Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
_ _ — . . . . . ?
SAYFA CUMHURİYET 21KASIM1993PAZAR
8 PAZARYAZILARI
Kendinyap
kendinyaşa
LONDRA
EDtPEMtL
ÖYMEN
İngjlizın evi kalesidir. Böyle bir deyim
de var dilde zaten. Sadece bır benzetme
değil bu. Daha emekleme çağından iti-
baren bebeğe, bireyselliğinin önemi an-
latıhr. Öyle yetiştirilir. Bebek büyüyüp
adam olunca da aldığı bu eğiümin doğal
sonucu. ev sahibi olmasıdır. Ama ev gibi
ev. Apartman dairesi değil. Avrupa'daki
tûrden apartman İngiltere'de seyrek.
Türkiye'dekilerden de yûksek bloklar ise
orta sıruf için değil, yoksul alt katmanlar
için yapılan sosyal konutlar. Lüks apart-
man dairelen azınlıkta. Çoğu, kısa süreli
yabancılar için. Bağımsız, bahçe içınde
ya da müşterek nızam denilen. iki ayn
bölümlü, iki ayn kapılı. ama yan yana
yapışık evler çoğunlukta. İngjltere"ye
uçakla her gelenin dikkatıni çekej bu.
Havaalaruna inerken yan yana kutu ku-
tu evler. Arkalannda küçük bir bahçe.
Bahçe aletlerini saklamak için bir klübe.
Mini bir bostan.
Biraz daha varhklıysa Bay Ortadirek,
evini arkaya doğru camh bir ekle genişle-
tir. İngiliz için ilke, doğa ile ıç içe yaşa-
mak çünkü. Ömek: Londra gibi santi
metre karesi uranyum değerinde bir ken-
tin ortasmda dev alanlan yeşile ayırmak,
ve bunu her semtte, her kentte tekraria-
mak. Bunlar deli. Oysa o muazzam
parklara ne oteller yapıbr! Ne acayip
rant elde edilir. Oradan al rantı. sonra
ver repoya, arkana yaslan, keyfine bak!
Ama hayır. Nedense Türklergibi düşün-
müyor bu millet. Onlar için doğa ile
uyum içınde yaşamak daha önemli ne-
dense. tşte bu saplantı yüzünden, İngiliz.
evini sadece arkaya doğru camlı bölme
ile büyütmekle de kalmaz. içinde de sonu
gelmez onanm ve bakım işleri yapar
Komşular arasında en büyük kavga ne-
denidir bu. Pazar günü herkesin ve her
şeyin en sakin olması gereken bir zaman-
da. yan komşudan carrr diye bir ses. Ne
o, duvara delik deliyor bilmem ne asmak
için. Ya da dan dun sesler. Ne o, kalori-
fer onanmıymış. Ve hafta sonlannda
"Kendin Yap" (Do It Yourself) mağa-
zalan paraya para demez. Kapı kulpu
alanlar, pencere pervaa yüklenenler, el-
lerinde boya tenekeleri ile fırçalar, rulo-
larla duvar kagıtlan ya da en olmazsa
ampul kutulanyla yüklü çıkarlar bura-
lardan, arabalanna doluşup yaşayacak-
lan heyecan dolu "kendin yap" tutkusu-
na.
Yaklaşık 60milyon nüfuslu İngiltere-
de apartmanlar dışında 22 milyon ev var.
Bunlann 4 milyonu 1880 öncesinden
kalma. Evet, yıkmıyorlar ve yerine
apartman yapmıyorlar. Adamlar sadece
doğa değil, tarih tutkunu da aynı zaman-
da. Bunlar gerçekten deli. 4 milyon ka-
dar ev 1880-1918 arasından kalmış. 5
milyon kadan iki savaş arasından. 7 mil-
yorİ kadan savaştan 1970lere kadar. Ev-
lerin sadece yüzde 15'i son 15 yüın ürü-
nü. Bu kadar eski eve usta yeüşmez. Za-
ten ustaya da para yeüşmez. El emeğinin
en pahalı olduğu bir yer burası. Onun
için de herkes ha gayret kendi işini görü-
yor. "Kendin Yap" sanayiinin yılda 150
milyar lira ciro yapmasından belli.
