Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21KASIM1993PAZAR
OLAYLAR VE GORUŞLER
Atatürkçülüğün Gerçekçiliği
Sürekli bir toplumsal aydınhk. yeni yaşam biçiminin, akıla ve
pozitivist dünya görüşünün zihinlerde "biiinç" durumuna
gelmesiyle, sonsuza degin değişerek ve dönüşerek. yeniden
biçimlenerek sağlanabilir. Bu yüzden, Mustafa Kemal,
"de\Tİmcilik"i, bir ilke olarak benimsedi.
VECİHİ TİMUROĞLU
A
tatürkçülük, tarih sah-
nesine. bir felsefe akımı.
bir öğreti ya da bir öğre-
tinin pratiği olarak çık-
madı, tarihin bir zonı
olarak belirdi.
Osmanlı İmparatorluğu. birinci em-
peryalist bölüşüm savaşı'na bir yandaş
olarak kauldı Anglo-Sakson emper-
yalizmıne karşı Germen-Roma bağla-
şıklığının yanında yer aldı. Turan
düşçülüğû, Osmanlı aydınlanran geç
kalmış milliyetçilik duygulannı kam-
çılamıştır. Çağdaş bilimsel gelişmeden
yoksun, çağdaş teknolojiye vabancı
Osmanlı için, bu. gerçek bir seriivendi.
Her kurumuyla ortaçağ görüntüsü ve-
ren Osmanlı, öyle bir savaşa girmişti
ki, bu savaşı zaferle noktalasa bile, ta-
rih sahnesinden silinecekti. Tanhçiler.
bu durumu düşünmüyorlar nedense!
Osmanlı. Birinci Düma Sa\aşı'nın pi-
yonu bile değildi. Çünkü, bölüşümden
Orta Asya pastasını istıyordu. Allahü-
ekber dağlannda. askerinin ayağına
postal gıydıremeven Osmanlı'nın Mâ-
verâ-ün nehr' ın kıyılannda safa sür-
mesine izin veren tarihsel koşullan
saptamış bir bilim ycktu henüz. Gü-
nümüzde de, bu gerçek. gecerliğini ve
eerçekliğini koruyor.
Mustafa Kemal. tarihin zoruyla or-
taya çıkmış olan bu tabloda görünür.
Tabloda, Mustafa Kemal'in dışında
bütün fıgürler belırsiz. bütün renkler
kirlidir. Tarih sahnesinden silinmiş
devletin halkı şaşkındır. çünkü ortaya
çıkmış durumu değerlendirecek, bu
duruma göre yeniden örgütlenecek ta-
nh bılincine sahip değildir. Mustafa
Kemal. bu yüzden milliyetçi olmuştur.
Ama. ırksal ve dinsel öğeleri, kavra-
rrun özünden uzaklaştırarak milliyet-
çîlîğj salt tarih bilinci kökenine oturt-
tu.
Mustafa Kemal, Anadolu halkıru
emperyalizme karşı örgütlerken tari-
hin zoru ile tarih sahnesinden silinmiş
Osmanlı, bu örgütlenmeyi engellemek
için emperyalizmle işbirliği yapıyordu.
Mustafa Kemal, insanhk ailesi içinde
yalnız bırakılmış mazlum Anadolu
halkının "tarihsel hakkı"nı alabilmek
için tek dayanağının yine halk olduğu-
nu kavradı. Bu yüzden, Mustafa Ke-
mal, halkçılık ilkesini, tarih bilincının
ıtici gücü olarak ortaya atü. Halkı
kurtaracak tek güç. yine halktır. Em-
peryalizmin 'İKH ve sömür" politikası-
nı geçersiz kılabilecek tek güç *tıalk'"-
tır. Halkın bilinci, "ulus" kavramını
olgunlaştıracak siyasal düzeye getire-
bilirse. her türlü işbırliğini yenılgiye
uğratabilirdi? Halkın gücü ıle, halkın
"ulusal örgütienme bilincP'ne ermesiy-
le kazarulan bağımsızlık. kuşkusuz.
