmıyor. mevzileniyor. Yer- den, karşı binalann pencerelerin- den taş atmaya başhyor. Bizler, lobiden uzakJaşıyoruz: merdiven boşluğunda toplaşıyoruz. Yola cepheb odalann pencerelerini açamıyoruz; tahrik olmasm diye perde gerisinden gözetbyoruz. Bir şeyler yapmamız gereki- yor: Asım Bezirci, Ali Balkız ve benden oluşan bir yazı kurulu kuruyoruz. Ne var kı, hazırladı- ğımız yazıyı ilgililere ulaştıracak olanağı bulamıyoruz. Aziz Nesin, Başbakan Yar- dıması Erdal İnönü ile telefon görüşmesi yapıyor. Durumun va- hametini anlatıyor. înönü, gü- vence veriyor: Bizlerin kıbna bile zarar gelmeden kurtulacağız... Arif Sağ, tanıdığı parlamenter- lere telefonla ulaşıyor. acil önlem abnmasını istıyor... Atılan taşlar yukan katlann da camlannı kırmaya başhyor. İçeri gelen taşlara bakıyoruz. İki gün- den beri otelin önünde duran kal- dınm taşlan bunlar. Belediye, sözde kaldınm onanmı için o taş- lan yığmış oraya. Ama iki gün- den beri çalışan yok orada. Ve o taşlar sistemli bıçimde bize atıb- yor şimdi. Hiç arabksız, tepeden tırnağa otelin camlan bu taşlarla kınbyor; ve bizler odalardan uzaklaşıyoruz. kapılan örterek merdivenlerde toplanıyoruz. İnönü'den aidığımız güvenceyle kendi aramızda söyleşiyoruz... Ünlü halk ozanımız Davut Su- lari'nin kızı Edibe Sulari. taa İs- viçre'nin Bazel kentinden gelmiş. O'nunla tanışıyoruz. Geçen ay, konuşmaa olarak beni Bazel'e çağırmışlardı. Vize alamadığım için gidememiştim. Ona çok üzül- düğunü söylüyor. Arif Sağ ile arasındaki kırgınlığı anlatıyor: Küçükten kusur, büyükten af di- byor... Atılan taşlarla kınlan cam ses- leri daha bir yoğunlaşıyor. "Ne bitmez cam varmış" diyor bir ar- kadaş. "Bunlar ikindi namazına da gitmiyorlar: anlaşılan ikindi namazını kazaya bırakıyorlar..." - Acıktık, diyor hanım arka- daşlardan birisi. Yanımda halk na duruyor Yanına gidiyorum, koluna girip dördüncü kata çıkı- yoruz. Penceresı dışan bakma- yan bir küçük odaya gıriyoruz. Aziz Nesin sandalye\e oturuyor; ben kapı önüne geçip onun koru- malığına soyunuyorum. Sılahım ne? iki ince çıta! Çok komik!.. - Aziz Bey'i bununla mı koru- yacaksın diyor hanım arkadaş- lardan bin. Fiyakam bozuluyor, elimdeki çıtalan atıyorum. Duman kokusu artıvor. Birar- kadaş. aşağıya inmemizi istiyor. Aziz Nesin ile el ele tutuşuyoruz. Önümüzde gençler. merdivene doluşuyor. Onlara öncelik ven- yoruz. Ancak, seksen kişı daracık merdivenlerde hızb hareket ede- miyor... Daha biz merdıvenin başındayken gençler geri çekilı- yor. Biz de geriye çekibp küçük odaya giriyoruz ve kapıyı kapatı- yoruz... Gençlerin çığbklan yeri göğü ınletiyor Lobiyi yakmışlar. Merdiven boşluğu bir baca gibi duman ve alev taşıyor. Alevler. bir ejderha- nın dili gibi yabyor sağı-solu. geçip pencereye ulaşıyoruz. Başı- mı uzatıyorum dışan, temiz hava doluyor ciğerlerime, kendime ge- liyorum. Ve