Türk
mafyasına
170yılceza
ALİ
KIŞLAK
Ulusal Mahkeme. uyuşturucu ka-
çakçılığından yargılanmakta olan 'Tûrk
mafyası'na toplam 170 yıl ceza verdi.
Ekim 1989 - austos 1990 tarihleri arası
yakalanan Türk mafyası, 74 kişiden olu-
şuyordu. 2 kişi. tutuklu bulunduklan sı-
rada yaşamlannı yitirdiler. Tutuksuz
olarak yargılanan birçok mafya üyesi
kaçmayı başardı ve geriye 29 kişi kaldı.
Yargılanan 29 kişiden 18'i Türk, 4'ü
İspanyol olmak üzere 24'ü çeşitli cezala-
ra çarptınlırken 5 kişi de serbest
bırakıldı. Suçlu bulunan bir kişinin de
akli dengesini yitirdiği belirtiliyor.
Savcının toplam 650 yıl istemesine
karşın Ulusal Mahkeme sonunda yakla-
şık 170 yıl hapis cezası ile 500 milyar
Türk Lirası'na varan para cezasma ka-
rar verdi. Uyuşturucu kaçakçıhğından
suçlu bulunanlann cezalan 8 yıl ile 12 yıl
arasında değişirken yasalara aykın ola-
rak silah bulunduranlar da 2 yıl dört ay
hapis cezası aldılar.
Basına ilk verilen haberierde yalnızca
iki kişinin isımleri açıklanıyor: Fevzi Ce-
mil Yiğitbaşı (İstanbul) ve Hüseyin Kork-
maz(Beyrut). Buiki kişinin. önemli mik-
tarlarda eroinin İspanya'da ya da İspan-
ya üzerinden öteki ülkelerde pazarlan-
masını sağladıklan belirtiliyor. 1989
yıhnda Fevzi Cemil'in kiraladığı villada
109 kilo eroin ele geçirilmişti.
"Mafi» Turca"yani Türk Mafyası'nın
İspanya'da Madrid, Barselona ve Costa
del Sol (Güneş Kıyılan) bölgelerinde
yerleşmiş olduklan tahmin ediliyor. Ge-
çen yıllarda buralarda yapılan aramalar-
da 400 kiloya yakın eroin, sahte pasa-
port değjşik silahlar, Türkçe kitaplar ve
değişik paralar ele geçirilmişti. Mahke-
me, Türk mafyasının, İspanya'da ka-
zandığı parayı Cebeütank bankalannda
"akladığmı" belirtiyor.
Beethoven ile bîr saat
Bir gnıp ilkokul öğrencisi Beethoven'ın evini ziyarete gelmiş. Yeşil boyalı ev cıvü cıvıldı.
Tanınmış,
alarunda
kendisini
tüm dün-
yaya ka-
bul ettir-
miş ve bu-
gün hayat-
ta ol-
mayan insanlann yaşadığı mekanlan gör-
mek anlatılmaz bir zevktir benim için. O
kişiyle taruşmış, görüşmüş gibi olurum.
Artık o, dostum, arkadaşım, büyüğümdür.
Evlerinden çıkarken haklannda daha çok
şey okuyacağjma kendi kendime söz veri-
rim.
Moskova'da Tolstoy'un yüksek ağaçlı,
geniş bahçenin ortasındaki iki kath köşkü,
Santiago'da Pablo Neruda'nın ömrünün
son yıllannı geçirdiği, hala Şili Üniversitesi
öğrencilerinin canlı tuttuğu evi, bu kentler-
le ilgili en güzel haüralanmdır.
Bonn'da da öyle oldu.
Bonn. Ren nehrinin ikiye böldüğü şirin
bir "başkent kasabası." Yemyeşil bir yer.