"saltanata" teslim edılemezdı. Musta-
fa Kemal, çağdaş egemenliğin bir "aile
egemenliği". bir "zümre egemenliği"
olmadığını, tarihten öğrenmekle kal-
mamış. Anadolu'nun karanlık günle-
rinde bütün gerçekliğiyle yaşamıştı.
"Egemenlik, bağsız ve koşulsuz ulusun-
dur" (Hakımıyet, bilâkayd ü şart mil-
letindir) öneımesi. toplumbilimsel bir
gerçeklik olarak, tarihin bir zoru bıçi-
minde çıkmıştır ortaya. Mustafa Ke-
mal. bu tarihsel nedenlerin sonucu
olarak "cuınhııriyetçi"dir. Emperya-
lizmi yenen halk, egemenlik hakkını
kimseye tanımaz. Mustafa Kemal. sal-
tanata saygıh davransaydı, Anadolu
ihtılalini gerçekleştırmiş halkımız,
"GazP'sine saygı duymazdı.
Mustafa Kemal, Erzurum'da ve Sı-
vas'ta, bağımsızlığın diri tohumlannı
ekerken. ulusal egemenliğin koşullan-
ru saptarken "'hilafet", kara dilli fetva-
lanyla. kara dinli kullannı, bağımsızlık
savaşı veren "kalpaklılar"'ın üzerine
saldırtıyordu "Hilafet ordulan", kuv-
vacılan İngiliz ve Fransız silahlanyla
vuruyorlardı. Camıler ve mescitler.
kara dillilerin uşakhk vaazlanyla çınlı-
yordu. Mehmet Akif ve Börekçizade
Fuat Efendi, ak yüreklenyle soylan tü-
kenmiş Müslümanlardandı. Erzu-
rumlu Raif Efendi de. bunlara uzaktan
katılanlardandı. Galip Hocalann haç-
lan da. Demokrat Partı iktidanyla
koltuklannın altından Amerikan yal-
dızıyla parlatılmışolarak çıktı. Musta-
fa Kemal. Şeyhüİ İslam Dürnzade'nin
idam fermanını boynunda taşıdığın-
dan, ku\a-yi Milliyeciler'in dökülen
"ilk kanlannda" hilafet fetvasının ağı-
sını. göğüslennde "nakşi kurşumT'nun
yarasıru gördüğünden. aklı imana
boğduran "dinsel yönetim ve öğretim
potitikasTna büv ük bir gereksinim ol-
duğunu kavramıştır. Bu yüzden "laik-
lik"i, ulusumuzun yaşam felsefesi ola-
rak, birdev let ilkesı >apmıştır. Bu ilke.
Türk hukukunun en köklü kavramı-
dır.
Devrim ve devletçilik
Mustafa Kemal, Ankara"da. ulusal
devletin temel harcını atarken. -Kuva-
yi Milliyecileri koruyacak tek bir dev-
İet gücü yoktu. Yurdumuzu. İzmir'-
den Ankara'ya doğru işgale başlarruş
Yunan ordusuna karşı "ulusal ordu"
kurabilmek için Türkiye Büyük Millet
Mechsı Hükümetı, beş yüz lira bula-
mıyordu. Halk aç ve açıktaydı Sekiz
yıllık sürekli savaşlann parasal ve in-
sansal yükünü sırtında taşımış halkın
verecek tek kuruşu voktu. Onuru. kişi-
liğı ve tanhsel birikimi vardı, ama.
maddi katkıda bulunacak tek bir buğ-
day tanesi bile bulamazdı. Bir ulusun.
bağımsızlık savaşı verirken içine düş-
tüğü bu durumu. Mustafa Kemal.
bütün acılığıyla yaşamıştı. Bağımsızlık
savaşı kazanıldıktan sonra. "hürteşeb-
büs"ün yaratıcı gücüne emanet edilen
iktisadi kalkmma politikası, l930"lar-
da. halkımıza ekmek, bez. gaz ve şeker
bulamadı. Çırağan Sarayı'nda milyar-
larca lıraya kızlannı ve oğullannı dün-
yaevıne sokan türediler, halkımızın
yoksunluğunu hâlâ kavrayamamışlar-
dır. Mustafa Kemal. yaşadığı tanhsel
gerçeğin gereği "devletçi" oldu. Baraj-
lan, yollan. limanlan. havaalanlannı
devlete yaptıranlann. "serbest pazar!"