avaam çıktığı kadar bağınyorum: -İmdaaaat!.. Durmadan imdat istiyorum. Beni duyan vok. Yangın binayı kuşatmış. Aşağıda bu Jurumdan zevk alan bir kalababk "Allahu- ekber" çığlıklan atıyor. Bu nasıl insanbk. bu nasıl Müslümanlık?.. Nihayet beni farkediyorlar. Çatjya çıkmamı söylüyorlar. Merdivenlerin yandığını söylü- yorum. az ilerde gözüme ilişen it- faiye arabasını yanaşünp bizi kurtarmalannı istiyorum. tste- ğım yerine getinlıyor. Merdiven, bulunduğumuz pencereye yana- şınca, önce Aziz Nesin'i. sonra da kendimi merdivene atıyorum... - Çok şükür kurtulduk, der- ken, Aziz Nesin'i tanıyan sakallı birisi. (Sonradan adının Cafer Erçakmak olduğunu öğrendiğim Belediye Meclis üyesi) bağınyor: - Kurtarmayın onu! Esas ölecek adam o! Ben karşıbk veriyorum: Madımak Oteli'nin içi... Asım Bezirci, Aziz N< Güzelinsan Asım Bezirci, Metin Ahıok, Nesimi Çimen,pınlpınl hayat dolugencecik insanlar büyük bir ihanet sonucu öldürüldiiler. Bu cinayet, herkesingözü önünde, önceden tasarlanarak, bilerek ve isteyerek işlendi. Bugünküyöneticiler şunu bilmiş olmahlar ki; Aziz Nesin'in deyişiyle: Buşeriat bu denti beslenirse,yarın o Başbakan 'ınsaçından tutupçekerler,o Cumhurbaşkanı'nın kıravatından tutup sürüklerler. Arif Sağ ve diğerleri olaydan önce bir arada. Olaj sonrası karakolda. (Fotoğraflar. BATTAL PEHLİVAN) ozanı Nesimi Çimen duruyor. O da göbekb', ben de... İkimizi su- nuyorum: - Bizim göbeklerimiz size iki gün yeter. diyorum. Gülüşüyo- ruz. Zaman ilerliyor. İnönü'nün güvencesi anlamını yitiriyor. Ben aykın konuşmaya başhyorum: - Arkadaşlar, bu azgın güruh can almadan gitmeyecek!.. - Morabmizi bozma amca. di- yor genç bir kızımız. Ama gerçek bu. Saatler boyu bağıran, söven, taşlayan bu gü- ruh, hâlâ deşari olmadı. Tersine daha bileğlenmiş olarak saldır- ganbğını azdırdı... Oda kapılan tamamen kapab. Loş ışıkta merdivenlere serilmiş durumdayız. Dışanda olup bi- tenlerden habersiziz. Saat 19.30'- dan sonra elektrikler kesiliyor. Ve karanlıkta kahyoruz... Bir duman kokusu burunlan- mıa yakıyor. Neler oluyor dışan- da? Bizi korumaya soyıınmuş gençlerimiz, otel önündeki ara- balann yakıldığmı söylüyorlar. Paniğe kapıbyoruz... O ara Aziz Nesin ilişiyor gözüme. Yanında koruma polıslen yok, yalnız başı- Kara duman kuşatı>or her vanı... Gençlerin çığlıklan bir veya iki dakika sürüyor, sonra kesibyor... Aziz Nesin ile küçük odada kıvranıyoruz. - Ne yapacağız diyor Aziz Ne- sin. - Öleceğiz. diyorum. - Korkak ölmek istemıvorum, divor Aziz Nesin. Yatağa uzan- mak istiyor. İçim parcalanıyor. öfkem kalkıyor, ağlamak istiyo- rum... İçerideki oksijen iyice azah>or. Ölümü dujTjmsuyorum ilikle- rimde. Soluğum darabvor. Kapı- yı yokluyorum. Isınmış. Cam. sıcaktan şekil değiştiriyor. Alevin kızılbğını seçiyorum koridorda. Birden. yan odaya geçmek dü- şüncesi parbyor