Bahçıvanı tann baba. Yağmur, güneş, gü-
neş. yağmur, güneş...
Ben de birkaç saat içinde önce güneşe,
sonra yagmura yakalandım. Güneşin
sıcakhğı içimi ısıtırken ardından başlayan
vağmurla sınlsıklam oldum.
Elimde adres, sokaklan arşınlıyorum.
Derdim, Ludwig van Beethoven'ın evini
bulmak.
Bonngasse Caddesi. no: 515...
Çok zor olmadı.
Pencere önleri çiçekli evlerin arasında,
pembeye bo>ab olanı...
Yeşil boyah kapıdan içeri gjrip Beetho-
ven'la buluştuğumdaortalık cıvil cıvıldı...
Bir grup ilkokul öğrencisi sanatçının evi-
ni ziyarete gelmiş. Hepsi birbirine bır şeyler
söylüyor. Çoğunun elinde e\in planı, önce
öğretmenleri üst kata çıkıyorlar.
Ben de peşlerine düştüm.
Beethoven ailesinin 1767'de yerleştiği ev
bugüne kadar pek çok kez restorasyondan
geçmiş, ama özelligj hep korunmuş. Yerler
tahta, her adım atışta gıcırdıyor.
Birinci kat beş odadan oluşuyor. İç içe
girmiş odalar. müzik aletleri ve tablolarla
dolu. Dededen toruna Beethovenlar'ın
yağlıboya resimleri.
Onlarca keman. yaylı çalgı. piyano...
Merak edip saymayı denedim. Sekseni ge-
çince kanştınp bıraktım. Hemen tümü,
çok kullanılmvş olmanın izlerini taşıvor.
Beş odanın en içte olanı. Beethoven'ın
çocukluğunun, gençliğinin geçtiği oda. Be-
ethoven'm babası Johann van Beethoven da
müzisyenmiş. Saray korosundaymış, ama
sonradan atılmış. Babası onun bir müas-
yen olmasını çok istemiş. Bu uğurda oku-
lundan etmiş onu. İlkokulu bile bitirmesini
beklemeden okuldan almış. Küçük pence-
reli bu odada saatlerce piyano, keman
çahşmış.
Babası onu pıyanonun başına oturtur.
kapıyı da üzerinden kilitler, verdiği dersleri
su gibi ezberletirmiş. Meyhane dönüşü eve
gcldiğınde onu piyanonun başında uyur
bulursa dövermiş. Piyanodan sonra ayru
yöntemi keman için uygulamış. O piyano
çalarken, tepeden sarkan bir öriimcek önü-
ne kadar gelir, saatlerce onu dinkrmiş...
Üst katta ise Beethoven'ın 16 Aralık
177O'te doğduğu küçük oda var. Küçük
pencereli odanın tam ortasında sanatçının
bir büstü duruyor. Odanın önü iple ka-
paülmış, geçmek yasak. Ama çocuklar
dinlemedi...
Beethoven'ın doğduğu odanın karşısı-
nda da yine müzik aletleriyle dolu büyük
bir oda daha var. Hepsi cam bölmelerin ar-
kasında, öksüz...
Müzığe onlarca aletle dört yaşında baş-
layan Beethoven bu evde 19 yaşına kadar
kalmış, sonra Viyana...
Evden aynlırken, birlikte dolaştığım ço-
cuklara imrendim. Kimbilir kaçmın içinde
bu kadar müzik aleti yer edecek, eve gidip
babasından satın almasını ısteyecek ve mü-
ziğe başlayacak...
Beethoven, Flemenkçede havuç tarlası
anlamına geliyor. 30 yaşından sonra duy-
ma yetisini büyük ölçüde yiüren sanatçı
eserlerine çektiği acılan değil, bu aalan ye-
nen yaşam gücünü yansıtmış. Doğduğu
evin girişinde saülan İcitaplarda sanatçının
müzisyenliği dışında müthiş yaşam gücü ve
aşklan da konu edilmiş. Pek çoğunu ilk kez
okudum ve şaşırdım. Çok aşık olmuş. hiç
evlenmemiş. bır rivayete göre en uzun aşkı
yedi ay sürmüş, doğaya çok tutkunmuş,
eserlerinin çoğu doğadan aldığı ilhamın
ürünüymüş, ona göre tann doğayrruş...