şarkılanna. Atatürkçülerin kulaklan
bunun için tıkahdır.
Tarihin hiçbir aşamasında, toplum-
sal devınimi durduramazsınız. Tarihsel
akışı tersine çevirmeye kalküğınızda,
toplumsal karmaşa (kaos) bütün yo-
ğunluğuyla yeniden yaşanmaya başla-
nır. Kımi zamanlar. tarihsel gidiş, bir
sarmalın (helezon) eğrisine uyup geri-
ye dönüş eğilimı gösterse bile, toplu-
mun diri güçleri. karanlığa göz kırpan-
lara aydınlığın eücünü gösterebilmeli-
dır.
Sürekli bir toplumsal aydınlık. yeni
yaşam biçimınin, akılcı ve pozitivist
dünva görüşünün zihinlerde "biiinç"
durumuna gelmesiyle. sonsuza değin
değişerek ve dönüşerek, yeniden bi-
çimlenerek sağlanabilir. Bu yüzden,
Mustafa Kemal. "devrimcilik"i. bir il-
ke olarak benimsedi. Türk toplumu-
nun ortaçağ karanhğından çağdaş
dünya aydınlığına çıkması. onun sağ-
ladığı toplumsal değışımle geçirilmiştı.
Atatürkçülüğün. yaşanmış tarihten
kaynaklandığını görüyoruz. Yaşan-
mışın gerçekçiliği, deneyimi. hiçbir
zaman geçerliğini yitirmez. Ancak,
kendi doğnıltusunda yeniden biçim-
lendırilir. yeniden biiinç durumuna ge-
tirilir. Yeniden biiinç, eski tarihsel
koşullan yeniden yaşamak anlamını
taşımaz. Çağdaş sorunlan. "yeniden
bilinçlenme" ile çözümleyebiliriz. Ata-
türkçülüğün yeniden bilinçlenme süre-
ci. kim hangi davulu çalarsa çalsın.
katılıma, toplumcu öğretiyle süslene-
cektir.
PENCERE
Kara Yan..
ARADABIR
tLHAN MİMAROĞLU New York'lm
Marilyn Monroe Operası
"Tipim değil" derlerdi kızlar. Hep diyorlardır belki.
Kızların tekelınde saydığım bu deyimi, tek bir kez kullan-
mak üzere ödünç alacağım onlardan, Marilyn Monroe'-
yu ne gözle gördüğümü özetlemek için.
Ne kulakla işittiğim de var işin içinde. Görmüş ve işit-
miş olmakla kalmadım onu; sik sık görüyorum ve işitiyo-
rum. Girdiği rollere bir boşluk veriyormuş gibi geliyor
bana. Şarkı söylesin diye beklerim çoğu kez. Poptürün-
de iyi bir şarkıcıdır.
Ne ilişkisi ver bu değerlendirmenin Marilyn Monroe
operasıyla? ilişki şurada ki, hiç kimse onun yerine geçe-
mez. Yalnız onun değil, hiç kimse bir başkasının yerine
geçemez. Tanımamış olduğum (hele tanıyamayaca-
ğım) kişilerin tekliği bir özellik taşımıyor olabilirse de
tanıdıklarımın tekliğinde büyük bir özellik var. Ingiltere
Kraliçesini çocukluğumdan beri biliyorum. İngiliz kral
ailesi içinde büyüdüğümü sanmayınız. Belgesel filmler-
den biliyorum. Bir yapıntıda onun yerine bir oyuncu çı-
karsa "bu kadm o kadın değil" derim. Oysa Madame
Recamier'yi göremedim ve göremeyeceğim. Davkl in
yaptığı resimden öte tanımıyorum onu. Bir oyuncu Ma-
dame Recamier'yi bana nasıl tanıtırsa onu o gözie gör-
mek zorundayım. Olsa olsa, "O kadm gerçekten böyle
miydi acaba?" diye düşünürüm. Ama filmlerde Marilyn
Monroe rolüne çıkan oyuncuları yutamıyorum bir türlü.