belleğimde. - Aziz Ağabey, diyorum, Yan odaya gecebilirsek belki kurtula- biliriz. - Hemen. diyor Aziz Nesin. El ele tutuşuyoruz. Yanma- mak ve boğulmamak için hırka- mı başıma doluyorum. Kapıyı açıyorum. Korkunç bir duman ve sıcaklık hücum edıyor üzeri- mize. Gayridönüş vok, dalıyoruz ıçine. Elyordamıyİa yan odaya - O bır insandır! Meclis üyesi hiddetleniyor: - O insan değil, hayvandır! Öl- mesi gerek onun! İtfaîyenin kancasını abyor, Aziz Nesin'in beynini parçala- mak ıçın hazırlanıyor. Maiye- tindeki görevliler de ondan geri kalmıyor. Birisi. Aziz Nesin'in bi- leğinden tuttuğu gibi aşağı fırlatı- yor. Aşağıda salyalan akan kuduz köpekler, Aziz Nesin'i parçalamak için kapmak istiyor- lar. Ancak, Aziz Nesin, merdiven basamaklanndan birini yakab- yor, bedeni aşağı sarkarken asılı kalıyor, O haliyle vuruyorlar; kan içinde kabyor Aziz Nesin. Çılgınhk bu! Cennet hayabne ka- pılmış bu çılgınlan durdunnak gerek... - Polis! diyerek feryat ediyo- rum. Şimdiye dek hiçbir müda- halede bulunmayan ve otelle bir- likte 36 insanın yanışını onlarla birlikte seyreden pobslerden im- dat umuyorum yine de... Başka seceneğim var mı ki?.. Ola ki, içle- nnden bırkaç tane insan sütü emmiş çıkar diyorum... Nitekim yanılmıyorum. iki yiğit çıkıyor. Aaz Nesin'i lınç edılmekten kur- tanyorlar. Ben de atlıyorum ara- banın üzerinden yere; Aziz Nesin ile aynı anda polis otosuna bini- yorum. O ara bir polis hâlâ Aziz Nesin'e yumruk aUyor. Koruyu- cu meleğimiz komiser. o polisi tersliyor. arabanın arkasına iti- yor. Ben Aziz Nesin'in başının altına hırkamı koyuyorum. Ba- şından aldığı darbeler. derisini parçalamış, kan akıyor..^ Cum- huriyet Üniversitesi'nin Acil Ser- vısi'ne yetişiy oruz ve hayata yeni- den dönmüş olu\oruz... Kendime gelince olaylan yeni- den gözden geçirdim ve şu soru- lan seslendirdim: 1 - Kaldınm onanmı için getiri- len o taşlar niçin döşenmemişü? 2- Otel ve ıçindeki insanlar yandığı anda, orada hazır bulu- nan itfaiye neden müdahale etmi- yordu? 3- Vab'nin önlem istekleri ne- den yerine getirilmiyordu? 4- Erdal Inönü'ye rağmen, ne- den takviye kuvvetleri gelmiyor- dvP. 5- Süleyman Demirel. ıçerdeki- leri. dışardakilere feda mı etmişti? Bu sorulann yanıtlannı eylem içinde buldum: 1- Kaldınm taşlan tam üç saat sistemli biçimde atılarak içerde- kilerin merdiven boşluğunda toplanması sağlanmıştır. Böylece toplu öldürme gerçekleştırilmiş- tir. 2- İtfaiye, can kurtarmak için değil, ceset toplamak için getiril- mişti. 3- Vali ve Erdal Inönü'ye rağ- men devlet, Evren ile başlayıp Özal ile yaygınlaşan şeriatçı kad- ronun elinde kalmıştır. 