Beethoven'dan, Yukan Mısır'daki hiye-
roglifleri çözen Fransız arkeolog Cham-
polbon'un hediye etüği ve sanatçının ma-
sasından hiç ayırmadığı, bir tapınak du-
vanndaki yazıyı aktararak aynlalım:
"Ne varsa hep ben.
Var olan, var olmuş olan, var olacak olan
her şe> ben. Hiçbir ölümlii el benim sır örtü-
mii kaldıramamıştır.
O kendiliğinden vardır, her şey vartığmı
ona borçludur."
Rusya'da 'Sovyet' sözcüğüenağırhakaretoldu
"Ben mi Sovyetmişim? Asıl sensin Sovyet
olan!"
İşte böyle. 70 küsur >il boyunca bir halkı
ve bir insan tıpini tanımlamak için kullanı-
lan 'Sovyet' sözcüğü artık bir hakarete dö-
nüş^tü.
Ulkenin ve zamanın değiştiğini anlaya-
mayan. eski alışkanlıklanndan vazgeçeme-
yen. gecmişe özlem duyan ve hatta yeni ik-
tidara muhalefet eden insanlar. bu sözcük-
le aşağılanıyor artık.
Ya "Sov^et' diyerek hakaret ediyorlar ya
da 'Sovok'. İkinci sözcük, faraş anlamına
geliyor. Ama ilkine çok benzemesi ve aşa-
ğılayıcı vurguyu arttırması nedeniyle daha
sık kullanılıyor.
İktidann bazı teorisyenleri ise 'Sovyet"
diye bir halkın hiçbir zaman bulunmadığı-
nı, bunun uydurma bir kavram olduğunu
kanıtlamaya çalışıyorlar. SSCB'nin Rus.
Özbek, Azeri ve diğer halklardan oluştu-
ğunu, ne Sovyet halkından ne de Sovyet in-
sanından söz etmenin doğru olacağinı an-
laüyorlar.
Ortada kalan bu sözcüğe. yalnızca poli-
tik muhalefet sahip çıkıyor. Onlar zaten
Soyyetler Birligi'ni yeniden kurmayı hedef-
lediİcleri için Sovyet halkının varhğını sür-
dürdüğünü kendilerine ana dayanak yapı-
yorlar.
Bir de zaman zaman kendini eski alış-
kanlıklannın etkisi ahında gören ve insan-
lann değışmesinin uzun zaman alacağını
duyumsayan kişiler, hala Sovyet olduklan-
HAKAN
AKSAY
nı acı bir gülümsemeyle itiraf ediyorlar.
Kimdir Homo SovieticiK, yani Sovyet in-
sanı?
70 küsur yıl içinde ister Rus, ister Ukray-
nah. isterse de Tacik olsun. herkes ortak
özelliklerin (tarih, ideoloji, kültür, politika,
hukuk. dil vb.) etkisi altında biçimlendi.
Komünist Partisi'ne bağlıhk yeminleriyle
büyütüldü. Ortak psikoloji ve alışkanlıkîar
edindi. Bu gerçeği kimse vadsımıyor.
Sovyet sözcüğünü övgüyle kullananlar.
bunun yurtseverlik. yardımseverlik, özveri
gibi anlamlara geldiğini söylüyor.
Karşıtlan ise aynı sözcüğü koşulsuz ita-
atkarlık, korkakfık. tembellik. eşitlik ilke-
sine körii körüne bağlıhk ve bundan kay-
naklanan kıskançhk, çekememezhk olarak
yorumluyor.
Nasreddin Hoca'nın dediği gibi, her iki
tarafa da "Sen de hakltsın" demek geliyor
ınsanın içinden. Koskoca bir tarih yaşandı
ve iyi-kötü bir vığın şey bıraktı geride. tyi-
leri kabul edip kötüleri yok sa>-mak ya da
tersini yapmak, kendini aldatmak olur.