Opera sahnesinde yutturmacaya katianmak daha ko-
lay olabilir. Hele balkonun uzaklıklarından bakarken,
sahnedeki oyuncunun Marilyn Monroe'ya iyi benzetil-
miş olmasıyla yetinebilirdim belki, yanıma dürbünümü
almamış olsaydım. Almış olduğum ve kullandığım için,
"Marilyn" operasının başoyuncusu Kîrthryn Gambero-
ni, daha çok Jayne Mansfleld e benziyormuş gibi geldi
bana.
Soprano Gamberoni nin şarkıcılığına gelince, söyleyi-
şi hiç mi hiç benzemiyordu Marilyn'inkine. Marilyn Mon-
roe diye sahneye çıkan bir oyuncu, görünüşüyle ona
benzemezse, olmaz. O oyuncu, Marilyn Monroe gibi
şarkı söylemeye kalkarsa, opera geleneğinde o da ol-
maz.
Neye gerek bir Marilyn Monroe operası? Neye mi ge-
rek? Akla gelmişken kaçar mı böyle bir fırsat? Çağdaş
kültürün iki tanrıçası varsa, biri Marilyn Monroe. Bakar-
sınız çok geçmeden bir başka fırsatçı Madonna opera-
sıyla ortaya çıkmış!
"Marilyn"\n fırsatçısı Ezra Laderman, sıradan bir
Amerikan bestecisi Yıllardır adını da müziğini de duy-
mamıştım. Gölgede kaldığı uzun süre boyunca yetene-
ğınin. geçtim operanın büyüklerinden, diyelim ki bir
MenoiU'nin çapına bile yaklaşmış olabileceğini umuyor
değildim. Nitekim de umuyor idiysem onu buldum. Or-
kestrasında da, vokal yazısında da hiçbir ezgisel seçkin-
lik taşımayan, dramatik güce yükselemeyen, soluk, çe-
limsiz bir müzik. Herhangi bir Hollyvvood ya da Broad-
way bestecisi daha iyi bir Marilyn Monroe operası
yazabilirdi. Belki de yazamazdı. "Opera besteliyorum'
diye kasılacağı için.
Oyleyse nasıl olmuş da New York City Opera "Ma-
rilyn"] Laderman'a ısmarlamış? Kimin kimi tanıdığına
bağlı bu. Laderman, bir Marilyn Monroe kitabı yazmış
olan Norman Rosten'i tanıyormuş. Rosten de Marilyn'i
tanımış.Kitabı okurken Laderman, bu konuda bir opera
yazma isteğine kapılmış. New York City Opera'nın yö-
netmenı Chrlstopher Keene'ı tanıdığı için ona başvur-
muş Keene de operayı Laderman'a ısmarlamış. Işler
böyle yürüyor.
Operanın librettosunu yazmayı da Norman Rosten us-
tüne almış. Hem de ozan diye biliniyor Rosten. City
Opera da sözler sahnenin üstünde bir perdeye yansıtıl-
dığı için, tümüyle ozansılıktan yoksun satırlar birbirini
izlerken, Rosten'in yazarlık değerinin gizli kalmış olabi-
leceği düşünülemiyordu. Bu ara yazarın, Marilyn'i ger-
çek bir kişi olarak ele alırken, öbürlerini uydurma kişiler
olarak sunması, hele Marilyn'in üç kocasını tek bir kişi-
de birleştirmesi, nedeni anlaşılmayan bir yutturmaca
olarak kalıyordu.