4- Süleyman Demirel, eski par- tisınin oy kaybetmesini istemi- yor; "Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsıniz" dercesine, sağı himaye eder olmuştur. Ama o sağcılar, şeriat devleti istiyor. irtıcayı seslendiriyorlardı. Atatürk'ün büstünü kınyor; Kültür Bakanbğı'nın yaptırdığı Ozanlar Anıtı'nı caddelerde sü- rüterek parçalıyor; obnası gere- ken laik devlete kafa tutuyordu. Peki. şimdi söyler misiniz Sa- >in İnönü, bir sosyal demokrat partinin Genel Başkanı ve Başba- kan Yardımcısı olarak. sekiz saat gibi uzun bir sürede seksen kişi- nin can güvenliğıni sağlayama- mışken. Türkiye'nin aydınlık geleceğini nasıl koruyup kollaya- caksınız? Uygarbğın vazgeçilmez olan demokrasisini ve laisizmıni nasıl yaşatacaksınız?.. Bu soruvu Başbakan'a yönelt- miyoruz; çünkü O. Van ile Sıvas'ı birbirine kanştıracak denli ülke gerçeklerine yabana. Sıvas olayı- na çok daha yabancı. Ve de Is- lam'ın şartlannı bir kez olsun yerine getırmediği halde şimdi yapay Islamcı. Şeriata yandaş durarak ülkeye zarara... Gerçek Müslümanlar. insanla- n yakarak can abcı olamazlar. Çünkü bilirler ki. can almak sa- dece Allah'ın hakkıdır. Bu cani- ler, Allah"a "şirk" koşmuşlar. kâfır olmuşlardır. Allah'a hoş gelmek, O'nun cennetinde yer al- mak, insani sevmek ve onun hak- lanna saygılı olmakla mümkün- dür. Kul hakkına saygı gösterme- yen, Allah'a da saygı göstermiyor demektir. Çünkü, diyor ki Aİlah "Bana kul hakkıyla gelmeyiniz, sizi bağışlayamam." İnsanın en doğal hakkı olan yaşama hakkını «cımasızca onun elinden alanlar, Aİlah tarafmdan bağışlanamaz- lar... Güzel insan Asım Bezirci, Me- tin Altıok, Nesimi Çimen. pınl pınl hayat dolu gencecik insanlar büyük bir ihanet sonucu öldürül- düİer. Bu cinayet, herkesin gözü önünde, önceden tasarlanarak, bilerek ve isteyerek işlendi. Bu- nun başka bir açıklaması ola- maz... Bugünkü yöneticiler şunu bil- miş olmahlar ki; Aziz Nesin'in deyişiyle: Bu şeriat bu denli besle- nirse, yann o Başbakan'ın saçın- dan tutup çekerler, o Cumhur- başkanfnın kıravatından tutup sürüklerler... LÜTFİ KALELİ ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKCÎ Ölümden Dönenin Anlattıkları: (4) Korku Filmleri Gibi... Ozan Zerrin Taşpınar. 2 Temmuz Cuma günü, gerici dazlakların, Sıvas'ta Madımak Oteli'ne saldırı hazırlıkla- rını anlatıyor, "Kalabalığın sesleri ensemde" diyordu. Arif Sağ, gürültülü sesiyle, birileriyle telefonda konuşu- yor. Zerrin Taşpınar şöyle diyor: - Lütfiye Aydın, ben, Asaf Koçak heyecanlı değiliz. Asaf Koçak, karikatürist; lobide oturmuş, insanlann portreterini yapıyordu yanımda. Lütfiye Aydın'ın eşi Ca- fer Can Aydın, Asım Bezirci'yle oturup satranç oynama- ya başladılar. Telefonlar, polisle konuşmalar süreci içinde ben asma kata çıktım; Metin, Metin Altıok olduğu- nu şimdi çok iyi anımsıyorum, birkaç kişi daha vardı, onlara ftkra anlattım. -Kim? -Ben, bir gece önce Muhlis Akarsu 'dan duyduğum bir fıkrayı anlattım. Ilk gittiğimiz gece bize anlatmıştı Muhlis Akarsu; Külebi, ben, Sami Bey yine içiyorduk. O da ma- samıza oturdu. "Ben