Gerçek olan bir şey var ki, o da Sovyet
insanının. ahşkanlıklann kısa sürede orta-
dan kaybolmayacağıdır. İşte Sovyetler yı-
kılalı geçen zaman artık yıllarla ölçülüyor.
Eski Sovyet cumhuriyetlerindeki insanlar
-onlar istediklen kadar kendilerini 'yeni'
ilan etseler de- hala bildığimız insanlar.
Evet, yeni elbiseler giydiler, ara sıra ya-
bana sözcük kullanır oldular, yeni partiler
kurdular, sokaklara ve meydanlara yeni
adlar yakışürdılar. Ama konuşmalan, şa-
kalan. küfurleri, içki içişleri, bakışlan, yü-
rüyüşleri değişmedı. Kimse aydan gelmedi.
Iktidarlann hoşuna gitmese de bütün es-"
ki Sovyet cumhuriyetlerinde daha uzun
süre yaşayacak Sovyet psikolojisi.
Çünkü toplumlar, insanlar. yasalarla bir
anda yenilenemiyor. Karakterİer. tabelalar
kadar kolay değiştirilemiyor.
Çöpçüler, yeniaşklariçin
dahaiazlazamanistiyor
M i c k e
> R o u r k e
' Amerikalı aktör, boksör ve serseri. Yani on par-
j mağında üç marifet. Film teklifleri almadığı zamanlarda ekmeğini
bokstan çıkanyor. Zor bir yol. Tabii ki kalkıp dünya şampiyonasına katılmıyor. İkinci mesleğini ufak gösteri maçlan
aracılığıyla icra etmeyi tercih ediyor. Gösteri maçı deyip geçmeyin, sonunda fena halde dayak yemek de var. Bu yüzden
Rourke uzun süreli hazırlık kamplarına giriyor. Boksörlüğün ona başkaca ne kazandırdığı bilinmez, ama boksörlüğü
savesinde edindiği kınk burnun Amerikan sinemasının serseri çocuğuna ayrı bir hava kattığı kesin. (REUTER)
Çöpçüler hep "Körolası çöp-
çûkr. aşkımı siipürmüşler" dı/c-
sini aklıma getırirler Çöpçüler,
hüzünlü hazan yapraklanvla
birlikte eski aşklan da süpürür-
ler, yenilerine yer açarlar. Yeni
aşklarsa başka baharlara kalır.
Ama onlar yaz-kış demeden sü-
pürmeye devam ederler. kentle-
rin bir gün önceden dolmuş do-
laşım sistemlerini temizlerler. tı-
kanıklıklan açarlar, kentin ya-
şamı sindirmesine yardıma
olurlar. Biz onlan farketmeyiz.
ama onlar kentin yaşam teker-
leğinin gıartısız dönmesinı sağ-
layan anonim kahramanlardır.
Danimarka'daki çöpçüler
artık kentlerin dolaşım sistem-
lerini temizlemekle kalmayıp
topluma da el attılar: onca ikti-
satçıyı, politikacıyı ve toplum-
sal sorunlara çözüm üretsinler
diye eğitilmiş diğer uzmanlan
geride bırakarak toplumun do-
laşım sistemindeki tıkanıklığı
gidermeye yönelik önerilerde
bulundular. Danimarka toplu-
munun en can abcı sorunu ko-
nusunda temel tavırlann sorgu-
landığı bir tartışma başlamlar.
Tüm Avrupa'da olduğu gibi
Danimarka'nm da en can alıcı
sorunu işşizlik. Dolayısıyla iş-
sizlikle ilgili tartışmalar. günde-
min baş maddesini, işşizlik so-
rununa yönelik tavırlar da gi-
derek toplumdaki kutuşlaşma-
nın eksenini oluşturuyor.