"Tipim değil" diyebilirim Marilyn Monroe için, kişili-
ğindeki boşluktan söz edebilirim, ama filmlerinden tanı-
dığım Marilyn sıkıntı bastırmaz. Oysa sıkmtıdan bunala-
rak izledim bu operayı. Zor dayandım sonuna değin.
Marilyn Monroe'yu sıkıntıya dönüştürmek için özel bir
yetenek gerekir. Daha doğrusu, yeteneksizlik gerekir.
Laderman ile Rosten yeteneksizlikleriyle birbirlerini
bulmuşlar.
Bir de yenilik getiriyordu Rosten'in librettosu. Ameri-
kan halk dilinin indirgenmekte olduğu iki sözcükten biri-
nin, "shit"sözcüğünün, sanıyorum ki operada ilk olarak
kullanılması gibi bir yenilik. Rosten ile Laderman'ın or-
tak çabalarının en kısa eleştirisi olarak da işe yarar bu
sözcük.
TARTIŞMA
Aykınlık sıradanlığı
B
azı insanlar.
bulunduklan
toplumun genel
eğitiminin
dışında
kendilerine
eğitim olanağı sağlarlar. tlgi
aîanlan geniş olup, her şeyi
okurlar. Böylece ortaya,
toplum standartlanndan farklı
bilgilere ve değer yargılanna
sahip bir insan getirirler. Bu
insanlar da doğal olarak. genele
ters düşen düşüncelere
sahiptirler. Bu durum onlan
"aykın" diye arulmaya
götürür. İnsanhk tarihi bu
aykınlanh katkılanyla
oluşmuştur.
Son yıllarda ülkemizde bir
mega olma saplantısı var.
Herkes adını duyurmak,
popüler olmak için en olmadık
açıklamalarda bulunuyor.
Olmadık davranışlan yapıyor.
İşin kötüsü bu aykın olma
hastalığı her kesimden insanı
sarmış durumda. Şimdi de
Cumhuriyete aykınlık olsun
diye ikinci cumhuriyet dediler
ve aykınlık modacılan hemen
de ayak uydurdular bu
düşünceye. Lozan'ı aykınlık
olsun diye kötülediler. farklı
olalımdiyeSevr'i
savunuyorlar. Büyük önder
Atatürk'e aykın olabilmek için
"küçük bir kukla" dediler.
Aykın bir iş v apalım diye
yeterliliği beİirlenmemiş birinı
kadın diye başbakan yapülar.
Aykın olabilmek için birbiriyle
vanşan bu insanlar, zamanla
fikırsız, tutarsız sözlerin.
davranışlann anlamsızlığını
yandaşlannı görerek
anlıyorlar. Çünkü bu "ben
aykın oldum" diyen insanlann
çokluğu bu hastalığa
yakalanmış insanlann
"sıradanlığım" gündeme
getırivorarük.
Ve bu mega hayaller taşıyan
aykın modaalar yüzünden
ülkede. yazının başında
belirttiğimiz faydacı-aykın
olmak için "düşünmek" gibi
olağan bir şey \eterh duruma
geldi.
HakanAdanır
Sabahın körü...
Karanlık...
Işık olmadı mı, ortalık kapkaradır; elektrik düğmesine
dokundum...
Oh!..
Gazeteler gelmiş mi? Evet. Gelişigüzel sayfaları çevi-
riyorum, gözüm bir habere ilişti:
1
'Karayalçın 'dan kara tablo!..''
Karayalçın demiş ki: "Gelir dağılımı en kötü 10 ülke
içinde yer alıyoruz."
Kara Murat ıçimizi mi karartıyor?.. Karaoğlan da öyle
-değil miydi?.. Bunlarda kara kaş, kara göz, kara saç, ka-
ra ten. kara bıyık!. Yedi kuşaktan beri halkın dilinden
düşmeyen Pir Suttan Abdal ne demiş:
Ağaçlarda yeşil yaprak
Bastığımız kara toprak
Bir halk türküsü:
Karadır bu bahtım kara
Sözüm kâr etmiyor yâra
Gazeteleri okurken kara kara düşünmeyebaşladım...