Kangallıyım" dedi. "Bir Kangal fık- rası anlatayım mı?" - Anlatın! - Fıkra şöyle: Kangal'da ünlü bir adam varmış, hazır- cevaplılığıyla ün yapmış. Ne söylense altta kalmıyor, ya- nıtı yapıştırıyor. Onun adına "Mirza" dedi Muhlis Akar- su, emin değilim, Kangal a bir kaymakamla mal müdürü atanmış. Bunlar, Mirza 'nın ününü duyuyorlar, "Bir kar- şılaşsak da ya da bir uygun ortam olsa da atışsak söz- le!" diye düşünuyorlar. Bir gün kaymakamla mal müdü- rü çarşıda dolaşırlarken, bir bakıyorlar Mirza, kucağın- da bir sıpayla gidiyor. Hemen laf atıyorlar ona: - Oooo, güle güle büyuti - Sağolun! diyor Mirza. Çocuğumu okula yazdırmaya gidiyorum, ben görevimi yapayım da. Okursa kayma- kam olur, okumazsa mal müdürü olur! Bunu anlattım, Metin Altıok hemen içindeki ince espriyi yakaladı: -Yav, size anlatmışbu fıkrayı, haberiniz olsun, üçoku- muş, falan gibi yakıştırdı. Gülüştük. Herkes çok sakin. Daha sonra lobiden bize, odalanmı- za çekilmemiz söylendi. Tabii, benim odam olmadığı için Lütfiye ile Cafer in odasına gittim. Kalabalığın kor- kunç bir biçimde her saniye arttığını biliyorum, gözluyo- rum tülün arkasından. Lütfiye ye (Aydın) dedim ki: - Alfred Hitchcock'un "Kuşlar"filmini anımsadın mı? - Evet, dedi - Anımsıyor musunuz o filmde kuşlar, bir baş çevirme- siyle artıyordu sürekli. Kalabalığın arttığını görüyorum, hâlâ o duygu var bende, o filmi anımsıyorum. - Dışardaki insanlann arttığını? - Evet, başınızı çeviriyorsunuz, sanki elli kişi daha art- mış! Böyle. Kendi aramızda konuşuyoruz, söyleşiyoruz. Tekrar perdenın arkasından bakıyoruz; tabii bu ara slo- ganlar, bağırtılar.. Kıyamet kopuyor dışarda. Derken taş atmaya başladılar. Tabii daha ilk taşlar gelirken, hazır- lanırken biz lobilere çıktık. Seslendiler: "Lobilere çıkın, cam gelmesin!" Zafen o kadar belliydi ki, sürekli bize ipuçları veriyorlardı gözleyenler. "Kaçın, pencerelere yanaşmayın. Kapılan kapatıp lobiyegidin!" Ondan son- ra, o uzun lobide bekleme süreci başladı. Bu süre içinde ana ara odaları kontrol ediyorduk. Yani, taş, camla birlik- te bir şey atılır, yanar falan diye. Ondan sonraki saatler hep lobide, onlann o çığlıklan, haykırmalan, bağınşları, taş sesleri ile geçti. Ben kendimi hep sakin olarak düşü- nüyorum. Yalnız Belediye Başkanı'nm (Temel Karamol- laoğlu) konuşmasını, Lütfiye'nin "Çekil, taş gelecek, yaralanacaksın" diye bağırmasına karşın pencereye odanın ortasına dek geldim, camlar kırıktı zaten, Başka- nın konuşmalannı dinledim. - Ne diyordu? - Valla, "Biz Sıvaslılar olarak, -güya yatıştırmaya gel- miş- bir dereceye kadar görevimizı yaptık. tşte, şimdi dağılın". -Ama, bu "Dağılın"ın arkasından şunu söyledi, hep bunlan ifademde de belli ettim- "1980'i unutmayın! Orda iki arkadaşınız tutuktandı ve 10-15 sene yattı, hiç kimse sahip çıkmadı!" Bu söyleyişte, bana şöyle bir duy- gu