Çöpçüler geçen hafta bu tar-
tışmaya çok somut bir öneriyle
FERRUH
Y1LMAZ
katılarak siyasal gündemı al-
tüst ettiler. soyut tartışmayı se-
ven politikaalan kendi somut
önerilen konusunda tavır ta-
kınmaya zorladılar. ışsizlikle
mücadele alanmda saflann be-
lirginleşmesini sağladılar. Sos-
yal Demokrat Partı'nin Iıerke-
se iş' sloganlannda o kadar sa-
mimi olmadıklanru ortaya çı-
kardılar.
Oysa Danimarkab çöpçüler
çok basit bir öneriyle geldiler.
Oneriye göre dört çöpçüden her
biri ayda bir hafta çahşmaya-
rak işşizlik parası alacak. böyle-
likle işsiz gezen beşinci çöpçüye
iş alanı yaratılacak. Çöpçülerin
önerisi devlete ekonomik yük
de getirmiyor. çünkü devlet iş-
sizlere zaten işşizlik parası ödü-
yor.
Yine de bu öneriye ilk kös-
tek, bizzat sosyal demokrat
Çalışma Bakanı'ndan geldi.
Çahşma Bakanı. öneriye olum-
lu baktığını söylemekle birlikte
işten eğıtim izni almaya imkan
tanıyan yasa çerçevesinde de-
nenmesinı istedi. Bu. işverenle-
re uygulamaya hayır deme
hakkı tanıdığı gibi ayda bir haf-
ta işsiz kalacak çöpçülerin gelir-
Batı, dünyaya gözlerini agnaya başladıİran Şah'ı devrilmek üzereyken
bu ülkenin en büyük sabah gazetesi
Dagens Nyheter'in birinci sayfası-
nda, bir elinde tüfek olan, peçesin-
den yalnızca tek bir gözünün gözük-
tüğü bir kadının fotoğrafı kocaman
yayımlanmışü. Altında iri puntolar-
la, "Yepyeni bir devrim yoîda!" diye
başlık atılmıştı. Şah diktatoryasının
sona ermesini isteyen birçok de-
mokrat, umutla kaygıyı bir arada
duyuyordu o günlerde. Direniş ha-
reketi güçlendikçe, dinci kimlik ür-
kütücü hale gelmiştı. Ben de o
başlığı ve resmi görünce "Hele bek-
leyın, görürsünüz devrimi" demiş-
tim kendi kendime...
Şimdi gördüler. Öyle gördüler ki
bir Salman Rüşdü gerekti gözlerini
açmalan için. Bugün aynı gazetenin
kültür redaksiyonu şefı, değerli ya-
zar Arne Rutiı, Sabnan Rüştü'ye
destek olmak için Müslüman ülke-
lerde yaşayan 100 yazann katkısıyla
Fransa'da yayımlanan kitap "Pour
Rushdie"yi tanıtırken şu ara başlığı
atmaya gerek duydu: "İslam dinini,
dinsel fanatiklere bırakmayın" (DN.
15.11.93)
İsveçli okur, Ruth sayesinde Tn-
ran Dursun'la tanıştı.
"Giderek artan sayıda Müslü-
man aydın, 90'lı yıllarda öldürüldü.
Son kurbanlar arasında, Cezayirli
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
Tahar Davut, Mısırlı Faraf Foda ve
Türk Turan Dursun var. Müslüman
dünyada bu cinayetler büyük tepkı
gördü. Dursun'un geçen kış yapıîan
cenazesi, İstanbul sokaklannda yüz
bınlerin yürüdüğü bir gösteriye dö-
nüştü
Arne Ruth. Aziz Nesin ve Salman
Rüşdü arasındaki anlaşmazlığin ve
banşmanın tanığı. Okurlara bunu
anımsattıktan sonra, şunlan yaa-
yor:
"Aziz Nesin, hiç "sıkılmadan", ül-
kesinin vicdanı olmayı sürdürüyor;
bir çağdaş Zola gibi. pob'tikacılann
çifte standartlannı, onlann politik
çifte standartlanyla yüzleştirmeyi
sürdürüyor. Bu gerçek, medyarun
bende yarattığı görüntüye uymu-
yordu."
Evet, çok az şey buraya ulaşan
görüntüye uytıyor. Ama bir kıprr-
dama var. Yavaş yavaş, "Zenginler
Kulübü" dışında kalan ülkeler söz
konusu olduğu zaman başvurulan
basmakalıp formüllerden uzak dur-
ma cesaretini gösteren yazar ve ga-
zetecilerin sayısı artıyor. Medyanın
temsilcileri arasında, Türkiye'ye gö-
rev gereği yapacağı gezinin turistik
olmamasına özen gösterdiği için yo-
la çıkmadan önce Türkiyeü meslek-
taşlannı arayıp bilgı edinenlere
daha sık rasthyoruz son zamanlar-
da. Avrupa'nın göbeğinde yaşanan
etnik trajedi: şeriat terörünün sınır
tanımayan artışı, artık hiçbir ülke-
nin. hiçbir ülkeye güven verir bir
uzakbkta olmadığını gösteriyor. En
azından, Batf ntn. cumhuriyetin 70.
yıldönümünü kutlayan laik Tfir-
kiye'yı birden"keşfetmesi" bunu
düşündürüyor.
lerinde önemb bir düşmeye yol
açıyor, çünkü eğitim izni alan-
lar, işşizlik parasırun tamammı
değil. sadece yüzde 80'ini alabi-
liyorlar. Çalışma Bakanı'nın bu
tavn. ayda bir hafta işsiz kala-
rak zaten ücretlerle işşizlik pa-
rası arasındaki farktan dolayı
gelir kaybına uğrayacak çöpçü-
lerin gelir kaybını büyütecek.
Çöpçülerin önerisinin hayata
geçirilmesi, şimdibk bu anlam-
sızlık noktasında kılitlenmiş
görünüyor.
Ashnda Danimarka'da çöp-
çülerin başlattığı bu tartışma
diğer Avrupa ülkelerinde de şu
anda gündemde. Fransa'da da
Almanyada da şu sıralarda yo-
ğun olarak haftada dört günlük
çalışma süresi tartışıbyor. Av-
rupa Birliği Komisyonu Başka-
nı Jacques Delors, işsizbğin Av-
rupa Bırliği'nin önündeki en
büyük sorun olduğunu belirte-
rek çözüm olarak çahşma süre-
sinin kısaltılmasını öneriyor.
İşte bu öneri, Baülı kapitalist
toplumlardaki kutuplaşmanın
yeni eksenini oluşturuyor. İşve-
renler, işbölümüne dayah çö-
züm önerisinin, işsiz ordusunu
azaltarak ücret artışını frenle-
yen önemli bir unsuru ortadan
kaldıracaği ve daha da ötesi,
her an her tür ücretle çalışmaya
hazır ve nazır işgücünü azalta-
rak çabşma piyasasındaki es-
nekliği ve dinamizmi yok ede-
ceğini, Danimarka sanayiinin
rekabet gücünü kısıtlayacağını
savunuyorlar. Kısacası, işve-
renler işlerini tıkınnda yürüte-
bilmek için büyük bir işsiz or-
dusunun psikolojik baskı gru-
bu olarak her an hazır bulun-
masından yanalar.
Bu görüşe klasik sol söylem
yerinde daha insana yönelik
söylemle karşı çıkanlar ise insa-
ni değerleri ve ınsanın kendisine
yönelik zamanının artmasının
topluma kazandıracağı eğitim
ve kültür düzeyini ön plana çı-
kanyorlar. Paraya dayalı bakış
açısı yerine insani değerlere da-
yalı bakış açısmı savunuyorlar.
Çöpçüleri sonuna kadar des-
tekliyorlar.
Danimarka'da çöpçüler ar-
tık sadece eski aşklan süpür-
mekle kalmıyorlar, kentülere
yeni aşklann yaşanacağı yeni
vakitler de öneriyorlar.