Dışarda karayel esıyor... Karakışa az kaldı...
•
Vaktiyle pasaportunu yitiren bir kaptan, yeniden çı-
kartmak için ilgili devlet dairesine başvurmuş; yetkili
memur gereklı bilgıleri almak için soruyor:
-Adın ne?..
- Kara Ali.
- Nerde doğdun?
- Karabiga'da...
-Gemininadı?
-Karayunus...
- Nereden geliyorsun?..
- Karadenizden...
-Yükün?..
-Karaboya...
- Nereye gideceksin?..
-Karamürsel'e...
- Dönüşte limana uğrayacak mısın?..
- Hayır; orada gemiyi karaya çekeceğim, Karaman'da
Karadağlı Kara Mustafa'yı gördükten sonra karadan
Mekke-i Mükerreme 'ye gidip kara donlu Beytullah 'a yüz
süreceğim...
Memur yutkunmuş, iyi bir şey söylemek için'
- Inşallah, demiş. oradan yüz aklığı ile dönersin...
Kaptan
- Yüzümüz ak mı kara mı çıkacak, ancak kara toprağa
girdikten sonra bılinir...
Memur dayanamayıp bağırmış:
- Zift mi kesildin be mübarek?
•
Neyzen Tevflk yukardaki fıkrayı anlattıktan sonra di-
yor ki:
"Siyasetimizde tüten kara dumanlar, gözümüzü Meş-
rutiyet'in bidayetinde burümüştü. Afak-ı istikbalimize
(geleceğimizin ufuklarına) çöken kara bulutlann tesiriy-
le 1909da şu kıtayı yazdım:
Şahid-i şevk u safa etmez teveccüh bizlere
Yaver-i bahtı ezelde gırtlağından boğmuşuz
Safha-i mazi mülevves, hal bok, âti kenef
Mader-i hürriyetin gûya g.unden doğmuşuz
Ne var ki geleceği kapkara gormenin geçerli bir ge-
rekçesi de yok. Çünkü Neyzen Tevfik yalnız Meşrutiyet'i
değil, Kurtuluş Savaşrnı. Cumhunyeti ve Atatürk'ü gör-
dü. "Âti'deolacaklar 1909'dakiminaklınagelebilirdi?
Neyzen Tevfik'in bir dostu, kara bir kıza âşık olmuş;
Neyzen durup durup takılırmış:
- Ulan seni kömür çarptı'...
Karabıyık, kara göz, kara kaş, kara saç kımi zaman si-
yasette işe yarıyor; Kara Murat da doğruyu dile getiri-
yor: Gelir dağılımı en kötü 10 ülke içinde yer alıyoruz;
ama, kara kara düşüneceğimize elbirliğiyle düzeltmeye
çalışalım.
ADA YAYINCILIK VE MUZIK
GÜLBAHAR
Dönülmeyen Gitmeler
Siihıo bir nıû7ik nıenınc yolculıık
CAN TUFAN
Sevgilim Ölu Asker
Ftno pıotcst pop Pop't.ı yol ayıınıı
MOZAİK
Ûlümden Önce Bir Havat Vardır
GRUP TINI
Oğrenci Indirımı
"Rock'ımi7cla Hıı/ün Var"
ŞAMİN PUUC v* KASETÇİUK t
TEŞEKKÜR
Ailemizin değerli varlığı
sevgili babam
ALİ
FINDIKKAYA'nm
vefatı dolayısıyla, cenazesine bizzat katılan,
telefon, telgraf ve gazeteler aracılığı ile
taziyelerini ileten, ayncaTürk Eğitim Vakfı'na
bağışta bulunup, çelenk gönderme inceliğini
gösteren kuruluş ve temsildlerine, dostlanma ve
arkadaşlanma en içten teşekkürlerimle
şükranlanmı sunanm.
MUSTAFA nNDIKKA YA