geliyor düşündükçe, "Ferdi hareketleryapmayın. Bu tip olaylarda birkaç kişi tutuklanıyor, onlar da ceremeyi çekiyor" gibi. Kesinlikle onlara, "Bu ayıptır, günahtır: bunlar konuklarımızdır" filan değil. "Biz görevimizi yap- tık, bir dereceye kadar", bunun altını ısrarla çiziyorum. "Tam yaptık" demiyor, "Bir dereceye kadar" diyor. "Si- ze söz veriyorum" dedi, "Bunlar bu geceye kadar, bura- dan, Sıvas'tan uzaklaştırılmış olacak, gönderilmiş ola- cak: ikincisi, heykel yıkılacak; üçüncüsü bu Pir Sultan Şenlikleri tamamen iptal edilecek!" Daha çok konuştu. Konuşması alkışfarla kesildi. Arada bir "Dağılın!" diyor. Hani ona, "Bunu dağıt" demişlerya, o şekilde bir "Dağı- lın!" Şöyle küçük anılanm var: Azım Bezirci'nin elinde bir askı vardı, bir ara; elbise askısı almış bir dolaptan. - Bu nedir? dedim. - Bununla kendimi savunamam ama, dedi, iki kişinin hiç değilse karnına öyle dürterim! Hep yüzü gülüyordu. Akşam sekize beş vardı son, yanına oturduğumda mer- divende. - Gel şöyle otur yanıma, dedi. Oturdum. "Peki, bu taş ve cam kırığı sesleri şiirine nasıl yansıyacak?" dedi. "Bi- lemem!" dedim. Saati sordu, artık çok kararmıştı merdi- venler. Fakat, son bir saat sigara içme yasağı konmuştu bir yangın tehlikesine karşı. Çakmağı çakıp bakmadım, ama şöyle, en üst kattaydık osırada. yukanya doğru tu- tup saatimi gördüm ve eminim sekize beş vardı. Yangın demek ki çıkmamış! Ama, arabalar yanıyordu dışanda biliyorum... BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Asaf Halet Çelebinin bir şiir kitabı. 2/ Binicilik- te atın bayağı yürüyüşü- ne verilen ad... Anadolu'- da kurulmuş eski uygar- hk. 3/ Uğur. talıh... Arahksız yinelenen ve ar- tık düşünmeksizin yapı- lan eylemlerin tümü. 4/ 6 Mülkünün geliriyle yaşa- yan kimse. 5/ Portekiz'de bir kent... Eski dildeeşek. 6/ Damarlı ve yan say- dam bir taş... Boru sesi. 7/ Uluslararası Çalışma Örgütü'- nün simgesi... Kuduz. 8/ Cehen- nem... Maddenin. bir kimyasal tepkimeye girebilen en küçük par- çası. 9/ Yabanıl hayvan bannağı... Koyunlann kuzulama dönemin- de, çobanın sürü sahiplerini dola- şarak yiyecek ve bahşiş toplaması. YUKARIDAN AŞAGIYA: 1/ Fransız beşteci Delibes'in en ün- lü operası... İtici neden. güdü. 2/ Düşman... Kadın giysilerinin etek ucu, kol gibi yerlerine verev kesilmiş kumaştan yapılan süs. 3/ Bir müzık parçasının hangi hızla çalınması gerektiğini gösteren aygıt. 4/ Bir gıda maddesi... Hint, İran dil grubuna verilen ad... Akıl. 5/ Kıbnsta bir kent. 6/ Birçalgı... Dekorasyonda, maro- ken eşya yapımında ve modacılıkta kullanılan deri taklidi sente- tik maİzeme. 7/ Bir kenti ya da ülkeyi silah zoruyla ele geçirme... Japon halk türkülerine verilen ad. 8/ Güzel sanatlann birdah. 9/ İskambildekı karo rengine verilen bir başka ad... Bir nota.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle